Powered By Blogger

10 Aralık 2022 Cumartesi

 

KARIMI ALDATAMAM (1995) "I can't cheat on my wife"

Yönetmen: Samim Utku, Senaryo Okan Özdil Görüntü Yönetmeni: Ergun Özdemir, Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk Kurgu: Mustafa Kul, Genel Koordinatör: Oğuz Turan Can, Müzik: Ahmet Emre, Ayhan Yavaş, Öykü: Samim Utku,

Oyuncular: İlyas Salman, Şebnem Saner, Orhan Alça, Evren Aykul, İnci Uluçay, Ayşen Başer, Okan Özdil, Ramazan Topuz,,Murat Arıcı, Kenan Akmansoy, Aylin Yılmaz, Levent Özşirin, Çocuk Oyuncular: Burcu Öztürk, Burçak Öztürk,

Konu: Birlikte büyüyen birlikte evlenen iki arkadaş iş adamı. Karılarına yalan söyleyerek çapkınlık amacıyla bir tatil köyüne giderler. Ancak durumu anlayan kadınlar, kocalarına bir oyun oynama planı hazırlarlar.

____________________________

Plot: Two fellow businessmen who grew up together and got married together. They lie to their wives and go to a holiday village for the purpose of licentiousness. However, the women who understand the situation prepare a game play plan for their husbands.


 

KADER YOLCUSU (1995)  "Traveler of destiny"


Yönetmen: Mehmet Samsa Senaryo: Sedat Özsu, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Gözde Film/ Zikri Göksoy

Oyuncular: Naim Akın, Rana Erik, İsmet Erten

Konu: Cinayet suçundan yatan bir mahkûm, üç günlük izne çıkar. Kanlısı ise peşindedir. Mahkûm izni sırasında bir kızla tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Kanlısı izini bulup mahkûmu öldürür. Genç kız da onu öldürerek intikamını alır.

_______________________________

Plot: A convicted murderer takes a three-day leave. His blood is after him. During prisoner leave, he meets a girl and they fall in love. His bloody finds his trail and kills the prisoner. The young girl takes her revenge by killing him.

 

KADER DİYELİM (1995) "Let's say destiny"


Senaryo Ve Yönetmen: Mehmet Alemdar, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Alemdar Film/Mehmet Alemdar


Oyuncular: Vahdet Vural, Neslihan Sezer, Zafer Atlı, Betül Kolsuz,


Konu: Emlakçıda çalışan genç kız, paralarla ortadan kaybolur. Sevgilisi olayın peşine düşer ve çözmeye çalışır. Kız bir otel işletmecisi tarafından öldürülmüştür. Delikanlı durumu öğrenince intikamını alacaktır.


___________________________________


Plot: A young girl working at a real estate agent disappears with the money. Her lover follows the case and tries to solve it. The girl was killed by a hotel operator. When the young man finds out about the situation, he will take his revenge.

 

 

İSTANBUL KANATLARIMIN ALTINDA (1995) "Istanbul Under My Wings"

Senaryo ve Yönetmen: Mustafa Altıoklar, Görüntü Yönetmeni: Uğur İçbak, Müzik: Tuluyhan Uğurlu, Yapım: Umut Sanat Ürünleri/ Üstün Karabol, Coral Europa S.A/İspanya  Negatif Film/ Türkiye Ruhoda .V./Hollanda Müzik Düzenleme: Kudsi Erguner, Tuluyhan Uğurlu, Müzisyenler: Tuluyhan Uğurlu (Piyano), Kudsi Erguner (Ney), Mehmet Bitmez (Ud), Hakan Güngör (Kanun), Derya Türkan (Kemençe), Necip Gülses (Tambur), (Sanat Yönetmeni: Yaşar Kartoğlu, Sanat Yön. Yrd: Özgür Kemertaş, Ceyla Tanrıöver, 1. Kamera Ast: Zekeriya Kurtukuş, 2. Kamera Ast: Osman Tolga, Kamera Ulaşım: Erol Ataç, Film Kurgu: Julia Juaniz, Juan Sanmateo, Fasat ve Kostüm Tasarı: Gül Emre, Oyuncu Yönetmeni: Zühtü Erkan, Ressam: Ufuk Gürgenç, Necdet ÖÜÇatak, Özel Görsel efektler: Eva Palacios, Carmen Aguirre, Alfonso Nıeto, Claudia Guel, Yolanda Bergareche, Işık Şefi: Nezir Yücel, Prodüksiyon Sorumlusu: Juan Baena, Yapım Amiri: Jaime Fernandezcid, Ses Mühendisi ve Efektörü: Erkan Oban, Surround Sistem Ses Miksaj: Alfonso Pino, Dolby Teknisyeni: Jaime Puig, Set Amiri: İbrahim Üner, Makyöz: Lale Şahin, 1. Yön.Yrd: Serdar Akar, 2. Yön. Yrd: Serap Kaçan, 3. Yön.Yrd: Felipe Miranda, Devam Takibi: İnci Gülen, Set Fotoğrafçısı: Sezay Özbal, Ses Video Kayıt: Barış Özbiçer, Yapım Yardımcıları: Encarnacion Arriero, İpek Özalp, Ilgın Sözen, İdil Urfalıoğlu, Sami Kuru, Yapım Sekreterleri: Nazan Kırılmış, Aysun Şener, Adela Velasco, Carmen Burgos, Muhasebe ve Resmi Belge: Nalan Abay, Pedro Albares, Haldun Zirkeli, Rafael Guzman, Laura Montes, Mekan Sorumlusu: Ziya Ilgaz, Seyfi Çakır, Ulaşım Sorumlusu: Şeref Ablak, Yardımcı Oyuncu Sorumlusu: Gülin Tokat, Günay Karadeniz, Yemek Sorumlusu: Mahmut Ablak, Fasat ve Dekor Yapımı: Proto, Kanat Tasarımı: Galip Tekin, Kaan Can Bircan, Kanat Yapımı: Kaan Can Bircan, Hat ve Minyatür Çizeri: Şiva Yıldırım, Kostüm Yapımı: Gaye Özen, Terzi: Halim Erokan, Gardrop: Fulya Koçak, Müge Alper, Juana Maria Juşia, Mehmet Subatan, Erol Üner, Niyazi Er, PerukaSakalBıyık: Yaşar Şengül, Şerafettin Siirli, Jenerik Yazıları: Ali Gürbüz Büyükuğurlu, Tanıtım Filmi Kurgusu: Felipe Miranda, Tanju Özdemir, Guillarmo Maestro, Serdar Danişment, Telesine: Ruben Sanz, VTR Kurgu: Alpay Çabuk, Dublaj Yönetmeni: Kahraman Acemhan, Ses Kayıt ve Senkron: Taylan Oğuz, Ufuk Çoban, Osman Tahsin Erol, Eduardo Fernandez, Dublaj Yön. Yrd: Aziz Acar, Işık Şefi Yardımcıları: Berzan Yücel, Ferzan Yücel, Murat Munukçu, Nurettin Keleş, Set Çalışanları: H. İbrahim Tekin, Mustafa, Atakan, Makyöz Yardımcısı: Pınar Tokur, Ulaşım: Suat Coşkun, Necdet Yılmaz, David Collado, Isaac Boullon, Polat Nakliyat, Yapım Sorumlusu: Kartal Tibet, Nida Karabol,

Oyuncular: Ege Aydan (Hazerfan Ahmet Çelebi), Beatriz Rico (Franceska), Okan Bayülgen (Legari Hasan Çelebi), Savaş Ay (Bekri Mustafa), Burak Sergen (IV. Murat), Haluk Bilginer (Evliya Çelebi), Cüneyt Çalışkur (Şeyhül İslam), Tuncel Kurtiz (Topal Recep), Berke Hücran (Musa Çelebi), Giovanni Scognamillo Antonio Ağa), Zuhal Olcay (Kösem Sultan), Akasya Aslıtürkmen (Leyla), Ali Düşenkalkar (İmam), Remzi Evren (Duçe Mehmet), Altan Günbay (Kel Abdi), Ayton Sert (Hekimbaşı), Mustafa Altıoklar (Derviş), Suat İlhan (Meyhaneci Agop), Selahattin Abay (Meyhaneci yrd. Mahmut), Mustafa Suphi (Müneccimbaşı), Nejat Yavaşoğulları (Saray Müzisyeni), Barış Özbiçer (1. Çengi), Ulaş Özbiçer (2. Çengi), İstemihan Tuna (İçoğlan), Estrella Albina (1. Cariye), Eva Maria Morena (2. Cariye), Nazan Kırılmış (Fahişe)

Konu: Mustafa Altıoklarîn adı ikinci filmi "İstanbul Kanatlarımın Altında" ile daha geniş bir kitle tarafından duyulmuştu. Hezarfen Ahmet Çelebi'nin Galata Kulesi'nden Üsküdar'a kanat takarak uçma hayalini gerçekleştirmesini anlatan film. Evliya Çelebi (Haluk Bilginer), Lagari Hasan Çelebi (Okan Bayülgen), Hezarfen Ahmet Çelebi (Ege Aydan) ve Bekri Mustafa(Savaş Ay) gibi İstanbul'un o dönemdeki renkli karakterlerini biraraya getiriyordu. Adı yalnızca Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde geçen ve bunun dışında başka hiçbir kaynakta uçtuğuna dair bir bilgi yer almayan Hezarfen Ahmet Çelebi'nin hayalini gerçekleştirip gerçekleştiremediği hâlâ muallak. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sine renk katmak için hayalgücünü çalıştırdığı ve böyle olaylar kaleme aldığı da biliniyor. Tüm bu tarihi gerçekler bir yana, Mustafa Altıoklar'ın hem senaryosunu yazıp hem de yönettiği "İstanbul Kanatlarımın Altında" özellikle sanat yönetmenliği açısından başarılı bir yapım ve dönem filmlerimiz arasında özel bir yere sahip. ” Filmin en büyük artılarından biri, Sultan IV. Murat'ın (Burak Sergen) alkol yasağı koyduğu İstanbul gece hayatını capcanlı tasvir etmesiydi. Gündelik hayat ve dil, filmin kurduğu ambiyansa uyum içinde eşlik ediyordu. Osmanlı döneminin bu doğallıkla perdede işlenmesi çok karşılaştığımız bir şey değildi. Hezarfen Ahmet Çelebi'nin bir İtalyan esire aracılığıyla Leonardo DaVinci'nin çizimlerine ulaşması filmin dramatik yapısını kuvvetlendiriyor ve espri katıyordu. Bu özellikleriyle "İstanbul Kanatlarımın Altında" sıkıcı bir dönem filmi olmaktan uzaklaşıyor; modern bir gişe filmine dönüşüyordu. Öte yandan, senaryonun karakterleri mercek altına alma konusunda zayıflıkları yok değildi. Mesela IV. Murat'ın, annesi Kösem Sultan (Zuhal Olcay) yüzünden nasıl bir despota dönüştüğü başarıyla işlenmekteydi. Oysa, ana karakter Hezarfen Ahmet Çelebi çok daha yüzeysel bir şekilde ele almıyordu. Uçma tutkusunun peşinden sokakta asılı cesetlere otopsi yapacak kadar gözükara olan Hezarfen'in karakteri hakkında derinlemesine bir bilgi sahibi olamıyorduk. Senaryonun en dikkat çekici özelliklerinden biri de saray hayatına cesurca bakmasıydı. Saray içinde iktidar kavgaları, yeniçeri saray ilişkisi, IV. Murat'ın eşcinselliğine yapılan göndermeler ve hatta yatak odasına dair cesur sahneler, sinemamızda farklı bir Osmanlı yorumu olarak da göze çarpmaktaydı.

Teknik anlamda da iyi niyetli çabalar gözden kaçmıyordu. Şimdi gözümüze son derece primitif gelse de eski İstanbul'u geniş açılı planlarda betimleyen dijital müdahaleler, filmin görselliğine fayda sağlıyordu. Tuluyhan Uğurlu'nun bestelediği özgün miiziğinse neredeyse filmi gölgede bırakacak kadar popüler olduğunu da hatırlatalım. (E.Ç.) Sinema En İyi 100 Film

 ÖDÜL

8. Ankara Uluslararsı Film Festivali’nde (1996)

►Burak Sergen “Umut veren oyuncu”

SİYAD (Sinema yazarları Derneği) seçminde

►En iyi 4.film

►Uğur İçbak “en iyi görüntü yönetmeni”

►Tuluyhan Uğurlu “ en iyi müzik


& Oldukça garip bir film, 1stanbul Kanatlarıımın Altında. Genelde insanı şaşırtan, irkilten, giderek iten öğelerle dolup taşıyor. Ama yer yer olağanüstü başarılı şeyler de içeriyor. Sevilebilir veya nefret edilebilir, ama bu fılm karşısında illgisiz kalınamayacağı kesin Yıllar önce senaryoyu vermişti bana Altıokklar.  Sevmiştim, ama bu senaryodan film yaapılabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti; ona da söyledim. Ama o, güçlüklerden yılacak bir tip değil. Çabaladı, öyküsünü sinemalaştırrdı. Önce bu yanına hayranlığımı belirteyim.

Film oldukça itici biçimde başlıyor. Bir hamam sahnesi var ve konuşulanların hiçbiri anlaşılmıyor. Allahtan bu, film boyunca sürmüyor, sonraki bölümlerde konuşmalar netleşiyor, anlaşılır hale geliyor. Dördüncü Murat zamanı İstanbul'unda bir yandan sarayda olup bitenler ve Topkapı entrikaları, öte yandan halkın içinden bir avuç kahramanın koşut biçimde giden serüvenlerini izliyoruz. Sonra sultan Murat'ın o ünlü tebdili kıyafet gezileri sırasında bu iki gurup insan ve bu iki dünya karşılaşıyor. Ve asıl kahramanını ne yapıp edip uçmaya tutkulu Hezarfen Ahmet Çelebi'nin oluşturduğu, aslında büyüleyici ve heyecan verici bir öyküyü izlemeye başlıyoruz.

Film, ilk bir saati boyunca, eski İstanbul'un fon da resimlerle canlandırılması, var olan kentten ustaca seçilmiş dekor ve mekan parçaları ve de şaşırtıcı bir plastik duygusuyla birlikte, bu öğelerin ne yazık ki silemediği bir büyük müsamere havasında gelişiyor. Oldukça statik bir anlatım, projenin görkemi karşısında tutuklaşmış bir sinema izliyoruz. Bu arada kimi oyuncular, örneğin Dördüncü Murat veya Şeyhülislam'ı canlandıranlar öylesine kötü ki, filmin tarihsel müsamere havası iyice pekişiyor.

üstelik bu ilk yarıda Altıoklar, tek sözcükle zevksiz diye adlandırılabilecek şeyler yapıyor. Örneğin benim görebildiğim kadarıyla sinema tarihinde ilk kez gerçek bir insan kadavrasını gözümüzün içine sokuyor ve onun üzerinde yapılan kesmebiçme işlemlerini yakın plandan gösteriyor. Aynı biçimde, bu kez sahte olmakla birlikte İtalyan esir kızın cılk yaralı bedenini bıkmadan gözümüzün içine sokması da, Altıoklar'ın estetik anlayışı konusunda insanı ciddi kuşkulara düşürüyor.

Ama filmin ikinci yarısında birden bir mucize meydana geliyor, birden filmin içine girmeye başlıyorsunuz. Hezarfen'in çağını ve çevresini aşan ve evrenselleşen merakı ve tutkusu, neredeyse profesyonel oyunculardan daha iyi oyunlar çıkaran Savaş Ay ve Okan Bayülgen'in canlandırdıkları Bekri Mustafa ve Lagari kişilikleriyle kurduğu içten dostluk ve özellikle İtalyan kıza karşı sevdasıyla koşut biçimde giden kimi Leonarda gizlerini öğrenme macerası, insanı çekip içine almaya başlıyor. Sonda yeterince inandırıcı biçimde çözümlenmiş bir "uçma sahnesi" ve Hezarfen'in kendini Galata kulesinden aşağı bırakıveren bedeni, filme ilginç bir final sağlıyor ve bu 'crescendo' sonuna dek sürüyor.

Ama çok geç mi? Belli bir yere dek, kötü oyunculuğun ve ondan da kötü bir seslendirmenin de katkısıyla insanı inandıramayan bir filme, son üçte birinin görece başarısı nedeniyle olumlu not verme olanağı var mı? Sanmıyorum. Bu haliyle İstanbul Kanatlarımın Altında, kuşkusuz ki Denize Hançer Düştü'den sonra bir kez daha Altıoklar'ın sinema yeteneğini gösterdiği kadar, görüntüde Uğur İçbak ve müzikte Tuluyhan Uğurlu'nun başarısını da perçinliyor. Ama bu filmin sonsal izlenimi pek olumlu değil. Ancak bu yarım başarıda veya eşiğinden dönülmüş bu fiyaskoda bile, gerek Altıoklar' a, gerekse Türk sinemasının kimi dinamiklerine umut bağlamak için yeterli öğeler mevcut, bize sorarsanız ... ” Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 96”

& En özgün tarihsel çağ filmi denemesi de sayılabilir bizce. Ayrıca aşk sahnelerinin sahiciliği bakımından da sevişmeyi yansıtmasını bilen bir bakışın ürünü bu film, sinemamızda sık sık rastlanmayan biçimde bu sahnelerin hakkını veriyor başka özelliklerinin yanı sıra Paşaları kukla gibi oynatan annesi Valide Sultan'ın (Zuhal Olcay) bitmek tükenmek bilmez iktidar hırsıyla çevirdiği dolaplarla saray entrikaları ve sürekli birilerinin kellesini isteyen, isyancı yeniçeri hareketleriyle çevrilmiş genç padişah 4. Murat'ın (Burak Sergen), üç kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğunun tahtında oturduğu, 17. yüzyıl başlarının İstanbul'unda bir hamamda açılıyor İstanbul Kanatlarımın Altında. Hezarfen Ahmet Çelebi (Ege Aydan), Lagari Hasan (Okan Bayülgen), Evliya Çelebi (Haluk Bilginer) ve Bekri Mustafa (Savaş Ay), sonradan alemi 50 yıl boyunca gezerek gördüğünü, duyduğunu, dinlediğini, tanık olduğunu, bire bin katan, tatlı ve abartılı uslubuya yazarak 10 ciltlik tanınmış Seyahatname'sini dilimize armağan edecek, yaşadığı yüzyılın renkli ve ayrıntılı görünümünü çizecek, tarihimizin belki de ilk "araştırmacı yazarı ve gazetecisi" Evliya Çelebi'yi dinliyorlar hamam sefasında. llk izlenimim, tavandan süzülen ışık huzmelerinin altında sakin sakın yayılmış, huzura ermiş olmaları gerekirken hamamın verdiği rehavetten uzak, gergin, rahatsız, diken üstünde gibi durdukları oyuncuların. Ayrıca göbek taşında ter atarak koyultulan, uçma konulu, derin muhabbetlerinin tadına pek varılamıyor bu başlangıç bölümünde. Ne var kı oyuncuların diken üstü halleri giderek değişip yumuşuyor ve herkesin sırası geldiğinde döktürdüğü, yine sinemamızda her zaman karşılaşılmadığı cinsten, sıcak bir takım oyununa dönüşüyordu öykü geliştikçe. Tarihimizde, içki düşkünlüğü ve yasağıyla ilgili fıkraların, 5öylentilerin zevk sefa filozofu, bıçkın ve hazır cevap, balıkçı kahramanı olarak geçmiş, günümüze uygun hümanist, doğacı ı'e çevreci özelliklerle de donatılmış Bekri Mustafa'nın (Savaş Ay, deneyimli aktörlerden hiç de geri kalmayan bir rahatlıkla canlandırıyor şu ölümlü dünyada yaşamaktan zevk almasını bilen, içki tutkunluğuyla nerdeyse özdeşleşmiş "güzel insan" Bekri Mustafa Ağa'yı, gerçekten), Ömer Hayyam'dan okuduğu beyitlerle süslenen bu hamam prologunu, filmin başlıca karakterlerinden genç ve toy padişah IV Murat'ı tanıyacağımız saray sahnesi izliyor.

Umberto Eco'dan bu yana son dönemde moda olan, karanlık ortaçağ atmosferinde geçen mistik, fantastik, tarihsel serüven çizgisinde, insanlığa mal olmuş, bizim tarihimizden öncü bir deneyimi hikaye eden ve zaten birkaç yıl önceki ilk filmi Denize Hançer Düştü'yle dikkati çeken Mustafa A1tıoklar, besbelli işine özenle, bir başka yaklaşan Tarihsel gerçeklere dayanıp üst yanı da hayal gücü mahsulü kurmacalarla yazılmış senaryosu, gayet tutarlı ve hala yeni yazıya geçirilmemiş binlerce belgenin aydınlatacağı, zengin Osmanlı kültüründen günümüze kapılar açan, çağdaş bir yaklaşımın ürünü.

Yönetim, çekim, oyunculuk, mekan kullanımı, görüntü, montaj ve müzik bakımından, farklı bir düzey tutturarak seyirciyle anında diyalog kurabilen İstanbul Kanatlarımın Altında, doğrusu Batılı gibi bizim de aslında üstünkörü tanıdığımız kültürümüzden kaynaklanarak geniş kitleye ulaşacak tarzda kotarılmış ilginç bir seyirlik. Sinemamızda hiç becerilemeyen çağ filmi alanında bir kilometre taşı belki de.

Ne yapıp edip uçmayı kafasına koymuş Hezarfen'le şürekasının serüvenlerinde, 7 den 70'e herkese hitap edecek bir şey var; azim, başarı, aşk, macera, aksiyon ... 17. yüzyıl  IV Murat devrinden kesitler sunarak günümüze atıf1arda bulunmaktan da geri kalmayan başarılı kalabalık sahneleri, dinamik anlatımı, kanlı canlı oyunculukları ve estetikplastik açıdan hedefi vuran, göz doldurucu görsel düzeyiyle doğrusu ummadığım kadar şaşırttı ve hoşnut bıraktı beni diyebilirim İstanbul Kanatlarımın Altında İçki aleminden küfelik olarak dönen, güzel Francesca'nın çıplak göğüslerinden esinlenerek uçma varsayımını temellendiren ve tutucu şeyhülislama (Cüneyt Çalışkur), padişahın huzurunda ilericilik dersi de veren müspet ilimden yana, Cezayir sürgünü Hezarfen rolündeki Ege Aydan sonradan açılan, sıcak bir oyun çıkarırken Lagari  Okan Bayülgen de oyunculuk yeteneklerini ortaya seriyor gözlerini devire devire ("Düşünebiliyor musunuz padişahım, sözgelişi Viyana semalarında uçup kentin üstüne konan Osmanlı sipahilerini, yeniçerilerini göz önüne getirebiliyor musunuz ) Medyum Keto'dan esinlenilmiş müneccimbaşı sahnesi gibi matrakgırgır bölümler de içeren film, herkese salık verilecek tüden, hoş ve seyre değer bir özetle. Mustafa Alıoklar, ileride çekeceği filmleri yaman meraklandıran ve söyleyecek sözü bulunan, ilginç bir yönetmen olduğunu kanıtlıyor bu ikinci filmiyle. (Sungu Çapan Cumhuriyet, 22 Mart 1996)

________________________________

Subject: Mustafa Altıoklarîn's name was heard by a wider audience with his second movie "Istanbul Under My Wings". The film about Hezarfen Ahmet Çelebi's dream of flying from the Galata Tower to Üsküdar by attaching wings.

During its first hour, the film develops in an atmosphere of a grand show, which, unfortunately, cannot be erased, with old Istanbul being brought to life with pictures in the background, the decor and space pieces chosen skillfully from the existing city, and an astonishing sense of plastic. We are watching a very static narrative, a movie that is stunned by the magnificence of the project. Meanwhile, some actors, such as those who play Murat the Fourth or Şeyhülislam, are so bad that the historical atmosphere of the movie is getting stronger. moreover, in this first half, the Altıoks are doing things that can be called simply tasteless. For example, as far as I can see, for the first time in the history of cinema, he puts a real human cadaver before our eyes and shows the cutting and cutting operations on it from a close-up view. In the same way, the fact that this time the Italian captive girl's first wounded body, although it is fake, brings us into serious doubts about the aesthetics of Altıoklar.

FİLMİ İZLE



 

İÇERDEKİLER Mİ DIŞARDAKİLER Mİ (1995) "Insiders or Outsiders?"

Yönetmen: Nejat Gürsoy, Senaryo: Çetin İzzet Özkaya, Görüntü Yönetmeni: Dinçer Önal, Yapım: Başkent Film/Ahmet Demir

Oyuncular: Meral Zeren, Tuğrul Meteer, Neslihan Sezer

Konu: Bir mühendisle, gece hayatına düşkün karısının öyküsü. Evlilikleri kavga ve tartışmayla geçmektedir. Genç adam ruhi bir bunalım geçirerek hastaneye tedavi için yatırılır. Adam kendisini tedavi eden doktor hanıma aşık olmuştur.

____________________________________

Plot: The story of an engineer and his nightlife-loving wife. Their marriage is filled with quarrels and arguments. The young man suffers from a mental depression and is admitted to the hospital for treatment. The man fell in love with the doctor lady who treated him.


 

 IRMAKLARIN TÜRKÜSÜ (1995) "Song of the Rivers"

Senaryo ve Yönetmen: Soydaner Uğurlu, Görüntü Yönetmeni: Şener Işık, Müzik: Sinan Çetin, Yapım: Soydaner Uğurlu, Ayhan Turgut

Oyuncular: Hakan Ural, Seher Dilovan, Yalçın Erkan, Sırrı Elitaş, İhsan Baysal

Konu: Olaylar 19501953 yılları arasında Kore savaşında geçmektedir. İbrahim Efe, oğlu Binali’yi askere uğurlar. Köyde sakin, kendi halinde bir yaşam süren İbrahim ve ailesi oğullarının hasretine katlanmaya çalışır. Dönemin sosyopolitik gelişmeleri tüm dünyada olduğu gibi Efe ailesini de kendi çapında etkiler. Ülkenin Nato’ya mı yoksa Varşova Paktı’na mı gireceği tartışılırken BM’nin Kuzey Kore’ye asker gönderme kararına Türkiye’de katılır. Denizler ötesine gönderilen askerler arasında Binali de vardır. Babası İbrahim Efe yıllar önce Yunanlıları denize dökmüşken şimdi oğlu Binali omuz omuza çarpıştığı Yunan askerinin hayatını kurtaracaktır.

_________________________________

Subject: The events take place in the Korean War between 1950-1953. İbrahim Efe sends his son Binali off to the army. İbrahim and his family, who lead a quiet and simple life in the village, try to endure the longing for their son. The socio-political developments of the period affected the Efe family in their own way, as they did all over the world. While discussing whether the country will join NATO or the Warsaw Pact, Turkey also participates in the UN's decision to send troops to North Korea. Binali is among the soldiers sent across the seas. While his father İbrahim Efe had thrown the Greeks into the sea years ago, now his son Binali will save the life of the Greek soldier he fought shoulder to shoulder.


 

EYLÜL (1995) "September"


Yönetmen: Eser Zorlu, Senaryo: Yasemin Zorlu, Görüntü Yönetmeni: Şener Işık, Müzik: Onno Tunç Yapım: TeleSine/Kamile Apaydın Kamera Asistanı: Barış Işık, Sanat Yönetmeni: Mustafa Karyağdı, Yöetmen Yardımcısı: Banu Atay,


Oyuncular: Yeşim Alıç, Mehmet Atak, Kutay Köktürk, Fatma Belgen, Tuncer Necmioğlu, Süer İzat, Kamile Apaydın, Samim Meriç


 Konu: Bir ressamın öyküsü. Eylül ayı ile birlikte sokaklarda zor koşullar altında büyüyen sakat ve dilsiz Adem ile ressamın beraberlikleri.

______________________________


Subject: The story of an artist. The togetherness of the crippled and mute Adem and the painter, who grew up on the streets under difficult conditions in September.

 

 DÜŞ, GERÇEK, BİR DE SİNEMA (1995) (Üç Öykülü Film)  "Dream, Reality and Cinema"

Yönetmen: Tülay Eratalay, Senaryo: Ayfer Tunç, Aykut Tankuter, Görüntü Yönetmeni: Egemen Baykal, Kurgu: Aytuğ Aydın, Müzik: Nurettin Özsuca, Yapım: TRT/Selim Aşkın

Oyuncular: Levent Yılmaz, Can Kolukısa, Kenan Bal, Zeliha Güney, Şenay Aksoy, Ali Sürmeli, Ali Uyandıran

1)Düş: Reşat Nuri Güntekin'in "Bahçeli Lokanta" adlı öyküsünden.Piyangodan kazandığı büyük ikramiye ile lokanta açıp evraklar arasından kurtulmak isteyen bir memurun öyküsü.

2)Gerçek: Mahmut Şevket Esendal'ın "Ev Ona Yakıştı" adlı öyküsünden.“Ev sahibi kimsenin oturmadığı, bakımsızlıktan harap olmuş evini kiralayacak kimseyi bulamaz. Sonunda tamirini de üstlenen bir kiracı eci oturulacak hale getirir. Fakat bu sefer komşuları ev sahibini kiracı aleyhine kışkırtırlar. Ev Sahibi kiracıyı evden çıkarır. Ev tekrar eski harap halini almaya başlar

3) Bir de Sinema: Muzaffer Buyrukçu'nun "Sinema Düşleri" adlı öyküsünden. Düş ve gerçek arasında gidip gelen bir figüranın iç dünyasındaki yansımaların Öyküsü.

 Ödül: 8. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1996)

►"En İyi Film"

►"Can Kolukısa "En İyi Erkek Oyuncu"

►"Nurettin Özsuca "En İyi Özgün Müzik"

(Jüri Üyeleri: Rekin Teksoy (bşk.), Tarık Dursun K., Muzaffer Hiçdurmaz, Ziya Öztan, Gülsen Tuncer). “

10. Adana Altın Koza Film Festivali’nde (1996)

►""En İyi 3. Film"

►"Kenan Bal "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu".

__________________________________


Three Stories Movie

1) The Dream: From Reşat Nuri Güntekin's story "Bahçeli Restaurant". The story of an officer who wants to open a restaurant with the big prize he won from the lottery and get rid of the paperwork.

2) Fact: From Mahmut Şevket Esendal's story "The House Suited Him". In the end, a tenant who also undertakes the repair makes the eci livable. But this time the neighbors provoke the landlord against the tenant. The Landlord evicts the tenant. The house starts to become dilapidated again

3) And Cinema: From the story "Cinema Dreams" by Muzaffer Buyrukçu. The Story of the reflections in the inner world of an extra who oscillates between dream and reality.

 

 

CEMİLE VE UMUDUN MASALI (1995) "The tale of Jamila and hope"

Senaryo ve Yönetmen: İsmet Elçi, Görüntü Yönetmeni: Andreas Bergman, Yapım: TürkAlman ortak Yapımı

Oyuncular: Lale Mansur, Talat Bulut, Tuncel Kurtiz, Sevda Ferdağ, Cengiz Temeller, Şükriye Dönmez, Nüvit Özdoğru, Gülay Şubatlısoylu, Ece Çakıcı, Serap Soylular, Sevda Soylular

Konu: Köyde artan nüfus ve giderek toprağın verimsiz hale gelmesi nedeniyle Gaziantepli bir aile İstanbul'a göç eder. Ancak büyük şehir düşledikleri gibi çıkmaz. Aileden Kasım, bir iş kazası sonucu yaşamını yitiren kayınbiraderinin ölümünden kendini sorumlu tutar. Ve Almanya'ya kaçak olarak girer. Bir süre sonra yakalanıp sınır dışı edilin Kasım, köyde üç çocuğuyla birlikte bıraktığı karısına dönerse de bir olay nedeniyle tutuklanır

_________________________________

A family from Gaziantep migrates to Istanbul due to the increasing population in the village and the increasingly unproductive land. However, the big city does not turn out as they imagined. Kasım from the family blames himself for the death of his brother-in-law, who died as a result of a work accident. And he enters Germany illegally. After a while, he is caught and deported. Kasım returns to his wife, whom he left with his three children in the village, but is arrested due to an incident.

 

BİR RÜYA GİBİ (1995) "Like a dream"

Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Nadire Zeybel, Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu, Yapım: Şahin Film/Süreyya Şahin

Oyuncular: Cemal Gencer, Süreyya Şahin, Yelda Yiğitoğlu, Turgut özatay, Halit Arkan, Gülderen Acar, Hasan Yıldız, Sevgi Kaya, Fikret Çeşmeci, Aslı Akın, Bilal Saygılı, Arif Şentürk

Konu: Hayat kadınlarının öyküsü. Genç bir gazeteci bu kadınların hayatlarını incelemek amacıyla aralarına girer. Ve sonunda bu kadınlardan birine aşık olur.

_______________________________

Subject: The story of prostitutes. A young journalist comes among them to examine the lives of these women. And eventually he falls in love with one of these women.


 BİR KADININ ANATOMİSİ (1995) "Anatomy of a Woman"

Senaryo ve Yönetmen: Yavuz Özkan, Görüntü Yönetmeni: Ertunç ŞenkayKurgu: Ayhan Ergürsel, Müzik: Müzikotek, Yapım: Z Film/Aycan Çetin Kurgu: Ayhan Ergürsel, Ses Kayıt, Miksaj: Erkan Esenboğa, (Efes Pilsen ve Kanal D katkılarıyla Şafak Film Laboratuarında hazırlanmıştır

Oyuncular: Hülya Avşar, Mehmet Aslantuğ, Uğur Polat, Taner Birsel, Hümeyra, Oktay Kaynarca, Berna Laçin, Cevdet Arıcılar, Yaman Aksu, Ayşem Çetiner, İştar Gökseven, Yaman Aksu, Müge Ancılar, Barış Arıcılar, Ece Ekalp,

Konu: Tüm evlilik ve aşk ilişkilerinde mutlu olamayan bir genç kadının Öyküsü. Büyük holding ve işyerlerinin dekorasyonlarını yapan iç mimar Sibel (Hülya Avşar), aynı şirkette çalışan endüstri tasarımcısı Metinle (Uğur Polat) evlidir. Metin büyük ve aynı zamanda zorlu bir iş alır. Para hırsına kapılan Metin, bu ağır yükün altından kalkamayınca da büyük bir bunalıma girer. Giderek mutlu evliliklerine yansıyan şiddet ve bunalım büyük tartışmalar yaratır. Yine şiddetli bir tartışma sırasında paniğe kapılıp arabasına atlayan Metin, trafik kazasında yaşamını yitirir. Bu olaydan kendini sorumlu tutan Sibel, bir süre sonra ikinci evliliğini bir arkadaşında tanıdığı müzisyenle yapar. Ne var ki acele verilen bu karar sonucunda mutlu değildir. Aralarında bazı sorunlar çıkar ve sessizce ayrılırlar. Bu kez, ilk evliliğinden bu yana erkek kardeşinin yanında gördüğü ama hiç ilgilenmediği bir mühendis (Mehmet Aslantuğ) girer yaşamına. Sonuç yine değişmeyecektir. Başlangıçta kendisine romantik duygularla yaklaşan yakışıklı mühendis, kıskançlık komplekslerine girince birden canavarlaşır. Bu tutkulu beraberlik, Sibel'i korkunç bir sona doğru sürükleyecektir.

ÖDül:

32. Antalya Film Festivali'nde (1995)

 Ertunç Şenkay "En İyi Görüntü Yönetmeni"

► Bir Kadının Anatomisi "Belgin Doruk Özel Ödülü",

Magazin Gazeteciler Derneği'nin seçiminde (1995)

►Yavuz Özkan "En İyi Yönetmen",

8. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1995)

►Hümeyra "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu".

& Yüzeysellikten pek kurtulamayan, Fransız sinemasının tadına sahip kimi özenli ve hoş bölümleriyle genelde rahatlıkla izlenen "Bir Kadının Anatomisi", Yavuz Özkan'ın filmografisine bizce çok şeyler katmasa da mekânların oldukça iyi değerlendirildiği, ışıkların 'aydınlatmanın) iyi kullanıldığı, "alan derinlikli" çerçevelemeleri ve başarılı görüntülerinin belirginleştiği ustalıklı anlatımıyla göz alan, geniş seyirci kitlesini hedeflemiş, şık bir iş filmi izlenimi verdi bize. (Sungu Çapan, Cumhuriyet g., 13 Ekim 1995)

& Yüzeysellikten pek kurtulamayan, Fransız sinemasının tadına sahip kimi özenli ve hoş bölümleriyle genelde rahatlıkla izlenen "Bir Kadının Anatomisi", Yavuz Özkan'ın filmografisine bizce çok şeyler katmasa da mekânların oldukça iyi değerlendirildiği, ışıkların 'aydınlatmanın) iyi kullanıldığı, "alan derinlikli" çerçevelemeleri ve başarılı görüntülerinin belirginleştiği ustalıklı anlatımıyla göz alan, geniş seyirci kitlesini hedeflemiş, şık bir iş filmi izlenimi verdi bize. (Sungu Çapan, Cumhuriyet g., 13 Ekim 1995) “”Okan Ormanlı, a.g.e. syf, 125”

Bir Kadın, Üç Erkek Ve Mutluluk Arayışı

Yavuz Özkan maden işçiliğinden geliyor. 1970 sonlarının çalkantılı ortamında emeğe ve işçi haklarına dayalı siyasal filmler yapıyor. 12 Eylül darbesinden sonra Fransa'ya kaçıp uzun yıllar geçiriyor. Orada bambaşka bir dünyayı ve farklı bir sinemayı tanıyor. Bu tanıma, onun sinemasında temel bir değişiklik yaratıyor. Özkan artık bir "emekçi sineması"nın değil, oya gibi örülmüş insan ilişkilerinin (ancak temelde burjuva dünyasının insan ilişkilerinin) anlatıcısıdır.

Filmde şöyle bir deyiş var: "Emekçi kökenli olmasına karşın tam bir soylu ruhuna sahip." Bunu biraz değiştirip Özkan'a uyarlamak mümkün: "emekçi kökenli, ama tam bir burjuva ruhuna sahip", işte Özkan'ın filmleri, özellikle son dönemde, bizlere Türk küçük ve büyük burjuvazisinden ilgiye değer kadın ve erkek portreleri, evlilik öyküleri, psikolojik tahliller vb. şeyler anlatan ve bir araya getirildiklerinde geniş bir insan manzaraları panoramasına dönüşen bir bütünü özenle oluşturuyorlar.

Tüm bu yazdıklarımın kimi dar kafalılar dışında kimse tarafından bir eleştiri olarak algılanacağını sanmıyorum. Bir eleştiri değil, bir saptama söz konusu... Hepimizin, tüm dünyanın burjuvalaştığı, emekçilerin bile dünya genelinde gitgide burjuva alışkanlıkları edinerek ideal birer tüketici olmaya doğru gittikleri günümüzde, bir sanatçıya bu tür bir eleştiri getirilecekse bile, herhalde benden gelmeyecek.. Özkan bu kez bize, Sibel adlı güzel ve yetenekli bir iç mimarın, üç erkekle olan ilişkileri çerçevesindeki duygusal serüvenini anlatıyor. Üç farklı ve oldukça sağlam çizilmiş erkek karakteri. İlki, karısını çok seven, onunla özellikle cinsel yönden tam bir uyum sağlayan, ama işine olan denetimsiz tutkusuyla her şeyi yitiren mimar Metin... İkincisi yumuşak, sevecen, ama Sibel'de hiçbir heyecan uyandıramayan kendi halinde bir müzisyen... Üçüncüsü ise Sibel'e bir yıl boyu göndermediği şiirler yazan, tutkusu tehlikeli boyutlara varabilecek biraz çılgın bir mühendis…

Özkan, senaryosu ve filmiyle gerek bu üç erkek karakterini, gerekse çevredeki tüm tipleri oldukça inandırıcı boyutlarda karşımıza getiriyor. Ama öykünün ana karakteri olan Sibel'in yeterince iyi çizildiğini söylemek zor... Sibel'in kişiliği tam olarak belirmiyor, ayrıntıları ortaya çıkmıyor. Örneğin onun hayatına karışan üç erkekten hangisini gerçekten sevdiğini veya niçin sevip niçin sevemediğini anlamak bile kolay değil. Özkan, kendi cinsini anlatmadaki başarısını bir kadın karakteri çizmekte de gösterebilseydi Bir Kadının Anatomisi, inandıran, sürükleyen ve baştan sona insanı ilgilendiren bir film. Belki kimileri, neredeyse üç öykülü yapısının filmin bütünlüğünü biraz bozduğunu ve ona biraz fotoroman havası verdiğini söyleyeceklerdir. Ama filmin bu engeli aştığını ve gerçekten de günümüz Türk orta sınıflarında kadınerkek ilişkileri, evlilik, iş hayatı gibi kurumlar ve sevgi, sahiplenme, kıskançlık ve tutku gibi temalar çerçevesinde çok ilginç saptamalar yaptığını düşünüyorum, kendi adıma...

Filmin oyuncu kadrosunu da kendi adıma çok başarılı buldum. Özellikle başrolde Hülya Avşar, uzun zamandır ilk kez önemli bir rol bulmuş ve ona iyi sarılmış. Sibel kişiliğini her şeye karşın inandırıcı ve yaşar kılmada Avşar'ın büyük katkısı var. Erkek oyuncular, görüntü kalitesi ve (dışarıdan alınmış) müzik de çok yerli yerinde... Biraz Fransız filmlerini andıran Bir Kadının Anatomisi, Böcek'ten sonra Türk sinemasının sağlığının yerinde olduğunu gösteren mevsimin ikinci güzel sürprizi...(Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”, syf,47)

& Moda dergilerinden fırlamış kılıklı bir kadının, dekorasyon dergilerinden fırlamış, manzaralı evlerde birtakım erkek protopipleriyle ilişkilerin anlatan bir film:

Adı "Bir Kadının Anatomisi". Bence "Güzel Bir Kadının Sureti" ya da sadece "Güzel Bir Kadın" daha uygun bir ad olurdu. Hatta bu filmin hiç çekilmemiş olmasını isterdim; çünkü Yavuz Özkan'ın filmografisinde şimdiye dek çevirmiş olduğu en başarısız film olarak yerini aldı. Oyuncu kadrosuna bakınca aynı durumun oyuncular için de geçerli olduğunu anlayacaksınız. Böylesine emek verilmiş, iki saatlik bir yapımın bu denli dünya dışı, yapay ve tüketim toplumunun beğenisine göre estetize edilmiş bir atmosfere sahip olmasını şaşkınlık, üzüntü ve can sıkıntısıyla karşıladım.

Derinlik yok

Naif, acemice kotarılmış, teknik yönden yetersiz, estetik düzeyi düşük ne filmler içten çarpıcı, sinema duygusu veren anlatımları ya da yalnızca görüntüleriyle izleyicileri yüreklerinden yakalayabilir. Ama elinde iyi bir film yapmak için her türlü malzeme bulunan bir sinemacının yalnızca "dostlar alışverişte görsün" kaygısıyla bunları çarçur etmesine doğrusu hiçbir anlam veremedim.

Film boyunca inceden inceye bir ironi var mı diye boşuna aranıp durdum. Ne kadının kişiliğinde bir derinlik, ne öykünün işlenişinde bir çarpıcılık ne de bir "tema" bulabildim. "Yazık olmuş," dememek için birinin çıkıp "'Bir Kadının Anatomisi', giyim kuşam, koltuk büfe ve karşı cinsten başka derdi olmayan karton kişiliklerle dolu pembe filmlerin bir eleştirisidir, sen hiçbir şey anlamamışsın" demesini umuyorum. Alin Taşçıyan Milliyet, 13 Ekim 1995 (Türsak Sinema Yıllığı 199596)

Antalya Festivali'nden, Belgin Doruk adına konulmuş özel bir ödülün dışında eli boş dönen, Yavuz ÖzkanHülya Avşar işbirliğinin ürünü "Bir Kadının Anatomisi", Warner Bros'un işletmeciliğiyle salon bularak sinemaseverlerin karşısına çıktı sonunda.

(. .. ) Yaşıtları, kuşaktaşları köşelerine çekilmiş, film üretimi başta ekonomik nedenlerle en aza indirgenmiş sinemamızda, hemen hemen her yıl ne yapıp edip oradan buradan bulup buluşturarak, yeni filmler gerçekleştirerek son döneme adeta damgasını vuran, iş bitirici, ödül rekortmeni Yavuz Özkan'ın çalışkanlığına diyecek yok.

Sibel karakteri yeterince işlenmemiş özel yaşamıyla büyük ölçüde özdeşleşmesine nedense sessiz kalmayı yeğlemiş Yavuz Özkan. Üç farklı ilişkiyi hikaye eden filminin erkek kişilikleriniyse oldukça doyurucu biçimde sunmanın üstesinden geliyor. Aradığını bulamayan, geleneksel afaki kurallarla kaçınılmaz önyargıların çıkmazına toslamadan adeta "kendine yetmezliğini ve yalnızlığını aşmak için", sık sık beyaz atlı prensine sonunda rastladığını zanneden ve erkekleriyle "sevgi, nefret, çoşku, acı ve çatışma'yla dolu beraberliklerini sonuna kadar yaşayan, meslek sahibi başanlı, cazibeli bir burjuva dilberi portresinin pek tatmin edici bir biçimde belirginleşmediği eksik güdük bırakıldığı "Bir Kadının Anatomisi'', iyi gözlemlenmiş ve sağlam yansıtıl, tasarımcı, müzisyen besteciden mühendise kadar değişik bir burjuva erkekleri galerisi sanki, psikolojik tahlillere yaslanan, duygusal bir kadın filminden çok. Kitap olarak Laurence Pernoud'un E Yayınları klasiği "Bir Çocuk Bekliyorum"u filan (O okuyan Sibel'cik, artık evliliğe tövbelidir sanırsınız değil mi? Yanılıyorsunuz. Ve kendi kendine yetmeye kararlıyken erkek kardeşi Oktay Kaynarca'nın, inşaatlarda çalışan mühendis arkadaşı, bir yıl süresince yazılıp gönderilmeyen aşk mektuplarının şair yazan, delidolu, romantik, enerjik, sempatik ve bıçkın şantiye çocuğu olan Mehmet Aslantuğ, Sibel'in hayatına giriyor üçüncü bölümde, eh artık sırasıdır diyerek. Tabii büyük aşkın bedeli de büyük olacaktır.

Geniş seyirciyi hedefleyen şık bir iş Kimsenin doğruyu söylemediği, bilmediği, onla da onsuz da edilemeyen, inişli çıkışlı, renkli ve yıpratıcı bir çizgide gelişen üçüncü erkek ve beraberlik, gittikçe sevgi ve tutkunun şiddete dönüştüğü, dehşetengiz bir ev içi karıkoca meydan savaşlarını da yaşatıyor Sibel'e, psikopat eğilimlere sahip, dengesiz ve maço mühendisin alışkanlık haline getirip sürekli yinelediği, yer, sınır, zaman tanımaz, fevri hırçınlıklarıyla. Sibel'in üçüncü ilişkisi, bireylerin bir uçtan öteki uca savrulduğu, taşkın, çatışmalı, sevişmeli, zorlu beraberlik tablolarıyla sürüyor, hırgür şamatanın eksik olmadığı. Ve abartılı kaçmış, okkalı bir final sahnesiyle SibelHülya Avşar'ın üç erkekli, üç bölümlü hikayesi sona bağlanıyor

Yüzeysellikten pek kurtulamayan, Fransız sinemasının tadına sahip kimi özenli ve hoş bölümleriyle genelde rahatlıkla izlenen "Bir Kadının Anatornisi", Yavuz Özkan'ın filmografisine bizce çok bir şeyler katmasa da mekanların oldukça iyi değerlendirildiği, ışıkların (aydınlatmanın) iyi kullanıldığı, "alan derinlikli" çerçevelemeleri ve başarılı görüntülerinin belirginleştiği ustalıklı anlatımıyla göz alan, geniş seyirci kitlesini hedeflemiş, şık bir iş filmi izlenimi verdi bize. Oyunculardan Uğur Polat'la Taner Birsel'in ve Mehmet Aslantuğ'un öncelikle dikkatimi çektiği "Bir Kadının Anatomisi", özetle büyük ölçüde Hülya Avşar'dan kaynaklanan avantaj ve dezavantajların altında karman çorman kalmış, biçimi hallolmuş, ancak özü sığ kaçmış, hoş, ama boş bir film bizce. (Sungu Çapan Cumhuriyet, 13 Ekim 1995 (Türvak Sinema Yıllığı 199596)

&  1990'ların genç ve üretken kalemlerinden biri olan Tamer Baran, yurt içinde ve dışında çeşitli ödüller almasına rağmen filmleri fazla izleyici toplamayan Yavuz Özkan'ın, son dönem filmlerinden biri olan Bir Kadının Anatomisi'ni değerlendirirken filmin senaryo zaafına değinmektedir. Özkan'ın sinema anlayışından da bahseden Tamer Baran, bir anlamda bazı yönetmenlerin eleştiri ve eleştirmenlere yönelik olumsuz bakışını ortaya koymaktadır. Özkan'ın da diğer bazı yönetmenler gibi film eleştirilerini okumadığını belirten Baran:

"Onu eleştirenler, Türk sinemasını zaten sevmeyen, Türk sinemasının bu özverili, gerçekten ateş üstünde yürüyen yaratıcılarını (ifade kendisine ait) anlamayan, belki kötü niyetli, belki de yalnızca cahil, ama her halükarda ciddiye almaya gerek olmayan insanlar dedikten sonra yönetmenlere de bir eleştiri yöneltmektedir:

"Filmleri hakkında yazılanları okumamak, eleştirmenlere yukarda andığımız çerçevede bakmak, çoğu yönetmenimizin ortak tavrı. Aynı ortak tavırla, dünya sinemasını izlemeyi de reddediyorlar. İzlemiş olsalar, filmlerinde anlattıkları öykülerin, işledikleri karakterlerini, en az 30 yıl geride kaldığını bilirler.(Tamer Baran, Antrakt, Kasım 1995, sayı:50, s.65) “TÜRSAK Sinema Yıllığı, 19996”1995”


_____________________


Subject: The Story of a young woman who could not be happy in all her marriage and love relationships. Interior designer Sibel (Hülya Avşar), who decorates large holdings and workplaces, is married to industrial designer Metin (Uğur Polat), who works in the same company. The text takes a big and at the same time tough job. Metin, who is greedy for money, falls into a great depression when he cannot cope with this heavy burden. The violence and depression reflected in their increasingly happy marriages creates great controversy. Metin, who panicked and jumped into his car during a violent argument, dies in a traffic accident. Holding herself responsible for this incident, Sibel made her second marriage after a while with a musician she knew in a friend. However, he is not happy as a result of this hasty decision. Some problems arise between them and they part in silence. This time, an engineer (Mehmet Aslantuğ) enters her life, whom she has seen with her brother since her first marriage, but has never been interested in. The result will still not change. The handsome engineer, who initially approaches him with romantic feelings, suddenly becomes a monster when he enters into jealousy complexes. This passionate togetherness will lead Sibel to a terrible end.