Powered By Blogger

3 Kasım 2022 Perşembe

 

UZUN İNCE BİR YOL (1991)


Senaryo ve Yönetmen: Tunç Başaran (Dede Korkut'un Deli Dumrul masalıyla "Alkestis" adlı mitolojik öyküden), Görüntü Yönetmeni: Ümit Gülsoy Yapım: Magnum Film/Jale Başaran Kurgu: Bircan Uysal, Müzik: Hasan Yükselir, Kültür Bakanlığı katkılarıyla

Oynayanlar: Tarık Akan, Taner Barlas, Caren Liby, Orhun Seydik, Orhan Çağman, Nevin Aypar, Özcan Özgür, Selma Kutluğ .

Konu: Yıllardır İngiltere'de yaşayan Müşfik (Tarık Akan), İngiliz eşi Mary, oğulları Adem'i sünnet ettirmek için Türkiye'ye getirirler. Ne var ki trafik anarşisinin egemen olduğu vatan topraklarında bir kazaya neden olurlar. Müşfik ve ailesi, yollarda kol gezen Azrail tarafından öldürülmek için izlenmeye başlar.


FİLMİ İZLE 





 

 UZLAŞMA (1991)

Yönetmen: Oğuzhan Tercan Senaryo: Oğuzhan Tercan, Sabahattin Çetin (Gazeteci Abdi İpekçi cinayetinden), Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Yapım: Belge Film/Sabahattin Çetin Kurgu: İsmail Kallkan, Müzik: Zülfü Livaneli , (Kültür Bakanlığı katkılarıyla)

Oyuncular: Halil Ergün, Berhan Şimşek, Nur Sürer, Kutay Köktürk, Salih Kalyon, Reis Çelik, Ayfer Gür

Konu: Berhan (Berhan Şimşek) bir film işi için teklif alır. Ağca’yı oynayacak ve İpekçi(Halil Ergün) cinayeti hakkında çekilen filmde yer alacaktır. Araştırma yapmak için gazeteye gider ve Sema (Nur Sürer) ile tanışır. Sema’dan dönemle ilgili kayıtlar, fotoğraflar,gazete haberleri alır ve bu şekilde rolünü yaratmaya çalışır. Kendisini Ağca’yla özdeştirir ve hafızasını kaybettiğini geriye dönük biçimde cinayetle ilgili detayları hatırlamaya çalıştığını söyleyerek kendi motivasyonunu sağlar. Zamanla Sema’yla aralarında yakınlaşma olur. Aynasında Ağca’nın, İpekçi’nin ve dönemin önemli siyasi kişilerinin fotoğrafları vardır ve kendi kimliğini onların arasında eritmeye çalışır. Aynaya kendi fotoğrafını iliştirir Sema. Sema Ağca’nın önce gazetecilik konusunda öğrencisi sonra da iş arkadaşı olmuş biridir. İpekçi silah kaçakçılığı hakkında araştırma yapmaktadır. Bir şekilde terörün ana damarlarından birinin,onu besleyen şeylerden birinin açığa çıkartılmasının toplumsal uzlaşıyı sağlayacağına ve ülkede artan ölümleri azaltacağına inanmaktadır. Demokrasinin uzlaşıdan geçtiğini düşünmekedir. Ancak yapmaya çalıştığı şey birilerinin ipliğini pazara çıkaracağından rahatsızlık duyanlar sıklıkla tehdit telefonları etmektedir. Profesör Bahri Karamanoğlu’nu öldürdüklerinde arayıp haberi İpekçi’ye telefonla verirler. 13 ilde sıkı yönetim ilan edilmiştir. Memleket karışıktır ve İpekçi geri adım atmaz, haber kaynağından edindiği bilgileri Ankara’ya doğrulatır. Bakanlarla görüşür.İstanbul’a döndüğünde çok kuvvetli bir haber yapmak niyetindedir. Onu tehdit eden insanlar gazetenin içine kadar sızmış, onun telefon defterine, arabasının anahtarına kadar çalabilmiştir. Ağca tarafından arabasının sağ tarafından bir şarjör mermi boşaltılarak öldürülür. Sol taraftan da iki kurşun sıkmıştır Olcay. Berhan prova yapar oyuncak bir tabancayla, bu şekilde katille özdeşmiştir. Dönemin bakanları, önemli siyasi kişileri cinayet hakkında konuşurlar. İpekçi cinayeti aydınlatılmaz.

ÖDÜL:

 4. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1992)

► Oğuzhan Tercan, Umut veren yeni yönetmen.

 Siyad (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde

►"3. Film"

►Oğuzhan Tercan "Umut Veren Yeni Yönetmen".

 KÜltür Bakanlığı "Sinema Başarı Ödülü". (1992)

 28. Antalya Film Festivali'nde "Jüri Özel Ödülü".

& Uzlaşma filmi bizlere unutulmaz gazeteci Abdi İpekçi’nin 1970 lerin sonunda ülkeyi kana bulayan terör eylemlerinin kurbanı olarak öldürülmesini anlatıyor. Yakın tarihin siyasal toplumsal olaylarının perdeye gelmesi, filmlere veya "Demirkırat" gibi TV dizilerine konu olması, son derece onayladığımız bir tavır. Bu, sinemamızın toplumsal gerçeklerden uzak bir "gül bahçesi" konumundan çıkıp ayaklarını yere basmasını getireceği gibi, genelde "unutkanlık" denen ileten "mustarip" olan bir toplum için de gerekli bir şey.

Yardımcı/senaryocu Sabahattin Çetin ile yönetmen Oğuzhan Tercan, bunun için ilk bakışta ilginç gözüken bir yöntemi seçmişler. Doğrudan doğruya İpekçi ve katili Mehmet Ali Ağca'nın öyküsünü anlatmak yerine, bir filmde Ağca rolünü oynamak üzere hazırlanan bir genç adamı öyküye sokarak, geçmişle bugün arasında bir köprü kurmaya çabalamışlar. Bu zamansal gelgit içinde, ayrıca dönemin politikacılarına da, zaman zaman gözüküp "cinayet" ve o dönem üzerine fikirlerini söylemeleri fırsatı verilmiş. Klasik dramatik anlatımı parçalayan, bir yerde Brecht'çi bir tavır içeren, dünya sinemasında sıkça denenmiş, bizde de diyelim ki Atıf Yılmaz'ın Adak filminde denemiş olduğu bir tutum bu ...

Böyle bir yöntem, baştan anlaşılır, giderek onaylanır. Çünkü en azından, gerek siyasal toplumsal açıdan, gerekse maddi ve teknik olanaklar açısından, sinemamızın, gerçek bir "İpekçiAğca" filmi çekmesi henüz kolay değildir. Ne bu cinayetin gerçek içyüzünübir sinemacı olarak bilme, sergileme ve yorumlama olanakları vardır ne de filmi stilizasyondan kurtarıp gerçek bir drama olarak çekme olanakları ...

Bu açıdan bakıldığında, yöntem doğrudur, yerindedir. Bu yöntem seçildiğinde ise, reklamcılıktan geldiği belirtilen Oğuzhan Tercan'ın bu ilk filminde, seçtiği iki temel tavır olan Amerikan tarzı bir anlatım ve üslupçu, simgesel, stilize bir sinema dili öğelerine uygun bir çalışma ortaya koyduğu söylenebilir.

Kuşkusuz film bu haliyle, tümüyle doyurucu da değildir. Yakınında bulunanlar söylüyorlar: Abdi İpekçi, filmdeki Abdi İpekçi değildir. O gazete atmosferi, Milliyet de değildir, herhangi başka bir gazete de ... Mehmet Açar'ın Nokta'daki güzel yazısında belirttiği gibi, film bir tür "videoklip" estetiğine boyun eğmiş gibidir ve siyasal bir sinema yapmayı denyen Godard, Rosi, Angelopoulos gibi ustalar, gerçekten de işe "kitlelerin alışık olduğu sinemasal kişileri yerle bir etmekle" başlamaktadırlar.

Yine de ben, filme biraz haksızlık edildiği görüşündeyim. İlk filmini yapan bir yönetmenden, giderek seyircisiz ve salonsuz kalmış sinemamızda seyirciye biraz olsun ulaşmaktan başka hedef düşünemeyen hiçbir yönetmenimizden, Godard veya Angelopoulos gibi radikal bir tavır bekleyemeyiz gibime geliyor. Sinemamızın içinde bulunduğu koşullar ise, "gerçek" bir Abdi İpekçi filmi yapılmasını da baştan engelliyor. Geriye film kalıyor. Filmi sanırım Abdi İpekçi Ağca üzerine olabilecek, yapılabilecek filmlerden yalnızca biri olarak ele almak gerekiyor.

Yapımcılarının da açıkladığı gibi, bu tam bir "İpekçi portresi" değil. Ağca da (fiziksel benzerlikten başlayarak) tam anlamıyla Ağca değil. Ben bu filmi, bir yandan yakın geçmişte yaşadığımız ve her türlü politik sömürülerin dışında, "1980 öncesine mi dönelim?" teranelerinin dışında, gerçekten de bilmemiz ve anlamamız gereken bir döneme getirdiği yaklaşım açısından oldukça önemli buluyorum. Aynı. İpekçi/Ağca ikilisini koşut yürüyen bir Öykü içinde işlemesi, ikisi de artık siyasal tarihimize geçmiş onca farklı bu kişiliklere, bu "cellat ve kurbanı" ilişkisine getirdiği yaklaşım da ilginç geldi.

"Reklam estetiğine, kamera kaydırmalarına ve planları bu yolla bağlamaya meraklı olan ve fılmini Livaneli'nin başarılı müziğine fazlaca yaslayan Oğuzhan Tercan kimi tiklerinden kurtulabilirse, iyi bir sinemacı olabilir. Başta Halil Ergün, oyuncuların oyunu (giderek çok zor bir roldeki Berhan Şimşek'in çabası) da belli bir düzeyin üzerine çıkıyor.

Uzlaşma, bu haliyle aslında çok yoksul olan siyasal filmler dağarcığımıza ilginç bir katkı, görülmesi, eleştirilmek için bile olsa görülmesi ve üzerinde konuşulması, düşünülmesi gereken bir bir film. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 145”


FİLMİ İZLE 



 

UMUTSUZ YOLLAR (1991) 


Yönetmen: Yücel Uçanoğlu, Senaryo: Hasan Kayıhan, Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi Yapım: Neca Film/Ethem Çakır


Oyuncular: Fulden Uras, Sandra Amproz, Adem Kırca, Ethem Çakır

KONU: İstanbul'a gelen turist bir kızla evlenip Almanya'ya giden bir Türk gencinin aşk öyküsü...

Ancak aşık genç, bu mutlu beraberlikten sonra, yabancı ülkede uyum sağlayamayıp Türkiye'ye döner .

 

 

UMUT HEP VARDI (1991) 

Senaryo ve Yönetmen : Bilge Olgaç, Görüntü Yönetmeni: Hüseyin Özşahin, Yapım: Aile Sağlığı Vakfı/Vehbi Koç Kurgu: Necdet Tok, Yardımcı Yönetmen: Ali yaylı Işık Şefi: Zafer Kutlu, Oyuncular: Kadir İnanır, Özlem Savaş, Ali Yaylı, Bülent Bilgiç, Yaşar Güner, Ülkü Ülker, Canan Hoşgör, Muhlis Asan

KONU: Sarıkamış bölgesinde çekilen film doğum sırasında ölen anne ve çocuklarla, acı sonuçlar üzerine kurulu öyküsüyle özellikle kadın sorunlarına eğilen Bilge Olgaç’ın karakteristik filmlerinden biri...

Yoksul, geri bırakılmış bir Anadolu köyünde ebelik yapan Kiraz’ın mücadelesi... Kiraz umut ve heyecanla başladığı görevinde altı ayda pes eder. Tanık olduğu koyu cahillik, yanlışlar ve beklediğinden de çetin geçecektir yerleşik inançlara karşı duramayıp köyden ayrılmaya karar verir. Tek destekçisi köyün katı ve korkutucu görünüşlü yalnız adamı Şahan’dır. Genç ebeye gizli bir aşkla bağlı olan Şahan Kiraz’ı Dr. Engin’in de yardımıyla gitmekten vazgeçirir. Kiraz’ın en zor savaşı çocuğu yaşındaki bir kızla evlenen Bahtiyar Ağa ile olacaktır.

FİLMİ İZLE 


 

ULA ULA NİYAZİ (1991) 


Yönetmen: Mehmet Ezici, Senaryo: Fuat Kalkan, Mehmet Ezici, Görüntü Yönetmeni: Ferhat Bakır, Yapım: Doruk Sanat Merkezi / Aygün kara

Oyuncular: Erkan Ocaklı, Sibel Gökçe, Gurbetçi Nazo, Kâzım Kartal, Turgut Özatay, Yadigâr Ejder, Tülây Taştan, Akın Kap, Zekeriya Dede

Konu: Filmde, hapisten çıktıktan sonra kendine yeni bir hayat kurmak isteyen bir adamın hikâyesi anlatılır. Bir süredir hapiste olan Niyazi tahliye olur. Eski patronu adamlarıyla beraber Niyazi’yi karşılar ve daha sonra mekânına götürür. Kendisi gibi diğer mafya babaları da Niyazi’nin dönüşünü beklemektedir. Yeni girecekleri bir eroin işinde Niyazi’nin çalışmasını isterler. Ancak Niyazi, kendine yeni bir hayat kurmayı tercih edecektir. (Meltem İşler Sevindi).

 

TANRI ŞAHİDİMDİR (1991) 


Yönetmen: Cevat Okçugil, Senaryo: Gazanfer Dirlik, Görüntü Yönetmeni: Halil Kırlangıç, Yapım: Yaşam Film/ Gazanfer Dirlik

Oyuncular: Teoman Ayık, Güler Yaman, Songül Beyçe, Behçet Nacar, Meltem Berent, Kadir Savun, Kâzım Kartal

Konu: İdama mahkum edilen bir sabıkalının öyküsü.

 

SUYUN ÖTE YANI (1991)

Yönetmen: Tomris Giritlioğlu Senaryo: Feride Çiçekoğlu, Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz, Yapım: TRT Ankara Televizyonu/ Meral Babacan Sanat Yönetmeni: Nihal Koldaş, Müzik: Yeni Türkü, Ses: Ayşegül Güngör, Kurgu: Bilge Can, Yapım Yardımcıları: İsmet Danyıldız, İdris Emektar, Devamlılık Yazmanı: Nilgün Seren, Kamera Asistanları: Erol Yazıcı, Mahmut Özgün, Sanat Yön. Yrd.: Eşber Güvenç, Işık: Süleyman Çekiç, İrfan Dağtaşoğlu, Candemir Gökşin, Set Amiri: Erdal Sümer, Set Ekibi: Ertan Sımsıkı, Mehmet Yaşa, Efektör: Murat Karahüseyinoğlu, Jenerik: Hilmi Güver, Hüseyin Kayıkçılart, Fotoğraf: Mehmet Gökağaç, Kuaför: Murat Yurdagül, Kostüm: Ahmet Delialioğlu, Ses Kayıt: İlhami Büyüktuna, Laboratuar: Ankara TV, Sorumlu: Gülseren Öz, Renk Düzeltme: Doğan Yıldız, Negatif Kurgu: Rabia Erat, Film Baskı: Emin Fındıklı, Film Yıkama: Rasim Saraç, Yener Tomaç, İsmail Yavuz, Proses Kontrol: Mustafa Polat, Ahmet Başaran, Ulaştırma: Yusuf Zorlu, Murtat Duman, Menderes Polat

Oyuncular: Nur Sürer (Kadın), Selçuk Yöntem (Adam), Meral Çetinkaya (Sıdıka), Uğur Polat, (Yunanlı avukat) Halil Ergün (Arap Mustafa), Pıtırcık Akerman (Gelin), Oktay Kaynarca, Deniz Danışmanlar: Uras Soley , Zafer Aldemir, Feride Çiçekoğlu, Koreoraf: Cihan Yöntem, Dansçılar: Ertan Şanal, Ertuğrul Polat, Volkan Kıran, Serhat Elifler, Murat Koman, Bengi kazak, Ayşe Fideanlık, Arzu Dirin, Özge Kınıklı, Başak Köklükaya, Ebru Törüner, ,

KONU: Genç bir çift Cunda adasına tatile giderler. Yıl 1983. Kaldıkları pansiyon, 1924 yılında Girit'ten göç eden Sıdıka Hanıma aittir. Pansiyonda kalan insanların unuttuğu kitapları biriktiren Sıdıka hanımın pansiyonunda çekmecenin içinden bir kitap çıkar. Genç çift kitabın arasında bazı notlar bulur. Cunta döneminde Yunanistan'dan kaçmış bir avukatın anılarıdır bunlar. Kitapta avukatın dostu Arap Mustafa'yı aramaya koyulurlar, Arap Mustafa bir evde tek başına yaşamaktadır. Kimseyle konuşmaz. Sıdıka hanımdan başka. Sıdıka hanım, Mustafa'nın gençlik aşkıdır.



 

SONSUZA YÜRÜMEK (1991)


Yönetmen: Mesut Uçakan, Senaryo: Üstün İnanç, Mesut Uçakan, Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak, Müzik: Özkan Turgay Yapım: AtlasNehir İletişim Kurgu: Necdet Tok, Sanat Yönetmeni: Hatice Öncül, Yönetmen Yardımcısı: Aynur Başgök, (Şafak Film laboratuvarında hazırlanmıştır)


Oyuncular: Gamze Tunar, Nilüfer Aydan, Efgan Efekan, Halûk Kurdoğlu, Akın Tunç, Hicran Güney, Murat Soydan, Ünsal Emre, Funda Birtek, Mesut Çakarlı, Ayşe Karaali, Pelin Karahan


Konu: Filmde, bir kadının dini inancı yüzünden yaşadığı zorluklar anlatılır. Tıp fakültesinde öğrenci olan Serpil, başörtüsü takıp namaz kılmaya başlar. Bunun üzerine ailesi Serpil’in akli dengesini kaybettiğini düşünür ve onu bir kliniğe kapatır. Serpil’in arkadaşının amcası Doktor Murtaza durumu sağlık bakanlığına haber verir. Bunun üzerine müfettişler kliniği denetler. Serpil’in haksız yere gözetim altında tutulduğunu tespit ederler. Serpil, klinikten çıkar ve ailesinin evinden ayrılır. Arkadaşlarının yanına bir öğrenci evine yerleşir. Serpil üniversitede yaşanan yasaklara karşı mücadele etmeye çalışacaktır. (Meltem İşler Sevindi)

.

ÖDÜL:

 4. Ankara Uluslar arası Film Festivali’nde (1992)

►En iyi 2. Film

►Meral Çetinkaya “ En İyi Oyuncu

11. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde (1992)
    ►Mesut Uçakan “En iyi yönetmen”
    ►Jüri Özel Ödülü

& Yalnızız, Peyami Safa’nın çok güzel bir romanının adıydı. İslamcı Yönetmen Mesut Uçakan, geçen yıllarda çevirdiği Yalnız Değilsiniz fılminin adını bu romandan mı esinlenerek koydu, bilmiyorum. "Türban sorunu"nun gündemde olduğu dönemde gösterime çıkan bu film, Türkiye çapında büyük bir seyirci kitlesine ulaştı ve şimdi ikinci bölümü Sonsuza Yürümek adıyla sinemalarda ...

İslamcı sinemanın son yıllardaki ürünlerini görmeye pek fırsat bulamamıştım. Bu kez gidip izledim. Bu film, İslamcı sinemanın ve genelde tüm 'tez filmleri'nin olduğu gibi bir sinea olaayı oluşturmuyor. Daha çok toplum bilimsel bir çerçeveden bakılmayı gerektiriyor. Kendisine İslamcı adını takan bu tür bir sinemadan, kendi adıma hiçbir zaman rahatsızlık duymadım. 1973-74'ten başlayarak çeşitli yazı, eleştiri ve konuşmalarımın (gerek benimle yapılan konuşmalar, gerekse benim örneğin Yücel Çakmaklı'yla yaptığım konuşmalar) tanıklık edeceği gibi, bu tür sinemayı hep hoşgörüyle karşıladım. Hollywood Tevrat'a da, İncil'e de az yatırım yapmamıştı. Onca yıl izleyip durduğumuz Haçlı Seferleri, Evamiri Aşere (sonradan 10 Emir). Ben Hur, Zincirli Köle, Peygamberler Tarihi  The Bible vb. filmlerde, dinlerin kutsal kitapları, inançları ve propagandaları, bu parlak üstün yapımların dokusuna ustalıkla yerleştirilmişti. İslam niçin aynı şeyi yapmasın ki?

Üstelik İslam'ın sinemayı kullanması, başlı başına bir reform olarak görünmüştü bana... "Suret yasağının yüzyıllar boyu tüm plastik sanatları güdük bıraktığı, daha düne kadar belli çevrelerde sinemanın 'günah olduğu' fikrinin varlığı düşünüldüğünde, İslamcı inanç ve düşüncenin, teknolojinin öz çocuğu olan bu en yeni sanattan yararlanması ve giderek kendi sinemacılarını yetiştirmesi, Marshall Mac Luhan'ın medya teknolojisinin maddi yapısına verdiği önemi anımsatır biçimde, mesajın kendisinden bile daha önemli bir olguydu, tam bir gelişmeydi.

Yücel Çakmaklı'nın açtığı yoldan giden İslamcı sinema, Türk sinema tarihine önemli filmler bırakmadıysa da, bu filmlerde kendi özlemlerini, sorun ve sorunsallarını bulan kitlelere çekici geldi, belli bir işlev gördü, özellikkle son dönemde ise Türkiye'nin gündemindeki belli olaylarla kurdukları koşutluk sayesinde, bu filmler azımsanamayacak bir seyirciye ulaştılar.

Ancak Beşiktaş Mıstık Sineması'nda 10 I5'i aşmayan sayıda seyirciyle filmi izlerken, İslamcı sinemanın sonunun mu geldiğini kendi kendime sordum. Uçakan'ın sinemasında belli bir gelişme vardı kuşkusuz. Ancak film, yine bu tür filmlere özgü şematizmi ve katılığı da koruyordu. O faşist tavırlı kürsü hocalarına, o bir günde namaza niyaza duran kumarcı 'sosyete kadınları'na inanma olanağı pek yoktu.

 Ama filmin bu kez seyirci çekememesinin nedenleri başka yerdeydi. Türkiye' de çok şey öylesine hızla değişmiş ve değişme yoluna girmişti ki... Ekim 1990'da parlamentodan geçen (ve bu kez Cumhurbaşkanından veto yemediği için kesinleşen) yasa, artık 'türban yasağını fiiliyatta kaldırıyordu. Olay, en azından ülkenin gündeminden çıkmış, ilk filmin ulaştığı yüz binler, bu durumda artık bir hayal olmuştu.

Bu olaydan çıkarılacak dersleri ayrıca belirtmeye gerek var mı? Elbette ki yasaklarla bir yere varılmıyor. Olsa olsa kitleler kışkırtılıyor, tepkiler kamçılanıyor', sonunda istenenin tam tersi noktalara geliniyor. Yasaklar kalktığı oranda ise dünün kızgın, kışkırtılmış ve eyleme yönelmiş kitlelerini ara ki bulasın!... Bu arada bir tür İslamcı sinema da kolay ve hazır bir seyirciden oldu. Ama yalnızca kendilerini yalnız bırakılmış hissedenlerin sırtlarını sıvazlayıp "yalnız değilsiniz" mesajını vermek, kendisine İslamcı sinema adını takmış bir sinema için hafif bir amaç kalmıyor mu? Eğer yalnızca konjonktürel olaylarla değil gerçek ve kalıcı biçimde Türkiye'nin gündeminde olmak istiyorsa bu sinemanın daha boyutlu, derin ve tartışmacı yapıtlar ortaya koyması gereği açık değil mi? “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 138”

 

 

SİYABEND İLE HECO (1991)  Siyabendü Xece” 

Yönetmen: Şahin Gök, Senaryo: Hüseyin Erdem, Görüntü Yönetmeni: Kemal Seydo, Yapım: Senar Film/Senar Turgut

Oyuncular: Tarık Akan (Siyabend), Mine Çayıroğlu (Xece), Yaman Okay (Qeda), Murat Soydan (Bezirgan), Mesut Çakarlı (Küçük Siyabend), Menderes Samancılar (Siyabend'in amcası), Kâzım Kartal (Ağa), Duygu Ankara (Siyabend'in teyzesi), Yılmaz Erdoğan (Siyabend'in abisi), Hülya Erçel (Siyabend'in annesi), Orsel Sonat, Metin Çekmez (Hesinkar), Cengiz Sezici Siyabend'in abisi), Mustafa Suphi Baltacı

Konu: Kürt mitolojisinde yer alan iki gencin aşk hikâyesi.

 

FİLMİ İZLE 



 

SENİ SEVİYORUM ROSA (1991)


Senaryo ve Yönetmen: Işıl Özgentürk, Eser: Sevgi Soysal (“Tante Rosa” adlı romanından uyarlama) Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay Yapım: Asya Film/Ali Özgentürk  Christa Saredi (Zürih) Ortak yapımı Kurgu: Mevlüt Koçak, Müzik: Thesia Panayiotou, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler,

Oyuncular: Sumru Yavrucuk, Mahir Günşıray, İsmet Ay, Halil Ergün, Kutay Köktürk, Taner Barlas, Mehmet Atak, Güzin Özipek, Müjdat Gezen, Gülümser Gülhan, Güzin Özyağcılar, Kutay Köktürk, Sedef Bediz, Hande Meşe (Küçük Rosa), Alişan Çapın(Hayal Prensi), Konuk Oyuncular:, Ayla Algan, Yaman OKay, Selçuk Erez, Ali Sirmen, Refik Durbaş, Mustafa Göçmen,

KONU: "Almanya'nın küçük bir kasabasında yetişmiş Rosa, onbir yaşında babasının ölümü üzerine, annesi bir başkası ile evlenir ve rahibeler okuluna verilir. Bedenin arzularına gem vurmadığı gerekçesi ile okuldan çıkarılır. 1. Dünya savaşı bittiğinde. komşu oğlu Hans tarafından ayartılınca 'namusu kirlenmiş bir kız olmamak için Hans ile evlenir. Evlendiğinin yedinci yılında üçüncü çocuğunu yeni doğurmuşken, yaşadığı gelenek görenek delisi kasabadan kaçar. Kilise tarafından aforoz edilir. Büyük kente gelir, gazete satıcısı olur. Bir müzisyenle yaptığı evlilikten iki çocuğu olur. Keman çalan kocası ölünce, II. Dünya savaşının telaşlı günlerinde üçüncü defa evlenir. Kocası cephede iken aşıklar edinir. Eski eşya satıcılığı, pansiyonculuk, hela bekçiliği, randevuevi kasiyerliği yaparak yaşamakta ısrar eder: Hep prensler beklemiştir, kendini düşes olarak görür; yaşlı ve yoksuldur, sokaklardan topladığı boş şişeleri satar. Ölüsü sokakta kalır. Bundan sonra çocukları ve son erkeği Mathes bulunur. Cesedi yakılır külleri vazo içinde Mathese verilir. Bir gün Rosa’dan kalan tek miras kedilerinden biri vazoyu devirir, diğeri ise dökülen küllerin üzerine işer.

"Düşsel, romantik, eski kartpostal estetiğine yakın, nostaljik Beyoğlu ve Levantenler, azınlıklar temalarını yapay ve özentili bir albüm şeklinde görüntüleyen film, karşımıza bir başka temelde problemli ve problematik kadın kişiliği çıkarır.

Evet, Rosa'yı biz de sevdik. Bir kadın olarak, bir kişilik olarak... Çok erken yaşta yitirdiğimiz Sevgi Soysal'ın tüm bir yaşam deneyiminden, bir kadın, bir aydın, duyarlı bir sanatçı olarak yaşam deneyiminden süzülüp gelmiş ilginç, kişisel, sinemalaştırılması neredeyse düşünülemez bir romandı Tante Rosa. Bu romanı sinemalaştırmak bile, ilginç bir çaba, neredeyse bir meydan okuma ...

 

İstanbul' da bir "azınlık mensubu" olarak doğup büyüyen ve yine bu kentte ölen Rosa, yaşamı gerçekler ile düşler arasında bölünmüş bir kadın. Onun yaşamında gerçek kişilerden çok, daha çocukluk düşlerinde gözüken "yakışıklı prens", gaipten haber veren falcılar, gündüz gözüyle görülen düşler yer tutuyor. Rosa, yaşamını düşlerle örüyar, hayallerin gergefinde dokuyor, yaşamın katı gerçeklerinden kaçıp rüyalara sığınıyor. Bu yüzden, fılmde en azından üç falcı kadın, gerçek ile düş arasında gidip gelen sahneler, simge kişiliklerle dolu bir anlatım var.

Işıl Özgentürk, bu ilk sinema deneyiminde özellikle iki yönetmenden esinlenmiş görünüyor: Özellikle Fellini (filmin tiyatroyla, sahneyle, büyüyle ilişkili hemen tüm ilk yarısı) ve Bunuel. Düş sahnelerinde Bunuel etkisi olduğu gibi, özellikle bir sahnede bu çok belirgin:

Rosa'nın gerdek gecesi sabahı, pencere camını kırıp çıplak göğsünü dışarıya teşhir ettiği sahne, sanki Tristana'dan fırlamış ...

Bu etkileri belirtmem, eleştirmek amacıyla değil. Böylesine büyük ustalardan etkilenmek bir kusur değil, bir erdem. Yönetmenlik denen belalı çabanın başlangıcında bu ustalardan etkilenmemek mümkün mü zaten? Işıl Özgentürk, Rosa'nın yaşamını bizlere birbirinden güzel, estetik, şık görünümlü tablolar halinde sunuyor. Bu film, insanda yaprakları birer birer, yavaş yavaş çevrilen, ilginç kartpostallarla süslü bir albüm izlenimi bırakıyor. Rosa'nın yaşamını, bu albümün tabloları (veya kartpostalları) aracılığıyla izliyor, onun umuttsuz biçimde aşkı arayışını, bu kentin karmaşık kültürü içinde yitip gidişini, hayal kırıklıklarından düşlere sığınışını belli bir estetik keyifle izliyoruz. Bir tür yerli Cabiria'nın Geceleri veya Ruhların sülyet’i var karşımızda .

Ancak Seni Seviyorum Rosa, garip bir biçimde, hiçbir anında bir film izlenimi bırakmıyor bizde. En azından, klasik film anlayışımız dahilinde bir film demeliydim. Bu, daha çok isteyeerek alışılmış anlatım kalıplarını, kurgu bağlantılarını, kamera hareketlerini bir yana iten, statikliği bilinçli olarak seçmiş bir deneme olarak gözüküyor.

Burada belki üçüncü bir etkiden, Alman ekolünden söz etmek gerekiyor. Gerçekten de Özgentürk'ün, Fellini çağrışımları içeren bir konuyu Fellini gibi barok, süslü, coşkulu bir siinema diliyle değil de, örneğin Fasbinder, ama özellikle Syberberg gibi klasik dramaturjiyi bir yana iten, sahnelerini bağımsız tablolar gibi düşünüp çeken bir anlayışla anlatması, belki de üçüncü bir esin kaynağı olarak yorumlanabilir.

Seni Seviyorum Rosa, bu açıdan klasik anlamda başarılı bir film değil. Çünkü klasik anlamda bir fılm olmaya sıvanmamış. Bu estetik kartpostallar albümüne belli ölçüde hayat veren, kusursuz bir ışıklandırma ve görüntü yönetimi çabasının yanı sıra oyuncular oluyor. Sumru Yavrucuk'un bizce yetersiz bir senaryaya karşın verdiği oyun ve yarattığı inandırıcılık olağanüstü. Hepsi değilse de, birçok oyuncu için de aynı şey söylenebilir. Yunan kökenli müzik ise biraz da azınlık İstanbul'unun tarihi olan bu film için çok uygun.

Seni Seviyorum Rosa, yineleyelim, bu açıdan klasik anlamda başarılı bir film değil. Ancak filmin istenerek oluşturulmuş farklı bir yapısı, değişik bir tadı var. "Eski ağza yeni taam" arayışı içinde olanlar mutlaka görmeli. “Atilla Dorsay, Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 134”

 Ankara Film Festivali’nde (1992)

► “En İyi 3. Film”

►İsmet Ay “ En iyi yardımcı oyuncu”

►Thesia Panayiotou “En iyi müzik”

►Ertunç Şenlkay “En iyi g örüntü yönetmeni”

 11. İstanbul Film Festivali’nde (1992)

►Jüri Özel Ödülü

► Kültür Bakanlığı “Sinema Başarı Ödülü”



 ÖLÜMÜ YAŞAMAK (1991) 

Senaryo ve Yönetmen: Nejat Gürsoy, Görüntü Yönetmeni: Ferhat Bakır, Yapım: Yaşam Film/Gazanfer Dirlik

Oyuncular: Süreyya Mertoğlu, Teoman Ayık, Mehmet Ezici, Nilgün Can, Kâzım Kartal, Meltem Berent, Ünsal Emre, Gülşah Dilek,


Konu: Cinayetle sonuçlanan bir şoförün öyküsü

 

MEMÜ ZİN (1991)



Yönetmen: Ümit Elçi, Senaryo Hamza Özbal, Ümit Elçi, Görüntü Yönetmeni: Salih Dikisçi; Müzik: Mazlum Çimen Yapım: Aksiyon Yapımcılık/ Kadir Yılmaz Kurgu: İsmail Kalkan, Sanat Yönetmeni: Suna Çiftçi, (Kültür Bakanlığı katkılarıyla).

Oyuncular: Füsun Demirel (Dadı Hayzehun), Halil Ergün (Zeyndin Bey), Yalçın Dümer (Mem), Meltem Doğanay

 

 (Zin), Levent Güner (Tajdin), Eser Giray (Siti), Erdal Gülver (Beko)

 ÖDÜL:

Kültür Bakanlığı Sinema Başarı Ödülü (1992)

Konu: Film günümüzde bir Nevruz şenliği sırasında ellerinde meşaleler bulunan erkeklerin yamaçtan aşağı inip Demirci Kava’yı canlandıran kişinin etrafına toplandıkları görkemli bir sahneyle açılıyor. Şenlik sürerken bir dedenin etrafına toplanan delikanlılar ondan Nevruz kutlamasının anlamını, ardından da "Mem ve Zin"in masalını dinliyor. Botanlı "bey soyundan iki yiğit", Mem ve Tajdin, Zeyndin Bey’in güzeller güzeli iki kız kardeşi Zin ve Siti’nin kılık değiştirip Nevruz şenliğine katılacaklarını haber alınca aynı yöntemi uygulayıp onları görmeye karar veriyorlar. Oğlan kılığında iki kızla, kadın kılığında iki delikanlı karşılaşır karşılaşmaz birbirlerine aşık oluyor. Ardından gelişen ve geleneklerce şekillenen olaylarda Tajdin ve Siti evleniyor ama zalim Beko yüzünden Mem zindana atılıyor, Zin üzüntüsünden yatağa düşüyor. Bütün aşk masalları kavuşamayan, kötüler tarafından ayrılan, öldürülen, intihar etmek zorunda kalan aşıklar üzerinedir.

Not: Ehmede Xani’nin “Ahmmedi Hani” isimli eserinden.

4 Üç yüz yıl öncesine dayandığı söylenen "Mem ve Zin" destanının beyazperde uyarlamasının ana mekanı Hasankeyf. Kayalara oyulmuş bu eşsiz Artuklu kenti, mağaraları ve Dicle manzarasıyla gayet iyi değerlendirilmiş. Güneydoğu Anadolu bölgesine aşina olanlar birkaç sahnede Midyat sokaklarını, dantel gibi işlenmis taş işçiliğini hemen tanıyabilir. Korunmuş tarihi eserler sanat yönetmeninin işini oldukça kolaylaştırmış olmalı. Ancak dekor ve kostüm bir tarihi destandan beklendiği kadar değil.

"Mem ve Zin" destanının aslı nasıldır bilemem ama senaryo ve karakterleri Şekspiryen izler taşıyor. Shakespeare karakterleri gibi kılık değiştirip dolaşıyorlar. Zin’in sevecen dadısı Hayzehun Jülyet’in dadısına (Romeo ve Jülyet), Zin’in ağabeyi Zeyndin Bey’in zalim kahyası Beko Iago’ya (Othello) çok benziyor.

Genel olarak özenle gerçekleştirilmiş bir yapım "Mem ve Zin". Eğer kostümlü filmlere itirazınız yoksa sıkılmadan izlersiniz. Ancak çok durağan oluşu sabrımızı zorluyor. Neredeyse yarı yarıya kısaltmak mümkün. Aşıkların oturarak, yatarak, sabit bir noktaya bakarak acı çektiği sahneler çok sık yineleniyor.



FİLMİ İZLE 




 

KURTOĞLU (1991)


Yönetmen: Yücel Çakmaklı, Senaryo: Yusuf Özarslan, Cem Ertürk'ün çizgi romanından Görüntü Yönetmeni: Hüseyin Özşahin Yapım: TGRT Kurgu: Necdet Tok Sanat Yönetmeni: Özkul Eren, Müzik.: Ruhi Ayangil,


Oyuncular: Serdar Gökhan, Sezer Güvenirgil, Yılmaz Köksal, Gürcan Sarısoy, Macit Flardun, Lütfi Seyfullah, Aslı Janet, Sühan Baydar, Zekeriya Gümüş, Mehmet Samsa, Mehmet Uğur, Regaip Yakarlar, Cihan Alp, Süheyl Eğriboz, Karga Kemal


Konu: Olaylar Osmanlı İmparatorluğu'nun Oruç Reis döneminde geçer. Kurtoğlu, köyleri basılarak annesi, babası ve nişanlısını öldüren Sen Jan Şovalyelerinin peşine düşer. İntikam peşinde koşan Kurtoğlu, Ali Osman Efendi'yle tanışınca tüm dünyası değişir. Ali Osman Efendi'nin öğütleriyle ufku açılır. Dergahta tasavvuf öğrenir, kılıç ustalarından Hafız'la tanışır. Oruç Reis, Venediklilerin eline esir düşünce Kurtoğlu, Hafız'la birlikte görevlendirilir, Venedik zindanlarında esir olan Oruç Reis'i kurtaracaklardır.