Powered By Blogger

2 Kasım 2022 Çarşamba

 

KANLARIYLA ÖDEDİLER (1990)


Senaryo ve Yönetmen: Nejat Gürsoy Görüntü Yönetmeni: Soner Saygılı Yapım: Yaşam Film/Gazanfer Dirlik

Oyuncular: Yaşar Alptekin, Aytekin Akkaya, Fatma Belgen, Eyüp Dirlik

Konu: Babasının emanet ettiği kalp hastası bir çocukla onu kurtarmak için çabalayan bir kabadayının öyküsü

 

KANIMDAKİ ŞEYTAN (1990)

Yönetmen: Yücel Uçanoğlu Senaryo: Safa Önal, Yücel Uçanoğlu Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak Yapım: Topkapı Film/Yaşar Tunalı

Oyuncular: Fulden Uras, Salih Kırmızı, Erol Taş, Engin İnal, Aslıhan Tükel, Bahadır Tok

Konu: Eroinden kendisini kurtaramayan zengin bir ailenin kızının dramatik öyküsü.

 

KABADAYILAR KRALI (1990)

Yönetmen: Melih Gülgen Senaryo: Safa Önal Görüntü Yönetmeni: Ergun ÖzdemirYapım: Gülgen Film/İhsan Hayal, Melih Gülgen Kurgu: Cevat sezer,

Oyuncular: Serdar Gökhan, Oya Aydoğan, Salih Kırmızı, Yıldırım Gencer, Kâzım Kartal, Nilgün Ersoy

Konu: Ünlü kabadayılardan Karadağlı Bekir’in öyküsü.

 

İMDAT İLE ZARİFE (1990)


Yönetmen: Nesli Çölgeçen Senaryo: Nesli Çölgeçen, Hakan Aytekin, İrfan Eroğlu Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı Müzik: Nadir Göktürk Yapım: MTV A.Ş./Reha Arın Sanat Yönetmeni: Annie G. Pertan, Yönetmen Yardımcısı: Hakan Aytekin, Jenerik ve Kurgu: Hilmi Güver, Ses Kayıt: Mehmet Kılıçel,

Oyuncular: Şevket Altuğ, Ayı Ayşe, Üstün Asutay, Erkan Özyurt, Selma Çetinel, Can Kolukısa, İskender Bağcılar, Songül Gündüz

Konu: Biri ana diğeri yavru iki ayı ormanda dolaşırken avcıların saldırısına uğrar. Ana ölür, yavrusu şehre getirilir. Burnundan zincirlenip kent sokaklarında oynatılan Zarife, tekrar ormanı görünce huysuzlaşır. Oynatıcısı İmdat ile aralarında çatışmalar başlar. Ve sonunda Zarife ormandaki yaşantısına tekrar kavuşur.

 

İKİ YABANCI (1990)




Senaryo ve Yönetmen: Halit Refiğ Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop Müzik: İlhan Usmanbaş Yapım: Ada Film/Halit Refiğ


Oyuncular: Hakan Ural, Birigitte Braun, Kuzey Vargın, Savaş Yurttaş

Konu: 1963 yılında bir köyde öğretmenlik yapan yedek subay öğretmen ile, İsveçli ve Amerikalı iki kadının psikolojik aşkları.

& Iki Yabancı, doğrusu sürprizlerle dolu şaşırtıcı bir film. Nefes kesici Antalya görüntüleri ve bir iç monologla başlayan film, Antalya yöresindeki eski/yeni, Doğu/Batı karışımı çeşitli uygarlık ve kültür kalıntıları fonu önünde oldukça edebi" ton da bir kültürel çelişki araştırması gibi gözüküyor. Sonra, fettan ve fındıkçı bir Avrupalı (İsveçli) dilberin, Greta'nın çevresinde odaklaşan erotik soslu bir "aşk ve gençlik filmine yönelirmiş gibi oluyor. Ama sonraki gelişim çok farklı. Şöyle ki, filmin kahramanı genç ve her alanda oldukça inançsız yedek subay öğretmen Orhan (film, bu kurumun var olduğu 1960'lar Türkiye'sinde geçmektedir), öğretmen olarak atandığı Toroslar eteğindeki bir köyde, köyün "eşrafı" ve sakinleriyle birlikte, yine o yılların ilginç bir uygulaması olan, Amerikalı bir barış gönüllüsüyle tanışır.

Civar köylerde de iki arkadaşı bulunan gözlüklü, ciddi, ağırbaşlı Margo, kendini tümüyle işine (köylülere çeşitli bilgiler vermek ve bu arada, Amerikan hindisi bizimkilerden çok daha büyük ve gelişmiş yetiştirilmesine ön ayak olmak) vermiş, Orhan'ın zaman içinde gelişen duygularına karşılık vermeyen bir kızdır. Ne var ki Margo'nun, İsveçli Greta'nınkine tümüyle zıt davranışları Orhan'a bunalımlar yaşatırken, genç kız sonunda ters düştüğü köy ve köylülerce istenmeyen kişi haline gelir İki Yabancı, ilginç ve ilgiyle izlenen bir konuyu sağlam bir sinemayla anlatıyor. Halit Refiğ'in 20 yıldır yapmak istediğini söylediği bu filmde, yönetmeni çeken temaların neler olduğunu anlamak zor değil. Bir kez, Toroslardaki o küçük köy, Refiğ'in ilgilendiği kültür çelişkileri, giderek çatışmaları için ideal bir mekan oluşturuyor. Kırsal kesim yaşamının içinde var olan belli bir uyum içinde, belki biraz idealize edilerek gösterilmiş, "köy filmi" filmlerimizdekinden biraz farklı bu ortamda, inançsız, ülküsüz, olasılıkla kendi toplumuna ve halkına da bir ölçüde yabancılaşmış olan Orhan (biraz da çağdaş bir Feride öğretmen), iki ayrı kadında Batı denen olayın alabildiğine farklı iki yüzüyle karşı karşıya geliyor: zevk düşkünü, hedonist, günü gününe yaşayan, sorumsuz ve boyutsuz Greta ve onun tam zıdddı olan, işi ya da misyonuyla olan ilişkisi dışında sanki gerçek yaşamdan kopmuş, bilgili, kültürlü ve soylu amaçları olan Margo, aydınlarımızı hep düşündürmüş olan, sanki Batı'nın iki yüzü, aynı insanın iki farklı görünümü. (Yoksa sahiden de öyle mi?) Türk aydını Türk kırsal yaşamı ve Batı'nın iki farklı yüzünün oluşturduğu bu "dörtlü sorunsal", filmin ana yapısına oldukça ilginç biçimde yedirilmiş. Refiğ, sanki Bir Türke Gönül Verdim filmini yıllar sonra yineliyor; ama çok daha karmaşık, ayrıntılı ve boyutlu bir öykü içinde ... Filmin aslında senaryodan gelen kimi kusurları var, yine de ... Örnekse, filme (öyküye) asıl çekiciliğini ve gizemini kazandıran öğe, yani Greta/Margo kişiliklerinin bir aynanın iki yüzü olması olasılığı, senaryoda durup dururken ve sözle ortaya atılan bir kuşkuyla sanki harcanıyor, ağırlığı ve vuruculuğu yitip gidiyor. Öte yandan, filmin büyük ölçüde ağırlığını taşıyan "yabancı kadın"daki oyuncu da, genelde bu rolün altından pek kalkamıyor. Finaldeki kaza gibi bölümler ise, prodüksiyon yetersizliklerinden ve elbette bütçe sorunlarından, gereğince kotarılamamış. Bu eksikliklere karşın iki Yabancı, gerçek bir ilgiyle izlenen, yönetmene özgü kimi temel sorunlarını, merakı hep ayakta tutan bir öykü boyunca yeniden ekrana geldiği farklı ve görülmeye değer bir film. Refiğ'in genç oyuncu Hakan Ural'dan aldığı şaşırtıcı (olumlu anlamda şaşırtıcı) sonuca ve İlhan Usmanbaş'ın müziğini fon müziği olarak kullanmadaki başarısına da şapka! (“Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 92”)



1 Kasım 2022 Salı

 İKİ BAŞLI DEV (1990)


Yönetmen: Orhan Oğuz Senaryo: Nuray Oğuz Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz Müzik: Dağhan Baydur, Poul Buckmaster Yapım: Eks Film/Eriş Akman

Oyuncular: Cüneyt Arkın (Cengiz), Sedef Ecer (Aslı), Fikret Kuşkan (Hakan), Sedef Bediz (Emine), Fuat İşhan (Büyükbaba), Rafet Kalkan (Rafet), Meral Çetinkaya (Hafize), Hikmet Kemerdere (Büyükanne), Arzu Şan (Şule), Burak Ayral, Samim Meriç (Bahçıvan), Saim Yavuz, Adnan Tönel, Ceyhan Fırat (Hayat kadını)

Konu: Bir kaza sonucu göremez hale gelen bir baba, dede mirası ataerkil kurumlaşmaya karşı çıkıp gerçek kişiliğini arayan, bir oğul ve aralarına girdiği özgür bie genç kızın çatışmalı öyküsü.

Ödül:

10 Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde (1991

Jüri Özel Ödülü

Sinema Yazarları Derneği’nce

Orhan Oğuz “En İyi Yönetmen”,

“En iyi görüntü Yönetmeni”, 

en iyi 2. Film”

Yunus Nadi Ödülleri seçiminde;

“En İyi film”

Jüri Üyeleri¨Lütfü Ö. Akad, Oktay Akbal, Atilla Dorsay, Şeref Gür, İsmet Kurtuluş, Nur Sürer (Kyn: Agah Özgüç)

& Orhan Oğuz’un tüm filmleri gizemli biçimde başlar. Kamera, kunt, ağır bir kapıyı gösterir, sonra yükselerek onu kararlı, aşar. Geniş bir bahçe boyunca kayar, arabayı görür, köpeği, hizmetkarları ve "malikane"yi tanırız... Sonra bir beden hareketi yapan genç bir adamın diri, adaleli bedeni boyunca kayar ve ona kenetlenmiş daha yaşlı bir erkeği de kapsayacak biiçimde durur. Bu, sanki Cocteau'nun ünlü oyunu Iki Başlı Kartal’ı anımsatan bir görünüm, bir "iki başlı dev"dir. Bir baba oğul ..

Aralarında güçlü bir bağ, derin bir sevgi vardır. Anne yıllar önce "o meşum kaza"da çekip gitmiştir aralarından... Onlar birbirlerinin her şeyidirler artık. Giderek Hakan, babanın yine o kazada yitirdiği daha sonra anlaşılan bir şeyin, "gözleri"nin yerini tutar. Ama ilişkiinin sağlıksızlığı yavaş yavaş meydana çıkacaktır. Büyük işadamı Cengiz Bey'in sert, baskın ve ezici kişiliği, körlüğünü açığa vurmayı bile kabul etmeyen gururu, Hakan'ı ezmektedir. Saflıkları bozulur gerekçesiyle "Türk atlarının Fransız atlarıyla çiftleştirilmesine" karşı çıkan Cengiz Bey, oğlunun dış dünyaya açılmasına da karşı çıkar, şirkette "rüştünü" ve kişiliğini kanıtlamasına da... Sakatlığını, bir sertlik ve istenç duvarı ardında gizlemeye çalışan, ancak yalnız anlarında Bethoven' e sığınma cesaretini bulan bir garip adamdır Cengiz Bey! ...

Ama asıl dram Hakan'ınkidir. Cengiz Bey'in kendi babasından aldığı anlaşılan o sertlik, o ataerkil kurumlaşma, Hakan'ın tüm yaşamını kıstırmıştır. Ama araya bir kadın girer. Genç, güzel, pervasız bir kadın... Aslı... Kenti çevreleyen gecekonduları bile "hiçbir mimarlık kuralına uymama özgürlüğüne" sahip oldukları için sevebilen, Cengiz Bey'in "kadın düşmanlığı"nın ardında gizli kadın özlemini sezebilen, Hakan'a babasının getirdiği sütü döküp ona "içki sunan" bir kadın! Ama Hakan'ın gelişmemiş, gelişmesine fırsat tanınmamış kişiliği, baskıcı aile düzeni ile sınırsız özgürlük arasındaki bu savaşımda "doğru yol"u bulacak denli güçlü değildir ki! ... Senaryo yazarı Nuray/yönetmen Orhan Oğuz ikilisi, dünya sineması içinde bile nadir bir örnek oluşturuyorlar. Biri yazıyor, diğeri çekiyor. Ve bu işbirliği, şaşırtıcı sonuçlar veriliyor. Her Şeye Rağmen ve Üçüncü Göz'den sonra iki sanatçı, yine uzun bir sürede kotarılmış bir filmle yeniden başarıya ulaşıyorlar.

iki Başlı Dev, aslında melodrama yatkın (ve Yeşilçam'ın birçok kez "rezil ettiği") bir konuyu, bir "büyük aile" dramını, örnek bir yalınlık ve özgün bir üslupla anlatmasını biliyor. Biraz Avrupa (özellikle Fransız) havasındaki bu temelde yoğun ruhbilimsel dram, yer yer gizemli (açılış, büyükbabayı ziyaret ve tüm çiftlik bölümü vs.) yer yer duygusal (babaoğul sahneleri) bir atmosferde gelişiyor. Oğuz, bu arada kolay unutulamaz güzellikte kimi sinemasal bölümler de yaratıyor: Örneğin babanın eksikliğinin ilk kez belli olduğu tüm o "diploma töreni" sahnesi veya baba ile oğulun ilk kavgaları ve çalışma odasında hüzünlü bir "köşe kapmaca" oynamaları gibi ...

Ve oyuncular: Kendi sesiyle konuşmuş bir Cüneyt Arkın (bu arada filmin sesli çekilmiş olduğunu da anımsatalım), yıllardır ilk kez biize gerçek bir oyuncu olduğunu anımsatıyor. Sedef Ecer, Fuat lşhan, Sedef Bediz gibi oyuncular da rollerinde çok inandırıcı olabilmişler. Ama bu filmin asıl sürprizi, Fikret Kuşkan adlı genç oyuncu. İlk kez izlediğimiz bu oyuncunun perdede inanılmaz bir rahatlığı var. Fiziğinin yanı sıra varlığıyla, oyunuyla perdeyi müthiş dolduruyor. Daha bakmasını, durmasını bilmeyen "manken"lerin yıllardır oyuncu diye yutturulduğu bir ortamda Fikret Kuşkan, yıllardır erkek oyuncu, "jön" dalında sinemaya gelen ilk gerçek yetenek. Ve sanırım geleceğin "star" ı. ..

iki Başlı Dev, görülmesi gereken bir film ... Bu arada şunu da özellikle belirtmek istiyorum: Bazı kişiler sanıyorlar ki biz şu zor dönemde, Türk sineması için sürekli "çifte standart" uyguluyoruz ve filmlerimizi pek beğenmesek de seyirciyi onları görmeye çağırıyoruz. Yanlış! ... Türk sineması için belki bir zamanlar yapmışımdır, ama şimdi ayrı standartlar uygulamıyorum doğrusu ...

 Tersine, artık dışarıya açılma ve evrensel sanat platformunda boy ölçüşmenin kaçınılmaz gözüktüğü bir dönemde, ancak gerçekten iyi, başarılı bulduklarımı övmeye çalışıyorum. Bu mevsim gösterilen, örneğin Camdan Kalp veya İki Başlı Dev gibi filmlerimizin, en azından kimi bölümleriyle bana bu mevsimin en güzel sinemasal anlarından bazılarını yaşattıklarını söyleyebilirim. O açıdan, benim yazdıklarım, doğru ya da yanlış olabilir, ama içtenlikle yazılmış... Türk sinemasına karşı ezeli (veya yeniyetme) kuşkucuların ve yok sayıcıların, elbette paşa gönülleri bilir. istemiyorlarsa gitmesinler!... Ancak yarın öbür gün, o kendi kültürüne yabancılaşmış olmanın anlatılmaz hüznünü duymak da onların sorunu olacak! ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları"


FİLMİ İZLE 



 

HERŞEYİ BİTİRDİK (1990) 

Senaryo ve Yönetmen: Alev Akakar Görüntü Yönetmeni: Hüseyin Ererez Yapım: Tuğçe Film/İbrahim Mertoğlu Prodüksiyon Amiri: Şerif Ablak, Yönetmen Asistanı: İlter Akcebe, Kamera Asistanı: Hakan Canan, Dublaj Yönetmeni Ve Sesleri Alan: Atilla Dankı, Renk Uzmanı: A. Tümay Rızai, Laboratuar: Şems Tokgöz, Aslan Tektaş, Mustafa Yıldız, Senkron: Metin Çeşmebaşı, Soner Şenbecerir, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Fatma Yıldırım, Müzik Direktörü: Arif Susam, Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Arif Susam, Nükhet Egeli, Kadir Savun, Erol Günaydın, Sami Hazinses, İhsan Baysal, Alev Acar, Ekrem Dümer, Irmak Kıraç,

Konu: kansere yakalanan ve sonu ölümle noktalanacak olan bir şarkıcının dramatik yaşamı.


 

HASAN BOĞULDU (1990)


Senaryo ve Yönetmen: Orhan Aksoy Öykü: Sabahattin Ali Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay Yapım: Penta Film/Turgay Aksoy Kurgu Eşleme: Cevat Sezer, Müzik: Yavuz Top, Yönetmen Yardımcıları: Yeşim Çanlıoğulları, Serpil Kurtçe, Sanat Yönetmeni: Cana Dölay, Makyaj: Corci, Yapım Yönetmeni: Günay Güner, Görüntü Yön. Yrd.: Volkan Kocatürk, Set Ekibi: Bedri Uğur, Mustafa Albayrak, Murat Kaçar, Işık Ekibi: Mustafa Koçyiğit, Mehmet Ali, Gündoğdu, Film Yıkama: Ekrem Şen, Arif Şengül, Abdullah Baran, Film Baskı: Veli Burç, Uğur Orbay, Ayhan Şen, Renk Düzenleme: Türker Vatan, Şakir Yörük, Negatif Kurgu: Bülent Özkan, Tamer Eşkazan, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Seslendirme Yönetmeni: Erhan Yazıcıoğlu, Efekt: Sudi Yılmaz, Jenerik: İlhan Demirel, Şafak Film Stüdyosunda hazırlanmış ve Yeni lale Film stüdyosunda seslendirilmiştir.

Oyuncular: Hülya Avşar (Hacer/Enine), Yalçın Dümer (Murat/Hasan), Güzin Özyağcılar, (Emine’nin annesi), Atilla Ergün (Emine’nin babası), Aydın Tezeln (Dede), Günay Güner (Kebapçı Ömer), Mustafa Yavuz, Yılmaz Kurt (Ali), Aynur Güzel, Aysen Biçer (1. Kız kar


deş), Nurgül Biçer (2. kız kardeş) , Hürriyet Biçer (Genç Kız), Bali Biçer, Hakan Büyükkaya, Gulsen Tuncern (Hasan’ın annesi), Halil Yıldırım: damat), Hakan Büyükkaya, Elif Biçer, Fatma Şahin, Aysel Kalkan, Elif Kalkan, Güllü Çiçek, Gülsüm Duman, Senem Çakır, Bahar Duman, Göver Biçer, Özlem Biçer, Hürriyet Şimşek, Esma Şen, Elif Aktaş, Sevgi Oğuz, Fatma Kara, Obadaki Adamlar: Mahmut B,çer, Bektaş kalkan, Günay Kalkan, Ali çakır, Ersel Çakır, İbrahim Duman, Mehmet Biçer, Ali karayurt, Himmet Filiz, Ali Şahin, Mehmet Ersoy, İsmail Şahin, Hasan Çelik, Çetin Eröz, Celal Ergün, Cengiz Şimşek, Hasan Kazım Aydın,

Konu: Obanın en güzel kızı Emine ile evlenmesi için töreler gereği sırtına 40 okkalık tuz yüklenen ve o yükü belli bir yere kadar taşıması istenen Hasan'ın öyküsü.

Efsaneye göre, yöre aşiretinden bir kız ile ovalı bir delikanlı evlenmek ister. Fakat töreler uymaz ve töre sınavları yapılmasına kara verilir. Kız, ovalı delikanlıya "Benimle evlenmek istiyorsan aşiret büyüklerinin kararı olarak, 40 okkalık tuz çuvalını bizim dağa sırtından hiç indirmeden getirmelisin" der. Çünkü dağlı kız, tuz çuvalını hiç nefes almadan ovadan dağa götürebilmektedir. Delikanlı Hasan, Emine ile evlenebilmek için tuz çuvalını sırtlanır ve dağa çıkmaya başlar. Ne var ki sıcakta terlemiş ve tuz çuvalı sırtında derin yaralar açmıştır. Yarı yolda çıkamayacağını anlar ve gölete kendisini atar. Uzun süre delikanlıdan haber alamayan Emine, daha sonra gölette Hasanın yemenisini bulur. Terk edilmeye dayanamaz ve dere kenarında Hasana verdiği yemeniyle kendini bir ağaca asarak hayatına son verir. Hasan gerçekten gururu yüzünden canına mı kıydı, yoksa debisi yüksek suda serinleyeyim derken başını kayalara çarpıp boğuldu mu bilinmez ama, günümüzde aynı yerde yüzmek isteyenleri çevrede dolaşan görevli orman bekçileri sık sık uyarıyorlar.


 FİLMİ  İZLE 


 

HACİZ KARARI (1990)




Senaryo ve Yönetmen: Hasan Kazankaya Görüntü Yönetmeni: Mahmut Yumuşak Yapım: Kazankya Film / Hasan Kazankaya Müzik Düzenleme: Necip Sarıca, Kurgu: Yusuf Aldırmaz, Senkron: Cevat Sezer, Efektler: Hikmet Eldek, Atilla Ertüz, Laboratuar: Selahattin Kaya, Fehmi Yılmaz, Ses: Yusuf Aldırmaz, Prodüksiyon Amiri: Altan Altıntaş, Set Amiri: Suat Geyik, Set: Erol Kesler, Işık Şefi: Gürcan Küçüker, Kamera Asistanı: Ali Utku, Yönetmen Yardımcısı: Fikret Uçak, Yeni lale Film stüdyosunda hazırlanmış ve Yeni Stüdyoda seslendirilmiştir.

Oyuncular: Ahu Tuğba, Salih Güney, Salih Kırmızı, Cenap Küçüksu,, Günal Kayar,

Konu: Birbirlerini severek evlenen genç çift balayına gider. Ancak döndüklerinde onları kötü bir sürpriz beklemektedir. Evlerindeki eşyalara haciz konulduğunu öğrenirler. Sinirlenen çift avukatla kavga eder, ancak avukat kazaen ölür. Çiftin başı artık beladadır. Bundan sonra gelişen olaylar, çifti korkunç sona doğru götürmektedir.


FİLMİ İZLE 


 

GÜN ORTASINDA KARANLIK (1990)




Yönetmen: Memduh Ün Senaryo: Yusuf Özaslan Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz Müzik: Cahit Berkay Yapım: Uğur Film/Memduh Ün Sanat Yönetmeni: Fatma Girik, Yönetmen Yardımcıları: Süheyla Acar Kalyoncu, Mine Özerden, Uğur Ün, Kamera Asistanı: Cem Molvan, Işık Şefi: Süleyman Çekiç, Işık Yardımcıları: Şevki Gezer, Halil İbrahim Çekiç, Set Teknisyenleri: Hüseyin Ünlü, Alaaddin İzgü, Bülent Begül, Yapım Müdürü: Günay Girik, Yapım yardımcısı: İbrahim Bender, Ulaşım Görevlileri: Gürsel Ciro, Ali Aras, Eşleme: Mustafa Kalkan, Seslendirme Yönetmeni: Orhan Hızlı, Renk Düzenleme: Türker Vatan, Şakir Yörük, Film banyo: Ekrem Şen, Arif Şengül, Abdullah Baran, Film Baskı: Veli Burç, Uğur Orbay, Ayhan Şen, Negatif Montaj: Bülent Özayan, Tamer Eşkazan, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Miksaj: Metin Çeşmebaşı, Jenerik: Grafat Ltd, (Şafak Film Laboratuarında hazırlanmıştır.)

 Oyuncular: Fatma Girik (Güzin), Halil Ergün (Fuat), Yavuzer Çetinkaya (Reşit),Özürlü Çocuk: Erdal Yalçın (Yalçın), Memduh Ün (Yönetmen), Pınar Altıntaş (Serra), Halenur Başakgir (Ayşegül), Erol Özkök (Cavit), Nevval Çizgen ((Kadın oyuncu), İhsan Baysal (Sivil memur), Serap Gedik (Selma), Adem Ayral (Necmi),Memduh Ünsal (Şef doktor), Tahsin Özay (Ergün), Hakkı Kıvanç (Komiser), Serpil Uğurlu (anne), İbrahim Kurt (Berduş), Niyazi Gökdere (kapıcı), Sabahat (İzgü), Erdinç Bircan (Erdinç), Banu Özdemir (Hasta Çocuk),

 Konu: Beyin özürlü oğlunun ölmesi üzerine, akli dengesini kaybeden bir annenin ve oğlunun dramatik öyküsü.

