HOLLYWOOD KAÇAKLARI (1996) "Hollywood Leaks"
Senaryo ve Yönetmen: Muammer Özer, Kamera: Aytekin Çakmakçı, Kurgu: Muammer Özer, Müzik: Mazlum Çimen, Yapım: Kibele Film/Muammer Özer – Devkino (İsveç) – Pegasus Agency (Türkiye)
Oyuncular: Halil Ergün,
Bülent Kayabaş, Füsun Demirel, Serra Yılmaz, Rahim Çakmak, Mehmet Balkız, Neşe
Aygün, Halil İbrahim Kuzucu, Suzan Akay, Atilla Ergün
Konu: Kentin kenar mahallesindeki
çöplüğün yakınlarında yaşayan ve aynı okula giden bir grup haylaz çocuk, okul
dönüşünde aileleri istemese de çöplükte oynamaktadırlar. Bir koca karıyla saf
oğlu kocaoğlanın yakınında yaşadığı bu çöplük, çocukların en sevdikleri oyun
alanıdır. İyi arkadaş olan Fedai ile Tuna'nın yaşama ilişkin düşleri vardır.
Fedai'nin lakabı Pele'dir ve futbolcu olmak istemektedir. Sinemacı olmak
isteyen Tuna'nın lakabı ise Tarzandır. Tuna'nın babası demiryollarında
çalışmakta ve onun okuyup adam olmasını istemektedir. Onun sinemayla
ilgilenmesine, sinemaya gitmesine kızmaktadır. Dindar bir adam olan Tuna'nın
babası, sinemanın günah olduğuna inanmaktadır. Okullar sömestr tatiline girmiş
ve çocuklar karne almıştır. Sınıf ta kalan Fedai, sapanla okulun camlarını
kırar. Eve döndüğünde annesi karnesindeki kırıklar yüzünden ona kızar. Kore
gazisi olan babası Adem eve geldiğinde, Fedai'yi sınıfta kaldığı ve okulun
camlarını kırdığı için döver. Fedai evden kaçar. Tarzan lakaplı Tuna'yla, .
mahalleye yeni taşınan Funda, Fedai'nin gizlendiği kuş yuvasına giderler.
Burası Fedai ve Tuna'nın ortak sığınadır. Funda'nın gelmesine önce sinirlenen
Fedai, onu da aralarına almayı kabul eder. Tuna, Fedai ve Funda, çöplüğe
bırakılan Herkül adını koydukları ata bakmaya gittiklerinde, Tuna'nın dikkatini
çöplüğe atılmış filmler çeker. Tuna filmleri gömleğinin içine saklayarak
gizlice eve sokar. Tuna’nın babası selüloid şeritleri gördüğünde sinirlenmiş ve
Tuna'yı kuran kursuna yazdırmıştır. Çocuklar çevredeki ekonomik koşulu iyi olan
birinin evine girmiş ve oradan uçan bir balonu çalmışlardır. Balonun altına
bağladıkları şapkanın içine, bakkalın yavru köpeği sülüyü koyarak aya
yollarlar. Çöplükten aldığı hurdalarla babasına yakalanan Tuna, babasından
dayak yer. Tuna, babasının bataklığa attığı hurdaları çıkarmak için suya girer.
Vücuduna yapışan sülüklerden çocuk hastalanır. Fedai'nin hurdaları satarak
aldığı futbol pabuçlarını fotoğrafçıya rehin vererek, Tuna'ya film kamerası
alırlar. Tuna, trenden film çekerken askeri bölgeyi çektiği gerekçesiyle
karakola götürülür.
Çocuklar bir gün bataklıkta yüzerlerken
girdikleri iddia yüzünden yüksekten merikan bandıralı bir gemiye binerler. suya
atlayan batman boğulmuştur. Bu arada Tuna mahalledeki her türlü olayı
kamerasıyla çekmektedir. Bir ;gece çöplükte sıkışan gazlar patlamış ve yangın
çıkmıştır. Yangında, çöplükte yaşam mücadelesi veren herkülü kocaoğlan
kurtaramamıştır. Tuna çektiği filmi evin bodrumunda arkadaşlarına gösterirken
babasına yakalanmıştır. Adam filmleri yırtıp, projeksiyon makinesini kırmıştır
Tuna ve Fedai, Tuna'nın
babasının aldığı kurbanlık koçu satarak Hollywood'a gitmek için evden kaçarak
İstanbul'a gelirler. Limana gelerek, gizlice gemide saklandıkları yerde
yakalanan çocuklar, makine dairesine kaçarlarken denize düşerler.
ÖDÜL:
8. Orhan Murat Arıburnu Öülleri (1996)
►
Aliye Rona Jüri özel Ödülü
4
Muammer Özer, sinema sevgisinin yansıması olan Hollywood Kaçakları filminde,
kendi çocukluğunun izdüşümlerinin, sinema aşkının sinematografik olarak
karşılığını yansıtmak istemiş. Özer, filmi hakkında "Film benim yaşamımdan
alıntı. Babam demir yollarında memurdu. Bir süre köyde kalıp şehire göç ettik.
13 14 yaşlarında Hollywood hayalleri kurmaya başladım. İşte bu filmde de küçük
yaşlarda hayaller kurmaya başlayan iki çocuk var. Biri sinema düşleri kurup,
yönetmen olmak istiyor. Diğeri ise Pele hayranı, futbolcu olmak istiyor"
(diyerek düşüncelerini belirtmiş. Şüphesiz istemek çok önemli. Ama Özer'in
çocukluğunun düşlerini yansıtmak istemesiyle, gerçekten yansıtması arasında
fark var. Ne yazık ki "Hollywood Kaçakları" bu bağlamda, yansıtma
isteğinin dışına çıkamayan bir film. Belirgin bir dramatik yapı, sürükleyici
bir konu yok. Yaşamını İsveç'te sürdüren Muammer Özer'in sinema anlatımına,
İsveç sinemasının o soğuk, durağan anlatımı yansımış gibi görünse de, aslında
sinemanın ilk yıllarında örgütlenmesini tamamlayan belli başlı ülkelerden olan
İsveç sinemasının derinliğini, ne yazık ki Özer'in filminde bulmanın olanağı
yok.
Yönetmen
"Çocukları ve onların hayal dünyalarını, özlemlerini, dostluklarını, en
önemlisi de umutlarını ve içlerindeki gücü anlatan bir film olduğunu söylüyor
Hollywood Kaçakları'nın. Şüphesiz iyi yanlı ve aydın niteliğiyle Özer, hem zor
koşullarda yaşamakta olan çocukların düşlerine ayna tutmak, hem de onları ve
ailelerini yoksulluğa mahkum eden koşulları da eleştirrnek istemiş. Ama ne
yazık ki gerek eleştirilerinde, gerekse de ülkemiz insanlarının büyük bir
çoğunluğunun yaşadığı yoksulluk sınırındaki mahalle yaşamını yansıtmada
yapaylıktan kurtulamamış. Deyim yerindeyse Muuammer Özer, maalesef biraz
Fransız kalmış. Olaylara kestirmeci, inandırıcı ollmayan bağlantılar oluşturmak
filmi izleyende de yapaylık duygusunun oluşmaasını körüklüyor. Filmin en gerçekçi
yanı, çocukların acımasızlığı ve adaletsizliiği. Bu bağlamda zayıf ve güçsüz
olana karşı çocukların gösterdiği acımasızlık, genelolarak filmin iyi işleyen
yanını oluşturuyor. Fedai ve Tuna'nın, babalarıının despot yanlarına karşın,
düşlerinin peşinden koşmaları ve Hollywood'a kaçma düşleri bir Amerikan
gemisinde son bulur. Bu sahnelerde de gemicilerin Amerikalılıkla ilgisinin
olmaması, kırık dökük İngilizce konuşmalar, sahnenin etkisini karikatüre
dönüştürüyor; büyük bir kolajın kırık, dökük parçalarını oluşşturuyor.
Hollywood Kaçakları 'nın tek artısının görüntüleri olduğunu iddia etmek
abartılı olmayacaktır. Fakat görüntü yönetimi de zaman zaman olanaksızlığa ya
da kolaycılığa kurban edilerek örneğin; çöplüğün patlaması sahnesi havai fişek
gösterisine dönüştürülmemiş olabilseydi. (Apaçe/Sarılar, Eylül 1996:96)
“Prof.Dr Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Varol, “20 Yüzyılın Türk Sineması”
syf, 85 ”
Hollywood
Kaçakları
On bin
beş yüz metre karelik alana yayılmış bir setteyiz. Setin bir ucundan bir ucunu
görmek mümkün değil: Yüzlerce koşuşturan insanı bir tarafa bırakacak olursak,
1960'ların bir kasabasının mahallesi bire bir ölçekte yeniden kurulmuş.
Bunların etrafında kablolar, kablolar... Binlerce spot kasabanın etrafını
sarmış. Gündüz yandıklarında spotlarının alanında yeni bir gündüz daha var
oluyor. Bir sürü vinç, mobilet, motosiklet, eski (dönem) arabaları, tren
istasyonu ve kasaba sakinleri.. .300 bin torba çimento, 1500 kamyon kum, 1000
ton demir, bilmem ne kadar taştuğla ve kiremit kullanılmış inşaatta.
Sette
kullanılan cam ve elektrik donanımını ise kimse söyleyemiyor.. .Tabi bu arada
çalışanların her türlü ihtiyacının karşılandığı çok modern eşyalarla donatılmış
dinlenme evleri, yemekhaneler, soyunma odaları, kuaför ve makyaj binaları ile
idari kadronun mekanları.. .
Ayrıca eski kasabanın etrafı
lüks otomobillerle kuşatılmış durumda. Anlatmakla bitmeyecek bir dünya bu
"set". Buraya ilerleyen satırlarda belki yine döneriz...
Sinemamızın yurt dışında yaşayan
yönetmenlerinden Muammer Özer yeni filmi "Hollywood Kaçakları"nı
Vize'de çekmeye karar vermiş. Mekan senaryoyla öyle çakışmış ki; "Hem
mekan hem de oyuncular yazılan ve düşünülenin aynısı. Sanki sette senaryo
canlandı." demekten kendini alamıyor Dilek Özer. Dilek Özer, filmin
yapımcısı ve de Muammer Özer'in eşi. Yapımcı işinin başında yani... Dilek Özer,
çocukların giyimine kuşamına, yiyecek içecek işlerine de bakabiliyor zaman
zaman. Alışverişe gidiyor; aksesuarından giysisine, ekmeğinden suyuna kadar.
Bütün bunlara rağmen pek de ortalıkta görünmüyor!
Işıklar çekirnin yapılacağı meklnın etrafına görüntü yönetmeni Aytekin Çakmakçı'nın yönlendirmesiyle yerleşirken, Çakmakçı kamera için platform hazırlanmasına nezaret ediyor. Bir ara platformun içinde kalan Çakmakçı, parmaklıkların arkasındaki mahkumlara benzer bir görüntü veriyor. Yönetmen Muammer Özer oyuncuların yerleşme planlarını gösterirken, Halil Ergün ve Füsun Demirel'e de hareketlerini ve nasıl bir oyun istediğini anlatıyor.
Bütün hazırlıklar tamamlanıp
"motor" komutunun verilmesi saat 10.50 de oluyor... Sonra
"tekrar alıyoruz", "olmadı", "tamam" sesleri
arasında çekim serüveni akşama kadar devam ediyor...
Bir Eylül gününün sabahında Saray' da
konaklayan teknik ekip, yönetici kadro ve oyuncular arabalarla filmin
çekileceği Vize'ye hareket ediyorlar sabah sekizde. İstanbul'dan gelen ve o gün
ilk kez çekimlere katılan Halil Ergün ve Füsun Demirel de Vize'de kadroya dahil
oluyorlar. Bir alanda park edilen arabalardan inen ekibin bir kısmı hemen
köşedeki kahveye oturup sabah çaylarını yudumlamaya başlarken, teknik ekip
setin hazırlığı için biraz ilerdeki meydana gidiyor. Çocuk oyuncular okul
kıyafetlerini giymek için meydanın köşesindeki bahçeli eve hücum ediyorlar.
Asistanlar da peşlerinden. Vizeli mahalle sakinleri kadınlı erkekli çekim
alanının etrafında yerlerini almış vaziyetteler. İşsiz gençlerden ve emekli
yaşlılardan oluşan erkekler gurubu bir tarafta, ev kadınları ve çocuklar başka
tarafta saflarını alıyorlar. Kadınlar bir evin duvar dibinde serdikleri kilimin
üzerinde bir yandan çekirdek "çit"liyor, bir yandan da dantellerini
işliyorlar. YorumIarı uzak olduğum için duyamıyorum. Ama erkekler tarafının
muhabbetinin içindeyim.
Trakya şivesiyle bu mahallede
daha önce "Zübük" ve "Pehlivan" filmlerinin çekildiğini
söylüyorlar. "Çok artis gördük biz, Kemal Sunal geldi, Tarık Akan
geldi" diyorlar. Biraz yaşlıca olanlar Yılmaz Güney'in de burada film
çektiğini söylüyor ama filmin ismini hatırlayamıyorlar. Bu arada Halil Ergün,
mahalle sakinlerinin birinden alyansını alıyor ve parmağına takıyor. İstasyon
şefinin aksesuarlarından biri de böylece tamamlanmış oluyor. Vize'nin
sosyoekonomik durumunu, Halil Ergün'le emekli seyirciler arasındaki muhabbetten
çıkarabiliyoruz. Arsa fiyatları oldukça pahalı mesela, Vize'de. Ayçiçek temel
ürün... Hüseyin (!) Vize'li, Türkiye çapında bir sendikacı ve TİP'in
kurucularından... Refah'ın durumu Vize'de zayıf...
Bu seyircilerin arasından
kalabalık bir kısım figürasyon kadrosuna geçiyor ve ]eep'leri, seleli
motorsikletleriyle çekimlerde başarıyla rol alıyorlar. Ne de olsa hepsi
tecrübeli. "Pehlivan"da oynayanlar da var, "Zübük"te
oynayanlar da.
Muammer Özer, genelolarak çekimlerden ve
set çalışmalarından memnun. Mekan için o da, Dilek'le aynı düşünceleri
paylaşıyor. Çocukları, istediği oyunu alabilmek için oldukça zorluyor,
tekrarlattırıyor. Asistanlar ve teknik ekibin neredeyse tamamı çok genç. Bu
biraz yoruyor yönetmeni İstasyon şefinin karısı Füsun Demirel, mahalleli
kadınların verdiği giysileri, kendi kostümlerine tercih ediyor. Hangisini
giyeceğini şaşırıyor. Rolüne uygun o kadar çeşitli giysi var ki... Belli ki
kadınların üzülmesini istemiyor.
Motor!... Muammer Özer'in
direktifiyle kamera kaydetmeye başlıyor: İstasyon şefi (Halil Ergün) elinde
sefertası ve resmi giysileriyle mesaisine başlamak üzere sabah evden çıkıyor.
Karısı (Füsun Demirel) uğurluyor. Çocukları da okula gitmek üzere babalarının
peşinden sokağa fırlıyorlar. Ev dört yol ağzında, meydana bakıyor. Diğer
evlerden de okula gitmek üzere fırlayan ilkokul çocukları meydanı dolduruyor.
