YERÇEKİMLİ AŞKLAR (1995) "Gravity Loves"
Beş Kısa öyküden
oluşan bir film; "Five short stories"
4. Ona Sevdiğimi Söyle (Memduh Ün, "Tell her I Love Her"
5. Kazandibi Tavukgöğsü (Atıf Yılmaz) " Kazandibi Tavukgöğsü"
Oynyanlar: Aytaç Arman,
Nilüfer Açıkalın, Mahir Günşıray, Tunç Oğuz
Konu: Tunç, Ceren ve Sinan eski
arkadaştırlar. Ceren'in Tunç'tan adı Tunç olan bir oğlu vardır. Bir operasyon
sırasında üçüde yakalanır. Uzun zaman Tunç'tan beraber alamazlar. Sinan ve
Ceren evlenirler. Yıllar sonra Ceren, Tunç'a rastladığında geçmişin
hesaplaşması her şeyi ortaya çıkartır.
Subject: Tunç, Ceren and Sinan are old friends. Ceren has a son from Tunç, whose name is Tunç. All three are caught during an operation. They can't get together from Tunç for a long time. Sinan and Ceren get married. Years later, when Ceren runs into Tunç, the reckoning of the past reveals everything.
&
Isminin ne ifade ettiğini bir türlü çözemediğim Yerçekirnli Aşklar başlıklı
ikinci 5 filmi, Orhan Oğuz'un çalışması açıyor. Oyunncu Nilüfer Açıkalın'ın,
birikimlerini senaryo alanına taşıması, sinemamıza yeni bir senaristin girmesi
çok hoş ama, ne yazık ki Açıkalın'ın çalışmasının çok sorunu var. Araştırma
yapmaksızın gerçeğe aykırı biçimde yazılmış işkence eylem sahneleri, 20
dakikalık bir film için çok uzun sayılabilecek bir giriş bölümü, trendeki
gereksiz "prova yapıyordum da" sahnesi, hamal taklidi, çocukların
oyuncakları aracılığıyla filmin ana "mesajını" verme çabası, bir
altüst oluşun ardından gelen giysili küvet sahnesi vb. sayılamayacak denli çok
sorunu var filmin. En önemlisi, her şeyiyle yapay olması... Bu zavallı
senaryonun üstüne bir de vasat bir reji anlayışını ve kötü oyunculuktan
ekleyince, filmin elle tutulur tarafı kalmıyor. (Tamer Baran)
2) Sır - Senaryo ve
Yönetmen: Ali Özgentürk, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Müzik: Bükreş
Madrigal Korosu ve Ambrosian Singers
Oynayanlar:
Sumru Yavrucuk, Civan Canova, Ayten Uncuoğlu, Özge Barut
Konu:
Sevgi, ölüm ve korku temalarını içeren bir öykü
Subject: A story with themes of love, death and fear
&
Onat Kutlar'ın ikisi de çok hoş bir trük içeren iki öyküsünü birleştirmekle
ciddi bir hata yapmış Özgentürk. Böylece "Kül Kuşları"ndaki küçük
kızın postacıdan annesinin öldüğünü duymuş olması ve o yüzden adama kapıyı
açmamalarınn bir anlamı kalmıyor "Hadi"deki öyküye adını veren ana
tema, yani küçük kızın, olacakları önceden bilip, olayanın da "Hadi"
dediği, hatta olacakları "Hadi" diyerek yönlendirdiği (öykü bu iki
yoruma da açık), filmden anlaşılmıyor (anlaşılabilmesi için kedinin aynaya
kafasını vurması gerekiyordu). Birinci öyküdeki "kepçe gelin"
motifini, ana temayı destekleyen bir unsur olarak kullanamayan Özgentürk,
adamın tetiği çekmesindeki etkenleri de işleyemeyince, filmin anlamı gerçekten
bir "sır" olarak kalıyor. Finalde öykünün bir bölümünün "tok bir
sesle" okunması ve bir ambülansın içinden çekilen görüntülerle Onat Kutlar
katliamının çağrıştırılması da hiç estetik değil. En sondaki "aile
pikniği" görüntülerini ise çözemedim; Kutlar'ın çocukluk günleriyle ilgili
olabilir mi acaba'
Perdede neredeyse bir dakika
kalan ve filmin adının nereden geldiğini açıklayan yazıya gelince ... Kutlar'ın
düşünceleri keşke sır olarak kalmasaymış, belki de "Ali boş ver, bu iki
hikayeyi birleştirince iyi bir film çıkmaz ortaya ... Zaten iyi hikayeden iyi
film olur diye bir kural yok ki ... " diyecekmiştir, kim bilir...
Velhasıl, senaryosu dışındaki öğeleriyle de başarılı olamayan bu filmin, pek
bir önemi de yok. (Tamer Baran)
* Bir
dönem, Atıf Yılmaz filmlerine yazdığı senaryolarla yetenekli bir yazar olarak
tanınan, Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal filmiyle umulanı veremeyen Barış
Pirhasan, geçen yıllarla birlikte çok daha olgun bir sinemacı olduğunu
kanıtlıyor. "Gül ile Adem", hoş bir öykü, incelikli bir senaryo,
ustaca çizilmiş karakterler ve bas bas bağırarak dile getirilmeyen bir ana
temayı içeren, başarılı bir film. Olgun Şimşek, pırıl pırıl bir oyun
çıkarırken, Pirhasan'ın rejisinin de tıkır tıkır işlediği görülüyor. Seyirciyi
ters köşeye yaman filmde, az rastlanır bir dramaturji öğesi de var:
Takma bacağının, sözde hafızın
bavulunda gidişini çaresizce seyreden köylü aydının durumu ... Pirhasan'ın
ellerine sağlık; özellikle, entelektüel bir filmin nasıl yapılacağını
gösterdiği için ...
&
Ali Özgentürk, Sır'da sevgili Onat Kutlar'ın İshak'taki öykülerinin havasını
perdeye getirebiliyor. O loş avlulu Gaziantep evleri, o vahşi kadınerkek
ilişkileri, o sevginin yanı başında yer alan korku, o küçük çocukların dünyayı
kocaman açılan gözleriyle dehşet içinde keşfetmeleri, o büyükanne söylenceleri,
o dramın içinden fışkıran ironi, o gizemli masallar ... Onat'ı anımsatan,
Onat'a yaklaşan ve yakışan bir küçük film bu ... (Atilla Dorsay)
3) Gül İle Adem - Senaryo
ve Yönetmen: Barış Pirhasan, Flannery O’Connor’ın “Good Country People”
isimli öyküsünden Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman, Müzik: Michael
Rodach, Kurgu: Mevlüt Koçak
Oynayanlar: Ülkü Duru, Olgun
Şimşek, Sevda Ferdağ, Tanju Tuncel
Konu: Üniversitede doktora yapmış olan
Gül, bir köyde annesiyle birlikte yaşamaktadır. "Gül' ün çelişkilerle dolu
dünyasının öyküsü.
Subject: Gül, who has a doctorate at the university, lives with her
mother in a village. "The story of Gül's world full of contradictions.
4Barış Pirhasan Gül ile Adem'de tüm toplamın belki en alaycı ve
sürprizli filmini ortaya koymuş. Flannery O'Connor'un tipik İrlanda mizahını
bizim kırsal kesimimize uyarlamış ve "üniversite bitirmiş, iki doktora
yapmış" sakat ve çirkin bir kentli kıza saf görünümlü köy delikanlısının
oynadığı oyunu, son derece bizden, demek ki evrensel bir kıvamda sunabilmiş.
Bravo (Atilla Dorsay)
4
Bir
dönem, Atıf Yılmaz filmlerine yazdığı senaryolarla yetenekli bir yazar olarak
tanınan, Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal filmiyle umulanı veremeyen Banş
Pirhasan, geçen yıllarla birlikte çok daha olgun bir sinemacı olduğunu
kanıtlıyor. "Gül ile Adem", hoş bir öykü, incelikli bir senaryo,
ustaca çizilmiş karakterler ve bas bas bağırarak dile getirilmeyen bir ana
temayı içeren, başarılı bir film. Olgun Şimşek, pırıl pırıl bir oyun
çıkarırken, Pirhasan'ın rejisinin de tıkır tıkır işlediği görülüyor. Seyirciyi
ters köşeye yaman filmde, az rastlanır bir dramaturji öğesi de var:
Takma bacağının, sözde hafızın
bavulunda gidişini çaresizce seyreden köylü aydının durumu ... Pirhasan'ın
ellerine sağlık; özellikle, entelektüel bir filmin nasıl yapılacağını
gösterdiği için Ona Sevdiğimi Söyle ile Tarık Dursun K., 1985 Sait Faik Öykü
Ödülü'nü almıştır. Tarık Dursun'un öykülerinde yalınlık ve gerçekçilik
değişmez, en belirgin öğelerdir. Ona Sevdiğimi Söyle'deki öykülerde de kısacık
birlikteliklerden kocaman mutluluklar yaşayanları, dostluğu kişisel çıkarlarına
yeğ tutanları, sevecen, değer yargıları güçlü insanları betimlerken ya da
küçücük gençlik serüvenlerini anlatırken Tarık Dursun K., yine gerçekçidir.
Yanlışlığını, çarpıklığını vurgulamak istediği olayları yansıtırken de öyledir.
Ona Sevdiğimi
Söyle'de belli bir kesimin insanlarının sevinçleri, sıkıntıları, acıları yazara
özgü bir duygusallıkla ve anlatım biçimiyle sergilenmiştir. Çelişkilerden,
bulanık, karmaşık anlatımlardan uzak bu güzel öyküleri severek okuyacağınızı
umuyoruz. (kyn: www.netkitap.com/kitap)
Not: Tarık Dursun K. nın bu eseri 1985
yılı Sait Faik Hikâye ödülünü almıştır.
4
Memduh
Ün'ün çalışması, Ipek Tuzcuoğlu'nun inanılmaz itici oyunu dışında pek bir sorun
içermiyor. Filmdeki problem, anlatılan öykünün çok demode, senaryonun sıradan
olması.. Açıkçası, genelevli bir namus davası öyküsü, sinema seyircisinin
çoğunluğunu oluşturan kentli gençler gibi, benim de hiç ilgimi çekmiyor. Hele
de Yeşilçam'ın en bilinen reji ve senaryo trükleriyle işlenmişse ..
Eski filmlerde, bu tür durumlarda karısını vuran adam, şimdi
alyansını mamaya bırakıp "ona sevdiğimi söyle" diyorsa, bundan,
Memduh Ün gibi yönetmenlerimizin ne kadar geliştikleri sonucunu mu
çıkarmalıyız.
4. Ona Sevdiğimi Söyle (Memduh Ün,
5) Kazandibi Tavukgöğsü
Yönetmen: Atıf Yılmaz, Senaryo: Zeynep Avcı “Misafir“ isimli kendi
öyküsünden, Görüntü Yönetmeni: Erdal kahraman, Müzik: Can
Hakgüder, Kurgu: Mevlüt Koçak
Oyuncular:
Türkan Şoray, Ali Poyrazoğlu, Onur Şenay, Zeynep Cassalini
Konu: Bir
kalp krizi sonucu kocasını yitiren Mehpare mezarlıkta karşılaştığı bekar bir
adamı önce evine pansiyoner olarak alır. Giderek ilişkiileri ciddileşir,
Mehpare'nin kızı bu ilişkiye Karşı tavır alır. Yaşamlarının sonbaharını yaşayan
Mehpare ve arkaelaşı bu ilişkiyi hak ettiklerini düşünürler.
Subject: Mehpare, who lost her husband as a result of a
heart attack, first takes a single man she met in the cemetery as a boarding
house. Their relationship gradually gets serious, Mehpare's daughter takes a
stand against this relationship. Mehpare and her friends, who are in the autumn
of their lives, think that they deserve this relationship.
4
Bu bölümün 'tatlısı' elbette sonda... Atıf Yılmaz, Kazandibi Tavuk Göğsü'yle gerçekten tatlı bir filmle
noktalıyor ilk filmi ... Zeynep Avcı'nın hoş senaryosundan yola çıkan Yılmaz
bizlere kocasının cenazesinde tanıştığı, onun "içki sofrası"
arkadaşını, pişirdiği yemeklerle ve işveleriyle yola getirip yeni bir kocayı
güvenceye alan dul bir kadının öyküsünü anlatıyor.
Yılmaz tam kendisine uygun bir
öyküyü müthiş bir rahatlıkla anlatırken, Türkan Şoray ve Ali Poyrazoğlu, tam
anlamıyla oyunculuk sanatı·nın zirvelerinde dolaşıyorlar. Türkan ile A1i'nın
"twist yaptığı" sahneyi görmeyenler, gerçekten çok şey kaçırmış
olacaklar ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Çöküş ve Rönesans Yılları” syf: 152”
& Atıf
Yılmaz, neredeyse 110 filmden gelen tüm deneyimini ve 70 küsur yaşına rağmen
korumayı başardığı çocuksuluğunu, delişmenliğini yansıttığı filmiyle, Vakıf
projesinden yüz akıyla çıkan birkaç yönetmenden en önemlisi oluyor.
Yılmaz'ın filminde, tüm
öğelerdeki belirgin düzeyin yanı sıra, Kavur ve Kurçenli'nin uğraşıp da
yapamadıkları bir şey de var: ciddi bir yaşam felsefesi ... Üstelik senaryoya o
kadar incelikle yedirilmiş, o kadar ustaca verilmiş ki, hayran olmamak elde
değil. Türk sinemasının yanılmıyorsam en renkli çizilmiş kadın karakterini izlerken,
Orson Welles'in, o ünlü şarkısında, "Ben gençliğin ne demek olduğunu
bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilmezsin" deyişinin hüznünü
duydum içimde. "Yaşamın değerini bilmek" üzerine yazılmış ciddi bir
manifesto olan film, aile kurumuna da hoş eleştiriler getiriyor.
Zeynep Avcı'nın bir yapı ustası, yetenekli
bir senarist olarak sivrildiği filmde, Türkan Şoray da, çok incelikli ve tam
dozunda tutulmuş oyunculuğuyla hala "sultan" olduğunu kanıtlıyor.
Filmin iki kusurlu sahnesinden birinde (öteki, genç oyuncuların kötü
performanslarıyla zedelenen kavga sahnesi), kocasının resmine bakarak konuştuğu
bölümde bile, öyle hoş oynuyor ki, sahnenin yapaylığını unutturuyor. Vakıf
filmlerinde de aynı ölçüde kötü oynamayı başaran genç meslektaşları, "Benim
misafirimi kovmaya ne hakkın var'" derken, hem bunca dramatik, hem de
böylesine kontrollü olabilmeyi nasıl başardığım Şoray'a sorsalar ya ..
Atıf Yılmaz, neredeyse 110
filmden gelen tüm deneyimini ve 70 küsur yaşına rağmen korumayı başardığı
çocuksuluğunu, delişmenliğini yansıttığı filmiyle, Vakıf projesinden yüz akıyla
çıkan birkaç yönetmenden en önemlisi oluyor. Yılmaz'ın filminde, tüm öğeler pek
belirgin düzeyin yanı sıra, Kavur ve Kurçenli'nin uğraşıp da yapamadıkları bir
şey de var: ciddi bir yaşam felsefesi ... Üstelik senaryoya o kadar incelikle
yedirilmiş, o kadar ustaca verilmiş ki, hayran olmamak elde değil. Türk
sinemasının yanılmıyorsam en renkli çizilmiş kadın karakterini izlerken, Orson
Welles'in, o ünlü şarkısında, "Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim,
ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilmezsin" deyişinin hüznünü duydum
içimde. "Yaşamın değerini bilmek" üzerine yazılmış ciddi bir
manifesto olan film, aile kurumuna da hoş eleştiriler getiriyor.
Film
10 gün civarında çektim. Çekimlere Armutlu’ya gitmiş malzemelerimizi indirmiş,
şaryo falan kurmuş, bütün hazırlığımızı bitirmiş, oyun provalarını yapmış, tam
motor diyecektik. O sırada aniden bir kadın çıktı ortaya. Burada film
çekemezsiniz dedi. Özcan Deniz'in televizyonda Armutlu halkı için kötü şeyler
söylediğini ekledi Özcan Deniz gitsin, başımızın üzerinde yeriniz var dedi.
İkna edemedik kadını. Toparlandık, Tarabya'da bir gecekondu bulup orda çektik.
Genelev sahnelerinin bir bölümünü Yeşilçam sokağında Özen Filme ait bir mekanda
çektik. Genelevin dış çekimlerini Karaköy'de gizli kamerayla yaptık. Ona Sevdiğimi
Söyle düzgün filmlerimden biri, en iyilerinden hem de. Finalde doğru bir
değişiklik yapmıştım. Özcan Almanya'dan dönüyor, aile meclisi ona genelevde
çalışmaya başlayan kansı İpek Tuzcuoğlu'nu öldürme kararını bildirip tabanca
veriyordu. Özcan genelev gidiyor, ama İpek'i öldüremiyor, mamaya tabancasını
bırakıp, "Ona sevdiğimi söyle" diyordu. Ben tabancayı değil, nikah
yüzüğünü bırakmasının daha sinematografik ve mantıklı olduğunu savunmuştum.
Tarık'la anlaşamamıştık bu konuda, ama ben bildiğimi okumuştum.
Çoğu yazar gibi biraz bağnaz dı Tarık
Dursun. Kendi yazdıklarının dışına çıkmakta zorluk çekiyordu. Ben Reşat Nuri
Güntekin, Orhan Kemal, Peride Celalden de uyarlamalar yapmış, onların
yazdıklarını da değiştirerek çekmiştim. Ama Tarık Dursun bunların en
inatçısıydı. Genelev sahnelerinin çekiminde kendi yaşam deneyimlerimden de
yararlanmıştım Abanoz sokaktaki bir numaralı evde, Hamza adında bir homoseksüel
vardı örneğin. Filmde Ipek'in çalıştığı eve Recep Bülbülses’in canlandırdığı
bir tip koymuştum bu nedenle. Recep de homoseksüel olduğu için o rolü mükemmel
oynadı.
Genelev
odası olarak Tarlabaşı'nda bir mekan bulmuştuk. Ama odanın fazla temiz olduğunu
düşünüyorum. Belki haksızım, Karaköy'deki geneleve hiç gitmedim çünkü. Ama
kızın söylediklerini düşündüğümde, hiç istemeden genelevin methiyesini mi
yaptım diye sorguluyorum kendimi. Düzgün bir oda, düzgün bir kız, şunu
yapacağım, şunu alacağım diye düzgün bir dünya anlatıyor çünkü. Genelev ideal
bir yermiş sonucu çıkabilir mi bunlardan diye düşünüyorum.
Ben
genelevdeki kadınları biraz tanıyorum. Çünkü yedek subaylığım sonrası, kırklı
yılların ikinci yarısında, Yeşilçam sokağı paralelindeki Bayram sokakta
oturduğum odanın penceresi karşıdaki genelevin 36 numaralı odasına bakıyordu.
Merhabalaşırdım oradaki kadınlarla. 17 -18 yaşlarındayken arkadaşlarla toplanır
giderdik geneleve, ama ben utanır otururdum, bir şey yapmazdım. 11-12
yaşlarındayken beraber oynadığımız Ebruk adlı Ermeni kızının geneleve düştüğünü
öğrendiğimde birkaç kez gitmiş görevimi yapmıştım. Adana, Ankara, Mersin genel
evIerini de biliyorum.
Başrollerde
iki yeni isme yer verdim: Özcan Deniz'le, İpek Tuzcuoğlu'na. İkisinin de ilk filmiydi.
Özcan Deniz o günlerde parlamaya başlamıştı şarkıcı olarak. Yakışıklı bir
gençti, Güneydoğulu havası vardı. Menajeri Hilmi Topaloğlu'yla beraber gelmişti
yazıhaneye çok saygılıydılar. Topaloğlu da, Özcan da. Vakıf işi olduğunu
söylediğimde para istememiştiler İpek Tuzcuoğlu'nun da resmini bir dergide
görmüştüm. Hiç filmde oynamamıştı. O da para almadan çalıştı. Çok muntazam
gelip gittiler Özcan da, İpek de. ” Memduh Ün filmlerini anlatıyor, Vadullah
Taş ”
4 Türk
sinemasının on seçkin yönetmeni bir araya gelerek bir vakıf kurduk, doksanlı
yılların ortalarıydı. Atıf Yılmaz , Ömer Kavur, lrfan Tözüm, Barış Pirhasan,
Ali Özgentürk,Yusuf Kurçenli,Erden Kıral, Orhan Oğuz, Zeki Ökten ve ben kurucu
üyelerdik.Amaç Türk sinemasını çağdaş düzeye getirmek genç sinemacılara fırsat
vererek çıkışlarını sağlamaktı.
Vakıf
etkinliğini bir süre Girik Han'daki yazıhanemde sürdürdü. Sonra Osmanbey'de
Över Han'daki katıma taşındı. Gelir elde etmek için bir sinema kursu açmıştık. Yönetici
Hüseyin Kuzu'ydu .Ama bu kurs yürümedi ne yazık ki . Başlangıçta Efes
Pilsen'den 10 milyar almıştık.Bu parayı nasıl kullanacağımızı kararlaştırmak
için bir toplantı yaptık aramızda. Ben ısrarla yalnızca iki film üretilmesini
önerdim. Çekilecek on orta metrajlı filmin hiç bir ticari başarısının
olamayacağını bili yordum. Bu yöntem dünya sinemasında da defalarca denenmiş ve
başarısızlığa uğramıştı.
Özellikle
Ali Özgentürk çok karşı çıktı buna. Aşk konusu tema olarak seçildi. On orta
metrajlı çalışmanın iki ayrı filmde toplanmasına karar verildi .
Bir amaç saptamıştık. Yaptığımız
filmler para kazanacak, bunlar bir havuzda toplanacak ,o havuzdan
faydalanılarak yeni filmler üretilecek yeni sponsorlar aranacaktı.
Vakfın başka bir amacı da genç sinemaoları
desteklemekti .Ömer Kavur , Nuri Bilge Ceylan adında bir genç yönetmenin
filmini bitiremediğini söyledi Ona verelim bu parayı dedi. Vakıf üç üye seçti
seçici kurul olarak .Zeki Ökten ,Erden Kıral ve bendim jüri .Kaba montajlı
filmi seyrettiğimizde, üçümüz de beğenmedik . Parayı vermeme kararı aldık.
Ceylan'ın Kasaba adlı filmiydi seyrettiğimiz .Parayı daha sonra saçma sapan bir
filme verdik .Kasaba ise başarılar kazandı. Bizim jüri üyeliğimiz de böylece
çuvallamış oldu .
Vakıf yürümedi tabii. Çünkü koyulan para
geriye dönmedi. Yeni sponsorlar bulunamadı. Üstüne üstlük Erden Kıral çektiği
film (Av'dı galiba) için borç aldı vakıftan, çek getirdi karşılığında. Çek
tahsil edilemedi, karşılıksız çıktı. Sinema kursları da yürümeyince hepimiz pes
ettik. Ama vakıf kapatmak çok zor bir şey ülkemizde, bu nedenle uykuya
bıraktık. Yazıhanedeki eşyaları da Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon
Bölümüne devrettik. (Memduh Ün filmlerini anlatıyor, Vadullah Taş)
ÖDÜL
SİYAD
(Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1996)
► En
iyi 5. Film
____________________________