Powered By Blogger

8 Nisan 2020 Çarşamba

KADININ ADI YOK (1987)


Yönetmen: Atıf Yılmaz Eser: Duygu Asena Senaryo: Atıf Yılmaz, Barış Pirhasan ( Leyla Özalp, Hale Soygazi, Sevgi Saygı’nın katkılarıyla) Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca Müzik: Esin Engin Kurgu-Eşleme: Mevlüt Koçak
Yapım: Odak Film/Cengiz Ergun

Danışman: Leyla Özalp, Yönetmen Yardımcısı: Sevgi Saygı, Elif Yılmaz, Hilal Gergin, Kamera Yardımcısı: Bora Üstüntaş, Aydınlatma: Remzi Biçer, Şevki Gezer, Bilal Tahtakılıç, Set Ekibi: İsmail Kündem, Turgut Pelit, İbrahim Tekin, Sanat Yönetmeni: Füsun Selen Tunca, Negatif Kurgu: Orhan Turgut, Selahattin Tur-gut, Film Baskı, Mustafa Koç, Film Yıkama: Ufuk Kayar, Özel Efekt: Hilmi Güver, Erdoğan Bugay, Makyaj: Berrin Sun, Fotoğraf: Ömer Orhun, Seslendirme: Stüdyo İmaj, Ses Kayıt: Al Williams, Nail Yılmaz, Seslendirme Yönetmeni: Mustafa Alabora, Prodüksiyon Amiri: Sadık Deveci, Ahmet Şişman, Ahmet Altınterim, (Sinefekt Laboratuarlarında hazırlanmıştır).

Oyuncular: Hale Soygazi (Kadın), Aytaç Arman (Adam), Tarık Tarcan (Mehmet), Selen Şenbay (Gürkan), Şahika Tekand (Sevil), Sevda Aktolga (Zerrin), Mehmet Akan (Baba), Sema Çeyrekbaşı (Anne), Arif Akaya (Erhan, Yasemin Akaya (Gül), Rozet Hubeş (Figen), Selma Tarcan, Ayşen Çetiner (Nilay), Alev Karaca (Gülriz), Şahin Şahan (Faruk), Yaman Tarcan (Özcan), Erdal Tosun (Teoman), Yıldız Kurdoğlu (Sermin), Yaşar Şener (Fındıkçı), İsmail Kündem, Ahmet Altunkerim (Rıfat) Çocuk

Konu: Büyük kentte erkeklerle aynı iş yerinde benzer işleri yapan, ama aynı. özgürlüğe sahip olmayan kent soylu bir kadının özgürlük ve kimlik arayışını anlatır. Baba baskısıyla büyüyen Işık, kocasıyla birlikte varlıklı bir yaşam sürer. Evliliğinden sonra çalışmayı bırakan Işık ile kocası arasındaki iletişim, kocasının ekonomik açıdan daha güçlü olma tutkusundan dolayı bozulmaya başlar. Duygusal ilişkilerde yaşanan sorunların verdiği rahatsızlıktan kurtulmak isteyen Işık çalışmaya başlar. Önce iş yerindeki evli Mehmet'e aşık olur. Işık'ın ve Mehmet'in eşlerince de bilinen ve rıza gösterilen ilişki Mehmet'in aile yaşamının yıkılmamasını sağlamak için bitirilir. insanlardan gittikçe uzaklaşan Işık bir arkadaşının sahil kenarındaki evine gider. Orada polis tarafından aranan, koltuk değneğiyle yürüyen Orhan'la tanışan Işık. Orhan'ın içten dürüst ve sevgi dolu davranışlarından etkilenir. Ama bu ilişki de Orhan'ın yurt dışına kaçmak zorunda olmasından dolayı biter. Işık'ın gençlik aşkı Erhan'la ilişkisini bitiren neden Erhan'ın cinsel ilişki konusundaki zorlaması olur. Gürkan'ın terk edilme nedeni de, kocasının ilişkiye değer vermeyen ve her şey de parayı ölçüt alan tavrı olur. Mehmet ve Orhan'la ayrılışının nedeni de yanlış zamanda karşılaşmış olmalarıdır. Mehmet evli, Orhan ise bir kanun kaçağıdır. “Soner Derse, “Türk Sinemasında Aşk”

► Kitabın önemli bir bölümü olan, Kadının iş arkadaşı Mehmet'le yaşadığı sevgi ve dolayısıyla Mehmet ve karısıyla kurduğu üçlü dostluk, bu garip, ama ilginç ilişki, filmde nedense bir Fransız bulvar komedisi düzeyine iniyor, seyirci tarafından kahkahalarla karşılanıyor...Herhalde filmin yaratıcılarının hiç de amaçlamadlkları bir şey!.. Ve final öncesine konan apartman yöneticisiyle tartışma sahnesi, Kadının sosyal amacının nerdeyse yalnızca kimsenin kendisine karışmadığı bir evde, gönlünce, erkek arkadaşlarını isteği gibi kabul ederek yaşamak olduğu yönünde kuşkulu bir yorum getiriyor ... Kitabın son bölümlerinin es geçirilerek, finalin, daktilosunun başına çıplak oturup kitabını yazmaya başlayan ilk görüntüsüyle gelmesiyle, belki oldukça estetik, ama kitabı ve sonunu en iyi özümleyen bir final değil...ilginç bir kitaba dayansa da bunca kadın ve kadın hakkı, özgürlüğü, kişiliği laflarının edilmesi, sonuç olarak gerçek bir "kadın filmi" yaratmaya yeterli olmuyor. "Kadın filmi" ise "Mine"den "Adı Vasfiye"ye, bir çok Atlf Yılmaz filmi, daha "kadın filmi"ydi ... Ve "Kadın filmi" olup olmaması bir yana "Kadının Adı Yok", ne yazık ki iyi bir film bile değil ( Atilla Dorsay, Kadının Adı Var, filmi yok, Cumhuriyet, 19 Şubat 1988).

v    Kadının Adı Yok'ta neyin savunusu yapılıyor, belli değil. Karı/koca/sevgili üçlüsünün bu ters ilişkiyi kabullenip birbirlerinin saçlarını okşaya okşaya sarmaş dolaş halvet olmaları gibi görüntülerle bizce çok doğal moral değerlerin sınır ötesine geçiliyor. Bu gibi terslikler, Türkiye'de son yıllarda yükselen "kadının kişilik, hak ve toplum içnde saygın yer arayışı" savaşımına da zarar verebilecek, yanlış anlaşılabilecek sakıncalar doğuruyor. Yanlışların doğruları götürdüğü bu filmde kadın hakları ve demokrasi kahramanı (!) kadının kocasına söylediği bir söz, "en doğru"yu yansıtıyor: "Bizde bir manyaklık var herhalde" diyor kadın ... Yaa, evet ... Her halde .. ( Erdal Çetin, Kadının Adı Yok, Milliyet, 18 Şubat 1988).

v    Yaklaştığımız insan bize henüz iki yüz ışık yılı uzaklıkta: Tüm diyaloglar ve durumlar, tüm insanlar ve mekanlar öylesine derinliksiz basmakalıp ve tikellikten uzak ki, ister istemez acıklı şeyler geliyor aklımıza: Acıları, sancıları, açmazları ve coşkularıyla bir kadının (insan boş verin) kendi olma sürecini değil, kendine mazbut bir butikten hazır giysiler seçme sürecini izliyorsunuz yalnızca (Cemal Ener, "Kadın"dan birkaç; Işık Yılı uzakta, Söz, 19 Şubat 1988).

v    Kadın Adı Yok, kötü oynanmış ve kötü yönetilmiş bir film, her şey bir yana ... Tutarlı bir performans gösteremeyen ve dublajıyla kendi kendini zedeleyen Hale Soygazi, onca başarılı filmden sonra artık kendi tekrarlamaya başlayan Aytaç Arman ve diğerleri yanında, bir tek 0 kısacık baba rolünde Mehmet Akan ve Şahika Tekand gerçek bir oyunculuk sunuyorlar. Atıf Yılmaz gibi bir "usta"ya yakışmayacak reji hataları (iki kere çıkan küpeler, ters bakışlar, ters duruşlar) ve oyuncu yönetimi (çocuk oyuncular ve hepsi) yanında, baştan aşağı "mizansen" kokan, gerçeklikten uzak sahneler, doğ-rusu ya, son dönem filmlerinden sonra kendisi için bir geri adım, bizim için bir düş kırıklığı oldu. ( Ali Hakan, 2000'e Doğru, S.: 9, 21-27 Şubat 1988).

v    Yılmaz önce kitaptaki "adsız kadın"ın erkek gibi davranarak erkek dünyasında yer edinmesini, ters-yüz ederek "kadın gibi davranan kadın"la filmine yeni br boyut farklı bir görüş getirmek istemiş. Işık'ı, filmde görüntülediği kadarıyla gömlek değiştirir gibi erkek değiştiren duygusuz, nedensiz ve amaçsız, kendi yalnızlığı içinde devinen iletişimsiz bir kişilik haline sokmuş. Hatta bu doğrultuda Işık'ın eşinden neden ayrıldığını anlamak bile mümkün değil. Hele hele boynuzlanan koca ile, aldatılan kadının anlayışlık sınırını zorlayan öylesine yapay bir nazikliği var ki bunu da kitabın/filmin savunduğu öğeler içinde bir yerlere koymak oldukça zor kuşkusuz bu örnekleri daha da çoğaltarak, eşlerin birbirlerini aldattıkları için değil, aldatma eylemindeki tavırları -açık ve sinsi oluşları yüzünden suçlamalarındaki sakatlıktan, finaldeki sözüm ona arınmayı simgeleyen anadan doğma yazı yazmaya dek götürebiliriz. Belli ki Atıf Usta, kitapta değiştirdiği yerlere anlaşılmadığı oranda daha etkili olabileceğine inandığı kimi işlevsiz ve oldukça yapay sahneler ekleyerek işin içinden sıyrılmayı yeğlemiş (Burçak Evren, iyi ki "Kadının Adı Yok", Güneş, 11 Mart 1988).

v    "Kadının Adı Yok" kitabını okuduğumda bende özellikle üç değişik ve temel izlenim tortusu bıraktığını anımsıyorum. Biri, "adı olmayan kadın" adına bir üzüntü; yaşamı ne denli acılar, düş kırıklıkları, sevgisizlik ve iletişimsizlik içinde geçmiş!.. Öbürü, bir erkek olarak kendi adıma ve tüm erkekler adına duyumsadığım bir pişmanlık; "biz erkekler", ne denli acılar çektirmiş nasıl hırpalanmış, ne kadar üzmüştük "adı olmayan kadın"ı ve kuşkusuz başka kadınları... Hem de gerçek anlamda haşin, kaba, sert, aşırı ölçüde bencil davranmadığımız halde... (Çünkü kitaptaki erkekler, genelde hiç de toplumumuzda her gün gazetelere yansıyan haberlerdekine benzer veya Yeşilçam filmlerinin "kötü" erkeklerini andırır biçimde davranmıyorlardı). Bir üçüncü izlenim de bu kez Duygu Asena adına bir "takdir", bir hayranlık duygusuydu; böylesine kişisel şeyleri, "gizli" kalması hep gelenek olmuş, hiç su yüzüne vurulmamış şeyleri nasıl da açık açık, ülkemizde az görülür bir yüreklilikle yazmıştı!.. "Kadının Adı Yok", edebi değeri belki yüksek bir yapıt değildi. Ama Türk toplumunda 1980'lerin kentli (kentsoylu) kadınının bir kimlik haykırışına, bir özgürlük manifestosuna dönüştüğü sanırım kolayca söylenebilirdi.

Kitabın fılminin de yapılması kaçınılmazdı. Ve bu filmi, 1980''lerdeki "kadın filmleri"nin öncülüğünü (büyük bir keyifle) yüklenmiş, bir "kadın yönetmeni" olduğu konusundaki açık gizli söylentilerin (belki de kendisi tarafından) yayılmasına üstü kapalı bir sevinç tepkisi göstermiş Atıf Yılmaz'ın yönetmesi ve belki de kadın oyuncularımızın arasında en "feminist"i olan Hale Soygazi'nin başrolü oynaması da kaçınılmazdı.

"Kadının Adı Yok" ne yazık ki, tüm beklentilere karşın başarılı bir film değil.. Kitabın tüm erdemleri, tüm ilginç ve güçlü yanları perdeye nedense bir türlü geçmemiş. Buna karşılık, kitabın tüm zaafları, eksikleri ve kusurları perdede sanki büyüteçten geçmişcesine kocaman duruyor... Filmin başlangıç bölümleri, aslında oldukça umut veriyor. Hayatının belli bir noktasına gelmiş olan "kadın" (ki filmde artık adı vardır: Işık), anılarını yazmakta, bu arada geçmişi anmaktadır. Atıf Yılmaz, bugünle geçmiş arasında çok hafif bir köprü kurmuş, yumuşak bir geçiş sağlamış gibidir. Özellikle çocukluk ve ilk gençlik bölümleri, gerek ele alınan temaların, gerek kullanılan terminolojinin (aybaşı, adet görme, kızlık zarı, meme "çük" vs.) sinemamız için yeniliği açısından olsun, oldukça ilginç gözükür. Çocukluktan yeni yetmeliğe, oradan da genç kızlığa geçiş, bir kaç sahneyle ustaca verilmiş, Hale Soygazi'nin fiziğinin genç kızlık dönemine uygunluğunun da yardımıyla, olaylar artık günümüze gelip dayanmıştır ...

Ne var ki bundan sonrası bir türlü beklenen Atıf Yılmaz ustalığına erişemiyor. Psikolojik bir roman olmayan, zaten klasik anlamda bir roman da olmayan Duygu Asena'nın yapıtında oldukça şematik biçimde, bir kaç çizgiyle verilmiş ancak anlatımın genel yapısı içinde okuru yadırgatmayan tipler (özellikle erkek tipleri), film de bir türlü yaşamıyor, nefes alamıyorlar. Ne Erhan, ne Gürkan, ne Mehmet, ne "koltuk değnekli adam" birer figür, birer yüz olmayı aşıp yaşayan kişiliklere dönüşemiyor. Ekonomik açı-dan oldukça rahat bir çevrede geçen, herkesin bir araba sahibi olduğu, gerçek anlamda geçim sıkıntısı" sorunlarının bulunmadığı filmde, erkeklerin sonuçta Türkiye ortalamasına göre oldukça "nazik" davrandığı, kendilerini "boynuzlamasına" bile, ister koca, ister sevgili olsunlar rıza gösterdiği, "el bebek  gül bebek" davranılan Kadın'ın, tüm bunlara karşın yine de "kişiliğini bulmak", erkeklerle "eşit" olarak "özgürce" yaşamak çabası, kitapta inandırıcıyken, filmde nedense aşırı, haksız, fantezi bir çaba düzeyine iniyor.

Kitabın önemli bir bölümü olan, Kadın'ın iş arkadaşı Mehmet'le yaşadığı sevgi ve dolayısıyla Mehmet ve karısıyla kurduğu üçlü dostluk, bu garip, ama ilginç ilişki, filmde nedense bir Fransız bulvar komedisi düzeyine iniyor', seyirci tarafından kahkahalarla karşılanıyor... Herhalde filmin yaratıcılarının hiç de amaçlamadıkları bir şey!.. Ve final öncesine konan apartman yöneticisiyle tartışma sahnesi, Kadın'ın sonsal amacının neredeyse yalnızca Babası onu bir kız okuluna gönderiyor. Giriş çıkışlarında erkeklerle karşılaşmamasına dikkat ediyor. Bahçelerine gelen ve kızının arkadaşları olan erkekleri kızını rezil edercesine kovuyor. Bu çocuklarında, kızın babasını haklı çıkaracak şekilde davranışları var. Büyümelerinin verdiği hislerle kızlara daha o yaşlarda yanlış davranışlarda bulunuyorlar. Bu kız ise bütün bunlara karşı, kendi içinde çaresizliğiyle isyan ediyor.

Annesinin ekonomik özgürlüğünün olmamasından ve onunda bir kadın olmasın-dan dolayı, babasının takındığı tavırlara karşı ses çıkarmamasına üzülüyor. Annesi birçok kadının evlilikleri boyunca yaşadıkları sıkıntıların sanki bir sembolüydü. Bu kızın sevdiği veya sevdiğini sandığı erkek arkadaşları oluyor. Mehmet, Erkan, Okyay. Hepsiyle ayrı birer duygu karmaşası içerisinde. Bu insanlarla yaşadığı diyaloglarda onları yani erkekleri tanı-maya çalışıyor.

Kendisi ve kız kardeşi babalarının,onların başarılarını kabullenmemesine rağmen üniversiteye gidiyor. Farklı mekan, farklı yüzler, farklı duygular…Orada Gürkan diye biriyle tanışıyor. Eski aşkları gibi. Ama sonu evlilik. Gürkan bu evlilik süresince karısını yanında bir süs köpeği gibi gezdiriyor. Ona kendi zenginliğinin sembolü olduğuna inandığı hediyeler,takılar alıyor. Ama bu kadın bunların hiç birinden memnun değil. Bir işe giriyor. İyi bir iş. Hatta bu işte bile bir kadına süs gözüyle bakıyorlar.Oradaki erkeklere göre ise kadınlar bulunulan ortamın süsüdür!

Zamanla evdeki eşitsizliğin büyümesinden dolayı aralarında ki duygusal bağ zayıflıyor. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Gürkan çocuk istemiyor. Bunun bedelini ise bu kadın çocuğunu aldırarak ödüyor ve evlilik içerisindeki olumsuzluklar yaşanılan güzellikleri örterek devam ediyor. Sonunda bu evlilik bitiyor. Sonra hayatında bir başkası oluyor, sonra bir başkası…Çalıştığı işte ise kendisi bir kadın olmasına rağmen başarabilecek birçok şeyin olduğunu kanıtlarcasına yükseliyor. Yine ilişkilerinde, çevresinde ve işinde güçlü olabilmek için savaşıyor.

Sonunda ise mutluluğu başka birisinde onu gerçekten bir kadın değil de, bir birey olarak gören Aydın’da buluyor. Onu dostu, sevgilisi, mutluluk kaynağı olarak görüyor. Verdiği onca mücadeleden sonra hak ettiğine inandığı bir i. aşk bu. Aydın da bu kadın gibi işinde oldukça başarılı bir insan ve işi için Amerika’ya gitmesi gerek. Ama ilişkileri o kadar güzel ki bu mecburi ayrılık onları birbirlerine daha yakın hissettiriyor. Ve sevgileri uzakta da olsalar büyümeye devam ediyor. (Kyn: BURÇİN SUCU – www.turkdili.com.edu.tr)

► Bu ülkeden bir kadın geçti...Öyle bir kadın ki, ne erkek düşmanlığı kaldı, ne de feministliği. Ama o bunlara aldırmadı, tek amacı Türk toplumunda kendini bulamamış kadınlara yazarak ulaşmak, onları bir anlamda eğitmekti. Kadının Adı Yok, roman formunda eğitici bir kitap. Bir genç kızın hayattaki duruşunu, masumiyetini, aşklarını, acılarını anlatıyor. Bu kız, herhangi birimiz aslında. O yüzden adı yok, o yüzden bu kadar içten.

Duygu Asena, gerek kitapları gerekse köşe yazılarıyla, sonuna kadar kadın-erkek eşitliğini savundu. Kadınların da erkekler kadar özgür olduğunu anlattı. Türkiye'de tabu olmuş bir çok konuyu, tekrar tekrar işleyerek aslında erkeğin doğasında olduğu kadar kadının da doğasında olduğunu hatırlattı hepimize. Feministliği erkek düşmanlığı olarak algıladı bazı kesimler. Onların cahillikleriyle de başa çıktı. Feminizmin ne demek olduğunu her fırsatta dile getirdiği Asena, 1946 yılında, Atatürk'ü yaveri olan ve dönemin CHP milletvekili Ali Şevket Öndersev'in torunu olarak, İstanbul'da dünyaya geldi. Lisans öğrenimini İstan-bul Üniversitesi Pedagoji bölümünde tamamlayan yazar, öncelikle bu alanda çalışmaya başladı.

Gazetedeki ilk yazısı 1972 yılında Hürriyet'in Kelebek ekinde yayınlandı. Ardından ilk romanı olan "Kadının Adı Yok" ile adını duyurdu. 1988 yılında müstehcen bulunan kitap yasaklandı, uzun süren davaların ardından tekrar yayınlanan romanın yönetmen Atıf Yılmaz tarafından filmi çekildi. Asena, 30 Temmuz 2006 tarihinde beyin tümörü nedeniyle tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi'nde hayata gözlerini yumdu.

Bir kısmınız, belki de ne yaptığını sorgulu-yordur Asena'nın. Evet, günümüzde hala özellikle Anadolu'da töre için namus cinayetleri işleniyor. Hala kadınlar ezik, hatta 2. sınıf vatandaş. Bazı yörelerde yok sayılıyorlar, söz hakları bile yok. Evet, Türkiye İstanbul'dan ve batı kesiminden de ibaret değil. Ancak o; daha düne kadar örümcek kafalı olan kadın ya da erkek fark etmez, bir kişinin bile fikrini değiştirebildiyse, bu da büyük başarıdır. Roma'nın da bir günde kurulmadığını düşünürsek, kökten bir değişimin Türkiye için gerçekleşmesi, bir insanın ortalama ömründen daha uzun süreceği kesin. Ama yetişen gerçek aydınlarımız sayesinde, bu süreç başladı ve devam ediyor.

Ölümünün 1. yıldönümünde, onu anlayan ve hayranlık duyan bir hemcinsi olarak, Duygu Asena'yı özlemle anıyorum. Yeni kuşak Türk kadını onun sayesinde artık gerçekten ayakları üzerinde durabiliyor. Eminim yapacağı ya da yazacağı daha pek çok şey vardı. Ancak şimdi onun izinden giden kadın gazeteciler ile yazarlara baktığım zaman, amacına ulaşmış olmanın huzuruyla, yukarıdan bir tebessümle bizi izlediğini biliyorum... (Kyn: tr.wikipedia.org)

v    Kadının adı yok, bütün dünya kadınlarının durumunu ifade eden kısa ama çok büyük bir cümle. Duygu Asena imzalı bir kitap olarak önümüze çıktığı gün pek de kıymetini bilememiştik. 20 yıl ön-ceydi... Duygu ile birlikte Gelişim Yayınları'nda çalışıyorduk. Bir gün Ercan Arıklı hepimize nispet vermek istercesine elin-de pembe kapaklı bir kitapla gelmişti. Üzerinde 'Kadının Adı Yok' Duygu Asena yazıyordu. Ercan bey biz Nokta'cılara, yani Ayşim Alpman'a, Ayşenur Aslan'a, Tuğrul Eryılmaz'a, Güldal Kızıldemir'e, Haluk Şahin'e, Hilmi Yavuz'a, Gülay Göktürk'e, Dürrin Ababay'a, Neyyire Özkan'a, Nadire Mater'e şöyle demişti: "Kıskanacaksınız, Duygu ilk kitabını yaz-dı ve bu kitap çok satacak." Kadınca dergisi için sabahtan akşama kadar masasında çalışan Duygu ne zaman vakit bulmuş da kitap yazmış diye hepimiz ikirciklenmiştik. Hatta Hilmi Yavuz, kapaktaki Duygu Asena ismi 'sahte mi' diye tırnağıyla kazıma denemesine bile girişmişti. Keşke ilk andan kıskansaydık Duygu'yu. Bizler daha ziyade kitabı, "kadınlara mahsus hafif bir anı kitap kategorisinde" sayıp çok da önemsememiştik. Halbuki bir femi-nist manifesto yazmıştı Duygu.

Bizler durumu yavaş yavaş kavrayacaktık. 'Kadının Adı Yok' çıktığı günlerde kadın hakları kavgası verenlerimiz, acaba bu kitaba daha farklı mı yaklaşmışlardı? Kitaptaki kadın bakış açısını irdeleyen yazılar yazmışlar mıydı? Bu sorunun yanıtı için arşivlere girmedim. Zira kitabın çıktığı yıllarda Duygu'nun manifestosunu ciddiye alıp yorumlayanların sayısı hiç kalabalık değildi. Kız kardeşi İnci Asena'ya da sordum, o da aynı şeyi söyledi. Duygu için ölümünün ardından AKM'de düzenlediğimiz uğurlama töreninde Şirin Tekeli, "Kadının Adı Yok bir feminist manifestoydu" değerlendirmesini yapınca pek çoğumuz "Ne iyi etti de bu değerlendirmeyi yaptı" diye düşünmekten kendimizi alamadık. Bir usta, bir başka ustayı onaylıyordu yüzlerce kişinin önünde. Duygu sarı güllerle bezenmiş tabutunun içinde sahnede yatıyordu. Aramızdayken onu mahrum ettiğimiz bu saptamayı, ne yazık ki duymuyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder