Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Ümit Ünal
(Atıf Yılmaz Halit Refiğ, Ayşe Şasa’nın katkılarıyla)
Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman
Kurgu: İzzet Öz
Yapım: Odak Film/Cengiz Ergun
Yönetmen
Yardımcıları: Sevgi Saygı, Püren Dinçer, Stajyer
Yön. Yrd. : Bülent Somay, Kamera Yardımcısı: Ahmet Selvidal,
Müzik Düzenleme: Mazhar Alanson, Fuat Güner, Özkan Uğur (MFÖ), Fahir
Atakoğlu, Müzik Kayıt: Istwan Leel Össy, Fon Müzikler: Onno Tunç, Optik
Efektler: Kamera Efekt, Neslihan Eyüboğlu, Belgesel
Bölümler, Derleme Özel Efektler: Reklam Araçları ve Hizmetleri A.Ş.,
Seslendirme Yönetmeni: Osman Görgen, Sesleri Alan: Gökhan Şıracı,
Miksaj: Erkan Aktaş, Sanat Yönetmeni: Metin Deniz, Jenerik: Hilmi
Güven (Sinefekt), {Çaykovski “Mugnon’un Şarkısı” Yekta Kara (Soprano),
Ferda Arıkan (Arpist), Kurgu: Mevlut Koçak, Animasyon: Erim
Gözen, Aydınlatma Yönetmeni: Ali Salim Yaşar, Yardımcıları: Şevki
Gezer, Murat İşçi, Set Ekibi: Erdal Sümer, Recai Sümer, Selim Acar,
Celal Şekeroğlu, Kareografi: Sait Sökmen, Kostüm: Neslihan
Yargıcı, Makyaj: Zeynep Taş, Set Fotoğrafları: M. Ziya Ülkenciler,
Laboratuar Baskı: Adnan Şahin, Zekeriya Şahin, Negatif Kurgu: Eyüp
Yıldız, Yapım Yönetmeni: Ahmet Altunerim, Yapım Yardımcısı: Mehmet
Ersoy, Yapım Danışmanı: Leyla Özalp, (Fono Film Stüdyosunda
hazırlanmıştır.
Oyuncular:
Mahzar Alanson (Fatih), Ali Poyrazoğlu (Şeytan), Yaprak Özdemiroğlu (Plastik
Kız), Özkan Uğur (Okan), Aycan Sicimoğlu (Gökhan), Bülent Kayabaş (Birol),
Tarık Pabuçcuoğlu (Mesut), Celal Hüsrev Şeref), Deniz Türkali (Lavinya), Duygu
Ankara (Komşu Kadın), Hüseyin Kutman (Patron), Levent Tülek, Pelin Su
(Sekreter), Leyla Nil (Gelinlikçi), Seçil Akbaş (Kız Çocuk), İlke Nurtop
(Şarkıcı Çocuk), Hale Haykır (Anne)
Konu: Fatih
yetenekli bir müzisyendir. Para kazanmak için arada bir istemediği seslendirme
işlerini yapmak zorunda kalır. Kendini pazarlamaya karşı direnci yüzünden ufak
bir barda grubuyla sahne alır ve pek ilgi toplayamaz. Bir gece Fatih, her gün
konuştuğu, dertleştiği yolunun üzerindeki butiğin camekanında duran cansız
manken ile sarhoş bir şekilde konuşurken aklına Faust öyküsü gelir. O da ruhunu
şeytana satmak istediğini söyleyince ardında Şeytan belirir. Bir yumurtaya
üfleyerek hapsettiği ruhunun karşılığında ona 10 yıllık şan ve şöhreti
verecektir Şeytan. Anlaşma yapılır, hatta cansız manken canlandırılır ve
Fatih’e eş olarak sunulur. Ancak, cansız mankenin “ayarı” bir türlü
tutturulamaz film boyunca. Cansız manken ya çok şehvetli, ya çok hamarat, ya da
çok soğuk olmaktadır. Fatih ve Şeytan İstanbul’da daha önceden ruhunu şeytana
satmış olan, plakçılar, reklamcılar ve gazino kralları ile görüşürler. Fakat,
her seferinde yaşlı şeytanı atlatmasını beceren eski “öğrenciler” şeytana çok
büyük zorluklar çıkarır. Fatih ise başta korktuğu şeytana artık sempati duymaya
başlamış, onun için üzülmüştür. Şeytan artık ruha ihtiyaçlarının zaten
olmadığını söylediği eski öğrencilerine karşı, kadim kuralları çiğneyip aşık
olduğu eski aşkı Lavinya’dan yardım istemeye karar verir. Lavinya ona göre
ruhunu asla kaybetmeyecek bir kişidir. Fatih, güvensiz de olsa şeytanı kırmak
istemez ve Lavinya ile görüşmeye giderler. Lavinya da ruhunu kaybetmiş, bir
medya patronu olmuştur. Daha önceden yetenekleri karşılığında ruhlarını satan insanlar
bu sayede ruh yerine modern toplumda daha geçerli bir şey olan paraya sahip
olmuşlardır. Artık ruha ihtiyaçları yoktur. Şeytan ise yaptığı başkaldırıyı
artık insanlara yapamaz hale gelmiş ve insanın “daha şeytan” olduğunun farkına
varmıştır. Tanrı’ya karşı mücadelesinde yenildiğini de farkeden şeytana Tanrı
bir sürpriz yapacak ve onu melek yapıp kendi yanına çağıracaktır. Fatih ise
kabuğunu kıracak, kendi grubuyla albüm çalışmalarna başlayacaktır.
*
Atıf Yılmaz, yine "serbest vezin" bir filmle karşımızda. Yılmaz'ın
enerjisi bir yana sürekli değişik, farklı, üstelik "riskli" gözüken
şeyler yapmasına, sürekli yenilikler aramasına, kendi adıma büyük saygı
duyuyorum. "Arkadaşım Şeytan" bu arayışın yeni bir ürünü. Ve son
dönemdeki Atıf Yılmaz filmlerinden "Adı Vasfiye", "Asiye Nasıl
Kurtulur", "Aahhh... Belinda", "Hayallerim, Aşkım ve
Sen"den, kimi ortak noktalara karşın oldukça farklı ve özgün bir eser.
Yılmaz'ın Ümit Ünal'ın senaryosuna dayalı filmi, bir tür çağdaş
Faust uyarlaması gibi başlıyor. Mesleğinde bir türlü başarıya erişemeyen,
yaptığı "cıngıl" beğinilmeyen, Ece Bar'da şarkı söylerken kendini
kimselere dinletemeyen mutsuz ve umutsuz müzisyen Fatih, beklenmedik bir anda
"şeytan"la karşılaşıyor. Şeytan, başarı karşılığı ondan
"ruhunu" isteyecektir: 5, 1O veya niçin olmasın, 20 yıl için.
Şeytanın her dediğini yerine getirmek kaydıyla, başarı artık Fatih'in
olacaktır. Ancak öykü, bu "modern Faust" yolunu izlemiyor. Kısa
zamanda özgün bir "gırgır" egemen oluyor.
Şeyan, artık eski bildiğimiz şeytan değildir. İnsanlar üzerindeki
etki gücünü yitirmektedir. Çünkü insanlar artık "şeytana pabucunu ters
giydirecek" denli hinoğlu hinleşmişlerdir. (Nitekim, gerçekten giydirirler
de!..) Yalnız bununla da kalmaz, dilimizde şeytanla ilgili ne kadar deyim
varsa, hepsini uygularlar: Şeytanın "kulağına kurşun" akıtırlar,
"şeytanın bacağını kırarlar" vs. Asıl sorun şudur: İnsanoğlunun artık
zaten "ruh" denen şeye gereksinmesi kalmamıştır ki!.. O ruhunu
şeytana değilse de, paraya, üç kağıda, köşe dönücülüğe satmış, bilgisayarların
ve onların ardındaki "çokuluslu şirketlerin" holdinglerin,
bankaların, sermayenin yasalarının, İMF'nin vb. şeylerin egemenliğini
kabullenmiştir. Böylece şeytanlarla ve şeytanlıkla dolu bir "yeni
dünya"da gerçek şeytana iş kalmamıştır. Tası tarağı toplayıp geldiği yere
gitmekten başka!..
Arkadaşım Şeytan" bu özetten de anlaşılacağı gibi, özgün
ve hoş bir konusu , çağımızın Türkiye’sinin ve dünyasına ironik bir yaklaşımı
olan bir film... Şeytan'ın "müritleri" arasında gazino, plak ve de
reklam dünyamızı simgeleyen "üç patron"un başı çekmesi, bu çevrelerce
nasıl karşılanacaktır, bilemem!..zaten şeytanın "müriteri" arasında
kimler kimler yoktur ki!.. Filmin en güzel buluşlarından biriyse, kuşkusuz
Fatih'in her akşam dert yandığı, üzüntülerini anlattığı vitrin mankeninin
şeytanın hikmetiyle canlanıp Fatih'in yaşamına karışan etlicanlı bir kadın
olması. Önce "10 yıldır vitrinde gelinlik takıp kısmet beklemenin"
etkisiyle azgın bir dişi olarak Fatih'e saldıran manken, onun istekleri doğrultusunda,
sırayla eteği belinde bir ev kadını, gergef ören romantik bir sevgili, gözlüklü
ve erkeksi bir "bilinçli kadın" olursa da, hiçbir haliyle erkeği
memnun edemez. Ve "şeytan"dan "kadın işlerinde ben bile başarılı
olamıyorum" iltifatını alır!.. Zaten şeytanın kendisinin de filmin sonunda
tüm şeytanlığından sıyrılıp, kendi halinde, sorunlu "aciz" bir
ihtiyarcığa dönüşmesi de, filmin özgün buluşlarından biridir...
"Arkadaşım Şeytan"da daha birçok sürpriz var, merak
etmeyin. Bu oldukça "hırsız",temelde Batılı bir temaya bize özgü
sayısız özellik ve özgünlük katan, birçok olayla, kişiyle ve olguyla tatlı
tatlı gırgırını geçen film. Atıf Yılmaz'ın fantastiğe olduğu denli, zekaya ve
"zekice" kotarılmış filmler türüne de yeni bir kanat açışını
simgeleyen değişik bir çalışma...
Keşke senaryodaki kimi "tekrarlar" önlense, film
keşke biraz daha kıvrak, biraz daha akıcı olsa diyorsunuz gerçi. Ama bu haliyle
de "Arkadaşım Şeytan" büyük bir keyifle izlenen hoş bir film... İlk
filminde oldukça rahat, en azından aksamayan bir oyu veren Mazhar Alanson'un
yanı sıra Ali Poyrazoğlu, "şeytan"ın alaycılıktan ve kendine güvenden
yenilgiye, kuşkuya ve çöküşe kayan değişimini büyük bir ustalıkla veriyor. Ve
gerçekten has bir oyuncu olduğunu gösteriyor: Sinemanın ondan bu denli az
yararlanması ne yazık!.. Aynı şey, kısacık bir rolde çok başarılı olan Deniz
Türkali için de söylenebilir. Erdal Kahraman'ın Avrupa filmlerini anımsatan
görüntü çalışmasının yanı sıra, MazharFuat Özkan'ın müziğinden bilmem söz etmeye
gerek var mı? (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 64) “.
Dorsay’ın bu yazısı, 3 Şubat 1989 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde, “Şeytan
Artık İnsan” başlığı altında yayınlanmıştır.
v "Arkadaşım
Şeytan"da, yönetmenin kendisini "yenilemeden" çok yinelediği,
daha açık bir deyişle, yenilikler ve fantezi peşinde koşayım derken, didaktik
bir ahlakçılığın ağına takılıp kaldığı bir film. Yerleşik ahlak kurallarının en
beylik kurallarının en beylik motifleriyle donatılıp düşsel bir dizi fanteziyle
süslenen, bir ara "komedi" ile "müzikal" arasında tereddüt
edip sonra fantastik olmakta karar kılan film için olumlu bir şeyler söylemek
oldukça zor, hatta zordan da öte bir şey. (Burçak Evren, Türk Sinemasında Yeni
Konumlar, s.6364, Broy Yayınlan 1990).
v Senaryoların kendi mantık ve
kurguları içinde "tutarlı" olmaları koşulunu böylesine zorlayan bir
filmde, Ümit Ünal'ın, "şeytan" adlı varlığın nasıl ve neden
kullanılması gerektiğine yüzde yüz inandığından kuşkuluyum. Güldürü de olsa,
insanın içine en ufak bir ürperti bile vermeyen bir şeytanın, filmin baş kişisi
(mi?) olan Fatih'i geri planda bırakarak öne geçmesi, bu varlığın çekiciliğini
kaybettiriyor. İnsanların şeytandan daha kötü oldukları yolundaki iddiaları da,
ortada kötü şeytan falan olmadığından havada kalıyor (Ali Ulvi Uyanık, Milliyet
Sanat d., s.210, 15 Şubat 1989)
► Arkadaşım Şeytan'da harcanmış bir keyif var aslında. Ümit
Ünal'ın daha önceki senaryolarından bildiğimiz sevimli hırsızlığından
kaynaklanan ince bir humour, arada bir başını kapı aralığından uzatıp
kayboluyor. Ama o kadar. Filmin nüvesinde hayli derin bir entelektüel baz var,
ama bu da Atıf Yılmaz’ın tavrının kurbanı oluyor. (Ali Hakan, “Acele İşe Şeytan
Karışır Kerata” İki bine Doğru d., s.6, 5 Şubat 1989)
v Atıf Yılmaz'dan bir fantezi
daha... Neredeyse yarım aşıra yaklaşan bir zaman dilimi içinde sinemada
kalabilmek, kasaba gerçeğinden kadın filmlerine, fantastik denemelerden
komedilere dek, her türde ve alanda öncülük yaparak her zaman güncelliğin
ortasına oturup "her devrin adamı" olmak elbette kolay bir şey değil.
Evet... Daha önceki yazılarımızda söylediğimizi yineleyelim: Atıf Yılmaz her
devrin adamı. Ama bu bir yergi değil, aksine, bir övgü. Kendisini devamlı
yenileyip olaylara ve durumlara çağdaş bir açıdan bakıp genç kalabilmenin
üstesinden gelebildiği için..
v Böylesine bir girişten sonra Arkadaşım
Şeytan'a övgüler yağdıracağımız sakın anlaşılmasın. Çünkü Atıf Yılmaz kendisini
yenileyim derken bazen yineliyor da. Arkadaşım Şeytan da, yönetmenin kendisini
"yenileme"den çok "yinelediği", daha açık bir deyişle, yenilikler
ve fantezi peşinde koşayım derken, didaktik bir ahlakçılığın ağına takılıp
kaldığı bir film. Yerleşik ahlak kurallarının en beylik motifleriyle donatılıp
düşsel bir dizi fanteziyle süslenen, bir ara "komedi" ile
"müzikal" arasında tereddüt edip sonra fantastik olmakta karar kılan
film için olumlu bir şeyler söylemek oldukça zor, hatta zordan da öte bir
şey.Oldukça kaba bir Dr. Faust esprisinden yola çıkılarak içinde yaşadığımız
dünyanın o denli ruhsuz olup şeytana pabucunu ters giydirecek denli şeytancıklarla
dolu olduğunu anlatmak için bunca gösteriye, onca şamataya ne gerek var
diyebiliriz kolayca. Ama Atıf Yılmaz, ruhunu şeytana satan Fatih'in yaşadığı
trajikomik olayla yalnızca bunları anlatmaya, altını çizmeye soyunmuyor.
Giderek teknolojinin (kompütürlerin, çok uluslu şirketlerin vs. vs.) sözüm ona,
toplumlar üzerindeki sınırsız güçleri üzerine de göndermeler yapıyor. Tabii bu
arada (kadın filmleri yönetmeni olmak kolay değil) iğreti ve şematik kadın
tiplemeleriyle bir dizi fanteziler sunmayı da ihmal etmiyor. Yılmaz, şeytan
fantezisiyle çok şey anlatmaya soyunup sonuçta anlatma kargaşasına ve paniğe
düşerek hiçbir şey anlatamamanın sıkıntısını yaşamış. Film, çok şey anlatır
gibi gözükürken, aslında hiçbir şeyi anlatamamanın güldürü türleriyle desteklenen
komikliğine bürünerek her şeyin altını yüzeysel bir değinme ile çizerek
geçiştirmiş. Bir bakıyorsunuz şeytanmelek ikilemi, bir bakıyorsunuz karşıt
cinsler arasındaki çatışmadan kaynaklanan kadın çeşitlemeleri. Bir yanda
kompütürler, çok uluslu şirketler, öbür yanda plakçılar, reklamcılar,
prodüktörler... Canlanan mankenler, kırılan yumurtalar, "şeytanın bacağını
kırmak" gibi espriler de işin çabası...
v
Dr. Faust'tan ödünç alınmış şeytan esprisi ile elbette çok şey
anlatılabilir, ama önce hınzırca yazılmış bir senaryoya, akılcı, kıvrak
diyaloglarla inceden kotarılmış metafor ve değişmelere gereksinim vardır.
Üstelik fötr şapkalı, süpermen kılıklı bir şeytanla, oyunculuk yeteneği bir
hayli kısıtlı üçlemenin Mazhar'ı ile bu işe soyunmak da işin diğer negatif
yanı. Adı ustaya çıkmış yönetmenler bile, kimi
zaman güldürünün ciddiyetini kavrayıp bu türle de çok şeyler anlatabileceğini
kestiremiyorlar galiba.