 Not: Filmde rol alan Erdal Yalçın gerçekten de özürlü tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş bir çocuktur. Konu itibariyle halkın duygusal yanlarını zedeleyeceği düşüncesiyle, film Televizyon kanallarında gösterilmedi. Sinemalarda yapılan gösterimleri ise pek başarılı olmadı. (Memduh Ün)



FİLMİ İZLE 



 

GİZLİ YÜZ (1990)


Yönetmen: Ömer Kavur Senaryo: Orhan Pamuk (Yazarın “Kara Kaplı Kitap” adlı romanından uyarlama) Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman Müzik: Cahit Berkay Yapım: Alfa Film/Ömer Kavur, Sadık Deveci Sanat Yönetmeni: Huber Akyürek, Laboratuar: Şafak Film, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan,

Oyuncular: Zuhal Olcay (Kadın), Fikret Kuşkan Fotoğrafçı), Savaş Yurttaş Sevda Ferdağ (Fotoğrafçının annesi), Arslan Kaçar, Tomris İncer, Rutkay Aziz (Saatçi), Nurettin Şen, Salih Kalyon, Ayton Sert, Ali Uzun, İskender Sönmez, Celal Dayan, Ahmet Açan, Tuncay Akça, Süer İzat, Yaşar Kutbay

Konu: Kadın, genç fotoğrafçının meyhanelerde çekip getirdiği resimler içinde, düşlediği anlamlı bir yüz arar. Titizlikle incelediği resimlerde bulduğu yüz, bir saat tamircisine aittir. Birlikte aradıkları saatçi dükkanı kapayıp ortalardan kaybolmuştur. Ardından kadın da kayıplara karışır. Fotoğrafçı bu kez gizemli kadının peşine düşer. Fotoğrafçı, tüm dünyasını etkileyen kadına tutkundur, kadın da bulduğu gizli yüze...

Ödüller:

4. Ankara Film Festivali
       ► En İyi Film ►En İyi Yönetmen “Ömer Kavur “
       28. Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (23 –29 Ekim 1991)
       ► En İyi Senaryo “Orhan Pamuk “
       ► En İyi Film
       ► En İyi Müzik “Cahit Berkay “

Jüri Üyeleri: Ertem Göreç, Prof. Metin Sözen, Turgut Aslan, Fehmi Yaşar, Doç. Yalçın Tura, Necip Sarıcı, Hülya Koçyiğit, Cengiz Tacer, Canan Arsoy, Tülay Bilginer, Mustafa Uysal.

Fribourg Festivali

► Halk Jürisi En İyi Film Ödülü “Ömer Kavur”

► Montreal Film Festivali

► En İyi Film Ömer Kavur


& Ömer Kavur, arayışların, "takip"lerin, iççsel bir yolculukla koşut giden mekansal yolculukların (da) yönetmeni. Ah Güzel İstanbul'un "uzun yol şoförü", Göl'ün gizemli yolculuğunun kahramanı, Körebe'de kaçırılmış kızının peşine düşen kadın, Amansız Yol'da Anadolu'ya baştan başa kateden bir çift ... Anayurt Oteli'nin küçük bir kasaba boyunca kendini arayan (kendisinden kaçan) baş kişisi, Gece Yolculuğu'nun Ege kıyılarında yaratış sürecini yakalamaya çalışan sinemacısı. .. Bunlar hep birer "yolculuk öyküsü" değil mi sonuç olarak?

Demek ki Gizli Yüz, bir yerde Ömer Kavur filmografisi içinde kaçınılmaz olarak gelip yeerini alacak bir filmdi. Kavur'un bunun için Orhan Pamuk'la işbirliğine ve Pamukvari teemalara gereksinme duyması, sanki sanat perilerinin, bir diğer deyişle "kaderin" saptadığı bir buluşma olmasın?

Daha somut arayış öykülerinden ve daha "ayağı yerde" yolculuklardan sonra Kavur sinemasının bu yeni halkası, bizlere çok daha soyut, mistik, gerçeküstücü (daha başka sözcükler de bulunabilir) bir yolculuğu öykülüyor. Gizemli bir kadının isteği üzerine ona İstanbul gece hayatından, "pavyonlar" dan resimler çekip getiren bir genç adam, kadına tutuluyor. Ancak kadın, gelip geçici aşk serüvenlerinin değil, daha başka şeylerin peşindedir: "Haritası yüzlerde gizli" bir defineyi arar durur.  Çünkü "her anlamlı yüz, bir hikaye anlatır" (örneğin Ingmar Bergman gibi "yüz tutkunu" yönetmenlerin yadsımayacağı bir olgu) ve insanlararası iletişimin başlıca (belki de tek) yolu, aşk, sevda, tutku gibi kavramlar değil, "kalbini açabilmek", içindekini dökebilmektir ...

Orhan Pamuk'un Kara Kitap'taki mesel! masal benzeri anekdotlardan birinden yola çıkarak geliştirdiği senaryoyu; olgun ve son derece estetik bir sinemayla görselleştirmiş Ömer Kavur... Filmin görsel erdemleri saymakla bitmez. Kavur'un dış ve iç mekanları kullanışı, "kontrlumiyer"leri değerlendirmesi, Safranbolu, Bartın, Kastamonu gibi mekanları, hikayenin içinde gizli Doğu gizemciliğiyle kaynaştırması, olağanüstü. Burada elbette Erdal Kahraman'ın görüntü çalışmasından da söz etmek gerekir. Ancak bütün bu yaza geldiklerimiz, filmin biçimsel, dış yanıyla ilgili. Oysa öz olarak da ilginç bir film Gizli Yüz. Neyi anlatıyor, hangi anlamlara yönelik, ne demek istiyor?

Kuşkusuz burada yalnız Orhan Pamuk'tan değil, Pamuk'un da yazar olarak esinlendiği Doğu mistiğinden ve yazınından gelme etkiler var. Doğu sanatlarında simgecilik ve soyutlama, Batı'dan çok daha önce vardı kuşkusuz. Nedenleri İslam'ın "suret yasağı" da olsa, İznik çinileri ve Topkapı sarayının kimi duvar fayansları, Picasso'dan yüzyıllar önce resimde soyut arayışların peşine düşmüşlerdi. Aynı şey tasavvufta, dini metinlerde, Mevlana' da veya Karaoğlan vb. halk ozanlarında da yok mu?

Gizli Yüz, bizce tüm bu kaynaklardan süzülüp gelen etkileri çağdaş bir temele oturtuyor. O temel de çağımızın önemli sorunlarından biri olan iletişim, daha doğrusu iletişimsizlik sorunu dur. Öykünün / filmin bu açıdan son kerte açıklayıcı olan bir anahtar sahnesi "kalpler şehrinde kahramanımızın gelip kendini bulduğu, duvarları kirli mavi, pencereleri tuğlayla örülmüş (kuşkusuz içe dönme isteğini simgeleyen bir buluş) binadaki sahnelerdir. Burada esin, yaşamlarımızın en çözülmez gizemlerinden ve temel yönlendiricilerinden birincisi olan 'Zaman'ı simgeleyen birer saatle birlikte bir masaya oturarak içinden geldiğince konuşması "itiraflarda bulunması", bir yanıyla Hristiyanlığın "günah çıkarmasını, öte yanıyla çağımızın gözde kurumu psikanalizin toplumca uygulanan bir biçimini anımsatan ilginç bir sahnedir.

Ancak varılan nokta, kuşkusuz bireysel bir arınma ve "huzur bulma" olacaktır. Bu "saatler, yüzler ve rüyalar aleminde, iki kişilik bir mutluluk reçetesi yoktur. Bu yüzden finalde gizemli kadın kahramanın deyişiyle "Sen kentte savrulup duracaksın . Ben ise hep saatlerin ve yüzlerin peşinden gideceğim." Bu, modern bir Leyla ile Mecnun yorumudur. Çünkü kadın için artık aranan değil, arayışın kendisi önemlidir. O değil midir piyango biletinin üzerinde gördüğü resme aşık olan adama, "Onu aramaya devam et önemli olan aramaktır," diyen? Ve çünkü bütün bunların hikmeti nedir? Kimsenin aklı almaz bu işe. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf: 76 ”

& İstanbul'un eğlence yerlerinde fotoğraf çeken bir genç adam çektiği tüm fotoğrafları gizemli bir kadına götürür. Kadının aradığı ise özel bir yüzdür. Nedenini söylemez. Sonunda küçük bir mahalle saatçisinin yüzünde aradığını bulur. Fotoğrafçıdan saatçiyi bulmasını ister. Ama fotoğrafçı bu arayış peşinde, hem kadının hem de saatçinin izini kaybeder. Garip ve bir o kadar da gizemli bir yolculuğa çıkarak arayışını sürdürür. Düşle gerçeğin harmanlanıp yaşama ilişkin tüm soruların soyut bir şekilde değerlendirildiği bu yolculukta garip bir köşe kapmaca oyunu başlar. Elde edilenle yitirilenin, arananla istenilenin gizemli bir flulukta yabancılaştırılmış mekânlar içindeki bu sonsuz arayışı kişileri beldeden beldeye sürükler. Gerçekte aranan nedir? Bulunması ve elde edilmesi olası mıdır? Orhan Pamuk'un "Kara Kitap" adlı yapıtının ana temasından yola çıkılarak kotarılan bu filminde de Ömer Kavur, farklı okumalara açık, simgelerle döşediği arayış temasını gizemli bir atmosfer içinde görüntülemiş. İzleyeni edilgin olmaktan çıkarıp etkin bir hale getirerek bir dizi iç dünyaların arayışların içine sokmak isteyen film, gerek anlatımı gerekse farklı okunmalara açık yorumuyla çizgi dışına taşan bir özellik taşıyor.

Gizli Yüz, Türk sinemasında ayrıksı olmayı deneyen ve bu denemenin altından başarıyla kalkan usta işi bir çalışmanın başyapıt düzeyine varan ilginç bir örneği.(Burçak Evren)

www.europeanfilmfestival.com ”

► Ömer Kavur'un 9. uzun metrajlı filmi olan "Gizli Yüz", Orhan Pamuk'un tartışmalı romanı "Kara Kitap"ın sinema uyarlaması... Ancak Pamuk, kitabını başka bir isimle özgün bir film senaryosuna çevirdi ve bu sayede film, orijinal bir sinema evrenine kavuşmuş oldu. "Gizli Yüz", Ömer Kavur filmografisinin ortak özelliklerini içine alsa da, kolay yenilir yutulur bir film değil. İzleyiciyi, takip ettiklerinin somutluğuna ve gerçekliğine inandırma gayesi gütmüyor. Bunun tam tersi istikamete giderek meselesini, metaforlarla kurulu kurmaca bir evrende ve mesafeli bir fantezi dünyasında var ediyor. Film, esas olarak fantezi, psikolojikgerilim, kara film, gizem, gotik gibi türleri içinde bulunduran bir tür kırması. Esin kaynakları olarak ise arkasına, dünya sinemasının usta yönetmenlerini ve klasiklerini alıyor. Antonioni'nin sinema anlayışından "Cinayeti Gördüm"deki (BlowUp, 1966) dilsel uygulamalarına, Hitchcock'un "Ölüm Korkusu"ndaaki (Vertigo, 1958) saat kulesinden Luis Bunuel'in sürrealist dünyasına, David Lynch'in film modelinden kullandığı metaforlara kadar birçok ögeyi iç içe geçiriyor. İsminden de anlaşılacağı gibi gizemli bir filmdir "Gizli Yüz". Türk sinemasında mitolojiyi bilinçli bir şekilde kullanan ender eserlerden biri olması bir yana özelliği edebiyatla birleştirmeyi de ihmal etmez. Bütün hatlarıyla özgün bir eserdir. Türk sinemasının medarı iftiharlarından biridir. Seyirciye, herhangi bir Türk filmini değil de, evrensel bir sinema diline sahip olan yabancı bir filmi izliyormuş gibi hissettiriyor oluşu, ona Venedik Film Festivali'nde yarışma olanağı tanımıştır zaten Ömer Kavur, öncelikle filmine kendine has öğeleri yerleştirir. Ana karakterinin kimlik arayışını perdeye taşımak için yola çıkar. Bu noktada da onun bellek dünyasında bir yolculuğa sokar izleyiciyi. Tabii onun kariyerinde, bu dünyanın gerçek hayal arasındaki gelgitleri zaman zaman sadece bir tarafın lehine işler, zaman zaman ise arada kalır. İşte "Gizli Yüz", biraz da "Anayurt Oteli'yle akrabalık taşıyarak gerçek hayal arasında kalmışlığın sinemasal karşılığını izlettirir bizlere. Bu dünyayı yaratmak için kurulan sinema dili de filmin tonuna uygun bir şekilde, baş karakterin yalnızlığını resmetmek için geniş planlarla ve mavi tonlarını öne çıkaran gizemli renklerle kurulur. Buradan da mavinin, mistisizmdeki metafiziksel anlamına ulaşırız kolaylıkla ...

Filmini böyle bir ideolojiyle kuran yönetmen, öncelikle hiçbir karakterine isim takmayarak mistik ve gotik bir dünyaya sokar bizleri. Bu noktada Fikret Kuşkan'ın canlandırdığı ana karakter, 'Şehirler Şehri'nde başladığı ruhsal yolculuğuna 'Ölüler Şehri', 'Garipler Şehri' ve 'Kalpler Şehri'nde devam eder. Bu yolculuk, aslında fazlasıyla mitoloji kokar ... Baş karakterimiz (Fikret Kuşkan), esas olarak bir pavyon fotoğrafçısıdır. Bir gün esrarengiz bir kadın (Zuhal Olcay), bir adamın fotoğrafını aradığını söyler. Bu arayışta resimlerdeki bir kişiyi gözüne kestiren kadın, baş karakterimizi bir araştırmanın içine sokar. O adamın bir saatçi (Rutkay Aziz) olduğunu öğrenen karakterimiz, bu gizemi çözmeye çalışır. Ancak bu aşamada o adam ile esrarengiz kadın aynı anda kayıplara karışır. Bundan kısa bir süre sonra, babasının öldüğünü öğrenen karakterimiz, ailesinin yaşadığı kasabaya gider ve yolculuk başlamış olur ..

 Bu ruhsal yolculukta mistik öğelere, sürrealist motiflere ve mistik okumalara açık alt metinler dizilir karşımıza. İşte Ömer Kavur'un ve senarist Orhan Pamuk'un gücü de bu noktada ortaya çıkar. Kavur, bu gizemli atmosferi Cahit Berkay'ın kullandığı Philip Glass'vari minimalist ezgilerle ve Erdal Kahraman'ın etkileyici sinematografisiyle kuran bir yönetmenlik duruşu sergiler. Böylece karşımıza bellek dünyasında bir tutku yolculuğu çıkar. Tabi içerisine nihilizm, varoluşçuluk gibi akımları da almayı ihmal etmez. Esas olarak baş karakterimiz, mavili kadın ve saatçi tiplemeleri arasında sıkışmıştır. Sonunda ise, kendini metaforik yönlendirmelerle (mavili kadın, bıraktıktan sonra eline geçen bir kaset gibi) Kaf Dağı'nın ardındaki bir saat kulesinde bulur. Orası da aslında zamanın yönetildiği mistik bir bölgedir. Baş karakterimizin çıktığı yol, esasında mitolojide bir ölümlünün para vererek ilerlediği, cehenneme yani Hades'e varacak olan tehlikeli yolculuğu sembolize eder. Çünkü bu yolculuk, insanları başlangıç son arasında ya da yaşam ölüm arasında bırakır; içindeki kişi gördüğü mitik şeylerden veya metafiziksel olaylardan asla uzaklaşamaz ve hayal dünyasına saplanıp kalır. Yani film, esas olarak sonunda ne olacağı belli olmayan bir gotik filmi gibi ilerlese de, bir araştırmaya odaklanan bir kara film ya da fantastik motiflerle süslenmiş bir fantezi filmi olarak da okunabilir. Tabii bütün oklar, David Lynch ve Michelangelo Antonioni'nin film modellerini gösterir. Mavili kadının (ki mitolojide kayığıyla Hades'e gidenlere yol gösteren Charon olarak da düşünülebilir, esin kaynağı olarak ise David Lynch'in "Mavi Kadife"sine (Blue Velvet, 1986) gitmemizi sağlar) yüzler ve saatler arayarak yaşadığını itiraf etmesi de, soyut bir motif olduğunu rahatlıkla ortaya koyar zaten. Filmdeki 'hayat satma' kavramının ise, bellek dünyasında kolaylıkla kaybolmuş  baş karakterin varoluş yolculuğunun bir motifi olduğu söylenebilir, aynen mavili kadının rüyasından düşen ütü, lamba ve ayna gibi karakter odaklı metaforlar için olduğu gibi ... (Kerem Akça) “SİYAD 40 Yılın Serüveni ”


FİLMİ İZLE 



 

FEDAİ (1990)


Yönetmen: Melih Gülgen Senaryo, Safa Önal Görüntü Yönetmeni: Ergun Özdemir Yapım: Gülgen Film/İhsan Hayal, Melih Gülgen

Oyuncular: Serdar Gökhan, Neşe Aksoy, Nilgün Ersoy, Muhip Arcıman, Kazım Kartal, Yıldırım Gencer, Hikmet Taşdemir, Ünsal Emre

Konu: Polislikten ayrılan Kemal, emniyet müdürlüğünden emekli olan abisinin oğlunun öldürülmesi ile katilleri bulmak ve çeteyi ortaya çıkarmak için gayrı resmi olarak çalışmaya başlar fakat olayların içine girdikçe ne kadar büyük bir batağın içine düştüğünü anlar. Burada kendisinin işten atılmasına sebep olan savcıyla karşı karşıya gelir çünkü çetenin beyni odur.

 

 

ESKİCİ VE OĞULLARI (1990)


Yönetmen: Şahin Gök Senaryo: Yaşar Güner Kamera Hüseyin Ererez, Yapım: Tuğçen Film/Asuman Kuşkonmaz Prodüksiyon Amiri: Cihat Karahan, Müzik: Cahit Berkay, Işık Düzeni: Bayram İlvur, Teknisyenler: Akif Eskici, Doğan Erdoğdu, Set Amiri: Murat Özlük, Yardımcılar: İsmet İlvur, İzzet Yılmaz, Kamera Asistanı: Ahmet Gürkonak, Yönetmen Asistanı: Sevgi Edil, Ses Kayıt: Naci Ismık, Seslendirme Yönetmeni: Ersan Uysal, Efekt: Atilla Ertüz, Ayhan Arlı, Mix: Erkan Aktaş, Laboratuar: Yahya Öztürk, Mustafa Oruç, Baskı: Zekeriya Şahin, Negatif Montaj: Eyüp Yıldız, Kurgu: Mevlut Koçak, Fono Film stüdyosunda hazırlanmıştır

Ouyuncular: Kadir İnanır (Mehmet), Fikret Hakan (Baba), Şehnaz Dilan (Gelin), Levent İnanır (Ali), Menderes Samancılar (Ünal), Filiz Taçbaş (Zelha), Güzin Özipek, Yaşar Güner (Bahri), Cengiz Sezici (Elçi), Nurhan Nur (Anne), Perihan Doygun (Fadime), mKemal Akgün (Koca), İsmail Timuçin (Cemil), Hilkmet Çam (Göçmen), Bekir Demir (Rezzak), Rauf Ozangil (Şarapçı), Bayram İlvur (Şampiyon), Recep Genç (Hasbi), Osman Güleryüz (Şoför), Mustafa Güleryüz (Cavit), Ceylan Güleryüz (Ayşe), Sercan Güleryüz (Küçük oğlan), Özhan Kavuk (Kahveci çırağı),

Konu Filmde, yoksul bir ailenin hayat mücadelesi konu edilir. Ayakkabı tamirciliği yapan bir baba, iki oğluyla beraber çalışır. Baba, büyük oğlu Mehmet’in başka bir işte çalışmasını ister. Mehmet de karısı ve çocuklarıyla beraber pamuk işçiliği yapmaya karar verir. Babasıyla anlaşamayan küçük oğlan Ali de onlarla beraber çalışmaya başlar. Baba ise hep beraber çalışarak paralarını birleştirmeyi, daha sonra da dükkânı yenilemeyi teklif eder. Bunun üzerine bütün aile pamuk toplamaya gider. Yeni bir işe atılan aile için işler plânladıkları gibi gitmeyecektir. (Meltem İşler Sevindi)

KİTABIN ÖZETİ: Topal eskici, Trablus'ta savaşırken sol bacağını kahpe bir İtalyan kurşununa verir. Gençliğinde kundura tamirciliği ve demircilik öğrenmiştir. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra bir süre eskicilik yapar. İşleri gayet güzeldir. Bir zaman sonra kunduracılık üzerine işleri tasarlar. Bunun üzerine Çukurova'nın zengin köylerinden birine göçer. Eskicilikten bıkmıştır. Demir araçların onarımıyla uğraşacaktır. İşler iyi gider, İkinci Dünya Savaşı bitip de renk renk, biçim biçim traktörler akmaya başlayınca Topal'ın işleri bozulur: Memleket ziraatının işi bundan böyle Amerikan makineleriyle görülecekti. Orta Çağdan kalma köhne demirci dükkanlarına ne ihtiyaçları vardı. Köyle ilişiğini keser kentin yolunu tutar. Kent değişmektedir: Yeni apartmanlar, oteller, asfalt yollar…Ve Topal yeniden eskiciliğe başlar. Büyük oğlunun çalıştığı fabrika işi paydos edince ve büyük oğlu üç çocuğuyla ortada kalınca, geçinmek adamakıllı güçleşir. Baba ve iki oğul eskici dükkanında çalışmaktadır ama Dokuz boğazı beslemiyor bu dükkan, zorla değil ya! Babasının küfürlerinden ve başının çaresine baksın sözlerinden bıkan büyük oğul tohumlu pamuk toplamaya karar verdi. Küçük oğul da katılır bu karara Ve hemen düşlere başlar: Kışın ağasıyla kendi hesaplarına açsalar eskici dükkanını. Hiç olmazsa vara yoğa bağırıp çağırması, pis pis küfürleriyle babası yoktur başlarında. İki kardeş, güle oynaya, çalışır akşam Dükkanda kapanıp kalmak zorunda değildirler. Haftada bir iki gün kafaları çekseler, geri kalan günlerde sinemaya, tiyatroya gider; vakit geçirirler. Madem eskicilik fosladı, işi ısmarlamacılığa, toptancılığa dök. Dükkanım var makinem var, kalıplarım her bir şeyim tamam. Eksik olan sermaye mi? diyen Topal, oğullarıyla birlikte pamuk toplamaya giderse, hep birlikte çalışarak gereksindikleri sermayeyi sağlayabileceklerine inanır. Bir sabah boyaları dökük bir kamyon gelir; tekmil mahalle kapılara, pencereler dökülmüştür. Dokuz kişilik aile pamuk toplamak için yola düşer. Sarı sıcak, sivri sinekler; Hepsi sıtmaya yakalanır. Önce Topal başlar şikayete: Ne dedik de geldik buralara? Yazısı da yabanı da bataydı. Bizim harcımız mı bu? Kötü çalışma koşulları, yoksulluk, sıtma aileyi birbirine düşürür: Topal karısı ve kızıyla kente döner. İki oğul güçleri yettiğince dayanırlar. İşin acemisi olduklarından fazla pamuk toplayamazlar. Topladıkları pamuk aldıkları avansın ancak yarısını karşılar. Şimdi ne yapacaklardı? Şehre birkaç kuruş parayla dönüp tekerlekli dükkan açmaktan geçmiş, borçlarını nasıl ödeyeceklerini, bu işin içinden nasıl çıkacaklarını düşünüyorlardı. Bundan böyle küçük oğlu da bugün bulduğunu bugün yiyordu. Sonunda küçük oğul da büyük oğul ve ailesi de, hasta, bitik, nerdeyse ölüm döşeğinde, kente dönerler. Topal'ın babalık duyguları coşar, varını yoğunu çocukları için harcar. Eskici dükkanını olduğu gibi devredip borçlarını öderler. El elde, baş başta kalmıştı. Dokuz kişiye ekmek yediremeyen eskici dükkanı da elden gitmişti.

 


FİLMİ İZLE 




 

DÜŞTE GÖR (1990) 


Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak Yapım: Ferkan Film/Feridun Kete

Oyuncular: Ceylan, Bahadır Tok, Aslıhan Tükel, Turgut Özatay, Ülkü Ülker, Sabahattin Anıl

Konu: Ölüme mahkum olan kardeşini yaşatabilmek için mücadele eden anasız ve babsız bir kızın dramatik öyküsü.

 DÜŞLER ARTIK YETMİYOR  (1990)


Yönetmen: Oğuz Yalçın Senaryo: Oğuz Yalçın, Yasemin Yalçın Görüntü Yönetmeni: Mehmet Gün Yapım: Star Film/Taner Aşkın Yönetmen Yardımcısı: Hamza Baloğlu, Yürütücü Yapımcı: Veli Selman, (Lale Film Laboratuarında hazırlanmıştır).

Oyuncular: Tarık Tarcan, Nilgün Akçaoğlu, Gülben İnal, Ertuğrul Üçel

Konu: Bir üniveristede öğretim üyesi olan erkeğin yıllar sonra asistan olan talebesinin aşk öyküsü.