Ve mahallenin diğer işe gidenleri. Sabah sabah duvar diplerine çöken mahalle
kadınları.
Arabalar,
motosikletler... Kalabalık bir sahne. "Olmadı!"
Biraz
sonra Özer'in, tekrar "Motor" sesiyle sokak hareketleniyor, kamera
çalışmaya başlıyor, vakit de öğleni deviriyor... Paydos.
Yorucu
bir çalışmadan sonra bütün ekip yemek için sabahki kahveye davet ediliyor.
Kahvenin içinde bir köşede yiyecekler hazır. Ekiptekilerin kimi içerde kimi
dışarıda, öğlen yemeği ekmek içi soğuk tavukları kolayla ya da çayla
atıştırmaya başlıyor.
Çay ve
kahve faslından sonra çekimlere kalındığı yerden aynı minval üzere devam
ediliyor... Dört hafta dört gün süren (Yeşilçam standartlarının üzerinde kabul
edilen) çekimlerin bugününü tamamlamadan, öğleden sonra sete veda ediyoruz.
(Saim Yavuz “Antrakt Sinema Dergisi” Ekim
Kasım 1998 Sayı: 59)
_______________________________________
Subject: A group of mischievous children who live near the
garbage dump in the city's slum and go to the same school, play in the garbage
even though their families don't want it on their return from school. This
dump, where a husband wife and naive son big boy live near, is the children's
favorite playground. Fedai and Tuna, who are good friends, have dreams about
life. Bouncer's nickname is Pele and he wants to be a football player. The
nickname of Tuna, who wants to be a filmmaker, is Tarzan. Tuna's father works
in the railways and wants him to study and become a man. She is angry that he
is interested in cinema, going to the cinema. Tuna's father, a religious man,
believes that cinema is a sin. Schools have entered the semester break and the
children have received report cards. Bouncer, who stays in the classroom,
breaks the windows of the school with a slingshot. When he returns home, his
mother gets angry with him for the broken report cards. When his father, Adem,
a Korean veteran, comes home, he beats Bouncer for failing in class and
smashing the school's windows. Bouncer runs away from home. With Tuna nicknamed
Tarzan, . Funda, who has just moved to the neighborhood, goes to the bird's
nest where the Bouncer is hiding. This is the common shelter of Bouncer and
Tuna. Angered before Funda's arrival, Fedai agrees to include her as well. When
Tuna, Fedai and Funda go to look at the horse they named Hercules, which was
left in the trash, Tuna's attention is drawn to the trashed movies. Tuna hides
the films inside his shirt and sneaks them into the house. When Tuna's father
saw the celluloid strips, he got angry and had Tuna enrolled in the Quran
course. The children broke into the house of a well-off person in the
surrounding area and stole a flying balloon from there. The grocer's puppy dog
puts the pheasant in the hat they tied under the balloon and sends it to the
moon. Tuna, who is caught by his father with the scraps he bought from the
garbage dump, is beaten by his father. Tuna goes into the water to pick up the
scraps that his father dumped in the swamp. The child gets sick from the
leeches sticking to his body. They pawn the football shoes that Fedai bought by
selling scraps to the photographer, and they buy a film camera for Tuna. Tuna
is taken to the police station on the grounds that he filmed the military zone
while filming from the train.
One day, while swimming in the swamp, the children board a
ship with the American flag because of the claim they entered. Batman, who
jumped into the water, drowned. Meanwhile, Tuna is filming all kinds of events
in the neighborhood with his camera. One night, the gases trapped in the
landfill exploded and a fire broke out. The big boy could not save everyone who
was struggling to survive in the fire, in the garbage. Tuna was caught by his
father while showing the film he shot to his friends in the basement of the
house. The man ripped the movies and broke the projector
Tuna and Fedai come to Istanbul by running away from home to
go to Hollywood after selling the sacrificial coach that Tuna's father bought.
Arriving at the port, the children, who were secretly caught in their hiding
place on the ship, fall into the sea while escaping to the engine room.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder