Powered By Blogger

11 Aralık 2022 Pazar

 

YERÇEKİMLİ AŞKLAR (1995) "Gravity Loves"
      Beş Kısa öyküden oluşan bir film; "Five short stories"

     1. Şovalye, Pamuk Prenses ve Hain (Orhan Oğuz), "The Knight, Snow White, and the Traitor" 
     2. Sır (Ali Özgentürk), "Secret"
     3. Gül İle Adem (Barış Pirhasan), "Gül and Adem
         4. Ona Sevdiğimi Söyle (Memduh Ün, "Tell her I Love Her"
         5. Kazandibi Tavukgöğsü (Atıf Yılmaz) " Kazandibi Tavukgöğsü"

 1) Şovalye, Pamuk Prenses Ve Hain – Yönetmen: Orhan Oğuz, Senaryo: Nilüfer Açıkalın, Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz, Müzik: Oğuz Abadan, Kurgu: Mevlüt Koçak,

Oynyanlar: Aytaç Arman, Nilüfer Açıkalın, Mahir Günşıray, Tunç Oğuz

Konu: Tunç, Ceren ve Sinan eski arkadaştırlar. Ceren'in Tunç'tan adı Tunç olan bir oğlu vardır. Bir operasyon sırasında üçüde yakalanır. Uzun zaman Tunç'tan beraber alamazlar. Sinan ve Ceren evlenirler. Yıllar sonra Ceren, Tunç'a rastladığında geçmişin hesaplaşması her şeyi ortaya çıkartır.

SubjectTunç, Ceren and Sinan are old friends. Ceren has a son from Tunç, whose name is Tunç. All three are caught during an operation. They can't get together from Tunç for a long time. Sinan and Ceren get married. Years later, when Ceren runs into Tunç, the reckoning of the past reveals everything.

& Isminin ne ifade ettiğini bir türlü çözemediğim Yerçekirnli Aşklar başlıklı ikinci 5 filmi, Orhan Oğuz'un çalışması açıyor. Oyunncu Nilüfer Açıkalın'ın, birikimlerini senaryo alanına taşıması, sinemamıza yeni bir senaristin girmesi çok hoş ama, ne yazık ki Açıkalın'ın çalışmasının çok sorunu var. Araştırma yapmaksızın gerçeğe aykırı biçimde yazılmış işkence eylem sahneleri, 20 dakikalık bir film için çok uzun sayılabilecek bir giriş bölümü, trendeki gereksiz "prova yapıyordum da" sahnesi, hamal taklidi, çocukların oyuncakları aracılığıyla filmin ana "mesajını" verme çabası, bir altüst oluşun ardından gelen giysili küvet sahnesi vb. sayılamayacak denli çok sorunu var filmin. En önemlisi, her şeyiyle yapay olması... Bu zavallı senaryonun üstüne bir de vasat bir reji anlayışını ve kötü oyunculuktan ekleyince, filmin elle tutulur tarafı kalmıyor. (Tamer Baran)

2) Sır - Senaryo ve Yönetmen: Ali Özgentürk, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Müzik: Bükreş Madrigal Korosu ve Ambrosian Singers

Oynayanlar: Sumru Yavrucuk, Civan Canova, Ayten Uncuoğlu, Özge Barut

Konu: Sevgi, ölüm ve korku temalarını içeren bir öykü

     Subject: A story with themes of love, death and fear

& Onat Kutlar'ın ikisi de çok hoş bir trük içeren iki öyküsünü birleştirmekle ciddi bir hata yapmış Özgentürk. Böylece "Kül Kuşları"ndaki küçük kızın postacıdan annesinin öldüğünü duymuş olması ve o yüzden adama kapıyı açmamalarınn bir anlamı kalmıyor "Hadi"deki öyküye adını veren ana tema, yani küçük kızın, olacakları önceden bilip, olayanın da "Hadi" dediği, hatta olacakları "Hadi" diyerek yönlendirdiği (öykü bu iki yoruma da açık), filmden anlaşılmıyor (anlaşılabilmesi için kedinin aynaya kafasını vurması gerekiyordu). Birinci öyküdeki "kepçe gelin" motifini, ana temayı destekleyen bir unsur olarak kullanamayan Özgentürk, adamın tetiği çekmesindeki etkenleri de işleyemeyince, filmin anlamı gerçekten bir "sır" olarak kalıyor. Finalde öykünün bir bölümünün "tok bir sesle" okunması ve bir ambülansın içinden çekilen görüntülerle Onat Kutlar katliamının çağrıştırılması da hiç estetik değil. En sondaki "aile pikniği" görüntülerini ise çözemedim; Kutlar'ın çocukluk günleriyle ilgili olabilir mi acaba'

Perdede neredeyse bir dakika kalan ve filmin adının nereden geldiğini açıklayan yazıya gelince ... Kutlar'ın düşünceleri keşke sır olarak kalmasaymış, belki de "Ali boş ver, bu iki hikayeyi birleştirince iyi bir film çıkmaz ortaya ... Zaten iyi hikayeden iyi film olur diye bir kural yok ki ... " diyecekmiştir, kim bilir... Velhasıl, senaryosu dışındaki öğeleriyle de başarılı olamayan bu filmin, pek bir önemi de yok. (Tamer Baran)

 

* Bir dönem, Atıf Yılmaz filmlerine yazdığı senaryolarla yetenekli bir yazar olarak tanınan, Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal filmiyle umulanı veremeyen Barış Pirhasan, geçen yıllarla birlikte çok daha olgun bir sinemacı olduğunu kanıtlıyor. "Gül ile Adem", hoş bir öykü, incelikli bir senaryo, ustaca çizilmiş karakterler ve bas bas bağırarak dile getirilmeyen bir ana temayı içeren, başarılı bir film. Olgun Şimşek, pırıl pırıl bir oyun çıkarırken, Pirhasan'ın rejisinin de tıkır tıkır işlediği görülüyor. Seyirciyi ters köşeye yaman filmde, az rastlanır bir dramaturji öğesi de var:

Takma bacağının, sözde hafızın bavulunda gidişini çaresizce seyreden köylü aydının durumu ... Pirhasan'ın ellerine sağlık; özellikle, entelektüel bir filmin nasıl yapılacağını gösterdiği için ...

& Ali Özgentürk, Sır'da sevgili Onat Kutlar'ın İshak'taki öykülerinin havasını perdeye getirebiliyor. O loş avlulu Gaziantep evleri, o vahşi kadınerkek ilişkileri, o sevginin yanı başında yer alan korku, o küçük çocukların dünyayı kocaman açılan gözleriyle dehşet içinde keşfetmeleri, o büyükanne söylenceleri, o dramın içinden fışkıran ironi, o gizemli masallar ... Onat'ı anımsatan, Onat'a yaklaşan ve yakışan bir küçük film bu ... (Atilla Dorsay)

3) Gül İle Adem  - Senaryo ve Yönetmen: Barış Pirhasan, Flannery O’Connor’ın “Good Country People” isimli öyküsünden Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman, Müzik: Michael Rodach, Kurgu: Mevlüt Koçak

Oynayanlar: Ülkü Duru, Olgun Şimşek, Sevda Ferdağ, Tanju Tuncel

Konu: Üniversitede doktora yapmış olan Gül, bir köyde annesiyle birlikte yaşamaktadır. "Gül' ün çelişkilerle dolu dünyasının öyküsü.

    Subject: Gül, who has a doctorate at the university, lives with her mother in a village. "The story of Gül's world full of contradictions.

4Barış Pirhasan Gül ile Adem'de tüm toplamın belki en alaycı ve sürprizli filmini ortaya koymuş. Flannery O'Connor'un tipik İrlanda mizahını bizim kırsal kesimimize uyarlamış ve "üniversite bitirmiş, iki doktora yapmış" sakat ve çirkin bir kentli kıza saf görünümlü köy delikanlısının oynadığı oyunu, son derece bizden, demek ki evrensel bir kıvamda sunabilmiş. Bravo (Atilla Dorsay)

4 Bir dönem, Atıf Yılmaz filmlerine yazdığı senaryolarla yetenekli bir yazar olarak tanınan, Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal filmiyle umulanı veremeyen Banş Pirhasan, geçen yıllarla birlikte çok daha olgun bir sinemacı olduğunu kanıtlıyor. "Gül ile Adem", hoş bir öykü, incelikli bir senaryo, ustaca çizilmiş karakterler ve bas bas bağırarak dile getirilmeyen bir ana temayı içeren, başarılı bir film. Olgun Şimşek, pırıl pırıl bir oyun çıkarırken, Pirhasan'ın rejisinin de tıkır tıkır işlediği görülüyor. Seyirciyi ters köşeye yaman filmde, az rastlanır bir dramaturji öğesi de var:

Takma bacağının, sözde hafızın bavulunda gidişini çaresizce seyreden köylü aydının durumu ... Pirhasan'ın ellerine sağlık; özellikle, entelektüel bir filmin nasıl yapılacağını gösterdiği için Ona Sevdiğimi Söyle ile Tarık Dursun K., 1985 Sait Faik Öykü Ödülü'nü almıştır. Tarık Dursun'un öykülerinde yalınlık ve gerçekçilik değişmez, en belirgin öğelerdir. Ona Sevdiğimi Söyle'deki öykülerde de kısacık birlikteliklerden kocaman mutluluklar yaşayanları, dostluğu kişisel çıkarlarına yeğ tutanları, sevecen, değer yargıları güçlü insanları betimlerken ya da küçücük gençlik serüvenlerini anlatırken Tarık Dursun K., yine gerçekçidir. Yanlışlığını, çarpıklığını vurgulamak istediği olayları yansıtırken de öyledir.

Ona Sevdiğimi Söyle'de belli bir kesimin insanlarının sevinçleri, sıkıntıları, acıları yazara özgü bir duygusallıkla ve anlatım biçimiyle sergilenmiştir. Çelişkilerden, bulanık, karmaşık anlatımlardan uzak bu güzel öyküleri severek okuyacağınızı umuyoruz. (kyn: www.netkitap.com/kitap)

 Not: Tarık Dursun K. nın bu eseri 1985 yılı Sait Faik Hikâye ödülünü almıştır.

4 Memduh Ün'ün çalışması, Ipek Tuzcuoğlu'nun inanılmaz itici oyunu dışında pek bir sorun içermiyor. Filmdeki problem, anlatılan öykünün çok demode, senaryonun sıradan olması.. Açıkçası, genelevli bir namus davası öyküsü, sinema seyircisinin çoğunluğunu oluşturan kentli gençler gibi, benim de hiç ilgimi çekmiyor. Hele de Yeşilçam'ın en bilinen reji ve senaryo trükleriyle işlenmişse ..

Eski filmlerde, bu tür durumlarda karısını vuran adam, şimdi alyansını mamaya bırakıp "ona sevdiğimi söyle" diyorsa, bundan, Memduh Ün gibi yönetmenlerimizin ne kadar geliştikleri sonucunu mu çıkarmalıyız.

4. Ona Sevdiğimi Söyle (Memduh Ün,

5) Kazandibi Tavukgöğsü Yönetmen: Atıf Yılmaz, Senaryo: Zeynep Avcı “Misafir“ isimli kendi öyküsünden, Görüntü Yönetmeni: Erdal kahraman, Müzik: Can Hakgüder, Kurgu: Mevlüt Koçak

Oyuncular: Türkan Şoray, Ali Poyrazoğlu, Onur Şenay, Zeynep Cassalini

Konu: Bir kalp krizi sonucu kocasını yitiren Mehpare mezarlıkta karşılaştığı bekar bir adamı önce evine pansiyoner olarak alır. Giderek ilişkiileri ciddileşir, Mehpare'nin kızı bu ilişkiye Karşı tavır alır. Yaşamlarının sonbaharını yaşayan Mehpare ve arkaelaşı bu ilişkiyi hak ettiklerini düşünürler.

    Subject: Mehpare, who lost her husband as a result of a heart attack, first takes a single man she met in the cemetery as a boarding house. Their relationship gradually gets serious, Mehpare's daughter takes a stand against this relationship. Mehpare and her friends, who are in the autumn of their lives, think that they deserve this relationship.

4 Bu bölümün 'tatlısı' elbette sonda... Atıf Yılmaz, Kazandibi  Tavuk Göğsü'yle gerçekten tatlı bir filmle noktalıyor ilk filmi ... Zeynep Avcı'nın hoş senaryosundan yola çıkan Yılmaz bizlere kocasının cenazesinde tanıştığı, onun "içki sofrası" arkadaşını, pişirdiği yemeklerle ve işveleriyle yola getirip yeni bir kocayı güvenceye alan dul bir kadının öyküsünü anlatıyor.

Yılmaz tam kendisine uygun bir öyküyü müthiş bir rahatlıkla anlatırken, Türkan Şoray ve Ali Poyrazoğlu, tam anlamıyla oyunculuk sanatı·nın zirvelerinde dolaşıyorlar. Türkan ile A1i'nın "twist yaptığı" sahneyi görmeyenler, gerçekten çok şey kaçırmış olacaklar ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Çöküş ve Rönesans Yılları” syf: 152”


& Atıf Yılmaz, neredeyse 110 filmden gelen tüm deneyimini ve 70 küsur yaşına rağmen korumayı başardığı çocuksuluğunu, delişmenliğini yansıttığı filmiyle, Vakıf projesinden yüz akıyla çıkan birkaç yönetmenden en önemlisi oluyor.

Yılmaz'ın filminde, tüm öğelerdeki belirgin düzeyin yanı sıra, Kavur ve Kurçenli'nin uğraşıp da yapamadıkları bir şey de var: ciddi bir yaşam felsefesi ... Üstelik senaryoya o kadar incelikle yedirilmiş, o kadar ustaca verilmiş ki, hayran olmamak elde değil. Türk sinemasının yanılmıyorsam en renkli çizilmiş kadın karakterini izlerken, Orson Welles'in, o ünlü şarkısında, "Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilmezsin" deyişinin hüznünü duydum içimde. "Yaşamın değerini bilmek" üzerine yazılmış ciddi bir manifesto olan film, aile kurumuna da hoş eleştiriler getiriyor.

Zeynep Avcı'nın bir yapı ustası, yetenekli bir senarist olarak sivrildiği filmde, Türkan Şoray da, çok incelikli ve tam dozunda tutulmuş oyunculuğuyla hala "sultan" olduğunu kanıtlıyor. Filmin iki kusurlu sahnesinden birinde (öteki, genç oyuncuların kötü performanslarıyla zedelenen kavga sahnesi), kocasının resmine bakarak konuştuğu bölümde bile, öyle hoş oynuyor ki, sahnenin yapaylığını unutturuyor. Vakıf filmlerinde de aynı ölçüde kötü oynamayı başaran genç meslektaşları, "Benim misafirimi kovmaya ne hakkın var'" derken, hem bunca dramatik, hem de böylesine kontrollü olabilmeyi nasıl başardığım Şoray'a sorsalar ya ..

Atıf Yılmaz, neredeyse 110 filmden gelen tüm deneyimini ve 70 küsur yaşına rağmen korumayı başardığı çocuksuluğunu, delişmenliğini yansıttığı filmiyle, Vakıf projesinden yüz akıyla çıkan birkaç yönetmenden en önemlisi oluyor. Yılmaz'ın filminde, tüm öğeler pek belirgin düzeyin yanı sıra, Kavur ve Kurçenli'nin uğraşıp da yapamadıkları bir şey de var: ciddi bir yaşam felsefesi ... Üstelik senaryoya o kadar incelikle yedirilmiş, o kadar ustaca verilmiş ki, hayran olmamak elde değil. Türk sinemasının yanılmıyorsam en renkli çizilmiş kadın karakterini izlerken, Orson Welles'in, o ünlü şarkısında, "Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilmezsin" deyişinin hüznünü duydum içimde. "Yaşamın değerini bilmek" üzerine yazılmış ciddi bir manifesto olan film, aile kurumuna da hoş eleştiriler getiriyor.

 Zeynep Avcı'nın bir yapı ustası, yetenekli bir senarist olarak sivrildiği filmde, Türkan Şoray da, çok incelikli ve tam dozunda tutulmuş oyunculuğuyla hala "sultan" olduğunu kanıtlıyor. Filmin iki kusurlu sahnesinden birinde (öteki, genç oyuncuların kötü performanslarıyla zedelenen kavga sahnesi), kocasının resmine bakarak konuştuğu bölümde bile, öyle hoş oynuyor ki, sahnenin yapaylığını unutturuyor. Vakıf filmlerinde de aynı ölçüde kötü oynamayı başaran genç meslektaşları, "Benim misafirimi kovmaya ne hakkın var'" derken, hem bunca dramatik, hem de böylesine kontrollü olabilmeyi nasıl başardığım Şoray'a sorsalar ya ..

 Memduh Ün Anlatıyor:

Film 10 gün civarında çektim. Çekimlere Armutlu’ya gitmiş malzemelerimizi indirmiş, şaryo falan kurmuş, bütün hazırlığımızı bitirmiş, oyun provalarını yapmış, tam motor diyecektik. O sırada   aniden bir kadın çıktı ortaya. Burada film çekemezsiniz dedi. Özcan Deniz'in televizyonda Armutlu halkı için kötü şeyler söylediğini ekledi Özcan Deniz gitsin, başımızın üzerinde yeriniz var dedi. İkna edemedik kadını. Toparlandık, Tarabya'da bir gecekondu bulup orda çektik. Genelev sahnelerinin bir bölümünü Yeşilçam sokağında Özen Filme ait bir mekanda çektik. Genelevin dış çekimlerini Karaköy'de gizli kamerayla yaptık. Ona Sevdiğimi Söyle düzgün filmlerimden biri, en iyilerinden hem de. Finalde doğru bir değişiklik yapmıştım. Özcan Almanya'dan dönüyor, aile meclisi ona genelevde çalışmaya başlayan kansı İpek Tuzcuoğlu'nu öldürme kararını bildirip tabanca veriyordu. Özcan genelev gidiyor, ama İpek'i öldüremiyor, mamaya tabancasını bırakıp, "Ona sevdiğimi söyle" diyordu. Ben tabancayı değil, nikah yüzüğünü bırakmasının daha sinematografik ve mantıklı olduğunu savunmuştum. Tarık'la anlaşamamıştık bu konuda, ama ben bildiğimi okumuştum.

 Çoğu yazar gibi biraz bağnaz dı Tarık Dursun. Kendi yazdıklarının dışına çıkmakta zorluk çekiyordu. Ben Reşat Nuri Güntekin, Orhan Kemal, Peride Celalden de uyarlamalar yapmış, onların yazdıklarını da değiştirerek çekmiştim. Ama Tarık Dursun bunların en inatçısıydı. Genelev sahnelerinin çekiminde kendi yaşam deneyimlerimden de yararlanmıştım Abanoz sokaktaki bir numaralı evde, Hamza adında bir homoseksüel vardı örneğin. Filmde Ipek'in çalıştığı eve Recep Bülbülses’in canlandırdığı bir tip koymuştum bu nedenle. Recep de homoseksüel olduğu için o rolü mükemmel oynadı.

Genelev odası olarak Tarlabaşı'nda bir mekan bulmuştuk. Ama odanın fazla temiz olduğunu düşünüyorum. Belki haksızım, Karaköy'deki geneleve hiç gitmedim çünkü. Ama kızın söylediklerini düşündüğümde, hiç istemeden genelevin methiyesini mi yaptım diye sorguluyorum kendimi. Düzgün bir oda, düzgün bir kız, şunu yapacağım, şunu alacağım diye düzgün bir dünya anlatıyor çünkü. Genelev ideal bir yermiş sonucu çıkabilir mi bunlardan diye düşünüyorum.


Ben genelevdeki kadınları biraz tanıyorum. Çünkü yedek subaylığım sonrası, kırklı yılların ikinci yarısında, Yeşilçam sokağı paralelindeki Bayram sokakta oturduğum odanın penceresi karşıdaki genelevin 36 numaralı odasına bakıyordu. Merhabalaşırdım oradaki kadınlarla. 17 -18 yaşlarındayken arkadaşlarla toplanır giderdik geneleve, ama ben utanır otururdum, bir şey yapmazdım. 11-12 yaşlarındayken beraber oynadığımız Ebruk adlı Ermeni kızının geneleve düştüğünü öğrendiğimde birkaç kez gitmiş görevimi yapmıştım. Adana, Ankara, Mersin genel evIerini de biliyorum.


Başrollerde iki yeni isme yer verdim: Özcan Deniz'le, İpek Tuzcuoğlu'na. İkisinin de ilk filmiydi. Özcan Deniz o günlerde parlamaya başlamıştı şarkıcı olarak. Yakışıklı bir gençti, Güneydoğulu havası vardı. Menajeri Hilmi Topaloğlu'yla beraber gelmişti yazıhaneye çok saygılıydılar. Topaloğlu da, Özcan da. Vakıf işi olduğunu söylediğimde para istememiştiler İpek Tuzcuoğlu'nun da resmini bir dergide görmüştüm. Hiç filmde oynamamıştı. O da para almadan çalıştı. Çok muntazam gelip gittiler Özcan da, İpek de. ” Memduh Ün filmlerini anlatıyor, Vadullah Taş ”


4 Türk sinemasının on seçkin yönetmeni bir araya gelerek bir vakıf kurduk, doksanlı yılların ortalarıydı. Atıf Yılmaz , Ömer Kavur, lrfan Tözüm, Barış Pirhasan, Ali Özgentürk,Yusuf Kurçenli,Erden Kıral, Orhan Oğuz, Zeki Ökten ve ben kurucu üyelerdik.Amaç Türk sinemasını çağdaş düzeye getirmek genç sinemacılara fırsat vererek çıkışlarını sağlamaktı.


Vakıf etkinliğini bir süre Girik Han'daki yazıhanemde sürdürdü. Sonra Osmanbey'de Över Han'daki katıma taşındı. Gelir elde etmek için bir sinema kursu açmıştık. Yönetici Hüseyin Kuzu'ydu .Ama bu kurs yürümedi ne yazık ki . Başlangıçta Efes Pilsen'den 10 milyar almıştık.Bu parayı nasıl kullanacağımızı kararlaştırmak için bir toplantı yaptık aramızda. Ben ısrarla yalnızca iki film üretilmesini önerdim. Çekilecek on orta metrajlı filmin hiç bir ticari başarısının olamayacağını bili yordum. Bu yöntem dünya sinemasında da defalarca denenmiş ve başarısızlığa uğramıştı.  

Özellikle Ali Özgentürk çok karşı çıktı buna. Aşk konusu tema olarak seçildi. On orta metrajlı çalışmanın iki ayrı filmde toplanmasına karar verildi .

Bir amaç saptamıştık. Yaptığımız filmler para kazanacak, bunlar bir havuzda toplanacak ,o havuzdan faydalanılarak yeni filmler üretilecek yeni sponsorlar aranacaktı.

Vakfın başka bir amacı da genç sinemaoları desteklemekti .Ömer Kavur , Nuri Bilge Ceylan adında bir genç yönetmenin filmini bitiremediğini söyledi Ona verelim bu parayı dedi. Vakıf üç üye seçti seçici kurul olarak .Zeki Ökten ,Erden Kıral ve bendim jüri .Kaba montajlı filmi seyrettiğimizde, üçümüz de beğenmedik . Parayı vermeme kararı aldık. Ceylan'ın Kasaba adlı filmiydi seyrettiğimiz .Parayı daha sonra saçma sapan bir filme verdik .Kasaba ise başarılar kazandı. Bizim jüri üyeliğimiz de böylece çuvallamış oldu .

 Vakıf yürümedi tabii. Çünkü koyulan para geriye dönmedi. Yeni sponsorlar bulunamadı. Üstüne üstlük Erden Kıral çektiği film (Av'dı galiba) için borç aldı vakıftan, çek getirdi karşılığında. Çek tahsil edilemedi, karşılıksız çıktı. Sinema kursları da yürümeyince hepimiz pes ettik. Ama vakıf kapatmak çok zor bir şey ülkemizde, bu nedenle uykuya bıraktık. Yazıhanedeki eşyaları da Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümüne devrettik. (Memduh Ün filmlerini anlatıyor, Vadullah Taş)


ÖDÜL

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1996)

► En iyi 5. Film


____________________________



 

YASAK AŞK (1995) "Forbidden Love"

Yönetmen: Nejat Gürsoy, Senaryo: Nuri Tek, Görüntü Yönetmeni: Dinçer Önal, Yapım: Kaptan Film/ Hasan Tek

Oyuncular: Şehnaz Dilan, Nuri Tek, Nazan Ayas, Ali Güney

Konu: Gazeteci bir kız, sevdiği adamla sevişi,r ancak bir zaman sonra gazeteci doğuda bir göreve gönderilir. Uzun bir süre sonra döndüğünde, sevdiği adamın zengin bir kadınla evlendiğini görür.

__________________________________

Subject: A journalist girl makes love to the man she loves, but after a while, the journalist is sent on a mission in the east. When she returns after a long time, she finds that the man she loves has married a rich woman.

 

YAMAN GAZETECİ (1995) "Journalist"

Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Nadire Zeybel, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: As Film/Mehmet Aksu

Oyuncular: Murat Soydan, Şehnaz Dilan, Neslihan Sezer, Yavuz Karakaş, Gülderen Acar, Fikret Çeşmeci, Hasan Yıldız, Bilal Saygılı, Recep Bülbülses, Enver Ergeç, Çetin Başaran

Konu: İki kız kardeş öldürülür. Bir gazeteci olayın üzerine gidip cinayeti çözer katiller yakalanır.

Not: Gazeteci Murat Davman hikayelerine benzer bir polisiye filmdir. 1995 yılında Afili Kemal filminin ardından çekilen bu film, ayrı ayrı seyredilebilen, ancak birbirinin devamı niteliğini de taşıyan bir filmdir.

______________________________________-

Subject: Two sisters are killed. A journalist goes on the case and solves the murder, and the killers are caught.


 YAHYA KAPTAN (1995) "Yahya Captain"

Yönetmen: Engin Temizzer, Hilmi Akyalçın, Senaryo: Zeynep Alanç, Görüntü Yönetmeni: Tevfik Şenol, Sabri Savcı, Yapım: TRT Kurgu: Hasan Bektaş, Sanat Yönetmeni: Secat Kırmacı, Yürütücü Yapımcı: Kemal Tok,

Oyuncular: Berhan Şimşek, Ece Uslu, Kâzım Kartal, Murat Soydan, Recai Topuç, Yıldırım Gencer, Salih Kırmızı, Cemal Gencer, Salih Kırmızı, Yusuf Sezgin, Reha Yeprem, Kadir Savun, Bahadır Tok, Nail Ulaşoğlu, Atilla Ergün


Konu: Kurtuluş savaşı kahramanlarından Yahya Kaptan’ın öyküsü.


Not: Dört bölümlük dizi olarak çekilmiş ve daha sonra sinema filmi olarak gösterime sunulmuştur.

_________________________________

    Subject: The story of Yahya Kaptan, one of the heroes of the War of Independence.

    Note: It was shot as a four-part series and later released as a feature film.

 

TEL ÖRGÜ (1995) "Wire Netting"


Senaryo ve Yönetmen: Nejat Gürsoy, Görüntü Yönetmeni: Dinçer Önal, Yapım: Başkent Film/Ahmet Demir


Oyuncular: Mahmut Tuncer, Deniz Pehlivan, Kâzım Kartal, Sırrı Elitaş, Süheyl Eğriboz


Konu: Bir mayıncı kaçak malları sınırdan geçirirken tuzağa düşürülür. İhbarcılar karısına tecavüz eder, Mayıncı adam intikam almak için tecavüzcülerin peşine düşer.


_____________________________________


Subject: A miner is ambushed while crossing the border with contraband. The whistleblowers rape his wife, the Minerman pursues the rapists to take revenge.

 

 

TEK AYAKLI KUŞLAR (1995) "One-Legged Birds" 

Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu, Görüntü Yönetmeni: Necdet Taşçıoğlu, Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk Prodüksiyon Müdürü: Çetin Dağdelen, Kurgu: Mustafa Kul, Yardımcı Yönetmen: Nezih Tunar, Müzik: Ahmet Emre, Ayhan Yaraş, Genel Koordinatör: Oğuz Turan Can,

Oyuncular: İlyas Salman, Gamze Tunar, Tuncer Necmioğlu, Ülkü Ülker, Tuncay Akça, Tuncay Gürel,, Turgut Özatay

Konu: İdam mahkumu arkadaşının piyango biletiyle yaşamı değişen ancak, yine hapishaneye dönen bir adamın öyküsü.

__________________________________

Subject: The story of a man whose life is changed by the lottery ticket of his friend, who is on death row, but returns to prison again.

 

ŞÜPHENİN BEDELİ (1995) "The Price of  Doubt"


Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Alemdar, Görüntü Yönetmeni: Orhan Temizkan, Yapım: Alemdar Film/Mehmet Alemdar


Oyuncular: Şehnaz Dilân, Meriç Erkan, Cemal Gencer


Konu: Ruh hastası bir adam, ilişki kurduğu kadınları öldürmektedir. Karısını da öldürme planları yaparken, iz sürmekte olan polisler tarafından suçüstü yakalanır.


__________________________________


Subject: A mentally ill man kills the women he is in a relationship with. While he is making plans to kill his wife, he is caught red-handed by the police, who are on the trail.

 

SOKAKTAKİ ADAM (1995) "Man in the Street"


Yönetmen: 
Biket İlhan, Senaryo: Atilla İlhan, Ülkü Karaosmanoğlu, Görüntü Yönetmeni: Colin Mounier, Yapım: Sinevizyon Film/Biket İlhan Eser: Atilla İlhan, Kurgu: Mevlût Koak, Sanat Yönetmeni: Yudum Yontan,

Oyuncular: Metin Belgin (Hasan), Suna Yıldızoğlu (Meryem), Selda Özer (Ayhan), MUstafa Avkıran, Ali Sürmeli, Süeda Can, Erdoğan Seren, Ayton Sert, Civan Canova, Tunca Yönder, Oktay Korunan, Erkan Can, Erdal Tosun, Sigrid Seberich, Cemal Ünlü, Muammer Ketencoğlu

Konu: 1950'li yıllar ... Hasan, "ne istediğini bilmeyen, fakat ne istemediğini bilen" aydın biridir. Üniversite öğrenimini, kişisel sorunları sonucu yarım bırakmış, yük gemilerinde kamarat olarak çalışmaya başlamış ve kaçakçılık işine bulaşmıştır. Müthiş sıkıntılar içinde, yaşama sevincini yitirmiş halde geldiği İstanbul'da da bela peşini bırakmaz. Bir yandan eski sevgilisi Ayhan'ın hayaliyle yaşarken, bir yandan da kaçakçılarla işbirliği yapan ünlü fahişe Meryem'le tutkulu bir ilişkiye girer. Bu arada polis, aldığı bir ihbar sonucunda kaçakçılık düğümünü çözmektedir. Olayların üzerine korkusuzca giden Hasan, suç ortağı Yakupla birlikte ihbarcının peşine düşer ama çember giderek daralmaktadır. O, "mekansız bir kurt" gibi sokaktadır. Oysa gerçek sokaktaki adamın dertleri ve sorunları çok daha farklı ve gerçektir.

ÖDÜL:

32. Antalya Altın Portakal Film Festivalilnde (1995)

►Mustafa AVkıran "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu"

9. Adana Altın Koza Film Festivali'nde (1995)

► Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Özel ödüllü film

8. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1996)

►Yudum Yontan "En İyi Sanat Yönetmeni",

► Ali SÜrmeli "En İYi Yardımcı Erkek Oyuncu"

►Süeda Can "Umut Veren En İyi Ka dın Oyuncu"

Çasod (Çağdaş Oyuncular derneği) seçiminde (1996)

►Ali Sürmeli, "En İyi Erkek Oyuncu",

7. Orhon Murat Arıburnu ödülleri seçiminde (1996)

► Kadir Savun “En İyi Film Jüri Özel Ödülü"

SİY AD (Sinema Yazarları Derrneği) seçiminde (1996)

► "En İyi 3. Film",
    ► SUna Yıldızoğlu "En İyi Kadın Oyuncu"
    ► Mustafa Avkıran ile Ali SÜrmeli 'En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu".

& Attila İlhan'ın ilk romanı Sokaktaki Adam' dan uyarlanan filmi izlemek tuhaf bir duygu veriyor. Sanki bir Attila İlhan romanı okur ya da 1940 sonları/50 başlarının avantgarde bir Türk filmini, örneğin Yalnızlar Rıhtımı'nı izler gibi oluyorsunuz. İyi ve kötü yanlarıyla ilginç ve yaşamaya değer bir deneyim bu ... Roman/film bizlere "neyi istemediğini bilen, ama neyi istediğini bilmeyen" ya da yine kendi deyimiyle "Mohikanların sonuncusu olan" kamarot Hasan'ın öyküsünü anlatıyor. 1940 sonlarının İstanbul'unda bir garip ve kolay tanımlanamaz serüven yaşıyor Hasan ...

Bir kaçakçılık işine karışıyor, yandaşları birer birer tutuklanıyor, o da yakalanmanın eşiğine geliyor. Ama aslında, tüm bu yapay polisiye entrikanın hiçbir önemi yok. Aynı biçimde, Hasan'ın daha ilkokulda başlayan bir sevgiyle gönlünü kaptırdığı, sürekli düşünüp her yerde hayalini gördüğü, ama yeniden karşılaştığında da hiçbir sağlam ilişki kuramadığı Ayhan ya da her Türk erkeği gibi koynunda dertlerini unutmaya çalıştığı görmüş geçirmiş bir hayat kadını, kürkçü Leon'un metresi biseksüel Meryem de, gerçek birer anlam ve derinlik taşımıyorlar.

Tüm bu olay ve kişilikler, oldukça soyut bir maceranın görünürdeki unsurları... Derinde ise yazar ozan Attila İlhan'ı özellikle gençlik yıllarında etkilemiş bir dizi öğenin iç içe girmesinden oluşan ayrıksı bir dünya ve farklı bir yapıt var. Sartre ve Camus varoluşçuluğu, Paris'te öğrenilip İstanbul'a ataşınmış gözüpek (en azından öyle gözüken) bir cinsellik anlayışı, Osmanlıcadan olduğu kadar kara film klasiklerinden ve dünyasından da gelen güçlü etkiler ...

Ve tüm bunların savaş sonrasının o eşsiz İstanbul'unda kaynaşması... Henüz azınlıklarını kovmamış ve güzelliklerini hoyratça çiğnememiş bir kentte, Rum meyhanecileri, yoğurtçu, şerbetçi ve hallaçları, seksek oynayan küçük kızlarıyla beliren ve yaşamlarımıza damgasını vuran bir atmosfer... Hafif "ecnebi" kokan bir varoluşçuluk bunalımı içinde kendi öz gerçeğiini arayan, zaman zaman, "Seni seviyorum ... Ve senin için yokum... Beni affet ... Ve benden af dile," diye bulmaca diliyle konuşan bir kahraman ... Biraz bol tutulmuş bir lezbiyenlik ilişkisi. " Sık sık araya girip seyirciye seslenen ve kimi gerçekler fısıldayan "sokaktaki adam" figürü ... Ve Colin Mounier tarafından saptanmış ve temelde edebi bir yapıta görkemli bir görsel yatak oluşturan şaşırtıcı bir İstanbul “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”

& 5O, ler Türkiye’si ... Bir gemi, İstanbul limanına demirliyor. Mürettebat, karaya çıkacağı için sevinçli. Kamarot Yakup'un ağzı kulaklarında. Çünkü Apostol'un meyhanesine uğrayacak, sonra da doğruca genelevin yolunu tutacak. Yakın arkadaşı Hasan'ı da sürüklüyor yanında. Fakat Hasan'ın tuhaf bir hali var. Her şeyden sıkılıyor gibi. İçmeye gönüllü ama genelev konusunda Yakup kadar istekli değil. Gizli bir derdi var sanki. Dalıp dalıp gidiyor.

Bu arada iki arkadaşın kaçakçılarla işbirliği yaptığını da fark ediyoruz. Yaptıkları "kirli iş" de, o dönem için önemli sayılan kürk kaçakçılığı. Kapalıçarşı'nın ünlü kürk tüccarlarından Leon'la bağlantılı çalışıyorlar. Düğümün bir ayağında da randevuevi işleten Meryem var. Meryem, orta yaşlı, son derece alımlı bir kadın. Ve de bi seksüel. Olaylar akıp giderken Hasan Meryem'le ilişkiye giriyor. Meryem'e göre Hasan'ın ciddi bir derdi var. Asla kamarot olacak biri değil o. Hatta filozof demek daha doğru. Meryem, derdini deşiyor Hasan'ın. Bu esnada bizler de, Meryem'le birlikte Hasan'ın geçmişine yolculuk yapıyoruz. Fakülte döneminde Ayhan adlı bir kızı sevmiştir Hasan. Ama bu ilişkiyi, daha doğrusu bu hayat biçimini sürdüremiyeceğini düşünmüş ve çözümü bu ortamdan kaçmakta bulmuştur. Fakat geçmişi onu bırakmaz ..


Attila İlhan'ın 1951'de yazdığı ve 1953'te kitap olarak basılan "Sokaktaki Adam", Biket İIhan imzasıyla sinemada. Senaryo haline 1990'da dönüştürülen roman, çeşitli mali sorunlar nedeniyle ancak 1995'te filme alınabildi. Ve ilk olarak Antalya Film Festivali sırasında gösterildi. Biket İIhan'ın yapıtı, öncelikle klasik "eli yüzü düzgün film" tanımlamasını hak eden bir çalışma. Her sezon büyük ümitlerle vizyon şansı elde eden ama sadece "hayal kırıklığı" hanesini dolduran filmlerin yanında, fazlasıyla çizgi üstünde seyrediyor "Sokaktaki Adam". Romanın 1950'lerde geçmesi ve yönetmenin bu tarih dilimine sadık kalarak yola çıkması, ilk aşamada bir handikap gibi gözüküyor. Çünkü artık değil 50'lerin İstanbul’unu, bulmak ve sinemaya aktarmak bile çok zor. Dolayısıyla mekan problemini baştan kabul ederek filme başlamış İlhan ve ekibi. Ama sonuçta kimi küçük rötuşlarla bu sorun çözülmüş. Filmin tamamına sinen hava içerisinde, dönemin atmosferi seyirciye yansıtılıyor. Filmin başındaki, kahramanın iç sesleri eşliğinde verilen diyalogların yaşattığı "yine mi şairane, hayattan kopuk kopuk konuşan tipler göreceğiz" korkusu, kısa bir süre içinde atlatılıyor.


Zaman zaman diyalog sorunu yaşansa da, "Sokaktaki Adam", benzerleri arasında bu problemi en az hissettiren filmlerden. Filmin bir başka artısı da oyuncuları. Başta Metin Belgin olmak üzere herkes üzerine düşen görevi yerine getiriyor. Ama özellikle Suna Yıldızoğlu, bugüne kadar kendisine yüklenen tüm imajları silercesine aynı zamanda iyi bir oyunculuk kumaşına sahip olduğunu gösteriyor. Ayrıca tiyatro kökenli Mustafa Avkıran, Ali Sürmeli ve Civan Canova onlara tanınan hareket alanı içinde, "karakter sineması"ndan mükemmel pasajlar sunuyorlar.

Yine de "Sokaktaki Adam", Türk sinemasının uzun süredir beklediği, onu ve hepimizi "kurtaracak" olan film değil. Türk yönetmenlerinin gereksiz bir paranoya içinde düşman bellediği Amerikan sinemasına yakın dursanız bile, belli tatlar bulacağınız, en azından sinirle salonu terketmeyeceğiniz bir yapım. Son zamanların yükselişe geçen trendi "milliyetçiliğe" de sıcak bakıyorsanız, bu "yerli malı"nı kaçırmayın deriz. (Uğur Vardan Aktüel, 1420 Aralık 1995)

& Farklı bir dünyayla karşı karşıya olduğumuzu daha ilk dakikadan anlarız Gemi, bir ejderhaya benzetilen İstanbul'a yaklaşmaktadır. İnsanı yutacakmış gibi duran bu şehir, filmin fonunu oluşturacak; bir ev, bir kadın ve çocuk hayaliyle yaşayan, genelevdeki bir kadının deyişiyle hiç de kamarota benzemeyen, ölecekmiş gibi canı sıkılan Hasan'ın macerasına ev sahipliği yapacaktır.

( .. .) Kamarot Hasan; kaçakçılık işleri yaparken Filistin'e gitme hayalleri kuran, azınlıkların sonuncularından kürkçü Leon'un güzel metresi Meryem'in tabiriyle, garson değil, bir filozof; kendi tabiriyle ise insan haline dönüşmüş bir sıkıntıdır. Sadece gösterişe itibar edilen, kepazeliklerle dolu bir çevrede sıkışıp kalmanın baskısı altında ezilen Hasan, tepkili bir insan olmak ister, ancak farklı bir tutkuyla sevdiği gençlik aşkı Ayhan'dan ayrıldığından beri adeta ölüdür. Ayhan'la yeniden buluşması, yaşayan bir ölüye benzeyen Hasan'ı önce yeniden hayata dönmeye zorlayacak, sonra da ejderhayı andıran şehrin derin mavi gözleri gibi onu yutacaktır.

Duvardaki afişler, dönemin gazeteleri gibi küçük ayrıntılarla ve Colin Mounier'nin iyi çerçevelenmiş görüntüleriyle (keşke Üniversite'de çekilen sahnelere de biraz daha özen gösterilseymiş) bizi adeta 1950'lerin İstanbul'una götürüp, Attila İlhan'ın derin dünyasına sokan "Sokaktaki Adam", Biket İhan'ın ilk filmi ...Enflasyondan, gelecek umuduyla yaşayanlardan ya da sürekli geçmişin daha iyi olduğunu söyleyenlerden dert yanan bir filozof da "sokaktaki adam". Böyle bir filme, "sokaktaki adam" esprisini oturtmak, gerçekten zor görünen bir iş, ancak Biket İlhan, bu sorunu da aşmış görünüyor. Hatta Hasan, Meryem'in evine girerken, sokakta kazı yapan adamda olduğu gibi gayet hoş sahneler de yakalıyor ve böylece sokaktaki adam da filme ayrı bir renk katıyor.

Buz gibi aşkların ve ölümlerin ruhsuz ve beceriksizce anlatıldığı filmler ödüllendirilirken, Antalya Altın Portakal ve Adana Altın Koza Film Festivalleri'nde hakkının yendiğine inandığım filmin oyuncuları da birinci sınıf performanslar çıkarıyorlar. Eserin içerdiği toplumsal eleştirileri perdeye yansıtmayı ve 1950'lerin İstanbul atmosferini yaratmayı başaran "Sokaktaki Adam", başarılı görüntüleri ve oyuncularıyla sivrilen, eli yüzü düzgün, yılın farklı ve en başarılı yerli yapımlarından biri. .. (Ersan Congar Antrakt, Ocak 1996)

_________________________________

Subject: 1950's ... Hasan is an intellectual who "does not know what he wants, but knows what he does not want". He left his university education unfinished due to personal problems, started to work as a cabin crew on cargo ships and got involved in smuggling. Trouble does not let up in Istanbul, where he came to Istanbul with great troubles and lost his joy of life. While living with the dream of his ex-girlfriend Ayhan, he also enters into a passionate relationship with the famous prostitute Meryem, who cooperates with smugglers. Meanwhile, the police untie the smuggling knot after a tip-off. Fearlessly, Hasan goes after the whistleblower with his accomplice Yakup, but the circle is getting narrower. He is on the street like a 'placeless wolf'. However, the problems and problems of the real man on the street are much different and real.



 

SIRA BENDE (1995) "It is My Turn"

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Ferhat Bakır, Yapım: Akıncı Film/Okan Akıncı

Oyuncular: Arif Şentürk, Bahar Mete, Halit Arkan, Yelda Yiğitoğlu, Rafet Akyüz, Enver Ergeç, Kemal Sağlam, Akın Tekin, Okan Akıncı

Konu: Türkücü bir adam bir cinayete ortak edilir. Kendisini temişze çıkarabilmek için uzun araştırmalardan sonra asıl suçluları bulur ve kemdisi de temize çıkar.

_________________________________

Subject: A singer man is complicit in a murder. After a long search to clear himself, he finds the real culprits and he is cleared.