Yönetmen: Ertem
Eğilmez
Senaryo: Gani
Müjde
Görüntü Yönetmeni: Aytekin
Çakmakçı
Yapım: Arzu
Film/Ferit Eğilmez
Yardımcı Yönetmen:
Ferdi Eğilmez, Sanat Yönetmeni: Annie G. Pertan, Işık
Şefi: Oğuz yaralı, Ses Kayıt: Erkan Esenboğa, Set Amiri: Ergun
Sımsıkı, Söz Yazarı: Aysel Gürel, Müzik: Atilla Özdemiroğlu
Oyuncular: Müjde Ar (Müjde), Şener Şen (Şener), Uğur Yücel, (gazino
patronu Ekrem), Üstün Asutay (Müjde’nin babası), Tarık Pabuççuoğlu (İsmail),
Necati Bilgiç (Kaya), Kadir Savun (mahkûm), Münir Özkul, Orhan Çağman
(klarnetçi Münir), Rasim Öztekin (Hasta), Candan Sabuncu (hemşire), Doğu Erkan
(Müjde’nin annesi), Celâl Belgil (tetikçi), Nuri Alço, Coşkun Göğen (kahvedeki
adam), Akif Kilman, Günay Güner, Erkan Esenboğa, Ergun Sımsıkı, Ramiz Yalçın
KONU: Klasik Yeşilçam sinemasının klişeleşmiş türlerini, kalıplarını
abartılı bir yaklaşımla gırgıra alan, kimi yerde sorgulayan, bir başka deyişle
"günah çıkartan bir melodram antolojisi".
Ağa kızı Müjde'yi babası, çocukluğundan beri birbirlerini
tanıdıkları yanaşma oğlu Şener'e vermez. Aşıklar kaçarlar. Ama çocukluk
arkadaşları Kaya her yerde peşlerindedir. Birbirlerine kavuşamayan aşıklar
yıllar sonra yaşlandıklarında melekler gibi kanatlanıp elele göklere uçarken
yine karşılarında kıskanç kötü adam Kaya'yı (Necati Bilgiç) bulacaklardır. Bu
filmde gazinocular krlaı rolüyle "Baba" daki Marlon Brando'yu taklit
eden Uğur Yücel mükemmel bir oyun sergilemekte.
İnsanı
film yapmaya iten nedenlerin hepsi perdeye yansımaz. Bir kısmı senaryoya,
peliküle geçer geçmesine... Ben içte kalan şeyleri sevmem. Bu yüzden adı ve
tadı "Arabesk" bir fılmi niçin yaptığımı anlatayım. Aslında
"niçin"lerin gerçek cevabını vermeye kalksam, başta kendim olmak
üzere, hepimizin hayat hikayesini anlatmam gerekli. Benim hayatım arabesk. Yalnız
benim mi? Senin de, onların da, herkesinki arabesk. Arabeski yapanı da,
arabeskten kaçanı da, arabesk yaşıyoruz, Çünkü biz ne kadar kaçsak da arabesk
içimizde… (Niçin adında ve tadında “Arabesk” olan bir film yapıyorum Ertem Eğilmez) “Agah Özgüç “Türk Filmleri
Sözlüğü” 2 Cilt, syf: 334”
v Klasik Yeşilçam sinemasının
neredeyse tüm entrikaları var Arabesk'te. Biraz daha abartılmış, karikatürize
edilmiş biçimde. Bir tür ''Yeşilçam temaları sözlüğü" sanki. Zengin
kızfakir oğlan, düşmüş kadın, kör şarkıcı. Kaderin oyunları... İnanılmaz şeyler
oluyor Arabesk'te, bir zamanlar seyrettiğimizde hepimizi etkilemiş olan
Yeşilçam filmlerinin geleneklerine bağlı olarak. (Ali Hakan, Entel haylazlık,
ikibin'e Doğru, 19 Şubat 1989)
v "Arabesk" rahat
izlenen ama uçup giden bir güldürü. Gani Müjde imzasını taşıyan senaryonun,
güçlü bir kurgu ve dinamizm yakaladığını söyleyebiliriz... Eğilmez aynı
zamanda, dünün cilalı ama kof Yeşilçam filmleriyle de dalgasını geçiyor (Ali
Ulvi Uyanık, MilIiyet Sanat d., s.211, 1 Mart 1989)
v Arabesk seyirciden ve
basından gördüğü ilgiyi tümüyle hak edecek sinemasal açıdan erdemleri olan
kalıcı bir film mi? Hiç sanmıyorum. Yalnızca iyi bir zamanlamanın kokusunu
duyan, yıllanmış ve deneyimli bir yönetmenin kurnaca ve akıllıca kotarıp
popüler oyuncuların sırtına yasladığı TV'deki kimi parodileri anımsatan
eğlencelik bir gösteri. (Burçak Evren, Türk Sinemasında Yeni Konumlar, s.4344,
Broy Yayınları 1990)
v Arabesk'te toplumun her
kesimindeki, her kurumundaki çarpıklıklar, iğretilikler Türk sinemasında bugüne
dek eşine rastlanmadık bir kara güldürü anlamıyla öyle bir taşlanıyor ki, nefes
almadan, aralıksız gülmekten izleyicide takat kalmıyor... Ama bir yandan da
Eğilmez'in, toplum yapısının aynaya yansıttığı görüntüsü insanı ürpertiyor.
(Erdal Çetin, Milliyet g. 25 Şubat 1989) “Agah Özgüç, a.g.e.”
v
"Arabesk", kimi eleştirmenlerimiz tarafından
"başyapıt" ilan edildi bile... Seyircimizin bu filme gösterdiği
ilgiyse olağanüstü... Sanırız ki "Arabesk", bu yılın büyük iş yapan
yabancı filmlerine yetişecek ve Türk sinema tarihinin en büyük gişe gelirini gerçekleştirecek.
Bütün bunlardan ne denli sevindiğimizi söylemeye gerek yok. Hele güldürü seven
ve Ertem Eğilmez'in filmlerini (zamanında) oldukça sevmiş, övmüş bir yazar
olarak... Ama bu övgü ve beğenme fırtınasına biz de katılacak mıyız?
Sanmıyorum...
Sinemamızda "Yeşilçam usulü filmlerle alay etmek, onları
yerden yere vurmak, birden moda oldu. Atıf Yılmaz'ın bunda (birçok şeyde olduğu
gibi) öncülük yaptığı söylenebilir, özellikle "Hayallerim, Aşkım, ve
Sen"le... " Arabesk"de bu açıdan tam bir "günah çıkarma"
filmi. Yalnız sinemamızın değil, tüm bir Doğu (özellikle de Hint) sinemasının
en görkemli kalıpları, en koyu melodram öğeleri, bu bir türlü
"kavuşamayan" aşıklar öyküsünde tatlı tatlı (giderek acı acı) alaya
alınıyor. Ağa kızı Müjde'yle yanaşma oğlu Şener'in "imkansız
aşk"ları, köyde başlayıp İstanbul'lara dek uzanan gelişmelerle sürüyor. Bu
arada aşıklarımızın başına neler neler gelmiyor ki!.. "Gazinocular
kralı" ile karşılaşıp "şarkıcı oluyorlar" (hem de ikisi birden!)
tecavüzlere uğruyorlar (bu, doğallıkla Müjde için söz konusu oluyor!), Mecnun
gibi çöllere
düşüp Cahide gibi meyhanelerde alkole sığınıyorlar. Kör oluyorlar
(ikisi de, ama ne yazık ki aynı anda değil), gözleri açılıyor, ölüme mahkum
olduklarını sanıyor, sonra bunun "doktor yanlışından ileri geldiğini
anlıyorlar. Film, bu açıdan tam bir "Yeşilçam melodramları
antolojisi" gibi... Felaketler ve bunlara koşut giden
"saadetler" antolojisi sanki... Final ise yine aynı biçimde
"mutlu sonla mezarlıklımevlutlu finallerin bir karması olarak geliyor.
"Arabesk", aslında aylar öncesinden basına yansıyan
dedikoduların, haberlerin, spekülasyonların veya yalnızca filmin adının
kadrosunun resimlerinin getirdiği tüm beklentileri doğruluyor, bunları boşa
çıkarmıyor. Oldukça akıcı, oldukça hınzır, oldukça taşlayıcı bir filmle karşı
karşıyayız. Film, melodram türünün ve bunun günümüz sineması, giderek
kültürü/yaşamı içinde dev boyutlardaki yansıması olan arabesk kültürün
yapısını, mantığını, doğuş ve var oluş nedenlerini yer yer başarılı biçimde
irdelemeye çalışıyor (Bu açıdan, fılmde Özdemiroğlu'nun bestesi olan
"gerçek" arabesk parçaların kullanılması, diğer bir deyişle, müziğin
kendisiyle değil, onun oturduğu temelle, çerçeveyle alay etmenin yeğlenmesi,
akıllıca bir seçim). Bu bağlamda, örneğin Şener'in tutukevinde bir
"fotoğraf' nedeniyle mahkumlarla takışması ve bunu izleyen
"şarkı" bölümü çok iyi. Çünkü bu bölümde, arabeskin (şarkı olarak,
müzik olarak, kişisel/toplumsal ruh hali olarak) doğuşunun ipuçları var. Aynı
biçimde, Hint müzikallerini andırır dansşarkı sahneleri, özellikle Batı'nın çok
iyi bildiği bu türe gönderme yaparak, filmin evrenselleşmesine katkıda
bulunuyor. Ayrıca kimi sahneler, "grotesk" olsalar da güldürmeyi
başarıyorlar. Örneğin, ünlü "tecavüzcü" Coşkun'un başını çektiği
"dikidIer ordusunun kahvede fermuarlarına sarılma sahnesi gibi...
Yine de "Arabesk" çok başarılı bir film değil
bizce, bağlanan umutları tümüyle gerçekleştiremiyor. Çünkü film (senaryodan
sinemalaştırılmasına) yalnızca tek boyutlu, tek düzeyde olarak düşünülmüş. En güldürücü
sahneler, bölümler bile herhangi bir "ikinci düzeyde okuma" olanağı
getirmiyor, herhangi bir derinlik içermiyor. Yalnızca "anında güldürmeye
yönelik bir "boşalım filmi" bu... Gerçek, has güldürünün özelliğini
oluşturan boyutlardan, derinlikten, çift (veya çok) anlamlılıktan yoksun..
Diğer bir deyişle, filmden tam beklediklerinizi buluyorsunuz, bir adım ötesini
veya bir gram fazlasını değil. "Arabesk", bu açıdan iyi bir popüler
güldürü örneği. Ama işte o kadar. Bu arada oyuncu kadrosunda özellikle. Müjde
Ar'ın alabildiğine "epik", stilize, antidramatik oyununu filmin genel
havasına uygunluğu yönünden olağanüstü bulduğumu belirtmeliyim.
Arabesk"in asıl ilginçliği ise bence sinemasal yanından
çok simgelediği toplumsal yanda yatıyor. Daha düne dek sinemaları dolduran,
TV'nin ünlü cumartesi Türk filmlerinde milyonlarca seslenen bir sinema
anlayışı, bir film türü, bu filmde ciddi biçimde sorgulanıyor, alaya alınıyor,
güldürü görünümü altında eleştiriliyor. Ve seyirci, görebildiğim kadarıyla, bu
sorgulamaya, bu alaya yürekten katılıyor, bol bol gülüyor, boşalıyor. Acaba
Türk sinemasının seyircisi gerçekten de köktenci bir değişime mi uğradı, kimse
farkına varmadan böylesine bir değişim/dönüşüm mü gösterdi? Yeşilçam'ın düne
kadar "aydın işi" denilen eleştirisi ve kimi filmlerdeki
"aydınca" özellikler, acaba artık hatırı sayılır önemde kitlelere mi
mal oldu? "Arabesk", bu kuşkuyu, bu soruları akla getiriyor. Ve eğer
yanıtlar doğru verilirse, sinemamıza dolaylı olarak belki yeni kapılar açıyor...
(Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 111) “Bu filmle ilgili
aynı yazı; 3 Mart 1989 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde “Yeşilçam’a Arabesk Taşlama
“ başlığı altında yayınlanmıştır.)”
Ödül:
Sinema Yazarlarının geleneksel seçiminde,
"Arabesk", "en iyi film"
► Müjde Ar "en iyi kadın oyuncu"
► Uğur Yücel "en iyi yardımcı erkek oyuncu"
► senaryo yazarı Gani Müjde ise "teşvik ödülü" kazandı.
v 26. Antalya Altın Portakal
Film Festivali’nde (1989) Ertem Eğilmez “Jüri Özel Ödülü,
Jüri Üyeleri: İbrahim Altınsay, Hayri Caner, Erdal Çetin, Çoşkun Çokyiğit,
Atilla Dorsay, Burçak Evren, Ali Hakan, Hakan Sonok, Rekin Teksoy, Ali Ulvi
Uyanık
v Düne kadar kitleleri
gözyaşlarına boğan, tüm yadsımalara ve karşı kuyumlara karşın yalnızca
müziğimizin ve sinemamızın değil tüm sosyal/kültürel yaşamımızın ortasına
çöreklenip egemenlik kuran arabeskin ve de daha geniş anlamda melodramın bir
güldürü türünün malzemesi olacağı kimin aklına gelebilirdi ki? Gerçi Türk
sinemasında çoğu kez ağlayacağımız şeylere güldüğümüz, güldüğümüz kimi olaylara
da ağladığımız olmuştur.
Başkalarını bilmem ama benim ekranlara yansıyan kimi eski
ağdalı melodramları izlerken güldüğüm çok olmuştur. Gerçekle uzak yakın hiçbir
ilişkisi olmayan, kimi talihsizlikler ve rastlantılar zincirlemesiyle olmadık,
işitilmedik, deva bulmaz aşktan en basite indirgeyerek duyguların
"bam" teline dokunan o eski melodramların geniş kitlelerle kurabildiği
bağın gizini hep merak etmiş ve yapaylıklarından dolayı da tümüyle
yadsımışımdır. Ama melodramlar ister ağlatsın, ister güldürsün sinemamızın hâlâ
baş tacı olmaya devam ediyor. Düne kadar ağladıklarımıza eğer bugün
gülebiliyorsak, bunu bir değişmeden, farklı bir algılamadan çok, benzer türlere
yatkın bir sinema izleyeninin kimi eski alışkanlıklarına bağlamak gerek.
Ertem Eğilmez'in Arabesk 'i işte böyle bir temel üzerine
oturtulmuş. Yönetmen, bilinen ve izlene izlene ezberlenen her durumu tersyüz
ederek ağlatının değil de bu kez güldürü ürünün malzemesi yapmış. Her şey
öylesine basit, öylesine sıradan ve öylesine yapay ki (ve de öylesine hınzırca
hazırlanmış ki) gülmemek elde değil. Ama gülmemizin asıl nedeni hiç kuşku yok
ki perdede gördüklerimiz değil. Daha önceki alışkanlık ve birikimimizle
ezberlediklerimizin tersyüz olarak anımsattıklarından kaynaklanıyor.
Filme isim olarak 'arabesk' gibi, özelde müzik zevkimizden
başlayıp genel planda hayat tarzımıza, kültürümüze atıf yapan bir kavramın seçilmiş
olması boşuna değil. "Arabesk", köyden kente göç ve Batılılaşma
sürecinde yakamızı bir türlü bırakmayan Doğulu genetik mirasımızın izini
sürüyor; bir yandan ince ince “ti”ye alırken, bir yandan aynı duyarlığın ürünü
bir formla karşımıza gelerek düpedüz kutsuyor. En çok da bu yüzden keyif
alıyoruz galiba. Hem yabancılaşıp, hem özdeşleşme imkanı tanıdığı için. Hint
filmlerini aratmayan gerçeküstü bir ton, abartıya kaçmayan basit koreografi ve
çekimlerle alabildiğine hafif bir seyirlik, eğlenceli bir müzikal izliyoruz ilk
bakışta. Gelgelelim iki yüzlü namus anlayışımızdan maddiyatçılığımıza, çarpık
sınıf bilincimizden kültürel açlığımıza, yasa dışı iş çevirme merakımızdan
dolandırıcılığımıza, ipliğimiz pazara çıkıyor sağlam. Bazen para, bazen güç,
çoklukla da kadın için yapmayacağımız şey, satmayacağımız değer yok alimallah.
Bütün bunlar ve zekice bir tercihle, 'Türk sineması' dediğimiz şeyin hemen tüm
trükleri, klişeleri, hadi gelin söyleyelim, saçmalıkları, absürd tiyatro ve
giderek sinema geleneği uyarınca diziliyor önümüze. Yıllarca yaşlı gözlerle
izlediğimiz melodramlarda 'yok artık!' dedirtecek ne varsa resmi geçit yapıyor
adeta. Kahramanın saçlarının bir anda ağarmasından, gözlerinin hoop diye kör
kalmasına, vücuduna isabet eden onlarca kurşuna bana mısın dememesine kadar,
neler neler...
Zaman içinde melodramdan istismar sinemasına doğru kayan ana akım
filmlerimizin yıllarca işlettiği formülü, bu defa her anında 'bir film izliyor
olduğumuzu' hatırlatarak tersine çeviriliyor. ciddi bir yeniliğe imza atıyor
"Arabesk" . Melodramın da kralım çeken rahmetli Ertem Eğilmez, son
filmiyle, yaptığı işe dair bütün farkındalığını , ustalığını gözler önüne
seriyor. Müjde'nin de yardımıyla, kendi filmleri de dahil sayısız Türk filmine
ve başta "Baba" olmak üzere birkaç da yabancı filme yaptığı
göndermelerle postmodern bir yapıt ortaya koyuyor. Tüm kariyeri boyunca
layıkıyla becerdiği gibi. son kertesine kadar bize ait hem de ...
Tabi onca değinme, dokunmanın ve alt metnin üzerinde bir aşk
hikayesi var önümüzde. Bir türlü kavuşamayan iki aşığın hikayesi. Akla ziyan
merhalelerden geçip yine de birbirinin olamayan. Aşkın sırrı da burada yatıyor
zaten. Başkalarının kolayca elde ettiği beenleri birbirlerine hasret kalıyor,
aşkları da baki neticede. Yerli sinema seyircisi olarak en sevdiğimiz şey aşk
filmi malum. Sonuna kadar bekliyoruz kavuşacaklar mı diye. Müjde'nin senaryosu
ve Eğilmez'in sanatkarane yönetmenliği dışında iki unsur daha var altı
çizilmesi gereken. Birincisi bu kadar 'light' bir filmle, neredeyse sinema
perdesindeki en iyi performanslarına yaklaşan oyuncular. Sırasıyla Şener Şen,
Uğur Yücel ve Müjde Ar. Necati Bilgiç'ten başlayarak, yan roller de kelimenin
tam anlamıyla kusursuz. Her birinin filme kattığı öyle çok şey var ki, tekrar
tekrar izleyip, yine de sıkılmamamızın başlıca sebebi bu nüanslar İkinci unsura
gelirsek O da "Arabesk"in maalesef hiçbir yerde yayımlanmamış
müzikleri. Filmin kültleşmesinde belki de en büyük payda. Bugün küçücük
çocukların bile bir izleyişte diline takılan, 'Ümidim Var', 'Aşkolsun',
'Şipşak', 'Terk Edildim', 'Allahım Kör Et Beni' ve 'Salla' gibi tadından yenmez
şarkılar.
Yapım şartlan açısından bir parça demode kalsa, televizyonlarda
döne döne artık ezbere bildiğimiz bir şey olsa da, bunca yıl sonra hala
değerli, cesur bir film "Arabesk". Türk sineması için bir yol ayrımı,
bir makas. Olur a sinemanın insanları bir araya getiren, yaklaştıran , büyülü
bir şey olduğunu unutursak, o bize hatırlatır nasılsa ... (Cem Altınsaray)
“SİYAD, 40 Yıllık Serüven”