Powered By Blogger

10 Aralık 2022 Cumartesi

 

AŞK ÜZERİNE SÖYLENMEMİŞ HER ŞEY (1995) 

10 yapımcı yönetmen tarafından kurulan Sinema Vakfı’nın Sevgi ve Hoşgörü temaları üzerine, birbirinden bağımsız 5 kısa öyküden oluşan filmlerin ilk parçası.

 Neler söylenmedi neler... Bir vakıfla alay edildi, batan bir sinemayı bir vakıf mı kurtaracak dendi, onlar sinemayı kurtarmak istiyorlarsa önce film yapmayı bıraksınlar diye sataşıldı. Kırk yılın başı bir konuda, hem de temel bir konuda anlaşıp bir araya gelebilmiş, aslında sorunlu ve bölünmüş bir camiaya destek olunacağına köstek olundu. Her alanda ancak böylesine beraberliklerle, güç ve irade birliğiyle sonuca belki yaklaşılabileceği göz ardı edildi.

Bu eleştirilerin, kötü niyetli olanlarının dışında, belki içerdikleri kimi gerçek payları vardı. Sinemayı elbette bir vakıf kurtaramazdı, ama böyle bir örgütlenme, sinemayı kurtaracak bir seferberliğin başlangıcı olabilirdi. Sinemamızın artık fazlasıyla yaşlandığı, ihtiyacı olan taze kana kavuşamadığı, son yıllarda filmleriyle nasılsa çıkış yapabilen biriki yönetmen dışında gençlere şans tanımadığı da doğru olabilirdi.

Ama eskilerin tümüyle işi bitmiş miydi, Türk sinemasının sesi soluğu tükenmiş miydi, almış başını giden Amerikan sineması karşısında sinemacılarımızın yapacak işi, söyleyecek sözü kalmamış mıydı? Böyle düşünenlerin, galada olmalarını isterdim. Hem beyazperdeye yansıyanların güzelliği, hem o coşkulu medya ilgisi, hem de tüm bu isimlerin bir araya gelebilmelerindeki heyecanı tatmaları için… ”Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 151”

& Film çekmeyi sürdürürken, yönetmenlerimizden bir bölümünün çalışmalarını kapsayan 10 kısa filmi bir arada görmenin doĞrusu çok yararı var. Yönetmenlerin ortak eğitimleıi, alışkanlıkları, eksikleri, görülebiliyor. Diğerlerine kıyasla daha başarılı duranlar da dahil, 10 filmde de görülen yetersizliklerin en başında, artık klasikleşmiş "kötü senaryo sorunu" duruyor.

 ( ... ) Ne yazık ki öykülerin neredeyse tümü başarısız. Önemli bir bölümü, seyircinin hiç ilgisini çekmiyor, çünkü yüzlerce filmde gördüğümüz insanlık durumlarını yineliyorlar. Bu sorunun, aynen diğer ortak hatalar gibi, yönetmenlerimizin, dünya sinemasından kopuk olmalarıyla ilintili olduğunu düşünüyorum. Okumayan, izlemeyen, dünya sinemasında olup bitenlerden bihaber ve daha önemlisi seyircisini hiç tanımayan 10 kişi bir araya gelince, çoğunun başarısızlığı, en temel noktadan, yani seçtikleri öyküden başlıyor doğal olarak. Usta senarist sayısının çok düşük olduğu bir ülkede, bu işe gerçekten yeteneği olanlar da dar zamanda ve iki kuruşa çalıştırılınca, başarısızlık kaçınılmaz oluyor. Buna bir de, yönetmenlerimizden bir bölümünün, kim bilir hangi veriden hareketle kendisinin çok iyi bir senarist olduğunu sanmasını eklerseniz, 10 filmin tam sayı vermek gerekirse 7 sinde kötü senaryolar izlemeniz doğal.

10 filme bakılınca, garip bir gerçek göze çarpıyor: Türk sinemasının ciddi bir dar boğazdan geçtiği bu yıllar boyunca, geçmişte iyi işler çıkaran isimler de körelmiş, adeta "sinema"yı unutmuşlar ... Vakıf yönetmenlerinin, sinemanın en temelde, görselliğe ve dramaturjiye dayalı olduğunu, seyircinin öncelikle "seyir zevki"nin peşinden koştuğunu "unutmuş" oldukları ortada Hangi konuda, hangi olanaklarla çekilirse çekilsin, kim yönetirse yönetsin, dünyada, seyircisiyle iletişim kuramayan, izleyenin kılını bile kıpırdatmayan bir filmden daha kötüsü olamaz. Senaryo biraz etkileyici, yönetmen biraz yaratıcı olursa, kötü oyunculukları, teknik yetersizlikleri affetmeye eğilimlidir seyirci, yeter ki, filmi görmekten bir kazancı olsun, verdiği paranın, ayırdığı zamanın karşılığını alabilsin.

Bu 10 filmin önemli bir bölümü oyunculuktan kurguya, öyküden görüntüye, bir filmi oluşturan tüm öğeler bakımından, en alt düzeyde bir seyir zevki bile veremiyor.

Vakıf filmleri, sinemamızın başarılı olduğu genel kabul gören alanlarda da durumun pek parlak olmadığını ortaya koyuyor: Sinemamızın, güçlü oyunculara sahip olduğu, filmlerimizin en başarılı tarafının bu olduğu söylenirdi ya, buyurun izleyin bakalım, bu 10 filmdeki 30'a yakın başrolden kaçı başarılı? ..

Son dönem sinemamızın onulmaz hastalıklarından birine, bu 10 filmin birkaçında da rastlıyoruz. Yönetmenlerimiz nedense çizdikleri karakterlere "entellektüel" diyaloglar yazmayı, filmlerinde ciddi felsefi konulara girmeyi kendilerine görev edinmişler. Sinemada felsefenin, ancak "görüntüler aracılığıyla" yapılabileceğini, iki insanın karşılıklı durup, kötü diyaloglarla yaşamın anlamını tartışmasına sinema denemeyeceğini bilmedikleri için, görevlerini başaramıyorlar tabii ki.

Herhalde bu entellektüel amaca uygun olsun diye, karakterlerini de çoğunlukla aydınlar arasından seçiyorlar. Yazarlar, müzisyenler, tiyatro oyuncuları perdede resmi geçit yapıyor. 10 filmin bir başka ortak özelliği, çoğunun "uzatılmış" olması... Çağdaş sinema dili öylesine gelişmiş bir noktada ki, bu 10 öykünün çoğunu, 5 dakika uzunlukta bile çekmiyor kimse artık. Örneğin "Ona Sevdiğimi Söyle"deki bir öykü, 2 dakikalık kliplerde, 40 saniyelik reklam filmlerinde, hem de hiç diyalog kullanmadan rahatlıkla anlatılıyor . (Tamer Baran Amntrakt 98/97 yıllığı)

 

1.Buluşma (Ömer Kavur),

2. Monte Kristo (İrfan Tözüm),

3.Çünkü Onu Seviyorum (Yusuf Kurçenli),

4. Ay Hikayeleri (Erden Kıral),

5. Hep Aynı (Zeki Ökten), Yapım: Sinema Vakfı

 

1) BULUŞMA Senaryo ve Yönetmen: Ömer Kavur, Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz, Müzik: Can Hakgüder, Kurgu: Mevlüt Koçak, Yapım: Sinema Vakfı

Oyuncular: Zühal Olcay, Lale Mansur, Cüneyt Türel, Nüvit Ozduğru

Konu: Aynı erkeğe farklı dönemlerde aşık olmuş iki kadın, adamın ölümünden üç yıl sonra mezarı başında karşılaşırlar.

¸ Aşk Üzerine Söylenmemiş Herşeyi söyleme sayındaki ilk 5 filmlik bütünü açan Ömer Kavur'un çalışması özellikle öykü seçimi konusundaki eleştirilerimi haklı çıkaran filmlerden biri. Aynı erkekle evlenmiş iki kadın, adamın ölümünden üç yıl sonra karşılaşır, konuşurlar.

 ...Sonra' .. Sonrası belki sinema olur, ama bu hali olamıyor ne yazık ki. Karakterler yeterince işlenemediği için birbirlerinden ne açıdan farklı oldukları, merhum Selçuk Bey'in neden birinden boşanıp ötekiyle evlendiği, Olcay'ın filmin sonunda daktiloda ne yazdığı, bu finalin ne anlama geldiği, en hazini de bu filmin ne anlatmaya çalıştığı anlaşılmıyor: Böylece geriye konuşulanlar ve düş sahnesi kalıyor: Konuşulanlar pek ilgi çekmiyor; bunda kötü diyalogların, başarısız oyunculukların ve özellikle Mansurun dublajındaki sorunların da payı var. Düş sahnesinin ve sonra Olcay'ın düşteki kızı görmesinin "felsefi" açıdan ne manaya geldiğini de anlamak mümkün değil. Zaten film de, hiçbir biçimde "dramatik" değil ... "Seyir zevki" bakımından da ilgi çeken tek bölüm, "langırt" sahnesi... Onda da Kavur, nedendir bilinmez, kamerasını oyunculardan çekip, geniş bir çevrinmeyle duvarları falan gösteriyor:

 2) MONTE KRİSTO (1995) Yönetmen: İrfan Tözüm, Senaryo: Barış Pirhasan (Nazlı Eray’ın öyküsünden), Görüntü Yönetmeni: Erdal kahraman, Müzik: Can Hakgüder, Kurgu: Mevlut Koçak, Yapım: Sinema Vakfı

Oyuncular: Hale Soygazi, Macit Koper, Taner Barlas, Figen Evren, Ahmet Okay, Emre Okay

Konu: Mutsuz bir yaşam süren ev kadını Nebile, bir gün süpürgelerin, faraşların durduğu küçük odanın duvarını tırnakları ile kazımaya başlar. "Amacı bir tünel kazıp özgürlüğüne kavuşmaktır .

 Monte Kristo, başlarda Hale Soygazi’li yeni ve kısa bir “Cazibe hanımın Gündüz Düşleri” gibi görünüyor. Ancak filmin verdiği sonsal izlenim, kaynaklandığı Nazlı Eray’ın fantezi dünyasını özgün biçimde görselleştirirken, özellikle Marcel Ayme tarzı bir “feminist söylem” filmi oluyor. Finali ise sanırım uzun zaman unutulmayacak.

¸ Şu aralar genç bir yazarla, toplumsal gerçekçi öğelere sahip bir senaryo üzerinde çalışan İrfan Tözüm, Vakıf projesine, klasik çizgisinde bir filmiyle katılıyor. Kendisine Macit Koper yerine, sinemamızın genç senaryo yazarlarından biriyle çalışmasını, Antrakt'ın Nisan 1993 tarihli sayısında ben önermiştim ama, itiraf etmeliyim, senaryoyu Barış Pirhasan'ın yazması da filmi, üstelik aynı oyuncuların rol aldığı yeni bir Cazibe Hanım ... olmaktan kurtaramamış. Zaten o yazıda kastettiğim, aynı senaryoyu A yerine B'nin yazması değil, Tözüm'ün artık farklı türlerde film yapması gerektiğiydi Çünkü görülen o ki, bu tuhaf kişiliklerden, absürd durumlardan, gerçeküstücü olaylardan ilgi çekici bir film çıkmıyor, ya da Tözüm çıkaramıyor.

Açıkçası, "Monte Kristo"yu ciddiye almak mümkün değil. Filmin tek ilginçliği, "ortak alışkanlıklar"dan birine işaret etmesi: Kavur'un langırt sanhesinde yaptığı çevrinmeyi, Tözüm de sevişme sahnesinde yapıyor...

 

3) ÇÜNKÜ ONU SEVİYORUM (1995) Senaryo ve Yönetmen: Yusuf Kurçenli, Görüntü Yönetmeni: Selçuk Taylaner, Müzik: İlhan Şeşen, Tarık Sezer, Kurgu: Mevlut Koçak Yapım: Sinema Vakfı

Oyuncular: Yakçın Dümer, Şermin Karaali, İlhan Şeşen, Kadir Avcılar, Selçuk Taylaner

Konu: Uğur ve Cem birbirlerinden oldukça farklı düşünce ve yaşayış biçimine sahiptirler. Peride'nin olanca yalınlığı, önce kocası Cem'in sonra da sevgilisi Uğur’un konumlarını sorgular

¸ Felsefe kırıntıları" ara başlığına güzel bir örnek... Hiçbir ilginçliği olmayan bir aşk üçgeni öyküsünü, son derece sıradan biçimde anlatan Yusuf Kurçenli, nedense aralara birkaç "telesekreterle" dertleşme sahnesi de koymuş. Aşık müzisyenin o sahnelerdeki "yüksek" diyaloglarının, Belty Blue tarzı final için yararlı olduğunu anlıyorum tabii ki, anlayamadığım, bu diyalogların neden bu kadar edebi olduğu ve neden bunca uzun tutulup, hatta yinelendiği ... Karşımızdaki o kadar sıradan bir öykü ki, seyirci bir bakışta kimin ne olduğunu ve ne hissettğini anlıyor zaten, yüzlerce benzer sahneyi izlemekten gelen görsel birikim, buna yetiyor, öyleyse, bu sıradanlığı, bir de o edebi diyaloglarla sürdürüp uzatmanın ne gereği var' Hele de seyirciyi şaşırtmak, değişik bir yorum getirmek gibi bir amacınız yoksa?.

 4) AY HİKÂYELERİ (1995) Yönetmen: Erden Kıral, Senaryo: Erden Kıral, Hüseyin Kuzu, Görüntü Yönetmeni: Barış Ulus, Kurgu: Mevlut Koçak, Müzik: Guiseppe Verdi (Don Carlos), Stephen Micus (Twilight Fields), Henry Purcell (King Arthur Frost) Yapım: Sinema Vakfı, Kültür Bakanlığı, Efes Pilsen Katkılarıyla

Oyuncular: Fikret Kuşkan, Güner Özkul, Vecihi Ataberk, Zeynep Kayabal

Konu: Hans Kristian Anderse’in “Ay Hikayeleri” ile Alphonse Daudet’in “Ayna” isimli öykülerinden uyarlanan bu filmde; yalnızlık çeken bir yazarın ay ile kurduğu iletişimi anlatmaktadır. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran, Doç. Dr. Bülent Vardar, “20. Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 45”

¸ Kıral, Hüseyin Kuzu'yla birlikte yazdığı senaryoda Andersen ve Alphonse Daudet'nin birer kısa öyküsünden yola çıkan iki bölümlük bir küçük film yapmış. ilki, denize saldığı bir lambanın ışığı sönmediği sürece sevgilisinin döneceğine inanan bir kızın; ikincisi ise kuzeye, soğuk ülkelere giden ve oradaki "aldatıcı güneş" karşısında zayıf bedeni onulmaz biçimde yok olmaya mahkum olan kırılgan bir genç kızın öyküsü... Bir yazarın Ay'a bakarken gördüğü iki düş, hayal ettiği iki küçük öykü…

Ama bu filmin asıl önemli yanı biçimi veya biçemi (uslubu). Kıral, bu iki Ay hikayesinde, sinemamızda az görülmüş bir plastik yakalıyor, perdede müthiş bir gece estetiğini egemen kılıyor. Bu başarının teknik yanında gencecik bir ismin, görüntü yönetmeni Barış Ulus'un bulunması ayrıca şaşırtıcı. Birkaç kez görülmeden kavranamayacak bu bölüm üzerine böyle çalakalem yazdığım için yaratıcıları beni bağışlasın... Ama, en azından bir ilk izlenim olarak, bu bölümü ne denli beğendiğimi belirtmeden edemedim. Bana Taviani kardeşlerin Kaos veya Feliini'nin Ayın Sesi filmlerini anımsatan bu küçük film, özellikle görülmeye deger.. (Atilla Dorsay, Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 153)

¸ Andersen ve Daudet'in öykülerini bilmiyorum; birer başyapıt olduklarını varsaysak bile, sinemaya uygun olmadıkları ortada Iki öyküyü birleştiren genel çerçevenin de herhangi bir ilginçliği yok, zaten bir final yazmaya bile gerek görülmemiş ... Öyküler ise, "film öyküsü" olarak hiç ilginç değiller. Bir genç kızın sevgilisinin ölüp ölmediğini anlamak için denize saldığı lambanın sönüp sönmeyeceğini beklemesi, edebiyatta çok şey ifade edebilir, ama sinemada değeri sıfır. Bu yüzden Erden Kıral, denizin üstündeki gaz lambasını dakikalarca gösteriyor, çünkü en azından 7 dakika olması gereken öykünün malzemesi, sinema diliyle 1 dakikayı geçmiyor. Bu film de, dramatik açıdan zayıf. Nasil yapıyorsa Erden Kıral da, genç bir kızın, sevgilisinin şömineyi görebilsin diye çevirdiği aynaya bakarak ölmesindeki dramatik etkiyi yok etmeyi başarmış. Filmin tek olumlu noktası da, genç görüntü yönetmeni Banş Ulus'u sinemamıza kazandırmış olması.

 

5) HEP AYNI (1995) Yönetmen: Zeki Ökten, Senaryo: Hakan Haktan, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Müzik: Oğuz Abadan, Kurgu: Mevlût Koçak, Yapım: Sinema Vakfı

Oyuncular: Tarık Akan, Serap Aksoy, Nezihe Becerikli, Arda Bülbül, Ali Sunal, Arda Selvi Evren, Erol Demiröz, Nabi Turan Tekinsay,

 Konu: Filmde tek düze bir yaşamın içine hapsolmuş günümüz insanının fark etmediği ve onların çok uzağındaymış gibi olan, iki kuşağın birbirleriyle olan dayanışması anlatılmaktadır.

¸ Birbirinden kötü 4 filmin ardından gelen "Hep Aynı", seyirciye çölde bir vahaya rastlamış duygusu yaşatıyor. Hakan Haksun'un senaryosu, teknik açıdan, film içinde en başarılı çalışmalardan biri, eni konu usta işi. Sağlam bir yapıyı incelikle kuran senaryonun, öyküsü ve karakterleri de çok sıcak. Bu sıcaklığı, oyuncuların performansı da artırıyor. Yetenekli küçük canavar Arda Bülbül'ün yanı sıra Tarık Akan, herkesi aslan, kaplan diyerek idare etmeye çalışan aile reisi rolünde çok olgun bir oyun çıkarıyor. Diğer oyunculardan da sıradanın üstünde performanslar alan Ökten filmini, Vakfın en iyi çalışmalarından biri arasına sokmayı başarıyor. Bu filmin de bir kusuru var: Liseli aşıkları ve otobüsten inen Akan'ı gördüğümüz harici sahneler gereksiz. Ökten bunları atıp filmi tümüyle bir evde bitirse, daha hoş olurdu.

¸ Zeki Ökten’in “Hep Aynı”sı bana biraz acı verdi. Ökten gibi gündelik yaşamı tüm sıradanlığı ve sıradanlığın altında yatan dram malzemesiyle perdeye getirmekte böylesine usta bir yönetmenin 1988 den beri sinemadan uzak kalmış olmasının acısı. Bir ailenin bireyleri arasında gün boyu oluşan çeşitli olayları sevgi ve tahammülsüzlüğü, küçük suç ortaklıkları ve küçük savaşları bu bölüm, kendini kolay ele vermeyen, aslında çok usta işi bir sinemanın ürünü... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 152”

 

ANTİKA KABADAYI (1995) 

Senaryo ve Yönetmen: Samim Utku, Görüntü Yönetmeni Ergun Özdemir, Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk Kurgu: Mustafa Kul, Genel Koordinatör: Oğuz Turan Can, Müzik: Ahmet Emre, Ayhan Yavaş,

Oyuncular: İlyas Salman, Şebnem Saner, Orhan Ayça, Evren Aykul, İnci Uluçay, Okan Özdil, Tamer Yıldız, Herman Nopel, Stefan Dube, Thilo Waach, Murat Arıcı, Kenan Akmansoy, Ramazan Topuz, Aylin Yılmaz, Levent Özşirin, Andreas Podolsky, Mehmet Sargın, Serpil İzci, Ufuk Gülhan, İnci Uluçay,

Konu: Zengin bir milletvekili olan babanın kızlarıyla başı derttedir. Bu iki uçarı kardeş, gönüllerince bir yaşam sürerlerken dertli baba, onları adam etmesi için bir yakınını tatil köyüne gönderir. Kabadayı gençle kızlar arasında bir çatışma başlar. Sonuç değişmez kızlar yine gönüllerince ve de büyük bir inatla çılgın yaşamlarını sürdürürler.

 

 

ANALAR ÖLMEZ (1995) 

Yönetmen: Orhan Elmas, Senaryo: Kazım Eryüksel, Görüntü Yönetmeni: Şener Işık, Yönetmen Yardımcısı: Ferit Gürsoy, Yapım: ÖzKa Film/Fuat Özkaya

Oyuncular: Ahu Tuğba, Murat Soydan, Fuat Özkaya, Hanefi Doğan, Ingo Capelli

Konu: Annesinin ölümü üzerine sokakta kalan ve ona sahip çıkan bir şarkıcı kadının öyküsü

 

 

AFİLLİ KEMAL (1995) 

Yönetmen: Oğuz Gözen Senaryo: Nadire Zeybel, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: As Film/Mehmet Aksu

Oyuncular: Murat Soydan, Şehnaz Dilan, Arif Şentürk, Hicran Çağlar, Nejat Gürçen, Rahmi Pala, İbrahim Kurt, Enver Ergeç, Fikret Çeşmeci, Rafet Akyüz, Yelda Yiğitoğlu

Konu: Bir gazetecinin öyküsü. Gazeteci esrarlı bir kibrit kutusu bulur. Kutudaki şifreyi çözmeye çalışır. Bu şifrede büyük bir kaçakçılık olayı gizlidir. Gazeteci sonunda şifreyi çözer ve kaçakçılar yakayı ele verir.

 



1995 YILINDA GÖSTERİME

GİREN FİLMLER





 

 

ZOR GÜNLER (1994)

Yönetmen: Samim Utku, Görüntü Yönetmeni: Ali Engin, Yapım: Metro Film/Zeki Kafalı

Oyuncular: Gönül Yazar, Reha Yeprem, Faruk Peker, Enver Demirkan, Oğuz Dinsel

Konu: Polis cinayet tanığı olan bir şarkıcı kadını koruması altına alır. Kadın bir süre sonra yakışıklı polise aşık olur. Polisin evli olması şarkıcı kadını zor durumda bırakır. Katil yakalandıktan sonra polisin görevi sona ermiştir.

 

ZİLLER (1994)


Yönetmen: Eser Zorlu, Senaryo: Osman Şahin, Eser Zorlu, Yasemen Zorlu Görüntü Yönetmeni: Erkan Kaya, Müzik: Cahit Berkay, Yapım: MEC Ltd.Şti. Eser: Osman Şahin, Sanat Yönetmeni: Bilgehan Murathan, Kurgu: Mevlüt Koçak,

Oyuncular: Meral Oğuz, Altan Gördüm, Şükrü Yılmaz, Atilla Sunören, Mustafa Suphi, Ali Güney

Konu: Yakılan bir orman arazisinin üzerinde bir cami yaptırılır. Karşısında bulunan genelev ise kapatılır. Ardından kentte fuhuş yayılmıştır. Genelevin tekrar açılması için bir kadın avukat (Meral Oğuz) harekete geçer. Genelevin açılmasına karşı çıkanlar avukata bir gece baskın düzenler. Kadına topluca tecavüz edip küçük çocuğunu da öldürürler. Olaydan sonra avukatın kocası (Altan Gördüm) intikamım alır.

 

 

ZALİM (1994) 


Senaryo ve Yönetmen: Müjdat Saylav, Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu, yapım: Neşe Film


Oyuncular: Bülent Bilgiç, Nazlı Han, Nusret Özkaya, Sevgi Nurdan, Oya Pınar, Rahmi Pala


Konu: Birbirlerine düşman iki toprak ağasının çocukları gizlice sevişirler. Evlenmeleri ise, babaları yüzünden mümkün değildir. Aracılar iki düşman babayı yumuşatır. Sevdalı gençler hayatlarını birleştirirken iki köy halkı da barışır.

 

YUMUŞAK TEN (1994)


Senaryo ve Yönetmen: Orhan Aksoy, Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Yapım: Penta Film/Turgay Aksoy Sanat Yönetmeni: Özdem Gemicioğlu, Kurgu: Mevlut Koçak, Müzik: Can Hakgüder

Oyuncular: Ekrem Bora, Meral Oğuz, Duygu Ankara, Meltem Savcı, Abdurrahman Palay, Aydın Tezel, Mahmut Cevher

Konu: iki evliliğinde de mutlu olamayan holding sahibi bir işadamı (Ekrem Bora), pavyonda çalışan bir kadınla (Meral Oğuz) tanışır. Bu tanışma çılgın bir tutkuya dönüşür. Ne var ki kadın yaşlı bir ressam la (Abdurrahman Palay) evlidir ve gerçek kimliğini gizler. Kadın aslında bir yazardır. Pavyon yaşamıyla ilgili bir roman yazmak için konsomatrislik yapmaktadır. Aşık işadamı, yasak aşk yaşadığı kadına tek başına sahip olmak için kiralık katil (Mahmut Cevher) tutar. Katil, kocasını öldürdükten sonra yanlışlıkla kadını da vurur.

ÖDÜL:

31. Antalya Altın Koza Film Festiivali'nde (1994)

►"En İyi 2. Film",

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1995)

►" Can Hakgüder "En İyi Özgün Müzik".

& Özellikle 1970'li yıllarda Orhan Aksoy sinemasıyla aram hiç iyi değildi. Aksoy'un anlattığı duygusal öyküleri, romantik ilişkileri küçümser, ondan daha "gerçekçi" filmler yapmasını isterdik. Örneğin Levent Kırca'nın köyden kente göç etmiş bir köylüyü oynadığı Altın Şehir filmini bu nedenle en başarılı filmi ilan etmiştik.

Bugün bu tavır yanlış geliyor elbette bize. Eleştirinin görevi, bir yönetmene şu tarz değil de bu tarz film yap diye öğüt vermek değil, onun yaptığını irdeleyip yargılamak. Dünya sinemasında, bir eleştirmenin, örneğin Douglas Sirk veya Fassbinder'e, "Niye melodram çekiyorsunuz?" diye bir eleştiri getirdiği düşünülebilir mi?

Aksoy, uzunca bir aradan sonra yaptığı yeni filminde, yine gönlünce bir hikaye anlatıyor. Oldukça ileri yaşlarda, çok zengin ve başarılı bir işadamı, iki evliliğinde bulamadığı mutluluğu, bir pavyonda rastladığı çekici, alımlı bir kadında bulmaya savaşıyor. Hepimiz, herkes gibi o da yaşamın anlamını, mutluluğun özünü bir insanda gerçekleştirmek umuduna kapılıyor. Ancak kadın, gizemle çevrilidir. Onun yaşamına girip gerçekleri öğrenince, gerçek mutluluk umudunu yakalıyor kahramanımız... Ancak kader, bilindiği gibi, her köşe başında pusu kurmuş bekleyen amansız bir avcıdır! ...

Aksoy'un öyküsü ve filmi, yer yer inandırıcı olmayan yanlar içeriyor. Ama ne gam... Bu tür öyküler hep böyledir, çok fazla mantıklı yaklaşımlarda güneş altındaki buz gibi erirler: Bir Temel lç güdü'yü düşünün, örneğin... Filmde ciddi prodüksiyon eksiklikleri de var: O "çok zengin" adamla ilişkili tüm mekanlar; evinden bürosuna, otelden lokantaya, hep daracık, tıkış tıkış, sosyal durumuna göre yetersiz kalıyor, vs, vs ...

Ancak bu ve başka kusurlar, filmin kendi türündeki ve kendi amaçladığı çerçevedeki başarısını engellemiyor. Karşımızda, çok iyi bir işçilikle anlatılmış, bir Avrupa (özellikle de Fransız) filmi havasında bir yapım var. Baştan sona merakla izlenen, kendisini kabul ettiren bir film ...

Orhan Aksoy'un, tüm sinema bilgisini, kameraya egemenliğini, pürüzsüz bir anlatım oluşturma yeteneğini seferber ettiği bir film... Belki izlendikten sonra unutulacak, ama büyük bir rahatlıkla izlenen ve bir tüketim keyfi veren bir film ...

Ekrem Bora, yalın ve ekonomik oyunuyla, Meral Oğuz ise belli bir gizem katmayı başardığı ve cömertçe sergilediği fiziğiyle, bu ayrıksı ve hüzünlü aşk/gerilim öyküsüne katkıda bulunuyorlar.

Meral Oğuz'un canlandırdığı karakter, biraz çalışılsa hoş olabilecek bir fantezi yalnızca. Pavyondan Akademi'de modeIiiğe, ünlü bir öğretim üyesi ressamla yaptığı evliliğe kadar uzanan bir yaşam öyküsünün son durağı, pavyona düşen bir kadının yaşamını anlattığı bir roman yazmak için pavyonda üç gün çalışması... Fena halde "PygmaIion" kokan bu öyküyü, nereden bulmuş Orhan Aksoy, çok merak ediyorum. (Tamer Baran, Antrakt d., s.:36, Eyylül1994)

 

 YORGUN ÖLÜM (1994) 

Yönetmen: Mesut Tamer, Senaryo: Taner Aşkın, Safa Önal, Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan, Yapım: Minta Film/Taner Aşkın

Oyuncular: Can Gürzap, Nilgün Akçaoğlu, Kenan Pars, Erdoğan Kapısız

Konu: Başbakanlık Teftiş Kurulu üyelerinden bir müfettiş, hayali ihracat, banka batırmak gibi çeşitli yolsuzlukları incelemek üzere İstanbul'a gelir. Bu kirli işlerin içinde çocukluk arkadaşı da vardır. Arkadaşı, müfettişi öldürmek için kiralık katil tutar. Bu soruşturma sırasında tanıştığı kızla evlenmek üzere olan müfettiş, tuzağa düşürülerek öldürülür

 

YOKSA YAŞLANDIM MI ? (1994)


Yönetmen: Samim Utku, Senaryo: Okan Özdil, Görüntü Yönetmeni: Ali Engin, Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk Prodüksiyon Müdürü: Çetin Dağdelen, Yapım Sorumlusu: Oğuz Turhan Can, Yapım Koordinatörü: Erhan Erzurumlu, Kurgu: Mustafa Kul, Öykü: Samim Utku, Müzik: Ahmet Emre,


Oyuncular: İlyas Salman, Sibel Gökçe, Nazan Ayas, İnci Uluçay, Yeşim Tan, Kardelen, Taşkın Mumcuoğlu, Okan Özdil, Mehmet Özdil, Ömür Aslantürk, Tolga Kılınç, Nuri Alço,


Konu: Üç çocuklu evli bir avukat, yoğun çaalışmdar ve stresler nedeniyle huzursuz bir yaşam sürmektedir. Yaşlandığı hatırlatıılınca da iyice morali bozulur. Dinlenmek için tatile çıktığında bir kızla tanışır. Aradığı sevgi ve mutluluğu onda bulduğunu sanır. Oysa bu kız yüzünden başı derde giiren avukat evini, çocuklarını özler.

 YENGEÇ SEPETİ (1994) 

Senaryo ve Yönetmen: Yavuz Özkan, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Yapım: Med Yapım Fatih Aksoy  Kadir Yılmaz,  Z Film/Yavuz Özkan Müzik: Müzikotek, Kurgu: Sedat Karadeniz, Sanat Yönetmeni: Aycan Çetin, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan, Film Baskı: Uğur Orbay, Işık Şefi: Ercan Durmuş, Seslendirme Yönetmeni: Atilla Yiğit, (Şafak Film laboratuarlarında hazırlanmıştır Kanal D katkılarıyla

Oyuncular : Sadri Alışık, Macide Tanır, Mehmet Aslantuğ, Şahika Tekand, Derya Alabora, Ege Aydan, Sedef Ecer, Oktay Kaynarca, Berna Tunalı, Bora Kaskan

KONU: Film, yaşlı anne (Macide Tanır), yaşlı ve hasta baba (Sadri Alışık), büyük oğlan (Mehmet Aslantuğ), karısı (Derya Alabora), büyük kız (Şahika Tekand), ayrıldığı kocası (Ege Aydan), küçük kız (Esra Ecer), küçük oğlan (Oktay Kayınarea), sevgilisi (Berna Tunalı) ve dört torundan oluşan aile içerisinde iki gün boyunca yaşanan olayları, bireylerin iletişimsizliğini, çatışmalarını ve şiddete dönüşen mutluluklarını anlatır.

Sapanca'da göl kenarında güzel bir evde yaşayan yaşlı karıkoca, uzun süredir görmedikleri çocuklarını, hafta sonunu birlikte geçirmek ve özlem gidermek için evlerine davet ederler. Baba, bütün çocuklarına tek tek telefon ederek bu daveti yapar çocuklar hafta sonu için uygundur. Gelirler. Çocukların eve gelişinden sonra, büyük bir heyecan ve koşuşturma olur. Herkes birbirine sarılır, ıslanan giysiler değiştirilir, saçlar kurutulur. Tüm aile bireyleri mutlu görünür.

Aile bireyleri verandada akşam yemeği yer. Yemeğe başlamadan önce baba bir konuşma yapar ve çok güzel bir aile olduklarını söyler. Büyük kız ve küçük kız da babalarının konuşmasını destekler, ailelerinin mutluluklarını, anne ve babalarının olumlu yönlerini dile getirir. Neşe içinde yenilen akşam yemeğinden sonra, tüm aile salonda toplanır. Küçük oğlan bir sürpriz hazırlamıştır. Gramofondaki müzik eşliğinde, aile bireylerinin eski fotoğraflarından oluşan slayt gösterisi yapar. Herkes ilgiyle izler. Gösteri bitiminde dans ederler. Mutluluk sürerken, büyük kızın ayrıldığı kocası gelir. Kardeşler telaşlanır. Damadı oradan gitmesi için ikna etmeye çalışırlar, ama başaramazlar. Salona girer. Damat karısının yanında olan kızını almak istemektedir. Bu yüzden, daha önce olduğu gibi yine tartışırlar. Damat "Çocuğumu istiyorum, çok düzensiz bayatı var, amacım sizi üzmek değil" diyerek karısının fotoğraflarını ortaya fırlatır. Annebabalarının fotoğrafları görmesini istemeyen çocuklar, aceleyle onları toplarlar. Büyük oğlan damadı evin dışına çıkarır. Bahçede büyük oğlanla, damat arasında tartışma sürer. Damat “kızımı almadan gitmem” diyerek diretince aralarındaki sözlü tartışma, elle kaba kuvvete, kavgaya dönüşür. Büyük oğlan bahçede bulduğu bir kütükle damadı döverken, diğer kardeşler yetişir. Ona engel olurlar. Damat yaralıdır. Yaralı damadı biraz kendini toparlaması ve annebabalarından gizlemek için ahıra taşırlar. Onları merak eden annebaba da bahçeye çıkar. Yaralı damadı görmezler ama, çocukların birbirlerine yönelik şiddetine tanık olurlar. Annebaba çok üzgün ve şaşkın bir şekilde çocuklarını izler. Büyük oğlan babasından özür diler. Babası ona tokat atar. Daha sonra tüm kardeşler babanın yanına giderler, büyük oğlan yine özür diler, kardeşlerini öper. Babalarına barıştıklarını, aralarında sorun olmadığını kanıtlamaya çalışırlar. Çocuklar babalarının yanından ayrılır ayrılmaz, verandada tartışmaya başlarlar. Anne ve baba verandada tartışan çocuklarının tüm konuşmalarını odadan duyar. Üzüntüleri biraz daha artar. Baba konuşulanları duymamak için kulaklığını çıkarır.

Sabah olur. Anne çocuklarının hepsi sevdiği için gözleme hazırlamaya başlar. Baba ortamdan uzaklaşmak için torunlarıyla beraber balık avlamaya, göl kenarına gider. Çocuklar yaralı damada yiyecek götürür. Onunla konuşurken yine tartışma çıkar. Büyük oğlanın karısı, onu ikna edeceğini söyleyerek diğerlerini ahırdan çıkarır. Ahırda damatla sevişir. Damat gideceğine söz verir.

 Aile bireyleri gitmek için yavaş yavaş toparlanmaya başlarlar. Baba göl kenarında yalnızdır. Tüm aile bireyleri vedalaşmaya onun yanına gelirler. Çocuklar tek tek annebabaIarıyla vedalaşıp, oradan ayrılırlar. Eve geldiklerinde atılan kahkahaların yerini durgun yüzler almıştır. Herkes ayrılırken sessiz ve yaşanan olaylardan dolayı üzgündür. Yollar ayrılır, çocuklar kendi dünyalarına, mücadelelerine geri dönerler.

ÖDÜLLER:

31. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (1994)

► "En İyi Film",

► Yavuz Özkan "En İyi Yönetmen",

► Sadri Alışık ve Mehmet Aslantuğ "En İyi Erkek Oyuncu",

► Derya Alobara ile Oktay Kaynarca "En İyi Yardımcı Oyuncu

► Sedat Karadeniz "En İyi Kurgu"

(Jüri Üyeleri: Tunç Başaran (bşk.), Tanju Gürsu, Kenan Ormanıar, Şerif Sezer, Prof. Zafer Doğan, Agâh Özgüç, Yar. Doç. Alev İdrisoğlu).

Çasod (Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği) seçiiminde (1994)

► Mehmet Aslantuğ "En İyi Oyun

cu",

Magazin Gazeteciler Derneği seçiminde (1994)

► Yavuz Özkan "En İyi yönetmen",

7. Uluslararası Ankara Film Festivali'nde (1995)

► Sedat Karadeniİz "En İyi Kurgu"

► Derya Alobara “en İyi Yardımcı Kadın Oyuncu",

Adana Altın Koza Film Festivali'nde (1995)

► "En İyi 3. Film",

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1995)

► En İyi 2. Film",

Ertunç Şenkay "En iyi Görüntü Yönetmeni",

Kültür Bakanlığı (1995) "Sinema Başarı Ödülü

 

Şiddetin Ailedeki Görüntüleri

Günümüzde medya, şiddet içeren programlara çok yer vermekte ve şiddet her geçen gün medyaya biraz daha egemen olmaktadır. Programcılar yalnız haberlerde ya da haber programlarında değil, dizilerde, filmlerde, eğlence için hazırlanan programlarda bile şiddet öğesi kullanırlar. Bunların sonundaki en büyük tehlike ise; izleyicilerin daha fazla şiddetten zevk alır hale gelmeleri ve şiddet içeren programların en çok izlenen programlar arasında yer almalarıdır. Yengeç Sepeti filmi de; televizyondan yayınlanan haber programlarında yer alan şiddet içeren görüntülerle ve "Sanki dünyalı şiddete ve bağnazlığa teslim olmuş gibi" sözleriyle başlayarak daha ilk sahnesinde şiddet üzerine olduğunu hissettirir ve şiddet, film süresince görüntü ve sözlerle sık sık izleyiciye sunulur.

Büyük oğlan, evli, üç çocuk sahibi, şiddet düşkünü bir polistir. Babası aradığında sorgulamadadır. Büyük kız, televizyon programcısı ve sunucusudur. Eşinden ayrılmış, küçük kızıyla yalnız yaşar. Televizyonda hazırlayıp sunduğu programı şiddet üzerinedir. Küçük kız, bekar, siyasi davalara bakan bir avukattır. Küçük oğlan ise, üniversite öğrencisidir. Filmdeki aile bireyleri yaşam biçimleri açılarından gözlemlendiğinde; orta sınıf bireylerdir. Büyük kentte yaşarlar, eğitimlidirler, maddi durumları iyidir. Küçük oğlan dışında diğer çocukların hepsinin iyi bir işi ve arabası vardır. Teknolojik olanaklardan yararlanırlar. Büyük oğlanın araç telefonunu kullanması da onun mesleğini, konumunu ve statüsünü simgeler. Bu gibi göstergeler açısından bakıldığında ise, çocuklar sınıf atlama aşamasını sergiler çaba içerisinde olan bireylerdir. Çocuklar büyük kentte birbirleriyle sık görüşemezler. Hepsinin kendi dünyaları sorunlarla doludur. Ancak annebabalarının yanında sorunlarını gizleyip, mutlu görünmeye, onlara karşı saygılı olmaya ve onları sorunlarıyla üzmemeye çaba harcarlar. Konuşmalar sevgi doludur. Hepsi birer mutluluk maskesi takmış gibidir. Kendilerinin mutlu olduklarını kanıtlayarak, yaşlı annebabalarını mutlu etmeyi amaçlarlar. Ama kuşkusuz, maskeler düşüp, şiddet yüklü davranışlar, sorunlu kişilikler ortaya dökülene dek. Mutluluk tablosu, büyük kızın ayrıldığı kocasının gelişine dek, anne  babalarıyla birlikteyken sürer. Yalnız kaldıklarında yine kendi stresli dünyalarına döner, birbirleriyle tartışırlar. Damadın gelişinden sonra ise; çocuklar rollerini daha fazla sürdüremezler. Maskeler düşer. Aile bireylerinin ilk gelişlerinde, yemek sırasında ve sonrasında yaşadıkları mutluluk, fırtına öncesi sessizliğe benzemiş ve fırtına patlamıştır.

Baba, otoritedir: Saygı gösterilir, soru sorulmaz, dediği yapılır. Çocuklarıyla iIetişimi sınırlıdır. Onlarla oturup konuşmak yerine, susmayı ya da şiddet kullanarak uyarmayı tercih eder. Çocukların bahçede birbirlerine karşı şiddetlerini gördükten sonra da konuşmayı değil, büyük oğlana tokat atarak, şiddet uygulayarak uyarıda bulunmayı tercih etmiştir. En büyük çocuk, ağabey olarak da büyük oğlan alır bu uyarıyı. Çocuklar odaya gelip, özür dilediklerinde susar. Onların konuşmalarını duymamak için kulaklığını bile çıkarır. Suskunluğunu film boyunca sürdürür, ortamdan kaçar. Anne, davranışlarıyla, ses tonuyla sakindir. Çocukların birbirleriyle olan ilişkilerinde de, babalarıyla olan ilişkilerinde de sakinleştirici, iletişim sağlayıcı rol oynamaya çalışır. Bahçedeki tartışmalardan sonra büyük kızına, "Kardeşler arasında olur böyle şeyler yavrum. Olmasa iyiydi ama et tırnaktan ayrılmaz" diyerek ağabeyine karşı anlayışlı olmasını ister. Kocasını da, çocukların onunla konuşup, özür dileme isteklerini kabul etmesi için ikna eder. Yine kocasından çocuklarına karşı hoşgörülü olmasını ister. Filmde sevgiden hoşgörüden yana, şiddetten uzak olmaya çalışan tek kişidir. Annebabanın davranışları geleneksel cinsiyete dayalı rol dağılımına uygundur. Baba, ekonomik gücü elinde bulunduran, otoriter, karar verici, anne ise; ev işleriyle, çocuklarıyla ilgilenen, fedakar,ailede iletişimi sağlamaya çalışan kişidir.

Şiddet, tüm çocukların davranışlarında görülse de, en çok büyük oğlan şiddet kullanmaya eğilimlidir.. Bu özel yaşamında da, mesleğinde de görülür. Polis yasalarının temsilcisi, düzenin koruyucusudur. Mesleği gereği şiddeti engellemek için şiddet kullanır. Otoriter ve bu otoriteyi sağlamak için gereğinde şiddet kullanan babanın polis oğlu da, baba için gurur duyulacak bir insandır. Mesleği ve kişiliği ile babanın otoritesinin devamıdır.

Büyük oğlanın karısı da kocasına karşı öç alma duygusu içindedir. Kocası onu aldatmaktadır. Bunu bilir, kocasıyla tartışır. Büyük oğlanın karısı ile olan iletişimi de zayıftır. Yalnız annebabanın yanında sorun çıkartmamak için mutlu aile rolü yaparlar. Gelin uygun ortam buldukça çantasında taşıdığı içkisinden alarak, kendini sakinleştirmekte, yanlış bir yol seçerek çevresindekilere karşı şiddetini engellediğini düşünmektedir. Kocasına olan nefretini yalnız kaldıklarında davranışlarıyla ve sözleriyle ona belli eder. Nihayet filmin sonlarında da ahırda damat ile sevişerek Ortamdan kocasından öcünü alır. Damat da kendisini döven büyük oğlandan onun karısıyla sevişerek aynı davranışı sergiler.

Büyük kız da özel yaşamında sorunlar yaşayan bir insandır. Kocasından ayrılmış, ama küçük kızı nedeniyle onunla hala tartışma halindedir. Babası telefonla aradığında da kocasıyla kızı konusunda birbirlerine şiddet dolu davranışlarda bulunmaktadırlar. Kocası zorla eve gelir. Aralarında iletişim yoktur. Konuşmaları, davranışları her ikisinin de şiddet yüklüdür. Kızları bu olumsuz etkilenir. Bir köşeye siner. Kadın da ayrıldığı kocası da kızlarının bu şiddet dolu ortamda kişiliğinin nasıl etkileneceğini hiç düşünmeden kaba davranışlara devam ederler. Büyük kız hazırlayıp, sunduğu televizyon programında şiddete karşıdır. Ama hem özel yaşamında şiddeti çok sık kullanarak hem de şiddet sayesinde para kazanarak çelişkili davranışlar gösterir. Programı en çok izlenen programdır. Çok beğenilir ve şiddet üzerinedir.

Küçük kız diğer aile bireylerinden biraz farklı yaklaşır şiddete. O siyası davalara bakar. Şiddetle karşı karşıya kalmış kişileri savunma yolunu seçer. Ağabeyi bu tür davalara baktığı için, kız kardeşini eleştirir. Düzeni bozmakla suçlar kız kardeşini. "Bu memleketi bu hale getirenler kim biliyor musun? Televizyonlar, radyolar, gazeteler, medya; bir de sizin gibiler" der. Kendisi polis olarak düzeni korumakla görevli olduğu için, diğer etkenler ona göre suçludur.

Küçük oğlan öğrencidir. Aileden öğrendiği şiddeti toplumdaki yansımalarla pekiştirdiği için davranışlarında henüz yoğun biçimde görülmez. O diğerlerine göre daha ılımlıdır. Çünkü öğrenme aşamasındadır şiddeti. "Yaşadığımız toplumda saldırganlık bir piramidin üçgeni gibi ortaya çıkmaktadır.

Filmde; bireylerde şiddet yüklü davranışlarının yanı sıra en çok gözlenen iletişimsizlikleridir. Birbirlerini anlamaya çalışmak yerine suçlamayı tercih ederler. Çünkü, ben merkezci bireylerdir. Oysa birbirleriyle empati kurabilseler, birbirlerini daha iyi anlayabilecek, iletişim sorunlarını çözebileceklerdir. Her insan çevresini farklı bir şekilde algılar. Eş deyişle her insan dünyaya kendine özgü bir bakış açısı ile bakar. Eğer bir insanı anlamak istiyorsak, dünyaya onun bakış açısı ile bakmalı, olayları onun gibi algılamaya çalışmalıyız. Bunu gerçekleştirmek için de empati kurmak istediğimiz insanın rolüne girmeli, onun yerine geçerek adeta olaylara onun gözlüklerinin gerisinden bakmalıyız. Ben merkezcilikle empatik anlayış birbiri ile bağdaşmaz; Ben merkezci davranan kişinin, karşısındakinin rolüne girmesi ve olaylara onun bakış açısından bakması, yani empati kurması mümkün değildir. Ben merkezciliğe sahip olanlar, nesnelere ve başka insanlara ilişkin gerçekleri fark etmekte, diğer insanların rolüne girmekte güçlük çekerler. Böyle olunca da, diğer insanların bakış açılarını, neler düşündüklerini ve neler hissettiklerini yeterince anlayamazlar

Büyük kız, babasına göl kenarında içinde bulunduğu çıkmazı "Kim olduğumu, nereye ait olduğumu bilmiyorum. Hayatımızın toplamının ne anlama geldiğini merak ediyorum" sözleri ile dile getirir. Babası ise "Herkesin böyle çaresizlikleri olmuştur. Hayat çok değerli bir şeydir kızım" diyerek onu teselli etmeye ve onu anlamaya çalışır, ama kızının evden ayrıldıktan sonraki yaşam ortamını paylaşmadığı ve yaşamadığı için onun sorunlarını anlayamaz. Böylelikle de kendini onun yerine koyup empati kuramaz.

Filmde çok açık bir şekilde şiddet ve iletişimsizlik sorgulanır. Bu kavramlar toplumda olduğu gibi aile yaşantısında da çözülmelere, çöküntüye neden olmaktadır. Filmde bireyler; filmin adında da yer aldığı gibi, doğa ile mücadelesinde yaşadığı ortamın rengine uygun olarak kaya ve deniz bitkileri renginde olabilen, yırtıcı, obur, yaşamak için kayaların arasına gizlenerek yakınından bir av geçmesini bekleyen ve bu avın yakınına gelmesi halinde de onu parçalayarak yemek zorunda olan yengeçlere benzerler. Filmde annenin dışındaki bireyler, maskeler takarak bulundukları ortama göre renk yani kişilik değiştirerek, eğitimli de olsa, toplumsallaştığı yaşam ortamının koşullarından kendini sıyıramayarak, toplumda empatik iletişim kuramayarak, her an avını parçalamak için pusuya yatmış yengeçler gibi karşısındaki insanlara şiddet uygulayarak ayakta kalabileceklerine kendilerini inandırmışlar. Ancak bu bireyler, filmin sonunda yengeçlerin suda sepetle avlanmaları gibi, şiddetlerine, iletişimsizliklerine yenik düşerek başarısız olup kendi kendilerini avlamışlardır. (Emine Demiray) “Sinema Yazıları, “Seçil Büker”

& Yengeç Sepeti", Yavuz Özkan'ın sevgi yalnızlık üstüne bir çeşitlemesi. Yavuz’un son yıllardaki en gözde teması bu. Büyük Yalnızlık", "Film Bitti", insanlar arasındaki iletişim kopukluğunu, çağımızın en yaygın hastalıklarından yalnızlığı anlatan filmlerden ilk aklıma gelenler. İki Kadın’dan bu yana bu temayı iktidar, siyasal ve toplumsal değişimlerin getirdiği, diğer bunalımı kavramları ile yoğuruyor Yavuz. Gündelik yaşamımızdaki şiddet, unsurunu irdeliyor. Bir Sonbahar Hikayesi ‘nde etrafımızdaki nefret, kavga ve ölümden yakınıyor. Birbirini seven iki insanın giderek iki yabancıya dönüşmesinde bu toplumsal nefretin rolünü araştırıyor. Sevginin, aşkın, coşkunun, insan olma sevincinin anlamını yitirmesini, sevginin nefretin yer değiştirmesini anlatıyor. (Vecdi Sayar, Negatif d., Kasım 1994) “Agâh Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü” 3. Cilt”

& Aile kurumunun yapaylığı ve barındırdığı potansiyel şiddet, Yavuz Özkan'ın "fetiş"lerinden biri haline gelmiş durumda. "Yengeç Sepeti" bunu nihayet başarıyla ortaya döküyor. Hemen herkesin takıldığı "Adalet yoktur, düzen vardır" türünden kiitabi laflara, altı kişinin birbiriyle dalaştığı bölümde (aslında filmin adına, sepete konan yengeçIerin birbirlerine saldırması esprisine en yakın sahne) olduğu gibi kötü oynanmış ve kötü yönetilmiş bazı sahnelere; Derya Alabora'nın pencereden içeri girmesindeki bariz "hataya" karşın, Şahika Tekand dışındaki oyuncuların da başarıları nedeniyle, severek izlediğim bir film oldu "Yengeç Sepeti", (Tunca Arslan, Kültür Sanat, 10 Aralık 1994) “Agâh Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü” 3. Cilt”

& Yerel ve evrensel özünden mekan – çevre düzenlemesine; görüntü, ışıklandırma ve çerçevelemelerinden montajına ve oyunculuğuna kadar ilgiyle seyrettiğim "Yengeç Sepeti", hassas dengesi bozulmuş bir aile de patlamaya hazır bir şiddet boşalımı temasını, dedelerine torunlar ilişkilerinde özellikle beliren biraz halim selim bir yaklaşımla ele almasına karşın, son yıllarda verimli bir üretime girdiği gözlenen yönetmen Yavuz Özkan'ın tümünü ne yazık ki seyredemediğim filmlerinden, başarılı ve ilginç bir örnek kanımca. (Sungu Çapan, Cumhuriyet g., 1994) “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç Dr. Bülent Vardar, “20. Yüzyılın Türk Sineması

 

YAZ YAĞMURU (1994) 

Yönetmen: Tomris Giritlioğlu, Senaryo: Ümit Ünal, Tomris Giritlioğlu, Eser: Ahmet Hamdi Tanpınar, Görüntü Yönetmeni: Yavuz Türkeri, Müzik: Münir Nurettin Beken Filmin müzikleri, Debussy’nin “Claire de Lune” adlı eserinden esinlenerek yapılmıştır Yapım: TRT/Nilgün Sağyaşar Kamera Asistanı: Haluk Ertuğrul, Yönetmen Yardımcıları: Ayşe Özer, Mehmet Erişti, Ertekin Akpınar, Linda Stark, II. Yönetmen: Sadullah Celen, StendyCum: Ercan Yılmaz, Seslendirme Yönetmeni: Işın Feyman, Dekor Realizasyon: Eryetiş Öyerli, Makyaj: Evin Soley, Ön Araştırma: Tahran Gürhan, Linda Stark, KostümAksesuar: Seray Öztürk, Nilüfer Çamur, Erol Potur, Kostüm Realizasyon: Gülderen Özen, Kareograf: Ümit İris, Kuaför: Ahmet Akbıyık, Teknik Sanat Yönetmeni: Bahattin Demirkol, Sanat Yönetmeni: Esat Tekand, Işık Şefi: Ali Salim Yaşar, Kostüm Tasarım ve Çevre Düzeni: Deniz Özen, Kurgu: Halit Ödek, Işık: Kürşat Karaca, Ali Demirel, Ramazan Akgül, Set Fotoğrafçısı: Ragıp Tokluca, Set Amiri: Enver Kündem, Set: Şeref Yılmaz, Ahmet Mersinli, Bahçeli Özer, Görüntü Efekt Jenerik: Sineoptik Ltd., Hilmi Güver, Sait Dinek, Ses Efekt: Atilla Ertüz, Mehmet Erişti, Ses Kayıt: Alp Yıkıcı, Hasan Ersoy, Ses Miks: Hasan Ersoy, Ses Optik Transfer: Lale Film LTD. “Tuncer Aydınoğlu, İhsan Küçüktepe”, Negatif Yıkama: Mehmet Öztan, Emin Fındıklı, Deniz Toker, Rasim Saraç, Güner Çelik, Negatif Kurgu: Uğur Sağer, Beylan Ünal, Bilgi Kelebek, Kopya Baskı: Sinefekt A.Ş. “Yusuf Özbek, Mustafa Koç, Orhan Turgut”, Ulaşım: Mustafa Ulu, Hasan Tan, Celal Uluhan, Murtaza Buldu, Erkan Özkan, Alper Özkan, Bekir Biçici, Seyfullah Erkılıç, Şinasi Köksal, Kemalettin İlhan, Mehmet Paksoy, Prodüksiyon Amiri: Ziya Ilgaz, Prod. Yard: Yavuz Bektaş, Yapım Sorumlusu: Bünyamin Ersöz, Yahya Erecekler,

Oyuncular: Ahmet Levendoğlu (Sabri), Pıtırcık Akkerman (Genç Kız), Selçuk Yöntem (Kambur), Meral Çetinkaya Kalfa), Müge Akyamaç (Teyze), Mehmet Güleryüz (Büyükbaba), Suna Selen Ayşe Hanım), Olgun Şimşek (Genç Kambur), Nilüfer Aydan (Büyükanne), Evrim Kıvançer (Küçük Kız), Fikret Kuşkan (Cambaz), Nur Sürer (Sabri’nin karısı), Hümeyra (Madam), Cezmi Baskın (Kuşçu),

Konu: Yaz Yağmuru, iç dünyasının çılgın imgeleriyle yaşayan yarı şizofren bir genç kızla, (Pıtırcık Akerman) bir yazarın (Ahmet Leventoğlu) yaşadığı ani ve kısa (15 günlük) aşkın öyküsü. Yeni romanını yazmak için kiraladığı konakta yoğun bir çalışmaya koyulan yazar, yağmurlu bir bahar gününde konağın bahçesinde gizemli bir kıza rastıar. Aslında bu genç kız, çocukluğu ve gençliği bu konakta geçmiş ve bir yangında yok olmuş ailenin bir ferdidir. Genç kızı evine çağıran yazar, kızın duyarlığı ve bitmek tükenmek bilmeyen yalanlarıyla şaşkına döner ve onun gerçek mi yoksa düş mü olduğunu ayırt etmekte zorlanır. Geri dönüşlerle anlatılan öyküde, kızın çocukluğunun geçtiği konak, birlikte yaşadığı büyükbabası ve kalfa, aslında kızın davranışlarının kökeninde neler yattığını belirtir. Genç kız ve yazar arasında başlayan ilişki yazar için bir tutkuya dönüşürken, genç kız ansızın yok olur (TÜRSAK Sinema Yıllığı'94, 1994:91).

& Film, anlatım olarak derli toplu, özenli çalışılmış bir film, ama ele aldığı konu, bu konunun zamana uyarlanışı ve sunduğu yaşam biçimi sorgulanınca farklı durumlar ortaya çıkmaktadır. Konakların seçkin yaşam yerleri olarak suunulması, paşa dedelerin kuşlara düşkünlükleriyle insancıllaştırılması, yaşamın arka planını gizlemek olarak görünüyor... Toplumsal arka plan ise çok klasik bir betimlemeyle verilmiştir, küçücük bir radyo konuşması: Alman'ların yenilgi haaberi, o kadar... TRT'nin yapımını üstlendiği bu filmden, daha farklı toplumsal bir sorgulama beklenemeyeceği açıkça ortadadır" (Çakır, Özgür Gündem, 02.04.1994). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç Dr. Bülent Vardar, “20. Yüzyılın Türk Sineması”

ÖDÜL

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1995)

► "En İyi 3. Film" ,

► Pıtırrcık Akerman "En İyi Kadın Oyuncu"

► Selçuk Yöntem "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu

 

 

YAZ AŞKLARI (1994)

Senaryo ve Yönetmen: Samim Utku, Görüntü Yönetmeni: Ali Engin, Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk Prodüksiyon Müdürü: Çetin Dağdelen, Yapım Sorumlusu:; Oğuz Turan Can, Yapım Koordinatörü: Erhan Erzurumlu, Kurgu: Mustafa Kul, Müzik: Ayhan Yavaş, Öykü: Fedai Öztürk, Okan Özdil, Laboratauar: Şems Tokgöz, Turan Ceren, Renk Uzmanı: A. Tümay Rızai, Negatif Montaj: İzzet Tatlıcı, Işık Ekibi: Salim Ekinci, Kürşat Emekçi, Işık Şefi: Ümit Özyurt, Set Ekibi: Tamer Yıldız, Mehmet Öz, Set Amiri: Murat Yıldız, Görüntü Yön. Yrd.: Kaya Taylan, Yönetmen Yrd.: Okan Özdil, Telecine: Yenilale Stüdyosu, Post Prodüksiyon: Ertan Küçükoktay, Ses Kayıt: Ercan Akdağ, Miksaj: Hakan Tepe, Efektör: Hikmet Eldek, Dublaj Yönetmeni: Ayşin Atav, Dirlik Film Laboratuarında hazırlanmış ve Marg Film stüdyosunda seslendirilmiştir

Oyuncular: İsmet Özhan, Sibel Gökçe, Yeşim Tan, Nuri Alço, Kardelen, Okan Özdil, Tolga Kılınç, Taşkın Mumcuoğlu,

Konu: Tatile çıkan bir genç, oda ayırttığı otelde bir sürprizle karşılaşır. Odası yanlışlıkla bir genç kıza verilmiştir. Yersizlik nedeniyle aynı odada kalmak zorunda kalan kızla erkek arasında bir yakınlaşma başlar. Birbirlerine aşık olurlar. Bir süre sonra delikanlının nişanlısı ortaya çıkınca işler karışır. Ama delikanlı nişanlısına bir erkek bulunca her şey tatlıya bağlanır.

 

 

 YARASA (1994)

Yönetmen: Hüdaverdi Yavuz, Senaryo: Mehmet Uyar, Görüntü Yönetmeni: Haluk Göl, Kurgu: Veli Akbaşlı, Müzik: Sezer Bağcan, Yapım: İfpaş Film

Oyuncular.: Bülent Bilgiç, Sinem Dinçay, Yıldırım Gencer, Ay ton Sert, Mustafa Aslan, Faruk Güncan, Mine Sun

Konu: Yaşadığı dünya içinde hiçbir şeyle uyum sağlayamayan alaycı ve hırçın bir şairin öyküsü. İki arkadaşıyla bir apartman dairesinde oturan Genç adam (Bülent Bilgiç) çevresinin yanı sıra, annesi ve babasıyla da anlaşamaz. Serserice, umarsız bir hayat sürmektedir.