İSTANBUL KANATLARIMIN ALTINDA (1995) "Istanbul Under My Wings"
Senaryo ve Yönetmen: Mustafa
Altıoklar, Görüntü Yönetmeni: Uğur İçbak, Müzik: Tuluyhan Uğurlu,
Yapım: Umut Sanat Ürünleri/ Üstün Karabol, Coral Europa S.A/İspanya Negatif Film/ Türkiye Ruhoda .V./Hollanda Müzik Düzenleme: Kudsi Erguner,
Tuluyhan Uğurlu, Müzisyenler: Tuluyhan Uğurlu (Piyano), Kudsi Erguner
(Ney), Mehmet Bitmez (Ud), Hakan Güngör (Kanun), Derya Türkan (Kemençe), Necip
Gülses (Tambur), (Sanat Yönetmeni: Yaşar Kartoğlu, Sanat Yön. Yrd: Özgür
Kemertaş, Ceyla Tanrıöver, 1. Kamera Ast: Zekeriya Kurtukuş, 2.
Kamera Ast: Osman Tolga, Kamera Ulaşım: Erol Ataç, Film Kurgu: Julia
Juaniz, Juan Sanmateo, Fasat ve Kostüm Tasarı: Gül Emre, Oyuncu
Yönetmeni: Zühtü Erkan, Ressam: Ufuk Gürgenç, Necdet ÖÜÇatak, Özel
Görsel efektler: Eva Palacios, Carmen Aguirre, Alfonso Nıeto, Claudia Guel,
Yolanda Bergareche, Işık Şefi: Nezir Yücel, Prodüksiyon Sorumlusu: Juan
Baena, Yapım Amiri: Jaime Fernandezcid, Ses Mühendisi ve Efektörü: Erkan
Oban, Surround Sistem Ses Miksaj: Alfonso Pino, Dolby Teknisyeni: Jaime
Puig, Set Amiri: İbrahim Üner, Makyöz: Lale Şahin, 1. Yön.Yrd:
Serdar Akar, 2. Yön. Yrd: Serap Kaçan, 3. Yön.Yrd: Felipe
Miranda, Devam Takibi: İnci Gülen, Set Fotoğrafçısı: Sezay Özbal,
Ses Video Kayıt: Barış Özbiçer, Yapım Yardımcıları: Encarnacion
Arriero, İpek Özalp, Ilgın Sözen, İdil Urfalıoğlu, Sami Kuru, Yapım
Sekreterleri: Nazan Kırılmış, Aysun Şener, Adela Velasco, Carmen Burgos, Muhasebe
ve Resmi Belge: Nalan Abay, Pedro Albares, Haldun Zirkeli, Rafael Guzman,
Laura Montes, Mekan Sorumlusu: Ziya Ilgaz, Seyfi Çakır, Ulaşım
Sorumlusu: Şeref Ablak, Yardımcı Oyuncu Sorumlusu: Gülin Tokat,
Günay Karadeniz, Yemek Sorumlusu: Mahmut Ablak, Fasat ve Dekor
Yapımı: Proto, Kanat Tasarımı: Galip Tekin, Kaan Can Bircan, Kanat
Yapımı: Kaan Can Bircan, Hat ve Minyatür Çizeri: Şiva Yıldırım, Kostüm
Yapımı: Gaye Özen, Terzi: Halim Erokan, Gardrop: Fulya Koçak,
Müge Alper, Juana Maria Juşia, Mehmet Subatan, Erol Üner, Niyazi Er, PerukaSakalBıyık:
Yaşar Şengül, Şerafettin Siirli, Jenerik Yazıları: Ali Gürbüz
Büyükuğurlu, Tanıtım Filmi Kurgusu: Felipe Miranda, Tanju Özdemir,
Guillarmo Maestro, Serdar Danişment, Telesine: Ruben Sanz, VTR Kurgu:
Alpay Çabuk, Dublaj Yönetmeni: Kahraman Acemhan, Ses Kayıt ve
Senkron: Taylan Oğuz, Ufuk Çoban, Osman Tahsin Erol, Eduardo Fernandez,
Dublaj Yön. Yrd: Aziz Acar, Işık Şefi Yardımcıları: Berzan Yücel,
Ferzan Yücel, Murat Munukçu, Nurettin Keleş, Set Çalışanları: H. İbrahim
Tekin, Mustafa, Atakan, Makyöz Yardımcısı: Pınar Tokur, Ulaşım: Suat
Coşkun, Necdet Yılmaz, David Collado, Isaac Boullon, Polat Nakliyat, Yapım
Sorumlusu: Kartal Tibet, Nida Karabol,
Oyuncular: Ege Aydan
(Hazerfan Ahmet Çelebi), Beatriz Rico (Franceska), Okan Bayülgen (Legari Hasan
Çelebi), Savaş Ay (Bekri Mustafa), Burak Sergen (IV. Murat), Haluk Bilginer
(Evliya Çelebi), Cüneyt Çalışkur (Şeyhül İslam), Tuncel Kurtiz (Topal Recep),
Berke Hücran (Musa Çelebi), Giovanni Scognamillo Antonio Ağa), Zuhal Olcay
(Kösem Sultan), Akasya Aslıtürkmen (Leyla), Ali Düşenkalkar (İmam), Remzi Evren
(Duçe Mehmet), Altan Günbay (Kel Abdi), Ayton Sert (Hekimbaşı), Mustafa
Altıoklar (Derviş), Suat İlhan (Meyhaneci Agop), Selahattin Abay (Meyhaneci
yrd. Mahmut), Mustafa Suphi (Müneccimbaşı), Nejat Yavaşoğulları (Saray
Müzisyeni), Barış Özbiçer (1. Çengi), Ulaş Özbiçer (2. Çengi), İstemihan Tuna
(İçoğlan), Estrella Albina (1. Cariye), Eva Maria Morena (2. Cariye), Nazan
Kırılmış (Fahişe)
Konu: Mustafa
Altıoklarîn adı ikinci filmi "İstanbul Kanatlarımın Altında" ile daha
geniş bir kitle tarafından duyulmuştu. Hezarfen Ahmet Çelebi'nin Galata
Kulesi'nden Üsküdar'a kanat takarak uçma hayalini gerçekleştirmesini anlatan
film. Evliya Çelebi (Haluk Bilginer), Lagari Hasan Çelebi (Okan Bayülgen),
Hezarfen Ahmet Çelebi (Ege Aydan) ve Bekri Mustafa(Savaş Ay) gibi İstanbul'un o
dönemdeki renkli karakterlerini biraraya getiriyordu. Adı yalnızca Evliya
Çelebi'nin Seyahatname'sinde geçen ve bunun dışında başka hiçbir kaynakta
uçtuğuna dair bir bilgi yer almayan Hezarfen Ahmet Çelebi'nin hayalini
gerçekleştirip gerçekleştiremediği hâlâ muallak. Evliya Çelebi'nin
Seyahatname'sine renk katmak için hayalgücünü çalıştırdığı ve böyle olaylar
kaleme aldığı da biliniyor. Tüm bu tarihi gerçekler bir yana, Mustafa
Altıoklar'ın hem senaryosunu yazıp hem de yönettiği "İstanbul Kanatlarımın
Altında" özellikle sanat yönetmenliği açısından başarılı bir yapım ve
dönem filmlerimiz arasında özel bir yere sahip. ” Filmin en büyük artılarından
biri, Sultan IV. Murat'ın (Burak Sergen) alkol yasağı koyduğu İstanbul gece
hayatını capcanlı tasvir etmesiydi. Gündelik hayat ve dil, filmin kurduğu
ambiyansa uyum içinde eşlik ediyordu. Osmanlı döneminin bu doğallıkla perdede
işlenmesi çok karşılaştığımız bir şey değildi. Hezarfen Ahmet Çelebi'nin bir
İtalyan esire aracılığıyla Leonardo DaVinci'nin çizimlerine ulaşması filmin
dramatik yapısını kuvvetlendiriyor ve espri katıyordu. Bu özellikleriyle
"İstanbul Kanatlarımın Altında" sıkıcı bir dönem filmi olmaktan
uzaklaşıyor; modern bir gişe filmine dönüşüyordu. Öte yandan, senaryonun
karakterleri mercek altına alma konusunda zayıflıkları yok değildi. Mesela IV.
Murat'ın, annesi Kösem Sultan (Zuhal Olcay) yüzünden nasıl bir despota
dönüştüğü başarıyla işlenmekteydi. Oysa, ana karakter Hezarfen Ahmet Çelebi çok
daha yüzeysel bir şekilde ele almıyordu. Uçma tutkusunun peşinden sokakta asılı
cesetlere otopsi yapacak kadar gözükara olan Hezarfen'in karakteri hakkında
derinlemesine bir bilgi sahibi olamıyorduk. Senaryonun en dikkat çekici
özelliklerinden biri de saray hayatına cesurca bakmasıydı. Saray içinde iktidar
kavgaları, yeniçeri saray ilişkisi, IV. Murat'ın eşcinselliğine yapılan
göndermeler ve hatta yatak odasına dair cesur sahneler, sinemamızda farklı bir
Osmanlı yorumu olarak da göze çarpmaktaydı.
Teknik anlamda da iyi niyetli çabalar
gözden kaçmıyordu. Şimdi gözümüze son derece primitif gelse de eski İstanbul'u
geniş açılı planlarda betimleyen dijital müdahaleler, filmin görselliğine fayda
sağlıyordu. Tuluyhan Uğurlu'nun bestelediği özgün miiziğinse neredeyse filmi
gölgede bırakacak kadar popüler olduğunu da hatırlatalım. (E.Ç.) Sinema En İyi
100 Film
ÖDÜL
8.
Ankara Uluslararsı Film Festivali’nde (1996)
►Burak Sergen “Umut veren oyuncu”
SİYAD (Sinema yazarları Derneği) seçminde
►En iyi 4.film
►Uğur İçbak “en iyi görüntü yönetmeni”
►Tuluyhan Uğurlu “ en iyi müzik
&
Oldukça garip bir film, 1stanbul Kanatlarıımın Altında. Genelde insanı
şaşırtan, irkilten, giderek iten öğelerle dolup taşıyor. Ama yer yer olağanüstü
başarılı şeyler de içeriyor. Sevilebilir veya nefret edilebilir, ama bu fılm
karşısında illgisiz kalınamayacağı kesin Yıllar önce senaryoyu vermişti bana
Altıokklar. Sevmiştim, ama bu senaryodan
film yaapılabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti; ona da söyledim. Ama o,
güçlüklerden yılacak bir tip değil. Çabaladı, öyküsünü sinemalaştırrdı. Önce bu
yanına hayranlığımı belirteyim.
Film oldukça itici biçimde
başlıyor. Bir hamam sahnesi var ve konuşulanların hiçbiri anlaşılmıyor.
Allahtan bu, film boyunca sürmüyor, sonraki bölümlerde konuşmalar netleşiyor,
anlaşılır hale geliyor. Dördüncü Murat zamanı İstanbul'unda bir yandan sarayda
olup bitenler ve Topkapı entrikaları, öte yandan halkın içinden bir avuç
kahramanın koşut biçimde giden serüvenlerini izliyoruz. Sonra sultan Murat'ın o
ünlü tebdili kıyafet gezileri sırasında bu iki gurup insan ve bu iki dünya
karşılaşıyor. Ve asıl kahramanını ne yapıp edip uçmaya tutkulu Hezarfen Ahmet
Çelebi'nin oluşturduğu, aslında büyüleyici ve heyecan verici bir öyküyü
izlemeye başlıyoruz.
Film, ilk bir saati boyunca, eski
İstanbul'un fon da resimlerle canlandırılması, var olan kentten ustaca seçilmiş
dekor ve mekan parçaları ve de şaşırtıcı bir plastik duygusuyla birlikte, bu
öğelerin ne yazık ki silemediği bir büyük müsamere havasında gelişiyor. Oldukça
statik bir anlatım, projenin görkemi karşısında tutuklaşmış bir sinema
izliyoruz. Bu arada kimi oyuncular, örneğin Dördüncü Murat veya Şeyhülislam'ı
canlandıranlar öylesine kötü ki, filmin tarihsel müsamere havası iyice
pekişiyor.
üstelik bu ilk yarıda
Altıoklar, tek sözcükle zevksiz diye adlandırılabilecek şeyler yapıyor. Örneğin
benim görebildiğim kadarıyla sinema tarihinde ilk kez gerçek bir insan
kadavrasını gözümüzün içine sokuyor ve onun üzerinde yapılan kesmebiçme
işlemlerini yakın plandan gösteriyor. Aynı biçimde, bu kez sahte olmakla
birlikte İtalyan esir kızın cılk yaralı bedenini bıkmadan gözümüzün içine
sokması da, Altıoklar'ın estetik anlayışı konusunda insanı ciddi kuşkulara
düşürüyor.
Ama filmin ikinci yarısında
birden bir mucize meydana geliyor, birden filmin içine girmeye başlıyorsunuz. Hezarfen'in çağını
ve çevresini aşan ve evrenselleşen merakı ve tutkusu, neredeyse profesyonel
oyunculardan daha iyi oyunlar çıkaran Savaş Ay ve Okan Bayülgen'in
canlandırdıkları Bekri Mustafa ve Lagari kişilikleriyle kurduğu içten dostluk
ve özellikle İtalyan kıza karşı sevdasıyla koşut biçimde giden kimi Leonarda
gizlerini öğrenme macerası, insanı çekip içine almaya başlıyor. Sonda yeterince
inandırıcı biçimde çözümlenmiş bir "uçma sahnesi" ve Hezarfen'in
kendini Galata kulesinden aşağı bırakıveren bedeni, filme ilginç bir final
sağlıyor ve bu 'crescendo' sonuna dek sürüyor.
Ama çok geç mi? Belli bir yere dek, kötü
oyunculuğun ve ondan da kötü bir seslendirmenin de katkısıyla insanı inandıramayan
bir filme, son üçte birinin görece başarısı nedeniyle olumlu not verme olanağı
var mı? Sanmıyorum. Bu haliyle İstanbul Kanatlarımın Altında, kuşkusuz ki
Denize Hançer Düştü'den sonra bir kez daha Altıoklar'ın sinema yeteneğini
gösterdiği kadar, görüntüde Uğur İçbak ve müzikte Tuluyhan Uğurlu'nun
başarısını da perçinliyor. Ama bu filmin sonsal izlenimi pek olumlu değil.
Ancak bu yarım başarıda veya eşiğinden dönülmüş bu fiyaskoda bile, gerek
Altıoklar' a, gerekse Türk sinemasının kimi dinamiklerine umut bağlamak için
yeterli öğeler mevcut, bize sorarsanız ... ” Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş
ve Rönesans Yılları” syf, 96”
&
En özgün tarihsel çağ filmi denemesi de sayılabilir bizce. Ayrıca aşk
sahnelerinin sahiciliği bakımından da sevişmeyi yansıtmasını bilen bir bakışın
ürünü bu film, sinemamızda sık sık rastlanmayan biçimde bu sahnelerin hakkını
veriyor başka özelliklerinin yanı sıra Paşaları kukla gibi oynatan annesi
Valide Sultan'ın (Zuhal Olcay) bitmek tükenmek bilmez iktidar hırsıyla
çevirdiği dolaplarla saray entrikaları ve sürekli birilerinin kellesini
isteyen, isyancı yeniçeri hareketleriyle çevrilmiş genç padişah 4. Murat'ın
(Burak Sergen), üç kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğunun tahtında oturduğu,
17. yüzyıl başlarının İstanbul'unda bir hamamda açılıyor İstanbul Kanatlarımın
Altında. Hezarfen Ahmet Çelebi (Ege Aydan), Lagari Hasan (Okan Bayülgen),
Evliya Çelebi (Haluk Bilginer) ve Bekri Mustafa (Savaş Ay), sonradan alemi 50
yıl boyunca gezerek gördüğünü, duyduğunu, dinlediğini, tanık olduğunu, bire bin
katan, tatlı ve abartılı uslubuya yazarak 10 ciltlik tanınmış Seyahatname'sini
dilimize armağan edecek, yaşadığı yüzyılın renkli ve ayrıntılı görünümünü
çizecek, tarihimizin belki de ilk "araştırmacı yazarı ve gazetecisi"
Evliya Çelebi'yi dinliyorlar hamam sefasında. llk izlenimim, tavandan süzülen
ışık huzmelerinin altında sakin sakın yayılmış, huzura ermiş olmaları
gerekirken hamamın verdiği rehavetten uzak, gergin, rahatsız, diken üstünde
gibi durdukları oyuncuların. Ayrıca göbek taşında ter atarak koyultulan, uçma
konulu, derin muhabbetlerinin tadına pek varılamıyor bu başlangıç bölümünde. Ne
var kı oyuncuların diken üstü halleri giderek değişip yumuşuyor ve herkesin
sırası geldiğinde döktürdüğü, yine sinemamızda her zaman karşılaşılmadığı
cinsten, sıcak bir takım oyununa dönüşüyordu öykü geliştikçe. Tarihimizde, içki
düşkünlüğü ve yasağıyla ilgili fıkraların, 5öylentilerin zevk sefa filozofu,
bıçkın ve hazır cevap, balıkçı kahramanı olarak geçmiş, günümüze uygun
hümanist, doğacı ı'e çevreci özelliklerle de donatılmış Bekri Mustafa'nın
(Savaş Ay, deneyimli aktörlerden hiç de geri kalmayan bir rahatlıkla
canlandırıyor şu ölümlü dünyada yaşamaktan zevk almasını bilen, içki
tutkunluğuyla nerdeyse özdeşleşmiş "güzel insan" Bekri Mustafa
Ağa'yı, gerçekten), Ömer Hayyam'dan okuduğu beyitlerle süslenen bu hamam prologunu,
filmin başlıca karakterlerinden genç ve toy padişah IV Murat'ı tanıyacağımız
saray sahnesi izliyor.
Umberto Eco'dan bu yana son dönemde moda
olan, karanlık ortaçağ atmosferinde geçen mistik, fantastik, tarihsel serüven
çizgisinde, insanlığa mal olmuş, bizim tarihimizden öncü bir deneyimi hikaye
eden ve zaten birkaç yıl önceki ilk filmi Denize Hançer Düştü'yle dikkati çeken
Mustafa A1tıoklar, besbelli işine özenle, bir başka yaklaşan Tarihsel
gerçeklere dayanıp üst yanı da hayal gücü mahsulü kurmacalarla yazılmış
senaryosu, gayet tutarlı ve hala yeni yazıya geçirilmemiş binlerce belgenin
aydınlatacağı, zengin Osmanlı kültüründen günümüze kapılar açan, çağdaş bir
yaklaşımın ürünü.
Yönetim, çekim, oyunculuk, mekan kullanımı, görüntü, montaj ve
müzik bakımından, farklı bir düzey tutturarak seyirciyle anında diyalog
kurabilen İstanbul Kanatlarımın Altında, doğrusu Batılı gibi bizim de aslında
üstünkörü tanıdığımız kültürümüzden kaynaklanarak geniş kitleye ulaşacak tarzda
kotarılmış ilginç bir seyirlik. Sinemamızda hiç becerilemeyen çağ filmi
alanında bir kilometre taşı belki de.
Ne yapıp edip uçmayı kafasına koymuş
Hezarfen'le şürekasının serüvenlerinde, 7 den 70'e herkese hitap edecek bir şey
var; azim, başarı, aşk, macera, aksiyon ... 17. yüzyıl IV Murat devrinden kesitler sunarak günümüze
atıf1arda bulunmaktan da geri kalmayan başarılı kalabalık sahneleri, dinamik
anlatımı, kanlı canlı oyunculukları ve estetikplastik açıdan hedefi vuran, göz
doldurucu görsel düzeyiyle doğrusu ummadığım kadar şaşırttı ve hoşnut bıraktı
beni diyebilirim İstanbul Kanatlarımın Altında İçki aleminden küfelik olarak
dönen, güzel Francesca'nın çıplak göğüslerinden esinlenerek uçma varsayımını
temellendiren ve tutucu şeyhülislama (Cüneyt Çalışkur), padişahın huzurunda
ilericilik dersi de veren müspet ilimden yana, Cezayir sürgünü Hezarfen
rolündeki Ege Aydan sonradan açılan, sıcak bir oyun çıkarırken Lagari Okan Bayülgen de oyunculuk yeteneklerini
ortaya seriyor gözlerini devire devire ("Düşünebiliyor musunuz padişahım,
sözgelişi Viyana semalarında uçup kentin üstüne konan Osmanlı sipahilerini,
yeniçerilerini göz önüne getirebiliyor musunuz ) Medyum Keto'dan esinlenilmiş
müneccimbaşı sahnesi gibi matrakgırgır bölümler de içeren film, herkese salık
verilecek tüden, hoş ve seyre değer bir özetle. Mustafa Alıoklar, ileride
çekeceği filmleri yaman meraklandıran ve söyleyecek sözü bulunan, ilginç bir
yönetmen olduğunu kanıtlıyor bu ikinci filmiyle. (Sungu Çapan Cumhuriyet, 22
Mart 1996)
________________________________
Subject: Mustafa Altıoklarîn's name was heard by a wider
audience with his second movie "Istanbul Under My Wings". The film
about Hezarfen Ahmet Çelebi's dream of flying from the Galata Tower to Üsküdar
by attaching wings.
During its first hour, the film develops in an atmosphere of
a grand show, which, unfortunately, cannot be erased, with old Istanbul being
brought to life with pictures in the background, the decor and space pieces
chosen skillfully from the existing city, and an astonishing sense of plastic.
We are watching a very static narrative, a movie that is stunned by the
magnificence of the project. Meanwhile, some actors, such as those who play
Murat the Fourth or Şeyhülislam, are so bad that the historical atmosphere of
the movie is getting stronger. moreover, in this first half, the Altıoks are
doing things that can be called simply tasteless. For example, as far as I can
see, for the first time in the history of cinema, he puts a real human cadaver
before our eyes and shows the cutting and cutting operations on it from a
close-up view. In the same way, the fact that this time the Italian captive
girl's first wounded body, although it is fake, brings us into serious doubts
about the aesthetics of Altıoklar.