Powered By Blogger

3 Kasım 2022 Perşembe

 

SONSUZA YÜRÜMEK (1991)


Yönetmen: Mesut Uçakan, Senaryo: Üstün İnanç, Mesut Uçakan, Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak, Müzik: Özkan Turgay Yapım: AtlasNehir İletişim Kurgu: Necdet Tok, Sanat Yönetmeni: Hatice Öncül, Yönetmen Yardımcısı: Aynur Başgök, (Şafak Film laboratuvarında hazırlanmıştır)


Oyuncular: Gamze Tunar, Nilüfer Aydan, Efgan Efekan, Halûk Kurdoğlu, Akın Tunç, Hicran Güney, Murat Soydan, Ünsal Emre, Funda Birtek, Mesut Çakarlı, Ayşe Karaali, Pelin Karahan


Konu: Filmde, bir kadının dini inancı yüzünden yaşadığı zorluklar anlatılır. Tıp fakültesinde öğrenci olan Serpil, başörtüsü takıp namaz kılmaya başlar. Bunun üzerine ailesi Serpil’in akli dengesini kaybettiğini düşünür ve onu bir kliniğe kapatır. Serpil’in arkadaşının amcası Doktor Murtaza durumu sağlık bakanlığına haber verir. Bunun üzerine müfettişler kliniği denetler. Serpil’in haksız yere gözetim altında tutulduğunu tespit ederler. Serpil, klinikten çıkar ve ailesinin evinden ayrılır. Arkadaşlarının yanına bir öğrenci evine yerleşir. Serpil üniversitede yaşanan yasaklara karşı mücadele etmeye çalışacaktır. (Meltem İşler Sevindi)

.

ÖDÜL:

 4. Ankara Uluslar arası Film Festivali’nde (1992)

►En iyi 2. Film

►Meral Çetinkaya “ En İyi Oyuncu

11. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde (1992)
    ►Mesut Uçakan “En iyi yönetmen”
    ►Jüri Özel Ödülü

& Yalnızız, Peyami Safa’nın çok güzel bir romanının adıydı. İslamcı Yönetmen Mesut Uçakan, geçen yıllarda çevirdiği Yalnız Değilsiniz fılminin adını bu romandan mı esinlenerek koydu, bilmiyorum. "Türban sorunu"nun gündemde olduğu dönemde gösterime çıkan bu film, Türkiye çapında büyük bir seyirci kitlesine ulaştı ve şimdi ikinci bölümü Sonsuza Yürümek adıyla sinemalarda ...

İslamcı sinemanın son yıllardaki ürünlerini görmeye pek fırsat bulamamıştım. Bu kez gidip izledim. Bu film, İslamcı sinemanın ve genelde tüm 'tez filmleri'nin olduğu gibi bir sinea olaayı oluşturmuyor. Daha çok toplum bilimsel bir çerçeveden bakılmayı gerektiriyor. Kendisine İslamcı adını takan bu tür bir sinemadan, kendi adıma hiçbir zaman rahatsızlık duymadım. 1973-74'ten başlayarak çeşitli yazı, eleştiri ve konuşmalarımın (gerek benimle yapılan konuşmalar, gerekse benim örneğin Yücel Çakmaklı'yla yaptığım konuşmalar) tanıklık edeceği gibi, bu tür sinemayı hep hoşgörüyle karşıladım. Hollywood Tevrat'a da, İncil'e de az yatırım yapmamıştı. Onca yıl izleyip durduğumuz Haçlı Seferleri, Evamiri Aşere (sonradan 10 Emir). Ben Hur, Zincirli Köle, Peygamberler Tarihi  The Bible vb. filmlerde, dinlerin kutsal kitapları, inançları ve propagandaları, bu parlak üstün yapımların dokusuna ustalıkla yerleştirilmişti. İslam niçin aynı şeyi yapmasın ki?

Üstelik İslam'ın sinemayı kullanması, başlı başına bir reform olarak görünmüştü bana... "Suret yasağının yüzyıllar boyu tüm plastik sanatları güdük bıraktığı, daha düne kadar belli çevrelerde sinemanın 'günah olduğu' fikrinin varlığı düşünüldüğünde, İslamcı inanç ve düşüncenin, teknolojinin öz çocuğu olan bu en yeni sanattan yararlanması ve giderek kendi sinemacılarını yetiştirmesi, Marshall Mac Luhan'ın medya teknolojisinin maddi yapısına verdiği önemi anımsatır biçimde, mesajın kendisinden bile daha önemli bir olguydu, tam bir gelişmeydi.

Yücel Çakmaklı'nın açtığı yoldan giden İslamcı sinema, Türk sinema tarihine önemli filmler bırakmadıysa da, bu filmlerde kendi özlemlerini, sorun ve sorunsallarını bulan kitlelere çekici geldi, belli bir işlev gördü, özellikkle son dönemde ise Türkiye'nin gündemindeki belli olaylarla kurdukları koşutluk sayesinde, bu filmler azımsanamayacak bir seyirciye ulaştılar.

Ancak Beşiktaş Mıstık Sineması'nda 10 I5'i aşmayan sayıda seyirciyle filmi izlerken, İslamcı sinemanın sonunun mu geldiğini kendi kendime sordum. Uçakan'ın sinemasında belli bir gelişme vardı kuşkusuz. Ancak film, yine bu tür filmlere özgü şematizmi ve katılığı da koruyordu. O faşist tavırlı kürsü hocalarına, o bir günde namaza niyaza duran kumarcı 'sosyete kadınları'na inanma olanağı pek yoktu.

 Ama filmin bu kez seyirci çekememesinin nedenleri başka yerdeydi. Türkiye' de çok şey öylesine hızla değişmiş ve değişme yoluna girmişti ki... Ekim 1990'da parlamentodan geçen (ve bu kez Cumhurbaşkanından veto yemediği için kesinleşen) yasa, artık 'türban yasağını fiiliyatta kaldırıyordu. Olay, en azından ülkenin gündeminden çıkmış, ilk filmin ulaştığı yüz binler, bu durumda artık bir hayal olmuştu.

Bu olaydan çıkarılacak dersleri ayrıca belirtmeye gerek var mı? Elbette ki yasaklarla bir yere varılmıyor. Olsa olsa kitleler kışkırtılıyor, tepkiler kamçılanıyor', sonunda istenenin tam tersi noktalara geliniyor. Yasaklar kalktığı oranda ise dünün kızgın, kışkırtılmış ve eyleme yönelmiş kitlelerini ara ki bulasın!... Bu arada bir tür İslamcı sinema da kolay ve hazır bir seyirciden oldu. Ama yalnızca kendilerini yalnız bırakılmış hissedenlerin sırtlarını sıvazlayıp "yalnız değilsiniz" mesajını vermek, kendisine İslamcı sinema adını takmış bir sinema için hafif bir amaç kalmıyor mu? Eğer yalnızca konjonktürel olaylarla değil gerçek ve kalıcı biçimde Türkiye'nin gündeminde olmak istiyorsa bu sinemanın daha boyutlu, derin ve tartışmacı yapıtlar ortaya koyması gereği açık değil mi? “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 138”

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder