Powered By Blogger

10 Aralık 2022 Cumartesi

 

DÜŞÜNCE (1994) 


Senaryo ve Yönetmen:Hasan Karcı, Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan, Yapım: Sine Film/Tayfun Oğuz


Oyuncular: Şehnaz Dilan, Yusuf Sezgin, Pervin Tekgül, Nazan Ayas


Konu: İki kardeş beraberce yaşamaktadırlar. Mühendis olan kardeşinin geçirdiği bir hastalık nedeniyle ruhsal dengesi bozulmuştur. Sürekli gerçek dışı düşler görmekte ve bu düşlerin etkisi altında kalmaktadır. Gene böyle bir düş daha görür vre etkisinde kalarak abisini ölürür.

 

DÜŞLER DE ÖLÜR (1994)


Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Nadire Zeybel, Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu, Yapım: Arkan Film/Halit Arkan


Oyuncular: Mesut Engin, Şehnaz Dilan, Halit Arkan, Samim Meriç, Buket Güngören, Gülderen Acar, Bilal Saygılı, Aylin Akın, Kemal Sağlam, Yalçın Erkan


Konu: Kadınlardan nefret eden bir gencin öyküsü. Genç yaşta kendisini bunalıma iten neden, ablasının fahişelik yapmasıdır. Bu bunalımlı döneminde bir kızla tanışır ve ona aşık olur. Ancak sevdiği kadın bir fahişedir.

 

NOT: Bu film 1979 yılında “Kaldırım Kuşları” adıyla çekilen filmin yeni versiyonudur.

 DUYGULAR VE HAYALLER (1994)

 Senaryo ve Yönetmen: Samim Utku, Görüntü Yönetmeni: Ali Engin, Yapım: Metro Film/Zeki Kafadar

Oyuncular: Hakan Ural, Özlem Nebioğlu, Zerrin Yaman, Alp Doğan

Konu: Karısını ve çocuğunu trafik kazasında kaybeden bir adam mutsuz bir yaşam sürmektedir. Günün birinde devam ettiği bir jimnastik salonunda tanıştığı kıza aşık olur ve yaşamı değişmeye başlar. 

 

DÖNÜŞ (1994) 

netmen: Nejat Gürsoy, Senaryo: Samim Meriç, Rüzgar avata ”Yılmaz Güney’in “İkisi de Cesurdu” filminden kopya”, Görüntü Yönetmeni: Şener Işık, Yapım: Sine Film/Tayfun Oğuz, Renk Uzmanı: Türker Vatan, Kurgu, Jenerik: Erol Vatan, Müzik Sorumlusu: Askın yazıcı, Seslendirme Yönetmeni: Müjgan Eldek, Efekt: Hikmet Eldek, Ses Kayıt, Miks: Erkan Esenboğa, Yapım Koordinatörü: Levent Çakır, Prodüktör: Adnan Çoban, Gani Şavata (Şafak Film stüdyolarında hazırlanmıştır )

Oyuncular: Murat Soydan, Arzu Ünsal, Gani Şavata, Turgut Özatay, Sırrı Elitaş, Sami Hazinses, Gülnihal Yazıcı, Ali Rıza Çoban, Samim Meriç, Adnan Kartal, Samim Meriç, Enver Dönmez, Kudret Karadağ, Ekrem Çıınaroğlu, Hasan Yıldız, Mehmet Şahin Çetin Başaran, İbrahim Kurt, Kemal Kutak, Mustafa Özkaya, Abdullah Özdemir, Alpay Ziyal, Osman Erbil,

Konu: Hapisten çıktıktan sonra sürgüne gönderilen bir genç adam, gittiği kasabada birkızla tanışır. Yalnızlığını bu duygusal ilişki ile unutmaya çalışır. Ancak bunu çekemeyen kasabanın delikanlıları delikanlıyı sürekli rahatsız etmektedirler, Tüm bu sataşmalara karşı çıkan genç sürgündeki cezasını tamamlayıp evine döneceği sırada kasabadaki düşman edindiği kişiler tarafından öldürülür.

 

DELİLER KUDURUNCA (1994) 

Yönetmen: Nejat Gürsoy, Senaryo: Gani Şavata Görüntü Yönetmeni: Hüseyin Ererez, Yapım: İslah ve Özka Film

Oyuncular: Ahu Tuğba, Meriç Erkan, Murat Soydan, Gani Şavata, Nuri Alço, Sami Hazinses, Tijen Erman, Cesur Yılmaz

, Konu: Çiftliğin ağası ölünce karısı tekrar evlenir. Ağanın kızı ve damadı mirasın tek varisidir. Çiftliğin idaresini eline geçiren üvey anneden çiftliği geri alabilme mücadelesi veren kızın ve damadın öyküsü anlatılmaktadır.

 

DAĞ (1994)

Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Samsa, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Yaşam Film/ Muzaffer Dirlik

Oyuncular: Mecit Yavuz, Dilek Yücel, Cemal Gencer, Kudret Karadağ, Nusret Camgöz, Remo Değerli, Mehmet Uğur

Konu: İki arkadaş bir soygun sırasında jandarmalar tarafından kuşatılır. Çıkan çatışmada arkadaşlardan biri yakalanırsa da diğeri kaçmayı başarır. Hapse giren genç adamı arkadaşı uzun süre arayıp sormaz. Bu durumu üzülen ve onur meselesi yapan adam, hapisten çıktıktan sonra arkadaşının kızını kaçırarak ondam intikam alma çabasına girer.

 

CADI AĞACI (1994) 

Yönetmen: Fide Motan, Senaryo: Tülay Eratalay (Ayla Kutlu’nun bir Eserinden), Görüntü Yönetmeni: Sabri Savcı, Kurgu: Hasan Bektaş, Müzik: Sarper Özsan, Yapım: TRT/Fide Motan

Oyuncular: Gönen Bozbey, Macide Tanır, Fisun Demirel, Avni Yalçın, Ahmet Uz, Kenan Bal, Aybüke Başünal, Ziya Kürküt,

Konu: Pratisyen bir de sonucu kızını kaybeder Büyük acılar içinde yaşamını sürdürürken kocası da ondan ayrılır. Ve bir süre sonra genç kadın okuldaki hocalardan birine aşık olur. Ancak bu mutluluğu uzun sürmez. Sevgilisi de kazada ölünce, kendini alkole verir.

 

 

BÜYÜK BEDEL (1994) 


Yönetmen: Tevfik Polam, Senaryo: Ali Fuat Kalkan, Kameraman Hüseyin Ererez, Yapım: Kamera Film/Ayhan Turgut Renk Uzmanı: Kâmil Kutay, Revizyon Recep Pala, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Ses Mühendisi: Aşkın yazıcı, Jenerik: Sine Fox, Işık Şefi: Ömer Ekmekçi, Set Amiri: Kemal Korkmaz, Kamera Asistanı: Fehmi Tırpan, Reji Asistanı: Kenan Doğu, Kral Film tarafından hazırlanmış, (Bidav stüdyolarında seslendirilmiştir)


Oyuncular: Cemal Gencer, Songül Beyçe, Sedat Özen, Jale Öz, Engin İnal, Kadir Savun, Tuncer Sevi, Yusuf Marangoz, Veysel Işık, İlknur Güneş, Ahmet Tellioğlu, Küçük Yıldız: Genco Gençer,


Konu: Küçük yaşta bir çocuk, babasını öldüren ağayı vurur. Hapisten çıktıktan sonra ağanın kızını dağa kaçırır ve sonunda birbirlerine aşık olurlar.

 

 

BULUŞMA (1994) 

Senaryo ve Yönetmen: Artun Yeres (İnci Aral'ın bir öyküsünden) Sanat Yönetmeni: Suna Çiftçi, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Kurgu: Ayhan Eryüksel, Yapım: Trend Film/Nasrullah Ayan, Sarp Kuray Işık Şefi: Aydın Yurteri, Laboratuar: Şafak Film, Ses Kayıt ve Mix: Erkan Esenboğa, Sanat Yönetmeni: Suna Çiftçi, Yönetmen Yardımcısı: Rakela Kunyo, Yapım Sorumlusu: Zafer Arden, Kurgu: Ayhan Ergürsel, Işık Ekibi: Ercan Durmuş, Ferdi Eskicioğlu, Makyöz: Ayten Yeşil, Görüntü Yön. Yrd.: Hakan Canan, Jenerik: Semihan Sevinç, Grafik: Print A.Ş. Set Amiri: Halil Dede, Set: Mehmet Sebetan, Kadir Arıoğlu, Ulaşım: Mehmet Paksoy, Trans Işık Nakliyat, Renk Tashih: Türker Vatan, Uğur Orbay, Film Banyo: Ekrem Şen, Arif Şengül, Film Baskı: Veli Burç, Uğur Orbay, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan, Ses Kayıt Asistanı: Metin Çeşmebaşı ((Şafak Film stüdyolarında hazırlanmıştır )

Oyuncular: Aytaç Arınan, Ayşe Emel Mesçi, Gilles Guisveiller

Konu: İnci Aral'ın aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan filmde, kocası Deniz (Aytaç Arman) tarafından terk edilen İnci’nin (Ayşe Emel Mesçi) öyküsü anlatılır. Ayrılmalarının nedeni, siyasal bir çatışma sonucu, kocasının vurularak tutuklanması ve gördüğü işkenceyle sakat ve iktidarsız kalmasıdır. İçine düştüğü durumla sürekli hesaplaşan ve ruhen bir çöküş yaşayan Deniz, İnci'yi terk eder. Bu terk edişi, Deniz'in İnci ile Ümit arasındaki ilişkiyi sezmesi hızlandırmıştır. İnci hiç istekli olmamasına karşın, kocasından ayrılmalarının bedelini ruhsal dengesinin bozuluşu ile öder. Yaşadığı yanlış ve suçluluk duygusundan İnci'yi kurtarabilecek tek kişi Deniz'dir. Deniz bu olaydan 9 yıl sonra çıkagelir. Deniz ve İnci bütün geceyi tartışarak geçirirler. Bu tartışmalar sırasında İnci, gerçek ve halüsinasyonlar arasında gidip gelir. Bu gidiş gelişler sık sık geçmişle yüzleşme şeklinde devam eder. Gece boyunca süren bu uzun buluşma, yaşadıkları ve yaşayamadıklarıyla yüz yüze gelmelerini sağlar. Tıpkı İnci'nin evinin duvarında yazan "Düşünmüş müydüm bulmayı ve yitirmeyi"? tanımlamasındaki gibi. Gecenin sonunda İnci, Deniz'le son kez beraber olduğu ve onun kokusunun sindiği kefeni olacak geceleğini giyerek, Deniz'in de kendini astığı bahçedeki ağacın dalına kendisini asar.

(Türsak Sinema Yıllığı'94, 1994:72). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar “20.Yüzyılın Türk Sineması ”

& Sinemaya Ömer L. Akad'a asistanlık yaparak başlayan Artun Yeres, 1968 ve 1969 yıllarında Hisar Kısa Film Yarışması'nda iki ödül kazandı. Sürekli film yapmasa da, kendine özgü stiliyle dikkat çeken ve aldığı resim eğitiminden kaynaklanan duyarlığını filmlerinde özellikle biçimsel açıdan öne çıkardığı hisediilen Yeres, son filmi Buluşma'da, biçimci tavrıyla dikkati çekiyor. Bir süre ara verdiği sinemaya 1986 yılında dönüş yapan Yeres, başlangıçta 1968 yılında 'Çirkin Ares'i, 1969'da 'Onlar'ı yönetmişti. Dönüşünden sonra ise 1987'de 'İtiras'ı yaptı. 1994 yapımı ve son filmi olan 'Buluşma', teatral anlatımı olan bir film olarak öne çıkarken kullandığı gerçeküstü imgelerle de, sinemaylaedebiyat arasında geçişli yapısıyla dikkati çekiyor. İnci Aral'ın aynı isimli yapıtından uyarlanmış bir film Buluşma. "İnci Aral, yapıtlarında çoğu kadın olan kahramanlarının bireyseltoplumsal yaşamları ekseninde kadın duyarlığını, direncini, sevgi ilişkilerini, duygulu ve şiirsel bir üslupla ele alır. Artun Yeres bu üslubu koruyarak, ancak öykünün kadın ve erkek kahramanlarının geçmişlerini zenginleştirerek başlamış işe. Öykünün trafik kazası geçiren kahramanını işkencede sakatlanan ve erkekliğini yitiren kahramana dönüştürmüş" (Manyaslı, Aydınlık, 06.03.1994:9). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar “

Film, Deniz'in dokuz yıl sonra yağmurlu bir gece yarısı İnci'ye dönmesiyyle başlar. Gece boyunca İnci ile Deniz geçmişlerinin ve gelecek günlerin hesaplaşması içinde gerçeği ararlar. Oysa gerçek çok katmanlıdır. İnci ile Deniz'in de gerçeği algılamaları çok farklıdır" (Yeres, 1994: 19). İnci ve Deniz'in ilişkisinde, Deniz'in ideolojik inançları yaşamlarını yönetmiştir. Onunla yaşamı paylaşmayı göze almış İnci ise, pek çok kadın gibi Deniz'i düşüncelerinden ve düşünceleriinin yönlendirdiği yaşamından kıskanmıştır. Bağımsız Türkiye'nin peşinde müücadelesini sürdüren Deniz'in, bağımsızlığını kıskanmıştır sanki İnci. Sonrasında ise iktidarsızlığının bedelini ona ödetmek pahasına olsa da, bilinçsiz bir kıskanççlık ve suçluluk duygusudur onunkisi. "İnsani ilişkilerden soyutlaştırılmış olan birey, kendine ve çevresine yabancılaştırılmıştır. Teknoloji putlaştırılmış, meta tüketimi narkotik gibi kullanılarak kitleleri tüketim ideolojisine bağımlı kılmakktadır. Giderek Tek Boyutluluk olan bir toplum yaratılmaktadır...Buluşma'da kaara duyguya (melankali) tutsak bir birey anlatılıyor" (Yeres, 1994:19).

Film, gerçeği oldukça ekonomik ve sinemanın anlatım zenginlikleri içinde aktarma yöntemini benimsemiş. Yeres, gençlerin devrimci mücadelesini, o günnlerden kalma bir fotoğrafın üstüne bindirdiği seslerle çözerken, Deniz'in polissten kaçarken vurulduğu sahneyi ise ıssız bir sokak ve polis sirenleriyle çözmüş. Yeres'in koşulların etkisiyle de sesi, sık sık bir dekor olarak kullandığı dikkati çekiyor. Yönetmen Artun Yeres, setin dışında kendisi için kaynatılan cadı kazanı karşısında, "Yıllarca istemediğim filmler çekmiştim. İlk filmimdi Buluşma benim için. İnanarak çektiğim ilk uzun metrajlı filmimdi. .. Ben bu filmi ne kooşullar içinde olursam olayım çekmek, bitirmek zorundaydım artık. 'İstediklerim olmazsa bu filmi çekmiyorum' diyemezdim" demiş (Yeres, 1994:18). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar “20.Yüzyılın Türk Sineması ”

Ödül:

7. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1995)

►Ertunç Şenkay "En İyi Görüntü Yönetmeni".

Artun Yeres’in Film Hakkında yazdıkları:

İnci Aral'ın Buluşma adlı öyküsünü neden seçtiğimi soruyorlar. Bir başka öykü seçmiş olsaydım da aynı soruyla karşılaşacaktım.

Sonuçta "sevgi" anlatan bir film yapacaktım. çağımızda sevgi, yitirilmiş, kaybolmuş bir ada. Her türlü insani ilişkiden, iletişimden kopmuş, yabancılaşmış olan birey kendi içinde yalnız. Sevginin yitirildiği bir dünyada sevgi arıyoruz. Mistik bir bakış olsa da, gerçek sevginin ancak bir başka boyutta varolabileceği inancındayım.

Filmimde yitirilmiş olan bir sevginin nedenleri araştırılıyor. F ilmimde iki insanın içsel çöküşü anlatılırken de, bu içsel çöküşün nedenleri irdeleniyor. Ülkemizde yaşanan siyasal çalkantılardan biri olan 1970 darbesi toplumsal bir çöküşe neden oldu. Bu çöküntü o toplumdaki bireylere de yansıdı ve iç dünyalarını çökertti.

Politik bir film değil Buluşma. Ama ]uan Goytisolo'nun deyimiyle; "siyasal özgürlüklerin olmadığı yerde, her şey siyasaldır."

Kişisel dünyamızı keşfedip, yeni baştan oluşturmaya bıraktığımızda bir başka gerçeği gözleriz. Dışa doğru yankılanmamız içe doğru yıkımımızı hazırlamaktadır. Bu yabancılaşma durumuyla hepimiz karşılaşmaktayız. Uyum sağlamamız ne denli gerçekleşebilir ki? Topluma mı? Yabancılaşmış ve her geçen gün çıldıran bir dünyaya mı?..

Filmin şematik yapısı, dıştan görme yerine "iç göz’e yönelmekti. Bunu ne kadar gerçekleştirebildim, bu filmde anlaşılacaktır.

Filmimdeki çalışma arkadaşlarımdan söz etmeden önce, tüm tartışmalarımıza rağmen bu filmi yapmamda söz sahibi olan Yılmaz Zafer'e bir kez daha teşekkür ederim.

Görüntü yönetmeni Ertunç Şenkay usta bir profesyonel. Set ekibi de çalışkandı. Yardımcım Rakella ise, senaryo aşamasından itibaren yanımdaydı. Senaryoyu benimsemiş ve özümsemişti.

Oyuncularıma gelince, sevgili Aytaç Arman, canlandıracağı Deniz tipi üzerinde titizlikle çalışıp çözdü. Zaman zaman kendisiyle konuşup tartıştık, sonuçta bence Deniz tipini filmde başarıyla canlandırdı. Emel Mesçi de farklı bir oyun ve yorumla İnci rolünü üstlendi. Oyuncular hakkında fazla bir şey söylemek istemiyorum. Aslında oyuncu yönetimi çok karmaşık bir sorun.

Filmin çekimine başlamıştım. Ve ben bu filmi ne koşullar içinde olursam olayım çekmek, bitirmek zorundaydım artık. "İstediklerim olmazsa bu filmi çekmiyorum" diyemezdim. Yıllarca istemediğim filmler çekmiştim. İlk filmimdi Buluşma benim için. İnanarak çektiğim ilk uzun metrajlı filmimdi. "Korktu, yarım bıraktı" diyeceklerdi. Zaten çevreden oyunculara, yapımcıya, "Neden Artun'a film çektiriyorsun?" soruları sorulup duruluyordu. Setin dışında cadı kazanı benim için kaynayıp duruyordu. Kulaklarımı dışa kapamış ve filmimi çekiyordum. Tüm sorunum, filmin anlşılması ve kavranması için gerilimi, dramatik yapıyı, ritm duygusunu kaçırmamaktı.

Montaj aşamasında rahattım. Ama dublaj aşamasına geldiğimde Trend Film yöneticisi, "Dublajda Aytaç Arman konuşacak." dedi. Buluşma benim filmimdi ve ben Aytaç Arman'ın konuş masını istemiyordum. Ne var ki, filmin bu aşamasında çıkıp gidemezdim.

Filmi görenler dublajdan rahatsız olmadıklarını söylerlerse, yanıldığımı kabul edecek ve Trend Film'den ve dostum Aytaç Arman'dan özür dileyeceğim. (Artun Yeres ”Antrakt Sinema Dergisi” Mayıs 1994 Sayı 32)





 

 

BÖCEK (1994) 

Senaryo ve Yönetmen: Ümit Elçi (Erhan Bener'in aynı isimli kitabından), Görüntü Yönetmeni: Colin Mounier Sanat Yönetmeni: Annie G.Pertan, Müzik: Cem İdiz Yapım: Aksiyon Film/S. Kadir Yılmaz, Yardımcı Yönetmen: Ali Yaylı, Yönetmen Yardımcısı: Serpil Kurtça, Kamera Asistanı: Metin Balekoğlu, Eyüp Boz, Sanat Yön. Yrd: Cemal Alpan, Yürütücü Yapımcı: Ahmet Şişman, Yardımcı Yönetmen: Şükran Elmalıoğlu, Ali Yaylı, Kurgu: Aytuğ Aydın, Kurgu Asistanı: Ayşe Ertung, Script: Figen Şakacı, Işık Şefi: Nezih Yücel, Işık Teknisyenleri: Berzan Yücel, Murat Büyük, Special Efect: İbrahim Önen, Makyöz: Nevin Barut, Set Fotoğraf: Ayşem Çelikiz, Jenerik: Özkan Sevinç Semihan Sevinç, Grafik: Print A.Ş., Belgesel Kamera: Serdar Pehlivanoğlu, Dolly Operatörü: Kenan Bal, Set Teknisyenleri: Taci Erşan, İbrahim Tekin, Ulaşım Sorumlusu: Tayfun Yaylı, Ulaşım Görevlileri: Sedat Keskin, Ahmet Karaköse, Orhan Paksoy, BasınHalkla İlişkiler: Serap Engin, Yapım Koordinatörü: Eren Merzeci, Aksiyon Kiralama Servisi: Deniz Bayar, Film Yıkama: Ekrem Şen, Arif Şengül, Film Baskı: Veli Burç, Uğur Orbay, Negatif Montaj: Tamer Eşkazan, Renk Düzeltme: Türker Vatan, Uğur Orbay, Seslendirme Yönetmeni: Nevzat Çankara, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Ses Kayıt Ast: Metin Çeşmebaşı, Efektör: Ayhan Arlı, (Şafak Film Stüdyolarında hazırlanmıştır) Kültür Bakanlığı “katkılarıyla”

Oyuncular: Halil Ergün (Recai), Nurseli İdiz (Binnur), Füsun Demirel (Haşmet), Meltem Cumbul (Genç Kız), Levent Güner (Serdar), Mustafa Suphi Baltacı (Kayınpeder), Saime Bekbay, Erdoğan Seren (Dayı), Elif Kramer (Komşu Kadın), Erdoğan Sıcak (Bakkal), Münir Akça (Adli Tabip), Orhan Gözen (Dolmuş Şoförü), Sevil Nursan (Suçlu Kadın), Cem Akman (Karakol Müdürü), Ali Yaylı, Murat Aydın (Genç Mutemet), Nazım Yılmaz (Militan), Kamil Korunan (Torpilli Genç), Muhlis Asan (Garson), Ayşe Selen, Arda Esen (Aşık Genç), Yusuf Atala (Arabalı Genç), Burhan İnce (Mutemet), İhsan Ustaoğlıu (Kalfa), Emrah Özkaya (Genç Recai), Tuğçe Çintan (Kızkardeş), Cengiz Deveci (Ambulans Doktoru), Lütfü Özdemir (Şube Müdürü), Ali Zebi (Nikah Memuru), Öldürülen Militanlar: Ali Yaylı, Şahine Hatipoğlu, Mustafa Yeşil, Mehmet Öcalan, Salih Çuhadaroğlu (1.Polis), Latif Akgedik (2. Polis), Şevket Yıldız (3. Polis), Turgay Güllüoğlu (4. Polis)

Konu: Recai Bey (Halil Ergün) Yalnız başına yaşayan bir polistir. Genç olduğu yaşlarda komiserken yaşlandığında Evrak Arşiv Şube Kalemi’ne verilmiş bir memur olarak çalışmaya devam eder. Bir sabah evinde bir hamam böceği öldürür ve gündelik yaşantısının içinde kendi kendine konuşarak anılarıyla hesaplaşır. Kız kardeşi yanarak ölmüştür ve annesi o zaman kendisi de daha çocuk olmasına rağmen Recai’yi kardeşinin ölümünden sorumlu tutar. Recai Bey’in çocukluğu insafsız dayısının yanında geçer ve polislik mesleği onun hayatını kurtarır. Kendisi gibi memur olan Haşmet Hanım’la ilişkisi vardır ve hiç evlenmemiştir.Bir gün gözaltına alınan eylemcileri sorgulamak üzere nezarethaneye indiğinde Binnur’la (Nurseli İdiz)tanışır. Binnur’un evsiz ve kimsesiz olduğunu ima etmesi üzerine onu evine alır. Başlarda Binnur diğer erkekler gibi onun da kendisinden faydalanmak istediğini düşünmüş ama daha sonra bu fikrini değiştirmiştir. Binnur’u evine alması iş yerinde dedikodu yarattığından Recai Bey sarhoş biçimde eve gider ve duygu karmaşasını Binnur’a zorla sahip olmaya çalışarak ifade eder. Ancak Binnur kaçar. Binnur’un marangoz olan alkolik babası kızıyla evlenmesi için Recai Bey’le konuşur ve evlenirler. Ancak Binnur mutlu değildir. Yaşamda gereksindikleri farklıdır. Recai Bey bu durumdan rahatsızlığını dile getirir.Binnur’un bacağında gördüğü bir morluk yüzünden eğer kendisini aldatırsa onu öldüreceğini söyler. Aldatılır ancak komşuları olan bir kadınla Binnur’un kendisini aldattığını öğrenmek Recai Bey’i yıkar ve hasta olan Binnur’a astım ilacını vermeyerek onun gözlerinin önünde kıvranıp ölmesine tanık olur. Zaten kendisi de polis olduğu için olay kayıtlara kalp krizi olarak geçer. Recai Bey, yaşlı ve hastadır. Komşusu (Meltem Cumbul) ona babası gib İ davranmaktadır ancak içten içe kıza karşı bir şeyler hisseden ve yaşantısında her olumsuzluğu yaratan insanı böcek olarak niteleyen Recai Bey kızı yıllar evvel gözaltına aldığı bir adamla görünce paranoyaklaşır ve bunu bir tertip olarak görür. Kriz geçirir ve hayatını kaybeder.

Ödül:

32. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde;(1995)

► "En İyi Film" ve Halil Ergün "En İyi Erkek Oyuncu"

Adana Altın Koza Film Festivali'nde;

► "En İyi 2. Film"

►Halil Ergün "En İyi Erkek Oyuncu"

 

Magazin Gazeteciler Derneği seçiminde;

► "En İyi Film"

►Halil Ergün "En İyi Erkek Oyuncu",

 

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1996);

►"En İyi 2. Film"

►Halil Ergün "En İyi Erkek Oyuncu",

►Füsun Demirel "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu"

& Franz Kafka'nın kahramanı, bir sabah uyandığında kendisini kocaman bir hamam böceğine dönüşmüş bulmuştu. O zamandan beri insanlarla böcekler arasında garip bir bağ vardır: çevrelerindeki kimi insanları ezilmesi gereken iğrenç böcekler olarak gören ruh hastaları, aynı biçimde günün birinde öyle bir böceğe dönüşmekten ve bir böcek gibi ezilmekten ürker dururlar. . .

Edebiyatımızın tam anlamıyla hakkı verilmemiş en ilginç yazarlarından biri saydığım Erhan Bener, bilmiyorum bu romanı yazarken derinden derine Kafka'yı mı düşündü? Ne olursa olsun yoğun bir psikolojik derinliği ve oldukça kusursuz bir insan portresi çizme özelliği var bu romanın... Ve aslında sinemalaştırılması kolay olmayan böyle bir yapıta sarılmakla, Ümit Elçi baştan bir cesaret örneği vermiş denebilir. Ama Ümit yüreklidir. Daha önce de Tarık Dursun'un Kurşun Ata Ata Biter, Çetin Altan'ın Bir Avuç Gökyüzü gibi zor romanını başarıyla filme almış, Kürt aşk masalı Mem u Zin' de ise, efsanenin naifliğine gerekli görsel karşılığı bulamadığından, müsamere düzeyini pek aşamamıştı.. Anlatılan, polis memuru Recai'nin öyküsüdür. Bir rastlantı sonucu polis olmuştur. O yoksa herhangi başka bir iş de yapabilirdi. Toplumumuzun baskıcı düzeninin ve bireyselliği ezen koşullarının yarattığı bir ruh hastasıdır o, biraz da kuşkusuz kişisel, belki de kalıtımsal özeliklerinin de katkısıyla... En hafifiyle sevgisiz, hoşgörüsüz, nefret yüklü bir insandır. Kadınlardan, gençlerden, aydınlardan ve hemen herkesten eşİt ölçülerde nefret eden…

Daha çocukluğunda kız kardeşinin ölümüne neden olmak suçlamasıyla büyümüştür. lleriki yaşlarında bu onun, gözaltına alınan gençleri haince sorgulamak, operasyonlarda yeterince acımasız davranmak, ilk ve tek eşini, astımından, kılıksızlığından ve seviciliğinden nefret ettiği Binnur'u da yine dolaylı yoldan ölüme yollamak gibi kişiliğine uygun eylemleriyle sürüp gidecektir.

Elçi öyküyü sürekli geriye dönüşlerle, hatırlama ve anışIarla, gelgitlerle karmaşık bir yapı içinde kurmuş. Bu karmaşık yapı filme kendine özgü bir modernlik ve çekicilik veriyor. Bir kişiliğin düğüm düğüm çözülüşünü, hem bireysel, hem de toplumsal çağrışımlarla zenginleşerek, boyutlanarak yavaş yavaş ortaya çıkışını izliyorsunuz. Hemen söylenebilir ve de söylemeli: Böcek, sinemamızda şimdiye dek çizile gelmiş en sağıam insan portrelerinden biri... Ancak Anayurt Oteli veya Hakkari' de Bir Mevsim gibi modern sinemamızdaki unutulmaz portrelerle kıyaslanabilecek. . .

Ümit Elçi, bu portreyi sabırla ve ustalıkla çiziyor. Karşımıza gelen sorunlu ve kompleksli kimliğin bir polis olması, elbette ortaya belli tartışmalar açacak bir durum getirip koyuyor. öküz altında buzağı arayanlar, bunun polis karşıtı bir film olduğunu bile söyleyebilirler. Ama elbette hiç öyle değil. Anlatılan bizim bir insanımız, bizim toplumumuzun bir ürünü... O insanlarla bürokraside, ticarette veya trafikte de her gün karşılaşmıyor muyuz? Sevgisizliğini toplumun yüzüne bir şamar gibi indiren o kimliği her gün karşımızda görmüyor muyuz? Onun polis de olması ve toplumun en hassas görevlerinden birini yerine getirmeye çalışan bu örgütü de zedelenmesi olayını da, zaman zaman medyadan izlemiyor muyuz?

Ve sevgi yoksunu Recai Bey, ömrü hayatında ilk kez sevgiye "genç kız" da rastlıyor. Meltem Cumbul'un simgelediği sevgi dolu, şefkat dolu bir genç kız, ona hiç görmediği ilgi ve sevgiyi gösteriyor. Ama artık çok geçtir. Her açıdan çöküş aşamasındaki Recai Bey'in sevginin ne olduğunu anlayacak ve ona inanacak hali yoktur belki biriki dakikalık güzel bir düş dışında…

Böcek, sağlam biçimde kurulmuş ve anlatılmış önemli bir Türk filmi. Halil Ergün'ün bu filmle katıldığı herhangi bir iç veya dış festivalde mutlaka ödül şansı olduğunu düşünüyorum. Türk sineması öldü bitti diyenlerin de belki sırf sinemaya "hoşça vakit geçirmek" için gidenlerin, dışında bu filmi izlemelerini öğütlüyorum. (Attila Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”) “Aynı yazı Yeni Yüzyıl, 25 Ağustos 1995 de yayımlanmıştır.”

 Ne yalan söyleyeyim "Böcek"i izlemeye içimde bir kuşkuyla gittim. Erhan Bener gibi usta bir kalemin yapıtından uyarlanmıştı. İddialı bir yapımdı. "İddialı" yapımlardan hep kuşku duymuşumdur. Öte yandan romanı okumadığım için kafamda daha önce biçimlenmiş bir öykü yoktu. Herhangi bir beklentim de yoktu. Ama özenli, düzeyli bir çalışma buldum karşımda. Baştan sona, merakla, ilgiyle izledim.

(... ) Tek bir kişi üzerine odaklanan bir filmde oyuncuya çok iş düşüyor. Doğrusu Halil Ergün rolünün altından başarıyla kalkmış. Sert, kaba, öfkesi burnunda genç komiseri de, köşeye sıkıştırılmış zoraki kocayı da, paranoya belirtileri gösteren zavallı yaşlıyı da ustalıkla canlandırıyor. İçinde sevme, sevilme isteği duyan Recai, acıyıp evine aldığı astımlı bir kenar mahalle kızıyla evlenmek zorunda kalır. Televizyon karşısında içki ve sigara içmekten başka bir şey yapmayan, Recai ile cinsel ilişki kurmayan Binnur bir polisin zaten yeterince zor olan yaşamını zehir eder. Her şeye karşın onunla bir yakınlık kurmaya çalışan Recai, bir gün onu alt kat komşusu fahişeyle yatakta yakalar.

Artık acıma duygusunu da yitirmiştir. Yaşadıkları onu katılaştırmış, ölümü kanıksamıştır. Binnur'un astım krizi geçirmesini soğukkanlılıkla izler; yalvarmalarına karşın ilacını vermez. Recai, "önemli bir adamın oğlunu içeri alıp dövünce geri hizmete kaydırılır. Burada bir kadın meslektaşıyla birlikte olur. Amiri konumundaki Haşmet'i reddetme şansı yoktur ... Oysa bayağı fantezileri (aşırı makyaj, aşırı rüküş iç çamaşırları oları Haşmet'ten tiksinir.

(...) Herlemiş yaşında her şeyden tiksinmekte, doğru dürüst yemek bile yiyememektedir. Sağlığı iyice bozulmuştur. Kimsesiz bir genç kız olan komşusundan yakınlık görünce şaşırır. Onu terslerse de düş kurmaktan geri kalmaz. Daha dinç olduğunu, genç kıza hem baba hem sevgili gibi yaklaştığını düşler.

Bu denli zavallı olmasına karşın sevgi duyamayacağınız denli mizantrop (insan düşmanı) bir kişilik... Mekan, kostüm tasarımının yerindeliği, yönetmen-senaristirı kişiliği betimleyen ayrıntıları ortaya çıkarabilmesi, oyuncunun da çabasıyla birleşince ortaya nitelikli bir yapım çıkmış. Görüntüye de diyecek yok. Anlayacağınız "Böcek"i kaçırmak için hiçbir mazeretiniz yok! (Alin Taşçıyan Miliyet, 25 Agustos 1995)


FİLMİ İZLE 





 

 

BİZE NASIL KIYDINIZ  (1994) 

Yönetmen: Metin Çamurcu, Senaryo: Salih Tuna, Metin Çamurcu (Emine Şenlikoğlu’nun romanından), Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler Yapım: Kombassan— Esra Film İletişim Hüseyin Türkyıldırır Yapım Kordinatörü: Nesim Şahin, Yardımcı Yönetmen: İbrahim Yeşilırmak, Müzik: Özhan Eren, Sanat Yönetmeni: M. Ziya Ülkenciler, Kurgu: Mevlut Koçak, Şafak Film Laboratuarlarında hazırlanmıştır

Oyuncular: Yalçın Dümer, Sinem Dinçay, Nezihe Becerikli, Dilaver Uyanık, Fatma Belgen, Kâzım Eryüksel, Bilal Yıkılmaz, Baki Tamer, Yusuf Ersin, Muzaffer Çetinyılmaz, Hasan Nail Canat, Kemal İnci, Ekrem Dümer, Ali Zebil, Yılmaz Terzioğlu, Ferdi Akarnur, Canan Alkan, Barış Tok, Zeycan Tat, Ali Demirel, Fatma Türkyıldırır, Yusuf Ersin, Lâtif Ağgedik,

Konu: Cumhuriyet Türkiye'sinin kuruluşundan bir süre sonra, genç bir öğretmen yeni uygulamalar karşısında haksızlığa uğrar. Hapse girmesinin nedeni inandığı islam'ı değerlerdir. Bu arada öğretmen, talebelerinden bir kızla dostluk ilişkisi içindedir Kız, yıllar önce babasının işlediği günah nedeniyle büyük bir acıyı yaşamaktadır. Ve sonunda genç kız inançlarına sığınarak öz benliğine kavuşur.

& Filmin başında geriye dönüşle verilen sekansta, tartışmalı olan idam sahnesinin (ki mezarın açılıp teşhisin yapıldığı ana kadar gerçek olduğu, bildirilmektedir) yer aldığı tepedeki ağaç görüntüsü, film için güçlü sembollerden birine işaret eder. Ağaçta asılı duran cesetle mezar ilişkisini toparladığımızda, hüküm için oraya gelmiş bulunan insan kalabalığının bir anda silinin sadece asılmış insan görüntüsü, sembolik katmanlardan birini teşkil eder. Hemen akabinde, yazıların üstüne şiirde geçen 'yaşam ağacı' mefhumu, mitolojik "söylemdeki "hayat ağacı"nı çağrıştırır ve ağacın hem gerçek, hem de arketipel niteliği üzerine ifadelendirmeler uyandırır. (İhsan Kabil, Zaman g., 4 Aralık 1994) “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü” 3. Cilt”

& Filmde gerçekten çok ustaca bir kurgulama tekniği ile geçmiş ile gelecek arasında köprü kuruluyor. Yakın tarihin karanlıkta kalan zulümleri, hem de günümüzde rejim tarafından estirilen düşünce terörünün, tek tip kişilik oluşturma baskılarının, psikolojik irdelenmesi üzerinde durulmaya çalışılmış. Bu filmde bugüne kadar sinema izleyicisinin hiç de alışık olmadığı bir tekniğin kullanılması, yalın bir anlatım yerine gizemli ve zor anlaşılır bir anlatımın tercih edilmesi yönüyle de rahat bir seyirlik film olma özelliğinden uzaklaşılıyor. (Ferhat Koç, Milli g., 4 Aralık 1994) “2206”

& Hakkında çok söz edilen sahne, filmin hemen başında, jenerikle birlikte karşımıza çıktı. Çoktan ölmüş ve gömülmüş İbrahim Hakkı hazretleri, idam kararının yerine getirilmesi amacıyla mezardan çıkarılıyor ve ipe çekiliyor. "Bize Nasıl Kıydınız'“ geri kalan bölümünün, anlamsız bir bağlantı dışında bu olayla hiç ilgisi yok. İslami bir aşk öyküsünün, böylesi bir atmosferde ilk tanık olunan cinaye gerilim polisiye öğeleriyle son derece beceriksizce harmanlanmasından doğan "absürd" bir filmdi izlediğimiz. Mesut Uçakan eliyle biraz düzey kazanan "Beyaz Sinema", koşar adım geri gidiyor "Bize Nasıl Kıydnız'la. Felaket bir senaryo. (Tunca Arslan, Aydınlık 29 Ekim 1994) “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar “20.Yüzyılın Türk Sineması 2508

& Filmde; Erzincan İstiklâl Mahkemesi'nin Kemahlı Hoca Hacı İbrahim Efendi'yi idama mahkûm ettiği ve kısa bir süre önce ölerek gömülen bu zatın mezardan çıkarılarak kefeniyle asıldığı hikaye ediliyordu. Olay başından sonuna kadar yalandı. Zaten o günlerde İstiklal Mahkemeleri'yle ilgili müthiş bir yalan ve iftira kampanyası açılmıştı. Bu konuda en ayrıntılı biçimde araştırmalar yapan ve yayımlayan sevgili Ergun Aybars'ın bulgularına dayanarak, bu kampanyayı etkisiz hale getirmeye çalışmıştık... Hoca İbrahim Efendi'nin evlatları babalarına yapılan bu büyük saygısızlığı affetmemişler ve filmi çeken Esra Film İletişim AŞ. yi mahkemeye vermişler. Ellerine sağlık. Babalarının Cumhuriyet'e ve Atatürk ilkelerine bağlı bir insan olduğunu ve eceliyle ölerek gömüldüğünü ve herhangi bir biçimde mezarının açılarak yeniden asılması iddiasının küçük düşürücü bir yalan olduğunu vurgulayarak manevi tazminat talep etmişler. (Toktamış Ateş, "ArayışBize Nasıl Kıydınız?", Cumhuriyet g., 19 Nisan 1997) “Türk Filmleri Sözlüğü” 3. Cilt

& Bize Nasıl Kıydınız" ve gösterimi yasaklanan "Tehlikeli (!) Film"ler üzerine :

1990-95 arası... Uzun uzun CHP'li koalisyonlar... Kültür Bakanlığında Fikri Sağlar var. Anti Kemalist dinci yapılanma bütün hışmıyla sürüyor. Kurulup kapanıp duran ve Erbakan'ın yönettiği çeşitli partiler muhalefette güçlendikçe güçleniyor... İran'ın, Libya'nın desteğiyle, Hizbullah benzeri cani örgütlenmelerin filizlenmesi için tarlayı sürüyor, tırmıklıyor, hazırlıyor. İmam Hatip okulları da tohumları atıyor…

Tohumlardan bazıları sinema alanına da düşmüş. Çeşitli "ustalık" seviyesinde yönetmenler, Kemalizm karşıtı, laisizm karşıtı çeşitli filmler çekiyorlar. Yücel Çakmaklı 1980'Ierde TRT'ye sızmış, Tarık Buğra'nın "Küçük Ağa"sını dizi yapmış... "Atatürkçü(!)" 12 Eylül dönemi de bu filmi nedense (!) yasaklamamış…

Yine 80'li yıllarda Mesut Uçakan, Metin Çamurcu TRT televizyonundan geçerek sinema alanına girmiş, ürünlerini ortaya salıyor. 90 sonrası ortam daha da uygun... Mesut Uçakan "İskilipli Atıf Hoca (Kelebekler Sonsuza Uçar)" (1993) filmini çekiyor.

1993-1996 arasında, Kültür Bakanlığı Telif hakları ve Sinema Genel Müdür Yardımcılığı yaptığım sırada, 1995 olmalı; Genel Müdür İhsan Yüceözsoy, Metin Çamurcu'nun "Bize Nasıl Kıydınız" adlı filmini izlememi, edindiğim bilgileri ve düşüncelerimi rapor etmemi istiyor. "Bize Nasıl Kıydınız" alt kuruldan geçmemiş. Anti Kemalist ve antilaik propaganda nedeniyle kararı Üst Kurul'a bırakmışlar. Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı temsilcilerinden oluşan Üst Kurul toplanacak karar verecek. Bakan bu arada filme ilişkin bilgi istiyor. Fikri Sağlar Bakan olduğundan bu yana Film Denetleme Kurulu hiçbir filmi yasaklamamıştı, bu demokrat görünüme zarar gelmesinden endişeleniyor olmalı.

"Bize Nasıl Kıydınız"ı uzun sürede dura kalka izledim. Jenerik öncesi görüntüler, çarpıcılığından olmalı, İstiklal Mahkemesi kararıyla, idamından önce hastalıktan ölen Mevlevi şeyhinin mezardan çıkarılması ve cesedinin karar gereği yeniden yakındaki ağaca asılması ile başlıyor, arkasından Mustafa Kemal'in adı anılmadan Kurtuluş savaşı sonrası Kemalist Türkiye'de Müslümanların çektikleri acı(!)adım adım anlatılıyor. Bugün ayrıntısıyla anımsamıyorum ama özellikle filmin bir bölümünde yaşlı insanların, biri kız, biri erkek iki çocuğa gece yarısından sonraki saatlerde Kur'an ezberlettikleri görüntüyü unutmadım... Çocuklar, yorgunluktan uykuya dalıyor, büyükler bir yandan ağlıyor, bir yandan onları uyandırarak ezberletmeyi sürdürüyorlar.

Konuşmalardan anlaşılıyor ki, Müslümanların Kur'an'ı resmi bir emirle yaktırılıyor, insanlar da onu kurtarmak, gelecek nesillere aktarmak için telaşa düşmüşler, eziyet olduğuna bakmadan küçük çocuklarına ezberletmeye çalışıyorlar.

Şeyhin mezardan çıkarılıp asıldığının doğru olmadığı şeyhin torunları tarafından gazetelere açıklandı. Kur'anın ezberletilmesine de gerek yoktu, çünkü bir yandan bu din kitabının varlığı yalnız Türkiye'ye bağlı değildi, başka Müslüman devletlerde de sayısız baskısı vardı, öte yandan geleneksel olarak, bütün dünyada Müslüman hafızlar tarafından ezberleniyordu ve geleceğe onların kafalarından aktarılabilirdi. Dahası, Türkiye Cumhuriyeti'nin hiç bir döneminde Kur'an yakılması gibi bir olay olmamıştı.

Yani ne İstiklal Mahkemelerinde idam kararı verilmiş bir Mevlevi şeyhinin mezardan çıkarılması, bu karara dayanarak ve yeniden asılması söz konusuydu, ne de Kur'anlar yaktırıldığı için ezberlenerek gelecek kuşaklara kalmasına çaba gösterilmesi olanaklıydı. Kitap ezberleme öğesi, François Truffaut'nun Fahranheit 45'inden aynen alınmış, buraya yapıştınlmıştı. Oysa Truffaut'un filminde koşullar bambaşkaydı.

Bunları ve daha başkalarını içeren raporu hazırladım. Anti Kemalist ve anti laik bölümlerine dikkat çektim. Sonuç bölümünde filmi yasaklamasının doğru olmayacağını, yasaklandığı takdirde filmin kült (tapınma) aracı haline getirilebileceği tehlikesinden söz ettim. Ayrıca mahkeme kararıyla kazanma olasılığının göz önünde bulundurulması gerektiğini, bu durumda çok daha yaygın olarak izleneceğini, kazanamasa bile video ile el altından izlenme oranının çok yükseğe tırmanabileceğini ve yıllar içinde eskimemesi için bir propaganda aracı kazanmış olacağını anlattım. Umarım yasaklanmazdı, ancak bu durumda Kültür Bakanlığının demokrat görüntüsü bozulmayacaktı. Eğer Kemalizm'in ve Laisizmin yara almaması isteniyorsa, Kültür Bakanlığı destek vermesi uygun proje ölçütlerinin arasına bunları da koymalı, destek politikaları çizmeli, uygulamalıydı. Böylece demokrasiye aykırı bir yanı olmazdı.

Bu arada daha önceki deneyimlerine dayanarak, filmin yasaklanacağından emin olan yapımcılar, öykünün yazarı Emine Şenlikoğlu, kararı beklemeye dayanamamış, tanıtıma girişmişlerdi ve filmi "yasaklanan film" olarak sunuyorlardı.

Sonunda Üst Kurul doğru kararı verdi, "Bize Nasıl Kıydınız" yasaklanmadı. Yapımcıların seyirci artırmak için yaptığı tanıtım ve propaganda boşa gitti. Film, el altından izlenen ve herkesin izlemeye can attığı yasak bir film olamadı. İsteyen sinema önlerinde afişlerine ve fotoğraflarına bakarak gitti, izledi. Bütün yüklenmelere karşın piyasada yanlış anımsamıyorsam 400 000 kadar izleyici buldu ve Türk Sinemasının düşük düzeyli, kaba propaganda filmlerinden biri olarak unutuldu gitti.

Demokrasi inananlarıyla var olan bir dogma değildir, yaşanırsa var olur. Suyu kesilmiş eski değirmeni durdurmak için özel çaba gerekmez. Yasaklamak gibi demokrasi dışı yöntemler kullanılmaz. Demokrasi, yaşanarak var edildiğinde zamanın gücünü arkasına alır, taşıma suyla döndürmeye çalışanları doğal akış içinde kendiliğinden durdurur. Bugün bile inançlarımızla yaşamalarımız arasındaki ayırımın ayırdında mıyız? Ne dersiniz? (Ömer TUNCER antrakt sinema Dergisi” Ekim 2003 Sayı 73)

&  Metin Çamurcu'nun ilk ve son sinema filmi olan "Bize Nasıl Kıydınız? adlı film gösterime girdiği 1994 yılında topladığı 156 bin seyirciyle senenin en çok seyirci toplayan yerli filmi oldu. Filmde, başına çeşitli olaylar gelen ve zorluklar yaşayan bir öğretmenin, bu zorlukların üstesinden Islami değerlerine sahip çıkarak gelmesi anlatılıyordu. Film hakkında, Milli Gazete'de, 4 Aralık 1994 tarihinde, Ferhat Koç imzasıyla yayınlanan bir yazıda şu ibareler yer alıyordu.

Filmde gerçekten çok ustaca bir kurgulama tekniği ile geçmiş ile gelecek arasında köprü kuruluyor. Yakın tarihin karanlıkta kalan zulümleri, hem de günümüzde rejim tarafından estirilen düşünce terörünün, tek tip kişilik oluşturma baskılarının, psikolojik irdelenmesi üzerinde durulmaya çalışılmış... Bu filmde bugüne kadar sinema izleyicisinin hiç de alışık olmadığı bir tekniğin kullanılması, yalın bir anlatım yerine gizemli ve zor anlaşılır bir anlatımın tercih edilmesi yönüyle de rahat bir seyirlik film olma özelliğinden uzaklaşılıyor. "

& Mahmut Tali Öngören, 11 Kasım 1994 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde düşüncelerini şöyle ifade etmişti:

"Anlaşılan, istiklal Mahkemeleri sömürülerek Türkiye'nin kuruluş dönemi yerden yere vurulmak isteniyor. Bu amacı gerçekleştirmek için de 'Bize Nasıl Kıydınız' adlı film bir yeni film kullanılıyor... Amaç belli. Filmi kullanıp saldırmak.. Gerçekte, her konunun tartışılması gerekiyor. istiklal Mahkemeleri konusunun da... Zaten eski kuşaklar da, yenileri de istiklal Mahkemeleri neydi, ne yaptı bilmiyorlar. Her tartışmada bu gibi olasılıklar vardır. Ama, 'Bize Nasıl Kıydınız' adlı filmle ilgili duruma bakınca, varılmak istenen sonucun, yıkım ve hedef göstererek ortalığı karıştırmak olduğu hemen anlaşılmaktadır..." Görüldüğü üzere, 'Beyaz Sinema' akımı çerçevesinde, Türk sinemasında pek değinilmeyen konuları işleyen ve sisteme muhalif olan birçok film üretildi. Bu filmler, sağcı ve islami basın denen kesimde övgüyle karşılanıp, olumlu eleştiriler alırken, diğer sinema çevrelerince bazen görmezden gelinirken çoğu zaman çeşitli yönleri, eksiklikleri ve hataları nedeniyle eleştirildi.


FİLMİ İZLE