Powered By Blogger

11 Aralık 2022 Pazar

 

YERÇEKİMLİ AŞKLAR (1995) "Gravity Loves"
      Beş Kısa öyküden oluşan bir film; "Five short stories"

     1. Şovalye, Pamuk Prenses ve Hain (Orhan Oğuz), "The Knight, Snow White, and the Traitor" 
     2. Sır (Ali Özgentürk), "Secret"
     3. Gül İle Adem (Barış Pirhasan), "Gül and Adem
         4. Ona Sevdiğimi Söyle (Memduh Ün, "Tell her I Love Her"
         5. Kazandibi Tavukgöğsü (Atıf Yılmaz) " Kazandibi Tavukgöğsü"

 1) Şovalye, Pamuk Prenses Ve Hain – Yönetmen: Orhan Oğuz, Senaryo: Nilüfer Açıkalın, Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz, Müzik: Oğuz Abadan, Kurgu: Mevlüt Koçak,

Oynyanlar: Aytaç Arman, Nilüfer Açıkalın, Mahir Günşıray, Tunç Oğuz

Konu: Tunç, Ceren ve Sinan eski arkadaştırlar. Ceren'in Tunç'tan adı Tunç olan bir oğlu vardır. Bir operasyon sırasında üçüde yakalanır. Uzun zaman Tunç'tan beraber alamazlar. Sinan ve Ceren evlenirler. Yıllar sonra Ceren, Tunç'a rastladığında geçmişin hesaplaşması her şeyi ortaya çıkartır.

SubjectTunç, Ceren and Sinan are old friends. Ceren has a son from Tunç, whose name is Tunç. All three are caught during an operation. They can't get together from Tunç for a long time. Sinan and Ceren get married. Years later, when Ceren runs into Tunç, the reckoning of the past reveals everything.

& Isminin ne ifade ettiğini bir türlü çözemediğim Yerçekirnli Aşklar başlıklı ikinci 5 filmi, Orhan Oğuz'un çalışması açıyor. Oyunncu Nilüfer Açıkalın'ın, birikimlerini senaryo alanına taşıması, sinemamıza yeni bir senaristin girmesi çok hoş ama, ne yazık ki Açıkalın'ın çalışmasının çok sorunu var. Araştırma yapmaksızın gerçeğe aykırı biçimde yazılmış işkence eylem sahneleri, 20 dakikalık bir film için çok uzun sayılabilecek bir giriş bölümü, trendeki gereksiz "prova yapıyordum da" sahnesi, hamal taklidi, çocukların oyuncakları aracılığıyla filmin ana "mesajını" verme çabası, bir altüst oluşun ardından gelen giysili küvet sahnesi vb. sayılamayacak denli çok sorunu var filmin. En önemlisi, her şeyiyle yapay olması... Bu zavallı senaryonun üstüne bir de vasat bir reji anlayışını ve kötü oyunculuktan ekleyince, filmin elle tutulur tarafı kalmıyor. (Tamer Baran)

2) Sır - Senaryo ve Yönetmen: Ali Özgentürk, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Müzik: Bükreş Madrigal Korosu ve Ambrosian Singers

Oynayanlar: Sumru Yavrucuk, Civan Canova, Ayten Uncuoğlu, Özge Barut

Konu: Sevgi, ölüm ve korku temalarını içeren bir öykü

     Subject: A story with themes of love, death and fear

& Onat Kutlar'ın ikisi de çok hoş bir trük içeren iki öyküsünü birleştirmekle ciddi bir hata yapmış Özgentürk. Böylece "Kül Kuşları"ndaki küçük kızın postacıdan annesinin öldüğünü duymuş olması ve o yüzden adama kapıyı açmamalarınn bir anlamı kalmıyor "Hadi"deki öyküye adını veren ana tema, yani küçük kızın, olacakları önceden bilip, olayanın da "Hadi" dediği, hatta olacakları "Hadi" diyerek yönlendirdiği (öykü bu iki yoruma da açık), filmden anlaşılmıyor (anlaşılabilmesi için kedinin aynaya kafasını vurması gerekiyordu). Birinci öyküdeki "kepçe gelin" motifini, ana temayı destekleyen bir unsur olarak kullanamayan Özgentürk, adamın tetiği çekmesindeki etkenleri de işleyemeyince, filmin anlamı gerçekten bir "sır" olarak kalıyor. Finalde öykünün bir bölümünün "tok bir sesle" okunması ve bir ambülansın içinden çekilen görüntülerle Onat Kutlar katliamının çağrıştırılması da hiç estetik değil. En sondaki "aile pikniği" görüntülerini ise çözemedim; Kutlar'ın çocukluk günleriyle ilgili olabilir mi acaba'

Perdede neredeyse bir dakika kalan ve filmin adının nereden geldiğini açıklayan yazıya gelince ... Kutlar'ın düşünceleri keşke sır olarak kalmasaymış, belki de "Ali boş ver, bu iki hikayeyi birleştirince iyi bir film çıkmaz ortaya ... Zaten iyi hikayeden iyi film olur diye bir kural yok ki ... " diyecekmiştir, kim bilir... Velhasıl, senaryosu dışındaki öğeleriyle de başarılı olamayan bu filmin, pek bir önemi de yok. (Tamer Baran)

 

* Bir dönem, Atıf Yılmaz filmlerine yazdığı senaryolarla yetenekli bir yazar olarak tanınan, Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal filmiyle umulanı veremeyen Barış Pirhasan, geçen yıllarla birlikte çok daha olgun bir sinemacı olduğunu kanıtlıyor. "Gül ile Adem", hoş bir öykü, incelikli bir senaryo, ustaca çizilmiş karakterler ve bas bas bağırarak dile getirilmeyen bir ana temayı içeren, başarılı bir film. Olgun Şimşek, pırıl pırıl bir oyun çıkarırken, Pirhasan'ın rejisinin de tıkır tıkır işlediği görülüyor. Seyirciyi ters köşeye yaman filmde, az rastlanır bir dramaturji öğesi de var:

Takma bacağının, sözde hafızın bavulunda gidişini çaresizce seyreden köylü aydının durumu ... Pirhasan'ın ellerine sağlık; özellikle, entelektüel bir filmin nasıl yapılacağını gösterdiği için ...

& Ali Özgentürk, Sır'da sevgili Onat Kutlar'ın İshak'taki öykülerinin havasını perdeye getirebiliyor. O loş avlulu Gaziantep evleri, o vahşi kadınerkek ilişkileri, o sevginin yanı başında yer alan korku, o küçük çocukların dünyayı kocaman açılan gözleriyle dehşet içinde keşfetmeleri, o büyükanne söylenceleri, o dramın içinden fışkıran ironi, o gizemli masallar ... Onat'ı anımsatan, Onat'a yaklaşan ve yakışan bir küçük film bu ... (Atilla Dorsay)

3) Gül İle Adem  - Senaryo ve Yönetmen: Barış Pirhasan, Flannery O’Connor’ın “Good Country People” isimli öyküsünden Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman, Müzik: Michael Rodach, Kurgu: Mevlüt Koçak

Oynayanlar: Ülkü Duru, Olgun Şimşek, Sevda Ferdağ, Tanju Tuncel

Konu: Üniversitede doktora yapmış olan Gül, bir köyde annesiyle birlikte yaşamaktadır. "Gül' ün çelişkilerle dolu dünyasının öyküsü.

    Subject: Gül, who has a doctorate at the university, lives with her mother in a village. "The story of Gül's world full of contradictions.

4Barış Pirhasan Gül ile Adem'de tüm toplamın belki en alaycı ve sürprizli filmini ortaya koymuş. Flannery O'Connor'un tipik İrlanda mizahını bizim kırsal kesimimize uyarlamış ve "üniversite bitirmiş, iki doktora yapmış" sakat ve çirkin bir kentli kıza saf görünümlü köy delikanlısının oynadığı oyunu, son derece bizden, demek ki evrensel bir kıvamda sunabilmiş. Bravo (Atilla Dorsay)

4 Bir dönem, Atıf Yılmaz filmlerine yazdığı senaryolarla yetenekli bir yazar olarak tanınan, Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal filmiyle umulanı veremeyen Banş Pirhasan, geçen yıllarla birlikte çok daha olgun bir sinemacı olduğunu kanıtlıyor. "Gül ile Adem", hoş bir öykü, incelikli bir senaryo, ustaca çizilmiş karakterler ve bas bas bağırarak dile getirilmeyen bir ana temayı içeren, başarılı bir film. Olgun Şimşek, pırıl pırıl bir oyun çıkarırken, Pirhasan'ın rejisinin de tıkır tıkır işlediği görülüyor. Seyirciyi ters köşeye yaman filmde, az rastlanır bir dramaturji öğesi de var:

Takma bacağının, sözde hafızın bavulunda gidişini çaresizce seyreden köylü aydının durumu ... Pirhasan'ın ellerine sağlık; özellikle, entelektüel bir filmin nasıl yapılacağını gösterdiği için Ona Sevdiğimi Söyle ile Tarık Dursun K., 1985 Sait Faik Öykü Ödülü'nü almıştır. Tarık Dursun'un öykülerinde yalınlık ve gerçekçilik değişmez, en belirgin öğelerdir. Ona Sevdiğimi Söyle'deki öykülerde de kısacık birlikteliklerden kocaman mutluluklar yaşayanları, dostluğu kişisel çıkarlarına yeğ tutanları, sevecen, değer yargıları güçlü insanları betimlerken ya da küçücük gençlik serüvenlerini anlatırken Tarık Dursun K., yine gerçekçidir. Yanlışlığını, çarpıklığını vurgulamak istediği olayları yansıtırken de öyledir.

Ona Sevdiğimi Söyle'de belli bir kesimin insanlarının sevinçleri, sıkıntıları, acıları yazara özgü bir duygusallıkla ve anlatım biçimiyle sergilenmiştir. Çelişkilerden, bulanık, karmaşık anlatımlardan uzak bu güzel öyküleri severek okuyacağınızı umuyoruz. (kyn: www.netkitap.com/kitap)

 Not: Tarık Dursun K. nın bu eseri 1985 yılı Sait Faik Hikâye ödülünü almıştır.

4 Memduh Ün'ün çalışması, Ipek Tuzcuoğlu'nun inanılmaz itici oyunu dışında pek bir sorun içermiyor. Filmdeki problem, anlatılan öykünün çok demode, senaryonun sıradan olması.. Açıkçası, genelevli bir namus davası öyküsü, sinema seyircisinin çoğunluğunu oluşturan kentli gençler gibi, benim de hiç ilgimi çekmiyor. Hele de Yeşilçam'ın en bilinen reji ve senaryo trükleriyle işlenmişse ..

Eski filmlerde, bu tür durumlarda karısını vuran adam, şimdi alyansını mamaya bırakıp "ona sevdiğimi söyle" diyorsa, bundan, Memduh Ün gibi yönetmenlerimizin ne kadar geliştikleri sonucunu mu çıkarmalıyız.

4. Ona Sevdiğimi Söyle (Memduh Ün,

5) Kazandibi Tavukgöğsü Yönetmen: Atıf Yılmaz, Senaryo: Zeynep Avcı “Misafir“ isimli kendi öyküsünden, Görüntü Yönetmeni: Erdal kahraman, Müzik: Can Hakgüder, Kurgu: Mevlüt Koçak

Oyuncular: Türkan Şoray, Ali Poyrazoğlu, Onur Şenay, Zeynep Cassalini

Konu: Bir kalp krizi sonucu kocasını yitiren Mehpare mezarlıkta karşılaştığı bekar bir adamı önce evine pansiyoner olarak alır. Giderek ilişkiileri ciddileşir, Mehpare'nin kızı bu ilişkiye Karşı tavır alır. Yaşamlarının sonbaharını yaşayan Mehpare ve arkaelaşı bu ilişkiyi hak ettiklerini düşünürler.

    Subject: Mehpare, who lost her husband as a result of a heart attack, first takes a single man she met in the cemetery as a boarding house. Their relationship gradually gets serious, Mehpare's daughter takes a stand against this relationship. Mehpare and her friends, who are in the autumn of their lives, think that they deserve this relationship.

4 Bu bölümün 'tatlısı' elbette sonda... Atıf Yılmaz, Kazandibi  Tavuk Göğsü'yle gerçekten tatlı bir filmle noktalıyor ilk filmi ... Zeynep Avcı'nın hoş senaryosundan yola çıkan Yılmaz bizlere kocasının cenazesinde tanıştığı, onun "içki sofrası" arkadaşını, pişirdiği yemeklerle ve işveleriyle yola getirip yeni bir kocayı güvenceye alan dul bir kadının öyküsünü anlatıyor.

Yılmaz tam kendisine uygun bir öyküyü müthiş bir rahatlıkla anlatırken, Türkan Şoray ve Ali Poyrazoğlu, tam anlamıyla oyunculuk sanatı·nın zirvelerinde dolaşıyorlar. Türkan ile A1i'nın "twist yaptığı" sahneyi görmeyenler, gerçekten çok şey kaçırmış olacaklar ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Çöküş ve Rönesans Yılları” syf: 152”


& Atıf Yılmaz, neredeyse 110 filmden gelen tüm deneyimini ve 70 küsur yaşına rağmen korumayı başardığı çocuksuluğunu, delişmenliğini yansıttığı filmiyle, Vakıf projesinden yüz akıyla çıkan birkaç yönetmenden en önemlisi oluyor.

Yılmaz'ın filminde, tüm öğelerdeki belirgin düzeyin yanı sıra, Kavur ve Kurçenli'nin uğraşıp da yapamadıkları bir şey de var: ciddi bir yaşam felsefesi ... Üstelik senaryoya o kadar incelikle yedirilmiş, o kadar ustaca verilmiş ki, hayran olmamak elde değil. Türk sinemasının yanılmıyorsam en renkli çizilmiş kadın karakterini izlerken, Orson Welles'in, o ünlü şarkısında, "Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilmezsin" deyişinin hüznünü duydum içimde. "Yaşamın değerini bilmek" üzerine yazılmış ciddi bir manifesto olan film, aile kurumuna da hoş eleştiriler getiriyor.

Zeynep Avcı'nın bir yapı ustası, yetenekli bir senarist olarak sivrildiği filmde, Türkan Şoray da, çok incelikli ve tam dozunda tutulmuş oyunculuğuyla hala "sultan" olduğunu kanıtlıyor. Filmin iki kusurlu sahnesinden birinde (öteki, genç oyuncuların kötü performanslarıyla zedelenen kavga sahnesi), kocasının resmine bakarak konuştuğu bölümde bile, öyle hoş oynuyor ki, sahnenin yapaylığını unutturuyor. Vakıf filmlerinde de aynı ölçüde kötü oynamayı başaran genç meslektaşları, "Benim misafirimi kovmaya ne hakkın var'" derken, hem bunca dramatik, hem de böylesine kontrollü olabilmeyi nasıl başardığım Şoray'a sorsalar ya ..

Atıf Yılmaz, neredeyse 110 filmden gelen tüm deneyimini ve 70 küsur yaşına rağmen korumayı başardığı çocuksuluğunu, delişmenliğini yansıttığı filmiyle, Vakıf projesinden yüz akıyla çıkan birkaç yönetmenden en önemlisi oluyor. Yılmaz'ın filminde, tüm öğeler pek belirgin düzeyin yanı sıra, Kavur ve Kurçenli'nin uğraşıp da yapamadıkları bir şey de var: ciddi bir yaşam felsefesi ... Üstelik senaryoya o kadar incelikle yedirilmiş, o kadar ustaca verilmiş ki, hayran olmamak elde değil. Türk sinemasının yanılmıyorsam en renkli çizilmiş kadın karakterini izlerken, Orson Welles'in, o ünlü şarkısında, "Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilmezsin" deyişinin hüznünü duydum içimde. "Yaşamın değerini bilmek" üzerine yazılmış ciddi bir manifesto olan film, aile kurumuna da hoş eleştiriler getiriyor.

 Zeynep Avcı'nın bir yapı ustası, yetenekli bir senarist olarak sivrildiği filmde, Türkan Şoray da, çok incelikli ve tam dozunda tutulmuş oyunculuğuyla hala "sultan" olduğunu kanıtlıyor. Filmin iki kusurlu sahnesinden birinde (öteki, genç oyuncuların kötü performanslarıyla zedelenen kavga sahnesi), kocasının resmine bakarak konuştuğu bölümde bile, öyle hoş oynuyor ki, sahnenin yapaylığını unutturuyor. Vakıf filmlerinde de aynı ölçüde kötü oynamayı başaran genç meslektaşları, "Benim misafirimi kovmaya ne hakkın var'" derken, hem bunca dramatik, hem de böylesine kontrollü olabilmeyi nasıl başardığım Şoray'a sorsalar ya ..

 Memduh Ün Anlatıyor:

Film 10 gün civarında çektim. Çekimlere Armutlu’ya gitmiş malzemelerimizi indirmiş, şaryo falan kurmuş, bütün hazırlığımızı bitirmiş, oyun provalarını yapmış, tam motor diyecektik. O sırada   aniden bir kadın çıktı ortaya. Burada film çekemezsiniz dedi. Özcan Deniz'in televizyonda Armutlu halkı için kötü şeyler söylediğini ekledi Özcan Deniz gitsin, başımızın üzerinde yeriniz var dedi. İkna edemedik kadını. Toparlandık, Tarabya'da bir gecekondu bulup orda çektik. Genelev sahnelerinin bir bölümünü Yeşilçam sokağında Özen Filme ait bir mekanda çektik. Genelevin dış çekimlerini Karaköy'de gizli kamerayla yaptık. Ona Sevdiğimi Söyle düzgün filmlerimden biri, en iyilerinden hem de. Finalde doğru bir değişiklik yapmıştım. Özcan Almanya'dan dönüyor, aile meclisi ona genelevde çalışmaya başlayan kansı İpek Tuzcuoğlu'nu öldürme kararını bildirip tabanca veriyordu. Özcan genelev gidiyor, ama İpek'i öldüremiyor, mamaya tabancasını bırakıp, "Ona sevdiğimi söyle" diyordu. Ben tabancayı değil, nikah yüzüğünü bırakmasının daha sinematografik ve mantıklı olduğunu savunmuştum. Tarık'la anlaşamamıştık bu konuda, ama ben bildiğimi okumuştum.

 Çoğu yazar gibi biraz bağnaz dı Tarık Dursun. Kendi yazdıklarının dışına çıkmakta zorluk çekiyordu. Ben Reşat Nuri Güntekin, Orhan Kemal, Peride Celalden de uyarlamalar yapmış, onların yazdıklarını da değiştirerek çekmiştim. Ama Tarık Dursun bunların en inatçısıydı. Genelev sahnelerinin çekiminde kendi yaşam deneyimlerimden de yararlanmıştım Abanoz sokaktaki bir numaralı evde, Hamza adında bir homoseksüel vardı örneğin. Filmde Ipek'in çalıştığı eve Recep Bülbülses’in canlandırdığı bir tip koymuştum bu nedenle. Recep de homoseksüel olduğu için o rolü mükemmel oynadı.

Genelev odası olarak Tarlabaşı'nda bir mekan bulmuştuk. Ama odanın fazla temiz olduğunu düşünüyorum. Belki haksızım, Karaköy'deki geneleve hiç gitmedim çünkü. Ama kızın söylediklerini düşündüğümde, hiç istemeden genelevin methiyesini mi yaptım diye sorguluyorum kendimi. Düzgün bir oda, düzgün bir kız, şunu yapacağım, şunu alacağım diye düzgün bir dünya anlatıyor çünkü. Genelev ideal bir yermiş sonucu çıkabilir mi bunlardan diye düşünüyorum.


Ben genelevdeki kadınları biraz tanıyorum. Çünkü yedek subaylığım sonrası, kırklı yılların ikinci yarısında, Yeşilçam sokağı paralelindeki Bayram sokakta oturduğum odanın penceresi karşıdaki genelevin 36 numaralı odasına bakıyordu. Merhabalaşırdım oradaki kadınlarla. 17 -18 yaşlarındayken arkadaşlarla toplanır giderdik geneleve, ama ben utanır otururdum, bir şey yapmazdım. 11-12 yaşlarındayken beraber oynadığımız Ebruk adlı Ermeni kızının geneleve düştüğünü öğrendiğimde birkaç kez gitmiş görevimi yapmıştım. Adana, Ankara, Mersin genel evIerini de biliyorum.


Başrollerde iki yeni isme yer verdim: Özcan Deniz'le, İpek Tuzcuoğlu'na. İkisinin de ilk filmiydi. Özcan Deniz o günlerde parlamaya başlamıştı şarkıcı olarak. Yakışıklı bir gençti, Güneydoğulu havası vardı. Menajeri Hilmi Topaloğlu'yla beraber gelmişti yazıhaneye çok saygılıydılar. Topaloğlu da, Özcan da. Vakıf işi olduğunu söylediğimde para istememiştiler İpek Tuzcuoğlu'nun da resmini bir dergide görmüştüm. Hiç filmde oynamamıştı. O da para almadan çalıştı. Çok muntazam gelip gittiler Özcan da, İpek de. ” Memduh Ün filmlerini anlatıyor, Vadullah Taş ”


4 Türk sinemasının on seçkin yönetmeni bir araya gelerek bir vakıf kurduk, doksanlı yılların ortalarıydı. Atıf Yılmaz , Ömer Kavur, lrfan Tözüm, Barış Pirhasan, Ali Özgentürk,Yusuf Kurçenli,Erden Kıral, Orhan Oğuz, Zeki Ökten ve ben kurucu üyelerdik.Amaç Türk sinemasını çağdaş düzeye getirmek genç sinemacılara fırsat vererek çıkışlarını sağlamaktı.


Vakıf etkinliğini bir süre Girik Han'daki yazıhanemde sürdürdü. Sonra Osmanbey'de Över Han'daki katıma taşındı. Gelir elde etmek için bir sinema kursu açmıştık. Yönetici Hüseyin Kuzu'ydu .Ama bu kurs yürümedi ne yazık ki . Başlangıçta Efes Pilsen'den 10 milyar almıştık.Bu parayı nasıl kullanacağımızı kararlaştırmak için bir toplantı yaptık aramızda. Ben ısrarla yalnızca iki film üretilmesini önerdim. Çekilecek on orta metrajlı filmin hiç bir ticari başarısının olamayacağını bili yordum. Bu yöntem dünya sinemasında da defalarca denenmiş ve başarısızlığa uğramıştı.  

Özellikle Ali Özgentürk çok karşı çıktı buna. Aşk konusu tema olarak seçildi. On orta metrajlı çalışmanın iki ayrı filmde toplanmasına karar verildi .

Bir amaç saptamıştık. Yaptığımız filmler para kazanacak, bunlar bir havuzda toplanacak ,o havuzdan faydalanılarak yeni filmler üretilecek yeni sponsorlar aranacaktı.

Vakfın başka bir amacı da genç sinemaoları desteklemekti .Ömer Kavur , Nuri Bilge Ceylan adında bir genç yönetmenin filmini bitiremediğini söyledi Ona verelim bu parayı dedi. Vakıf üç üye seçti seçici kurul olarak .Zeki Ökten ,Erden Kıral ve bendim jüri .Kaba montajlı filmi seyrettiğimizde, üçümüz de beğenmedik . Parayı vermeme kararı aldık. Ceylan'ın Kasaba adlı filmiydi seyrettiğimiz .Parayı daha sonra saçma sapan bir filme verdik .Kasaba ise başarılar kazandı. Bizim jüri üyeliğimiz de böylece çuvallamış oldu .

 Vakıf yürümedi tabii. Çünkü koyulan para geriye dönmedi. Yeni sponsorlar bulunamadı. Üstüne üstlük Erden Kıral çektiği film (Av'dı galiba) için borç aldı vakıftan, çek getirdi karşılığında. Çek tahsil edilemedi, karşılıksız çıktı. Sinema kursları da yürümeyince hepimiz pes ettik. Ama vakıf kapatmak çok zor bir şey ülkemizde, bu nedenle uykuya bıraktık. Yazıhanedeki eşyaları da Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümüne devrettik. (Memduh Ün filmlerini anlatıyor, Vadullah Taş)


ÖDÜL

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1996)

► En iyi 5. Film


____________________________



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder