GİZLİ YÜZ (1990)
Yönetmen:
Ömer
Kavur Senaryo: Orhan Pamuk (Yazarın “Kara Kaplı Kitap” adlı romanından
uyarlama) Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman Müzik: Cahit Berkay Yapım:
Alfa Film/Ömer Kavur, Sadık Deveci Sanat Yönetmeni: Huber Akyürek,
Laboratuar: Şafak Film, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan,
Oyuncular: Zuhal Olcay
(Kadın), Fikret Kuşkan Fotoğrafçı), Savaş Yurttaş Sevda Ferdağ (Fotoğrafçının
annesi), Arslan Kaçar, Tomris İncer, Rutkay Aziz (Saatçi), Nurettin Şen, Salih
Kalyon, Ayton Sert, Ali Uzun, İskender Sönmez, Celal Dayan, Ahmet Açan, Tuncay
Akça, Süer İzat, Yaşar Kutbay
Konu: Kadın, genç fotoğrafçının
meyhanelerde çekip getirdiği resimler içinde, düşlediği anlamlı bir yüz arar.
Titizlikle incelediği resimlerde bulduğu yüz, bir saat tamircisine aittir.
Birlikte aradıkları saatçi dükkanı kapayıp ortalardan kaybolmuştur. Ardından
kadın da kayıplara karışır. Fotoğrafçı bu kez gizemli kadının peşine düşer.
Fotoğrafçı, tüm dünyasını etkileyen kadına tutkundur, kadın da bulduğu gizli
yüze...
Ödüller:
4. Ankara Film Festivali
► En İyi Film ►En İyi Yönetmen “Ömer Kavur
“
28. Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun
Metraj Film Yarışması (23 –29 Ekim 1991)
► En İyi Senaryo “Orhan Pamuk “
► En İyi Film
► En İyi Müzik “Cahit Berkay “
Jüri Üyeleri: Ertem Göreç, Prof.
Metin Sözen, Turgut Aslan, Fehmi Yaşar, Doç. Yalçın Tura, Necip Sarıcı, Hülya
Koçyiğit, Cengiz Tacer, Canan Arsoy, Tülay Bilginer, Mustafa Uysal.
Fribourg Festivali
► Halk
Jürisi En İyi Film Ödülü “Ömer Kavur”
►
Montreal Film Festivali
► En
İyi Film Ömer Kavur
& Ömer
Kavur, arayışların, "takip"lerin, iççsel bir yolculukla koşut giden
mekansal yolculukların (da) yönetmeni. Ah Güzel İstanbul'un "uzun yol
şoförü", Göl'ün gizemli yolculuğunun kahramanı, Körebe'de kaçırılmış
kızının peşine düşen kadın, Amansız Yol'da Anadolu'ya baştan başa kateden bir
çift ... Anayurt Oteli'nin küçük bir kasaba boyunca kendini arayan (kendisinden
kaçan) baş kişisi, Gece Yolculuğu'nun Ege kıyılarında yaratış sürecini
yakalamaya çalışan sinemacısı. .. Bunlar hep birer "yolculuk öyküsü"
değil mi sonuç olarak?
Demek ki Gizli Yüz, bir yerde
Ömer Kavur filmografisi içinde kaçınılmaz olarak gelip yeerini alacak bir
filmdi. Kavur'un bunun için Orhan Pamuk'la işbirliğine ve Pamukvari teemalara
gereksinme duyması, sanki sanat perilerinin, bir diğer deyişle
"kaderin" saptadığı bir buluşma olmasın?
Daha somut arayış öykülerinden ve daha
"ayağı yerde" yolculuklardan sonra Kavur sinemasının bu yeni halkası,
bizlere çok daha soyut, mistik, gerçeküstücü (daha başka sözcükler de
bulunabilir) bir yolculuğu öykülüyor. Gizemli bir kadının isteği üzerine ona
İstanbul gece hayatından, "pavyonlar" dan resimler çekip getiren bir
genç adam, kadına tutuluyor. Ancak kadın, gelip geçici aşk serüvenlerinin
değil, daha başka şeylerin peşindedir: "Haritası yüzlerde gizli" bir
defineyi arar durur. Çünkü "her
anlamlı yüz, bir hikaye anlatır" (örneğin Ingmar Bergman gibi "yüz
tutkunu" yönetmenlerin yadsımayacağı bir olgu) ve insanlararası iletişimin
başlıca (belki de tek) yolu, aşk, sevda, tutku gibi kavramlar değil,
"kalbini açabilmek", içindekini dökebilmektir ...
Orhan Pamuk'un Kara Kitap'taki
mesel! masal benzeri anekdotlardan birinden yola çıkarak geliştirdiği
senaryoyu; olgun ve son derece estetik bir sinemayla görselleştirmiş Ömer
Kavur... Filmin görsel erdemleri saymakla bitmez. Kavur'un dış ve iç mekanları
kullanışı, "kontrlumiyer"leri değerlendirmesi, Safranbolu, Bartın,
Kastamonu gibi mekanları, hikayenin içinde gizli Doğu gizemciliğiyle
kaynaştırması, olağanüstü. Burada elbette Erdal Kahraman'ın görüntü
çalışmasından da söz etmek gerekir. Ancak bütün bu yaza geldiklerimiz, filmin
biçimsel, dış yanıyla ilgili. Oysa öz olarak da ilginç bir film Gizli Yüz. Neyi
anlatıyor, hangi anlamlara yönelik, ne demek istiyor?
Kuşkusuz burada yalnız Orhan
Pamuk'tan değil, Pamuk'un da yazar olarak esinlendiği Doğu mistiğinden ve
yazınından gelme etkiler var. Doğu sanatlarında simgecilik ve soyutlama,
Batı'dan çok daha önce vardı kuşkusuz. Nedenleri İslam'ın "suret yasağı"
da olsa, İznik çinileri ve Topkapı sarayının kimi duvar fayansları, Picasso'dan
yüzyıllar önce resimde soyut arayışların peşine düşmüşlerdi. Aynı şey
tasavvufta, dini metinlerde, Mevlana' da veya Karaoğlan vb. halk ozanlarında da
yok mu?
Gizli Yüz, bizce tüm bu kaynaklardan
süzülüp gelen etkileri çağdaş bir temele oturtuyor. O temel de çağımızın önemli
sorunlarından biri olan iletişim, daha doğrusu iletişimsizlik sorunu dur.
Öykünün / filmin bu açıdan son kerte açıklayıcı olan bir anahtar sahnesi
"kalpler şehrinde kahramanımızın gelip kendini bulduğu, duvarları kirli
mavi, pencereleri tuğlayla örülmüş (kuşkusuz içe dönme isteğini simgeleyen bir
buluş) binadaki sahnelerdir. Burada esin, yaşamlarımızın en çözülmez
gizemlerinden ve temel yönlendiricilerinden birincisi olan 'Zaman'ı simgeleyen
birer saatle birlikte bir masaya oturarak içinden geldiğince konuşması
"itiraflarda bulunması", bir yanıyla Hristiyanlığın "günah çıkarmasını, öte yanıyla çağımızın gözde kurumu psikanalizin toplumca
uygulanan bir biçimini anımsatan ilginç bir sahnedir.
Ancak varılan nokta, kuşkusuz bireysel bir arınma ve "huzur
bulma" olacaktır. Bu "saatler, yüzler ve rüyalar aleminde, iki
kişilik bir mutluluk reçetesi yoktur. Bu yüzden finalde gizemli kadın
kahramanın deyişiyle "Sen kentte savrulup duracaksın . Ben ise hep
saatlerin ve yüzlerin peşinden gideceğim." Bu, modern bir Leyla ile Mecnun
yorumudur. Çünkü kadın için artık aranan değil, arayışın kendisi önemlidir. O
değil midir piyango biletinin üzerinde gördüğü resme aşık olan adama, "Onu
aramaya devam et önemli olan aramaktır," diyen? Ve çünkü bütün bunların
hikmeti nedir? Kimsenin aklı almaz bu işe. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş
ve Rönesans Yılları” syf: 76 ”
& İstanbul'un
eğlence yerlerinde fotoğraf çeken bir genç adam çektiği tüm fotoğrafları
gizemli bir kadına götürür. Kadının aradığı ise özel bir yüzdür. Nedenini
söylemez. Sonunda küçük bir mahalle saatçisinin yüzünde aradığını bulur.
Fotoğrafçıdan saatçiyi bulmasını ister. Ama fotoğrafçı bu arayış peşinde, hem
kadının hem de saatçinin izini kaybeder. Garip ve bir o kadar da gizemli bir
yolculuğa çıkarak arayışını sürdürür. Düşle gerçeğin harmanlanıp yaşama ilişkin
tüm soruların soyut bir şekilde değerlendirildiği bu yolculukta garip bir köşe
kapmaca oyunu başlar. Elde edilenle yitirilenin, arananla istenilenin gizemli
bir flulukta yabancılaştırılmış mekânlar içindeki bu sonsuz arayışı kişileri
beldeden beldeye sürükler. Gerçekte aranan nedir? Bulunması ve elde edilmesi
olası mıdır? Orhan Pamuk'un "Kara Kitap" adlı yapıtının ana
temasından yola çıkılarak kotarılan bu filminde de Ömer Kavur, farklı okumalara
açık, simgelerle döşediği arayış temasını gizemli bir atmosfer içinde
görüntülemiş. İzleyeni edilgin olmaktan çıkarıp etkin bir hale getirerek bir
dizi iç dünyaların arayışların içine sokmak isteyen film, gerek anlatımı
gerekse farklı okunmalara açık yorumuyla çizgi dışına taşan bir özellik taşıyor.
Gizli Yüz, Türk sinemasında
ayrıksı olmayı deneyen ve bu denemenin altından başarıyla kalkan usta işi bir
çalışmanın başyapıt düzeyine varan ilginç bir örneği.(Burçak Evren)
www.europeanfilmfestival.com ”
► Ömer Kavur'un 9. uzun metrajlı filmi
olan "Gizli Yüz", Orhan Pamuk'un tartışmalı romanı "Kara
Kitap"ın sinema uyarlaması... Ancak Pamuk, kitabını başka bir isimle özgün
bir film senaryosuna çevirdi ve bu sayede film, orijinal bir sinema evrenine
kavuşmuş oldu. "Gizli Yüz", Ömer Kavur filmografisinin ortak
özelliklerini içine alsa da, kolay yenilir yutulur bir film değil. İzleyiciyi,
takip ettiklerinin somutluğuna ve gerçekliğine inandırma gayesi gütmüyor. Bunun
tam tersi istikamete giderek meselesini, metaforlarla kurulu kurmaca bir
evrende ve mesafeli bir fantezi dünyasında var ediyor. Film, esas olarak
fantezi, psikolojikgerilim, kara film, gizem, gotik gibi türleri içinde
bulunduran bir tür kırması. Esin kaynakları olarak ise arkasına, dünya
sinemasının usta yönetmenlerini ve klasiklerini alıyor. Antonioni'nin sinema
anlayışından "Cinayeti Gördüm"deki (BlowUp, 1966) dilsel
uygulamalarına, Hitchcock'un "Ölüm Korkusu"ndaaki (Vertigo, 1958)
saat kulesinden Luis Bunuel'in sürrealist dünyasına, David Lynch'in film
modelinden kullandığı metaforlara kadar birçok ögeyi iç içe geçiriyor. İsminden
de anlaşılacağı gibi gizemli bir filmdir "Gizli Yüz". Türk
sinemasında mitolojiyi bilinçli bir şekilde kullanan ender eserlerden biri
olması bir yana özelliği edebiyatla birleştirmeyi de ihmal etmez. Bütün
hatlarıyla özgün bir eserdir. Türk sinemasının medarı iftiharlarından biridir.
Seyirciye, herhangi bir Türk filmini değil de, evrensel bir sinema diline sahip
olan yabancı bir filmi izliyormuş gibi hissettiriyor oluşu, ona Venedik Film
Festivali'nde yarışma olanağı tanımıştır zaten Ömer Kavur, öncelikle filmine
kendine has öğeleri yerleştirir. Ana karakterinin kimlik arayışını perdeye
taşımak için yola çıkar. Bu noktada da onun bellek dünyasında bir yolculuğa
sokar izleyiciyi. Tabii onun kariyerinde, bu dünyanın gerçek hayal arasındaki
gelgitleri zaman zaman sadece bir tarafın lehine işler, zaman zaman ise arada
kalır. İşte "Gizli Yüz", biraz da "Anayurt Oteli'yle akrabalık taşıyarak gerçek hayal arasında kalmışlığın sinemasal karşılığını
izlettirir bizlere. Bu dünyayı yaratmak için kurulan sinema dili de filmin
tonuna uygun bir şekilde, baş karakterin yalnızlığını resmetmek için geniş
planlarla ve mavi tonlarını öne çıkaran gizemli renklerle kurulur. Buradan da
mavinin, mistisizmdeki metafiziksel anlamına ulaşırız kolaylıkla ...
Filmini böyle bir ideolojiyle kuran
yönetmen, öncelikle hiçbir karakterine isim takmayarak mistik ve gotik bir
dünyaya sokar bizleri. Bu noktada Fikret Kuşkan'ın canlandırdığı ana karakter,
'Şehirler Şehri'nde başladığı ruhsal yolculuğuna 'Ölüler Şehri', 'Garipler
Şehri' ve 'Kalpler Şehri'nde devam eder. Bu yolculuk, aslında fazlasıyla
mitoloji kokar ... Baş karakterimiz (Fikret Kuşkan), esas olarak bir pavyon
fotoğrafçısıdır. Bir gün esrarengiz bir kadın (Zuhal Olcay), bir adamın
fotoğrafını aradığını söyler. Bu arayışta resimlerdeki bir kişiyi gözüne
kestiren kadın, baş karakterimizi bir araştırmanın içine sokar. O adamın bir
saatçi (Rutkay Aziz) olduğunu öğrenen karakterimiz, bu gizemi çözmeye çalışır.
Ancak bu aşamada o adam ile esrarengiz kadın aynı anda kayıplara karışır.
Bundan kısa bir süre sonra, babasının öldüğünü öğrenen karakterimiz, ailesinin
yaşadığı kasabaya gider ve yolculuk başlamış olur ..
Bu
ruhsal yolculukta mistik öğelere, sürrealist motiflere ve mistik okumalara açık
alt metinler dizilir karşımıza. İşte Ömer Kavur'un ve senarist Orhan Pamuk'un
gücü de bu noktada ortaya çıkar. Kavur, bu gizemli atmosferi Cahit Berkay'ın
kullandığı Philip Glass'vari minimalist ezgilerle ve Erdal Kahraman'ın
etkileyici sinematografisiyle kuran bir yönetmenlik duruşu sergiler. Böylece
karşımıza bellek dünyasında bir tutku yolculuğu çıkar. Tabi içerisine nihilizm,
varoluşçuluk gibi akımları da almayı ihmal etmez. Esas olarak baş karakterimiz,
mavili kadın ve saatçi tiplemeleri arasında sıkışmıştır. Sonunda ise, kendini
metaforik yönlendirmelerle (mavili kadın, bıraktıktan sonra eline geçen bir
kaset gibi) Kaf Dağı'nın ardındaki bir saat kulesinde bulur. Orası da aslında
zamanın yönetildiği mistik bir bölgedir. Baş karakterimizin çıktığı yol, esasında
mitolojide bir ölümlünün para vererek ilerlediği, cehenneme yani Hades'e
varacak olan tehlikeli yolculuğu sembolize eder. Çünkü bu yolculuk, insanları
başlangıç son arasında ya da yaşam ölüm arasında bırakır; içindeki kişi gördüğü
mitik şeylerden veya metafiziksel olaylardan asla uzaklaşamaz ve hayal
dünyasına saplanıp kalır. Yani film, esas olarak sonunda ne olacağı belli
olmayan bir gotik filmi gibi ilerlese de, bir araştırmaya odaklanan bir kara
film ya da fantastik motiflerle süslenmiş bir fantezi filmi olarak da
okunabilir. Tabii bütün oklar, David Lynch ve Michelangelo Antonioni'nin film
modellerini gösterir. Mavili kadının (ki mitolojide kayığıyla Hades'e gidenlere
yol gösteren Charon olarak da düşünülebilir, esin kaynağı olarak ise David
Lynch'in "Mavi Kadife"sine (Blue Velvet, 1986) gitmemizi sağlar) yüzler
ve saatler arayarak yaşadığını itiraf etmesi de, soyut bir motif olduğunu
rahatlıkla ortaya koyar zaten. Filmdeki 'hayat satma' kavramının ise, bellek
dünyasında kolaylıkla kaybolmuş baş
karakterin varoluş yolculuğunun bir motifi olduğu söylenebilir, aynen mavili
kadının rüyasından düşen ütü, lamba ve ayna gibi karakter odaklı metaforlar
için olduğu gibi ... (Kerem Akça) “SİYAD 40 Yılın Serüveni ”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder