Powered By Blogger

11 Nisan 2020 Cumartesi

A AAY (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Reha Erdem
Görüntü Yönetmeni: Uğur Eruzun
Müzikler: Vivaldi
Yapım: Metis Film /İbrahim Yavuz Aygen, Yumi Productions/ Jackques Pomonti, Ortak yapım Images & Cameras (Paris, Fransa), Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Fransa Dışişleri Bakanlığının katkılarıyla

Ses Yönetmeni: Jerome Thiault, Yönetmen Yardımcısı: Fatmanur Sevinç, Müzik Danışmanı: Denis Bisson, Kamera Yardımcısı: Yavuz Eruzun, Set Amiri: Turgut Pelit, 2. Yönetmen Yardımcısı: Oğuz Eruzun, 3. Yönetmen Yardımcısı: Fatih Aksoy, Hilal Gergin, Montaj: Nathalie Le Guay (Varan, Paris), Dublaj: İmaj/Ses, İstanbul, Miksaj: Anditel, Paris, Yapım Sorumlusu: Mireille Rouast, Yapım Danışmanları: Leyla Özalp, Hubert Lafont, Yapım Amirleri: Veli Selman, Dominiquer Royer, Işık: Remzi Biçer, Yapım Yardımcısı: Vedat Güç, Miksaj: Philippe Simonet, Efektör: Gadou Haudin, Dublaj Teknisyeni: Al Williams, Ek Sesler: Marie Guesnier, La Sonotheque, Çeviri: Haldun Bayrı, Bertrand Lafont, Grafiker: Joella Danon, “Sırrı Bey” Makyaj: Mira, “Nuran” ses: Ali Düşenkalkar, Şiirler: John Donne, William Blake, Edip Cansever, Laboratuar: Neyrac (Paris), Yapım: Metis Film (İbrahim Yavuz Aygen), Yumi Productions (Jackques Pomonti), Ortak Yapım: Images & Cameras (Paris, Fransa),
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Fransa Dışişleri Bakanlığının katkılarıyla.

Oyuncular: Yeşim Tozan, Nurinisa Yıldırım, Gülsen Tuncer, Münir Özkul, Bijen Yüceer, Arif Pişkin, Ertuğrul İlgin, Özcan Özgür, Kutluğ Ataman, Necdet Sayın, Nursel Gülenaz, Osman Kavala, Müzisyenler: Sarkis Okumuş, Fahri Pehlivan,

Konu: Yaşlı halası Nükhet Seza (Gülsen Tuncer), dedesi Sırrı Bey (Münir Özkuı) ve topa! martısıyla birlikte boğaz kıyısında gizem dolu bir evde yıllar önce yitirilen bir annenin özlemiyle yaşayan 11 yaşındaki Yekta (Yeşim Tozan)'nın öyküsü. "Annesi hakkında bildiği tek şey bir gün kayıkla denize açılıp bir daha geri dönmediğidir. Yekta, bir gece annesinin odasının penceresinden, denizden kayıkla ışıklar saçarak annesinin geçtiğini görür. Ama ona kimse inanmaz. Burgaz adasında ingilizce öğretmenliği yapan küçük halası Neyyir onu gitgide yoğunlaşan anne özleminden ve harabeye dönmüş evden uzaklaştırmak için adadaki yatılı okula yazdırmak ister. Yekta ise oraya gitmeye pek gönüllü değildir. Ve bir gün tıpkı annesi gibi bir kayığa binerek kıyıdan uzaklaşır. Sırılsıklam bulunup kurtarıldıktan sonra, Neyyir ile birlikte adanın yolunu tutar" “TÜRSAK Sinema Yıllığı 96/97, 1997:22)

Ödüller:
1989 Nantes Trois Continents Film Festivali “Gümüş Ödül” (Fizan isimli film ile)

1991 Türkiye Yazarlar Birliği’nce “Reha Erdem” En İyi Yönetmen

v    Yeni kuşak kimi Türk yönetmenlerin Batı ile Doğu arasında kurmak istedikleri köprü olayı ilgi çekici. üstelik genelde dışarıda sinema eğitimi görmüş bu yönetmenlerin ilk filmlerinde İstanbul'u, İstanbul'un en gizemli ve bizden yanlarını, Doğu sanatının ve felsefesinin kimi temel öğelerini çıkış noktası alan filmler yapmaları da ilginç. Film, en azından adı kadar gizemli olmayı amaçlamış. Boğaza tepeden bakan bir ev ile Burgazada'daki başka bir ev arasında geçen filmde, küçük bir kızın, Yekta'nın öyküsü anlatılıyor. (Veya anlatılmıyor: ama bunun önemi yok. Bu zaten bir öykü anlatmayı seçmiş filmlerden değil). Annesi yıllar önce bir sandala binerek bu dünyadan çekip gitmeyi seçmiş olan küçük Yekta'nın, kısacık ömrünün bir dönemini doldurmuş olan yatalak dedesi, biri düşlerine dalmış, öbürü ona sürekli İngilizce öğretmeye çabalayan halaları veya tepedeki manastırın çoktan fıttırmış bekçisinden alabileceği bir şeyler yoktur. Bu da küçük kızın yavaş yavaş şizofreniye kaymasına ve annesinin akıbetine doğru yol almasına yetecektir...

v    Aaay, en klasik anlamıyla bir "sanat filmi" bu. Hani ulaşılır olmasına hiç çaba gösterilmemiş, yönetmenin sanki yalnızca kendisi için yaptığı ve deyimin adını kötüye çıkartan filmlerden... Çok düzeyli bir öğrenci diploması filmi veya seyirciyi hiç umursamamış ir deneysel çaba olarak da görülebilir. Bu umursamama, bu kendisi için yapılmış film tavn kuşkusuz belli bir yüreklilik de taşıyor, belli bir saygıyı da hakediyor.

Yine de filmin verdiği başlıca duygu, önüne geçilmez bir sıkıntı oluyor. Filmin biçimsel alanda veya dayandığı sanatsal öğeler alanında yaratmaya çalıştığı sentez, gerçek anlamda gerçekleşmiyor. Vivaldi ile ezanı, William Blake şiiriyle Edip Cansever'i, Doğu'ya özgü keder ve hüznün motifleriyle bir zamanlar (l960'larda) Amerikan yeraltı sinemasının, özellikle de Maya Deren'in yapmaya çalıştıklarını aynı potada eritme çabası, içinde bulundUğumuz 1990'larda ne yazık ki gerçekten etkili olamıyor. Belki amatör işlere meraklı bir sinema öğrencisi veya her türlü yeniliğe fazlasıyla açık bir meraklı kesimi dışında, pek kimseye Öğütlenecek bir film değil A Ay. Ama Reha Erdem'in açık biçimde yeteneği var ve bu ilk denemeden sonra daha sorumlu işler yapmasını beklemek, sanırım hakkımız olacaktır. (Atilla Dorsay (Yeni Yüzyıl, II Ekim '96 )

v    Locarno'dan Strasbourg'a kadar çeşitli restivallere katılıp ilgiyle karşılanmış, Nantes Üç Kıta Festivali'nden ödüllü A Ay 6 yıldır reklam filmi yönetmenliği de yapan, okullu sinernacı Reha Erdem'in ilk filmi. Baştan belirtmeli, popüler, ticari sinema ürünlerinden farklı, vizyon sahibi, yeni ve değişik bir yazar yönetmenin ışıltısını saçan, farklı kaygılar taşıyan, taze ve özgün bir ilk film denemesiyle karşı karşıyayız. Genelde yalınkat eğlence ve gösteri sinemasının girdaplarına çekilerek birtakım çalımlı, alımlı, ama sığ ve kolay filmlere şartlana gelmiş ortalama seyirciye sıkıcı gelebilecek A Ay, içine aldığı meraklısınaysa seyir zevki ve has sinema keyfi sunuyor bir buçuk saat süresince.

Meraklısına Nisan Yayınları'nca basılmış senaryosunu da salık verecegimiz, Reha Erdem'in A Ay'!, 'gülümsemesi az, ağır', karanlık bir atmosferi dayatan, naif, duru, lirik ve beylik deyişle şiirsel bir sinemanın uzantısı, sıradışı bir film. Allegorik yapısından oyunculuğuna, ışıklandırmayla çerçevelemelere yansıyan bir özenin belirginleştiği, Uğur Eruzun'un kamera çalışmasından diyaloglarıyla montajına kadar yeni ve özgün bir soluk sinemamızda. Yazaryönetmeninin deyişiyle 'inanmak, inanç ve inanmaya inanmak' üzerine A Ay, alışılmış dramatik olay örgüsüne boş vererek bildik hikaye anlayışından farklı kanallara akan, imgelerle temaların birbiriyle kesişip birbirini tamamladığı ve ayrıca Rumelihisar'dan adalara, Galatasaray'daki Aynalı Pasaj'dan Mahmutpaşa'ya kadar İstanbul'un çeşitli köşelerini ustaca değerlendiren, başarılı mekançevre kullanımıyla da dikkati çeken, martısı, kedisi, börtü böceği, vapur düdüğü bol, önemli ve anlamlı bir film kısacası. Bir de loş koridorlar, yer yer döşemeleri çürümüş, camsız çerçevesiz, izbe bölümler, kilitlenmiş ya da kapılarına tahtalar çakılarak iptal edilmiş gizli saklı ve eski eşyalarla döşenmiş, geçmişe dönük yaşanan odalar, arada bir ding dong'ları takılıp sürekli çalan, çok sayıdaki antika saatlerle dolu, filmin bir başka ana karakteri sayılacak Hisar'daki kale gibi yükselen o bildik kırmızı taş yapı var, unutulmaması gereken Lirizmin ağır bastığı, Doğu'ya özgü, dingin mistik bir bakışın yansıdığı, sinemasal bilgiye, birikime, yeteneğe sahip, umut veren, anlatacağı olan, aydın bir yazar yönetmen haberleyen A Ay'ı, Atilla Tokatlı'nın Denize İnen Sokak, Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı ya da Nesli Çölgeçen'in Kardeşim Benim'i gibi klasiklerimizin çizgisinde ve Kutluğ Ataman'ın Karanlık Sular'ıyla birlikte, Türk sinemasının 1990'lardaki belki de en önemli ve ayrıksı üslup denemesi olarak selamlamak da olası. Bu hakiki filme hakiki sinemaseverlerin de hakkını vererek sahip çıkacağını sanırız. Unutmamalı, nice badireyi atlatıp gösterilmek için bunca yıl bekleyen A Ay'ın seyredilebilecği bir hafta daha var..(Sungu Çapan Cumhuriyet, 4 Ekim '96)

Yedi yıl gecikmeyle izleyebildiğimiz A, Ay adlı film için aklıma gelen ilk söz şu oldu: Ince işçilik. Yönetmen Reha Erdem gümüş kakma gibi işlemış filmini. Karanlık girinti ve parlak çıkıntılarla dolu, gizemli bir gümüş kemer A Ay. Yazık ki onu takacak zerafette giyinmiyoruz artık. Bu yüzden ızleyicisine yalnız Pera Sineması'ndan ulaşabildi. Sinemasever olma ayrıcalığına sahipseniz bu filmi mutlaka izlemelisiniz.

Kimi yönetmenler sinema dilini öyle bir kullanır ki tadı damağınızda kalan görüntülerden uzun uzadıya söz etmek istersiniz. "Anlatılsın elbet bütün hikayeler." Hemen her planı simgelerle yüklü, şiirsel A Ay da üzerine yazmak için yeterince malzeme sağlayan bir film. Gelin görün ki simgeciliğinin yanı sıra son derece yalın bir anlatımı olan bu filmi 'deşmek' de yazık olur. Metafizik boyutuyla da etkileyici A Ay. "Rüyaların tabirini arama. Rüya rüya içindir. Rüyada gördüğün kuş, rüyada gördüğün kuştur."

Reha Erdem, görme ve gösterme, görünen gerçeklik, görünmeyen ama varoldUğU söylenen üzerine çokça düşünmüş ve bu sorunsalları film içinde başarıyla çözümlemiş.
"Gösterilemeyen şeyler" gören küçük kızın son derece varsıl iç dünyası, onu doğaüstü bir varlığa dönüştüren düşgücü, dünyayı genel geçer maddi değerlerden soyutlamış biçimde algılaması, geçmişe ve kendisini anlayamayanlara duydUğu öfke bütün derinliğiyle yansıtılmış. "Her gördüğünü gösterebiliyor musun?"

Yönetmenin mekan seçimi de çok başarılı. Rumelihisarı'ndaki şatoyu andıran gizemli yapı (ki artık yerinde değil) ürkütücü görkemiyle filme çok uygun bir mekan oluşturuyor. (Alin Taşçıyan Milliyet, 4 Ekim '96)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder