Powered By Blogger

11 Aralık 2022 Pazar

 

SOKAKTAKİ ADAM (1995) "Man in the Street"


Yönetmen: 
Biket İlhan, Senaryo: Atilla İlhan, Ülkü Karaosmanoğlu, Görüntü Yönetmeni: Colin Mounier, Yapım: Sinevizyon Film/Biket İlhan Eser: Atilla İlhan, Kurgu: Mevlût Koak, Sanat Yönetmeni: Yudum Yontan,

Oyuncular: Metin Belgin (Hasan), Suna Yıldızoğlu (Meryem), Selda Özer (Ayhan), MUstafa Avkıran, Ali Sürmeli, Süeda Can, Erdoğan Seren, Ayton Sert, Civan Canova, Tunca Yönder, Oktay Korunan, Erkan Can, Erdal Tosun, Sigrid Seberich, Cemal Ünlü, Muammer Ketencoğlu

Konu: 1950'li yıllar ... Hasan, "ne istediğini bilmeyen, fakat ne istemediğini bilen" aydın biridir. Üniversite öğrenimini, kişisel sorunları sonucu yarım bırakmış, yük gemilerinde kamarat olarak çalışmaya başlamış ve kaçakçılık işine bulaşmıştır. Müthiş sıkıntılar içinde, yaşama sevincini yitirmiş halde geldiği İstanbul'da da bela peşini bırakmaz. Bir yandan eski sevgilisi Ayhan'ın hayaliyle yaşarken, bir yandan da kaçakçılarla işbirliği yapan ünlü fahişe Meryem'le tutkulu bir ilişkiye girer. Bu arada polis, aldığı bir ihbar sonucunda kaçakçılık düğümünü çözmektedir. Olayların üzerine korkusuzca giden Hasan, suç ortağı Yakupla birlikte ihbarcının peşine düşer ama çember giderek daralmaktadır. O, "mekansız bir kurt" gibi sokaktadır. Oysa gerçek sokaktaki adamın dertleri ve sorunları çok daha farklı ve gerçektir.

ÖDÜL:

32. Antalya Altın Portakal Film Festivalilnde (1995)

►Mustafa AVkıran "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu"

9. Adana Altın Koza Film Festivali'nde (1995)

► Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Özel ödüllü film

8. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1996)

►Yudum Yontan "En İyi Sanat Yönetmeni",

► Ali SÜrmeli "En İYi Yardımcı Erkek Oyuncu"

►Süeda Can "Umut Veren En İyi Ka dın Oyuncu"

Çasod (Çağdaş Oyuncular derneği) seçiminde (1996)

►Ali Sürmeli, "En İyi Erkek Oyuncu",

7. Orhon Murat Arıburnu ödülleri seçiminde (1996)

► Kadir Savun “En İyi Film Jüri Özel Ödülü"

SİY AD (Sinema Yazarları Derrneği) seçiminde (1996)

► "En İyi 3. Film",
    ► SUna Yıldızoğlu "En İyi Kadın Oyuncu"
    ► Mustafa Avkıran ile Ali SÜrmeli 'En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu".

& Attila İlhan'ın ilk romanı Sokaktaki Adam' dan uyarlanan filmi izlemek tuhaf bir duygu veriyor. Sanki bir Attila İlhan romanı okur ya da 1940 sonları/50 başlarının avantgarde bir Türk filmini, örneğin Yalnızlar Rıhtımı'nı izler gibi oluyorsunuz. İyi ve kötü yanlarıyla ilginç ve yaşamaya değer bir deneyim bu ... Roman/film bizlere "neyi istemediğini bilen, ama neyi istediğini bilmeyen" ya da yine kendi deyimiyle "Mohikanların sonuncusu olan" kamarot Hasan'ın öyküsünü anlatıyor. 1940 sonlarının İstanbul'unda bir garip ve kolay tanımlanamaz serüven yaşıyor Hasan ...

Bir kaçakçılık işine karışıyor, yandaşları birer birer tutuklanıyor, o da yakalanmanın eşiğine geliyor. Ama aslında, tüm bu yapay polisiye entrikanın hiçbir önemi yok. Aynı biçimde, Hasan'ın daha ilkokulda başlayan bir sevgiyle gönlünü kaptırdığı, sürekli düşünüp her yerde hayalini gördüğü, ama yeniden karşılaştığında da hiçbir sağlam ilişki kuramadığı Ayhan ya da her Türk erkeği gibi koynunda dertlerini unutmaya çalıştığı görmüş geçirmiş bir hayat kadını, kürkçü Leon'un metresi biseksüel Meryem de, gerçek birer anlam ve derinlik taşımıyorlar.

Tüm bu olay ve kişilikler, oldukça soyut bir maceranın görünürdeki unsurları... Derinde ise yazar ozan Attila İlhan'ı özellikle gençlik yıllarında etkilemiş bir dizi öğenin iç içe girmesinden oluşan ayrıksı bir dünya ve farklı bir yapıt var. Sartre ve Camus varoluşçuluğu, Paris'te öğrenilip İstanbul'a ataşınmış gözüpek (en azından öyle gözüken) bir cinsellik anlayışı, Osmanlıcadan olduğu kadar kara film klasiklerinden ve dünyasından da gelen güçlü etkiler ...

Ve tüm bunların savaş sonrasının o eşsiz İstanbul'unda kaynaşması... Henüz azınlıklarını kovmamış ve güzelliklerini hoyratça çiğnememiş bir kentte, Rum meyhanecileri, yoğurtçu, şerbetçi ve hallaçları, seksek oynayan küçük kızlarıyla beliren ve yaşamlarımıza damgasını vuran bir atmosfer... Hafif "ecnebi" kokan bir varoluşçuluk bunalımı içinde kendi öz gerçeğiini arayan, zaman zaman, "Seni seviyorum ... Ve senin için yokum... Beni affet ... Ve benden af dile," diye bulmaca diliyle konuşan bir kahraman ... Biraz bol tutulmuş bir lezbiyenlik ilişkisi. " Sık sık araya girip seyirciye seslenen ve kimi gerçekler fısıldayan "sokaktaki adam" figürü ... Ve Colin Mounier tarafından saptanmış ve temelde edebi bir yapıta görkemli bir görsel yatak oluşturan şaşırtıcı bir İstanbul “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”

& 5O, ler Türkiye’si ... Bir gemi, İstanbul limanına demirliyor. Mürettebat, karaya çıkacağı için sevinçli. Kamarot Yakup'un ağzı kulaklarında. Çünkü Apostol'un meyhanesine uğrayacak, sonra da doğruca genelevin yolunu tutacak. Yakın arkadaşı Hasan'ı da sürüklüyor yanında. Fakat Hasan'ın tuhaf bir hali var. Her şeyden sıkılıyor gibi. İçmeye gönüllü ama genelev konusunda Yakup kadar istekli değil. Gizli bir derdi var sanki. Dalıp dalıp gidiyor.

Bu arada iki arkadaşın kaçakçılarla işbirliği yaptığını da fark ediyoruz. Yaptıkları "kirli iş" de, o dönem için önemli sayılan kürk kaçakçılığı. Kapalıçarşı'nın ünlü kürk tüccarlarından Leon'la bağlantılı çalışıyorlar. Düğümün bir ayağında da randevuevi işleten Meryem var. Meryem, orta yaşlı, son derece alımlı bir kadın. Ve de bi seksüel. Olaylar akıp giderken Hasan Meryem'le ilişkiye giriyor. Meryem'e göre Hasan'ın ciddi bir derdi var. Asla kamarot olacak biri değil o. Hatta filozof demek daha doğru. Meryem, derdini deşiyor Hasan'ın. Bu esnada bizler de, Meryem'le birlikte Hasan'ın geçmişine yolculuk yapıyoruz. Fakülte döneminde Ayhan adlı bir kızı sevmiştir Hasan. Ama bu ilişkiyi, daha doğrusu bu hayat biçimini sürdüremiyeceğini düşünmüş ve çözümü bu ortamdan kaçmakta bulmuştur. Fakat geçmişi onu bırakmaz ..


Attila İlhan'ın 1951'de yazdığı ve 1953'te kitap olarak basılan "Sokaktaki Adam", Biket İIhan imzasıyla sinemada. Senaryo haline 1990'da dönüştürülen roman, çeşitli mali sorunlar nedeniyle ancak 1995'te filme alınabildi. Ve ilk olarak Antalya Film Festivali sırasında gösterildi. Biket İIhan'ın yapıtı, öncelikle klasik "eli yüzü düzgün film" tanımlamasını hak eden bir çalışma. Her sezon büyük ümitlerle vizyon şansı elde eden ama sadece "hayal kırıklığı" hanesini dolduran filmlerin yanında, fazlasıyla çizgi üstünde seyrediyor "Sokaktaki Adam". Romanın 1950'lerde geçmesi ve yönetmenin bu tarih dilimine sadık kalarak yola çıkması, ilk aşamada bir handikap gibi gözüküyor. Çünkü artık değil 50'lerin İstanbul’unu, bulmak ve sinemaya aktarmak bile çok zor. Dolayısıyla mekan problemini baştan kabul ederek filme başlamış İlhan ve ekibi. Ama sonuçta kimi küçük rötuşlarla bu sorun çözülmüş. Filmin tamamına sinen hava içerisinde, dönemin atmosferi seyirciye yansıtılıyor. Filmin başındaki, kahramanın iç sesleri eşliğinde verilen diyalogların yaşattığı "yine mi şairane, hayattan kopuk kopuk konuşan tipler göreceğiz" korkusu, kısa bir süre içinde atlatılıyor.


Zaman zaman diyalog sorunu yaşansa da, "Sokaktaki Adam", benzerleri arasında bu problemi en az hissettiren filmlerden. Filmin bir başka artısı da oyuncuları. Başta Metin Belgin olmak üzere herkes üzerine düşen görevi yerine getiriyor. Ama özellikle Suna Yıldızoğlu, bugüne kadar kendisine yüklenen tüm imajları silercesine aynı zamanda iyi bir oyunculuk kumaşına sahip olduğunu gösteriyor. Ayrıca tiyatro kökenli Mustafa Avkıran, Ali Sürmeli ve Civan Canova onlara tanınan hareket alanı içinde, "karakter sineması"ndan mükemmel pasajlar sunuyorlar.

Yine de "Sokaktaki Adam", Türk sinemasının uzun süredir beklediği, onu ve hepimizi "kurtaracak" olan film değil. Türk yönetmenlerinin gereksiz bir paranoya içinde düşman bellediği Amerikan sinemasına yakın dursanız bile, belli tatlar bulacağınız, en azından sinirle salonu terketmeyeceğiniz bir yapım. Son zamanların yükselişe geçen trendi "milliyetçiliğe" de sıcak bakıyorsanız, bu "yerli malı"nı kaçırmayın deriz. (Uğur Vardan Aktüel, 1420 Aralık 1995)

& Farklı bir dünyayla karşı karşıya olduğumuzu daha ilk dakikadan anlarız Gemi, bir ejderhaya benzetilen İstanbul'a yaklaşmaktadır. İnsanı yutacakmış gibi duran bu şehir, filmin fonunu oluşturacak; bir ev, bir kadın ve çocuk hayaliyle yaşayan, genelevdeki bir kadının deyişiyle hiç de kamarota benzemeyen, ölecekmiş gibi canı sıkılan Hasan'ın macerasına ev sahipliği yapacaktır.

( .. .) Kamarot Hasan; kaçakçılık işleri yaparken Filistin'e gitme hayalleri kuran, azınlıkların sonuncularından kürkçü Leon'un güzel metresi Meryem'in tabiriyle, garson değil, bir filozof; kendi tabiriyle ise insan haline dönüşmüş bir sıkıntıdır. Sadece gösterişe itibar edilen, kepazeliklerle dolu bir çevrede sıkışıp kalmanın baskısı altında ezilen Hasan, tepkili bir insan olmak ister, ancak farklı bir tutkuyla sevdiği gençlik aşkı Ayhan'dan ayrıldığından beri adeta ölüdür. Ayhan'la yeniden buluşması, yaşayan bir ölüye benzeyen Hasan'ı önce yeniden hayata dönmeye zorlayacak, sonra da ejderhayı andıran şehrin derin mavi gözleri gibi onu yutacaktır.

Duvardaki afişler, dönemin gazeteleri gibi küçük ayrıntılarla ve Colin Mounier'nin iyi çerçevelenmiş görüntüleriyle (keşke Üniversite'de çekilen sahnelere de biraz daha özen gösterilseymiş) bizi adeta 1950'lerin İstanbul'una götürüp, Attila İlhan'ın derin dünyasına sokan "Sokaktaki Adam", Biket İhan'ın ilk filmi ...Enflasyondan, gelecek umuduyla yaşayanlardan ya da sürekli geçmişin daha iyi olduğunu söyleyenlerden dert yanan bir filozof da "sokaktaki adam". Böyle bir filme, "sokaktaki adam" esprisini oturtmak, gerçekten zor görünen bir iş, ancak Biket İlhan, bu sorunu da aşmış görünüyor. Hatta Hasan, Meryem'in evine girerken, sokakta kazı yapan adamda olduğu gibi gayet hoş sahneler de yakalıyor ve böylece sokaktaki adam da filme ayrı bir renk katıyor.

Buz gibi aşkların ve ölümlerin ruhsuz ve beceriksizce anlatıldığı filmler ödüllendirilirken, Antalya Altın Portakal ve Adana Altın Koza Film Festivalleri'nde hakkının yendiğine inandığım filmin oyuncuları da birinci sınıf performanslar çıkarıyorlar. Eserin içerdiği toplumsal eleştirileri perdeye yansıtmayı ve 1950'lerin İstanbul atmosferini yaratmayı başaran "Sokaktaki Adam", başarılı görüntüleri ve oyuncularıyla sivrilen, eli yüzü düzgün, yılın farklı ve en başarılı yerli yapımlarından biri. .. (Ersan Congar Antrakt, Ocak 1996)

_________________________________

Subject: 1950's ... Hasan is an intellectual who "does not know what he wants, but knows what he does not want". He left his university education unfinished due to personal problems, started to work as a cabin crew on cargo ships and got involved in smuggling. Trouble does not let up in Istanbul, where he came to Istanbul with great troubles and lost his joy of life. While living with the dream of his ex-girlfriend Ayhan, he also enters into a passionate relationship with the famous prostitute Meryem, who cooperates with smugglers. Meanwhile, the police untie the smuggling knot after a tip-off. Fearlessly, Hasan goes after the whistleblower with his accomplice Yakup, but the circle is getting narrower. He is on the street like a 'placeless wolf'. However, the problems and problems of the real man on the street are much different and real.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder