Powered By Blogger

11 Aralık 2022 Pazar

 

BİR ERKEĞİN ANOTOMİSİ (1996)  "Anatomy of a Man"

Senaryo ve Yönetmen: Yavuz Özkan, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay Müzik: Müzikotek/Can Atilla Yapım: Z1 Film Atölyesi/Aycan Çetin, Yavuz Özkan, Korhan Kurdoğlu Yönetmen Yardımcısı: Cevdet Mercan, Kamera Asistanı: Mehmet Zengin, Bahadır Eren, Kurgu: Ayhan Ergürsel, Sanat Yönetmeni: Yavuz Özkan, “Efes Pilsen ve Ata Menkul Kıymetler A.Ş. katkılarıyla”

Oyuncular: Ayda Aksel (Selma), Uğur Polat (Taner), Tilbe Saran (Saime), Taner Birsel, Deniz Uğur, Aslı Seçkin, İştar Gökseven, Tarık Ünlüoğlu, Müge Ochadowski, Selahattin Duman, Sinan Levi, Funda Şirinkal, Mustafa Şimşek, Ergun Üğlu

Konu: 90'ların Türkiye'sinin kaotik ortamını fon alan film, özel ve iş yaşamı çalkantılı, hırslı, bencil bir avukat olan Taner'in, insani değerlerin yerini hoşgörüsüzlük, iki yüzlülük ve şiddetin aldığı, toplumun korkutulup sindirildiği bir düzene baş kaldırması çerçevesinde gelişir. Taner, bir yandan çıkmaza girmiş evliliğini kurtarmaya çalışırken bir yandan da kendisi gibi avukat olan en yakın arkadaşının karısıyla aşksız bir ilişki yaşamaktadır. Kendisiyle birlikte yaşayan, tekerlekli sandalyeye mahkum duygusal kız kardeşi Saime'den başka huzur kaynağı yoktur. Bir gün, karanlık işlere bulaşmış bir müvekkilinin kendisine bıraktığı, mafya devlet ilişkilerini ortaya seren gizli belgeler içeren bir dosya yüzünden başt derde girer. Belgeleri ele geçirmek isteyen çete üyeleri Taner'in peşine düşmüştür. Genç adam, dosyayı çeteye teslim etmektense direnmeyi seçer ve belgeleri çoğaltıp medya kuruluşlarına iletir. Ardından can güvenliğini tehlikeye attığı yakınlarını, kız kardeşini, karısını, avukat arkadaşıyla karısını çocukluğunun geçtiği metruk eve gönderir. Bu arada, bir semt radyosunda gece programları hazırlayan Selma'yı da serüvenine dahil eder. Programı aracılığıyla her gece dertli dinleyicilerine moral vermeye çalışan Selma, küçük oğluyla birlikte yaşamını sürdüren yalnız ama umudunu yitirmemiş bir kadındır. Dosyanın medyada beklediği patlamayı yapmaması üzerine öfkesi iyice artan Taner, peşindeki çete üyelerini atlatmaya çalıştığı bir gece boyunca, Selma'nın programına peş peşe telefon eder. Yüzünü hiç görmediği Selma'nın sesinde dostluk, aşk, ilgi ve destek arar. Bu arada "Kaos" kod adıyla yaptığı coşkulu, hiddetli konuşmalar onu bir medya kahramanına dönüştürecektir

Ödül:

9.Ankara Film Festivali'nde (1997)

► Deniz Uğur "Umut veren kadın oyuncu" .

& Yavuz Özkan, 'Anatomi' üçlemesinin ikinci halkasında, 90'ların başında tutturduğu çizgiyi, gerek konu ve karakterler, gerekse de anlatım yönünden 'aynen' sürdürüyor. Özellikle 'Büyük Yalnızlık', 'İki Kadın', 'Bir Sonbahar Hikayesi', 'Yengeç Sepeti' ve 'Bir Kadının Anotomisi'nde çizilen çerçeve bu son filmde de karşımıza çıkıyor. Yavuz Özkan sinemasının temel belirleyicileri; aile içinde zaman zaman çok şiddetli yaşanan kadın erkek sorunları, iletişimsizlik yabancılaşma, yalnızlık, toplumdan hoşnut olmama, geçmişin tüketilmesinin kavranamaması geleceğin belirsizliği gibi temalar 'Bir Erkeğin Anatomisinin zeminini oluşturuyor. Bol paralı, rahat yaşam süren ama hep belli bir sıkışmışlık içinde çırpınan bireylerin gözlemcisi sonrasında 'değişen' ülkemiz kadınının kendisiyle yüzleşmesinin tanığı demek mümkün Özkan hakkında ...

 Yavuz Özkan'ın bir türlü anlatım sorunlarından kurtulamamasını, konunun hakkını verememesini, inanılmaz savrukluğunu ve deyim yerindeyse, ineğin sütünü sağdıktan soma süt kovasını devirmekten kurtulamamasını da anlamakta güçlük çekiyorum. 'Bir Erkeğin Anatomisi', günlük politik gerçekIere yaklaşmayı amaçlayan ama oldukça yetersiz ve başarısız kalan bir film... 'Bir Erkeğin Anatomisi', iyi niyetli bir çabadan öteye geçemiyor... Bize de her zaman olduğu gibi elverişli bir konu ama yönetmenin Fransız ile Amerikan sinemasının anlatım kalıpları arasında bocalamasından, her ikisine de el atıp senteze ulşamamasından, doyurucu olamayan bir film izlemek düşüyor... çünkü karanlığın aydınlatılması çabası gerçek toplumsal dinamiklerin uzağında aranıyor. bireysel haysiyet mücadelesi ya da radyo mikrofonunun becerisiyle sınırlanıyor. Avukatın, otomobil içinde bir yandan canlı telefon bağlantısıyla radyoda konuşurken, bir yandan da peşindekilerden kaçması ve yayının o anda konuyla ilgili herkes tarafından dinlenmesi gibi 'hiç inandırıcı olmayan sahneler radyonun kafeteryasındaki yalnız adam, Kumkapı civarındaki mezbelelik ev, felçli kız kardeş, programcı bayanın 'istihbaratçı' kocası gibi iyi işlenmemiş, boşlukta kalan unsurlarla da birleşince 'Bir Erkeğin Anatomisi' iyi niyetli bir çabadan öteye geçemiyor" (Arslan, Radikal, 25.02.1997). “Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Varol, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf,94”

&"Bir Erkeğin Anatomisi, sürükleyici bir televizyon tefrikasına konu olacak kadar yoğun, zengin ve güncel bir malzemeye el atıyor. Çok şey anlatmak istemiş Özkan. Fonda, şiddet, kan, dehşetten geçilmeyen 'reality show' programlarıyla yarışan TV haber bültenlerinden yansıyan, fokur fokur kaynayan, kaosun eşiğindeki ülkemiz. insanların korkutulup sindirildiği, değerlerin, ilkelerin çiğnendiği, pis kokular yükselen düzene Don Kişot'ça kafa tutmaya kalkışan bir "korkak kahraman avukat. Gizli çeteler, karanlık ilişkiler. Dirençli, gayretli avukatın umarsız mücadelesi aracılığıyla günümüzde yaşadıklarımızı anıştırıp çağrıştıran, sustukça sıranın kendilerine geleceğinin pek farkında olmayan sessiz çoğunluğu sanki üstüne serpilmiş ölü toprağından silkeleyip kurtarmak isteyen özene bezene ve kuşkusuz iyi niyetle kotarılmış filmde, avukatla yakınlarının kaba hatlarıyla basma kalıp tasvirinden sonra güncel siyasetten kaynaklanan heyecanlı bir kaçma kovalamaca serüvenine dalıyoruz ... özenti senaryosunun aksayan yanlarının da sırıtmasıyla 'Bir Erkeğin Anatomisi'nin etkileyici bir başarıya eriştiğini söyleyebilmek olası değil. Beylik anlatım kalıplarına sıkışmış, genel geçer standartların dışına taşmayan ve sonuçta doyurucu bir bireşime ulaşamayan filmde tiyatro kökenli oyunculardan Uğur Polat kendini yinelerken, yalnız değilsiniz mesajları veren radyo programcısı Ayda Aksel'le ilk kez izlediğim, felçli kız kardeş Deniz Uğur öne çıkıyor. Senaryo zaaflarına, nutuk atan diyaloglarına dayanıldığı ölçüde ilgiyle seyredilen, gücünü aktüaliteden alan bu yeni 'yoğun' Yavuz Özkan filmini anlamlı, iyi niyetli bulabilirsiniz, ama önemli ve başarılı saymak çok zor sonuçta" (Sungu Çapan, Cumhuriyet, 28.02.1997). Yavuz Özkan sinemasında fazla bir değişiklik yok. Yönetmen yine aktüaliteyi yakından izliyor (birinin bir yerde dediği gibi, "kulağını haberlere vermiş dinliyor"), Türkiye'nin gündemini yakın takibe alıyor.

Hatta bu kez bu gündemin önüne bile geçiyor: öyle ya, gerek devletle iç içe çetelerin varlıgı, gerekse bir radyo istasyonunun önayak olmasıyla başlayan "korna çalarak toplu protesto" olayı, daha Susurluk olayı patlamadan ve "temiz toplum için bir dakika karanlık" girişimleri ufukta bile yokken tasarlanmış ve çekilmiş!. . .


 Yavuz Özkan yine geveze: kişileri bol bol konuşuyor ve konuşarak iletişim kuruyorlar (daha doğrusu kuramıyorlar!). Güncel temalar yine ön planda: başı bir dosyanın basına intikalini önlemek isteyen birileriyle dertte olan, yönetmenin deyişiyle "zeki, inatçı, hırslı, romantik ve bencil bir avukat", ülkemizde birden patlayan özel radyoların birinde sabaha karşı ölüm ve yaşam üzerine konuşmalar yapan ve hayatı sorgulayan bir kadın spiker... Kadın erkek ilişkileriyse Yavuz Özkan'ın son filmlerinde hep sorguladığı ezen, hakim olan maço erkeğin gölgesinde ve gitgide kişilikleri gelişen, varlıkları pekişen kadın kahramanlarla sürüp gidiyor.


Öyle ki, bu filmde de eylemci erkek kahramanlar, hikayenin belki daha edilgin, ama sonuç olarak daha güçlü ve etkileyici kadın kahramanları karşısında sanki siliniyorlar. Ama tüm bu güncel olma ve ülkenin nabzını yakalama girişimi, sonuç olarak yine belli bir yapaylığa ve hemen hiçbir noktasıyla tam olarak inandırıcı olamayan bir filme yol açıyorsa... Acaba Özkan'ın bu tür filmlerinde (en azından ikisi ortaya çıkmış üçlemesinde) kullandığı temel yöntemleri sorgulaması ve yalnızca güncelliği yakalama çabası ve çok konuşan kişilerle gerçeklik duygusuna ulaşılıp ulaşılamayacağını sorması gerekmiyor mu? Bir Erkeğin Anatomisi bu çelişkileri, giderek bu açmazları içinde taşıyor ve Özkan'ın işlek, işlevsel ve de naif sinemasının tam anlamıyla hedeften vurmasına ciddi bir engel oluşturuyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 47”


______________________________________FİLMİ İZLE ______________________



Subject: Funding the chaotic environment of 90's Turkey, the film develops within the framework of Taner, an ambitious, selfish lawyer whose private and business life is turbulent, rebelling against a system in which human values ​​are replaced by intolerance, hypocrisy and violence, and society is intimidated and intimidated. While trying to save his marriage, which has come to a deadlock, Taner, on the other hand, has a loveless relationship with the wife of his best friend, who is a lawyer like himself. He has no other source of peace than his emotional wheelchair-bound sister, Saime, who lives with him. One day, he gets into trouble over a file containing confidential documents left to him by a client who is involved in shady affairs, revealing mafia-state relations. The gang members who want to seize the documents are after Taner. The young man chooses to resist rather than handing over the file to the gang and copies the documents and forwards them to the media outlets. Then, he sends his relatives, his sister, his wife, his lawyer friend and wife to the derelict house where he spent his childhood. Meanwhile, he includes Selma, who prepares night shows for a neighborhood radio, into his adventure. Selma, who tries to cheer up her troubled listeners every night through her program, is a lonely but hopeless woman who lives with her young son. Taner, whose anger increased when the file did not make the explosion he expected in the media, calls Selma's program one after the other during a night trying to get over the gang members after him. He seeks friendship, love, attention and support in the voice of Selma, whose face he has never seen. Meanwhile, his enthusiastic, angry speeches with the code name "Chaos" will turn him into a media hero.


 

BADİGARD (1996) "Bodyguard"


Senaryo ve Yönetmen: Yavuz Yalınkılıç, Kamera: Dinçer Önal, Yapım: A.F. /Ali Şakar


Oyuncular: Ali Şakar, Güriş Tüzün, Murat Soydan, Atilla Ergün, Hasan Yıldız, Sami Hazinses, Ekrem Erkek, Süheyl Eğriboz, Cesur Yılmaz, Fatma Belgen


Konu: İstanbul’a şöhret olmak üzere gelen bir taşralının öyküsü.


Subject: The story of a countryman who came to Istanbul to become famous.

 AVA GİDEN AVLANIR (1996) "The One Who Hunts Is    Hunted"

Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Aslan Aydın, Görüntü Yönetmeni: Ferhat Bakır, Yapım: Akıncı Film/Okan Akıncı

Oyuncular: Mesut Engin, Güneş Olcay, Aslan Aydın, Hicran Çağlar, Mehmet Bereket, Gül Çeliker, Rafet Akyüz, Kemal Sağlam


Konu: Kendisini zengin bir iş adamı olarak gösteren genç ile, kendisini çalıştığı yalının hanımefendisi gibi gösteren hizmetçi kadının bilinen hikayesi.

Subject: The well-known story of the young man, who pretends to be a rich businessman, and the maid, who pretends to be the lady of the mansion where he works.
__________________________________

 

AŞK ACISI (1996) "Pangs of Love"


Senaryo ve Yönetmen: Tevfik Polam, Kameraman : Dinçer Önal, Yapım: Sine Film/Tayfun Oğuz Koordinatör: Kemal Sungur, Işık: Mehmet Çakar, Kameraman Asistanı: Eyüp Dirlik, Koordinatör: Kemal Sungur, Işık: Mehmet Çakar, Kameraman Asistanı: Eyüp Dirlik, Yaşam ve Bidav Stüdyolarında hazırlanmıştır


Oyuncular: Muhammed Taflan, Serpil Benay, Engin İnal, Açelya Kardel, Cesur Yılmaz


Konu: Bir trafik kazası sonucu tanıştığı şarkıcı kızla, bir şairin öyküsü


     Subject: The story of a poet with the singer girl he met as a result of a traffic accident


__________________________________________



 

ALİ (1996) Sakın Arkana Bakma” Don't Look Back"


Senaryo ve Yönetmen: Cemal Şan (Ferda Şan’ın öyküsüden), Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Kurgu: Nevzat Dişiaçık, Müzik: Murat Hasarı, Yapım: Arzu Film//Ferdi Eğilmez


Oyuncular: Hazım Körmükçü, Halil Ergün Ayla Algan, Güler Ökten, Nurettin Şen, Cengiz Baykal, Nüvit Özduğru, Cengiz Sezici, Saim Yavuz, Fuat Onan, Soner Günday


Konu: Günümüzde yaşanan acılara, şiddete, yalana ve her türlü yoketmeye karşı direnme gücünüyitirip, tepkisini yürümemekle, konuşmamakla gösteren Ali’nin psikolojik öyküsü.


ÖDÜL

9. Ankara Uluslar arası Ankara Film Festivali’nde (1997)

► Cemal Şan “Umut veren yönetmen”

►Güler Ökten “en iyi yardımcı oyuncu

 __________________________________


Subject: The psychological story of Ali, who has lost her strength to resist the suffering, violence, lies and all kinds of destruction experienced today, and shows her reaction by not walking or speaking.



 



1996 YILINDA GÖSTERİME 

GİREN FİLMLER


Movies Released in 1996




 

YERÇEKİMLİ AŞKLAR (1995) "Gravity Loves"
      Beş Kısa öyküden oluşan bir film; "Five short stories"

     1. Şovalye, Pamuk Prenses ve Hain (Orhan Oğuz), "The Knight, Snow White, and the Traitor" 
     2. Sır (Ali Özgentürk), "Secret"
     3. Gül İle Adem (Barış Pirhasan), "Gül and Adem
         4. Ona Sevdiğimi Söyle (Memduh Ün, "Tell her I Love Her"
         5. Kazandibi Tavukgöğsü (Atıf Yılmaz) " Kazandibi Tavukgöğsü"

 1) Şovalye, Pamuk Prenses Ve Hain – Yönetmen: Orhan Oğuz, Senaryo: Nilüfer Açıkalın, Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz, Müzik: Oğuz Abadan, Kurgu: Mevlüt Koçak,

Oynyanlar: Aytaç Arman, Nilüfer Açıkalın, Mahir Günşıray, Tunç Oğuz

Konu: Tunç, Ceren ve Sinan eski arkadaştırlar. Ceren'in Tunç'tan adı Tunç olan bir oğlu vardır. Bir operasyon sırasında üçüde yakalanır. Uzun zaman Tunç'tan beraber alamazlar. Sinan ve Ceren evlenirler. Yıllar sonra Ceren, Tunç'a rastladığında geçmişin hesaplaşması her şeyi ortaya çıkartır.

SubjectTunç, Ceren and Sinan are old friends. Ceren has a son from Tunç, whose name is Tunç. All three are caught during an operation. They can't get together from Tunç for a long time. Sinan and Ceren get married. Years later, when Ceren runs into Tunç, the reckoning of the past reveals everything.

& Isminin ne ifade ettiğini bir türlü çözemediğim Yerçekirnli Aşklar başlıklı ikinci 5 filmi, Orhan Oğuz'un çalışması açıyor. Oyunncu Nilüfer Açıkalın'ın, birikimlerini senaryo alanına taşıması, sinemamıza yeni bir senaristin girmesi çok hoş ama, ne yazık ki Açıkalın'ın çalışmasının çok sorunu var. Araştırma yapmaksızın gerçeğe aykırı biçimde yazılmış işkence eylem sahneleri, 20 dakikalık bir film için çok uzun sayılabilecek bir giriş bölümü, trendeki gereksiz "prova yapıyordum da" sahnesi, hamal taklidi, çocukların oyuncakları aracılığıyla filmin ana "mesajını" verme çabası, bir altüst oluşun ardından gelen giysili küvet sahnesi vb. sayılamayacak denli çok sorunu var filmin. En önemlisi, her şeyiyle yapay olması... Bu zavallı senaryonun üstüne bir de vasat bir reji anlayışını ve kötü oyunculuktan ekleyince, filmin elle tutulur tarafı kalmıyor. (Tamer Baran)

2) Sır - Senaryo ve Yönetmen: Ali Özgentürk, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Müzik: Bükreş Madrigal Korosu ve Ambrosian Singers

Oynayanlar: Sumru Yavrucuk, Civan Canova, Ayten Uncuoğlu, Özge Barut

Konu: Sevgi, ölüm ve korku temalarını içeren bir öykü

     Subject: A story with themes of love, death and fear

& Onat Kutlar'ın ikisi de çok hoş bir trük içeren iki öyküsünü birleştirmekle ciddi bir hata yapmış Özgentürk. Böylece "Kül Kuşları"ndaki küçük kızın postacıdan annesinin öldüğünü duymuş olması ve o yüzden adama kapıyı açmamalarınn bir anlamı kalmıyor "Hadi"deki öyküye adını veren ana tema, yani küçük kızın, olacakları önceden bilip, olayanın da "Hadi" dediği, hatta olacakları "Hadi" diyerek yönlendirdiği (öykü bu iki yoruma da açık), filmden anlaşılmıyor (anlaşılabilmesi için kedinin aynaya kafasını vurması gerekiyordu). Birinci öyküdeki "kepçe gelin" motifini, ana temayı destekleyen bir unsur olarak kullanamayan Özgentürk, adamın tetiği çekmesindeki etkenleri de işleyemeyince, filmin anlamı gerçekten bir "sır" olarak kalıyor. Finalde öykünün bir bölümünün "tok bir sesle" okunması ve bir ambülansın içinden çekilen görüntülerle Onat Kutlar katliamının çağrıştırılması da hiç estetik değil. En sondaki "aile pikniği" görüntülerini ise çözemedim; Kutlar'ın çocukluk günleriyle ilgili olabilir mi acaba'

Perdede neredeyse bir dakika kalan ve filmin adının nereden geldiğini açıklayan yazıya gelince ... Kutlar'ın düşünceleri keşke sır olarak kalmasaymış, belki de "Ali boş ver, bu iki hikayeyi birleştirince iyi bir film çıkmaz ortaya ... Zaten iyi hikayeden iyi film olur diye bir kural yok ki ... " diyecekmiştir, kim bilir... Velhasıl, senaryosu dışındaki öğeleriyle de başarılı olamayan bu filmin, pek bir önemi de yok. (Tamer Baran)

 

* Bir dönem, Atıf Yılmaz filmlerine yazdığı senaryolarla yetenekli bir yazar olarak tanınan, Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal filmiyle umulanı veremeyen Barış Pirhasan, geçen yıllarla birlikte çok daha olgun bir sinemacı olduğunu kanıtlıyor. "Gül ile Adem", hoş bir öykü, incelikli bir senaryo, ustaca çizilmiş karakterler ve bas bas bağırarak dile getirilmeyen bir ana temayı içeren, başarılı bir film. Olgun Şimşek, pırıl pırıl bir oyun çıkarırken, Pirhasan'ın rejisinin de tıkır tıkır işlediği görülüyor. Seyirciyi ters köşeye yaman filmde, az rastlanır bir dramaturji öğesi de var:

Takma bacağının, sözde hafızın bavulunda gidişini çaresizce seyreden köylü aydının durumu ... Pirhasan'ın ellerine sağlık; özellikle, entelektüel bir filmin nasıl yapılacağını gösterdiği için ...

& Ali Özgentürk, Sır'da sevgili Onat Kutlar'ın İshak'taki öykülerinin havasını perdeye getirebiliyor. O loş avlulu Gaziantep evleri, o vahşi kadınerkek ilişkileri, o sevginin yanı başında yer alan korku, o küçük çocukların dünyayı kocaman açılan gözleriyle dehşet içinde keşfetmeleri, o büyükanne söylenceleri, o dramın içinden fışkıran ironi, o gizemli masallar ... Onat'ı anımsatan, Onat'a yaklaşan ve yakışan bir küçük film bu ... (Atilla Dorsay)

3) Gül İle Adem  - Senaryo ve Yönetmen: Barış Pirhasan, Flannery O’Connor’ın “Good Country People” isimli öyküsünden Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman, Müzik: Michael Rodach, Kurgu: Mevlüt Koçak

Oynayanlar: Ülkü Duru, Olgun Şimşek, Sevda Ferdağ, Tanju Tuncel

Konu: Üniversitede doktora yapmış olan Gül, bir köyde annesiyle birlikte yaşamaktadır. "Gül' ün çelişkilerle dolu dünyasının öyküsü.

    Subject: Gül, who has a doctorate at the university, lives with her mother in a village. "The story of Gül's world full of contradictions.

4Barış Pirhasan Gül ile Adem'de tüm toplamın belki en alaycı ve sürprizli filmini ortaya koymuş. Flannery O'Connor'un tipik İrlanda mizahını bizim kırsal kesimimize uyarlamış ve "üniversite bitirmiş, iki doktora yapmış" sakat ve çirkin bir kentli kıza saf görünümlü köy delikanlısının oynadığı oyunu, son derece bizden, demek ki evrensel bir kıvamda sunabilmiş. Bravo (Atilla Dorsay)

4 Bir dönem, Atıf Yılmaz filmlerine yazdığı senaryolarla yetenekli bir yazar olarak tanınan, Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal filmiyle umulanı veremeyen Banş Pirhasan, geçen yıllarla birlikte çok daha olgun bir sinemacı olduğunu kanıtlıyor. "Gül ile Adem", hoş bir öykü, incelikli bir senaryo, ustaca çizilmiş karakterler ve bas bas bağırarak dile getirilmeyen bir ana temayı içeren, başarılı bir film. Olgun Şimşek, pırıl pırıl bir oyun çıkarırken, Pirhasan'ın rejisinin de tıkır tıkır işlediği görülüyor. Seyirciyi ters köşeye yaman filmde, az rastlanır bir dramaturji öğesi de var:

Takma bacağının, sözde hafızın bavulunda gidişini çaresizce seyreden köylü aydının durumu ... Pirhasan'ın ellerine sağlık; özellikle, entelektüel bir filmin nasıl yapılacağını gösterdiği için Ona Sevdiğimi Söyle ile Tarık Dursun K., 1985 Sait Faik Öykü Ödülü'nü almıştır. Tarık Dursun'un öykülerinde yalınlık ve gerçekçilik değişmez, en belirgin öğelerdir. Ona Sevdiğimi Söyle'deki öykülerde de kısacık birlikteliklerden kocaman mutluluklar yaşayanları, dostluğu kişisel çıkarlarına yeğ tutanları, sevecen, değer yargıları güçlü insanları betimlerken ya da küçücük gençlik serüvenlerini anlatırken Tarık Dursun K., yine gerçekçidir. Yanlışlığını, çarpıklığını vurgulamak istediği olayları yansıtırken de öyledir.

Ona Sevdiğimi Söyle'de belli bir kesimin insanlarının sevinçleri, sıkıntıları, acıları yazara özgü bir duygusallıkla ve anlatım biçimiyle sergilenmiştir. Çelişkilerden, bulanık, karmaşık anlatımlardan uzak bu güzel öyküleri severek okuyacağınızı umuyoruz. (kyn: www.netkitap.com/kitap)

 Not: Tarık Dursun K. nın bu eseri 1985 yılı Sait Faik Hikâye ödülünü almıştır.

4 Memduh Ün'ün çalışması, Ipek Tuzcuoğlu'nun inanılmaz itici oyunu dışında pek bir sorun içermiyor. Filmdeki problem, anlatılan öykünün çok demode, senaryonun sıradan olması.. Açıkçası, genelevli bir namus davası öyküsü, sinema seyircisinin çoğunluğunu oluşturan kentli gençler gibi, benim de hiç ilgimi çekmiyor. Hele de Yeşilçam'ın en bilinen reji ve senaryo trükleriyle işlenmişse ..

Eski filmlerde, bu tür durumlarda karısını vuran adam, şimdi alyansını mamaya bırakıp "ona sevdiğimi söyle" diyorsa, bundan, Memduh Ün gibi yönetmenlerimizin ne kadar geliştikleri sonucunu mu çıkarmalıyız.

4. Ona Sevdiğimi Söyle (Memduh Ün,

5) Kazandibi Tavukgöğsü Yönetmen: Atıf Yılmaz, Senaryo: Zeynep Avcı “Misafir“ isimli kendi öyküsünden, Görüntü Yönetmeni: Erdal kahraman, Müzik: Can Hakgüder, Kurgu: Mevlüt Koçak

Oyuncular: Türkan Şoray, Ali Poyrazoğlu, Onur Şenay, Zeynep Cassalini

Konu: Bir kalp krizi sonucu kocasını yitiren Mehpare mezarlıkta karşılaştığı bekar bir adamı önce evine pansiyoner olarak alır. Giderek ilişkiileri ciddileşir, Mehpare'nin kızı bu ilişkiye Karşı tavır alır. Yaşamlarının sonbaharını yaşayan Mehpare ve arkaelaşı bu ilişkiyi hak ettiklerini düşünürler.

    Subject: Mehpare, who lost her husband as a result of a heart attack, first takes a single man she met in the cemetery as a boarding house. Their relationship gradually gets serious, Mehpare's daughter takes a stand against this relationship. Mehpare and her friends, who are in the autumn of their lives, think that they deserve this relationship.

4 Bu bölümün 'tatlısı' elbette sonda... Atıf Yılmaz, Kazandibi  Tavuk Göğsü'yle gerçekten tatlı bir filmle noktalıyor ilk filmi ... Zeynep Avcı'nın hoş senaryosundan yola çıkan Yılmaz bizlere kocasının cenazesinde tanıştığı, onun "içki sofrası" arkadaşını, pişirdiği yemeklerle ve işveleriyle yola getirip yeni bir kocayı güvenceye alan dul bir kadının öyküsünü anlatıyor.

Yılmaz tam kendisine uygun bir öyküyü müthiş bir rahatlıkla anlatırken, Türkan Şoray ve Ali Poyrazoğlu, tam anlamıyla oyunculuk sanatı·nın zirvelerinde dolaşıyorlar. Türkan ile A1i'nın "twist yaptığı" sahneyi görmeyenler, gerçekten çok şey kaçırmış olacaklar ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Çöküş ve Rönesans Yılları” syf: 152”


& Atıf Yılmaz, neredeyse 110 filmden gelen tüm deneyimini ve 70 küsur yaşına rağmen korumayı başardığı çocuksuluğunu, delişmenliğini yansıttığı filmiyle, Vakıf projesinden yüz akıyla çıkan birkaç yönetmenden en önemlisi oluyor.

Yılmaz'ın filminde, tüm öğelerdeki belirgin düzeyin yanı sıra, Kavur ve Kurçenli'nin uğraşıp da yapamadıkları bir şey de var: ciddi bir yaşam felsefesi ... Üstelik senaryoya o kadar incelikle yedirilmiş, o kadar ustaca verilmiş ki, hayran olmamak elde değil. Türk sinemasının yanılmıyorsam en renkli çizilmiş kadın karakterini izlerken, Orson Welles'in, o ünlü şarkısında, "Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilmezsin" deyişinin hüznünü duydum içimde. "Yaşamın değerini bilmek" üzerine yazılmış ciddi bir manifesto olan film, aile kurumuna da hoş eleştiriler getiriyor.

Zeynep Avcı'nın bir yapı ustası, yetenekli bir senarist olarak sivrildiği filmde, Türkan Şoray da, çok incelikli ve tam dozunda tutulmuş oyunculuğuyla hala "sultan" olduğunu kanıtlıyor. Filmin iki kusurlu sahnesinden birinde (öteki, genç oyuncuların kötü performanslarıyla zedelenen kavga sahnesi), kocasının resmine bakarak konuştuğu bölümde bile, öyle hoş oynuyor ki, sahnenin yapaylığını unutturuyor. Vakıf filmlerinde de aynı ölçüde kötü oynamayı başaran genç meslektaşları, "Benim misafirimi kovmaya ne hakkın var'" derken, hem bunca dramatik, hem de böylesine kontrollü olabilmeyi nasıl başardığım Şoray'a sorsalar ya ..

Atıf Yılmaz, neredeyse 110 filmden gelen tüm deneyimini ve 70 küsur yaşına rağmen korumayı başardığı çocuksuluğunu, delişmenliğini yansıttığı filmiyle, Vakıf projesinden yüz akıyla çıkan birkaç yönetmenden en önemlisi oluyor. Yılmaz'ın filminde, tüm öğeler pek belirgin düzeyin yanı sıra, Kavur ve Kurçenli'nin uğraşıp da yapamadıkları bir şey de var: ciddi bir yaşam felsefesi ... Üstelik senaryoya o kadar incelikle yedirilmiş, o kadar ustaca verilmiş ki, hayran olmamak elde değil. Türk sinemasının yanılmıyorsam en renkli çizilmiş kadın karakterini izlerken, Orson Welles'in, o ünlü şarkısında, "Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilmezsin" deyişinin hüznünü duydum içimde. "Yaşamın değerini bilmek" üzerine yazılmış ciddi bir manifesto olan film, aile kurumuna da hoş eleştiriler getiriyor.

 Zeynep Avcı'nın bir yapı ustası, yetenekli bir senarist olarak sivrildiği filmde, Türkan Şoray da, çok incelikli ve tam dozunda tutulmuş oyunculuğuyla hala "sultan" olduğunu kanıtlıyor. Filmin iki kusurlu sahnesinden birinde (öteki, genç oyuncuların kötü performanslarıyla zedelenen kavga sahnesi), kocasının resmine bakarak konuştuğu bölümde bile, öyle hoş oynuyor ki, sahnenin yapaylığını unutturuyor. Vakıf filmlerinde de aynı ölçüde kötü oynamayı başaran genç meslektaşları, "Benim misafirimi kovmaya ne hakkın var'" derken, hem bunca dramatik, hem de böylesine kontrollü olabilmeyi nasıl başardığım Şoray'a sorsalar ya ..

 Memduh Ün Anlatıyor:

Film 10 gün civarında çektim. Çekimlere Armutlu’ya gitmiş malzemelerimizi indirmiş, şaryo falan kurmuş, bütün hazırlığımızı bitirmiş, oyun provalarını yapmış, tam motor diyecektik. O sırada   aniden bir kadın çıktı ortaya. Burada film çekemezsiniz dedi. Özcan Deniz'in televizyonda Armutlu halkı için kötü şeyler söylediğini ekledi Özcan Deniz gitsin, başımızın üzerinde yeriniz var dedi. İkna edemedik kadını. Toparlandık, Tarabya'da bir gecekondu bulup orda çektik. Genelev sahnelerinin bir bölümünü Yeşilçam sokağında Özen Filme ait bir mekanda çektik. Genelevin dış çekimlerini Karaköy'de gizli kamerayla yaptık. Ona Sevdiğimi Söyle düzgün filmlerimden biri, en iyilerinden hem de. Finalde doğru bir değişiklik yapmıştım. Özcan Almanya'dan dönüyor, aile meclisi ona genelevde çalışmaya başlayan kansı İpek Tuzcuoğlu'nu öldürme kararını bildirip tabanca veriyordu. Özcan genelev gidiyor, ama İpek'i öldüremiyor, mamaya tabancasını bırakıp, "Ona sevdiğimi söyle" diyordu. Ben tabancayı değil, nikah yüzüğünü bırakmasının daha sinematografik ve mantıklı olduğunu savunmuştum. Tarık'la anlaşamamıştık bu konuda, ama ben bildiğimi okumuştum.

 Çoğu yazar gibi biraz bağnaz dı Tarık Dursun. Kendi yazdıklarının dışına çıkmakta zorluk çekiyordu. Ben Reşat Nuri Güntekin, Orhan Kemal, Peride Celalden de uyarlamalar yapmış, onların yazdıklarını da değiştirerek çekmiştim. Ama Tarık Dursun bunların en inatçısıydı. Genelev sahnelerinin çekiminde kendi yaşam deneyimlerimden de yararlanmıştım Abanoz sokaktaki bir numaralı evde, Hamza adında bir homoseksüel vardı örneğin. Filmde Ipek'in çalıştığı eve Recep Bülbülses’in canlandırdığı bir tip koymuştum bu nedenle. Recep de homoseksüel olduğu için o rolü mükemmel oynadı.

Genelev odası olarak Tarlabaşı'nda bir mekan bulmuştuk. Ama odanın fazla temiz olduğunu düşünüyorum. Belki haksızım, Karaköy'deki geneleve hiç gitmedim çünkü. Ama kızın söylediklerini düşündüğümde, hiç istemeden genelevin methiyesini mi yaptım diye sorguluyorum kendimi. Düzgün bir oda, düzgün bir kız, şunu yapacağım, şunu alacağım diye düzgün bir dünya anlatıyor çünkü. Genelev ideal bir yermiş sonucu çıkabilir mi bunlardan diye düşünüyorum.


Ben genelevdeki kadınları biraz tanıyorum. Çünkü yedek subaylığım sonrası, kırklı yılların ikinci yarısında, Yeşilçam sokağı paralelindeki Bayram sokakta oturduğum odanın penceresi karşıdaki genelevin 36 numaralı odasına bakıyordu. Merhabalaşırdım oradaki kadınlarla. 17 -18 yaşlarındayken arkadaşlarla toplanır giderdik geneleve, ama ben utanır otururdum, bir şey yapmazdım. 11-12 yaşlarındayken beraber oynadığımız Ebruk adlı Ermeni kızının geneleve düştüğünü öğrendiğimde birkaç kez gitmiş görevimi yapmıştım. Adana, Ankara, Mersin genel evIerini de biliyorum.


Başrollerde iki yeni isme yer verdim: Özcan Deniz'le, İpek Tuzcuoğlu'na. İkisinin de ilk filmiydi. Özcan Deniz o günlerde parlamaya başlamıştı şarkıcı olarak. Yakışıklı bir gençti, Güneydoğulu havası vardı. Menajeri Hilmi Topaloğlu'yla beraber gelmişti yazıhaneye çok saygılıydılar. Topaloğlu da, Özcan da. Vakıf işi olduğunu söylediğimde para istememiştiler İpek Tuzcuoğlu'nun da resmini bir dergide görmüştüm. Hiç filmde oynamamıştı. O da para almadan çalıştı. Çok muntazam gelip gittiler Özcan da, İpek de. ” Memduh Ün filmlerini anlatıyor, Vadullah Taş ”


4 Türk sinemasının on seçkin yönetmeni bir araya gelerek bir vakıf kurduk, doksanlı yılların ortalarıydı. Atıf Yılmaz , Ömer Kavur, lrfan Tözüm, Barış Pirhasan, Ali Özgentürk,Yusuf Kurçenli,Erden Kıral, Orhan Oğuz, Zeki Ökten ve ben kurucu üyelerdik.Amaç Türk sinemasını çağdaş düzeye getirmek genç sinemacılara fırsat vererek çıkışlarını sağlamaktı.


Vakıf etkinliğini bir süre Girik Han'daki yazıhanemde sürdürdü. Sonra Osmanbey'de Över Han'daki katıma taşındı. Gelir elde etmek için bir sinema kursu açmıştık. Yönetici Hüseyin Kuzu'ydu .Ama bu kurs yürümedi ne yazık ki . Başlangıçta Efes Pilsen'den 10 milyar almıştık.Bu parayı nasıl kullanacağımızı kararlaştırmak için bir toplantı yaptık aramızda. Ben ısrarla yalnızca iki film üretilmesini önerdim. Çekilecek on orta metrajlı filmin hiç bir ticari başarısının olamayacağını bili yordum. Bu yöntem dünya sinemasında da defalarca denenmiş ve başarısızlığa uğramıştı.  

Özellikle Ali Özgentürk çok karşı çıktı buna. Aşk konusu tema olarak seçildi. On orta metrajlı çalışmanın iki ayrı filmde toplanmasına karar verildi .

Bir amaç saptamıştık. Yaptığımız filmler para kazanacak, bunlar bir havuzda toplanacak ,o havuzdan faydalanılarak yeni filmler üretilecek yeni sponsorlar aranacaktı.

Vakfın başka bir amacı da genç sinemaoları desteklemekti .Ömer Kavur , Nuri Bilge Ceylan adında bir genç yönetmenin filmini bitiremediğini söyledi Ona verelim bu parayı dedi. Vakıf üç üye seçti seçici kurul olarak .Zeki Ökten ,Erden Kıral ve bendim jüri .Kaba montajlı filmi seyrettiğimizde, üçümüz de beğenmedik . Parayı vermeme kararı aldık. Ceylan'ın Kasaba adlı filmiydi seyrettiğimiz .Parayı daha sonra saçma sapan bir filme verdik .Kasaba ise başarılar kazandı. Bizim jüri üyeliğimiz de böylece çuvallamış oldu .

 Vakıf yürümedi tabii. Çünkü koyulan para geriye dönmedi. Yeni sponsorlar bulunamadı. Üstüne üstlük Erden Kıral çektiği film (Av'dı galiba) için borç aldı vakıftan, çek getirdi karşılığında. Çek tahsil edilemedi, karşılıksız çıktı. Sinema kursları da yürümeyince hepimiz pes ettik. Ama vakıf kapatmak çok zor bir şey ülkemizde, bu nedenle uykuya bıraktık. Yazıhanedeki eşyaları da Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümüne devrettik. (Memduh Ün filmlerini anlatıyor, Vadullah Taş)


ÖDÜL

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1996)

► En iyi 5. Film


____________________________



 

YASAK AŞK (1995) "Forbidden Love"

Yönetmen: Nejat Gürsoy, Senaryo: Nuri Tek, Görüntü Yönetmeni: Dinçer Önal, Yapım: Kaptan Film/ Hasan Tek

Oyuncular: Şehnaz Dilan, Nuri Tek, Nazan Ayas, Ali Güney

Konu: Gazeteci bir kız, sevdiği adamla sevişi,r ancak bir zaman sonra gazeteci doğuda bir göreve gönderilir. Uzun bir süre sonra döndüğünde, sevdiği adamın zengin bir kadınla evlendiğini görür.

__________________________________

Subject: A journalist girl makes love to the man she loves, but after a while, the journalist is sent on a mission in the east. When she returns after a long time, she finds that the man she loves has married a rich woman.