Powered By Blogger

11 Aralık 2022 Pazar

 

IŞIKLAR SÖNMESİN (1996) 


Yönetmen:
Reis Çelik, Senaryo: Cemal Şan, Reis Çelik (Ferdi Eğilmez'in öyküsünden), Görüntü Yönetmeni : Aytekin Çakmakçı, Müzik : Mazlum Çimen, Yapım: Arzu Film/Ferdi Eğilmez Yardımcı Yönetmen: Muharrem Özabat, Sanat Yönetmeni: Lucky Wood, Kurgu: İsmail Kalkan, Speedcam: Ercan Yılmaz, Yusuf Güven, 1. Kamera Asistanı: Osman Evre Tolga, 2. Kamera Asistanı: Cüneyt Denizer, Fotoğrafçı: Ekrem Çelik, EfektSes: Tuncel Kurtiz, Mali Koordinatör: Ahmet Göç, Yapım Koordinatörü: Kazım Conker, Prodüksiyon Amiri: Selahattin Koca, Prodüksiyon Yardımcısı: Adnan Boğa, Set Amiri: Selahattin Geçgel, Özel Efektler: Ahmet Topal, Set yardımcıları: Hüseyin Ergüder, Çetin Gündoğdu, Işık Şefi: Selahattin İlhan, Işık Yardımcıları: Ali Yılmaz, Burçin Özsuna, Kostüm: Ali İnce, Mukadder Kırmızı, Dublaj Yönetmeni: Mustafa Aslan, Efekt: Ayhan Arlı, Çeviriler: Ali Tutal, Arslan Kaçar, Miksaj: Erkan Aktaş, Asistanı: Eyüp Yıldız, Labratuar Kontrol: Yusuf Özbek, Film Baskı: Mustafa Koç, Film Yıkama: Erhan Turgut, Jenerik: Özkan Sevinç, Grafik: Nurşen Öztürk

Oyuncular: Berhan Şimşek, Tarık Tarcan, Tuncel Kurtiz, Sermin Karaali, Yaman Tarcan, Erdoğan Seren, Meltem Şimşek, Öner Köybaşı, Bahadır Tok, Kazım Conker, Muharrem Özabat, Selahattin Geçgel, Yıldız Dinler, Remzi Mıncıkoğlu, Cemal Taşkın, Askerler: Ali Kılıç, Ahmet Cemadan, Ertuğrul Akagündüz, Yusuf Köse, Ersin Türk, Zarif Gönek, Rıdvan Yılmaz, İbrahim GülsünYüksel Kurt, Sıtkı Telli, Turbun Kurban

Konu : Türkiye'nin Güney Doğusunda geçer. Ayrılıkçı bir grup gerilla ve onları sert hava koşullarında takip eden komandalar arasında çatışma çıkar. Bu çatışmadaki silah ve bomba sesleri Çığ düşmesine neden olur. Ancak askerlerin komutanı Yüzbaşı Murat gerilla lideri Seydo ve onun kurtardığı yaralı bir kadın gerilla sağ kalmıştır. Sınırı geçmeye çalışan Seydo'nun izlerini takip etmekte olan Yüzbaşı Murat sonunda onları bir mağarada esir alır. Şimdi üçlü bir yolculuk başlamıştır. Bu maceralı ve gergin yolculukta kadın ölür. Düşman ikilinin zorunlu yolculuğu yeni bir boyut kazanmıştır. ikisi de birbirini kullanarak yolculuğu amaçlarına uygun noktalamak istemekte ve ona göre planlar hazırlamaktadırlar. Ama gelişmeler ikisinin de beklentilerinin dışındadır,

Çalışmaları yaklaşık 7 aydır süren "Işıklar Sönmesin"in çekimleri Bayburt, Erzincan, Erzurum'un 2 bin 3 bin metre yükseklikteki dağlarında gerçekleştirildi. Bütçesi 20 milyarı aşan filmin çekimleri bir ayda tamamlandı. Film 15 yıldır yaşanan güneydoğu olaylarını, güneyde ve doğura yaşanan Kürt sorunlarını anlatan, savaşın bitmesine yönelik bir katkı, barış filmi. Olay bir gerilla grubuyla askerler arasında geçiyor. Bu iki grup çatışma halindeyken çığ düşüyor ve hepsi altında kalıyor. İki grubun yaşadıkları insancıl ortaklık çerçevesinde gelip devam eden bir film Yüzbaşı Murat ile izini sürdüğü Seydo’nun Güneydoğu’nun karlı dağlarındaki mücadele öyküsü…

ÖDÜLLER

33. Antalya Altın Portakal Film Festivali 1996 Şermin Karaali

►Yılmaz Zafer Genç Yetenekler Onur Ödülü”

10. Adana Altın Koza Film Festivali 1996 Reis Çelik “Bilge Olgaç Özel Ödülü”

Magazin Gazeteciler Derneği 1996

► “En İyi Film,

► “En İyi Yönetmen”

► “En İyi Erkek Oyuncu” Berhan Şimşek

9 Ankara Film Festivali

►“En İyi Özgün Müzik” Mazlum Çimen

4 Ülkemizin üzerine bir kabus gibi çöken Güneydoğu sorunu üzerine yapılmış ilk dolaysız film, beyazperdede ... Gerçi zaafları var, gerçi tam anlamıyla başarılı bir sinema örneği değil ... Ama bir ilk olmanın ötesinde, içeriği ve özüyle savunulması gereken bir film ...

Orada, uzak ve karlı doruklarda hemen her gün yaşanan ve yansız ve heyecansız bir sesle haber bültenlerinden yansıyan bir olayla başlıyor film.,. Karlı tepeleri aşmakta olan bir otobüs durduruluyor, yolcuları indiren bir gurup terörist onları ve özellikle korucu olan birini sorguluyor ve gurup reisi Seydo'nun (Berhan Şimşek) ağzından mahkum ediyor. Paniğe kapılan korucu kaçmaya çalışınca da vuruluyor.

Sonra, yüzbaşı Murat komutasındaki bir komando birliği çeteyi takibe başlıyor, sıkıştırıyor, ateş altında bırakıyor. Ancak bu sırada düşen bir çığ, Seydo, yoldaşı Zozan ve yüzbaşı dışında herkesi yutuyor. Yüzbaşı sonra PKK'lıyı esir alıyor, can çekişen Zozan'la birlikte azılı doğada yolculuk başlıyor. Çeşitli durum değişmelerinden ve Zozan kadının kaçınılmaz ölümünden sonra, iki eylem adamı, yanmış, yıkılmış ve terk dilmiş bir köyün tek sakini yaşlı bir adam TunceI Kurtiz) ve torunuyla karşılaşıyorlar...

Işıklar Sönmesin, başta da söyledik, yüksek düzeyde bir sinema örneği değil. Yönetmenin belli bir tutukluğu var ve bu özellikle ilk kendini açık biçimde hissettiriyor. O vuruşma sahnelerinin çok daha canlı olması, o stres altında erken ateş açan erin hiç olmazsa birkaç sinemasal planla bize tanıtılması, o karlı dağ hüznünün daha iyi duyurulması gerekirdi. Ve de jandarma komutanından askeri birliğe, teröristlerden iki baş kişimizin karşılıklı sözlü hesaplaşmalarına, tüm konuşmaların onca kitabi olmaması, hayatta olduğu gibi kırıkdökük cümlelerle gelişmesi, hep klişelerden ve ilk akla gelecek yargılardan oluşmaması iyi olurdu.

Ama tüm bu kusurlar, belli bir noktadan sonra aşılıyor. O nokta da sanırım çığ sahneesi. Oldukça iyi başarılmış ve öncesi, sırası ve sonrasıyla sağlam bir dramatik tabana oturtulabilmiş bu bölümden sonra, film birden açılıyor. tki adamın ölümcül bir düşmanlıktan başlayıp yavaş yavaş diyalog kurmaları, en azından birbirlerini dinlemeleri ve belki kavramaya başlamaları, yeterli bir görsellikle de desteklenerek oldukça ilginç biçimde gelişiyor. Bunda iki oyuncunun, Berhan Şimşek ve Tarık Tarcan'ın düzeyli oyunlarının da bundaki katkısını belirtmek gerekir.

Ve tüm final bölümü, belki filmin en iyi yanı, Burada Kurtiz'in terk dilmiş köyün yalnız bekçisi rolü, gerçekten de iç burucu bir çizgiye yükseliyor. En azından terk edilmiş köyler olayındaki sorumluluğun paylaşılması gereğini ima eden bu final, günün koşulları içinde verilebilecek en yürekli ve akılcı mesajı veriyor. Ve filmin o çok başarılı son planı da, bu mesajı, sinemasal olarak unutulmayacak biçimde somutlaştırıyor.

Işıklar Sönmesin, yaşamsal bir konuda atılmış ilk küçük, ama önemli adım, utanılacak hiçbir yanı olmayan bir siyasal sinema örneği. Çağdaş sinemanın taşıması gereken sorumluluğu şiddetle duyuran bu filmi görmek gerekir. (Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”)

4 Bir duyguyu/düşünceyi anlatmak için beIirli bir araç seçersiniz. Seçtiğiniz araç bir sanat dalıysa ya onun klasik anlamda yetkin bir yaratıcısı olmalı ya da ona bir yenilik getirmelisiniz. Sanatta biçim içerik tartışması sonsuza dek sürüp gideceğe benzer. Ancak; devir yaratan, çığır açan, en azından önemli bir yenilik getiren biçimsel gelişmeler 'içi boş' bır yapıtla da ortaya konsalar derin içerikli bir yapıtın daha iyi sunumu için kullanılabilirler.

Sanat yapıtının içeriğiyle öne çıkması zaman zaman kaçınılmaz olabilir, hatta belirli bir konuda yüksek bir istemi karşılayabilir. Ancak o zaman da savunduğu tez yeterince güçlü olmalı ki etkisi görülsün.

Sözü yuvarlayarak bir giriş taksimi yaptım; çünkü Işıklar Sönmesin'i hiç beğenmedim. Bununla birlikte sinemada Güney Doğu'da süre giden savaşı taraf tutmadan konu alan, bölge halkının mağdur olduğunu ve barış istediğini belirten, ilk konulu uzun metraj film olduğu için emeği geçen herkesi takdir ediyorum. Öte yandan filmin sinematografik açıdan hiçbir şekilde doyurucu olmadığını göz ardı edemem. Dağ başında kar al tında çekim yapmanın ne kadar güç bir iş olduğunu biliyorum. Ama benzer koşullarda çekilmiş bir çok filme bakarak daha iyi bir görüntü kalitesi tutturulabilirdi.

Oyunculuk ve müzik de doğrudan zülfü yare dokunmayan senaryoyu desteklemeyince ortaya etkili bir film çıkmıyor. (Zülfü yare dokunmamasını kesinlikle eleştirmiyorum Sanatçı militan değildir.) Filmin başında korucunun öldürülmesi sahnesi o kadar yavan, babanın acı dolu haykırışı o kadar yapay kil Murat Yüzbaşı derseniz sevimli, cana yakın, içinde ne kin ne öfke bulunmayan idealist bir askeri Kürt gerilla biraz daha gerçekçi. Romantik finali ise ne siz sorun ne ben söyleyeyim. İyi niyetle, güzel bir amaca hizmet için çekilmiş bir film Işıklar Sönmesin. Ama bu güne dek Güney Doğu sorunu üzerine konuşulan ve yazılanların yarısı kadar bile vurucu olmayan bir içerik ve vasat bir sinema diliyle "ilk" olma cesaretini göstermenin dışında bir özelliği yok. (Alin Taşçıyan, Milliyet 25 Ekim 1996)

4 Az sayıdaki kimi örneğin dışında, sinemamızın başını kumdan çıkarıp bir tür 'silkinme' gerçekleştirmesi, ilk uzun konulu filmini çeken genç bir yönetmenin eliyle gerçekleşti. Uzlaşma'daki küçük rolünden tanıdığımız Reis Çelik, Kürt sorununu beyazperdeye taşıyarak yıllardır süren sessizliği bozdu.

Yapım sürecıne ilişkin gündeme giren tartışmalar bir yana, başı sonu belli, kendi içinde tutarlı bir 'tez filmi' biçiminde işlenmiş Işıklar Sönmesin. Reis Çelık, genç korucunun öldürülmesi ve babasının yakarışlarından başlayarak gerçeklikten kopmamaya özen göstermiş Korucunun yakını, tanınmamak için baskın sırasında yüzünü kapatan, vicdan sızısı duyan gerilla ya da takipteki askerlerin ruh halleri de mümkün olduğunca abartıya kaçmadan, 'olabileceği gibi' aktarılmış. Filmin ana yükünü omuzlayan Berhan Şimşek ve Tarık Tarcan'ın oyuncuIşıklar Sönmesin lukları ıse açık söyleyelim tahminlerimızin çok ötesinde ... Her ikisi de yalın ve güçlu birer oyunculuk sergiliyor, 'sarkmaya' yol açmadan zoru başarıyorlar. Sermin Karaali de filmin tek kadın karakteri Zozan rolünde kendine düşeni başarıyla yerine getiriyor. Oldukça dengeli, ekonomik, filmı başka mecraya kaydırmayacak bir rol biçilmiş oyuncuya. Öyküden 'çıkma' zamanı oldukça Iyi hesaplanan lozan "ın, gömülme sahnesi filmin zirve noktalarından birini oluşturuyor. Ama değınmeden geçmeyelim; herhalde kaşları alınmış tek kadın gerılladır Zozan ..

 

HOŞÇAKAL İSTANBUL (1996) "Goodbye Istanbul"


Senaryo ve Yönetmen:
Sami Güçlü, Foto Direktörü: Mahmut Yumuşak, Müzik: Bora Ayanoğlu, Kurgu: Yusuf Aldırmaz, Yapım: Görsel Film/Sami Güçlü

Oyuncular: Halil Ergün, Selma Güneri, Tuluğ Çizgen, Osman Cavcı, Meral Küçükerol, Güngör Varlı, Mümtaz Alpaslan, Ercüment Bulakoğlu

Konu: Emekli uzun yol kaptanı Numan, kızı Seval'in evlenmesi üzerine huzurevine yatırılır. Burada sıkılan Numan en sonunda Gönül Postasına "yakışıklı" rumuzuyla bir mektup gönderir. Kuzguncuk'ta babasından kalma bir köşkte oturan ve evlatlığı Osman'la birlikte yaşayan Kıymet ise evlenmek isteyen arkadaşı Nadide adına, bu rumuza bir mektup yazar. Numan Nadide ile tanışmak üzere Kıymet'in evine gider. Ancak karşılarında genç birini bekleyen kadınlar şok olurlar. Nadide sinirlenerek evi terkedir, Bir süre sonra da Numan ile Kıymet arasında bir yakınlaşma başlar.

Subject: Retired long-distance captain Numan is admitted to a nursing home after his daughter Seval gets married. Bored here, Numan finally sends a letter to Gönül Postası under the pseudonym "handsome". Kıymet, who lives in a mansion inherited from his father in Kuzguncuk and lives with his adopted son Osman, writes a letter on behalf of his friend Nadide, who wants to get married. Numan goes to Kıymet's house to meet Nadide. However, women who are waiting for a young person in front of them are shocked. Nadide gets angry and leaves the house. After a while, a rapprochement begins between Numan and Kıymet.

______________________________


 

HOLLYWOOD KAÇAKLARI (1996) "Hollywood Leaks"


Senaryo ve Yönetmen:
Muammer Özer, Kamera: Aytekin Çakmakçı, Kurgu: Muammer Özer, Müzik: Mazlum Çimen, Yapım: Kibele Film/Muammer Özer – Devkino (İsveç) – Pegasus Agency (Türkiye)

Oyuncular: Halil Ergün, Bülent Kayabaş, Füsun Demirel, Serra Yılmaz, Rahim Çakmak, Mehmet Balkız, Neşe Aygün, Halil İbrahim Kuzucu, Suzan Akay, Atilla Ergün

Konu: Kentin kenar mahallesindeki çöplüğün yakınlarında yaşayan ve aynı okula giden bir grup haylaz çocuk, okul dönüşünde aileleri istemese de çöplükte oynamaktadırlar. Bir koca karıyla saf oğlu kocaoğlanın yakınında yaşadığı bu çöplük, çocukların en sevdikleri oyun alanıdır. İyi arkadaş olan Fedai ile Tuna'nın yaşama ilişkin düşleri vardır. Fedai'nin lakabı Pele'dir ve futbolcu olmak istemektedir. Sinemacı olmak isteyen Tuna'nın lakabı ise Tarzandır. Tuna'nın babası demiryollarında çalışmakta ve onun okuyup adam olmasını istemektedir. Onun sinemayla ilgilenmesine, sinemaya gitmesine kızmaktadır. Dindar bir adam olan Tuna'nın babası, sinemanın günah olduğuna inanmaktadır. Okullar sömestr tatiline girmiş ve çocuklar karne almıştır. Sınıf ta kalan Fedai, sapanla okulun camlarını kırar. Eve döndüğünde annesi karnesindeki kırıklar yüzünden ona kızar. Kore gazisi olan babası Adem eve geldiğinde, Fedai'yi sınıfta kaldığı ve okulun camlarını kırdığı için döver. Fedai evden kaçar. Tarzan lakaplı Tuna'yla, . mahalleye yeni taşınan Funda, Fedai'nin gizlendiği kuş yuvasına giderler. Burası Fedai ve Tuna'nın ortak sığınadır. Funda'nın gelmesine önce sinirlenen Fedai, onu da aralarına almayı kabul eder. Tuna, Fedai ve Funda, çöplüğe bırakılan Herkül adını koydukları ata bakmaya gittiklerinde, Tuna'nın dikkatini çöplüğe atılmış filmler çeker. Tuna filmleri gömleğinin içine saklayarak gizlice eve sokar. Tuna’nın babası selüloid şeritleri gördüğünde sinirlenmiş ve Tuna'yı kuran kursuna yazdırmıştır. Çocuklar çevredeki ekonomik koşulu iyi olan birinin evine girmiş ve oradan uçan bir balonu çalmışlardır. Balonun altına bağladıkları şapkanın içine, bakkalın yavru köpeği sülüyü koyarak aya yollarlar. Çöplükten aldığı hurdalarla babasına yakalanan Tuna, babasından dayak yer. Tuna, babasının bataklığa attığı hurdaları çıkarmak için suya girer. Vücuduna yapışan sülüklerden çocuk hastalanır. Fedai'nin hurdaları satarak aldığı futbol pabuçlarını fotoğrafçıya rehin vererek, Tuna'ya film kamerası alırlar. Tuna, trenden film çekerken askeri bölgeyi çektiği gerekçesiyle karakola götürülür.

Çocuklar bir gün bataklıkta yüzerlerken girdikleri iddia yüzünden yüksekten merikan bandıralı bir gemiye binerler. suya atlayan batman boğulmuştur. Bu arada Tuna mahalledeki her türlü olayı kamerasıyla çekmektedir. Bir ;gece çöplükte sıkışan gazlar patlamış ve yangın çıkmıştır. Yangında, çöplükte yaşam mücadelesi veren herkülü kocaoğlan kurtaramamıştır. Tuna çektiği filmi evin bodrumunda arkadaşlarına gösterirken babasına yakalanmıştır. Adam filmleri yırtıp, projeksiyon makinesini kırmıştır

Tuna ve Fedai, Tuna'nın babasının aldığı kurbanlık koçu satarak Hollywood'a gitmek için evden kaçarak İstanbul'a gelirler. Limana gelerek, gizlice gemide saklandıkları yerde yakalanan çocuklar, makine dairesine kaçarlarken denize düşerler.


ÖDÜL:

8. Orhan Murat Arıburnu Öülleri (1996)

► Aliye Rona Jüri özel Ödülü

4 Muammer Özer, sinema sevgisinin yansıması olan Hollywood Kaçakları filminde, kendi çocukluğunun izdüşümlerinin, sinema aşkının sinematografik olarak karşılığını yansıtmak istemiş. Özer, filmi hakkında "Film benim yaşamımdan alıntı. Babam demir yollarında memurdu. Bir süre köyde kalıp şehire göç ettik. 13 14 yaşlarında Hollywood hayalleri kurmaya başladım. İşte bu filmde de küçük yaşlarda hayaller kurmaya başlayan iki çocuk var. Biri sinema düşleri kurup, yönetmen olmak istiyor. Diğeri ise Pele hayranı, futbolcu olmak istiyor" (diyerek düşüncelerini belirtmiş. Şüphesiz istemek çok önemli. Ama Özer'in çocukluğunun düşlerini yansıtmak istemesiyle, gerçekten yansıtması arasında fark var. Ne yazık ki "Hollywood Kaçakları" bu bağlamda, yansıtma isteğinin dışına çıkamayan bir film. Belirgin bir dramatik yapı, sürükleyici bir konu yok. Yaşamını İsveç'te sürdüren Muammer Özer'in sinema anlatımına, İsveç sinemasının o soğuk, durağan anlatımı yansımış gibi görünse de, aslında sinemanın ilk yıllarında örgütlenmesini tamamlayan belli başlı ülkelerden olan İsveç sinemasının derinliğini, ne yazık ki Özer'in filminde bulmanın olanağı yok.

Yönetmen "Çocukları ve onların hayal dünyalarını, özlemlerini, dostluklarını, en önemlisi de umutlarını ve içlerindeki gücü anlatan bir film olduğunu söylüyor Hollywood Kaçakları'nın. Şüphesiz iyi yanlı ve aydın niteliğiyle Özer, hem zor koşullarda yaşamakta olan çocukların düşlerine ayna tutmak, hem de onları ve ailelerini yoksulluğa mahkum eden koşulları da eleştirrnek istemiş. Ama ne yazık ki gerek eleştirilerinde, gerekse de ülkemiz insanlarının büyük bir çoğunluğunun yaşadığı yoksulluk sınırındaki mahalle yaşamını yansıtmada yapaylıktan kurtulamamış. Deyim yerindeyse Muuammer Özer, maalesef biraz Fransız kalmış. Olaylara kestirmeci, inandırıcı ollmayan bağlantılar oluşturmak filmi izleyende de yapaylık duygusunun oluşmaasını körüklüyor. Filmin en gerçekçi yanı, çocukların acımasızlığı ve adaletsizliiği. Bu bağlamda zayıf ve güçsüz olana karşı çocukların gösterdiği acımasızlık, genelolarak filmin iyi işleyen yanını oluşturuyor. Fedai ve Tuna'nın, babalarıının despot yanlarına karşın, düşlerinin peşinden koşmaları ve Hollywood'a kaçma düşleri bir Amerikan gemisinde son bulur. Bu sahnelerde de gemicilerin Amerikalılıkla ilgisinin olmaması, kırık dökük İngilizce konuşmalar, sahnenin etkisini karikatüre dönüştürüyor; büyük bir kolajın kırık, dökük parçalarını oluşşturuyor. Hollywood Kaçakları 'nın tek artısının görüntüleri olduğunu iddia etmek abartılı olmayacaktır. Fakat görüntü yönetimi de zaman zaman olanaksızlığa ya da kolaycılığa kurban edilerek örneğin; çöplüğün patlaması sahnesi havai fişek gösterisine dönüştürülmemiş olabilseydi. (Apaçe/Sarılar, Eylül 1996:96) “Prof.Dr Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Varol, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 85 ”

 

Hollywood Kaçakları

On bin beş yüz metre karelik alana yayılmış bir setteyiz. Setin bir ucundan bir ucunu görmek mümkün değil: Yüzlerce koşuşturan insanı bir tarafa bırakacak olursak, 1960'ların bir kasabasının mahallesi bire bir ölçekte yeniden kurulmuş. Bunların etrafında kablolar, kablolar... Binlerce spot kasabanın etrafını sarmış. Gündüz yandıklarında spotlarının alanında yeni bir gündüz daha var oluyor. Bir sürü vinç, mobilet, motosiklet, eski (dönem) arabaları, tren istasyonu ve kasaba sakinleri.. .300 bin torba çimento, 1500 kamyon kum, 1000 ton demir, bilmem ne kadar taştuğla ve kiremit kullanılmış inşaatta.

Sette kullanılan cam ve elektrik donanımını ise kimse söyleyemiyor.. .Tabi bu arada çalışanların her türlü ihtiyacının karşılandığı çok modern eşyalarla donatılmış dinlenme evleri, yemekhaneler, soyunma odaları, kuaför ve makyaj binaları ile idari kadronun mekanları.. .

Ayrıca eski kasabanın etrafı lüks otomobillerle kuşatılmış durumda. Anlatmakla bitmeyecek bir dünya bu "set". Buraya ilerleyen satırlarda belki yine döneriz...

Sinemamızın yurt dışında yaşayan yönetmenlerinden Muammer Özer yeni filmi "Hollywood Kaçakları"nı Vize'de çekmeye karar vermiş. Mekan senaryoyla öyle çakışmış ki; "Hem mekan hem de oyuncular yazılan ve düşünülenin aynısı. Sanki sette senaryo canlandı." demekten kendini alamıyor Dilek Özer. Dilek Özer, filmin yapımcısı ve de Muammer Özer'in eşi. Yapımcı işinin başında yani... Dilek Özer, çocukların giyimine kuşamına, yiyecek içecek işlerine de bakabiliyor zaman zaman. Alışverişe gidiyor; aksesuarından giysisine, ekmeğinden suyuna kadar. Bütün bunlara rağmen pek de ortalıkta görünmüyor!

 Filmin başoyuncuları çocuklar. Sabah saatlerinde set hazırlıkları sürerken onlar sepetli motosikletin üzerinde Hollywood'a gidiş e hazırlanıyorlar. Cihan, direksiyona otururken diğer ikisi sepette ve arka selede yer kavgası yapıyorlar. Aslında bunlar Hollywood'a kaçacak olan çocuklar değil. Esas çocuklar "Şahmaran"dan tanıdığımız Mehmet Balkız ile "Soğuk Geceler"den tanıdığımız Rahim Çakmak. Onlar daha ağır oyuncular olduğu için setin bir başka tarafında rollerine hazırlanıyorlar.

Işıklar çekirnin yapılacağı meklnın etrafına görüntü yönetmeni Aytekin Çakmakçı'nın yönlendirmesiyle yerleşirken, Çakmakçı kamera için platform hazırlanmasına nezaret ediyor. Bir ara platformun içinde kalan Çakmakçı, parmaklıkların arkasındaki mahkumlara benzer bir görüntü veriyor. Yönetmen Muammer Özer oyuncuların yerleşme planlarını gösterirken, Halil Ergün ve Füsun Demirel'e de hareketlerini ve nasıl bir oyun istediğini anlatıyor.

Bütün hazırlıklar tamamlanıp "motor" komutunun verilmesi saat 10.50 de oluyor... Sonra "tekrar alıyoruz", "olmadı", "tamam" sesleri arasında çekim serüveni akşama kadar devam ediyor...

Bir Eylül gününün sabahında Saray' da konaklayan teknik ekip, yönetici kadro ve oyuncular arabalarla filmin çekileceği Vize'ye hareket ediyorlar sabah sekizde. İstanbul'dan gelen ve o gün ilk kez çekimlere katılan Halil Ergün ve Füsun Demirel de Vize'de kadroya dahil oluyorlar. Bir alanda park edilen arabalardan inen ekibin bir kısmı hemen köşedeki kahveye oturup sabah çaylarını yudumlamaya başlarken, teknik ekip setin hazırlığı için biraz ilerdeki meydana gidiyor. Çocuk oyuncular okul kıyafetlerini giymek için meydanın köşesindeki bahçeli eve hücum ediyorlar. Asistanlar da peşlerinden. Vizeli mahalle sakinleri kadınlı erkekli çekim alanının etrafında yerlerini almış vaziyetteler. İşsiz gençlerden ve emekli yaşlılardan oluşan erkekler gurubu bir tarafta, ev kadınları ve çocuklar başka tarafta saflarını alıyorlar. Kadınlar bir evin duvar dibinde serdikleri kilimin üzerinde bir yandan çekirdek "çit"liyor, bir yandan da dantellerini işliyorlar. YorumIarı uzak olduğum için duyamıyorum. Ama erkekler tarafının muhabbetinin içindeyim.

Trakya şivesiyle bu mahallede daha önce "Zübük" ve "Pehlivan" filmlerinin çekildiğini söylüyorlar. "Çok artis gördük biz, Kemal Sunal geldi, Tarık Akan geldi" diyorlar. Biraz yaşlıca olanlar Yılmaz Güney'in de burada film çektiğini söylüyor ama filmin ismini hatırlayamıyorlar. Bu arada Halil Ergün, mahalle sakinlerinin birinden alyansını alıyor ve parmağına takıyor. İstasyon şefinin aksesuarlarından biri de böylece tamamlanmış oluyor. Vize'nin sosyoekonomik durumunu, Halil Ergün'le emekli seyirciler arasındaki muhabbetten çıkarabiliyoruz. Arsa fiyatları oldukça pahalı mesela, Vize'de. Ayçiçek temel ürün... Hüseyin (!) Vize'li, Türkiye çapında bir sendikacı ve TİP'in kurucularından... Refah'ın durumu Vize'de zayıf...

Bu seyircilerin arasından kalabalık bir kısım figürasyon kadrosuna geçiyor ve ]eep'leri, seleli motorsikletleriyle çekimlerde başarıyla rol alıyorlar. Ne de olsa hepsi tecrübeli. "Pehlivan"da oynayanlar da var, "Zübük"te oynayanlar da.

Muammer Özer, genelolarak çekimlerden ve set çalışmalarından memnun. Mekan için o da, Dilek'le aynı düşünceleri paylaşıyor. Çocukları, istediği oyunu alabilmek için oldukça zorluyor, tekrarlattırıyor. Asistanlar ve teknik ekibin neredeyse tamamı çok genç. Bu biraz yoruyor yönetmeni İstasyon şefinin karısı Füsun Demirel, mahalleli kadınların verdiği giysileri, kendi kostümlerine tercih ediyor. Hangisini giyeceğini şaşırıyor. Rolüne uygun o kadar çeşitli giysi var ki... Belli ki kadınların üzülmesini istemiyor.

Motor!... Muammer Özer'in direktifiyle kamera kaydetmeye başlıyor: İstasyon şefi (Halil Ergün) elinde sefertası ve resmi giysileriyle mesaisine başlamak üzere sabah evden çıkıyor. Karısı (Füsun Demirel) uğurluyor. Çocukları da okula gitmek üzere babalarının peşinden sokağa fırlıyorlar. Ev dört yol ağzında, meydana bakıyor. Diğer evlerden de okula gitmek üzere fırlayan ilkokul çocukları meydanı dolduruyor. Ve mahallenin diğer işe gidenleri. Sabah sabah duvar diplerine çöken mahalle kadınları.

Arabalar, motosikletler... Kalabalık bir sahne. "Olmadı!"

Biraz sonra Özer'in, tekrar "Motor" sesiyle sokak hareketleniyor, kamera çalışmaya başlıyor, vakit de öğleni deviriyor... Paydos.

Yorucu bir çalışmadan sonra bütün ekip yemek için sabahki kahveye davet ediliyor. Kahvenin içinde bir köşede yiyecekler hazır. Ekiptekilerin kimi içerde kimi dışarıda, öğlen yemeği ekmek içi soğuk tavukları kolayla ya da çayla atıştırmaya başlıyor.

Çay ve kahve faslından sonra çekimlere kalındığı yerden aynı minval üzere devam ediliyor... Dört hafta dört gün süren (Yeşilçam standartlarının üzerinde kabul edilen) çekimlerin bugününü tamamlamadan, öğleden sonra sete veda ediyoruz. (Saim Yavuz “Antrakt Sinema Dergisi” Ekim  Kasım 1998 Sayı: 59)


_______________________________________


Subject: A group of mischievous children who live near the garbage dump in the city's slum and go to the same school, play in the garbage even though their families don't want it on their return from school. This dump, where a husband wife and naive son big boy live near, is the children's favorite playground. Fedai and Tuna, who are good friends, have dreams about life. Bouncer's nickname is Pele and he wants to be a football player. The nickname of Tuna, who wants to be a filmmaker, is Tarzan. Tuna's father works in the railways and wants him to study and become a man. She is angry that he is interested in cinema, going to the cinema. Tuna's father, a religious man, believes that cinema is a sin. Schools have entered the semester break and the children have received report cards. Bouncer, who stays in the classroom, breaks the windows of the school with a slingshot. When he returns home, his mother gets angry with him for the broken report cards. When his father, Adem, a Korean veteran, comes home, he beats Bouncer for failing in class and smashing the school's windows. Bouncer runs away from home. With Tuna nicknamed Tarzan, . Funda, who has just moved to the neighborhood, goes to the bird's nest where the Bouncer is hiding. This is the common shelter of Bouncer and Tuna. Angered before Funda's arrival, Fedai agrees to include her as well. When Tuna, Fedai and Funda go to look at the horse they named Hercules, which was left in the trash, Tuna's attention is drawn to the trashed movies. Tuna hides the films inside his shirt and sneaks them into the house. When Tuna's father saw the celluloid strips, he got angry and had Tuna enrolled in the Quran course. The children broke into the house of a well-off person in the surrounding area and stole a flying balloon from there. The grocer's puppy dog ​​puts the pheasant in the hat they tied under the balloon and sends it to the moon. Tuna, who is caught by his father with the scraps he bought from the garbage dump, is beaten by his father. Tuna goes into the water to pick up the scraps that his father dumped in the swamp. The child gets sick from the leeches sticking to his body. They pawn the football shoes that Fedai bought by selling scraps to the photographer, and they buy a film camera for Tuna. Tuna is taken to the police station on the grounds that he filmed the military zone while filming from the train.

One day, while swimming in the swamp, the children board a ship with the American flag because of the claim they entered. Batman, who jumped into the water, drowned. Meanwhile, Tuna is filming all kinds of events in the neighborhood with his camera. One night, the gases trapped in the landfill exploded and a fire broke out. The big boy could not save everyone who was struggling to survive in the fire, in the garbage. Tuna was caught by his father while showing the film he shot to his friends in the basement of the house. The man ripped the movies and broke the projector

Tuna and Fedai come to Istanbul by running away from home to go to Hollywood after selling the sacrificial coach that Tuna's father bought. Arriving at the port, the children, who were secretly caught in their hiding place on the ship, fall into the sea while escaping to the engine room.

FİLMİ İZLE 



 

HAMAM (1996) "Turkish Bath"


Yönetmen:
Ferzan Özpetek, Senaryo: Ferzan Özpetek, Sttefano Tummonili, Görüntü Yönetmeni: Pasquale Mari, Müzik: Pivio, Aldo De Scalzi, Yapım: Promete Film/Cengiz Ergun, Türkiyeİtalya/Paolo Buzzoro İspanya ortak Yapımı. Yönetmen Yardımcısı: Mutlu Polat, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, San. Yön. Yrd.: Maria Teresa Padula, Dolly Operatörü: Ufuk Kayar, Işık Sorumlusu: Severino Tramontani, Işık: Haldun Cıvgıner, Cem Kaygusuz, Işık Şefi: Tuncay Uncu, Kostüm: Selda Çiçek, Kurgu: Mauro Bonanni, Yapım Koordinatörü: Leyla Özalp, Basın Danışmanları: Hasan Sonok, Gianluca Pigna , Makyaj: Gaja Banchelli, Yapım Yönetimi: Veli Selman, Yapım Yön. 1. Yardımcısı: Selma Koçoğlu, Yapım Yön. 2. Yardımcısı: Alessandra D’Alessio, Ricardo Merino, Manuel Tedesco, Kameraman: Fabio Zamarion, Marco Lupi, Marina Angeli, Kamera Yardımcısı: Alfredo Betro, Francesko Carini, Set Fotoğrafçıları: Gül Gülbahar, Nadir Özgören, Gökhan Atılmış, 2. Yönetmen Yardımcıları: Murat Polat, Pierfranceskco Bruni, Boom Operatörü: Giovanni Liberati, Kuaför: Aziz Bircan, Haldun Çivgindir Makyaj Yardımcıları: Nurten Sinekli, Luca Zamprolli, Mehmet Damar, Ses Montajı: Maurizio Palmisino, Antonella Lambardi, Set: Marco Santarelli, Mehmet Yörük, Yaşar Ünlü, Cem Kaygusuz, Giovanni Marrocco, Renk Teknisyeni: Elide Camberini, Miksaj: Danilo Sterbini, CİNECITA Laboratuarlarında hazırlanmıştır (Eurimages katkılarıyla.)

Oyuncular: Alesandra Gassman, Francesca D'Aloja, Halil Ergün (Osman), Şerif Sezer (Perran), Mehmet Günsur (Mehmet), Başak Köklükaya (Füsun), Zerrin Arbaş, Carlo Cecchi, Necdet Mahfi Ayral, Zozo Toledo, Murat İlker, Alper Kul, Celal Özberk, Tarkan Oğuz Yaşlı, Banu Kunt, Murat Sezer, İlker Gürel, Burak Barakacı, Alper Kul, Didem Öner, Şehnaz Çakıralp, Murat İlker, Dündar Kasaplı, Nazan Timur,

Not: “9 Mayıs 1997’de ilk defa Torino, Milano ve Roma Sinemalarında “Il Bagno Turco” adıyla gösterime girdi

Konu: 21 Nisan 1995, duvarları dökülmüş mKüstakil bir evin içinde şarkı söyleyerek kahvaltı hazırlayan Perran'ı görürüz. Temkinli, yavaş merdiven çıkışlarından kötü bir şey olacağının beklentisine gireriz. Sabah kahvaltısını götürdüğü madamın ölüsünü bulan Perran, evinin penceresinden kocasına seslenir. Evi dışarıdan görürüz. Cumbalı, ahşap bir evdir. Aynı etrafındaki evler gibi. Film boyunca duyguları yansıtan, sahneleri tanımlayan bir hikaye anlatıcısı görevini üstlenen müzik, sahnenin geriliminin artması ile birlikte artmaya başlar. Heyecanlı, durdurulamaz bir müziktir. Bu haberi İItalya'ya kadar ulaştıracaktır. Bir yıl sonra İtalya'da bam başka bir ortamda müzik kötü haberi yetiştirmek için yükselir. Bürokrasinin mühürlü, fakslı, pullu yavaşlığı arasında ileetişimsiz, sürekli tartışan Francesco ve Martha çiftinin hayatına tanık oluruz. Istanbul'dan gelen haber, nihayet tüm yolları aşarak gideceği yere ulaşır. Francesco ve Martha, İstanbul'da miras olarak kendilerine Francesco'nun teyzesinden bir ev kaldığını öğrenirler. Çift İstanbul' a kimin gideceği konusunda tartışırlar. Martha, erkeklerin daha çok sayıldığı bir ülkeye Gitmek istemez. Francesco ise, işleri ortakları olan Paolo verme bırakıp İstanbul' a gitmek istemez. Üstelik hiç tanımadığı teyzesinden kendisine kalan eski bir ev için. Ancak buna mecburdur ve bu bilmediği ülkeye gider. Masa başında kendisine gelen mektubu okuyan Francesco'dan, İstanbul'da dansözlerin oynadığı bir mekanda avukatı Zozo ile sıkıntılı bir şekilde oturan Francesco'ya geçilir. Roma'dan İstanbul'a geçiş, iç mekandan iç mekana doğru yapılır. Binayı hemen satıp, İtalya'ya dönmek istemektedir. İstanbul'un en eski otellerinden biri olan Pera Palas'ta kalır. Evin olduğu semti gezer. Eski mahalleler,eski evler, otantik havası olan balık pazarı, kilise, çarşaflı kadın gibi imgelerle İstanbul'u tanır.

Bu arada güneşten etkilenen yaşlı bir adama yardım eder. Adamı su içmesi için götürdüğü yer bir hamamdır. Hamamla ilk kez karşılaşmış olur. Erkeklerin yarı çıplak dolaştıkları bu mekan, tüm sırları ile onu beklemektedir. Yaşlı adamın "mutlaka hamama girmelisin." ısrarı üzerine şarkı söyleyen bir erkeğin sesinin eşliğinde hamama girer. Yarı çıplak, bellerinde bir peştamal ile üzerlerine su döken erkekkler, kurnalar, mermerler, buhar ve şarkı söyleyerek rahatlayanlar ile hamamda cinselliği ifade eden birşeyler vardır. Rahatlama mekanı bir yerdir.

Anlaşmayı bir an önce imzalayıp, gitmek için uğraşırken; karşılaştığı pürüzler Francesco'yu sinirlendirir. Kendisine miiras kalanın sadece bir ev değil, aynı zamanda bir de hamam olduğunu öğrenince çok şaşırır. "Türk banyosu" hamam, Francesco'nun yeni tanıştığı ve ilgisini çeken bir mekandır ve onu görmek ister. Avukatı Z020, hamamların eskiden çok lüks yerler olduklarından bahseder. Ama artık herşey bitmiş, hamamın modası geçmiştir. Evde yıllardır yaşayıp, hamama ve Anita'ya bakan Türk ailesi ile de tanışır. Hamama evden bir geçit vardır. Madamın ölümünden beri kapalı olan hamama girerler. Eski günlerinden uzak, eskimiş, köhne bir hamamdır burası.

Yönetmenin film boyunca sahneleri çevrinme ile anlatan kamerası ile harap haldeki hamamda dolaşır. Dekorasyon işi yapan bir mirasçı için biçilmiş kaftan bir yerdir. Türk aile, buranın satılması ile evini kaybedecektir.

Ama misafirperverliğinden vazgeçmez. Evi satmaması konusunda Francesco'ya herhangi bir baskı da yapmazlar. Anılarından vazgeçrnek zorunda kalmak onları üzmektedir sadece. Francesco'yu yemeğe davet ederler. Ailenin kızı Füsun'un bakışlarından Francesco'dan hoşlandığı izlenimini ediniriz. Film boyunca bu bakışları sürecektir. ilgisine cevap alamayınca da evlennmeye karar verecektir zaten. Füsun, Francesco'ya evi gezdiirir. Madam Anita'nın yani teyzesinin odasına götürür. Burada ailenin oğlu Mehmet ile ilk kez karşılaşır. Zengin yeemeklerin olduğu bir masada yemeklerini yerler. Perran meraklı ve misafirperver bir kadındır. Osman ise iyi bir aile babası izlenimi vermektedir.

İtalya' daki meşgul yaşamı Francesco'yu rahat bırakmaz. Cep telefonu durmadan çalar. Sürekli döneceğini söylemesine rağmen İstanbul' da artık İstanbulluların da bıraktıkları "eski bir yaşamı" keşfetmeye başlamıştır. Anita'nın eşyalarını karıştırır. Sigarasını içtiği yüzük şeklindeki ağızlığı, eski fotoğraflar, mektuplar, kitaplar Francesco'nun merakını arttırır. Karşılaştığı bu yeni hayat başlardaki hemen gitme arzusunun yerini meraka bırakır. Hamamı ve evi satma işi uzadıkça, Francesco'ya da keşif yapacak zaman kalmaktadır. Satış için gereken hamamın tarihi eser olduğuna dair bir belge olup olmadığını, sormak için karşıda oturan, Anita'nın eski bir arkadaşı olan Oscar'ı ziyarete giderken; Anita'nın annesine yazmış olduğu mektubunu okur. Vapurda karşıya geçerken ilk defa İstanbul'un deniz yüzü ile karşılaşırız. Boğaza has vapurlar, mavilik, yalılar, boğaz köprüsünün alttan görünüşü arasında vapurda mektubu, okurken, İstanbul önümüzden akar.

 "Sevgili Kardeşim,

Boğazımda henüz çözülmeyen bir düğümle yola çıktım. Bir daha dönmeyeceğimi biliyordum. Ayrıldığımda bana kin duymamanı çok isterdim. Ama olmadı. Seni anlıyorum. Umarım en azından bu mektubu okursun. İstanbul tam aradığım yermiş. Geleli bir hafta oldu. Ama şimdiden soluğumu kesiyor. Uykumu kaçırıyor. Meğer buraya varana d ek ne çok zaman harcamışım. Ben sıkıcı, beyhude bir hayatın peşinde koşarken; o adeta sessizce beni bekliyormuş. Burada her şey daha ağır ve yumuşak akıyor. Bu hafif rüzgar tüm düşüncelerimi dağıtıyor. Bedenimi ürpertiyor. Şimdi nihayet yeniden hayata başlayabileceğimi hissediyorum. "

Oscar'dan, Anita'nın kısa ama karlı bir evlilik yaptığını, hamamı işlettiğini, eğlenceler düzenlediğini öğrenir. Oscar, hamamı bir an önce satmasını söyleyerek adeta onu büyü konusunda uyarıro Ancak Francesco, gezdiği eski sokaklarda, eski mekanlarda, karşılaştığı insanlarda hep geçmişi ve Anita'nın İstanbul'unu bulur. Bu büyüye kapılmıştır bile. Anita'nın mektubu Francesco'nun hislerine tercüman olur. Francesco, bu gizemli, zamanın durduğu, güzel şehre vapurun güvertesinden şaşkın gözlerle bakarken; bu güzel şehrin onun için de umut olabileceğini düşündüğünü hissederiz.

 Francesco artık İtalya'dan gelen telefonlara cevap vermemektedir. Bir süre sonra da onu kullanmayı bırakacaktır. Mehmet'in teklifi ile hamama yıkanmaya giderler. Francesco, daha önce hamama gittiğini saklar. Nedense bunu söylemek onu utandırmıştır. Hamam tüm gizemi ile tekrar Francesco'yu sarar. Mehmet ile göbek taşında yan yana otururlar. Mehmet ona altı yaşındayken Anita ile ilk kez hamama gidişini anlatırken; Francesco, sessizce ve kaçamak bakışları ile onu dinler. Hamam niye sevilir? Sabun kokuları ve buhar içinde insanların her şeyden arınıp, özgür oldukları bir mekandır. Gelenek, yıkanma, masaj yapma, temizlenme, bedeni rahatlatıp, ruhu yüceltme mekanı. Francesco, Anita'nın rehberliğinde özgürlüğünü burada keşfetmeye başlamıştır. Filmde sadece burada Mehmet ile birlikte gizlice kadınları gözetlediklerinde hamamın kadın bölümünü görürüz. Francesco, satış günü, hamamın da bulunduğu mahallenin yerine büyük bir ticaret merkezi, oteller, restaurantlar, tenis kortları yapacak olan iş kadının bu projesini öğrenince satıştan vazgeçer. Eskinin yıkılıp, yerine ruhsuz binaların dikilmesine izin vermez. Aile ve komşuların gözünde bir kahraman haline gelir. Martha'ya hamamı onaracağını söyler. Satabilmek için ...

Anita'nın kardeşine yazıp, göndermediği mektubunun eşliğinde Francesco'nun hamamı onarışını ve bu hayata onun gibi alışmasını izleriz.

 

Sevgili Kardeşim,

Bugün sana yolladığım ilk mektup geri geldi. Açmamışsın bile. Artık ne bu yazdığım ikinciyi ne de bundan sonrakileri yollayacağım. Ama sana yazmam gerekiyor. Çünkü seni yanıbaşımda hissedebilmenin tek yolu bu. Şehir merkezinde eski bir hamam buldum. Biraz dökülüyor ama klas bir yer. Çok pahalı da değil. Satın almaya karar verdim. Bir Türk banyosu açmak istiyorum. Burada hamam diyorlar. Sadece erkeklere özgü eğlence düzenleme fikri hoşuma gidiyor. Bu güçlü aile reisIerinin şehrinde tek Batılı hamam sahibesi ben olacağım ve gizlice onların en özel zevklerini seyredebileceğim. Hamamlar tuhaf mekanlardır. Buharın bedenle birlikte gelenekleri de gevşettiği garip yerler. Gözlerden ırak. Bana minnettar olacak sürüyle erkek dostum var. Bilirsin ben erkekleri mutlu etme fırsatını hiç kaçırmam. Başarılı olmak için zaman ve çaba gerekecektir ama bence değer. Bir İtalyan macerapereste bu kadar cömert davranan bu şehre katkım olsun."

Francesco, evi almak isteyen kadının tehditlerine karşın hamamı tamir eder ve satmama fikrinden vazgeçmez. Parmaklarındaki sargılarla dikkati çeken korkmuş Zozo'nun ısrarlarını dinlemez. Bu arada Anita'nın eski odasında kallmaya başlar. İtalya' daki hayatı artık çok uzaktadır. Evdeki her eşyanın Türkçe karşılığını kartlara yazarak üzerlerine koyarlar. İtalya'daki evdeki kendi sesiyle açılan telesekreter mesajı Martha tarafından değiştirilir. Hamam, aile, yeni çevresi Francesco'ya yeni bir hayat sunar.

"Bu hamam benim sarayım oldu. En ufak ayrıntılara kadar benim eserim. Onunla gurur duyuyorum. Başlangıçta herşey zordu. Burada kadınlar Avrupalı kadınların elde ettiğinin yarısını elde edebilmek için iki misli çaba sarf etmek zorunda. Ama artık iyi bir ünvanım, bir sürü dostum var. Hamamım İstanbul'da bir kurum oldu. Onu görmeye başka yerlerden gelenler bile var. Müşteriler benimle dertleşiyor, sırlarını veriyor. Beni kendilerinden biri gibi görüyorlar. Arasıra onları buharların arasından gizlice gözetleyerek eğleniyorum ve bu saygıdeğer aile babaları hakkında o kadar çok şey biliyorum ki beni aziz analarından bile daha çok sayıyorlar. "

Anita'nın imalı mektuplarında ne anlatmak istediğini öykü ilerledikçe yavaş yavaş keşfederiz. Francesco, hamamı onarma, yeni dostlar edinme, kahvede tavla oynayarak vakit geçirme arasında Mehmet ile dostluğunu ilerletir. Film boyunca Füsun'un bakışlarına bir kez bile yanıt vermezken, Mehmet ile göz göze gelirler ve aralarındaki cinsel çekim ortaya çıkmaya başlar. Erkekliğe ilk adımını atan bir çocuğun sünnet düğününde Türkler gibi eğlenmekte, onlar gibi davranmaktadır.

Martha, kocasına boşanma isteğini bildirmek amacıyla Türkiye'ye gelir. Francesco onu hava alanında eski model bir araba ile karşılar. Merak ettiği kocasını gördüğü ilk dakikalarda buraya sağladığı uyumu görerek çok şaşırır. Uzun zamandır görüşmemelerine rağmen samimi bir buluşma yaşamazlar. Füsun'la arasındaki samimiyeti görünce aralarında bir şeyler olmasından şüphelenerek, bu duruma çok bozulur. Anita' nın eşyalarını karıştırmaya başlar. Onun sigara yüzüğünü bulur, mektuplar, fotoğraflar onun da ilgisini çeker. Eskinin büyüsü ona da geçmeye başlayacaktır. İstanbul'da gezerken aynı eski sokaklar, mekanlar onu da karşılar ve bu şehrin filmdeki tek modem yüzünü, bir alışveriş merkezini görürüz. Boşanma niyetiyle geldiği şehir ve Anita'nın ruhu onu da etkiler.

Francesco'nun Füsun'la samimiyeti kocasını kıskanmasına neden olur. Francesco'nun İstanbul'daki rahat, değişmiş tavırları kocasına tekrar aşık olmasına neden olmaktadır. Aynı gece Francesco yanından kalktığında nereye gittiğini merak eder. Hamamda Mehmet ile kuma başında birbirlerine sarılarak oturduklarını görür. İçi rahatlar. Üstüne başına çeki düzen verip, yanlarına gitmeye hazırlanırken, öpüşmelerine tanık olur.

Ertesi sabah Füsun, ailesine evleneceğini söyler. O akşam bunu kutlamak için yemeğe çıkmaya karar verirler. Martha şaşkındır. Dışarı çıkar. Sokaklarda dolaşır. Önünde duran gelin arabasına binen geline bakar. Kendi evliliği kesin bir sonuca ulaşmıştır oysa. Parmağındaki yüzük ağır gelir. Onu yaşlı bir kadına vererek evliliğinin işaretinden kurtulur. Kocaasına hala aşıktır. Ondan etkilenmekte ve kıskanmaktadır. Bunu yemekte belli eder. Kocasını bir erkeğe kaptırmak ağır gelir. Önce "yeni evlilere", sonra "bütün aşıklara" kadeh kaldırır. Kocasının ilgisini çekmek için "iki yıldır Paolo ile yattığımı biliyor musun?" der. Dışarıya çıkıp, tartışmaya başlarlar.

Francesco'ya gördüklerini anlatır. Roma' da yapamadıklarını burada yapmakla suçlar onu. Bu hayatı o yüzden sevdiiğini söyler. "Ben seni erkekle aldattım." sözlerine Francesco'nun "Mesele buysa ben de." demesi aralarını yumuşatır. Daha sakin konuşmaya başlarlar. Francesco, Roma' da mutlu olmadığını söyler. Burada ise coşkuludur, daha sakindir, sıcak bir aile yuvası bulmuştur ve insanlar onu anlamaktadır. İstediği hayata kavuşmuştur. Kocasına boşanma kağıtlarını imzalattıktan sonra Martha evi terk eder. Francesco, onu anlaması için Anita' nın mektuplarını verir. Martha, içini dökmek için yeni tanıştığı Oscar'ı görmeye giderken, Francesco gibi vapurda Anita'nın mektuplarından birini okur. Vapur, Boğaz'ın yalılarının yanından geçerken; Martha' da büyüyü hissedecektir.

"Ekimin başında bazı günler İstanbul birden griileşiyor. Yaz aniden biter gibi oluyor ve her yıl bu beni çok şaşırtıyor. Belki de buraya geldiğimden beri kendimi hep tatilde hissediyorum. Sonbahara aniden girince İtalya'yı düşünüyorum ve içimi hüzün kaplıyor. Sabahlan uyanıp seni hayal etmeye çalışıyorum. Kalkınca neler yaptığını, kahvaltıda neler yediğini, belki soğuk bastırdığı için kalın giyiyorsun, belki arasıra beni düşünüyorsun. Sonbahar geldiğinde Juliana, kendimi yalnız hissediyorum. O zaman küçük Francesco'yu düşünüyorum. Nasıl olduğunu hangi oyunların onu eğlendirdiğini, neleri yemekten hoşlandığım Beni düşünüp düşünmediğini çok merak ediyorum. Senin gibi çok akıllı ve çekingendir eminim. Senin oğlun benim oğlum. Benden hiç söz ediyor musun? Babası gibi olsun isterdim. Güçlü, yürekli, dirençli. Bakışı arzulan seçebilmek için berrak, kollanysa onlan gerçekleştirebilmek için güçlü olsun. Özgür, mutlu bir erkek olsun isterim. Çünkü bu hayatta mutlu olabilir Juliana. Olmalı." Anita'nın Francesco için diledikleri Martha'yı etkilemiştir. Karşısındaki bu farklı adama aşıktır. Ancak Francesco bıçaklanır. Haberi alır almaz hastaneye giden Martha, tüm maahalleyi orada görür. Hemşire ona Francesco'nun alyansını verir. Çıkardığı kendi alyansının yerine onu parmağına takar. Evliliği ona geri dönmüştür. Kocasının açılışını yapamadığı hamamda düşünür ve bir karar alır.

 "Sevgili Mehmet,

Nihayet dün mektubunu aldım. İyi olman beni çok mutlu etti. Canın sıkkınsa, bir dost ararsan ben buradayım. Gittiğinden beri bu mahalle hızla değişiyor. Füsun'u evlenmekten vazgeçirdim. Annen çok sevindi. Geçen hafta Yıldız'ın çocuğu oldu. Adını Francesco koydu. Tabii ki Perran, Füsun ve ben çok ağladık. Hergün öğleden sonra hamama iniyorum. Neredeyse çalışmalar bitti. Bazen gün batarken melankoliye kapılıyorum ama birden rüzgar gelip içimdeki hüznü uzaklara götürüyor. Başka hiçbiryerde hissetmediğim tuuhaf bir rüzgar. Hafif, beni seven bir rüzgar. "

Mdrtha, Anita'nın sigara yüzüğü elinde İstanbul'u seyreder. Şehri, camileri, boğazı, tepeleri ile filmin sonunda ilk kez görürüz. Bu gizemli şehir Anita ve Francesco'yu içinde saklamaktadır artık. “Nigar Pösteki, Yönetmen Sineması” syf, 148”

 

ÖDÜL:

34 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (1997)

► En İyi Film, En İyi yönetmen, ve en iyi müzik

11. Adana Altın Koza Film Festivali

►En iyi “ikinci film”

►Şerif Sezer, “En iyi yardımcı kadın oyuncu”

Cannes Film Festivali'nde (1997)

İtalyan Sinema Yazarları Derneği'nin seçiminde
     ►"En İyi Film",

1997 Altın Küre İtalya yabancı basının seçiminde:

►En İyi Film,

►En İyi Müzik,

► En Yetenekli genç yönetmen,

Altın Gül Ödülü İtalya (1997)

Yönetmenlerin İlk Filmi Festivali'nde (Kuzey İtalyaRoseto Teeramo)

►En İyi Film

15. Annecy İtalyan Filmleri Festivali; (1997)

►Jüri özel Ödülü,

►Halk Ödülü,

► Sinema Sanat Ödülü

13. Santa Teresa Film Festivali,

►En iyi ilk Film

18. Valencia Film Festivali,

►Halk Ödülü

Golden Globe ödülleri, Nazionale dergisi adına

► "En İyi Film",

► Mercedes Benz adına "En İyi Film”

►Gümüş Yıldız" ödülü.

4 Özpetek, bireyin sınırlarını aşıp değişmesi sürecini anlatıyor. "Hamam cinsel bir ilişki motifine de yer veriyor. Ama eşcinsellik üstüne bir film yapmak değil amacı, kahramanının de; dünyaya farklı bir gözle bakmasına yol açan bir neden olarak değiniyor bu temaya. Özpetek, batılı izleyicinin ilgisini çekecek ögeleri bir bir değerlendiriyor. Görüntüde, müzikte Doğu kültürünün tadını yakalamaya çalışıyor. Belli ki bilinçli bir seçimle "auteur" sineması yapmak yerine ticari sinemanın kalıplarını kullanıyor. Bunda da başarılı olduğu su götürmez, Yabancı eleştirmenler, ele aldığı temayı olduğu kadar görüntülerini de beğendiler Hamamın. Batı'da ticari sinema zincirlerine girme şansı örneğin "Eşkıya"dan çok daha fazla ilgilendiriyor Batılı izleyiciyi. (Vecdi Sayar, "Hamam ve Akrebin Yolculuğu Cumhuriyet g., 16 Mayıs 1997)

4 İstanbul'da gitgide yok olan, yıkılan, kapanan hamamlara dikkat ediyor musunuz? Her gün önünden geçtiklerimiz arasında bile yok olanlar var: Pangaltı'da yıkılanı, Kuruçeşme'de kapananı veya Ortaköy'de yıllardır kapalı duran Sinan yapısı olanı ... Artık arka mahallelerde yok olanları siz hayal edin " Yaklaşık 20 yıldır İtalya' da yaşayan, artık biraz İtalyanlaşmış Ferzan Özpetek, 1982'de Roma Üniversitesi Sirıema Bölümünü bitirdikten sonra hep sinemanın içinde olmuş: asistanlık, yönetmen yardımcılığı, reklam filmleri yönetmenliği. İlk sinema fılmi için, Özpetek de "hamam" motifini seçmiş: yok olan bir uygarlığın ve aşağıda anlatmayı deneyeceğim başka şeylerin simgesi olarak ...

Özpetek'in hamamı, eski İstanbul'un tipik semtlerinden birinin ortasında, küçük ama sevimli bir Osmanlı mimarisi örneği. Romalı genç mimar Francesco'nun Türklerin dünya uygarlığına armağan ettiği sayılı şeylerden biiri olan bu temizlik mabediyle ne ilişkisi olabiilir? Şu ilişkisi olabilir: Francesco'nun teyzesi yıllar önce İstanbul'un büyüsüne kapılarak burada yerleşmiştir. Edindiği mülk arasında bu hamam da vardır. Teyze ölür, miras Francesco'ya kalır. O da çılgıncasına dolu iş yaşamından ve yolunda gitmeyen evliliğinden izirı alarak İstanbul'a gelir.

Francesco İstanbul'da birçok şey keşfeder. Hamamın işletmeciliğini yürüten Osman Bey ve ailesinden Türk usulü yaşamı, eski konuk severliğimizi, türlü çeşitli adetlerimizi, zengin yemek çeşitlerini öğrenir. Ailenin kızı Füsun ve daha çok oğlu Mehmet'ten İstanbul'u öğrenir. İnsan ilişkilerinin hala var olduğu, insanların iletişim kurabildiği, birbirine dokunabildiği, birbirini dinlediği bir kültürü tanır. Ve tüm bunlara aşık olur ..

 Ancak bu, bizim için böyle ... Batı'da ise, görebildiğim kadarıyla herkes, bu onlar için yeni ve farklı bir İstanbul'u, bu doğu toplumunu ve yaşam tarzını keşfetmekten ve Türklere nihayet tam bir anti Geceyarısı Ekspresi gözüyle bakan bir filmden hoşnut gözüküyordu.

Hamam, çeşitli açılardan ilginç bir film. Öncelikle Ferzan Özpetek'in "iki kültür arasında bir namaz" konumu, onun için ve de film için bir avantaj olmuş. Özpetek İstanbul'a, yaşamımıza ve kültürümüze sanki dışarıdan bakmış. Onlarda saklı olan, onların ruhuna sinmiş, bizim artık farkına bile varmadığımız, ama yabancı için son derece ilginç olan sayısız şey saptamış ve filmine koymuş. Aslında biraz fazla koymuş. Ne bileyim, kahve falından kurşun dökmeye sayısız günlük ve eski alışkanlığımız, filmi sanki bir Türk adetleri el kitabı haline getirmiyor değil! ... Biraz fazla folklor ve biraz aşırı nostalji var gibi geldi bana ...

Ferzan Özpetek, fılmin ana temalarından birini ise bizim yine Doğu usulü cinselliğimize ayırıyor. 'Hamam' motifi burada yalnızca Türklerin temizlik merakını değil, DoğuTürk usulü yaşamın kadın erkek beraberliğinin yerine daha çok cinslere göre ayrılmış iki beraberliği koyan, kadınların kadınlarla, erkeklerin erkeklerle olmasını kolaylaştıran mantığını simgeliyor.

Özpetek, böyle bir yaşam ve ahlak tarzının sonuç olarak eşcinselliği teşvik ettiğini, onu  kolaylaştırdığını ve eski Yunan uygarlığı gibi neredeyse onu idealize ettiğini vurguluyor. Bu, ellbette önemli ve cesurca bir saptama.

Özpetek, Türk usulü cinselliğin biraz arka planda kalmış, yeterince irdelenmemiş bir yanına, bilinip ve üzerinde konuşulmayan bir alanına giriyor böylece... Ve bu "erkekçe beraberlik" olgusunun ideal mekanlarından biri olarak da hamam, hikayenin içindeki tam yerine oturuyor.

Yıllardır normal bir evliliği sürdüren ve bu evliliğin yıpranmasında cinsel sorunların neden oluşturmadığı Francesco'nun İstanbul'da yaşadığı ilişki, aslında eşcinsellikten çok, yeni tarz bir insan ilişkisine girme isteğinin dışa vurumu. Francesco, kendisini dinleyen ve anlayan insanlarla birlikte olmaktan hoşlanıyor. Öyle ki, bu ilgisi pekala ailenin kızına da yönelik olabilir. Ama, bir kez daha, Doğu tarzı yaşam, buna olanak vermiyor. Zaten önemli olan da Francesco'nun yeni bir cinselliği değil, yeni bir yaşam tarzını ve yeni bir değerler bütününü keşfetmiş olması.

Hamam tüm bunları oldukça dengeli bir üsluba ve oldukça doyurucu bir kıvama ulaştıran bir film. Özpetek, İstanbul'a, kültürümüze, cinselliğimize ve başka şeylere biraz hayran, biraz da eleştirel gözlerle bakıyor. Sinemasıyla bu kriitik ve övücü tavırları tam bir bileşkeye ulaştırıyor. Filmi iyi düşünülmüş, farklı seyirci kesimleri için çekici kılınmış, akıllıca gerçekleştirilmiş bir proje. Oyuncular, ama özellikle Türk oyuncular çok iyi. Görüntü ve müzik çalışması da biirinci sınıf.

Hamam çok büyük, çok önemli bir film değil. Ama ilgi çekici ve orijinal bir film. Batı' da bu denli sevilmesi ise beni biraz şaşırtıyor. Bu konuda kafa yormamız gerekiyor aslında: filmin gördüğü bu ilgi, Batı'nın Doğu tarzı bir yaşamın erdemleri, İstanbul'un güzellikleri ve de antik çağa yaklaşan bir cinsel tercih faktörlerinden hangisine daha çok ilgi göstermesinin sonucu acaba? Araştırmaya değer ... Zaten filmin çeşitli nedenlerle tartışılacağını ve daha uzun zaman üzerinde konuşulacağını söylemek, sanıırım kehanet olmaz. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf: 83”

Ana teması yönünden oldukça tanıdık bir yolculuk ve sürükleniş serüveni anlatıyor 'Hamam'. Mekan ve ülke değiştirmenin insan ruhuna yansımasının; yeni gerçeklerle birlikte, yaşamda yeni sayfa açılmasının 'öyküsü' var karşımızda .... Egzotizm göz kamaştırıcıdır. Ferzan Özpetek'in Cannes'dan Altın Portaakal'a uzanan ödül zincirine sahip filmi 'Hamam' da karısıyla sorunlu, işinden gücünden bunalmış genç İtalyan mimarın, çok uzun yıllar İstanbul'da yaşayan teyzesinden miras kalan hamamı satmak üzere İstanbul' a gelmesi ve etkilenip değişerek yerleşme kararı alması üzerine kurulu. 'Teyzenin gizemli geçmişine' doğru yapılan yolculuk, öncelikle James Ivory'nin 'Sıcak ve Toz'unu, teyzesinin izlerini takip ederek Hindistan'ın derinliklerine dalan genç İngiliz kızını çağrıştırıyor. Gerçi Allessandro Gasman, rastlantıyla hatta zoraki olarak, hamamı hemen satıp en kısa sürede geri dönmek üzere çıkıyor yola, ama sonuç değişmiyor.. Özpetek, iyi niyetli Batılı bir sanatçı gibi 'yumuşak ve ağır' atmosfer içinde çiziyor Türkiye'nin gerçeklerini. 'Hamam' çok uzun süre mekan e kişilik tanıtımlarıyla fazlaca sıkıcı tarzda ilerliyor, bir 'olay' gelişmiyor. Öyle ki ilk yarı bittiğinde küçük bir uğultu yükseldi salonda, 'şimdiye kadar ne oldu ki ara verildi?' ... Oyunculuk yönünden de herhangi bir başarısından söz edemeyeceğimiz 'Hamam', beklentilerimizi karşılayamayan, odak noktasına aldığı hamam motifini de yeterince kurcalamayan bir film kısacası... İtalyanca'nın ağırlık kazandığı filmin alt yazılarında, 'teşekkür' anlamındaki 'grazie'nin Türkçe karşılığı olarak 'mersi' nin kullanılması ise başlı başına bir aklı evvellik örneği neresinden bakarsanız"... (Arslan, Radikal, 30.10.1997) “Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Varol, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 100”

4Oldukça Batılı (İtalyan) yaklaşımının ürünü izlenimini veren Türk filminden çok İtalyan filmi gibi algılanan, büyük bölümü de ülkemizde çekilmiş 'Hamam', anlatımından montajına, ışığından görüntüsüne ve oyunculuğuna kadar seçkin, özenli bir çalışma. Öncelikle Şerif Sezer başta olmak üzere, Halil Ergün ve öteki Türk oyuncuların İtalyan meslektaşlarından hiç de geri kalmadıklar: filmde, yılların Cannes fotoğrafçısı Zozo Toledo ağabeyimiz nerdeyse Carlo Cecchi'nin performansıyla aşık atıyor mahalleliyi evinden barkından edecek avukat rolünde. Bize özgü, temizlikle cinselliği bağdaştıran bir hamameşcinsel bağlantısına dayalı motiflerle, egzotik ve folklorik öğelerle, yerel alışkanlık ve kokularla bezenerek, geçerli ticari beklentilere de harfi harfine uyan, ilginç bir film gerçekleştirmenin üstesinden gelmiş Ferzan Özpetek.. Doğu'yla Batı'ya, iki kültüre de vakıf, uzun yıllardan beri İtalya'nın havasını solumuş, İtalyan sinemasının çağdaş ustalarına asistanlık etmiş Ferzan Özpetek'in bir 'ilk film'den hiç umulmayacak kadar ölçülü, özenli bu ilk yönetmenlik denemesi, gelenekleri görenekleri bile yumuşatan hamam buharından Doğu'da yüzyıllardır gizliden gizliye hamamla örtüşen erkek cinselliğine; ağır, yağlı, okkalı lezzetler sunan Türk mutfağından Türk kadınının etek traşına, sünnet töreninden kahve falına kadar folklorik özelliklerimizle tıklım tıkış doluşturulmuş baştan sona. Son tahlilde bir İtalya’nın yaşamını anlamlı kıldığı 'klişe' bir Doğu serüveni olarak zihnine kaydettiğimiz bu 'oryantalist' hoş ve loş filmin egzotik turistik bakışına kapılmamak pek olası değil. İlgiyle izlenen bu 'Hamam'ın çok önemli bir sinema baş yapıtı olduğunu ileri sürmek de pek olası değil bice" (Sungu Çapan, Cumhuriyet 31.10.1997). “Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Varol, a.g.e.”

________________________________________

FİLMİ İZLE 

Subject: On April 21, 1995, we see Perran preparing breakfast by singing in an unassuming house with demolished walls. We expect something bad to happen from cautious, slow stair climbing. Finding the corpse of the madame she took her breakfast to, Perran calls out to her husband from the window of her house. We see the house from the outside. It is a wooden house with a bay window. Just like the houses around it. The music, which acts as a storyteller that reflects emotions and defines the scenes throughout the movie, begins to increase with the increase in the tension of the scene. It is exciting, unstoppable music. He will deliver this news to Italy. A year later, in a completely different environment in Italy, music rises to raise the bad news. We witness the life of the couple Francesco and Martha, who are constantly arguing, without communication between the sealed, faxed, stamped slowness of the bureaucracy. The news from Istanbul finally reaches its destination by crossing all roads. Francesco and Martha learn that they have inherited a house from Francesco's aunt in Istanbul. The couple argue over who will go to Istanbul. Martha doesn't want to go to a country where men are more counted. Francesco, on the other hand, does not want to leave Paolo, who is their partner, and go to Istanbul. Moreover, for an old house inherited from an aunt he never knew. However, he has to do this and goes to the country he does not know. From Francesco, who reads the letter he received at the desk, he moves on to Francesco, who is sitting with his lawyer Zozo in a place where belly dancers play, in distress. The transition from Rome to Istanbul is done from the interior to the interior. He wants to sell the building immediately and return to Italy. He stays in Pera Palas, one of the oldest hotels in Istanbul. He tours the neighborhood where the house is located. He recognizes Istanbul with images such as old quarters, old houses, an authentic fish market, a church, a woman in a chador.