Powered By Blogger

11 Aralık 2022 Pazar

 

YAMAN GAZETECİ (1995) "Journalist"

Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Nadire Zeybel, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: As Film/Mehmet Aksu

Oyuncular: Murat Soydan, Şehnaz Dilan, Neslihan Sezer, Yavuz Karakaş, Gülderen Acar, Fikret Çeşmeci, Hasan Yıldız, Bilal Saygılı, Recep Bülbülses, Enver Ergeç, Çetin Başaran

Konu: İki kız kardeş öldürülür. Bir gazeteci olayın üzerine gidip cinayeti çözer katiller yakalanır.

Not: Gazeteci Murat Davman hikayelerine benzer bir polisiye filmdir. 1995 yılında Afili Kemal filminin ardından çekilen bu film, ayrı ayrı seyredilebilen, ancak birbirinin devamı niteliğini de taşıyan bir filmdir.

______________________________________-

Subject: Two sisters are killed. A journalist goes on the case and solves the murder, and the killers are caught.


 YAHYA KAPTAN (1995) "Yahya Captain"

Yönetmen: Engin Temizzer, Hilmi Akyalçın, Senaryo: Zeynep Alanç, Görüntü Yönetmeni: Tevfik Şenol, Sabri Savcı, Yapım: TRT Kurgu: Hasan Bektaş, Sanat Yönetmeni: Secat Kırmacı, Yürütücü Yapımcı: Kemal Tok,

Oyuncular: Berhan Şimşek, Ece Uslu, Kâzım Kartal, Murat Soydan, Recai Topuç, Yıldırım Gencer, Salih Kırmızı, Cemal Gencer, Salih Kırmızı, Yusuf Sezgin, Reha Yeprem, Kadir Savun, Bahadır Tok, Nail Ulaşoğlu, Atilla Ergün


Konu: Kurtuluş savaşı kahramanlarından Yahya Kaptan’ın öyküsü.


Not: Dört bölümlük dizi olarak çekilmiş ve daha sonra sinema filmi olarak gösterime sunulmuştur.

_________________________________

    Subject: The story of Yahya Kaptan, one of the heroes of the War of Independence.

    Note: It was shot as a four-part series and later released as a feature film.

 

TEL ÖRGÜ (1995) "Wire Netting"


Senaryo ve Yönetmen: Nejat Gürsoy, Görüntü Yönetmeni: Dinçer Önal, Yapım: Başkent Film/Ahmet Demir


Oyuncular: Mahmut Tuncer, Deniz Pehlivan, Kâzım Kartal, Sırrı Elitaş, Süheyl Eğriboz


Konu: Bir mayıncı kaçak malları sınırdan geçirirken tuzağa düşürülür. İhbarcılar karısına tecavüz eder, Mayıncı adam intikam almak için tecavüzcülerin peşine düşer.


_____________________________________


Subject: A miner is ambushed while crossing the border with contraband. The whistleblowers rape his wife, the Minerman pursues the rapists to take revenge.

 

 

TEK AYAKLI KUŞLAR (1995) "One-Legged Birds" 

Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu, Görüntü Yönetmeni: Necdet Taşçıoğlu, Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk Prodüksiyon Müdürü: Çetin Dağdelen, Kurgu: Mustafa Kul, Yardımcı Yönetmen: Nezih Tunar, Müzik: Ahmet Emre, Ayhan Yaraş, Genel Koordinatör: Oğuz Turan Can,

Oyuncular: İlyas Salman, Gamze Tunar, Tuncer Necmioğlu, Ülkü Ülker, Tuncay Akça, Tuncay Gürel,, Turgut Özatay

Konu: İdam mahkumu arkadaşının piyango biletiyle yaşamı değişen ancak, yine hapishaneye dönen bir adamın öyküsü.

__________________________________

Subject: The story of a man whose life is changed by the lottery ticket of his friend, who is on death row, but returns to prison again.

 

ŞÜPHENİN BEDELİ (1995) "The Price of  Doubt"


Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Alemdar, Görüntü Yönetmeni: Orhan Temizkan, Yapım: Alemdar Film/Mehmet Alemdar


Oyuncular: Şehnaz Dilân, Meriç Erkan, Cemal Gencer


Konu: Ruh hastası bir adam, ilişki kurduğu kadınları öldürmektedir. Karısını da öldürme planları yaparken, iz sürmekte olan polisler tarafından suçüstü yakalanır.


__________________________________


Subject: A mentally ill man kills the women he is in a relationship with. While he is making plans to kill his wife, he is caught red-handed by the police, who are on the trail.

 

SOKAKTAKİ ADAM (1995) "Man in the Street"


Yönetmen: 
Biket İlhan, Senaryo: Atilla İlhan, Ülkü Karaosmanoğlu, Görüntü Yönetmeni: Colin Mounier, Yapım: Sinevizyon Film/Biket İlhan Eser: Atilla İlhan, Kurgu: Mevlût Koak, Sanat Yönetmeni: Yudum Yontan,

Oyuncular: Metin Belgin (Hasan), Suna Yıldızoğlu (Meryem), Selda Özer (Ayhan), MUstafa Avkıran, Ali Sürmeli, Süeda Can, Erdoğan Seren, Ayton Sert, Civan Canova, Tunca Yönder, Oktay Korunan, Erkan Can, Erdal Tosun, Sigrid Seberich, Cemal Ünlü, Muammer Ketencoğlu

Konu: 1950'li yıllar ... Hasan, "ne istediğini bilmeyen, fakat ne istemediğini bilen" aydın biridir. Üniversite öğrenimini, kişisel sorunları sonucu yarım bırakmış, yük gemilerinde kamarat olarak çalışmaya başlamış ve kaçakçılık işine bulaşmıştır. Müthiş sıkıntılar içinde, yaşama sevincini yitirmiş halde geldiği İstanbul'da da bela peşini bırakmaz. Bir yandan eski sevgilisi Ayhan'ın hayaliyle yaşarken, bir yandan da kaçakçılarla işbirliği yapan ünlü fahişe Meryem'le tutkulu bir ilişkiye girer. Bu arada polis, aldığı bir ihbar sonucunda kaçakçılık düğümünü çözmektedir. Olayların üzerine korkusuzca giden Hasan, suç ortağı Yakupla birlikte ihbarcının peşine düşer ama çember giderek daralmaktadır. O, "mekansız bir kurt" gibi sokaktadır. Oysa gerçek sokaktaki adamın dertleri ve sorunları çok daha farklı ve gerçektir.

ÖDÜL:

32. Antalya Altın Portakal Film Festivalilnde (1995)

►Mustafa AVkıran "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu"

9. Adana Altın Koza Film Festivali'nde (1995)

► Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Özel ödüllü film

8. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1996)

►Yudum Yontan "En İyi Sanat Yönetmeni",

► Ali SÜrmeli "En İYi Yardımcı Erkek Oyuncu"

►Süeda Can "Umut Veren En İyi Ka dın Oyuncu"

Çasod (Çağdaş Oyuncular derneği) seçiminde (1996)

►Ali Sürmeli, "En İyi Erkek Oyuncu",

7. Orhon Murat Arıburnu ödülleri seçiminde (1996)

► Kadir Savun “En İyi Film Jüri Özel Ödülü"

SİY AD (Sinema Yazarları Derrneği) seçiminde (1996)

► "En İyi 3. Film",
    ► SUna Yıldızoğlu "En İyi Kadın Oyuncu"
    ► Mustafa Avkıran ile Ali SÜrmeli 'En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu".

& Attila İlhan'ın ilk romanı Sokaktaki Adam' dan uyarlanan filmi izlemek tuhaf bir duygu veriyor. Sanki bir Attila İlhan romanı okur ya da 1940 sonları/50 başlarının avantgarde bir Türk filmini, örneğin Yalnızlar Rıhtımı'nı izler gibi oluyorsunuz. İyi ve kötü yanlarıyla ilginç ve yaşamaya değer bir deneyim bu ... Roman/film bizlere "neyi istemediğini bilen, ama neyi istediğini bilmeyen" ya da yine kendi deyimiyle "Mohikanların sonuncusu olan" kamarot Hasan'ın öyküsünü anlatıyor. 1940 sonlarının İstanbul'unda bir garip ve kolay tanımlanamaz serüven yaşıyor Hasan ...

Bir kaçakçılık işine karışıyor, yandaşları birer birer tutuklanıyor, o da yakalanmanın eşiğine geliyor. Ama aslında, tüm bu yapay polisiye entrikanın hiçbir önemi yok. Aynı biçimde, Hasan'ın daha ilkokulda başlayan bir sevgiyle gönlünü kaptırdığı, sürekli düşünüp her yerde hayalini gördüğü, ama yeniden karşılaştığında da hiçbir sağlam ilişki kuramadığı Ayhan ya da her Türk erkeği gibi koynunda dertlerini unutmaya çalıştığı görmüş geçirmiş bir hayat kadını, kürkçü Leon'un metresi biseksüel Meryem de, gerçek birer anlam ve derinlik taşımıyorlar.

Tüm bu olay ve kişilikler, oldukça soyut bir maceranın görünürdeki unsurları... Derinde ise yazar ozan Attila İlhan'ı özellikle gençlik yıllarında etkilemiş bir dizi öğenin iç içe girmesinden oluşan ayrıksı bir dünya ve farklı bir yapıt var. Sartre ve Camus varoluşçuluğu, Paris'te öğrenilip İstanbul'a ataşınmış gözüpek (en azından öyle gözüken) bir cinsellik anlayışı, Osmanlıcadan olduğu kadar kara film klasiklerinden ve dünyasından da gelen güçlü etkiler ...

Ve tüm bunların savaş sonrasının o eşsiz İstanbul'unda kaynaşması... Henüz azınlıklarını kovmamış ve güzelliklerini hoyratça çiğnememiş bir kentte, Rum meyhanecileri, yoğurtçu, şerbetçi ve hallaçları, seksek oynayan küçük kızlarıyla beliren ve yaşamlarımıza damgasını vuran bir atmosfer... Hafif "ecnebi" kokan bir varoluşçuluk bunalımı içinde kendi öz gerçeğiini arayan, zaman zaman, "Seni seviyorum ... Ve senin için yokum... Beni affet ... Ve benden af dile," diye bulmaca diliyle konuşan bir kahraman ... Biraz bol tutulmuş bir lezbiyenlik ilişkisi. " Sık sık araya girip seyirciye seslenen ve kimi gerçekler fısıldayan "sokaktaki adam" figürü ... Ve Colin Mounier tarafından saptanmış ve temelde edebi bir yapıta görkemli bir görsel yatak oluşturan şaşırtıcı bir İstanbul “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”

& 5O, ler Türkiye’si ... Bir gemi, İstanbul limanına demirliyor. Mürettebat, karaya çıkacağı için sevinçli. Kamarot Yakup'un ağzı kulaklarında. Çünkü Apostol'un meyhanesine uğrayacak, sonra da doğruca genelevin yolunu tutacak. Yakın arkadaşı Hasan'ı da sürüklüyor yanında. Fakat Hasan'ın tuhaf bir hali var. Her şeyden sıkılıyor gibi. İçmeye gönüllü ama genelev konusunda Yakup kadar istekli değil. Gizli bir derdi var sanki. Dalıp dalıp gidiyor.

Bu arada iki arkadaşın kaçakçılarla işbirliği yaptığını da fark ediyoruz. Yaptıkları "kirli iş" de, o dönem için önemli sayılan kürk kaçakçılığı. Kapalıçarşı'nın ünlü kürk tüccarlarından Leon'la bağlantılı çalışıyorlar. Düğümün bir ayağında da randevuevi işleten Meryem var. Meryem, orta yaşlı, son derece alımlı bir kadın. Ve de bi seksüel. Olaylar akıp giderken Hasan Meryem'le ilişkiye giriyor. Meryem'e göre Hasan'ın ciddi bir derdi var. Asla kamarot olacak biri değil o. Hatta filozof demek daha doğru. Meryem, derdini deşiyor Hasan'ın. Bu esnada bizler de, Meryem'le birlikte Hasan'ın geçmişine yolculuk yapıyoruz. Fakülte döneminde Ayhan adlı bir kızı sevmiştir Hasan. Ama bu ilişkiyi, daha doğrusu bu hayat biçimini sürdüremiyeceğini düşünmüş ve çözümü bu ortamdan kaçmakta bulmuştur. Fakat geçmişi onu bırakmaz ..


Attila İlhan'ın 1951'de yazdığı ve 1953'te kitap olarak basılan "Sokaktaki Adam", Biket İIhan imzasıyla sinemada. Senaryo haline 1990'da dönüştürülen roman, çeşitli mali sorunlar nedeniyle ancak 1995'te filme alınabildi. Ve ilk olarak Antalya Film Festivali sırasında gösterildi. Biket İIhan'ın yapıtı, öncelikle klasik "eli yüzü düzgün film" tanımlamasını hak eden bir çalışma. Her sezon büyük ümitlerle vizyon şansı elde eden ama sadece "hayal kırıklığı" hanesini dolduran filmlerin yanında, fazlasıyla çizgi üstünde seyrediyor "Sokaktaki Adam". Romanın 1950'lerde geçmesi ve yönetmenin bu tarih dilimine sadık kalarak yola çıkması, ilk aşamada bir handikap gibi gözüküyor. Çünkü artık değil 50'lerin İstanbul’unu, bulmak ve sinemaya aktarmak bile çok zor. Dolayısıyla mekan problemini baştan kabul ederek filme başlamış İlhan ve ekibi. Ama sonuçta kimi küçük rötuşlarla bu sorun çözülmüş. Filmin tamamına sinen hava içerisinde, dönemin atmosferi seyirciye yansıtılıyor. Filmin başındaki, kahramanın iç sesleri eşliğinde verilen diyalogların yaşattığı "yine mi şairane, hayattan kopuk kopuk konuşan tipler göreceğiz" korkusu, kısa bir süre içinde atlatılıyor.


Zaman zaman diyalog sorunu yaşansa da, "Sokaktaki Adam", benzerleri arasında bu problemi en az hissettiren filmlerden. Filmin bir başka artısı da oyuncuları. Başta Metin Belgin olmak üzere herkes üzerine düşen görevi yerine getiriyor. Ama özellikle Suna Yıldızoğlu, bugüne kadar kendisine yüklenen tüm imajları silercesine aynı zamanda iyi bir oyunculuk kumaşına sahip olduğunu gösteriyor. Ayrıca tiyatro kökenli Mustafa Avkıran, Ali Sürmeli ve Civan Canova onlara tanınan hareket alanı içinde, "karakter sineması"ndan mükemmel pasajlar sunuyorlar.

Yine de "Sokaktaki Adam", Türk sinemasının uzun süredir beklediği, onu ve hepimizi "kurtaracak" olan film değil. Türk yönetmenlerinin gereksiz bir paranoya içinde düşman bellediği Amerikan sinemasına yakın dursanız bile, belli tatlar bulacağınız, en azından sinirle salonu terketmeyeceğiniz bir yapım. Son zamanların yükselişe geçen trendi "milliyetçiliğe" de sıcak bakıyorsanız, bu "yerli malı"nı kaçırmayın deriz. (Uğur Vardan Aktüel, 1420 Aralık 1995)

& Farklı bir dünyayla karşı karşıya olduğumuzu daha ilk dakikadan anlarız Gemi, bir ejderhaya benzetilen İstanbul'a yaklaşmaktadır. İnsanı yutacakmış gibi duran bu şehir, filmin fonunu oluşturacak; bir ev, bir kadın ve çocuk hayaliyle yaşayan, genelevdeki bir kadının deyişiyle hiç de kamarota benzemeyen, ölecekmiş gibi canı sıkılan Hasan'ın macerasına ev sahipliği yapacaktır.

( .. .) Kamarot Hasan; kaçakçılık işleri yaparken Filistin'e gitme hayalleri kuran, azınlıkların sonuncularından kürkçü Leon'un güzel metresi Meryem'in tabiriyle, garson değil, bir filozof; kendi tabiriyle ise insan haline dönüşmüş bir sıkıntıdır. Sadece gösterişe itibar edilen, kepazeliklerle dolu bir çevrede sıkışıp kalmanın baskısı altında ezilen Hasan, tepkili bir insan olmak ister, ancak farklı bir tutkuyla sevdiği gençlik aşkı Ayhan'dan ayrıldığından beri adeta ölüdür. Ayhan'la yeniden buluşması, yaşayan bir ölüye benzeyen Hasan'ı önce yeniden hayata dönmeye zorlayacak, sonra da ejderhayı andıran şehrin derin mavi gözleri gibi onu yutacaktır.

Duvardaki afişler, dönemin gazeteleri gibi küçük ayrıntılarla ve Colin Mounier'nin iyi çerçevelenmiş görüntüleriyle (keşke Üniversite'de çekilen sahnelere de biraz daha özen gösterilseymiş) bizi adeta 1950'lerin İstanbul'una götürüp, Attila İlhan'ın derin dünyasına sokan "Sokaktaki Adam", Biket İhan'ın ilk filmi ...Enflasyondan, gelecek umuduyla yaşayanlardan ya da sürekli geçmişin daha iyi olduğunu söyleyenlerden dert yanan bir filozof da "sokaktaki adam". Böyle bir filme, "sokaktaki adam" esprisini oturtmak, gerçekten zor görünen bir iş, ancak Biket İlhan, bu sorunu da aşmış görünüyor. Hatta Hasan, Meryem'in evine girerken, sokakta kazı yapan adamda olduğu gibi gayet hoş sahneler de yakalıyor ve böylece sokaktaki adam da filme ayrı bir renk katıyor.

Buz gibi aşkların ve ölümlerin ruhsuz ve beceriksizce anlatıldığı filmler ödüllendirilirken, Antalya Altın Portakal ve Adana Altın Koza Film Festivalleri'nde hakkının yendiğine inandığım filmin oyuncuları da birinci sınıf performanslar çıkarıyorlar. Eserin içerdiği toplumsal eleştirileri perdeye yansıtmayı ve 1950'lerin İstanbul atmosferini yaratmayı başaran "Sokaktaki Adam", başarılı görüntüleri ve oyuncularıyla sivrilen, eli yüzü düzgün, yılın farklı ve en başarılı yerli yapımlarından biri. .. (Ersan Congar Antrakt, Ocak 1996)

_________________________________

Subject: 1950's ... Hasan is an intellectual who "does not know what he wants, but knows what he does not want". He left his university education unfinished due to personal problems, started to work as a cabin crew on cargo ships and got involved in smuggling. Trouble does not let up in Istanbul, where he came to Istanbul with great troubles and lost his joy of life. While living with the dream of his ex-girlfriend Ayhan, he also enters into a passionate relationship with the famous prostitute Meryem, who cooperates with smugglers. Meanwhile, the police untie the smuggling knot after a tip-off. Fearlessly, Hasan goes after the whistleblower with his accomplice Yakup, but the circle is getting narrower. He is on the street like a 'placeless wolf'. However, the problems and problems of the real man on the street are much different and real.



 

SIRA BENDE (1995) "It is My Turn"

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Ferhat Bakır, Yapım: Akıncı Film/Okan Akıncı

Oyuncular: Arif Şentürk, Bahar Mete, Halit Arkan, Yelda Yiğitoğlu, Rafet Akyüz, Enver Ergeç, Kemal Sağlam, Akın Tekin, Okan Akıncı

Konu: Türkücü bir adam bir cinayete ortak edilir. Kendisini temişze çıkarabilmek için uzun araştırmalardan sonra asıl suçluları bulur ve kemdisi de temize çıkar.

_________________________________

Subject: A singer man is complicit in a murder. After a long search to clear himself, he finds the real culprits and he is cleared.

 

SENSİZLİĞE İSYAN (1995) "Rebellion against ignorance"


Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: As Film/Mehmet Aksu


Oyuncular: Cemal Gencer, Güneş Olcay, Halit Arkan, Rahmi Pala, Kemal Çapraz, Gülderen Acar, Hasan Yıldız, Fikret Çeşmeci, Mehmet Bereket, İbrahimKurt, Zahide

Konu: Ünlü bir yazar, balıkçıuların yaşamını incelemek ve yazmak için bir köye gider. Burada bir balıkçı kızına aşık olur.

Not: 1972 yılında Oğuz Gözen tarafından çekilen “Denizden Gelen Kız” filminin yeniden çevrimidir.

_____________________________________

Plot: A famous writer goes to a village to study and write about the life of fishermen. Here he falls in love with a fisherman's girl

 

SEN DE GİTME TRİYANDİFİLİS (1995) "Don't Go Triyandifilis"


Yönetmen:
Tunç Başaran, Senaryo: Ayla Kutlu, Macit Koper, Tunç Başaran Görüntü Yönetmeni: Colin Mounier, Müzik: Yalçın Tura, Yapım: Magnum Film/Jale Başaran  (TLes Films Du Grain de Sable/Jean Michel Carre, Philippe Cosson – Katakouzinos Films/Giorgos Katakouzinos (TürkFransızYunan Ortak Yapımı) Eser: Ayla Kutlu, Sanat Yönetmeni: Suna Çiftçi, Kurgu: Hilmi Güver

Oyuncular: Işık Yenersu (Sultan), Fikret Hakan (Antuan), Olivia Bonnamy (Triandafilis), Meriç Başaran (Teodora), Cezmi Baskın (Adem), Laurent Gauthier (Pierre), Ruhi Sarı (Rıfat), Cengiz Sezici (Reşit efendi), Tuvana Coşkun (Aleksia), Erick Garsin, Benjamin Bohr, Kadir Özdal, Mahmut Kısakürek (Başuşak), Filiz Alır (hizmetçi), Eralp Öztürk (Niko), Eda Müftüoğlu (Elenia), Mehmet Elmas (şoför), Atıf Eroğlu (otodoks papazı), Sıtkı Azgın (papaz), Hilmi Mutlu (imam), Özgür Görgün (Eren 8 yaş), Barış Görgün (Eren 10 yaş), Murat Gezer (Eren 20 yaş), Barbara Kallash (pansiyoncu), Erdinç Işıldak (Mustafa), Bülent Akbaba (halef), Murat Özdemir, Erol Saklar (traktör , şoförü), Sevgi Mısırlıoğlu (kadın), Çocuklar: Hale Mısırlıoğlu, Memoş Komat, Yasin Komat, Seval Özdemir

KONU: 1930'lu yıllarda Antakya'da Rum kökenli ailesi ve Türk bakıcısı Sultan'la yaşayan Triyandafilis'in sevgi dolu öyküsü. Baba Antuan'ın (Fikret Hakan), çocukları içinde en sevdiği büyük kızı, güzeller güzeli Triyandafilis'tir (Olivia Bonamy). Ne acı ki bu güzel kızın aile içindeki tek sorunu geri zekâlı olmasıdır. Bu nedenle Mösyö Antuan'ın en büyük korkusu kızının evden kaçıp kaybolmasıdır. Triyandafilis'in herşeyi ile sorumlu olan bakıcısı Sultan (Işık Yenersu), onunla bir ana kız ilişkisi içindedir. Triyandafilis, günün birinde, penceresinden gördüğü Fransız askeri Pierre'e aşık olur. Ne varki Fransız birlikleri ülkeden çekilme kararı alınca aşık olduğu asker de memleketine gitmek zorunda kalır. Genç kız evden kaçıp Pierre'in peşinden gider. İzi bulunamayan Triyandafilis günün birinde gerip dönüp Sultan'ı bulur. Tüm ailesiyle ülkeyi terkeden Mösyö Antuan, üç katlı evlerini, hastalıkla kocasıyla yaşayan Sultan'a bırakmıştır. Daha sonra Triyandafilis, Pierre'e benzettiği ve yeniden aşık olduğu inşaat işçisi Rıfat'la evlenir. Kore savaşı patlayınca bu kez de Rıfat savaşa girer ve bir daha dönmez. Ana gibi sevdiği Sultan ölünce yapayalnız kalan Triyandafilis, evin bahçesi önünde ne zaman bir asker geçse omuzuna dokunup "Gitme" deyişi, kulaktan kulağa yayılan bir efsaneye dönüşür. (Agâh Özgüç)

Ödüller

33. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (1996)

►"En İyi 2. Film"

► Dr. Avni Tolunay Ödülü,

► "En İyi Yönetmen",

►Yalçın Tura "En İyi Özgün Müzik",

►Meriç Başaran "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu

►” İmaj "En İyi Laboratuar",

10. Adana Altın Koza Film Festivali'nde (1996)

►"En İyi Film",

► "En İyi Yönetmen",

► "En İyi Senaryo",

► Olivia Bonamy "En İyi Kadın Oyuncu",

► Ruhi Sarı "Yılmaz Güney Özel Ödülü"

Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Özel Ödülü"

► “Sen de Gitme”

9. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1997)

►"En İyi Film",

► Olivia Bonamy "En İyi Kadın Oyuncu",

►Ruhi Sarı "Umut Veren Yeni Oyuncu"

► Suna Çiftçi "En İyi Sanat Yönetmeni",

8. Orhon Murat Arıburnu Ödülleri'nin seçiminde (1997)

►"En İyi Uzun Metrajlı Film",

► Tunç Başaran "En İyi Yönetmen"

► Olivia Bonamy "Cahide Sonku Jüri Özel Ödülü",

13. İskenderiye Uluslararası Film Fes tivali'nde (1997)

► "Jüri Özel Ödülü",

► Işık Yenersu "En İyi Kadın Oyuncu  

& Bir Fransız Kadını" ne kadar Fransızsa, Ayla Kutlu'nun "Sen de Gitme Triandafilis"inden sinemaya uyarlanan ve bir Türk-Fransız ortak yapımı olarak gerçekleştirilen "Sen de Gitme" de bir o kadar bizden. Anadolu insanını yüreğinden yakalayan bir film. Sevgiyi tanıyan, sevgiyi anlatmayı iyi bilen bir yönetmenin dört dörtlük bir sanatçı ve teknisyen kadrosunun ustaca kotardığı Türk sinemasının yüz akı yapıtlarından biri ... Triandafilis'in eviinin önünden geçerse, sizinde de arkanızdan koşabilir, omuzunuza dokunabilir. Çünkü o hala sevdiğini arıyor. Kimbilir belki de sevdiği adam sizsiniz ... Triandafilis'in alın yazısı, sizin alın yazısı, belki de. (Vecdi Sayar, "Kedi GözüSen de Gitme", Cumhuriyet 25 Ekim 1996)

& 1930'ların Antakya yöresinde geçiyor film ... Çok çeşitli ırk ve halkların iç içe yaşadığı bir dönem ve bir yöre ... Rum kökenli Bay Antuan, anıları ve eşyasıyla yaşamakta... Çocuklarının arasında en güzeli ve onun en çok sevdiği Triandifılis. Genç kız gerçekten de güzel. Ama ne yazık ki hala 10 yaşlarında bir çocuğun zekasına sahip. Büyümemiş bir çocuk gibi... Onu babasından sonra en çok seven de evin kahyâsı Sultan ...

Genç kız, günün birinde Antakya'da bulunan Fransız kuvvetlerinden genç bir ere aşık oluyor. Aşkı karşılıksız da kalmıyor. Ancak siyasetin gelişmesi sonucu Hatay Türklere geçmiştir ve Fransızların gitme zamanı gelmiştir. Birden Pierre'i kaybeden Triandifılis, geçirdiği şokla evden kaçacak, neden sonra geri döndüğünde ise çok şey değişmiş olacaktır ...

Sen de Gitme, tipik bir Tunç Başaran filmi. Yani çok iyi şeyler içeren, ama tam bir başarıının eşiğinden dönmüş bir fılm. Başaran, tam bir profesyonel olarak, fılmin genel dramaturjisini doğru kurmuş. Zamanın geçişini, çalkantılı bir dönemin bireyler üzerindeki etkisini, hasta, tutsak bir ruhun ıstırabını oldukça iyi biçimde duyurmuş. Özellikle genç oyuncular, başta da Fransız Olivia Bonamy çok iyiler. Olivia'yı bulup filminde oynatmak, Başaran'ın gerçek şannsı olmuş. Artık iyice bizden biri olan Fransız saanatçısı Colin Mounier'nin görüntüleri yine biirinci sınıf ... Benim eksik bulduğum şeylere gelince ...

Bir kez, bir dönem filminde dönemi verecek çok az şey var. Fransızların Hatay'ı terk etmesi gibi bizim tarihimiz açısından önemli olduğu kadar sinemasal olarak da çok iyi işlenebilecek ve işlenmesi gereken bir olay, yapım koşullarına feda edilmiş: sadece bir duvar dibinde duran Triandifilis, iki figüran, iki bayrak, iki süvari... ve hepsi bu ... Ben artık diyorum ki, "Eğer böyle bir filmde olay kalabalık ve genel bir çekimle gösterilemiyorsa, bütçe buna imkan vermiyorsa ... Bu projeden vazgeçilsin, daha iyi." Beni rahatsız eden bir diğer şey de oyun oldu. Hadi, Fikret Hakan'ı biraz abartılı da olsa gerçekten ilginç bir kompozisyon gerçekleştirdiği için övelim, kutlayalım. Ama ya Işık Yenersu? Ben Yenersu'yu çok severim. YıIlar önce "Güneyli Bayan" oyunu için yazdığım ve bir kitabıma aldığım yazıyı herhalde o da hatırlar. Ama bir oyuncu bütün bir film boyunca bir perulda veya peruk izlenimini bağıra bağıra veren bir saçla oynayabilir mi? Yönetmenin bir kez içinden gelmedi mi, sanatçıyı uyarmak ve doğal bir saçla oynamasını telkin etmek?

Kimi denetimsiz yanlarıyla ve açık bütçe sorunlarıyla biraz yaralı bir film bu... Ama temelde düzeyli bir film. Bu açıdan sinemaseverlerin görüp kendi yargılarını oluşturmalarında yarar var derim. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf 133”


_______________________________________


SUBJECT: The loving story of Triyandafilis, who lived in Antakya in the 1930s with her Greek family and her Turkish caregiver, Sultan. Father Antuan's (Fikret Hakan)'s favorite eldest daughter among his children is the beautiful Triyandafilis (Olivia Bonamy). Sadly, this beautiful girl's only problem in the family is that she's retarded. For this reason, Monsieur Antuan's greatest fear is that his daughter will run away from home. Sultan (Işık Yenersu), the caretaker of Triyandafilis, who is responsible for everything, is in a mother-daughter relationship with him. One day, Triyandaphilis falls in love with the French soldier Pierre, whom he sees from his window. However, when the French troops decide to withdraw from the country, the soldier he fell in love with has to go to his hometown. The young girl runs away from home and follows Pierre. Triyandafilis, whose traces cannot be found, turns back one day and finds the Sultan. Monsieur Antuan, who left the country with his whole family, left their three-storey house to the Sultan, who was living with her husband due to illness. Later, Triyandafilis marries the construction worker Rıfat, whom she likens to Pierre and falls in love with again. When the Korean War broke out, this time Rifat entered the war and never returned. Triyandafilis, who was left alone after the death of the Sultan, whom she loved like mother, turned into a legend that spread from ear to ear when a soldier touched her shoulder and said "Don't go" whenever a soldier passed in front of the garden of the house. (Agah Özgüç)



 

SEKSENİNCİ ADIM (1995) "Step Eighty"

Yönetmen: Tomris Giritlioğlu, Senaryo: Mehmet Eroğlu (yazarın "Yarım Kalan Yürüyüş" adlı romanından) Görüntü Yönetmeni: Yavuz Türkeri Müzik: Münir Nuretttin Beken Yapım: TRT/Cafer Özgül Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, Kurgu: Bilge Can,

Oyuncular: Zuhal Olcay, Levent Ülgen, Derya Alabora, Haluk Bilginer, Hümeyra, Meral Çetinkaya, Selçuk Yöntem, Tunca Yönder, Emre Baykal, Civan Canova, Taner Barlas, Altan Erkekli

Konu: 12 Eylül sonrasında bir araya gelip geçmişi sorgulayan, birbirleriyle hesaplaşan eski eylemci bir grup arkadaşın öyküsü. Çocukluk yıllarını yetimhanede geçiren ve 18 yaşındayken hızlı bir eylemci olup işkencelerden geçen Korkut Laçin (Levent Ülgen), 12 Eylül kurbanlarından biridir. Kadınların ve arkadaşlarının hayranlık duyduğu, gizemli bir kişiliğe sahip kanarya tutkunu Korkut, polisin takibindedir. Genç adam çareyi ülkeden kaçmakta bulur. Uzakdoğu'da şileplerde çalışır, tayfalık yapar. Ama yine de yakalanıp Türkiiye’ye iade edilir. Hapis yatıp, çıkar. Yıllar önce politikaya soyunan gençlik arkadaşı Sedat'ı arar. Aralarında çözülmesi gereken bir sorun vardır. Sedat'ın karısı (Zuhal Olcay) ile tanışıp onunla sevişir. Ve sonunda efsanevi Korkut, eski nişanlısı olan Sedat'ın kız kardeşi tarafından öldürülür.

 ÖDÜL:

8. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1996)
►“80.Adım” "Seçiciler Kurulu Özel Ödülü"
► Hümeyra "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu",

15. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde (1996
► "En İyi Film" ve "En İyi Yönetmen"

(Jüri Üyeleri: Prof. Dr. Oğuz Onaran “bşk.” Mahinur Ergun, Keriman Ulusoy, Ümit Ünal, Uğur Vardan),

 Köln 6. Türkiye Film Festivali'nde (1996)
►Zuhal Olcay "En İyi Kadın Oyuncu",

SİYAD (Sineema Yazarları Derneği) seçiminde (1997
► "En İyi 5. Film"

► Zuhal Olcay "En İyi Kadın Oyuncu"

& Seyircinin tüm olanı biteni anlayıp kavrayabildiğini söylemek zor doğrusu. Oldukça kafa karıştırıcı ve karmaşık halde, büyük bir geriye dönüş olarak tasarlanıp kurulmuş filmde... Korkut Laçin'in trajik öyküsünü sürekli flashback'lere başvurarak anlatıyor Tomris Giritlioğlu, yer yer ilginç bir polisiye tadında. Ne yazık ki Suyun Öte Yanı"yla "Yaz Yağmuru"nu gö'rmediğim, belgeselden yetişen yönetmen Tomris Giritlioğlu'nun romandaki baskı, şiddet, ihanet, yılgınlık boyutlarını yansıtan bir gerilim atmosferine oturtulmuş anlatımı, görsel bakımdan göz dolduran zevkli bir düzey tutturuyar ve ölgün bir tempoda seyrederken, gitgide daha bir ilgiyle yürüyor "80.Adım". (Sungu Çapan, “Doğuştan ruhu bereli, kimsesizin teki" Milliyet , 13 Aralık 1996)


&Tomris Giritlioğlu, günümüzde film yapımını destekleyen ve Türk sinemasına elini uzatan tek TV kanalı olan TRT'nin koruyucu kanatları altında yıllardır sessiz sedasız, kendine özgü bir sinemayı koza gibi örüyor. Ve ortaya oldukça kişisellik taşıyan bir toplam koymayı başarıyor. Sanatçının dördüncü konulu filmi olan 80. Adım, Mehmet Eroğlu'nun Yarım Kalan Yürüyüş adlı romanından, yine Eroğlu tarafından uyarlanmış. Uzakdoğu ve savaş deneyimlerini romanlarında başarıyla kullanan Eroğlu atmosferini taşıyan bir öykü bu... Bangkok'ta başlayıp açık denizlerden geçerek İstanbul'da sonuçlanan ve "özünde korku ve cesareti sorgulayan ve bunların sanıldığı gibi birbirlerinden uzak olmadığını" savunan bir hikâye ...


Giritlioğlu'nun filminde, başarılmış şeyler ile başarılamamış olanlar iç içe... Karmaşık biçimde, sürekli geriye dönüşlerle anlatılan öykünün belli bir gizemi ve çekiciliği var. Bangkok'tan başlayarak birçok çekim, filme amaçlanan egzotik atmosferi vermeyi ve bu atmosfer içinde, sanki politik sosla donanmış bir Howard Hawks filmi içindeki bir Humphrey Bogart benzeri kişiliğin serüvenini canlandırmayı başarıyor.


Ama olumsuzluklar da var. Başta Tunca Yönder, yabancıları canlandıran ve hepsi inanılmaz bir İngilizce'yle konuşan tüm oyuncular, Korkut kişiliğinin özellikle kadın oyuncuların deneyimi yanında sırıtan oyunu gibi yan öğeler filmi zedeliyor. Genelde ses ve seslendirme çabaları da yetersiz. Yine de 80. Adım, sinemamız içinde farklı ve değişik bir çaba, baştan sona belli bir merak ve ilgiyle izlenen bir fılm.. Görmenizde yarar var. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf 133”

__________________________



 FİLMİ İZLE 


Theme: The story of a group of ex-activist friends who came together after September 12, questioned the past and settled accounts with each other. Korkut Laçin (Levent Ülgen), who spent his childhood years in an orphanage and was tortured when he was 18, is one of the victims of September 12. Korkut, a canary lover with a mysterious personality admired by women and his friends, is in pursuit of the police. The young man finds the solution to flee the country. He works in freighters in the Far East and is a crew member. But he is still caught and returned to Turkey. Go to jail and get out. He calls his youth friend Sedat, who went into politics years ago. There is a problem between them that needs to be resolved. He meets Sedat's wife (Zuhal Olcay) and has sex with her. And in the end, the legendary Korkut is killed by his ex-fiancee, Sedat's sister.