Powered By Blogger

12 Aralık 2022 Pazartesi

 

HOŞÇAKAL YARIN (1997) 



Senaryo ve Yönetmen: Reis Çelik, Görüntü Yönetmeni: Uğur İçbak, Müzik: Cengiz Özdemir, Yapım: RH Politik Yapımcılık/Reis Çelik  (TürkiyeFransa MacaristanBelçika) Sanat Yönetmeni: Veli Kahraman, Kurgu: Ekrem Çelik, Steadycam Operatörü: Ercan Yılmaz, Işık Şefi: Nezir Yücel, Kültür Bakanlığı ve Eurimages'ın katkılarıyla

Oyuncular: Berhan Şimşek (Deniz Gezmiş), Tuncel Kurtiz (Ali Elverdi), Tuncer Necmioğlu (Halit Çelenk), Mazlum Çimen (Yusuf Arslan), Bülent Çolak (Hüseyin İnan), Mümtaz Sevinç, Orhan Aydın, Gönen Bozbey, Bengi Heval Öz, Meltem Berent, Metin Yıldırım, Hikmet Karagöz (Bekçi), Uğur Taşdemir, Okay Şenol, Yaman Tarcan, Ali Tutal, Rıza Sönmez (Sinan Cemgil), Mete Dönmezer, Ali Başkan, Engin Günay, Ferhat Tunç (Öğrenci), Suavi (Tutuklu), Bedri Baykam (konuk oyuncu), Sefa Zengin, Gürkan Uygun, Ali Çekirdekçi, Filiz Bozkurt (doktor), Oxan Süslü (devrimci öğrenci), Tamer Yılmaz, Nazım Yılmaz, Yaşar Mirzalı (polis)

Konu: Film, 1998 yılında İstanbul'da gecekondu yıkımıyla başlar. Yıkılan gecekonduların birinin duvarında Deniz Gezmiş'in resmi vardır. Resimde, Bağımsız Türkiye ve 68 yazmaktadır. 12 Mart 1971 'de askerler ülke yönetimine el koymuştur. Bir köyde iki yabancının motosileti bozulmuştur. Motoru bir kamyonete yüklerlerken köyün bekçisi onlardan kimlik sorar. Turist gibi davranan gençler kimlik gösteremeyince bekçi onları karakola götürmek ister. Çıkan çatışmada Yusuf vurulur. Deniz, Yusuf'un üstelemesiyle onu bırakmak zorunda kalır ve köydeki bir evden rehine aldığı bir adam ve arabasıyla kaçar. Yolda giderlerken polisin yolu tutmasından dolayı arabayı bırakarak kaçarlar. Yanındaki adamı bırakan Deniz, polis ve askerlerden kaçarken geçmişi anımsar. Deniz, Sinan, Hüseyin, Yusuf zindanımsı bir mekanda gelecek planları yaparak kaçmaktadırlar. Deniz, Naciye'yle konuşmak için geri döner. Naciye, Deniz'in sevgilisidir. Deniz'in anılarından sıyrıldığı bir anda iki köylü onun yakalanmasına neden olur. Tutuklanan Deniz Gezmiş, Ankara'ya götürülür.

Deniz Gezmiş dönemin İçişleri Bakanı'na kendisini Türk Halk Kurtuluş Ordusu askeri olarak tanıtır. Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan'ın avukatları müvekkillerini görmek için cezaevine gelirler. Deniz'in avukatı şehir girişinde engellenmeye çalışılır. Bu arada Yusuf Aslan, kaldığı cezaevinin revirinde ayağından zincirlerlerle yatağa bağlanmıştır. Kadın doktor, bu şekilde muayene edemeyeceğini söyleyerek Yusuf'u muayene etmez. Avukat Halit Çelenk, zar zor Deniz'le görüşebilmek için 10 dk. izin alır. Görüşme sonrasında Halit Çelenk'i getiren adamı askerler soruşturmak için gözaltına alırlar. Türk Halk Kurtuluş Ordusu davasının birleştirilmesine karar verilir. Bütün sanıklar Deniz ve arkadaşlarının yattığı cezaevine konulurlar. Deniz bu arada Endi'den Sinan, Alpaslan ve Kadir'in, Nurhak'da nasıl vurularak öldüğünü öğrenmek ister. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının adalet önüne çıkarılacakları gün basın, mahkeme başkanı Ali Elverdi'ye davayla ilgili sorular sorar. Mahkumlar sloganlar atarak sıkıyönetim askeri mahkeme salonuna girerler. Deniz yargılanma sırasında mahkemenin adaletini sorgular. Salona alınmayan basın mensuplarına iddianameler dağıtılır. Mahkemede ilk söz iddianamesini okuması için savcıya verilir. Deniz anayasayı ortadan kaldırmakla itham edildiklerini öğrendiğinde kalkarak, yargıçlara asıl onların darbe yaparak anayasayı ihlal ettiklerini söyler. İkinci duruşmada savcı sanıkların anayasayı zor kullanarak değiştirmek ya da ortadan kaldırmaya kalkıştıklarını ileri sürerek, Türk Ceza Kanunu 'nun 146/1 maddesi gereği idamlarını talep eder. Mahkeme heyeti, sanıklara savunmalarını kendilerinin mi yoksa avukatlarının mı yapacağını sorar. Deniz soruyu avukatların yapacağı şeklinde yanıtlar. Halit Çelenk savunmayı avukat heyeti adına üstlenerek Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının savunmasını yapar. Savunma sırasında savcının iddiasına konu olan olaylar gösterilir. Halit Çelenk savunmasında dönemin iktidarı olan AP'yi eleştirir. Üçüncü duruşmada sanıklardan Sevim Onur, söyleyecek bir şeyi olmadığını, ortak savunmaları olduğunu söyler. Deniz Gezmiş yargıçlardan birinin söz vermesi üzerine ortak savunmalarını yapar. Yusuf ise savunmalarında Amerikan 6. Filosunu protesto ettikleri için polisin arkadaşları Vedat Demircioğlu'nu öldürdüğü söyler. Savunmalar sonrasında verilen hükümde sanıkların anayasayı zor kullanarak değiştirmek ya da ortadan Kaldırmaya kalkışmaktan dolayı Türk Ceza Kanunu'nun 146/1 madddesi gereği idam edilmelerine karar verilmiştir. Başta mahkeme başkanı Ali EIverdi olmak üzere bütün üyeler kalemlerini kırarlar. TBMM oy çokluğu ile idamları onaylar. Avukatların hükümlülerle görüşme istekleri cezaevi komutanı tarafından reddedilir. Komutanı zorlayarak savcıya ulaşan Halit Çelenk görüşme ayarlar. Deniz, Halit Çelenk'den daha önce katledilen arkadaşları Taylan'ın, Cebeci mezarlığındaki mezarının yanına gömülmeyi talep ettiklerini söyler. Bu arada Deniz ve arkadaşları açlık grevine başlamışlardır. Halit Çelenk görüşmeye geldiğinde Deniz zorlukla ayakta durmaktadır. Halit Çelenk, Deniz ve arkadaşlarını ölüm orucundan vazgeçmeye ikna eder. Ani bir emirle Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hücrelerinden alınırlar. Halit Çelenk, eşi Şekibe ile onları önleyememenin üzüntüsünü paylaşır. Bu arada sıkıyönetimden gelen erler Halit Çelenk ve diğer avukatları infazın yapılacağı cezaevine getirirler. Damasından sonra avukatlar ve yetkililer Deniz ve arkadaşlarının yanına alır. Deniz ve arkadaşları son derece metin görünmektedirler. Ailelerine verilmek üzere mektup yazdırırlar. İnfaz öncesi son istekleri olarak birbirleriyle görüşmelerine izin verilir. Deniz ve arkadaşları 6 Mayıs 1972'de şafak vakti idam edilirler. Diğer hükümlüler güçsüz görünmemek için idamların yapıldığı sabah Mamak cezaevi avlusunda voleybol oynamaktadırlar. “Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 124”

4 Hoşçakal Yarın', yakın tarihimizdeki önemli travmalardan birinin üzerine yoğunlaşan, kurmacayla belgelenmiş görüntülerin bir arada kullanılmasıyla gerçekleştirilmiş bir film. Cumhuriyet döneminin demokrasi tarihinde ikinci önemli kesintiyi oluşturan, 12 Mart 1971 darbesiyle sonuçlanan olayların anlatıldığı film, dönemin yapısını ve yakın geçmişimizin neredeyse iç savaşa benzeyen aylarının perde arkasını, hemen hiç bilmeyen günümüz gençliği için de bilgilendirme işlevi taşıyor. Film, jeneriğinde de belirtildiği gibi, görsel ve yazılı belgelerden de faydalanarak dönemin gerçek olaylarına bağlı kalarak oluşturulmuş. Ülkemizde 1961 anayasasının sağladığı özgürlük ortamına paralel olarak, özellikle üniversite öğrencilerinin gerek tanıştıkları sol düşüncelerin etkisiyle, gerekse de bütün dünyayı saran 1968 gençliğinin özgürlük istemlerine paralel gelişmelerin yansımasıyla oluşan olaylar, ülkemizde de çığ gibi büyümüştü. O dönemlerde ortaya çıkan DevGenç, THKO gibi oluşumların etrafında kümelenen Deniz Gezmiş ve arkadaşları bağımsız ve tam demokrat bir Türkiye'yi savunuyor ve amaçlarını gerçekleştirmek için mitingler ve bazı eylemler (dört Amerikalı askerin kaçırılışı, banka soygunları vb.) yapıyorlardı. Dönemin siyasi iktidarın acizliğine ve 1961 anayasasını sindiremeyen davranışlarına karşı direnen Deniz Gezmiş ve arkadaşları, ülkenin anayasal düzenini silah zoruyla değiştirmek iddiasıyla tutuklanıp sonrasında idam edilmişlerdi. Film bütün bu süreci özetleyerek anlatmak yerine Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan'ın yakalanmaları ve yargılanmaları süreci üzerine yoğunlaşmış. Bu arada fonda diğer gençlik önderlerinden Sinan Cemgil, Taylan Azimli ve Vedat Demircioğlu'nun öldürülüşlerine yer verilmiş.


Reis Çelik, dönemin olaylarını geniş çaplı araştırarak, ayrıca Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının savunmasını üstlenen avukat Halit Çelenk'in de yardımlarına başvurarak ülkemizin siyasi tarihinde mitleşmiş gençlerin direnişini başarılı bir şekilde sinemalaştırıyor. Fakat bu süreç, anlattığı dönemin etkisinde kalarak şüphesiz gerçeklere dayanmaya çalışsa da kendi içinde bazı zaaflar taşıyor. Örneğin; filmin başlarında Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan'ın yakalanışları kurmaca bir filmin ekseninde çok inandırıcı canlandırılamıyor, müsamere kokusu hissediliyor. " ... açılıştaki gecekondu yıkımı, Gezmiş ve arkadaşlarının yakalanmaları, pek çok cezaevi sahnesi yeterince başarılı değil. Diyalogların iyi işlendiği söylenemez. Figürasyonda 30, 35 yaşın altında kimsenin bulunmamasının yarattığı 'yaşlı görünüm' de rahatsız edici" (Tunca Arslan, Radikal, 11.11.1998).

 

& Filmin etkisini güçlü kılmak için sık sık dönemin görsel ve yazılı belgelerine yer veren Reis Çelik, öyküsünü bu iki dünyanın iç içe geçmiş kurgusu şeklinde sinemalaştırmış. Oyunculuk açısından Deniz Gezmiş'i canlandırmasının avantajıyla Berhan Şimşek öne çıkıyor. Bunda kısmen fiziki açıdan Deniz Gezmiş'e benzerliğinin de katkısı var. Ama film boyunca sık sık gerçek belgelerden fotoğraflarını gördüğümüz Deniz Gezmiş, Berhan Şimşek'in canlandırdığı Deniz karekterinin büyüsünü bozuyor. O efsane haline gelmiş bakışlarıyla anılarımızda yer etmiş Deniz Geçmiş'i, Berhan Şimşek'in oyunundan algılamada, gücünü hissetmede bir eksiklik olduğu duygusuna kapılıyorsunuz. "Deniz Gezmiş'i perdede canlandırmayı üstlenen Berhan Şimşek'i bu role yakıştıramayışım ve ilk filmi 'Işıklar Sönmesin'i iyi niyetli, ama oldukça şematik bulduğum yeni bir yönetmenin, Reis Çelik'in bu efsaneyi filme dönüştürmenin üstesinden gelip gelemeyeceği kaygısıydı önyargımızın kaynağı. Ancak ummadığım kadar düzgün, temiz ve düzeyli bulduk ... malum dramatik bir finale bağlanan 'Hoşçakal Yarın'ı. Bunun temelinde, Halit Çelenk'in danışmanlığında çekilmiş bu filmin, vaktiyle yaşanmış olaylara nesnellikle yaklaşan sağlam senaryosunun da vaktiyle Deniz Gezmişler'in avukatlığını yapıp 'İdam Gecesi Anıları'nı yazmış Halit Çelenk'in kitabından uyarlanmış olması vardı kuşkusuz" Uğur İçbak'ın özenli görüntü çalışması ve özellikle lokal aydınlatmaların yoğun kullanıldığı cezaevi bölümlerinde atmosfer duygusu başarıyla destekleniyor. "Cengiz Özdemir'in etkileyici müziklerinin de başarısına katkıda bulunduğu 'Hoşçakal Yarın', çok yakın tarihimizin karanlık sayfalarını gün ışığına çıkarıp kuşkusuz günümüzü de yer yer aydınlatan, samimi, dokunaklı ve seyre değer bir deneme" ... Muhalif karakterine taban tabana zıt bir karakteri canlandıran Tuncel Kurtiz ise, Ali Elverdi'yi canlandırırken düştüğü duruma hayıflanır gibi sanki bıyık altından gülüyor. (Sungu Çapan, Cumhuriyet, 1998). “Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 124”


FİLMİ İZLE 



 

GÜNEŞ AĞLIYOR (1997)


Senaryo ve Yönetmen Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Altınbaşak Prod./ Ahmet Altınbaşak

Oyuncular: Ekin, Tuba Altuğ, Ebru Gümüş, Turgut Özatay, Nusret Özkaya, Hakan Karayaşar, Yasemin Kağ, İbrahim Kurt, Eylül Kaplan, Nurten Aksoy

Konu: Film, genelevde çalışan hayat kadınlarının yaşamını perdeye yansıtır Kadınlardan biri ünlü bir şarkıcı gence aşık olur. Bunalım geçiren kadın dama çıkarak intihar girişiminde bulunur

 

GÜNAYDIN GECE YARISI (1997) 


Senaryo ve Yönetmen: Hasan Karcı Görüntü Yönetmeni: Şener Işık Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk

Oyuncular: Gamze Tunar, Batıkan Avcı, Şener Gezgin, Ayten Çankaya


Konu: Bir adada arkeologların bulduğu çok değerli bir heykeli tarihi eser kaçakçıları ele geçirmek ister. Amaçlarına ulaşmak için kadın teröristleri kullanırlar. Bu arada, içlerine sızan sivil polisler müzeye teslim etmek için heykelin peşine düşerler.

 

GECENİN ÇIĞLIKLARI (1997) 

Senaryo ve Yönetmen: Samim Utku Görüntü Yönetmeni: Ali Engin Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk

Oyuncular: Faruk Peker, Şebnem Saner, Ayşegül Çalık, Meltem Ören

Konu: Murat, bir radyoevinde gece programları yapan bir gençtir. Yıllar önce ölen karısının hayali ile yaşar. Sürekli gördüğü kabusların etkisiyle bunalıma giren genç adam, doktoru Ayşegül'ün denetimi altında bir yaşam sürer. Ayşegül, Murat'ın kadınlarla iletişim kurmasını önermektedir. Bu arada Murat, Meltem adlı genç bir kızla tanışır. Birbirlerine aşık olurlar. Ne var ki Murat, bir süre sonra böyle bir kızın yaşamadığını ve üç yıl önce bir trafik kazasında öldüğünü öğrenir.

 

DÖRT YANIM HÜZÜN (1997) 

Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Nadire Zeybel, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu Yapım: Arkan Film/Halit Arkan

Oyuncular: Metin Kaya, Gönül Konduk, Süreyya Şahin, Halit Arkan, Nusret Özkaya, Fikret Çeşmeci, İbrahim Kurt, Çetin Başaran, Bülent Özkaya, Süheyla Artun, Mustafa Yağcı

Konu: Küçük yaşlarda birbirlerinden ayrılan iki kız kardeş, yıllar sonra kırık bir madalyon sayesinde birbirlerine kavuşur

 

ÇÖKERTME (1997) 


Yönetmen: Tunca Yönder, Senaryo: Ahmet Haluk Ünal Kültür Bakanlığı Senaryo Yarışması'nda 1992 birinci seçilen senaryosundan, Görüntü Yönetmeni: Ali Engin, Müzik: Nedim Otyam Yapım: Yeni Yapımlar/Meltem Yönder Yardımcı Yönetmen: Ömer Gökhan Erkut, Kurgu: Yusuf Aldırmaz, Sanat Yönetmeni: Reha Par, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan, Film Baskı: Uğur Orbay, Ses: Necip Sarıcıoğlu,

Oyuncular: Tuncel Kurtiz, Şemsi İnkaya, Nilüfer Aydan, Orhan Ayça, Kuzey Vargın, Didem Gürüzümcü, Tarkan İnkaya, Kemal İnci, Tuncer Necmioğlu, Didem Gürüzümcü, Süer İzat, Nilüfer Aydan, Suna Dizdar, Sema Onur, Tunca Yönder, Levent Ulukat, Muhlis Aşan

Konu: Geçmiş yıllarda deva kervanlarıyla ticaret yapmış, zengin topraklara sahip Egeli iki aile, Karatülü ve Buhurcular, çağdaş eğitim görmüş işadamı yolunda adım atmak isteyen oğullarının ısrarları sonucu otobüs işletmeciliğine karar verir ve otobüs firmaları kurarllar, Bu durumda develerini de yalnızca güreşlere katılmaları için eğitirler. Böylece rekabetlerinin boyutu değişir, Karatülü çiftliğinde savran (deve yetiştiricisi) olarak çalışan Kerim, bir gün yörelerine gelen çingene abasındaki çeribaşının kızı Aysuda'yı görür ve ona aşık olur. Aysuda yaşlı savrana dostane bir yakınlık duyar, kızın ondört onbeş yaşlarındaki kardeşi Ali de hayran olduğu Kerim'e özenerek savran olmaya karar vererek abadan kaçar ve Kerim'in yanına sığınır. Bir gün Kerim bütün oba halkının ve tabii sevdiği kadın Aysuda'nın da bölgeyi terk ettiğini görür ve beyninden vurul muşa döner. Yaşama sevincini yitirir. Üzüntüden sarhoş olduğu bir gece, farkında olmadan Karatülü çiftliğindeki deve ahırının yanmasına ve değerli yarışçı devenin ölümüne neden olur. istemeden neden olduğu bu olay nedeniyle çiftlikten kovulur. Buhurcular ailesine sığınmak isteseler de oradan da olumlu bir yanıt alamaz. işsiz kalan Kerim, Ali ile birlikte iş ararlarken eski deneyimli savranlardan Musa Dayı'nın yarışmaya hazıriamak istediği Çökertme adlı devenin eğitimini üzerlerine alırlar. Kerim ile Ali Çökertme'yi yarışmaya hazırlamak için günlerce çalışırlar. Yarışma zamanı geldiğinde Kerim'in eğittiği Çökertme tüm devleri alt eder, bu arada Karatülü ailesinin devesini yenince de işler karışır.

Konu: Yıllar önce deve kervanlanyla ticaret yapan toprak sahibi Egeli iki aile, Karatülü ve Buhurcular, çağdaş eğitim görmüş oğullarının ısrarlarıyla yeni bir iş kararı alırlar. Bundan böyle otobüs işletmeciliği yapıp develerini de yalnızca güreşlere katılmaları için yetiştireceklerdir. Aileler arasındaki rekabet yeni işleri nedeniyle boyut değiştirirken Karatülü Çiftliği'nin 'savran 'larından (deve yetiştiricisi) Kerim (Tuncel Kurtiz), Çingene obasındaki Cerihasının kızı Aysuda 'ya (Didem Gürüzümcü) aşık olur. Çingene kızının erkek kardeşi Ali ise yaşlı Savran’a hayranlık duyar ve onun gibi deve yetiştiricisi olmak için obayı terk edip Kerim 'in yanına yer leşin Kerim, bir sabah tüm oba halkının bölgeyi terk ettiğini görünce çılgına döner. Aşık olduğu Aysuda 'yi kaybetmenin acısıyla sarhoş olduğu bir gece deve ahırının yanmasına neden olur. Yangında çiftliğin çok kıymetli yarışçı devesi ölür ve Kerim de işinden kovulur. Ve küçük dostu Ali ile yollara düşerler Sığınacak yer ararlarken Kerim eski savran’lardan Musa Dayı ile tanışır ve onun Çökertme adlı devesini varışlara hazırlamaya haşlar.


Ödül:

2. Adana Altın Koza Film Festivali'nde (1997)

►Kuzey Vargın “en iyi yardımcı erkek Oyuncu”

10. Uluslararası Ankara Film Festivalinde(1998)
    ►Nedim Otyam “En iyi müzik"


FİLMİ İZLE 


 

 

BİZİM MESELE (1997)

Senaryo ve Yönetmen: Ali Yılmaz Görüntü Yönetmeni: Ahmet Demir, Yapım: Kamber Film/Kamber Dalçık

Oyuncular: Şehnaz Dilan, Mesut Engin, Tuncay Akça, Nusret Camgöz, Remo Değerli, Hazal Sümer, Cevdet Balıkçı, İbrahim Kurt, Emin Çalışkan, Yıldız Doğantürk

Konu: Piknik yaptıkları yerde tacize uğrayan bir ailenin dramı.

 

 

BİTMEYEN BEKLEYİŞ (1997) 

Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Nadire Zeybel, Görüntü Yönetmeni: Ferhat Bakır, Müzik: Arif Şentürk, Yapım: As Film/Mehmet Aksu

Oyuncular: Arif Şentürk, Nazan Ayas, Mesut Engin, Samimmeriç, Sami hazinses, Gülderen Acar, Yaprak Tan, Cemal Sağlam, Okan Akın, Nejat Gürçen, Yaprak Tan, Kemal Sağlam

Konu: Bilinçlenen köylünün zamanla ağaya karşı çıkışlarını konu alan bir köy filmi.

 

 

BENİ BENSİZ YARGILADIN (1997) 

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Ekol Yapım/Yılmaz Durul

Oyuncular: Cemal Gencer, Nur Topaloğlu, Engin Aksu, Belgin Çetin, Ekrem Erkek, Güneş Olcay, Yılmaz Durul, Esra Uğurlu, Birsen Aslan, Cesur Yılmaz, Ece Arsoy, İbrahim Kurt, Ahmet Altınbaşak, Halim Kurtoğlu, Bilal Ürper, Ali Ateş, Bülent Özkaya, Sabahattin Anlı, Reşat Özçelik, Mehmet Bereket

Konu: Hapisten çıktıktan sonra temiz işler yapmak isteyen genç adam, bir tezgahtar kıza aşık olur. Bu arada gene de kanunsuz pişs işleri yapmaktan kendini alıkoyamaz.

 

 

BABAMI ARIYORUM (1997) 

Senaryo ve Yönetmen: Yılmaz Atadeniz, Kamera:Rafet Şiriner, Müzik: Berrak Taranç, Kurgu: Yusuf Aldırmaz, Yapım: Bizim Film/Behçet Nacar

Oyuncular: Ali Karagöz, Çiçek Dilligil, Betül Arım, Behçet Nacar, Beco Nacaroğlu, Tarkan İnkaya, Rıza Sönmez, Zeynep Kaçar

Konu: Köyünden ayrılıp İstanbul’a çalışmak için gelen adamdan ailesi uzun süre haber alamaz. Oğlu babasını bulmak için İstanbul’a gider, bir dizi maceradan sonra babasını bulur.

 

BABAMA MAŞALLAH (1997) 

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmneni: Mustafa Kuzu, Yapım: Ekol Film/Yılmaz Duru

Oyuncular: Ekrem Erkek, Güneş Olcay, Yılmaz Dural, Esra Uğurlu, Birsen Aslan, Cesur Yılmaz, Ece Arsoy, İbrahim Kurt, Ahmet Altınbaşak, Mustafa Güngör, Halim Kurtoğlu

 

AVCI (1997) 


Yönetmen:
Erden Kıral, Öykü ve Senaryo: Osman Şahin Görüntü Yönetmeni: Jurgen Jurges, Müzik: Arto Tunçboyacıyan, Yapım: Film Prodüksiyon /Erden Kıral, Gül Togay, Ahmet Sarpyuener, Frechzi Gabor, Jan Sıkl Kurgu: Mevluıt Koçak, Kostüm: Çağla Ormanlar, Yapım Sorumlusu: Sadık Deveci, Yardımcı Yönetmen: Serdar Akar, Yönetmen Asistanları: Nur Arık, Deniz Kıral, Dekor: Yavuz Fazlıoğlu, Süleyman Kara, (Macar ve Çek ortak Yapımı. Eurimages, Kültür Bakanlığı ve Efes Pilsen'in katkılanyla)

Oyuncular: Fikret Kuşkan, Ahmet Uğurlu, Jale Ankan, Tomris Oğuzalp, Erol Demiröz, Suavi Eren, Fikret Fırtına, Mehmet Çepiç, Tamer Yılmaz, Hilal Uç, Nur Kulakoğlu , Kemal Karaboğan,

KONU: İki hikayeden oluşan ve o yöre halkının dilinde zamanla bir "söylenceye" dönüşen destansı bir aşk öyküsü. Gelinle damat bataklık, sulak bir alanda sandalla yol almaktadır. Arkadaki teknede ise yaşlı bir adamla kadın vardır. Yaşlı adam ötmekte olan kuşun sesini dinlerken, modem giyimli ve torunu olan genç adama kuşlarla konuşup konuşamadığını sorar. Yaşlı adam, bir kuşun yörenin en güzel kızı Zala hakkında anlattığı hikayeyi anlatmaya başlar.

Zala, Çolakoğlu Osman'ın karısıdır. Osmanlıya kafa tutan Çalakoğlu Osman'ın dedeleri Balkanlıdır. Yaşlı adamın bulunduğu bölgeye, dağlara sürgün edilmiş olan Osman bey, Osman bey aşiretinden kalan beyliği sürdürmekteymiş. Güzelliği dillere destan olan Zala, bir gün babasını, köyünü özlediğini söyleyerek Osman beyden kendisini köyüne götürmesini ister. Osman bey Zala'yı atının terkisine koyup yola koyulur. Yolda giderlerken onları ormanda yaşayan yakışıklı, genç bir adam takip etmeye başlar. Hikayeyi anlatmakta olan yaşlı adam o gün bir tufanın olduğunu söyler. Osman ve Zala metruk bir kulübeye sığınırlar. İçerde kendilerini takip eden adamla karşılaşırlar. Osman'ın beşli 9 mm'lik mavzeri genç adamın ilgisini çekmiştir. Osman ve Zala Bolkar' a giderken, genç adam için ise bir yere gitmek değil yolda olmak önemlidir. Genç adam can yoldaşı şahine, tuzaklarından yakaladığı kuşlardan, kendileri için de topladığı mantarlardan getirmiştir. Osman kulübeden dışarıyı teftişe çıkar, döndüğünde adam kulübede yoktur. Gece olunca yeniden dışarı çıkan Osman ağaçların hareket ettiğini görür. Bu arada midesi bulanan Zala'yı adam kusturur. İçeri geri dönen Osman ağaçların yürüdüğünü, kuşların uçmadığını söyler. Adam yürüyen ağaçları bilmediğini ama yıllardır avcıların peşinde olduğu ağlayan kuştan bahseder. Osman kuşu gördüğünü, ağacın üzerinde bir ışık beneği olarak belirip göz kamaştırıcı bir hale geldiğini anlatır. Bu arada teknelerde yol alanlar sazlıkların arasında kalmış yollarına devam etmekte zorlanmaktadırlar. Adam elindeki iple Osman'a bir oyun gösterir. Bu arada adam ile Zala arasında bir yakınlaşma hissedilmektedir. Adam Zala 'ya sıcak bir havada ormanda yürürken gördüğü bir düşü anlatır. Adam ağaçlardan bir mask oymuştur.

Zala, adama maskın kim olduğunu sorduğunda kendisi olduğunu öğrenince "ben senin gördüğün gibi değilim" der. Zala arkası dönük yatmakta olan Osman'a ormanda ağlayanın kuş değil kendisi olduğunu söyler. Ayaklarına boyayla şekiller çizen Zala'nın açılan bacaklarından adam gözlerini kaçıramaz. Uyumakta olan Osman'ın ellerini bağlayan adam, Zala'nın arkasından dışarı çıkar. Zala adamın baştan çıkarma çabalarına dayanamaz ve aralarında tutkulu bir sevişme başlar.

Bu arada sesleri duyan Osman, bileğindeki ipleri ateşte yakarak çözüp dışarı çıkar ve adamı silahıyla vurur. Zala çılgın gibi ağlamaktadır. Osman'ın "kimse görmedi buralardan gidelim" isteğine "ben gördüm" ya diye yanıt verir. Zala ormanda koşarak kaçmaya başlar.

Teknede ilerlemekte olan yaşlı adam Osman beyin çok sonra cesedinin kulübenin yakınlarında bulunduğunu söyler. Zala'ya ne olduğunu ise kimse bilmemektedir. Zaman zaman ormanda zil sesleri duyulduğunu söyleyen yaşlı adama yaşlı kadın, anlattıklarının yalan olduğunu söyler. Adam kadına sözün ve suyun akışı kesilmez diye yanıt verir. Yaşlı adamın söylediklerinin yalan olduğunu söyleyen yaşlı kadın hikayenin başka versiyonunu anlatmaya başlar. Zala ile Osman Bey ormanda yol alırlarken karşılarına bir falcı kadın çıkıp atlarını sakinleştirir. Bu arada oraya gelen genç bir adam falcının at hırsızı bir cadı olduğunu söyler. Zala ile Osman yollarına devam ederken adam da onları takip etmeye başlar. Adam onlara eşkıyaların buz tutmuş bir kuyuya gömdükleri Osmanlı altınlarından bahseder. Zala adamdan hoşlanmaz ve Osman'a gidelim der. Fakat Osman bey altın lafından etkilenmiştir. Zala'yı bulundukları yerde bırakarak yakındaki kuyuya giderler. Adam, kuyunun başında Osman beyin başına vurarak bayıltır ve onu bağlayarak kuyudan sarkıtır. Geri dönen adam Zala'yı kuyunun yakınına getirip tecavüz etmeye yeltenir. Zala adama Osman beyi öldürmesini söyler. Adam kuyuya inerken kadın ağaca bağlı olan ipi keserek ikisini de kuyunun dibine gönderir. Adam Osman beye karısının bir fahişe olduğunu ve onları bırakıp gittiğini söyler ve Osman'ın iplerini keser. Osman adama saldırıp bıçakla kulağını kesme girişiminde bulunsa da adamın konuşmalarının da etkisiyle vazgeçer. Adam Osman'a birbirlerine yardım etmeden kurtulamayacaklarını söyler.

 

Birbirlerinin sırtına çıkarak ucunda ilmik olan urganı kuyunun dışına atarak çıkmaya çalışırlar. İpin kuyunun dışında bir yere takılmasını sağlayamayan adam vahşi hayvan gibi bağırmaya başlar. Teknedekiler bataklıkta ilerlemeye devam ederken yaşlı kadın susmuştur. Gelinle damat öndeki teknede ayakta durarak giderlerken tekne bir yerde durur. Gelin elinde kalbe benzeyen ve üstünde yıldız ile ay şekli olan bir taşı suya bırakır. Bu arada yaşlı kadınla adamın teknesinde olan ve onların torunu olan küçük kız Zala'yı gördüğünü söyler. Diğerleri Zala'yı görmemiştir. Yaşlı kadın, Zala ananın torununa göründüğüne; kalbi temiz olana, çocuk kısmına her şeyin mal olduğunu söyler. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran, Doç.Dr. Bülent Vardar, “20. Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf: 129  131 ”

4 "Avcı", Kurosawa'nın bir Japon klasiğinden uyarladığı "Raşamon"un, Anadolu versiyonu olarak nitelendirilebilir. Filmin geçtiği mekan, kişilikler, konu ve temalar aynı. Bir başka ilginç benzerlik de her iki filmin de yönetmenIerin tutumunda. Kurosawa'nın "Ran"da çok belirgin olduğu gibi bir Shakespeare yapıtını (Kral Lear) 'Japonlaştırması' gibi Erden Kıral da sanki bir Japon yapıtını 'Anadolulaştırıyor'. İnsanın doğasını, duygu ve tutkularının ne coğrafya ne de zamana göre belirlenmediğini ve temelde hep aynı olduğunu, aynı kaldığını, şiddet ve cinselliği temel iç güdüler sayan Freudyen bir yaklaşımla ortaya koyuyor. (Alin Taşçıyan, Milliyet G., 06 Mart 1998)

4Şiddetli bir yağmur sonrası ormanda yollarını kaybedip sığındıkları kulübede bir avcıyla karşılaşan Çolak Osman BeyZala çiftinin öyküsünü görüntüler Avcı. Ve söylencelerden oluşan bir efsaneyle başlar film. Zala'nın öyküsü önce köylülerden bir erkeğin anlatımıyla verilir, sonra da bir köylü kadının bakış açısından...

Birbirleriyle çelişen bu iki anlatının hangisi yalan, hangisi doğrudur? Belki de hiçbiri? Anlatılan bir efsanedir çünkü. Ve Erden Kıral’a göre de "filmde herkes yalan söylüyor." Herkesin kendi hayal güçlerine, hatta daha öte kişisel çıkarlarına göre kurdukları "yalan dünya"da öykü giderek değişime uğrarken, Zala da kendi gerçeğini yitiriyor böylece.

Birinci episodda altı çizilebilecek bir "cinsel zorbalık"tan söz edilemez. Avcının (Fikret Kuşkan) gözleri, Çolak Osman'm karısı Zala'nın (Jale Arıkan) üzerindedir. Cinsel taciz, avcının bakışlarında, gözlerindedir. Ona saldırarak değil, bastırılmış cinselliğini uzaktan bakışlarıyla uyararak ona sahip olmak ister. Aslında Zala da böyle içsel bir beklenti içindedir. Karşıdan gelecek bir kıvılcıma hazır "saatli bomba" gibidir...

Bir süre sonra şiddetli bir "cinsel patlama"ya tanık oluruz. Gün doğarken bir sabah avcı, ormanda Zala'ya yaklaşır. Ona sarılır. Dudak dudağa gelirler. Zala, en küçük bir tepki göstermez. Tersine arzu doludur. Eğer bu bağlamda bir saldırı, ya da cinsel bir taciz varsa bu karşılıklıdır. Ve şiddet, Zala ile avcının vahşi sevişmelerinde vardır yalnızca. Kaldı ki dudak dudağa sert biçimde başlayan bu kucaklaşmaya kendini kaptırıp, avcıyı azgınca soymaya çalışan da Zala' dır.

Sırtı dev bir ağaç gövdesine dayalı Zala, oral seks eylemini anımsatan bir davranışla alttan göğüslerine doğru öperek yükselen avcıyla ayakta sevişir. Ardından onlan bu kez, elleri arkadan bağlı Çolak Osman'ın (Ahmet Uğurlu) gözüyle izleriz. Avcı, Çolak Osman'ın ellerini kulübede uyurken bağlamıştır. Çolak Osman, kulübeden dışarıya baktığında her şeyi görür. Kuş sesleriyle, yerde ve avcının üzerinde sevişen karısının zevk çığlıkları birbirlerine karışır. Vahşi orman dekoruna uygun hayvansı bir sevişmedir bu. Şaşkın ve acılı Çolak Osman, kulübe içindeki uzaklıktan nasıl görüyorsa, biz de öyle, aynı uzaklıktan görürüz. Kamera yakına girmez bu sahnenin devamında. Çünkü avcı, Zala'nın üzerinde gidip gelirken çıplaktır. Erden Kıral, pornografinin tuzağına düşmemek için, Fikret Kuşkan’nı bu sahnede ki çıplaklığını özellikle uzaktan ve soft bir çekimle görüntüler. İki vücudun birbiri üstünde hayvansı devinimi, bu tür teknik bir uygulamayla çekildiğinde flulaşır, deformasyona uğrar. Objektiferle "mikroskobik incelikte bir erotizm anlayışı" egemendir bu "müstehcenlikten kaçış sahnelerinde. Diğer anlatıyı oluşturan ikinci episodda ise, temel öykü aynı ama kimlikler değişime uğramıştır. Özellikle de birinci anlatımda kendi isteğiyle cinsel doyuma ulaşan Zala, bu kez "o Zala" değildir. Ormanda avcının saldırısına uğradığında karşı çıkar, direnir, "cinsel terör" karşısında teslim olmaz. Bu mücadele sırasında avcının yumruğuyla bayılır. Ayıldığında yerde yüzükoyun yatmaktadır. Beline kadar çırılçıplaktır. Avcı üzerindedir. Ancak cinsel ilişkiye giremediği ve ona sahip olamadığı için büyük bir panik içindedir. Bir türlü ereksiyona geçemez. Kendi kendine eliyle oynasa da...

Zala, kaçıp kurtulmak ister. Ancak bıçak tehditi altındadır. Canını kurtarmak için, avcının cinsel tacizine istemeyerek de olsa katılmak zorunda kalır. Çıplak bedeninin üzerinde umutsuzca çırpınan, iktidar savaşı veren avcıyı kendi eliyle uyarmaya çalışır. Ama nafiledir... Ve örtülü bir biçimde olsa da Türk sinemasının cinsellik literatüründe ilk kez bir erkeğe kadın eliyle mastürbasyon yaptırıldığını görürüz. Gerçekte bu ilginç bir sahnedir. Ormandaki "cinsel terör", sonuçta "cinsel trajedi"ye dönüşürken Zala'yla avcı, yani "kurban"la "cellat" filmin sonundaki "kuyu fantezisi"yle yer değiştirirler. (Agah Özgüç, Türk Sinernasında Cinselliğin Tarihi, Syf, 104, 105, 106)

NOT: Agah Özgüç'ün kitabında; Derman, Kurbağalar, Su, İpekçe, Dönüş, Aşkın Kesişme Noktası, Ziller filmlerinin de Osman Şahin öykülerinden uyarlandığı belirtilmektedir. Oysa bu filmlere kaynaklık eden bir öykü yoktur; fakat bu filmlerin, film öyküleri Şahin tarafından yazılmıştır. Sinema ile ilişkisi, sırf öykülerinin sinemaya uyarlanmasına bağlı kalmayan Şahin, bu örneklerde görüldüğü gibi doğrudan film öyküleri de yazmış. (Orhan Ünser)


FİLMİ İZLE 




 

ANLAŞMA NOKTASI (1997) 

Yönetmen: Zafer Par, Senaryo: Macit Koper, Görüntü Yönetmeni: Ahmet Servidal, Müzik: Bora Ayanoğlu, Yapım: Gülşah Film//Selim Soydan

Oyuncular: Hakan Ural, Selçuk Ural, Funda Barın

Konu: Hakan, oğlu ile aralarındaki anlaşmazlıkları düzeltmek için birlikte tatile çıkar. Sahilde dolaşırlarken baygın bir kıza rastlarlar

 

AKŞAMCI (1997) 

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Arkan Film/Ahmet Arkan

Oyuncular: Cemal Gencer, Hicran Candan, Engin Aksu, İbrahim Kurt, Ali Uz, Muazzez Ayan, Mehmet Bereket, Kemal Sağlam, Okan Akıncı

Konu: Alkol bağımlısı bir adamın öyküsü. Genç adam meyhane arkadaşlarının tuzağına düşerek, bir soyguna karışır. Olaydan sonra pişmanlık duyarsa da iş işten geçmiştir.

 

AKREBİN YOLCULUĞU (1997) 



Yönetmen: Ömer Kavur, Senaryo: Macit Koper, Ömer Kavur, Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman, Müzik Atilla Özdemiroğlu, Yapım: Alfa Film/ Ömer Kavur, Janos Rossa Objektif Film Stüdyo/Ana Vasova Barandov Biografia Sanat Yönetmeni: Selma Gürbüz, Kurgu: Mevlüt Koçak, Yapım Asistanı: Mete Şen, Yardımcı Yönetmen: Arslan Kaçar, Hülyas Bilban, Set Fotoğrafları: Necdet Taşçıoğlu, Jenerik Kurgu: Hilmi Güver, Kuaför: İbrahim Karakız, Uygulayıcı Yapımcı: Sadık Deveci, Eurimages’in, Sinema Vakfı’nın ve Efes Pilsen’in katkılaıyla

Oyuncular: Mehmet Aslantuğ, Şahika Tekand, Tuncel Kurtiz, Nüvit Özdoğru, Aytaç Arman, Tomris Oğuzalp, Rana Cabbar, Kenan Bal, Macit Koper, Mehmet Bulduk

Konu: Esrarengiz bir yabancının kendisine verdiği bir saat kulesinin adresi ve anahtarıyla yola çıkan gezginci saat tamircisi Kerem Usta, Gölköy adlı bir kasabaya varır. Dik bir yamacın tepesine kurulmuş saat kulesine bakmaya gittiğinde burada karşısına çıkan gizemli bir kadının etkisine kapılır. Ardından saat kulesiyle birlikte kasabadaki bir çok şeyinde sahibi olan Agah Bey'le tanışır ve kulede gördüğü kadının Agah Bey'in karısı Esra olduğunu öğrenir. Ertesi gün Esra'yı kasabada gören Kerem, göl kıyısına kadar onu izler. Bu arada, bir başka adamın da kadını izlediğine tanık olur. Oradan uzaklaşırken duyduğu silah sesleriyle geri dönen ve gölde adamın cesediyle karşılaşan genç adam hemen koşup polise haber verir. Ancak polislerle birlikte olay yerine döndüğünde ceset ortadan kaybolmuştur. Gariplikler birbirini izlerken, Agah Bey onu kuledeki bozuk saati onarmakla görevlendirir. Esra ise Kerem'den saat kulesine bir çan yapmasını ister. Genç adam çanı döktürmek üzere başvurduğu dökümcüden, yıllar önce yine böyle bir çan siparişi verildiğini ama çanı almaya kimsenin gelmediğini öğrenir. Olayların gizemini çözmeye çalışırken Esra'ya giderek büyük bir tutkuyla bağlanan Kerem, Agah Bey'in tehditleriyle de yüzleşmek zorunda kalır. Geçmişin ve geleceğin iç içe girdiği bu karmaşık olaylar yumağı içinde, tüm tehlikelere karşın gerçeğin peşine düşer. (Türsak Sinema Yıllığı 97/98)

Ödüller:

9. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1997)
► "Akrebin Yolculuğu"na "Jüri Özel Ödülü",
► Ömer Kavur "En İyi Yönetmen",
► Tuncel Kurtiz "En İyi oyuncu”
► Macit Koper "En İyi Senaryo".
► Erdal Kahraman "En İyi Görüntü Yönetmeni"
► En iyi Kurgu “Mevlût Koçak”
► Seçiciler Kurulu Özel Ödülü

 16. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde (1997)
► Yılın en İyi Türk Filmi “Akrebin Yolculuğu” ► Ömer Kavur “ En İyi yönetmen”

 11. Adana Altın Koza Film Festivali (1997) ► “En İyi Senaryo”
► En İyi Müzik “Atilla Özdemiroğlu”
► Adana Büyükşehir Belediyesi Özel Ödülü

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1997)
► Ömer Kavur "En İyi Yönetmen"
► Erdal Kahraman "En İyi Göüntü Yönetmeni"

&  Ömer Kavur, sinemasının bilinen hemen tüm öğelerini yeniden, bir kez daha, görkemli ve kusursuza yakın bir bireşim içinde karşımıza getiriyor. Filmi öylesine "Kavurien" ki, onu biraz tanıyan herhangi bir sinemasever, ne olduğunu bilmeden birkaç dakika izlese, bir Kavur filmi olduğunu anlayabilir. Bir zamanlar, benim için sinemada başarı formülünü üç sihirli G'ye bağlamıştım: güzellik, gerçeklik ve gizem... Akrebin Yolculuğu işte bu üç ögeyi kendinde topluyor. Inanılması zor denecek kadar estetik, baştan sona gizemli ve tüm bu gizemin ardında, insanın ve de bizim kültürümüzün gerçeklerine yaslanan bir film bu…


Kör müzisyenler topluluğunun solisti o bülbül sesli kadının bir yerde Kerem Usta'ya söylediği gibi: "Siz de bir seyyahsınız... Kaybolan belgeleri ve unutulmuş kasabaları arıyorsunuz". Ama Kerem Usta, biraz da kadının, Esra'nın kişiliği: çocuklugunda babasıyla birlikte sürekli Anadolu'yu gezen, her kasabada özellikle saat kulelerine hayran olan ve onlardan birine gerçek anlamda sahip olmayı hep dilemiş kişi, Esra kadar Kerem Usta, ama onların da ötesinde, Kavur'un kendisi olmasın?

 Evet, Kavur bize çekici bir aşk ve tutku öyküsü anlabyor. Hikayeyi zaman zaman katedip geçen o gizemli "şapkalı adam"ın kendisine verdigi bir harita ve bir anahtarla, Gölköy takma adlı o harikulade Anadolu kasabasına gelen, ömrünü saatlere adamış Kerem Usta, orada tamir edilecek bir saat kulesiyle birlikte, köyün yarısına oldugu kadar çekici ve hüzünlüEsra'ya da sahip, öldürme egilimleri belirgin Agah Bey, Agah Bey'in yerel Notre Dame'ın Kamburu kılıklı has adamı, sıradan ve tipik bir kasaba oteli ve onun yalnızca yıllar önce bir müşterinin bırakıp gittigi papaganla iletişim kurabilen yaşlı yöneticisi gibi kişilikler buluyor. Elbette kadına aşık oluyor, elbette Agah Bey'in öfke ve nefretini çekiyor. Filmin başında tanık oldugu, katili ve maktulü belli olmayan cinayetin gizi ise, bir kısır döngüyü anımsatan bu esrarlı hikayenin sonunda çözümleniyor (mu acaba?)…

Erdal Kahraman'ın sinemamızda şimdiye dek hiç gönnedigim olgunlukta güzel görüntülerle anlattıg. o kasaba, boş zamanlarında arabasına atlayıp Anadolu'yu baştan başa gezdigi bilinen Ömer Kavur'un sayısız filminin gözde dekoru degil mi? O saat kulesinin çok benzeri Gizli Yüz'de de yok muydu? Küçük ve bakımsız kasaba oteli, o "kaybolan belgelerin" hesabının en iyi görüldügü gözde Kavur mekanı, yeni bir Anayurt Oteli degil mi? Göl dekoru, yine Kavur filmi Göl'den çıkıp gelmiyor mu?

Kuşkusuz Akrebin Yolculuğu, Kavur kadar senaryo ortak yazarı Macit Koper' den de destek alan bir film... O ölümcül aşk üçgeni, o yaşlı adamın genç kadına tahakkümü, tipik Koper motifleri... Ama Kavur, sanki öyküye kendi kişiligini damgalamış. Gönnek ve görmenin göreceligi de tipik bir Kavur motifi degil mi? Sanki Esma'nın geçmişini barındıran evin yolunu gösteren kocaman göz, suyun dibine attıkları çanı bulma karşılıgında aydınlıga kavuştuklarını savlayan kör şarkıcılar gurubu, göle düşürdügü güncesini ancak gözleri baglandıgmda bulan kahramanımız, görmenin bir aracı olan ayna ve aynaların karşılıklı yansıtılması gibi sahneleri anımsayınız…

Ama Akrebin Yolculuğu, temelde zaman üzerine bir film... Kerem usta, zamanla ilişkili bir mesleği, saat tamirciliğini yürütürken, aynı hikayeyi farklı zamanlarda yaşıyor, kendi kaderini paylaşmış bir diğer ustanın dükkanını "Tekerrür Sokağı"nda buluyor, belki çocukluğundan beri sevdigi ve aradıgı bir kadına erişiyor, onu kaybettiğinde bile "insanların ölümlü, ama duyguların ölümsüz olduğunu" düşünerek teselli buluyor. Sonunda "içinde kendisinin olmadığı bir zaman"ı buluyor Kerem usta... Ve bu zamana uzaktan tanıklık ediyor. Kendi geçmiş hazin ve ürkünç macerasına uzaktan bakıyor.

Ve film, zaman denen gizem üzerine, mitolojiyi anımsatır biçimde, zamanı kumaş gibi ören kadın görüntüsüyle son buluyor.

Akrebin yolculuğu, karmaşık, kapalı, yoğun, zengin bir film. Ömer Kavur sanki bu filmle edebiyatımızdaki bir Orhan Pamuk olgusunun görsel ve sinemasal dengini buluyor. En olgun biçimine ulaşmış kişisel Kavur motifleriyle sanki belli bir Sufi düşüncesini harman eden bu filmi görmenizi ve üzerinde tartışmanızı dilerdim..”Atilla Dorsay, Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları , syf 33”

& Şahika Tekand'ın güçlü yorumuyla bir çok rolün üstesinden gelebileceğine inanıyorum. Ancak bu role uygun olmadığı kesin. çünkü saat tamircisinin kadını hiç tanımadan, erdemleri varsa bilmeden, yalnızca yolda görüp aşık olmasının, peşine düşmesinin bir tek nedeni olabilir: Bu kadın binlerce yıldan beri efsaneleşen kadın güzelliğinin imgesi ve simgesidir de ondan. Ölümü göze aldıran güzelliği, çekiciliği, zarafeti, her kımıltısının büyüsü yoksa, bu öyküde ölüm pahasına duyulan aşkın açıklanması da olanaksızdır. Şahika Tekand bu resmi veremediği için, filmin en mükemmel yanı olan görkemli görüntülerin arasında "kadın" imgesi tümüyle eriyip gitmiş. Büyü öteki görsel malzemelerde, ama asıl gereken yerde, "kadın"da yok. Düz, kaba pabuçları, gövdesini hantallaştıran hırkası ve öteki giysileri İle oyunculuğunu saygı İle andığım şahika Tekand, burada olması gereken kadına ters düşüyor. Filmin yüreği yalnızca Tuncel Kurtiz’in "kıskanç kocayı" yorumladığı yerlerde, özellikle de av sahnesinde. Onun dışında öykünün kişileri yaşamayan, inandırıcı olmayan kişiler. Başta bu üçlüyle sağlam kurulmuşa benzeyen öykü, daha araya giren çok sayıda ve işlevsiz imgeler/simgeler yüzünden anlaşılmaz, karmaşık, huzursuz bir yapı kazanmış. Papağan havada asılı göz, cüce, dilsiz kör müzisyenler, beşik, mezar, madalyon gibi öyküye hiçbir katkısı olmayan imgeler/simgeler öykünün içini, bir depoda rastlantıyla yana gelen eşyalar gibi doldurmuşlar. İşte bu nedenle öykü soluk alamıyor. Kişiler bir boğuntu içinde çabalayıp duruyor (Tuncel Kurtiz dışında) bir türlü canlanamıyorlar...

Bazı yapıtlar eksikliklerine karşın kendilerinden söz ettirirler. Bu filmin öğrencilere uzun süre ders olarak izlettirileceğini düşünüyorum. Çünkü özgün bir yönetmen olan Ömer Kavur "Akrebin Yolculuğu"nda adeta bir laboratuar çalışmasının titizliği içinde planlayarak kurmuş yapıtını ve sanki salt sinema diliyle yarattığı görselliğin peşine düşmüş, Yalnızca bu tür çalışmanın sonucunu görmek için bile mutlaka izlenmeye değer bir film. (Yıldız Cıbıroğlu, Antrakt D.Mayıs 1997, sayı, 62, syf,37)

&  Yönetmenin en olgun ürünü olabilecek, dünyada ses getirebilecek boyutlarda bir film, ne yazık ki kaçırlmış bir baş yapıt. Sorumlusu ise yetersiz kalan senaryo... "Akrebin Yolculuğu"nda güzel bir tema, iyi bir çıkış noktası yakalamış yönetmen; iyi çözümlenmiş bir finalle noktalıyor filmini. Ne yazık ki, öykünün gelişim süreci çok cılız kalıyor. Salt gizem yaratmak adına söylenen sözler, düzenlenen mizansenler, izleyiciyi filmden koparıyor... İyi bir oyuncu olan Şahika Tekand ise yeterince inandırıcı değil. Filmin "tutku nesnesi" olarak en zor görev onda oysa ki. Sanıyorum senaryodaki boşluklar Tekand'ı zorlamış. kadını yeterince tanıyamamamız, anlatıcıların da onu yeterince tanımamalarından kaynaklanıyor olsa gerek. Bir yazar - yönetmen kuşkusuz bu olayı ya da karakteri ye terince açmamayı, kapalı bırakmayı seçebilir, ama kendisi de aynı kuşkulara sahipse ve anlatacağı konusunda yeterince kararlı değilse ya da bu konudaki birikimi, niyetlerini gerçekleştirmeye yetmiyorsa ortaya çıkan garip bileşimi herkes gönlünce değerlendirir (Bunun da adı, "Seçimi izleyici ye bıraktım" olmaz). Sonuç olarak, bir tutam Doğu felsefesi, Batı süzgecinden geçirilip enfes bir sunuşla karşınıza getirilmiş. Yerseniz! (Vecdi Sayar, "Hamam ve Akrebin Yolculuğu", Cumhuriyet K., 16 Mayıs 1997)

Ayrıca bknz., Sevin Okyay, Radikal, 03.05.1997; Tunca Arslan, Radikal, 07.05.1997; Neecati Sönmez, Radikal Film, 10.05.1997; Nezih Coşkun, Yeni İnsan, Yaz 1997; Yıldız Cııbıroğlu, Antrakt, Sayı 62, Mayıs 1997; Vecdi Sayar, "Hamam ve Akrebin Yolculuğu", Cumhuriyet, 16.05.1997.

 FİLMİ İZLE