Görüntü Yönetmeni: Uğur
Eruzun
Müzikler: Vivaldi
Yapım: Metis
Film /İbrahim Yavuz Aygen, Yumi Productions/
Jackques Pomonti, Ortak yapım Images & Cameras (Paris, Fransa), Kültür ve
Turizm Bakanlığı ve Fransa Dışişleri Bakanlığının katkılarıyla
Ses Yönetmeni: Jerome
Thiault, Yönetmen Yardımcısı: Fatmanur Sevinç, Müzik Danışmanı: Denis
Bisson, Kamera Yardımcısı: Yavuz Eruzun, Set Amiri: Turgut Pelit,
2. Yönetmen Yardımcısı: Oğuz Eruzun, 3. Yönetmen Yardımcısı: Fatih
Aksoy, Hilal Gergin, Montaj: Nathalie Le Guay (Varan, Paris), Dublaj:
İmaj/Ses, İstanbul, Miksaj: Anditel, Paris, Yapım Sorumlusu: Mireille
Rouast, Yapım Danışmanları: Leyla Özalp, Hubert Lafont, Yapım
Amirleri: Veli Selman, Dominiquer Royer, Işık: Remzi Biçer, Yapım
Yardımcısı: Vedat Güç, Miksaj: Philippe Simonet, Efektör: Gadou
Haudin, Dublaj Teknisyeni: Al Williams, Ek Sesler: Marie
Guesnier, La Sonotheque, Çeviri: Haldun Bayrı, Bertrand Lafont,
Grafiker: Joella Danon, “Sırrı Bey” Makyaj: Mira, “Nuran” ses: Ali
Düşenkalkar, Şiirler: John Donne, William Blake, Edip Cansever,
Laboratuar: Neyrac (Paris), Yapım: Metis Film (İbrahim Yavuz Aygen),
Yumi Productions (Jackques Pomonti), Ortak Yapım: Images &
Cameras (Paris, Fransa),
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Fransa Dışişleri
Bakanlığının katkılarıyla.
Oyuncular: Yeşim Tozan, Nurinisa Yıldırım, Gülsen Tuncer, Münir Özkul, Bijen
Yüceer, Arif Pişkin, Ertuğrul İlgin, Özcan Özgür, Kutluğ Ataman, Necdet Sayın,
Nursel Gülenaz, Osman Kavala, Müzisyenler: Sarkis Okumuş, Fahri Pehlivan,
Konu: Yaşlı halası Nükhet Seza (Gülsen Tuncer), dedesi Sırrı Bey (Münir
Özkuı) ve topa! martısıyla birlikte boğaz kıyısında gizem dolu bir evde yıllar
önce yitirilen bir annenin özlemiyle yaşayan 11 yaşındaki Yekta (Yeşim
Tozan)'nın öyküsü. "Annesi hakkında bildiği tek şey bir gün kayıkla denize
açılıp bir daha geri dönmediğidir. Yekta, bir gece annesinin odasının
penceresinden, denizden kayıkla ışıklar saçarak annesinin geçtiğini görür. Ama
ona kimse inanmaz. Burgaz adasında ingilizce öğretmenliği yapan küçük halası
Neyyir onu gitgide yoğunlaşan anne özleminden ve harabeye dönmüş evden
uzaklaştırmak için adadaki yatılı okula yazdırmak ister. Yekta ise oraya
gitmeye pek gönüllü değildir. Ve bir gün tıpkı annesi gibi bir kayığa binerek
kıyıdan uzaklaşır. Sırılsıklam bulunup kurtarıldıktan sonra, Neyyir ile
birlikte adanın yolunu tutar" “TÜRSAK Sinema Yıllığı 96/97, 1997:22)”
Ödüller:
1989 Nantes Trois Continents Film Festivali “Gümüş Ödül” (Fizan
isimli film ile)
1991 Türkiye Yazarlar Birliği’nce “Reha Erdem” En İyi Yönetmen
v Yeni kuşak kimi Türk yönetmenlerin Batı
ile Doğu arasında kurmak istedikleri köprü olayı ilgi çekici. üstelik genelde
dışarıda sinema eğitimi görmüş bu yönetmenlerin ilk filmlerinde İstanbul'u,
İstanbul'un en gizemli ve bizden yanlarını, Doğu sanatının ve felsefesinin kimi
temel öğelerini çıkış noktası alan filmler yapmaları da ilginç. Film, en
azından adı kadar gizemli olmayı amaçlamış. Boğaza tepeden bakan bir ev ile
Burgazada'daki başka bir ev arasında geçen filmde, küçük bir kızın, Yekta'nın
öyküsü anlatılıyor. (Veya anlatılmıyor: ama bunun önemi yok. Bu zaten bir öykü
anlatmayı seçmiş filmlerden değil). Annesi yıllar önce bir sandala binerek bu
dünyadan çekip gitmeyi seçmiş olan küçük Yekta'nın, kısacık ömrünün bir
dönemini doldurmuş olan yatalak dedesi, biri düşlerine dalmış, öbürü ona
sürekli İngilizce öğretmeye çabalayan halaları veya tepedeki manastırın çoktan
fıttırmış bekçisinden alabileceği bir şeyler yoktur. Bu da küçük kızın yavaş
yavaş şizofreniye kaymasına ve annesinin akıbetine doğru yol almasına
yetecektir...
v Aaay, en klasik anlamıyla bir
"sanat filmi" bu. Hani ulaşılır olmasına hiç çaba gösterilmemiş,
yönetmenin sanki yalnızca kendisi için yaptığı ve deyimin adını kötüye çıkartan
filmlerden... Çok düzeyli bir öğrenci diploması filmi veya seyirciyi hiç
umursamamış ir deneysel çaba olarak da görülebilir. Bu umursamama, bu kendisi
için yapılmış film tavn kuşkusuz belli bir yüreklilik de taşıyor, belli bir
saygıyı da hakediyor.
Yine de filmin verdiği başlıca duygu, önüne geçilmez bir
sıkıntı oluyor. Filmin biçimsel alanda veya dayandığı sanatsal öğeler alanında
yaratmaya çalıştığı sentez, gerçek anlamda gerçekleşmiyor. Vivaldi ile ezanı,
William Blake şiiriyle Edip Cansever'i, Doğu'ya özgü keder ve hüznün
motifleriyle bir zamanlar (l960'larda) Amerikan yeraltı sinemasının, özellikle
de Maya Deren'in yapmaya çalıştıklarını aynı potada eritme çabası, içinde
bulundUğumuz 1990'larda ne yazık ki gerçekten etkili olamıyor. Belki amatör
işlere meraklı bir sinema öğrencisi veya her türlü yeniliğe fazlasıyla açık bir
meraklı kesimi dışında, pek kimseye Öğütlenecek bir film değil A Ay. Ama Reha
Erdem'in açık biçimde yeteneği var ve bu ilk denemeden sonra daha sorumlu işler
yapmasını beklemek, sanırım hakkımız olacaktır. (Atilla Dorsay (Yeni Yüzyıl, II
Ekim '96 )
v Locarno'dan Strasbourg'a
kadar çeşitli restivallere katılıp ilgiyle karşılanmış, Nantes Üç Kıta
Festivali'nden ödüllü A Ay 6 yıldır reklam filmi yönetmenliği de yapan, okullu
sinernacı Reha Erdem'in ilk filmi. Baştan belirtmeli, popüler, ticari sinema
ürünlerinden farklı, vizyon sahibi, yeni ve değişik bir yazar yönetmenin
ışıltısını saçan, farklı kaygılar taşıyan, taze ve özgün bir ilk film
denemesiyle karşı karşıyayız. Genelde yalınkat eğlence ve gösteri sinemasının
girdaplarına çekilerek birtakım çalımlı, alımlı, ama sığ ve kolay filmlere
şartlana gelmiş ortalama seyirciye sıkıcı gelebilecek A Ay, içine aldığı
meraklısınaysa seyir zevki ve has sinema keyfi sunuyor bir buçuk saat
süresince.
Meraklısına Nisan Yayınları'nca basılmış senaryosunu da salık
verecegimiz, Reha Erdem'in A Ay'!, 'gülümsemesi az, ağır', karanlık bir
atmosferi dayatan, naif, duru, lirik ve beylik deyişle şiirsel bir sinemanın
uzantısı, sıradışı bir film. Allegorik yapısından oyunculuğuna, ışıklandırmayla
çerçevelemelere yansıyan bir özenin belirginleştiği, Uğur Eruzun'un kamera
çalışmasından diyaloglarıyla montajına kadar yeni ve özgün bir soluk
sinemamızda. Yazaryönetmeninin deyişiyle 'inanmak, inanç ve inanmaya inanmak'
üzerine A Ay, alışılmış dramatik olay örgüsüne boş vererek bildik hikaye
anlayışından farklı kanallara akan, imgelerle temaların birbiriyle kesişip
birbirini tamamladığı ve ayrıca Rumelihisar'dan adalara, Galatasaray'daki
Aynalı Pasaj'dan Mahmutpaşa'ya kadar İstanbul'un çeşitli köşelerini ustaca
değerlendiren, başarılı mekançevre kullanımıyla da dikkati çeken, martısı,
kedisi, börtü böceği, vapur düdüğü bol, önemli ve anlamlı bir film kısacası.
Bir de loş koridorlar, yer yer döşemeleri çürümüş, camsız çerçevesiz, izbe
bölümler, kilitlenmiş ya da kapılarına tahtalar çakılarak iptal edilmiş gizli
saklı ve eski eşyalarla döşenmiş, geçmişe dönük yaşanan odalar, arada bir ding
dong'ları takılıp sürekli çalan, çok sayıdaki antika saatlerle dolu, filmin bir
başka ana karakteri sayılacak Hisar'daki kale gibi yükselen o bildik kırmızı
taş yapı var, unutulmaması gereken Lirizmin ağır bastığı, Doğu'ya özgü, dingin
mistik bir bakışın yansıdığı, sinemasal bilgiye, birikime, yeteneğe sahip, umut
veren, anlatacağı olan, aydın bir yazar yönetmen haberleyen A Ay'ı, Atilla
Tokatlı'nın Denize İnen Sokak, Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı ya da Nesli
Çölgeçen'in Kardeşim Benim'i gibi klasiklerimizin çizgisinde ve Kutluğ
Ataman'ın Karanlık Sular'ıyla birlikte, Türk sinemasının 1990'lardaki belki de
en önemli ve ayrıksı üslup denemesi olarak selamlamak da olası. Bu hakiki filme
hakiki sinemaseverlerin de hakkını vererek sahip çıkacağını sanırız. Unutmamalı,
nice badireyi atlatıp gösterilmek için bunca yıl bekleyen A Ay'ın
seyredilebilecği bir hafta daha var..(Sungu Çapan Cumhuriyet, 4 Ekim '96)
Yedi yıl gecikmeyle izleyebildiğimiz A, Ay adlı film için aklıma gelen
ilk söz şu oldu: Ince işçilik. Yönetmen Reha Erdem gümüş kakma gibi işlemış
filmini. Karanlık girinti ve parlak çıkıntılarla dolu, gizemli bir gümüş kemer
A Ay. Yazık ki onu takacak zerafette giyinmiyoruz artık. Bu yüzden ızleyicisine
yalnız Pera Sineması'ndan ulaşabildi. Sinemasever olma ayrıcalığına sahipseniz
bu filmi mutlaka izlemelisiniz.
Kimi yönetmenler sinema dilini öyle bir kullanır ki tadı
damağınızda kalan görüntülerden uzun uzadıya söz etmek istersiniz.
"Anlatılsın elbet bütün hikayeler." Hemen her planı simgelerle yüklü,
şiirsel A Ay da üzerine yazmak için yeterince malzeme sağlayan bir film. Gelin
görün ki simgeciliğinin yanı sıra son derece yalın bir anlatımı olan bu filmi
'deşmek' de yazık olur. Metafizik boyutuyla da etkileyici A Ay. "Rüyaların
tabirini arama. Rüya rüya içindir. Rüyada gördüğün kuş, rüyada gördüğün
kuştur."
Reha Erdem, görme ve gösterme, görünen gerçeklik, görünmeyen ama
varoldUğU söylenen üzerine çokça düşünmüş ve bu sorunsalları film içinde
başarıyla çözümlemiş.
"Gösterilemeyen şeyler" gören küçük kızın son derece
varsıl iç dünyası, onu doğaüstü bir varlığa dönüştüren düşgücü, dünyayı genel
geçer maddi değerlerden soyutlamış biçimde algılaması, geçmişe ve kendisini
anlayamayanlara duydUğu öfke bütün derinliğiyle yansıtılmış. "Her
gördüğünü gösterebiliyor musun?"
Yönetmenin mekan seçimi de çok başarılı. Rumelihisarı'ndaki şatoyu
andıran gizemli yapı (ki artık yerinde değil) ürkütücü görkemiyle filme çok
uygun bir mekan oluşturuyor. (Alin Taşçıyan Milliyet, 4 Ekim '96)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder