SONSUZA YÜRÜMEK (1991)
Yönetmen: Mesut Uçakan, Senaryo: Üstün İnanç,
Mesut Uçakan, Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak, Müzik: Özkan
Turgay Yapım: AtlasNehir İletişim Kurgu: Necdet Tok, Sanat
Yönetmeni: Hatice Öncül, Yönetmen Yardımcısı: Aynur Başgök, (Şafak
Film laboratuvarında hazırlanmıştır)
Oyuncular:
Gamze Tunar, Nilüfer Aydan, Efgan Efekan, Halûk Kurdoğlu, Akın Tunç, Hicran Güney,
Murat Soydan, Ünsal Emre, Funda Birtek, Mesut Çakarlı, Ayşe Karaali, Pelin
Karahan
Konu: Filmde,
bir kadının dini inancı yüzünden yaşadığı zorluklar anlatılır. Tıp fakültesinde
öğrenci olan Serpil, başörtüsü takıp namaz kılmaya başlar. Bunun üzerine ailesi
Serpil’in akli dengesini kaybettiğini düşünür ve onu bir kliniğe kapatır.
Serpil’in arkadaşının amcası Doktor Murtaza durumu sağlık bakanlığına haber
verir. Bunun üzerine müfettişler kliniği denetler. Serpil’in haksız yere
gözetim altında tutulduğunu tespit ederler. Serpil, klinikten çıkar ve
ailesinin evinden ayrılır. Arkadaşlarının yanına bir öğrenci evine yerleşir.
Serpil üniversitede yaşanan yasaklara karşı mücadele etmeye çalışacaktır.
(Meltem İşler Sevindi)
.
ÖDÜL:
4. Ankara Uluslar arası Film Festivali’nde
(1992)
►En
iyi 2. Film
►Meral
Çetinkaya “ En İyi Oyuncu
11.
Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde (1992)
►Mesut Uçakan “En iyi
yönetmen”
►Jüri Özel Ödülü
&
Yalnızız, Peyami Safa’nın çok güzel bir romanının adıydı. İslamcı Yönetmen
Mesut Uçakan, geçen yıllarda çevirdiği Yalnız Değilsiniz fılminin adını bu
romandan mı esinlenerek koydu, bilmiyorum. "Türban sorunu"nun
gündemde olduğu dönemde gösterime çıkan bu film, Türkiye çapında büyük bir
seyirci kitlesine ulaştı ve şimdi ikinci bölümü Sonsuza Yürümek adıyla
sinemalarda ...
İslamcı sinemanın son yıllardaki ürünlerini görmeye pek fırsat
bulamamıştım. Bu kez gidip izledim. Bu film, İslamcı sinemanın ve genelde tüm
'tez filmleri'nin olduğu gibi bir sinea olaayı oluşturmuyor. Daha çok toplum
bilimsel bir çerçeveden bakılmayı gerektiriyor. Kendisine İslamcı adını takan
bu tür bir sinemadan, kendi adıma hiçbir zaman rahatsızlık duymadım. 1973-74'ten
başlayarak çeşitli yazı, eleştiri ve konuşmalarımın (gerek benimle yapılan
konuşmalar, gerekse benim örneğin Yücel Çakmaklı'yla yaptığım konuşmalar) tanıklık
edeceği gibi, bu tür sinemayı hep hoşgörüyle karşıladım. Hollywood Tevrat'a da,
İncil'e de az yatırım yapmamıştı. Onca yıl izleyip durduğumuz Haçlı Seferleri,
Evamiri Aşere (sonradan 10 Emir). Ben Hur, Zincirli Köle, Peygamberler
Tarihi The Bible vb. filmlerde, dinlerin
kutsal kitapları, inançları ve propagandaları, bu parlak üstün yapımların
dokusuna ustalıkla yerleştirilmişti. İslam niçin aynı şeyi yapmasın ki?
Üstelik İslam'ın sinemayı kullanması,
başlı başına bir reform olarak görünmüştü bana... "Suret yasağının
yüzyıllar boyu tüm plastik sanatları güdük bıraktığı, daha düne kadar belli
çevrelerde sinemanın 'günah olduğu' fikrinin varlığı düşünüldüğünde, İslamcı
inanç ve düşüncenin, teknolojinin öz çocuğu olan bu en yeni sanattan
yararlanması ve giderek kendi sinemacılarını yetiştirmesi, Marshall Mac
Luhan'ın medya teknolojisinin maddi yapısına verdiği önemi anımsatır biçimde,
mesajın kendisinden bile daha önemli bir olguydu, tam bir gelişmeydi.
Yücel Çakmaklı'nın açtığı
yoldan giden İslamcı sinema, Türk sinema tarihine önemli filmler bırakmadıysa
da, bu filmlerde kendi özlemlerini, sorun ve sorunsallarını bulan kitlelere
çekici geldi, belli bir işlev gördü, özellikkle son dönemde ise Türkiye'nin
gündemindeki belli olaylarla kurdukları koşutluk sayesinde, bu filmler
azımsanamayacak bir seyirciye ulaştılar.
Ancak
Beşiktaş Mıstık Sineması'nda 10 I5'i aşmayan sayıda seyirciyle filmi izlerken,
İslamcı sinemanın sonunun mu geldiğini kendi kendime sordum. Uçakan'ın
sinemasında belli bir gelişme vardı kuşkusuz. Ancak film, yine bu tür filmlere
özgü şematizmi ve katılığı da koruyordu. O faşist tavırlı kürsü hocalarına, o bir
günde namaza niyaza duran kumarcı 'sosyete kadınları'na inanma olanağı pek
yoktu.
Ama filmin bu kez seyirci çekememesinin
nedenleri başka yerdeydi. Türkiye' de çok şey öylesine hızla değişmiş ve
değişme yoluna girmişti ki... Ekim 1990'da parlamentodan geçen (ve bu kez
Cumhurbaşkanından veto yemediği için kesinleşen) yasa, artık 'türban yasağını
fiiliyatta kaldırıyordu. Olay, en azından ülkenin gündeminden çıkmış, ilk
filmin ulaştığı yüz binler, bu durumda artık bir hayal olmuştu.
Bu olaydan çıkarılacak dersleri ayrıca
belirtmeye gerek var mı? Elbette ki yasaklarla bir yere varılmıyor. Olsa olsa
kitleler kışkırtılıyor, tepkiler kamçılanıyor', sonunda istenenin tam tersi
noktalara geliniyor. Yasaklar kalktığı oranda ise dünün kızgın, kışkırtılmış ve
eyleme yönelmiş kitlelerini ara ki bulasın!... Bu arada bir tür İslamcı sinema
da kolay ve hazır bir seyirciden oldu. Ama yalnızca kendilerini yalnız
bırakılmış hissedenlerin sırtlarını sıvazlayıp "yalnız değilsiniz"
mesajını vermek, kendisine İslamcı sinema adını takmış bir sinema için hafif
bir amaç kalmıyor mu? Eğer yalnızca konjonktürel olaylarla değil gerçek ve
kalıcı biçimde Türkiye'nin gündeminde olmak istiyorsa bu sinemanın daha
boyutlu, derin ve tartışmacı yapıtlar ortaya koyması gereği açık değil mi?
“Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 138”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder