Powered By Blogger

1 Kasım 2022 Salı

 

GİZLİ YÜZ (1990)


Yönetmen: Ömer Kavur Senaryo: Orhan Pamuk (Yazarın “Kara Kaplı Kitap” adlı romanından uyarlama) Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman Müzik: Cahit Berkay Yapım: Alfa Film/Ömer Kavur, Sadık Deveci Sanat Yönetmeni: Huber Akyürek, Laboratuar: Şafak Film, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan,

Oyuncular: Zuhal Olcay (Kadın), Fikret Kuşkan Fotoğrafçı), Savaş Yurttaş Sevda Ferdağ (Fotoğrafçının annesi), Arslan Kaçar, Tomris İncer, Rutkay Aziz (Saatçi), Nurettin Şen, Salih Kalyon, Ayton Sert, Ali Uzun, İskender Sönmez, Celal Dayan, Ahmet Açan, Tuncay Akça, Süer İzat, Yaşar Kutbay

Konu: Kadın, genç fotoğrafçının meyhanelerde çekip getirdiği resimler içinde, düşlediği anlamlı bir yüz arar. Titizlikle incelediği resimlerde bulduğu yüz, bir saat tamircisine aittir. Birlikte aradıkları saatçi dükkanı kapayıp ortalardan kaybolmuştur. Ardından kadın da kayıplara karışır. Fotoğrafçı bu kez gizemli kadının peşine düşer. Fotoğrafçı, tüm dünyasını etkileyen kadına tutkundur, kadın da bulduğu gizli yüze...

Ödüller:

4. Ankara Film Festivali
       ► En İyi Film ►En İyi Yönetmen “Ömer Kavur “
       28. Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (23 –29 Ekim 1991)
       ► En İyi Senaryo “Orhan Pamuk “
       ► En İyi Film
       ► En İyi Müzik “Cahit Berkay “

Jüri Üyeleri: Ertem Göreç, Prof. Metin Sözen, Turgut Aslan, Fehmi Yaşar, Doç. Yalçın Tura, Necip Sarıcı, Hülya Koçyiğit, Cengiz Tacer, Canan Arsoy, Tülay Bilginer, Mustafa Uysal.

Fribourg Festivali

► Halk Jürisi En İyi Film Ödülü “Ömer Kavur”

► Montreal Film Festivali

► En İyi Film Ömer Kavur


& Ömer Kavur, arayışların, "takip"lerin, iççsel bir yolculukla koşut giden mekansal yolculukların (da) yönetmeni. Ah Güzel İstanbul'un "uzun yol şoförü", Göl'ün gizemli yolculuğunun kahramanı, Körebe'de kaçırılmış kızının peşine düşen kadın, Amansız Yol'da Anadolu'ya baştan başa kateden bir çift ... Anayurt Oteli'nin küçük bir kasaba boyunca kendini arayan (kendisinden kaçan) baş kişisi, Gece Yolculuğu'nun Ege kıyılarında yaratış sürecini yakalamaya çalışan sinemacısı. .. Bunlar hep birer "yolculuk öyküsü" değil mi sonuç olarak?

Demek ki Gizli Yüz, bir yerde Ömer Kavur filmografisi içinde kaçınılmaz olarak gelip yeerini alacak bir filmdi. Kavur'un bunun için Orhan Pamuk'la işbirliğine ve Pamukvari teemalara gereksinme duyması, sanki sanat perilerinin, bir diğer deyişle "kaderin" saptadığı bir buluşma olmasın?

Daha somut arayış öykülerinden ve daha "ayağı yerde" yolculuklardan sonra Kavur sinemasının bu yeni halkası, bizlere çok daha soyut, mistik, gerçeküstücü (daha başka sözcükler de bulunabilir) bir yolculuğu öykülüyor. Gizemli bir kadının isteği üzerine ona İstanbul gece hayatından, "pavyonlar" dan resimler çekip getiren bir genç adam, kadına tutuluyor. Ancak kadın, gelip geçici aşk serüvenlerinin değil, daha başka şeylerin peşindedir: "Haritası yüzlerde gizli" bir defineyi arar durur.  Çünkü "her anlamlı yüz, bir hikaye anlatır" (örneğin Ingmar Bergman gibi "yüz tutkunu" yönetmenlerin yadsımayacağı bir olgu) ve insanlararası iletişimin başlıca (belki de tek) yolu, aşk, sevda, tutku gibi kavramlar değil, "kalbini açabilmek", içindekini dökebilmektir ...

Orhan Pamuk'un Kara Kitap'taki mesel! masal benzeri anekdotlardan birinden yola çıkarak geliştirdiği senaryoyu; olgun ve son derece estetik bir sinemayla görselleştirmiş Ömer Kavur... Filmin görsel erdemleri saymakla bitmez. Kavur'un dış ve iç mekanları kullanışı, "kontrlumiyer"leri değerlendirmesi, Safranbolu, Bartın, Kastamonu gibi mekanları, hikayenin içinde gizli Doğu gizemciliğiyle kaynaştırması, olağanüstü. Burada elbette Erdal Kahraman'ın görüntü çalışmasından da söz etmek gerekir. Ancak bütün bu yaza geldiklerimiz, filmin biçimsel, dış yanıyla ilgili. Oysa öz olarak da ilginç bir film Gizli Yüz. Neyi anlatıyor, hangi anlamlara yönelik, ne demek istiyor?

Kuşkusuz burada yalnız Orhan Pamuk'tan değil, Pamuk'un da yazar olarak esinlendiği Doğu mistiğinden ve yazınından gelme etkiler var. Doğu sanatlarında simgecilik ve soyutlama, Batı'dan çok daha önce vardı kuşkusuz. Nedenleri İslam'ın "suret yasağı" da olsa, İznik çinileri ve Topkapı sarayının kimi duvar fayansları, Picasso'dan yüzyıllar önce resimde soyut arayışların peşine düşmüşlerdi. Aynı şey tasavvufta, dini metinlerde, Mevlana' da veya Karaoğlan vb. halk ozanlarında da yok mu?

Gizli Yüz, bizce tüm bu kaynaklardan süzülüp gelen etkileri çağdaş bir temele oturtuyor. O temel de çağımızın önemli sorunlarından biri olan iletişim, daha doğrusu iletişimsizlik sorunu dur. Öykünün / filmin bu açıdan son kerte açıklayıcı olan bir anahtar sahnesi "kalpler şehrinde kahramanımızın gelip kendini bulduğu, duvarları kirli mavi, pencereleri tuğlayla örülmüş (kuşkusuz içe dönme isteğini simgeleyen bir buluş) binadaki sahnelerdir. Burada esin, yaşamlarımızın en çözülmez gizemlerinden ve temel yönlendiricilerinden birincisi olan 'Zaman'ı simgeleyen birer saatle birlikte bir masaya oturarak içinden geldiğince konuşması "itiraflarda bulunması", bir yanıyla Hristiyanlığın "günah çıkarmasını, öte yanıyla çağımızın gözde kurumu psikanalizin toplumca uygulanan bir biçimini anımsatan ilginç bir sahnedir.

Ancak varılan nokta, kuşkusuz bireysel bir arınma ve "huzur bulma" olacaktır. Bu "saatler, yüzler ve rüyalar aleminde, iki kişilik bir mutluluk reçetesi yoktur. Bu yüzden finalde gizemli kadın kahramanın deyişiyle "Sen kentte savrulup duracaksın . Ben ise hep saatlerin ve yüzlerin peşinden gideceğim." Bu, modern bir Leyla ile Mecnun yorumudur. Çünkü kadın için artık aranan değil, arayışın kendisi önemlidir. O değil midir piyango biletinin üzerinde gördüğü resme aşık olan adama, "Onu aramaya devam et önemli olan aramaktır," diyen? Ve çünkü bütün bunların hikmeti nedir? Kimsenin aklı almaz bu işe. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf: 76 ”

& İstanbul'un eğlence yerlerinde fotoğraf çeken bir genç adam çektiği tüm fotoğrafları gizemli bir kadına götürür. Kadının aradığı ise özel bir yüzdür. Nedenini söylemez. Sonunda küçük bir mahalle saatçisinin yüzünde aradığını bulur. Fotoğrafçıdan saatçiyi bulmasını ister. Ama fotoğrafçı bu arayış peşinde, hem kadının hem de saatçinin izini kaybeder. Garip ve bir o kadar da gizemli bir yolculuğa çıkarak arayışını sürdürür. Düşle gerçeğin harmanlanıp yaşama ilişkin tüm soruların soyut bir şekilde değerlendirildiği bu yolculukta garip bir köşe kapmaca oyunu başlar. Elde edilenle yitirilenin, arananla istenilenin gizemli bir flulukta yabancılaştırılmış mekânlar içindeki bu sonsuz arayışı kişileri beldeden beldeye sürükler. Gerçekte aranan nedir? Bulunması ve elde edilmesi olası mıdır? Orhan Pamuk'un "Kara Kitap" adlı yapıtının ana temasından yola çıkılarak kotarılan bu filminde de Ömer Kavur, farklı okumalara açık, simgelerle döşediği arayış temasını gizemli bir atmosfer içinde görüntülemiş. İzleyeni edilgin olmaktan çıkarıp etkin bir hale getirerek bir dizi iç dünyaların arayışların içine sokmak isteyen film, gerek anlatımı gerekse farklı okunmalara açık yorumuyla çizgi dışına taşan bir özellik taşıyor.

Gizli Yüz, Türk sinemasında ayrıksı olmayı deneyen ve bu denemenin altından başarıyla kalkan usta işi bir çalışmanın başyapıt düzeyine varan ilginç bir örneği.(Burçak Evren)

www.europeanfilmfestival.com ”

► Ömer Kavur'un 9. uzun metrajlı filmi olan "Gizli Yüz", Orhan Pamuk'un tartışmalı romanı "Kara Kitap"ın sinema uyarlaması... Ancak Pamuk, kitabını başka bir isimle özgün bir film senaryosuna çevirdi ve bu sayede film, orijinal bir sinema evrenine kavuşmuş oldu. "Gizli Yüz", Ömer Kavur filmografisinin ortak özelliklerini içine alsa da, kolay yenilir yutulur bir film değil. İzleyiciyi, takip ettiklerinin somutluğuna ve gerçekliğine inandırma gayesi gütmüyor. Bunun tam tersi istikamete giderek meselesini, metaforlarla kurulu kurmaca bir evrende ve mesafeli bir fantezi dünyasında var ediyor. Film, esas olarak fantezi, psikolojikgerilim, kara film, gizem, gotik gibi türleri içinde bulunduran bir tür kırması. Esin kaynakları olarak ise arkasına, dünya sinemasının usta yönetmenlerini ve klasiklerini alıyor. Antonioni'nin sinema anlayışından "Cinayeti Gördüm"deki (BlowUp, 1966) dilsel uygulamalarına, Hitchcock'un "Ölüm Korkusu"ndaaki (Vertigo, 1958) saat kulesinden Luis Bunuel'in sürrealist dünyasına, David Lynch'in film modelinden kullandığı metaforlara kadar birçok ögeyi iç içe geçiriyor. İsminden de anlaşılacağı gibi gizemli bir filmdir "Gizli Yüz". Türk sinemasında mitolojiyi bilinçli bir şekilde kullanan ender eserlerden biri olması bir yana özelliği edebiyatla birleştirmeyi de ihmal etmez. Bütün hatlarıyla özgün bir eserdir. Türk sinemasının medarı iftiharlarından biridir. Seyirciye, herhangi bir Türk filmini değil de, evrensel bir sinema diline sahip olan yabancı bir filmi izliyormuş gibi hissettiriyor oluşu, ona Venedik Film Festivali'nde yarışma olanağı tanımıştır zaten Ömer Kavur, öncelikle filmine kendine has öğeleri yerleştirir. Ana karakterinin kimlik arayışını perdeye taşımak için yola çıkar. Bu noktada da onun bellek dünyasında bir yolculuğa sokar izleyiciyi. Tabii onun kariyerinde, bu dünyanın gerçek hayal arasındaki gelgitleri zaman zaman sadece bir tarafın lehine işler, zaman zaman ise arada kalır. İşte "Gizli Yüz", biraz da "Anayurt Oteli'yle akrabalık taşıyarak gerçek hayal arasında kalmışlığın sinemasal karşılığını izlettirir bizlere. Bu dünyayı yaratmak için kurulan sinema dili de filmin tonuna uygun bir şekilde, baş karakterin yalnızlığını resmetmek için geniş planlarla ve mavi tonlarını öne çıkaran gizemli renklerle kurulur. Buradan da mavinin, mistisizmdeki metafiziksel anlamına ulaşırız kolaylıkla ...

Filmini böyle bir ideolojiyle kuran yönetmen, öncelikle hiçbir karakterine isim takmayarak mistik ve gotik bir dünyaya sokar bizleri. Bu noktada Fikret Kuşkan'ın canlandırdığı ana karakter, 'Şehirler Şehri'nde başladığı ruhsal yolculuğuna 'Ölüler Şehri', 'Garipler Şehri' ve 'Kalpler Şehri'nde devam eder. Bu yolculuk, aslında fazlasıyla mitoloji kokar ... Baş karakterimiz (Fikret Kuşkan), esas olarak bir pavyon fotoğrafçısıdır. Bir gün esrarengiz bir kadın (Zuhal Olcay), bir adamın fotoğrafını aradığını söyler. Bu arayışta resimlerdeki bir kişiyi gözüne kestiren kadın, baş karakterimizi bir araştırmanın içine sokar. O adamın bir saatçi (Rutkay Aziz) olduğunu öğrenen karakterimiz, bu gizemi çözmeye çalışır. Ancak bu aşamada o adam ile esrarengiz kadın aynı anda kayıplara karışır. Bundan kısa bir süre sonra, babasının öldüğünü öğrenen karakterimiz, ailesinin yaşadığı kasabaya gider ve yolculuk başlamış olur ..

 Bu ruhsal yolculukta mistik öğelere, sürrealist motiflere ve mistik okumalara açık alt metinler dizilir karşımıza. İşte Ömer Kavur'un ve senarist Orhan Pamuk'un gücü de bu noktada ortaya çıkar. Kavur, bu gizemli atmosferi Cahit Berkay'ın kullandığı Philip Glass'vari minimalist ezgilerle ve Erdal Kahraman'ın etkileyici sinematografisiyle kuran bir yönetmenlik duruşu sergiler. Böylece karşımıza bellek dünyasında bir tutku yolculuğu çıkar. Tabi içerisine nihilizm, varoluşçuluk gibi akımları da almayı ihmal etmez. Esas olarak baş karakterimiz, mavili kadın ve saatçi tiplemeleri arasında sıkışmıştır. Sonunda ise, kendini metaforik yönlendirmelerle (mavili kadın, bıraktıktan sonra eline geçen bir kaset gibi) Kaf Dağı'nın ardındaki bir saat kulesinde bulur. Orası da aslında zamanın yönetildiği mistik bir bölgedir. Baş karakterimizin çıktığı yol, esasında mitolojide bir ölümlünün para vererek ilerlediği, cehenneme yani Hades'e varacak olan tehlikeli yolculuğu sembolize eder. Çünkü bu yolculuk, insanları başlangıç son arasında ya da yaşam ölüm arasında bırakır; içindeki kişi gördüğü mitik şeylerden veya metafiziksel olaylardan asla uzaklaşamaz ve hayal dünyasına saplanıp kalır. Yani film, esas olarak sonunda ne olacağı belli olmayan bir gotik filmi gibi ilerlese de, bir araştırmaya odaklanan bir kara film ya da fantastik motiflerle süslenmiş bir fantezi filmi olarak da okunabilir. Tabii bütün oklar, David Lynch ve Michelangelo Antonioni'nin film modellerini gösterir. Mavili kadının (ki mitolojide kayığıyla Hades'e gidenlere yol gösteren Charon olarak da düşünülebilir, esin kaynağı olarak ise David Lynch'in "Mavi Kadife"sine (Blue Velvet, 1986) gitmemizi sağlar) yüzler ve saatler arayarak yaşadığını itiraf etmesi de, soyut bir motif olduğunu rahatlıkla ortaya koyar zaten. Filmdeki 'hayat satma' kavramının ise, bellek dünyasında kolaylıkla kaybolmuş  baş karakterin varoluş yolculuğunun bir motifi olduğu söylenebilir, aynen mavili kadının rüyasından düşen ütü, lamba ve ayna gibi karakter odaklı metaforlar için olduğu gibi ... (Kerem Akça) “SİYAD 40 Yılın Serüveni ”


FİLMİ İZLE 



 

FEDAİ (1990)


Yönetmen: Melih Gülgen Senaryo, Safa Önal Görüntü Yönetmeni: Ergun Özdemir Yapım: Gülgen Film/İhsan Hayal, Melih Gülgen

Oyuncular: Serdar Gökhan, Neşe Aksoy, Nilgün Ersoy, Muhip Arcıman, Kazım Kartal, Yıldırım Gencer, Hikmet Taşdemir, Ünsal Emre

Konu: Polislikten ayrılan Kemal, emniyet müdürlüğünden emekli olan abisinin oğlunun öldürülmesi ile katilleri bulmak ve çeteyi ortaya çıkarmak için gayrı resmi olarak çalışmaya başlar fakat olayların içine girdikçe ne kadar büyük bir batağın içine düştüğünü anlar. Burada kendisinin işten atılmasına sebep olan savcıyla karşı karşıya gelir çünkü çetenin beyni odur.

 

 

ESKİCİ VE OĞULLARI (1990)


Yönetmen: Şahin Gök Senaryo: Yaşar Güner Kamera Hüseyin Ererez, Yapım: Tuğçen Film/Asuman Kuşkonmaz Prodüksiyon Amiri: Cihat Karahan, Müzik: Cahit Berkay, Işık Düzeni: Bayram İlvur, Teknisyenler: Akif Eskici, Doğan Erdoğdu, Set Amiri: Murat Özlük, Yardımcılar: İsmet İlvur, İzzet Yılmaz, Kamera Asistanı: Ahmet Gürkonak, Yönetmen Asistanı: Sevgi Edil, Ses Kayıt: Naci Ismık, Seslendirme Yönetmeni: Ersan Uysal, Efekt: Atilla Ertüz, Ayhan Arlı, Mix: Erkan Aktaş, Laboratuar: Yahya Öztürk, Mustafa Oruç, Baskı: Zekeriya Şahin, Negatif Montaj: Eyüp Yıldız, Kurgu: Mevlut Koçak, Fono Film stüdyosunda hazırlanmıştır

Ouyuncular: Kadir İnanır (Mehmet), Fikret Hakan (Baba), Şehnaz Dilan (Gelin), Levent İnanır (Ali), Menderes Samancılar (Ünal), Filiz Taçbaş (Zelha), Güzin Özipek, Yaşar Güner (Bahri), Cengiz Sezici (Elçi), Nurhan Nur (Anne), Perihan Doygun (Fadime), mKemal Akgün (Koca), İsmail Timuçin (Cemil), Hilkmet Çam (Göçmen), Bekir Demir (Rezzak), Rauf Ozangil (Şarapçı), Bayram İlvur (Şampiyon), Recep Genç (Hasbi), Osman Güleryüz (Şoför), Mustafa Güleryüz (Cavit), Ceylan Güleryüz (Ayşe), Sercan Güleryüz (Küçük oğlan), Özhan Kavuk (Kahveci çırağı),

Konu Filmde, yoksul bir ailenin hayat mücadelesi konu edilir. Ayakkabı tamirciliği yapan bir baba, iki oğluyla beraber çalışır. Baba, büyük oğlu Mehmet’in başka bir işte çalışmasını ister. Mehmet de karısı ve çocuklarıyla beraber pamuk işçiliği yapmaya karar verir. Babasıyla anlaşamayan küçük oğlan Ali de onlarla beraber çalışmaya başlar. Baba ise hep beraber çalışarak paralarını birleştirmeyi, daha sonra da dükkânı yenilemeyi teklif eder. Bunun üzerine bütün aile pamuk toplamaya gider. Yeni bir işe atılan aile için işler plânladıkları gibi gitmeyecektir. (Meltem İşler Sevindi)

KİTABIN ÖZETİ: Topal eskici, Trablus'ta savaşırken sol bacağını kahpe bir İtalyan kurşununa verir. Gençliğinde kundura tamirciliği ve demircilik öğrenmiştir. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra bir süre eskicilik yapar. İşleri gayet güzeldir. Bir zaman sonra kunduracılık üzerine işleri tasarlar. Bunun üzerine Çukurova'nın zengin köylerinden birine göçer. Eskicilikten bıkmıştır. Demir araçların onarımıyla uğraşacaktır. İşler iyi gider, İkinci Dünya Savaşı bitip de renk renk, biçim biçim traktörler akmaya başlayınca Topal'ın işleri bozulur: Memleket ziraatının işi bundan böyle Amerikan makineleriyle görülecekti. Orta Çağdan kalma köhne demirci dükkanlarına ne ihtiyaçları vardı. Köyle ilişiğini keser kentin yolunu tutar. Kent değişmektedir: Yeni apartmanlar, oteller, asfalt yollar…Ve Topal yeniden eskiciliğe başlar. Büyük oğlunun çalıştığı fabrika işi paydos edince ve büyük oğlu üç çocuğuyla ortada kalınca, geçinmek adamakıllı güçleşir. Baba ve iki oğul eskici dükkanında çalışmaktadır ama Dokuz boğazı beslemiyor bu dükkan, zorla değil ya! Babasının küfürlerinden ve başının çaresine baksın sözlerinden bıkan büyük oğul tohumlu pamuk toplamaya karar verdi. Küçük oğul da katılır bu karara Ve hemen düşlere başlar: Kışın ağasıyla kendi hesaplarına açsalar eskici dükkanını. Hiç olmazsa vara yoğa bağırıp çağırması, pis pis küfürleriyle babası yoktur başlarında. İki kardeş, güle oynaya, çalışır akşam Dükkanda kapanıp kalmak zorunda değildirler. Haftada bir iki gün kafaları çekseler, geri kalan günlerde sinemaya, tiyatroya gider; vakit geçirirler. Madem eskicilik fosladı, işi ısmarlamacılığa, toptancılığa dök. Dükkanım var makinem var, kalıplarım her bir şeyim tamam. Eksik olan sermaye mi? diyen Topal, oğullarıyla birlikte pamuk toplamaya giderse, hep birlikte çalışarak gereksindikleri sermayeyi sağlayabileceklerine inanır. Bir sabah boyaları dökük bir kamyon gelir; tekmil mahalle kapılara, pencereler dökülmüştür. Dokuz kişilik aile pamuk toplamak için yola düşer. Sarı sıcak, sivri sinekler; Hepsi sıtmaya yakalanır. Önce Topal başlar şikayete: Ne dedik de geldik buralara? Yazısı da yabanı da bataydı. Bizim harcımız mı bu? Kötü çalışma koşulları, yoksulluk, sıtma aileyi birbirine düşürür: Topal karısı ve kızıyla kente döner. İki oğul güçleri yettiğince dayanırlar. İşin acemisi olduklarından fazla pamuk toplayamazlar. Topladıkları pamuk aldıkları avansın ancak yarısını karşılar. Şimdi ne yapacaklardı? Şehre birkaç kuruş parayla dönüp tekerlekli dükkan açmaktan geçmiş, borçlarını nasıl ödeyeceklerini, bu işin içinden nasıl çıkacaklarını düşünüyorlardı. Bundan böyle küçük oğlu da bugün bulduğunu bugün yiyordu. Sonunda küçük oğul da büyük oğul ve ailesi de, hasta, bitik, nerdeyse ölüm döşeğinde, kente dönerler. Topal'ın babalık duyguları coşar, varını yoğunu çocukları için harcar. Eskici dükkanını olduğu gibi devredip borçlarını öderler. El elde, baş başta kalmıştı. Dokuz kişiye ekmek yediremeyen eskici dükkanı da elden gitmişti.

 


FİLMİ İZLE 




 

DÜŞTE GÖR (1990) 


Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak Yapım: Ferkan Film/Feridun Kete

Oyuncular: Ceylan, Bahadır Tok, Aslıhan Tükel, Turgut Özatay, Ülkü Ülker, Sabahattin Anıl

Konu: Ölüme mahkum olan kardeşini yaşatabilmek için mücadele eden anasız ve babsız bir kızın dramatik öyküsü.

 DÜŞLER ARTIK YETMİYOR  (1990)


Yönetmen: Oğuz Yalçın Senaryo: Oğuz Yalçın, Yasemin Yalçın Görüntü Yönetmeni: Mehmet Gün Yapım: Star Film/Taner Aşkın Yönetmen Yardımcısı: Hamza Baloğlu, Yürütücü Yapımcı: Veli Selman, (Lale Film Laboratuarında hazırlanmıştır).

Oyuncular: Tarık Tarcan, Nilgün Akçaoğlu, Gülben İnal, Ertuğrul Üçel

Konu: Bir üniveristede öğretim üyesi olan erkeğin yıllar sonra asistan olan talebesinin aşk öyküsü.

 

DÜNYA BOŞTUR (1990)




Yönetmen: Oğuz Gözen Senaryo Nadire Zeybel Kamera Mükremin Şumlu Yapım: As Film/Mehmet Aksu Jenerik: Mehmet Zeybek, Prodüksiyon Amiri, Mehmet Canbulut, Işık: Fehmi Tırpan, Koordinatör: Ali Şahin, Ar Direktör: Süleyman Ünalmışer, Helmut Film stüdyosunda hazırlanmıştır

Oyuncular: Müslüm Gürses, Murat Soydan, Nihal Bostancı, İsmail Ar, Şükrü Uçay, Nihat Bostancı, İsmet Mertoğlu, Şükrü Uçay,

Konu: Film, yasadışı işlere karışan ünlü bir şarkıcıyla genç bir kız arasındaki aşkı konu alır. Yıllar önce bir mafya babasına fedailik yapan Adanalı, zamanla ünlü bir şarkıcı olmuştur. Ancak aradan geçen zamanda yeraltı dünyasıyla bağlarını koparmaz. Adanalı, bir gün intihar etmek üzere olan genç bir kızı kurtarır. Aysel adındaki genç kızla aralarında duygusal bir yakınlaşma olur. Aysel, Adanalı’yı karanlık işlerden uzaklaştırmaya çalışır. Ancak Adanalı, mafya içindeki düşmanlarıyla hesaplaşmak zorundadır. (Hasan Sakın)



 

DÜĞÜN “Die Heirat” (1990) 


Senaryo ve Yönetmen: İsmet Elçi Görüntü Yönetmeni: Martin Gressmann Yapım: TürkAlman Ortak yapımı

Oyuncular: Halil Ergün, Oğuz Tunç, Aslı Altan, Gülsen Tuncer, Ülkü Ülker, Hatice Boran, Mustafa Suphi, Agah Hün, Ömer Çelikbilek, Gülnur Akay, Şahine Hatipoğlu

 

Konu: Evlenmek istemediği kız yüzünden İstanbul’daki babsıyla sürtüşmeye giren bir Alman gurbetçisi Türk gencin öyküsü

 

DOYUMSUZ (1990) 




Yönetmen Artun Yeres Görüntü Yönetmeni Ali Uğur Yapımcı İsmail R. Sarı Set Ekibi: Murat Özlük, Ergun Sımsıkı, Işık Ekibi: İsmet Yurtçu, Cumali Er, Kamera Asistanı: Erdal Akdağ, Yapım yardımcısı: Orhan Evcimen, Kurgu: Bülent Pelit, Yönetmen yardımcısı: Fatma Nur Sevinç, Marg Stüdyolaraında hazırlanmıştır

Oyuncular: Bahar Öztan (Bahar), Ümit Yesin (Nihat), Yusuf Sezgin (komiser Sezgin), Nilüfer Aydan (Abla), Mehtap Ar (Mehtap), Fatoş Sezer (Nazlı), Coşkun Göğen (Coşkun), Fahri Aktürk (Kom. Yrd. Avni), Günay Güner (Serseri), Arzu Şahin, Vildan Arıkan, Leyla Topçu, Ebru Ökten, Türkan Kaya,

Konu: baharın kız kardeşi bir hayat kadınıdır bir sapıkta aynı bölgede sürekli kadınları öldürmektedir bahar kız kardeşi bir gün kadınları öldüren adamla pazarlık yapar ve otele giderler kadın katili baharın kız kardeşini öldürür bahar kız kardeşinin öldüğünü duyar duymaz gelir polisin karşı çıkmasına rağmen kız kardeşinin katilini yakalamak için hayat kadınlığı yapmaya başlar ve katili arar bu arada katilde Fatoş ve mehtap adlı kadınları da öldürür fakat katilin kız kardeşi durumdan şüphelenir ve kardeşini yakalatır.


FİLMİ İZLE 



 

DEVLERİN ÖLÜMÜ (1990) 



Yönetmen: İrfan Tözüm Senaryo: Bilgesu Erenus (Sabahattin Ali’nin “Hanende Melek”, Yeni Dünya” ve “Çilli” isimli hikayelerinden derleme) Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay Yapım: Muhteşem Film/İrfan Tözüm Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Fotoğraflar: Ersin Pertan, Yönetmen yardımcısı: Ayşe Özer, Yardımcı Yönetmen: Jan Brindizi, Afiş ve Jenerik İllüstrasyonları: Nural Birden, Kurgu: Sedat Karadeniz, Özgün Müzik: Oğuz Abadan, Makyaj: Suzan Kardeş, Sanat Yönetmeni: Annie G. Pertan, Yapım Sorumlusu: Mustafa Koç, Yönetmen yardımcısı: Ayşe Özer, Aydınlatma Şefi: Mustafa Koçyiğit, Aydınlatma Yardımcıları: Yusuf Avcı, Mehmet A. Gündoğdu, Set Düzenleme: Nusret Yılmaz, Aslan Gül, Sabahattin Anlı, Görüntü Yön. Yrd.: Volkan Kocatürk, Ahmet Gürkonak, Sanat Yön. Yrd.: Türkan Tombul, Banu Nebioğlu, Renk Düzenleme: Türker Vatan, Şakir Yörük, Film Banyo: Ekrem Şern, Arif Şengül, Abdullah Baran, Film Baskı: Veli Burç, Uğur Orbay, Ayhan Şen, Negatif Montaj: Bülent Özayan, Tamer Eşkazan, Jenerik: İlhan Demirel, Şafak Film stüdyosunda hazırlanmış, ve Sineray Film stüdyosunda seslendirilmiştir

Oyuncular: Tarık Akan (yönetmen, hoca, dava vekili, ağa), Hümeyra (konsomatris, çilli, hnende melek, yeni dünya), Zuhal Gencer (sanat yönetmeni), Ali Uyandıran (Kameraman), Mustafa Koç (bıçkın, sevgili), Levent Yılmaz (istasyon görevlisi, yaşlı hoca, kahveci, düğün sahibi), Ülkü Ülker (konsomatris, rum kadını, deli emine), Nedim Doğan, Mehmet Beyazıt, Kemal İskender (garson), Esra Pertan (dava vekilinin karısı), Erol Şen (müşteri, hgemici, kasap, şehirli), Arhan Kayar (asistan), Esra Pertan, Feridun Koç (damat, çırak), Nuran Paro (vestiyer), Durmuş Dede (yaşlı hovarda), Konsomatrisler: Seval Ayral, Hülya Erdem, Hale Başakgil, Merih Palabıyık, Müşteriler ve Köy halkı: Birol Güneş, Mehmet Güler, M. Tural Yüzbaşı, Yusuf Ersoy, Erol Aydın, Cuma Pamuk (Aşık), İ;brahim Çelik (klarnet), Coşkun Çelik (udi), Sadettin Keçeli (klarnetçi), Halil Kayna ( baterist), Fedai Sevinç (saksafon), Aydemir Şanlıel, akordeon),

Konu: Cemal, Sabahattin Ali'nin "Çilli", "Hanende" ve "Yeni Dünya" adlı öykülerinden yola çıkarak "KadınErkek" üzerine farklı bir film yapmak isteyen bir yönetmendir. Amacı kadına yönelik saldırı ve baskıları, kadın erkek ilişkilerinin boyutlarını yorumlamak; ayrıca "yeni insan"a dönük ipuçları aramaktır. Tüm dünyası bu filmi çekmeye yoğunlaşmıştır. Arkadaşları doğum gününde ona cam kavanozda üç süs balığı hediye eder. Yönetmen balıkların her birinin bir öyküyü temsil ettiğini düşler. Pavyona gittiği bir gece tanıştığı konsomatrisle diyalog kurmaya çalışır. Her şeyden ve kavanozdaki kadınlardan (üç süs balığı) söz edilen bu konuşmasının ardından yönetmenin düşsel yolculuğu başlar ve eski zamanda geçen bir kolajla yönetmen, "Çilli", "Hanende Melek" ve "Yeni Dünya"yı düşünde çekmeye başlar

Bu üç öyküde, üç ayrı kadının yaşamını, aynı kadının üç ayrı dönemi olarak düşünür ve geçmişten bugüne hiçbir şeyin değişmediğini, kadının sürekli yazgısına terk edildiğini, düşünce, Üretim yaratım ve seçme özgürlüklerinden yoksun bırakıldığının bir kez daha bilincine varır.

Ödüller:

29. Antalya Altın Portakal Film Festivali, 1991

► Büyük Jüri Mansiyon Ödülü,

► En İyi Görüntü Yönetmeni Altın Koza Ödülü,



FİLMİ İZLE





 

DERTLER İNSANI (1990) 




Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Kamera Mükremin Şumlu Yapım: As Film/Mehmet Aksu Ses Mühendisi: Ertan Üçgözen, Dublajı İdare Eden: Hikmet Eldek, Koordinatör: Ali şahin, Ar Direktör: Süleymasn Ünalmışer, ık: Fehmi Tırpan, (Helmut Film stüdyosunda hazırlanmıştır )

Oyuncular: Müslüm Gürses, Süreyya Mertoğlu, Murat Soydan, Nilay Aksoy, Ali Çınar, İsmet Mertoğlu, Çocuk Yıldız: Nurhan

Konu: Filmde, bir ses sanatçısı ile bir hemşirenin yaşadığı aşk hikâyesi anlatılır. Ünlü bir ses sanatçısı olan Müslüm, Lüksemburg’da bir konser verir. Akşam konser çıkışında bir trafik kazası geçirir. Götürüldüğü hastanede Gül adında bir Türk hemşire Müslüm’ün iyileşmesine yardımcı olur. Müslüm ile Gül bu süreçte birbirlerine âşık olurlar. Kısa süre içerisinde evlenirler. Ancak bu evlilik düşündüklerinden kısa sürecektir. (Meltem İşler Sevindi)

Not: Film, Müslüm Gürses’in o sıralarda dillerden düşmeyen “Dertler İnsanı” isimli şarkısının ismidir aynı zamanda Senaryo ise 1985 yılında Ceylan’a çekilen “Yetim” isimli filmin Almanya için uyarlamasıdır. (Oğuz Gözen, “Bir Yeşilçam Masalı”)



 

ÇİÇEKLER BOY VERİNCE (1990) 


Yönetmen: Avni Kütükoğlu Senaryo: Cemil Hacıömeroğlu Görüntü Yönetmeni: Muzaffer Turan, Erhan Canan Yapım: Metay Film/Metin Hüseyinoğlu 

Konu: Filmde, yalnız bir adam ile çocuklarını kaybeden bir ailenin yollarının kesişmesi konu edilir. Yalnız yaşayan Oktay, her sabah bir çay bahçesinde gazetesini okur. Yıllar önce oğlunu kaybeden Süha da her gün köpeğini gezdirmeye çıkarır. Ardından aynı çay bahçesine uğrar. Sık sık Oktay’la karşılaşırlar. Bir gün köpeği hastalanınca yalnız vakit geçirir. Bu vesileyle Oktay, Süha ile tanışır ve Süha’nın köpeğine yardım etmek ister. O günden sonra Oktay, Süha’nın ailesinde pek çok şeyin değişmesine sebep olacaktır. (Meltem İşler Sevindi - TSA)

 

 

 ÇILGIN BERBER (1990)


Senaryo ve Yönetmen: Aydemir Akbaş Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan, Sedat lker Yapım: Kamera Film/Ayhan Turgut

Oyuncular : Aydemir Akbaş, Selma Poyraz, Erdinç Akbaş, Hülya Erten, Hülya Altıntaş, Yüksel Gözen, Osman Cavcı

Konu: Filmde, evlendikten sonra hayatı değişen bir adamın hikâyesi anlatılır. Kadın kuaförü olan Raşit uzun yıllardır komşusu Emine ile birliktelik yaşamaktadır. Emine artık Raşit’le evlenmek ister. Raşit’in annesi de bu konuda Emine’ye destek olur. Ancak Raşit, evlenince hayatının değişmesinden korkar ve evliliğe yanaşmaz. Ne var ki bir gün etrafındakilerin baskısına dayanamaz ve ikna olur. Raşit evlendikten sonra korktuğu her şeyi yaşayacaktır. (Meltem İşler Sevindi - TSA) 


FİLMİ İZLE



 

ÇILGIN AŞIKLAR (1990) 




Yönetmen: Ahmet Hoşsöyler Senaryo Sibel Can Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker Yapım: Sun Film/Erol Şenbecerir Set Amiri: Selçuk Öktem, Set Ekibi: İsmet İlbur, Mehmet Yaşa, Işık Yönetmeni: Doğan Atakan, Işık Yardımcıları: Mehmet Şenkal, Metin Yenici, Yapım Sorumlusu: Rafet Kalkan, Kamera Asistanı: Uğur Kovan, Sesleri Alan: Atilla Dankı, Renk Uzmanı: A. Tümay Rızai, Laboratuar: Şems Tokgöz, Aslan Tektaş, Mustafa Yıldız, Senkron: Metin Çeşmebaşı, Soner Şenbecerir, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Fatma Yılmaz, Kurgu: Sedat Karadeniz, Müzik: Cahit Berkay, Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Serpil Çakmaklı, Hakan Ural, Yusuf Sezgin, Hülya Erçel, Rafet Kalkan, İ. Hakkı Şen, Ercüment Balakoğlu, Songül Şener, Hale Haykır, Fi,liz Özkan, İsmet Karaslan, Suphi Gürkan, İsmail Doğan, Ergün Kamacı, Sıddık Kızılay, Yusuf Akbaş, Sadettin Acar, Ali Ekici,

Konu: Film, birbirine âşık iki gencin öyküsünü konu alır. Evlilik hayatında sorunlar yaşayan Esma, Kemal’le yasak bir ilişki yaşamaktadır. Kocasını ortadan kaldırmayı plânlayan Esma, bunun için Kemal’i ikna eder. Kemal cinayeti işler. Ancak yaşanan bir aksilik sonucu cinayeti işlediği binada mahsur kalır. O sırada arabası bir genç tarafından çalınır. Arabayı çalan genç, sevgilisi Bahar’ı yanına alarak bir yolculuğa çıkar. İkili, yolculuk boyunca Kemal’in adını kullanarak bazı suçlara karışır. Ancak arkalarında pek çok kanıt bırakacaklardır. (Hasan Sakın)



 

CAMDAN KALP (1990) 


Senaryo ve Yönetmen: Fehmi Yaşar Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman Müzik: Okay Temiz Yapım: Moda Filmcilik yapımı/ Mustafa karaman, Yücel Özgür, Fehmi Yaşar Montaj: Mevlut Koçak, Sanat Yönetmeni: Pascal Defıns, Meral özen, Işık Yönetmeni: Ali Salim Yaşar, Yönetmen yardımcıları, Seçkin Yaşar, Serdar Temizkan, Devamlılık Yazmanı: Zeynep Irgat, Görüntü Yön. Yrd.: Metin Erdoğdu, Teknik yapımcı Cemal şan, Prodüksiyon Amiri: Veli Salman, Prodüksiyon yardımcısı: Muhlis Asan, Set Amiri: İsmail Kündem, Set yardımcıları: Enver Kündem, İbrahim Tekin, Işık Yardımcıları: Akif Eski, İbrahim Vardar, Ulaşım: Mazhar Çöpür, Metin Şen, Seslendirme Yönetmeni: Mustafa Alabora, Seslendirme Yard.: Nevzat Çankara, Ses Danışmanı: Tuncer Aydınoğlu, Ses: Atilla Van, Efekt: Sudi Yılmaz, Ayhan Arlı, Senkron: Turgut İnan Giray, Jenerik: Sineoptik, Hilmi Güver, Erdoğan Bugay, Kopya baskı: Mustafa Koç, Orhan Turgut, Film Yıkama: Ufuk Kayar, Çetin Çavan, Negatif Montaj: Selahattin Turgut, Oğuz Karabeli, Yeni Lale Stüdyosunda seslendirilmiş, Sinefekt Film Laboratuarlarında hazırlanmıştır.

Oyuncular: Genco Erkal (Kirpi), Deniz Gökçer (Naciye) Şerif Sezer (Kiraz), Füsun Demirel (Ninten, Macit Sonkan (Şıho), Cemal Şan (Maho), Aytekin Özen (Beşir), Erşan Ersoy (Yetim), Nurettin Şen (Libyalı), Jülide Kural (Sekreter), Nuran Oktar (Demir kapılı ev sahibesi), Tuncer Sevi (Fecir),

Konu: Kirpi (Genco Erkal) o güne dek çektiği, birbirine benzeyen filmlere bir yenisini daha eklemek istemez. Bir senaryo yazar. Yapımcı senaryoyu beğenmez. Kirpi zamanını evde geçirmektedir. Huzursuzdur. Eşi Naciye (Deniz Gökçer) ile sık sık tartışmakta, onun eleştirilerine, aşağılamalarına ve yakınmaIarına hedef olmaktadır. Bir gün evlerinde çalışan Kiraz'ın (Şerif Sezer) derdini öğrenir. Kiraz'ın kocası Beşir (Aytekin Özen) onu Sinten'le (Füsun Demirel) aIdatmakta, Sinten'i Kiraz'ın üstüne kuma getirmeyi tasarlamakta ve Kiraz'ı dövmektedir. Kirpi bu durumu onaylamaz ve Kiraz'ın da diretmesiyle köye gidip Kiraz'ın erkek kardeşlerini getirir. Beşir Kiraz'ın kardeşlerini Kirpi'ye karşı kışkırtır. Tümü bir olup "Kirpi "yi öldürürler.

Kirpi, Kiraz’ı kurtarma sevdasına kapılıp İstanbul'un varoşlarında başlayan bir yolculuğa çıkmış, geri döndüğünde gördüğü şey" bir arpa boyu yol" olmuştur. Çünkü, Sinten'in iş kazası geçirip cinsel gücünü yitirmiş olan kocası kendini öldürünce Sinten eşyalarıyla birlikte Kiraz’a kuma gelmiş, Kiraz da bunu kolayca benimsemiştir.

ÖDÜL: ► "Camdan Kalp", 27. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi 3. Film”

► 10. İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde (1991) “En İyi Film” Ve Fehmi Yaşar Tunç Başaran’la birlikte (Piano Piano Bacaksız) “En iyi Yönetmen”

► 1991 de İtalya Bergamo “Film Buluşması’nda” “En İyi 2. Film” Gümüş Halk Ödülü

Jüri Üyeleri: Feride Çiçekoğlu, Yıldız Kenter, Yusuf Kurçenli, Oğuz Makal

"Baba" Olmak İsteyen Kirpi

Popüler sinema, iletisi kolayca kavranan, kitlesel tüketime uygun olarak hazırlanmış filmlerle varlığını sürdürür. Türk sinemasının popüler filmlerinde. de gördüğümüz gibi seyirciye, özel bir çaba harcamadan tüketebileceği iIetiler sunulur. Hazır iletileri tüketmek kolaydır. Seyirci, her şeyi söyleyen, açıkça ve hatta abartılı bir açıklıkla bildiren filmlere bayıldıkça yönetmenler ve yapımcılar da engin dünya görüşlerinden süzerek ortaya çıkardıkları iletilerini film anlatılarına yerleştirmeye bayılırlar. Seyircinin, anlamın yaratılma sürecine kapılıp filmleri okumaya çalışmasına gerek duyulmaz. Yönetmenin yarattığı anlam tek ve değişmez. İzleyici de hoşnut. Çünkü kendisi adına karar veren bir 'Baba'sı var. İzleyici etkin olmak istemiyor, 'kaçmak' istiyor. Bu durumda yönetmen de 'Baba' olmayı seçmek zoruna kalıyor" Üstelik bu tek ve değişmez anlamlar, onları biçimlendiren ideolojileri nedeniyle "Baba" yönetmenlerin baba olma konumlarını pekiştirir.

Türk sineması genelde bir erdem sinemasıdır. Filmlerin çoğunda neyi nasıl yapmamız gerektiği söylenir. Bol bol ahlak dersi verilir. Bu derslerden en çok payı genç kızlar alır ama erkekler de öğüt dinlemekten kaçamazlar. Filmler, baba sözü dinlemediği için kötü yola düşen kızları, kötü yola düşmüş kadınları, kumara, alkole bağımlı olan erkek çocukları ibret olarak gösterirken manevi değerlerin, aile bağlılığının, geleneksel insan ilişkilerinin yararları anlatılır. Aile bağları yüceltilirken bu bağı sağlamak için aile üyelerinin denetim altında tutulması gerektiği; bunu sağlayacak olanın da ailede otoriteyi elinde bulunduran, bulundurması gereken baba olduğu açıkça söylenir. Aileyle ya da diğer toplumsal ilişkileri bağlantılı öykülerde övülen, yüceltilen temel kültürel değerlerin kökeninde dinsel bir bağ bulmamız da mümkündür "Filmlerimizde aile kurumu pek çok dinsel değerle desteklenir geleneksel tavırlar abartılarak yinelenir... Ahlak, aile bağları, namus gibi değerlerin sunuluşunda yeğlenen müdahil tavır ve hangi değerlerin yüceltileceğine ilişkin anlayışın ardında "Doğu’nun mutIakçı düşünce sistemini buluyoruz. Jale Parla, Tanzimat romanına ilişkin araştırmasında bu dünya görüşünün bekçiliğini "Toplum düzeyinde padişah, aile düzeyinde baba, edebiyat düzeyinde yazar"ın yaptığını söylüyor.

Bu söylemi sinemada kullanan; diğer deyişle, sinema düzeyindeki bekçi ise yönetmendir ve anlama kim müdahale ediyorsa odur. Kirpi de kendisinden bekçilik yapması beklenen bir sistem içinde bekleneni gerçekleştirmiştir.

 Şimdi ise, sistemin istediği basit, seyirci adına düşünüp çözen ve taklit filmleri yapmak istemez. Bu tavrı" Baba" olmak istemediğini de gösterir. Hem evinde hem de işinde Baba olmaktan vaz geçmiş gibidir. Kadın "Naciye" çalışıp para kazanmakta, akşam yorgun argın eve dönmekte, Erkek" Kirpi" ise gündüz evde oturup, düşler kurmaktadır. Çocukları da yoktur. Bu nedenlerle ev içi Kirpi için bir erk alanı değildir. Geleneksel toplum yapısı ev içi hayatı babaya bir erk alanı olarak sunmuştur. Baba'nın sözleri, babanın koltuğu, babanın gazetesi ev içinde "dokunulmazlığı" olan önemsenen öğelerdir. Akşam işten eve dönmüş babaya ev içinde bir huzur ortamı yaratılır: Yemeği yapılmış, sofra hazırlanmış, terlikleri girişe konmuş, çocuklar sokaktan içeriye girmiş olmalıdır. Çocuk da evi, aileyi daha önemlisi erkeğin erk alanını tamamlayan bir öğe olarak varlık nedenini bulur. Evde çocuk(lar) olmalı ki erkeğe "babamız" densin. Oysa Kirpi'nin çocuğu yoktur. Çalışıp para kazanan kişi Naciye'dir. Bu durumda geleneksel aile değerlerine göre erksiz bir erkektir. "Baba"(mız) değildir. Diğer yandan buna bir diyeceği de yoktur Kirpi'nin. Kirpi, yazdığı senaryoyu yapımcıya vermiştir. Yapımcının senaryoya para yatırıp yatırmayacağını öğrenmek için bürosuna gider. Sekretere sorar: "Baba içeride mi?" Yönetmen, yapımcının Baba oluşunu benimsemiştir. Baba yapımcı, yönetmenin senaryosunu beğenmemiştir; televizyona dizi, gazeteye fotoroman olarak satabilecekleri bir şey yazmasını önerir. Öneri çok açıktır: Son İmparator filminin kendi tarihimize uyarlanması. Nasılsa Türk sineması yıllar boyu taklitlerle işini yürütebilmiştir ve iki seçenek hep daha geçerli olmuştur. Ya aynı öyküyü başka yıldızlara, başka mekanlarda çekip yeni bir şeymiş gibi yutturacaksın ya da en kolay ve en çok satan sinemayı taklit edeceksin.

Türk sineması ahlak dersleri verip erdemli olmayı öğütlerken kimsesiz çocukların gözyaşlarını da kullanır. Ayşecikli, Ömercikli, Sezercikli filmlerde babasız çocukların dramı sık sık konu edilmiştir. Baba kimi zaman yoldan çıkmıştır, kimi filmlerde kader kurbanı olup hapislere düşmüştür. Bebekken babası ölen/öldürülen ya da annesi tecavüze uğradığı, aldatıldığı için yetim olan çocuklar seyirciye çok mendil ıslattırmıştır. Yapımcılar yönetmenler de çok para kazanmışlardır. Ama artık yetimler akıllanmıştır. Artık gözyaşlarıyla, ağlama numaralarıyla seyirciyi değil yönetmenleri kandırmaktadırlar: Yetim' in Kirpi'yi sokakta bulup eve getirdiği, ona bir tabak sıcak çorba sunduğu sahnelerde (Türk sinemasının popüler anlatılarında tam tersi olmuyor muydu?) Yetim'in ağlama rolünü Kirpi'ye kolayca yutturduğunu görürüz. Baba yönetmen Kirpi kendi kurmacasına kendi düşer. Hemen babalık görevini anımsar ve Yetimin meslek sahibi olabilmesi ya da okuyabilmesi için yardım edecek birilerini bulmayı önerir. Yetim pasaport ister. Karşılığında para Verecektir hem de ne kadar isterse! Yetimler artık babaları olmadan da hayatlarını sürdürürler. Daha önemlisi tek başlarına "okuyabilirler": Ayakkabı boyacısı Yetim'in Kirpi'yi sokakta baygın durumda bulup evine getirdiği sahnede Kirpi Yetim'in sunduğu çorbayı içerken Yetim de onun ayakkabılarını boyar. Bir yandan da ayakkabıları inceleyerek Kirpi'nin mesleğini, toplumsal konumunu anlamaya çalışır. (Nazlı Bayram) “Sinema Yazıları “Hazırlayan: Seçil Büker”

4 Fehmi Yaşar “Camdan Kalp”de Türk toplumunun soysaekonomikkültürel bunalım ve yozlaşmaları beyaz perdede nefis bir kara mizahla çizerken öyle abartılı komikliklere ve Amerikanvari 'gag'lara sığınmıyor.

Cayırtılı sloganlar hiç atmıyor "didaktik" olmaya kalkmıyor. Fehmi Yaşar'ın ilk yönetmenlik denemesinin ürünü "Camdan Kalp"te, kolaylıklara kaçılmayan çok has bir ironinin, güldürünün yanı sıra yaman bir düşündürücülük de var. Fehmi Yaşar, Türkiye'de son on yıldır bir hayli belirginleşen aydın "otopasifizasyonu"nu eliştirir değil de gözler önüne sererken alt kültür grubundaki insanlar için şu ortam da yapılabilecek pek bir şey olmadığını da vurguluyor (Erdal çetin, Milliyet g., 22 Kasım 1990). “Agah Özgüç ”Türk Filmleri Sözlüğü, 2.cilt”

& ..."Camdan Kalp", Türk sinemasının ender olarak yakaladığı bir teknik kaliteye sahip. Ayrıca, Yaşar, ilk filmlerde görülen anlatım acemiliklerine düşmemiş, tutarlı bir görüntü ve kurgu çalışmasıyla, aksaksız bir anlatım da tutturmuş (Ali Hakan, Kalpler camdandır kırılırsa yapışmazı Sabah g., 23 Kasım 1990). “Agah Özgüç, a.g.e.”

Kirpi’in serüvenlerinin olağan üstünlüğü konusunda başlarda "şüphe uyandırıcı bir şey pek yoktur. Son yıllarda, aydınlarımızın, özellikle de yönetmenlerimizin bunalımlarını, yaratma güçlüklerini perdeye aktara gelen birçok filmi andırır biçimde başlar Camdan Kalp...

Göbekli ve "etek düşkünü" bir yapımcıya senaryolarını bir türlü kabul ettiremeyen ve Son İmparator'u (Son Padişah ya da Saltanatın Sonu gibi bir adla!) yerlileştirmeye çağrılan Kirpi, karısı, seslendirme sanatçısı ve "Marilyn'in sesi" Naciye'yle, ne cinsel ne de ruhsal iletişimini gereği gibi kuramaz. Kadın, onun giderek kendisinden ve evliliğin sorumluluklarından kaçtığını düşünmektedir. Gündelikçi kadın Kiraz'ın gizemli tavırlarıyla başlayan "ilişki" ise kadının üzerine "kuma" getirmek isteyen "maço" kocası Beşir'den yakınmalarına dönüşen, kendisiyle aradaki "sınıf duvarı"nı aşıp içli dışlı olmayı denediğiniz her "köylü"den beklenebilecek, sıradan, sıkıntı verici konuşmalardan öte bir şey değildir.

Ne var ki bu sıradanlık, gitgide sıra dışı ve olağanüstü niteliklere bürünmeye başlar. Kirpi, yumuşak, kırılgan, ödüncü, yardımsever, naif biçimde insancıl kişiliğiyle Kiraz'ın dünyasına ve sorunlarına daldıkça, kendisini "Harikalar Ülkesi"ndeki Alis gibi duyumsama yolundadır ... Bu kırsal yaşam biçimi, bu feodal değerler, bu aşiret mantığı, zavallı Kirpi'yi aşmaya, aşmak da söz mü, ezmeye başlar. Zoraki edilen bir tehdit telefonuyla başlayan serüven, Kirpi'yi Kiraz'ın kocasıyla, kurnayla, daha sonra Kiraz'ın bir Kars köyündeki ağalarıyla "teşerrüf etmeye" iter. Her tanışma, her mekan, her yolculuk, Kirpi için de bizim için de olağanüstüdür: Kentli, kentsoylu, aydın veya yarı aydın ölçütlerimizle kavrayamayacağımız bir mekanizmadır bu... Kirpi kocadan dayak yer, kumadan hakaret görür, itilir kakılır. Ama yılmaz: kadının (hizmetçi mizmetçi de olsa, bir kadının) yaşamını ve onurunu savunmaya kararlı bir " çağdaş şövalye"dir o!...

Ve "harikulade" serüven sürer. "Karıları bozuk çıkan" Almanlar bu ırak, uzak Anadolu köşesine gelip "el değmemiş kız" bulma sevdasındadırlar!... Kıskanç yavuklu, ortalığı kurşun yağmuruna tutarak sevdiceğini kaçırır…

Kiraz'ın babası Hamo, misafirini kurşunların yağmur gibi yağdığı bir evde kabul eder. Ve çılgınlığın temposuna tümüyle kapılmış gözüken bir Kirpi, kasabanın tek otelinin sahibine, girişe nasıl bir "Amerikan Bar" oturtacağını anlatmaya koyulur!...

Fehmi Yaşar, şaşırtıcı ilk filminde, Türkiye'de yaşanan kültür ve ahlak karmaşasını, çelişkilerin uçuruma varan korkunç farklılıklarını ustalıkla verir. Kent ile kırsal kesim, burjuva ahlakı ile feodal ahlak, Batı ile Doğu, sanayileşme ile prekapitalist tarım ekonomisi, hukuk ile kaba güç, kentli kadın ile köylü kadın... Ve daha birçok şey, birbirlerinden ne denli uzak, ne denli farklıdır bu ülkede!... Görünürdeki yalın ve dolaysız gariplikler, bu temel ve gerçeküstüne doğru kayan çelişkilerin yanında hiç kalırlar. Düşen bir asansörden sapasağlam çıkan bir adam, Güney Afrika'ya gitmeyi düşleyen (ve de giden) ve arada "Hepimiz faşist değil miyiz?" türünden inciler yumurtlayan ayakkabı boyacısı Yetim, Fritz Lang'ı ve Metropolis'i yardım isteyen Kiraz, bu 'şaşkın' aydının başına olmadık dertler açacaktır. Sınıf ve kültür farkı gözetmeden yardımseverliğini ortaya koyan Kirpi, varoşlardan Doğu'ya dek uzanacak bir serüvende, ülke insanının gerçekleriyle yüzleşirken, bilmeden kendi trajik sonunu da hazırlar.

Kocasından dayak yedikten sonra, yaşadığı üzüntüyü 'Kalp camdandır, kırıldı mı yapıştırsan da izi kalır.' sözleriyle dile getiren Kiraz'a kıyamayarak bilmediği, tanımadığı insanların dünyasına giren ve onlara kendince akıl öğretmeye çalışan Kirpi, aslında bugün halen geçerliliğini koruyan kültür çatışmasının en yalın prototipini ortaya koyuyor. Aşiret kızı Kiraz'ın ağabeylerini bulmak için Doğu'ya giden Kirpi, sanki başka bir gezegene inmiş gibi yabancı oralara. Sinemacı olmasına karşın, belli ki en azından bir Yılmaz Güney filmi bile seyretmemiş olan Kirpi'nin, Doğu'da gördüklerinden sonra aklına gelen şey, abuk önermelerden ibaret. Mesela insanların gidebileceği şık bir barın hayalini kuruyor. Bölgenin ancak oralara modern mekanlar açıldığı zaman kalkınıp değişebileceğini tahayyül edebiliyor en fazla. (Filmdeki aklı evvel aydınımızın önermesi gerçeğe dönüşse, her şey hallolur muydu dersiniz? Mesela bugün artık Diyarbakır gibi büyük kentlerde koca koca alışveriş merkezleri de var, barlar da) Neticede her şey kendi doğrusunu buluyor. Kirpi'nin tüm insanüstü ve iyi niyetli çabalarına karşın, her şey olacağına varıyor. Kendi hayatının gidişatına dahi müdahale edemeyen Kirpi, başkalarının hayatını değiştiremeyeceğini veya ülkenin sorunlarını bir hamlede çözemeyeceğini en acı deneyimle öğreniyor ne yazık ki ...

Kimi diyaloglarıyla, göndermeleriyle sinemaseverlere hoş sürprizler yapan, bazı anlarda zekice ve hınzırca buluşlarla ilerleyen "Camdan Kalp", oyuncu performansının önde olduğu bir film. Dramatik gelişmelerle gülmece unsurunun iç içe geçtiği hikaye boyunca, mizah duygusu alttan alta hep hissettiriyor kendisini. Mekan kullanımı, 'filtreli' düş sahnesi, özellikle de final, filmin akılda kalacak yanları ... Belki bugün çekilse, seyirciden çok daha fazla ilgi görecek, zamanında kadri pek bilinmemiş, kıyıda köşede kalmış bir yapıt bu Televizyonlarda da fazlaca gösterilmediğini düşünürsek, yeniden seyredilip keşfedilmesi gerçekten keyif verici bir deneyime dönüşüyor. Antalya' da en iyi 3. film seçilen, İstanbul Film Festivali'nde de en iyi film ve yönetmen ödüllerini alan "Camdan Kalp", başka film çekmemiş Fehmi Yaşar'ı tanımak için de iyi bir fırsat. (Okan Arpaç) “SİYAD, 40 Yılın Serüveni”

 FİLMİ İZLE