Powered By Blogger

13 Aralık 2022 Salı

  

KARA KENTİN ÇOCUKLARI (1999) 

Senaryo ve önetmen: Orhan Oğuz, Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz, Müzik: Mutlu Polat, Yapım: Film Production/Orhan Oğuz Sanat Yönetmeni: Natali Yeres, Kurgu: Sedat Karadeniz, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Genel Koordinatör: Baran Seyhan, Yönetmen yardımcıları: Yasemin Küçükçavdar, Zeynep Çiiftçi Ün, Kameraman: Ahmet Selvidalş, Işık , Şefi: Hakan Gündoğdu, Ses Kayıt, Miksaj: Erkan Esenboğa, Makyöz: Özlem Karadayı, Yapım Sorumlusu: Tayfun Öğmen, Kurgu Asistanları: Tamer Eşkazan, Yasemin Küçükçavdar, Kamera Yardımcıları: Halil Çekç, Tuğba Gizler, Set Amiri: Alaaddin İzgü, Işık Ekibi: Ali Yılmaz, Tarık Doğan, Set Ekibi: Mahir Erdoğan, Seslendrime: Erkan Esenboğa, Seslendirme Yön. Yardımcıları: Neslihan Gülgün, Emel Tektaş, Sanat Yön. Yrd.: İklim Hoş, Negatif Montaj: Tamer Eşkazan, Renk Düzeltme: Uğur Orbay, Tamer Eşkazan (Şafak Film Video Stüdyolarında hazırlanmıştır. )

Oyuncular: Nilüfer Açıkalın (Mine), Peker Açıkalın (Özgür), Toprak Sergen (Kürşat), Mehmet Esen (Şeref), Uğur Çavuşoğlu (Sertan), Alp Yurdakul (Alp), Ogün Sanlısoy (Ogün), Savaş Dinçel (Mine baba), Sibel Gökçe (Sibel), Mutlu Polat, İsmet Ay (Özgür Baba), Eray Özbal, Ülkü Ülker (Hafize), Metin Kaçan (Komutan), Nazan Koçak (Filiz), Baran Seyhan (Gözlük), Ahmet Sinanoğlu (Bülent), Orhan Kocataş (body guard), Cevdret Acarsoy (Özgür Çocuk), Adem Ayral,

KONU: Mine Kürşat, Mine ve arkadaş çevreleri marjinal yaşayan gençlerdir. Kürşat ve Mine, alışılmadık bir seremoniyle evlenirler. Arkadaşları Alp, Mine'nin gelinliğini bir mağazadan çalmıştır. Evlenecekleri nikah salonunda, nikah memuru bile kerhen nikahlarını kıyarak gitmiştir. Kürşat, Kemal'in sahibi olduğu barda disk jokeylik yapmakta, Mine ise barda çalışmaktadır. Yaşamları barın dışında genellikle arkadaşlarıyla esrar, bira içerek ve ihtiyaçlarını çalarak veya dolandırıcılıkla temin ederek geçmektedir. Mine ve Kürşat zar zor edindikleri evlerinde arkadaşlarıyla birlikteyken, Kemal'in adamı Orhan, onlara Kemal'in gönderdiği bir televizyon getirir. Aynı apartmanda oturan Özgür, Mine ve Kürşat'ın yaşamını gizlice izlemektedir. Ayrıca evlerine yerleştirdikleri mikrofon aracılığıyla konuşmalarını sürekli kaydetmekte, onlar terastayken gizlice video kamerayla onları çekmektedir. Bir sabah zil sesiyle uyandıklarında Mine, kapıyı açmaya gittiğinde komşuları Ferhunde hanımla karşılaşır. Geleneksel stilde yaşayan insanlardan olan Ferhunde hanım, onlara poğaça getirmiştir. Kadının ilgisi Kürşat'ın canını sıkmaya başlamıştır. Bu arada Özgür, kendisini Kürşat'ın kardeşi hava yüzbaşı pilot Sedat Kaplan olarak tanıtarak askerlik şubesinden yüzbaşı Tahsin'den, Kürşat'ın asker kaçağı olduğu ve serseri arkadaşları yüzünden yoldan çıktığını, Kürşat'ı kurtarmak için yardımcı olmasını ister. Kürşat ise Mine'ye İstanbul' da ayrılmak istediğini söylemektedir. Kürşat'ın yaş gününde arkadaşları Şeref, Alp ve Sertan gelmiştir. Mine ve arkadaşları Kürşat'a yaş günü paraları repoda olduğu için 2 aydan önce veremeyeceğini söyler. Celal ile Zarife'nin ki ise bu harcamayı doğru bulmadığını söyler. Şemsi 30 yıl önce kendisini terk ederek zengin bir adamla evlenen karısından para ister. Ancak bir sonuç alamaz. Olay iyice çözümsüzlüğe giderken Şemsi banka soyabilecekleri fikrini ortaya atar. Celal buna özellikle itiraz eder. Çünkü bu kabul edilebilir bir şey değildir. Kahramanlarımız bu güne kadar için kek almışlardır. Onlar yaş günü partisi yaparken, Özgür stüdyo şekline getirdiği odasında küçük bir çocukla annesi olduğu anlaşılan bir kadının video görüntüleri üzerine seslendirme yapmaktadır.

 ÖDÜL:

12. Ankara Uluslar arası Film Festivali’nde (2000)

► Sedat Karadeniz “ en iyi kurgu”

3. Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Ödülleri (2000)

►Nilüfer Açıkalın “en iyi kadın oyuncu”

& Sinemamızın başarılı görüntü yönetmenlerinden olan Orhan Oğuz, kariyerine bir süredir yönetmenliği de ekleniş durumda. Oğuz, "Kara Kentin Çocukları" filminde, Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olan ve sonrasında Cumhuriyet'in kuruluşundan sanayileşme hamlelerinin başlangıcına kadar nezih ortamını devam ettirmiş olan İstanbul şehrini, filminin merkezine oturtmuş, sanki başrolü ona vermiş. Orhan Oğuz filmini, ülkemizde yaklaşık yirmi yıl öncesinden günümüze hızlıca yaşanmaya başlayan ve devam eden bir toplumsal değişim ve onun getirdiği yozlaşmanın eleştirisine adamış görünüyor."... 'köyden kente göç', bir' geçiş' döneminin bunalımlarını yaşayan 1970'ler Türkiye’sini bütün boyutlarıyla gözler önüne seren, çok yanlı bir olaydır. Sanayileşme ile at başı yürümeyen, sağlıksız, başka bir deyişle 'demografik' nitelikleri ağır basan az gelişmiş kentleşmemiz, kırsal bunalımın kente taşınmasının ötesinde bir oluşumu ortaya koymaktadır: Bu oluşum 'köylülerin 'kentlileşmesi' olarak adlandırılabilir" (Tanilli, 1981.) Bu bağlamda da tarihsel süreç boyunca, pek çok aydınlığın oluşmasına katkıda bulunmuş olan İstanbul'u, Orhan Oğuz, Kara Kent olarak filminin ana eksenine yerleştirmiş.

Oğuz'un filminin ana karakterleri, ağırlıkla genç insanlardan oluşuyor. Ama bu genç insanlar çok yadırgatıcı gelmese de, alıştığımız tiplerden oluşmuyor. Genellikle kendi aralarında oturmuş bir jargonu konuşan bu insanlar, alışılageldik iş yaşamı içinde çalışmayıp, geceleri çalışıp gündüzleri tabiri caiziyle serserilik yapan ya da uyuyan insanlar. Gereksinimlerini çoğunlukla yasa dışı yollardan sağlıyorlar ve ayrıca yasadışı olan uyuşturucu kullanımı ve satışı gibi işlerle de uğraşıyorlar. Orhan Oğuz, Beyoğlu'nu mesken tutmuş, marjinal insanlar yaşamına daha önce de "Dönersen Islık Çal" isimli film le dokunmuştu. Oğuz yabancı olmadığı bu dünyaya, bu sefer günümüzde yükselen trendlere paralel ortaya çıkan bir kuşağın yaşamı, belki de dramı üzerinden bakıyor. Oğuz'un bakışı aslında tutarlı ve mesafeli bir bakış. Filmiyle ne neyin doğru veya yanlış olduğu yönünde söylev çekiyor, ne de toplumun sorunlarına bir sosyolog edasıyla. çözüm üretmeye girişiyor. O, yoğunlaştığı konuyu ve dünyayı bizim önümüze getiriyor ve salt gösteriyor. Şüphesiz tamamen bir nötr duruş içinde değil.

Bizlerden daha çok satır aralarını okumamızı bekliyor. Ama bu sunum içinde beliren bir olay örgüsü göze çarpmasa da, örneğin Özgür karakterinin sapkınlığı ve özellikle Mine 'ye neden kafayı taktığı net olarak ortaya çıkmıyor. Aslında kendisi de bir çeşit maganda olarak tanımlanabilecek Mine'nin, Kürşat’la telefonda konuşmaya çalışırken kendisini göz ve sözle taciz eden adamlara magandalar diye sinirlenmesi çok da anlamlı olmuyor.

Oğuz ayrıca, görüntü yönetmenliğinden gelme deneyimiyle filmin dokusuna hakim olan "kara mekanları" ve bunların oluşturduğu atmosferi başarıyla canlandırıyor. Özellikle Peker Açıkalın ve Nilüfer Açıkalın'ın oyunculuğu öne çıkarken, anlaşılan oyuncuların çoğunun pek de benimsemedikleri tipleri canlandırmakta biraz yapay kaldıklarını da vurgulamak gerekir.


Orhan Oğuz'un Kara Kentin çocukları filmi, bazı sinema yazarlarının bunalım filmleri diye tanımladığı bir kategorinin içine girebilecek bir çalışma. Fakat filme konu olan olgular, günümüzün yükselen değerleri olmaya başladıkça, sayıları süratle çoğalan amaçsız, hedefsiz gençler gerçeği ortada dururken, Kara Kentin Çocukları filmini, bunalım filmi olarak değerlendirmekten öte günümüz gerçekleri hakkında kafa yoran, iyi niyetli bir yönetmenin toplumuna karşı duyduğu sorumluluğun bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir. "Belli bir taklit ve özenti havası taşımakla, grafiği zaman zaman çok düşürmekle birlikte ‘sonuna kadar seyredilebilir, katlanılabilir' ölçülerde bir gençlik filmi var karşımızda. Belli ki Orhan Oğuz el attığı dünyayı yeterince tanımıyor, üstelik 'dışarıdan bakışın gereklerini de tam anlamıyla yerine getiremiyor ama 'avare gençlik'ten çarpıcı kesitler yakalayabiliyor" (Arslan, Radikal, 28.11.2000).



 KAHPE BİZANS (1999) 


Yönetmen: Gani Müjde, Senaryo: Kemal Kenan Ergen, Görüntü Yönetmeni: Uğur İçbak Müzik: Mehmet Soyarslan, Uğur Dikmen, Cem Karaca, Yapım: Özen Film  Arzu Film, Sanat Yönetmeni: Deniz Özen, 1. Asistan: Orhan Erkal, Yönetmen Asistanları: Cenk Erlevent, Ayşegül Yurdakul, Salih Kuşcan, Mehmet Arıca, Script Writer Group: Fatih Solmaz, Selçuk Erdem, Mesut Ertaş, StadiCam Operatör: Ercan Yılmaz, 1. Asistan  Kamera: Soykut Turan, 2. Kamera Asistanı: Burak Turan, 3.Kamera Asistanı: Erşen Ersoy, Sanat Yönetmeni Asistanı: Nilgün Nalçan, Hüseyin Kanarya, Zeynep Koloğlu, Bülent İşcan, Kostüm: Gülümser Gürtunca, Set Costumer: Sevinç Çiftçi, Kostüm Asistanları:  Erol Potur, Nilüfer Ersoy, Cemal Kızgın, Aksesuar: Taşkın Geçgel, Dekor Asistanları: Zafer Aktağ, Senem Kaş, Nihat Çırık, Murat Çelebi, Mehmet Özbay, Selim Saraçoğlu, Dekorasyon Teknikerleri: Yaşar Akbulut,  Ziya Aktağ, Yusuf Aktağ, Yasin Şimşek, Şenol Eraslan, Cengiz Bulut, Muammer Aslan, Samet Çırak, Ahmet Koyuncuoğlu, Mustafa Babaoğlu, Abdullah Akgül, Mehmet Akgül, Dekor Asistanları: Cumhur Akuğur, Bülent Çöleal, Ayhan Çelik, Tayfun Öğmen, Vatan İbrahim, Recep Yazıcıoğlu, Işık Şefi: Nezir Yücel, Işık Asistanları: Ferzan Yücel, Korhan Aysan, Hamit Paksoy; Oruç Demir, Ümit Barlas, Set Düzeni: Ahmet Topal, Set Asistanları: Bekir Arslan, Sonay Dökmeel, Mustafa Yılmaz, Savaş Dökmeel, Yavuz Ceylan, Özel Efekt: Uğur İçbak, Dolly Grup: Ufuk Kayar, Mustafa Arslan, Rıza Kadayıfçıoğlu, Adnan Aydın, Hakan Yamaç, Makyaj: Selma Mısırlı, Celal Gönen, Makyaj Asistanları: Evrim Kocabey, Candan Çiçek, Kadir Arslan, Kurgu: Uğur Tan, Negatif Baskı: Selahattin Turgut, Ayhan Kısa, (Sinefekt Stüdyolarında Hazırlanmıştır)

Oyuncular: Mehmet Ali Erbil (İlletyus), Cem Davran (Yetiş BeyMarkusAntonyus), Hande Ataizi (Mağdure Bacı), Ayşegül Aldinç (Teodara), Nurseli İdiz (Helena), Sümer Tilmaç (Süper Gazi), Suat Sungur (Tavşan Bey, Demet Şener (Emmanuella), Yılmaz Köksal (Sepetçioğlu), Cengiz Küçükayvaz (Simitis), Ümit Okur (Teoorakis), Günay Karacaoğlu (Anaç Hatun), Cezmi Bayık, Belma Canciğer Müjde (Arap Bacı), Metin Şentürk (Saray Bekçisi), Cem Karaca (Saz Aşığı), Coşkun Göğen, Ferdi Altuner, Engin Koç, Nemci Yapıcı, Kerem Atabeyoğlu, Şehnaz Çakıralp, Serap Poyraz, Los Panchos, Şencan Güleryüz (Lombelikus), Cezmi Baskın (Hacı Mataryus Çelebi), Kerem Kupacı (Borazancı), Aslı Aybars (Hancının Kızı), Haluk Ayvazoğlu, Sevtap Erdemli, Engin Günay, Serkan Dönmez, Eray Yumuşaker, Engin Koç, Coşkun Göğen, Ramazan Akboğa, Ökkeş Avgın, Hasan Yıldız, Necmi Yapıcı

Konu: Büyük bir kuraklığın pençesinde acınası bir toprak yığınına dönüşen Avustralya'dan kuzeydeki Batıya göç etmeye karar vermiş olan Nacaroğlu aşireti, İran üzerinden Bizans topraklarına girmiş, şans eseri Batıdaki Batıya ulaşmayı başarmışlardı. Aşiret Süper Gazi 'nin işaret ettiği topraklar üzerine obalarını kurar. Aradan geçen sürede Süper Gazi'nin üçüz oğulları olmuştur. Bizans imparatorluk sarayında 16. İlletyus, kendisini yemeğe çağıran Lord Lomberikus'u aslanları sevmeye gönderir. Bu arada yemek sırasında kendisine adıyla hitap eden ablası Teodora'ya sinirlenen illetyus onu azarlar. Karısı 5. Elena'yı ise kendisine kısa sürede erkek evlat vermezse öldürmekle tehdit eder. Gördüğü rüyanın etkisinden kurtulamayan illetyus, kahine giderek rüyasını anlatır.

Kahin, İlletyus'un anlattıklarının bir lanet olduğunu ve o gün doğan bir erkek Nacar çocuğu tarafından öldürü1eceğini söyler. illetyus başkomutan Theodorakis'e Nacar köylerini basarak buldukları bütün çocukları öldürmelerini söyler. O esnada çocuklarına isim verme töreni düzenleyen Süper Gazi, çocuklarının isimlerini Yetiş Bey, Gavur Bey, Gider Bey koyar. Tören sürerken Bizans askerleri köyleri basmaya başlamışlardır. Tavşan Bey Bizanslıları oyalaması için Süper Gaziyi köyün girişindeki kapıya bağlar. Süper Gazi'nin karısı üçüzleri kurtarmak için ayrı ayrı sepetlere koyarak nehire bırakır. Sepitçioğlu Yetiş Beyi kurtarmıştır. Süper Gazi esir edilerek illetyus'un sarayına getirilmiştir. Kraliçe sarayın bahçesinde gezerken doğum sancısı tutar ve orada doğumu yapar. Doğan bebek kızdır. Bu arada Süper Gazi'nin bebeklerinden biri nehir yoluyla illetyus 'un bahçesine gelmiştir. Arap bacı bebeği sepetten aldığında erkek olduğunu görür. Elena kendi bebeğiyle birlikte diğer bebeği de kendisi doğurmuş gibi illetyus'a getirir. Illetyus, erkek bebeğe Marcus Antonius, kız bebeğe ise 6. Emanuel isimlerini verir. Marcus Antonius bir türlü Hristiyan gibi davranamamakta, istavroz çıkarmamakta ve Nacar ilahileri söylemektedir. İlletyus onu cezalandırmak için Rodos'da bir Gimnasyuma gönderir. Sepetçioğlu ve Yetiş Bey bir handa yemek yerlerken Bizans askerleri gelir. Aralarında çıkan çatışmada Yetiş Bey Sepetçioğluna erkekliğini ispatlar. Üçüncü bebek ise yıllardır nehirde sepet içinde ordan oraya sürüklenen Gider Beydir. İmparator'un oğlu Markus Antonius saraya dönerken Yetiş Bey ve Sepetçioğlu tarafından kaçırılır. Önce direnen Marcus, Seepetçioğlu'nun kızı Mağdure'yi görünce direnmekten vazgeçer. Yetiş Bey, Sepetçioğlu ve Tavşan Bey, Marcus ve Papazların elbiselerini giyerek Bizans sarayına giderler. Theodora ise başkomutan Theodorakis ile planlar yaparak Marcus'u öldürerek oğlu Simitis'i imparator yapmayı planlamaktadır. İlletyus oğlunun gelişi şerefine akşam bir yemek verir. Marcus yanlışlıkla kız kardeşinin odasına girdiğinde odada gördüğü tavuğun boynundaki anahtarın babasının kaldığı zindana ait olduğunu öğrenir. Sepetçioğlu ve Yetiş Bey, Süper Gazi'yi kurtarmak için zindana inerler. Yakalanan Yetiş Bey ve diğerleri kaçarken, gerçek Marcus da saraya gelmiştir. Yakalanan Marcus ve Yetiş Bey'den hangisinin oğlu olduğuna karar veremeyen İlletyus, onlardan Süper Gazi'yi okla vurmalarını ister. Yetiş Bey oku babası yerine Theodora'nın adamına atar. Bu arada Süper Gazi, Markus ve Yetiş Beyin ikiz kardeş olduğunu açıklar. inanmayan illetyus'u Arap Bacı'nın itirafı ikna etmiştir. illetyus Arap Bacı ve karısı Elena'yı öldürür ve Süper Gazi'yle çocuklarından kaçmaya çalışır. Bu arada Lord Lomberikus Theodora'yı bıçaklar. Ölmek üzere olan Theodora'nın Sefer Beyin eski sevgilisi Eftalya olduğu ve oğlu Simitis'in de ondan olduğu anlaşıldığında Simitis, annesine saldırdığını zannettiği babası Sefer Beyi öldürür. Yetiş Beyin illetyus'u öldürmesiyle her şey tatlıya bağlanmış, Gavur Bey Mağdure'yle, Yetiş Bey ise 6. Emine adıını alan Emmanuel ile evlenir. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 223”

 ÖDÜL:

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi "Yılın İletişimcileri Zirvedekiler 2000"

►"En İyi Senarist" (Gani Müjde);

8. Magazin Gazetecileri Derneği seçiminde (2000)

► "En İyi Yönetmen" (Gani Müjjde),

► "En İyi Erek Oyuncu" (Mehmet Ali Erbil)

► "En İyi Kadın Oyuncu" (Nurseli İdiz)

 4 Gani Müjde, Mimar Sinan Üniversitesi GSF SinemaTV Bölümü'nü bitirdikten sonra, 1989 yılında yönetmen Ertem Eğilmez'in, "John Huston gibi tekerlekli iskemlede, hasta hasta tamamladığı vasiyet filmi' Arabesk'in senaryosunu yazdı. Yeşilçam'ın, her dönemde geçerli, aşk filmlerinde sürekli kullandığı klişeleri, kalıpları, fazlasıyla hassas marazi duygusal yaklaşımları... aşık bir çiftle aralarına giren bir kötü adamın hikayesini anlatan, arabeskin belli başlı öğelerini, motiflerini içeren bir melodram antolojisi niteliğindeki' Arabesk', beklenmedik bir ilgiyle karşılandı, dönemin gişe rekorunu  kırdı ve başarı, genç, okullu senaristin katkısı biraz es geçilerek Eğilmez'e yazıldı". Diğer yandan Türk sinemasına mizahi ya da dağa doğru deyişle biraz alaycı bakan bu film geleneksel sinemamızın (Yeşilçam sineması) kimi temsilcileri tarafından da alınganlıkla karşılandı (Çapan, Cumhuriyet, 28.01.2000).

4 Gani Müjde'nin, "geniş seyirci kitlesiyle yakınlık kurmanın sırrına erdiğini örnekleyen 'Arabesk'le 'yakaladığı absürd güldürü tarzını', bu filmden tam on yıl sonra nihayet yönetmenliğini de üstlenerek gerçekleştirdiği 'Kahpe Bizans'la bu kez tarihsel filmlere uyguladığını" görmekteyiz (Sungu Çapan, 28.01.2000).

Gani Müjde filmini Tarkan, Karamurat, Malkaçoğlu, Battalgazi ve onlara hayat veren Cüneyt Arkın, Kartal Tibet ve bu filmlerde emeği geçen herkese ithaf etmiş. Öncelikle Kahpe Bizans'ın, bir şekilde bize özgü tarihi filmlere atıfta bulunan, o filmlerin zaaflarını da ironik bir boyut içinde ele alan bir amaç içinde olduğunu belirtelim. "Gani Müjde'nin çıkış noktası, çocukluğunda çokca seyrettiği, etkilendiği, Karaoğlan, Fatih'in Fedaisi Kara Murat, Malkoçoğlu, Tarkan ve Battal Gazi gibi, genelde Osmanlı Bizans ilişkilerini eksen alan ve çizgi roman düzeyinde seyreden, aşk intikam ağırlıklı, basit, sığ, tarihsel serüven filmleri" (Sungu Çapan, 28.01.2000).

 Bu bağlamda baktığınız zaman, Gani Müjde'nin filminin eksenine Karamurat ve Battalgazi gibi çok bilinen ve Osmanlı tarihinden kesitler içeren olayların ve karakterlerin parodisinin yerleştiğini görüyorsunuz. "Heps: birer 'yenilmez cengaver' olan, bu kurmaca tarihsel kahramanların destanlarla, efsanelerle, masallarla halka mal olmuş, çoğu kez hamasi bir milliyetçiliği de barındıran, tekdüze, beylik serüvenlerini konu edinen ve bir dönemin (özellikle 1960'ların ikinci yarısıyla 1970'li yıllar) Yeşilçam'ında furyaya dönüşmüş, gişede iyi çalışmış, genelde kılıç şakırtısıyla Bizans entrikası (macerayla aşk) arasında salınan, popüler tarihsel filmlerine gırgırla karışık göndermelerde bulunan 'Kahpe Bizans', bu filmlerle büyüyen kuşağa mensup senaristyönetmenin, bu tarihsel filmlere beslediği sevgininnostaljinin saygılı bir ifadesi, aynı zamanda" (Sungu Çapan, 28.01.2000).

4 Parodiye dayalı güldürü üslubu filmin ana eksenine oturduğunda, parodinin dozu da önemli olmaya başlıyor. Filmin genelinde espri düzeyinin biraz yavan kaçtığını belirtmek abartılı olmayacaktır. Diğer yandan güldüren esprilerin de varlığını vurgulamak lazım. Şüphesiz bir filmin değerlendirme ölçütlerinin başında ne kadar güldürüp güldürmediği değil öyküsünü ne kadar başarıyla ve nasıl anlattığı gelir. Bu bağlamda baktığımız zaman Kahpe Bizans'ın öncelikle güldürmeyi ve geniş kitleyi hedef alması gibi bir gerçeklik var. Sinematografik anlatım açısından sınıfta kaldığı iddia edilemese de, her kesimden şöhretli isimler resmi geçidi şeklinde ve bir öykü anlatma kaygısı yerine bir tarihi film paradisinden öteye geçemediğini belirtmek gerekiyor. Filmin göndermelerde bulunduğu Malkoçoğlu, Tarkan, Kara Murat gibi tarihsel karakterlerin yer aldığı filmlerin emektarlarından ve Kahpe Bizans'ın oyuncularından Yılmaz Köksal filmle ilgili "Bu bir nostalji ... Şimdi yıllardır yaptığımız işle dalga geçiyoruz. O da benim biraz ağırıma gidiyor" demekte Tüzel, Radikal, 15.08.1999). “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 228

4 Kahpe Bizans dolayısıyla kimi temel sorular yeniden gündeme geliyor. Hayır, "Türk tarihi alaycı bir yaklaşıma konu olur mu, kahramanlıklarla yüklü tarihimizle dalga geçilebilir mi?" değil. Kuşkusuz ki günümüzde hala, "Hayır, bunlar yapılamaz, tarihe saygıyla yaklaşak gerekir," diyen dangalaklar bulunabilir. Ama bizim ve de aklı başında kimsenin böyle düşünmediği kesin... Akla gelen soru, "Bir zamanlar o denli ciddiyetle izlenen Yeşilçam filmleri alaya alınabilir mi, seyirci buna izin verir mi?" sorusu da değil. Rahmetli Ertem Eğilmez'in unutulmaz (ve senaryosunda Gani Müjde'nin de katkısı bulunan) Arabesk filmi, bunun pekala yapılabileceğini ve seyircinin de buna bayılacağını yıllar öncesinden kanıtlamıştı. Zaten özellikle "tarihi Yeşilçam filmlerinin böyle bir yaklaşıma ne denli çanak tuttuğu da ortada ...


Asıl soru şu: alabildiğine medyatik bir tavırla, adeta her milimetresi medyanın ilgisini çeksin diye hazırlanmış bir film yapılabilir mi, yapılırsa başarılı olur mu? Gerçi bu yolu, en azından son dönemde, Sinan Çetin veya Mustafa Altıoklar gibi isimler açmıştı. Ama doğrusu, değerli mizah yazarı ve bu vesileyle MSÜSinema ve TV bölümü mezunu olduğunu öğrendiğimiz Gani Müjde, hocalarına taş çıkartıyor! ...


Medyatik olmak veya medyatik bir film hazırlamak tek başına kusur değil. Sinan Çetin, bunun pekala kabul edilebilir örneklerini verdi. Bunu tüm dünya da yapıyor. Yeter ki medyatik olanı malzeme olarak iyi kullanın, filmin harcı içinde yoğurun, bir sanat yapıtının doğal parçası haline getirin ... Kahpe Bizans işte bunu yapamıyor. Bir film düşünün ki seyirci müthiş bir ön şartlanmayla gülmeye, boşanmaya hazır. Ama gülemiyor! Çünkü, ilk hoşluk anları geçtikten sonra fark ediliyor ki, örneğin Mehmet Ali Erbil filmde her gece Çarkıfelek'te yaptıklarının aynısını yapıyor. Örneğin Demet Şener veya Hande Ataizi her hafta sayısız Televole'de ne yapıyorlarsa, onu yineliyorlar. Gerçek mizah, özgün espri, kompozisyon çabası var, ama cılız. Ve tuhaftır, yine en iyileri, o alaya alınan Yeşilçam'ın eski oyuncularının çabası: özellikle de Sümer Tilmaç ve Yılmaz Köksal…


Kahpe Bizans, bizim OsmanlıBizans ilişkiileri üzerine kitapları dolduran önyargılarımız ve eski Yeşilçam'ın uçaklı, saatli, gözlüklü sözüm ona tarihi filmleri gibi hazır bir malzemeden yola çıktığı halde yeterince parlak olamayan bir yarım başarı. Bir Malkoçoğlu filminde uzakta bir uçak görünce gülüyorduk, ama burada gülemiyoruz: belki de bunu beklediğimiz için!... Mizahçı Gani Müjde'ye hoş geldin diyor, ikinci komedisi için daha bol esin diliyoruz. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 100”

 

HAYAL KURMA OYUNLARI (1999)


Senaryo ve Yönetmen: Yavuz Özkan, Görüntü Yönetmeni: Pierre Novlon, Müzik: Müzikotek Yapım: Z1 Film Atölyesi/Aycan Çetin Yönetmen Yardımcıları: Cevdet Mercan, Alper Çağlayan, Kamera Asistanı: Gökhan Atılmış, 2.Asistan: Serdar Güz, 3.Asistan: Kadir Yalvaç, Işık Şefleri: Nicalo Diximer, Adem Yüksektepe, Oruç Demir, Nejat Özaktin, Crano Operatörü: Bülent Güngörmüş, Ses Miksaj: Taylan Oğuz, Kurgu: Hakan Okal, Hilal Ulusev, Set Ekibi: İhsan Polat, Kaya Ceddi, Kenan Tekinalp, Makyöz: Belgin Ömürdağ, Seslendirme Yönetmeni: Attila Yiğit, Seslendirme Asistanı: Yaşar Özdemir, Set Fotoğrafları: Mustafa Çetinkaya, KostümAksesuar: Dilşat Zülkadiroğlu, Erol Potur, Cast Ajansları: Toroman Ajans, Doğuş Ajans, No Name Ajans, Ulaşım Sorumlusu: Ramazan Yılmaz, Ulaşım: Bektaş Akaya, Nakliye: Polat Nakliyat, Yemek: Roka Outside Catering, Muhasebe: Cafer Emir, Sigorta Commercial Union – Spa Sigor, İngilizce Çeviri: Ekrem Kuruca, 3D Animasyon: Uğur Okman, Bilgisayar Tarama: Hungarian Film Laboratories, Arrilasser transfer 2K: SinefektÖzgür Toparlı, Efektör: Hakan Aksoy, Doğal Ses Efektler: İsmail Karataş, Ses Yerleştirme: Durul Seren, Locations ses Kayıt: Çağdaş Karagöz, Kamera: KenmovieArrie III, Laboratuar: Şafak Film Stüdyoları, Negatif Yıkama: Arif Şengül, Negatif Montaj: Tamer Eşkazan, Renk Düzenleme: Uğur Orbay, Film Baskı: Adnan Şahin, Jenerik: Arda Kutlu, Yapım Ekibi: Şahin Alpaslan, Cengiz Keten, Rena Bitmez, Güven Budak, Sponsor Sorumlusu: Selim Deniz,

Oyuncular: Tarık Akan (Baba), Ayşegül Aldinç (Lokanta Müşterisi), Pelin Batu (Kız), Serap Aksoy Anne), Kayra Şenocak (Lokanta Müşterisi), Mehmet Günsür (Kızın Sevgilisi), Mert Gür (Çocuk), Mümtaz Sevinç (Dayı), Musa Uzunlar (Anne Sevgili), Lokanta Müşterileri: Nejat Birecik, Özgür Erkekli, Zeynep Erkekli, Hanife Şahin, Nazan Azeri, Ersin Emre, Nurullah Can, Jovi Hudhra, Ayşe Conte, Lokanta Çalışanları: Özgür Güvenoğlu, Erhan İpek,

Konu: Yavuz Özkan, son filmi Hayal Kurma Oyunları'nda, yarattığı karakterlerine isimler vermemiş. Film bir baba (Tarık Akan) ve iki çocuğunun ekseninde ilerliyor. Tarık Akan'ın canlandırdığı baba, iki çocuğu (Pelin Batu, Kayra Şenocak) ile İstanbul yakınlarında, doğanın içinde bir evde oturmaktadırlar. Anne (Serap Aksoy), babayla aralarında oluşan anlaşmazlıklardan çocukları küçükken evi terk etmiş ve kendine göre bir yaşamı seçmiştir. Annenin ağabeyi (Mümtaz Sevinç) babaya çok sinirlenmekte, sık sık evine ve işyerine gelerek babayla tartışmaktadır. Bu tartışmaların ana eksenini gerek babanın, dayının istediği gibi bir iş kurmaması, gerekse de dayının kız kardeşinden çocuklarını kopardığına dair iddialarıdır. Aslında baba, dayının söylediklerini ciddiye almamakta ve onu çoğu zaman ilgisiz bir şekilde dinlemektedir. Baba İstanbul'da işyerlerinin yoğun olduğu merkezi bir semtte Passage Bistro isimli bir caferestaurant işletmekte ve geçimlerini bu şekilde temin etmektedir. Babanın müşterileri arasında bir gurup müdavimi vardır. Bunların arasında entellektüel ilgileri olanlar da vardır. Bu kiişiler zamanlarının büyük kısmını Passage Bistro'da geçirmekte, gazetedeki bulmacaları çözerken aralarında oyunlar oynamakta ve ülke sorunlarına göndermelerde bulunmaktadırlar. Bu gurubun arasından bir genç birlikte olduğu kadından (Ayşegül Aldinç) ayrımak zorunda kalmıştır. Bu ayrılığı kabullenemeyen genç adam, kadını sık sık rahatsız etmektedir, Kadın, Passage Bistro'nun olduğu binadaki bir işyerinde çalışmaktadır ve Passage'ın müdavimleri arasındadır. Baba her gün çocuklarını okula şehre götürürken onlarla yolda hayal kurma oyunları oynar. Bu oyunlarda arabayla bozkırın ortasında yol aldıklarını, yanlarında seyreden bir tren yolunda eski buharlı bir trenin gittiğini ya da rüzgarın hayalini kurduklarında orman içinde esen rüzgarın sesini, müziğin sesini hayal ettiklerinde ise çeşitli müziklerin fona bindiğini görür ve dinleriz. Onlar için yaşam aynı zamanda bir çeşit oyuna dönüşmüştür. Çevrelerinde çok insan olmasından ziyade huzuru tercih etmektedirler. Baba bir gün işyerinin yakınında annenin kendisini beklediğini fark eder. Onunla konuşmaya gittiğinde kadının gece eve gelip çocuklarıyla bir gece geçirmek istediğini öğrenir ve onu eve davet eder. Annenin eve gelme fikri çocukların hoşuna gitmemiştir. Anne geldiğinde evdeki ortam daha da gerilir. Babaları onlardan annelerine daha iyi davranmalarını ister. Kız da kardeşi de anneyle konuşmaz. Babanın birlikte yemek yeme teklifini anne de kabul etmez. Kız babası ve kardeşinden kendisini annesiyle yalnız bırakmalarını ister. Aralarında bir çeşit hesaplaşma yaşanmaktadır. Ama bu tek taraflı bir hesaplaşmadır. Kız konuşmakta, kadın ise sadece tebessüm ederek dinlemektedir. Kız annesine en önemli zamanlarda bile yanında olmadığını, ilk kez regl olduğunda çok korktuğunu ama onun yanında olmadığını söyler. Kadın daha fazla kalamaz ve gider. Kafenin müdavimlerinden genç adam, kadının kendisinden ayrılma kararlılığı göstermesi üzerine onu sık sık rahatsız etmeye ve kabalaşmaya başlamıştır. Diğer yandan kadın açıkca belli etmese de babadan hoşlanmaktadır. Bir gece birlikte eve giderler ve hep beraber yemek yerler. Bu arada genç adam eve giderlerken onları takip eder. Genç adam gece boyunca evin yakınlarında bekler ve kızdan hoşlanan ve civarda sürekli futbol oynayan gençle top oynayarak zaman geçirir. Kadın gencin yakınlarda olduğunu fark edince çok sinirlenir ve onun yaşamından çıkmasını bir kez daha söyleyerek ayrılır. Genç adam bir gece babanın kafesine gelerek kadınla ilişkileri olduğunu düşündüğünden onu tehdit eder. Genç adam gittikten sonra kafeye gelen kadın, babanın itişme sırasında hafifçe yaralanmasına üzülmüştür. Onunla birlikte eve gider. Sabaha kadar konuşarak geçirirler geceyi. Sabah kız erkenden uyanmış ve onların yanına gelmiştir. Çok açık sözlü olan kız onlara aralarında bir şey olup olmadığını sorar. Kız, kadını trenle yolcu ettikten sonra dönerken kendisinden hoşlanan gençle karşılaşır. Bir süre birlikte yürürler.

Genç, kıza yeni bir mektup verir. Bu arada dayı, babaya olan hırsını kendisine olan borçları yüzünden dükkanını haciz ettirerek çıkarır. İcra memurları PassageBistro'nun bütün eşyalarını haciz ederek giderler. Babayı en çok üzen ise haciz sırasında oğlunun da dükkanda olmasıdır. Oğluyla aynı gün kızının diploma törenine giderler. Herkes törendedir. Anne, dayı, kafenin müdavimleri, kızdan hoşlanan genç, kadın ve genç adam. Okul yöneticisi yaptığı konuşma sonrasında kızı kürsüye davet eder. Kız duyarlı bir konuşma yapar.

& Yavuz Özkan, 1999 yılında çekmeye başladığı son filmi "Hayal Kurma Oyunları"nın, 24. Uluslararası İstanbul Film Festivali 'nin Ulusal Yarışma bölümünde ilk gösterimini yaptı. Filmin başına gelenler, başrol oyuncusu Tarık Akan'ın gösteri öncesinde belirttiği gibi pişmiş tavuğun başına gelmemişti. Filmin yönetmeni Yavuz Özkan, özel bir görüşmemizde filminin negatiflerinin yandığını ve bu yüzden filmi ikinci kez çekmek zorunda kaldığını söylemişti. Bu talihsiz süreç yargıya da intikal etmiş, Türkiye'nin koşullarında bir yaratıcının aynı zamanda hangi dertlerle boğuşmak zorunda kaldığının da bir örneğini oluşturmuştu.

"Hayal Kurma Oyunları" Yavuz Özkan sinemasında yeni bir merhaleyi temsil eder bir görüntü vermiyor. Yönetmen bir süredir, özellikle "İki Kadın", "Bir Sonbahar Hikayesi", "Yengeç Sepeti" ve "Bir Erkeğin Anatomisi" ve "Bir Kadının Anatomisi" filmleriyle küçük burjuva yaşam tarzına kamerasını odaklamış ve onun aracılığıyla bu dünyanın, sistemin ve ilişkilerinin hakkında saptamalar, yansıtmalar yapmaktaydı. Bu bağlamda Hayal  Kurma Oyunları'nda, film tipleri aracılığıyla ülkemizin yeni düzeninin eleştirileri, bankaların boşaltılması vb. unsurlarda filmin satır aralarında kendilerine yer buluyorlar. Aslında bu yaklaşım, yönetmenin eleştirilerinin açıktan, didaktik söylevlere dönüşmeden filmin içine yedirilmesi başarılı görünüyor.

Hayal Kurma Oyunları'nda, belirgin olarak öne çıkan öncelikle mekan kullanma ustalığı ve görsellik. Seçilen mekanlar ve oluşturulan atmosfer duygusu bir Fransız filmini izlermişçesine bir karşılık oluşturuyor. Bu etkinin oluşmasında şüphesiz filmin Fransız görüntü yönetmeninin de büyük katkısı var. Resimlerin sanki izlenimci üslubu yansıtan dokusu, parlaklığı ve renklerin seçilişi bu etkinin oluşmasında özellikle rol oynuyor. Kimi zaman Jean Jacques Annaud'nun "Amelie" filminden etkilenmeler olduğunu düşünmeden de edemiyorsunuz. Film, öykünün ana karakterlerinin ağzından zaman zaman birinci tekil anlatım yöntemiyle ilerliyor. Diğer yandan temposuz ve yalın gelişen bir üslupla oluşturulmuş sinema dili filmin içeriğiyle örtüşse de, dinamik sinema anlatılarına alışmış kitleler açısından sıkıcı bulunmaya aday görünüyor. Şüphesiz Yavuz Özkan filmini büyük kitlelere beğendirecek salt bir seyirlik olarak görmüyor. Yeşilçam kulvarlarından günümüzün bağımsız sinema temsilcilerinden biri olarak sinema anlayışını sürdüren Yavuz Özkan, geçmişindeki sendikacılığı, tiyatroculuğu ve entellektüel birikimi ile, kendi dünyasını ifade etme yönünde bir sinema anlayışında yoğunlaşmasını sürdürüyor. Ama ele aldığı dünyayı işlerken ortaya çıkan bağlantı eksiklikleri ve dramatizasyon açısından oluşan nötrlük, bireysel bir dünyanın masalsı bir yaklaşımla açıklanması olarak düşünülse de, sinemasal karşılığını ortaya koymakta tökezlemeler yaratmaya başlıyor. Anne ile babanın ayrılma nedenlerinin son derece flu kalması, çocuklarda anneye karşı oluşan nefretin nedenleri, sürekli top oynayan çocuğun ne tür bir alegoriyi temsil ettiği gibi durumlar soru işaretleri yaratarak havada kalıyor. Özellikle final bölümünde son derece eğreti duran diploma töreni ve bir boşlukta kaldığınız duygusuna neden olan final, filmin tüm temposuzluğuna karşın izleyicinin çabasına karşılık vermekte yetersiz kaldığı duygusunu uyandırıyor. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 223

 

 

GÜLE GÜLE (1999) 


Yönetmen: Zeki ÖktenSenaryo: Fatih Altınöz, Görüntü Yönetmeni: Ferenc Pap, Yapım: UFP/ Faruk Aksoy, Ayşe German, Romaine Legargeant, Janos Rozsa Yapım Yönetmeni: Servet Aksoy, Montaj: Nevzat Dişiaçık, Müzik: Engin Düzyol, Yapım Süpervizörü: Yüksel Aksu, Miksör: Thıery Delor Sanat Yönetmeni: Özlem Yurtsever, Yönetmen yardımcısı: Mehmet Ulukan, Makyöz ve Kuaför: Belgin Ömürdağ, Yapım Ekibi: Serdar Ildırar, Cahit Yalçın, Fatih Akdeniz, Kerim Çapçı, Muharrem Yıldız, Miksaj Asistanı: Jean Christophe Jule, Mali Koordinatör, Metin Aksoy, 2. Yönetmen Yardımcısı: Derya Yaruç, 3. Yönetmen Yardımcısı: Deniz Eyüboğlu, Ses Kaydı: Nicolas Washchoowski, Boom Operatörü: Nicolas Faü, Kostüm: Aslı Altan, 1. Kamera Asistanı: Ercan Özkan, 2. Kamera Ast.: Olcay Oğuz, 3. Kamera Ast.: Andaç Şahin, Işık Şefi: Hakkı Yazıcı, Işık Asistanları: Ahmet Akça, Engin Altıntaş, Set Amiri: Zühtü Polat, Set Asistanları: Bestami Büyük, Barış Gürleyen, Mehmet Emin Güneş, Set Fotoğrafı: Birsen Altuntaş, Jenerik: Özkan Sevinç, Jenerik Grafik: Evşen Yiğit, Renk Düzeltme: Viola Regéczy,

Oyuncular: Zeki Alasya (İsmet), Yıldız Kenter (Zarife), Şükran Güngör (Şemsi), Eşref Kolçak (Celal), Metin Akpınar (Galip), Ayşegül Aldinç (Selma), Nilüfer Açıkalın (Arzu), Haluk Bilginer (Kasap), Güler Ökten (Madam), Serra Yılmaz (Ayşe), Sevdağ Ferdağ (Mine), Ece Uslu (banka memuresi), Mahmut Gökgöz (Necati), Nejat Birecik (Ahmet), Zeynep Gülmez (Semra), Kaan Çakır (Dilaver), İpek Tuzcuoğlu (Emine), Hazım Körmükçü (Doktor), Ramazan Taşpınar (Eişekli Köylü), Nejat Birecik, Yüksel Aksu (Hüsnü), Şebnem Özinal (Sekreter), Eray Yumuşaker, Mürşit Ağabağ (hasatabakıcı), Aytümen Akyıldız (banka güvenlik), Ali Sami Akdeniz (küçük çocuk), Faruk Aksoy (birinc, suçluı), Uğur Akçal (işadamı), Asya Talia Krup (Tuğçe), Ahmet Akça (olis), Meral Avcı (banka memuresi), Müge Akpınar (banka memuresi), Zeki Serek (ikinci suçlu), Ramazan Hürcan (çaycı), Zehra Sarısöze (ikinci hemşire), Polisler: Engin Altıntaş, Asım Albayrak, Tarkan Özdemir, Muhlis Yayık,

Konu: Bir ada... Mevsimlerden yaz. Filmin beş temel kahramanı burada yaşıyor. Hepsi 60  70 yaş arası insanlar. Çok eskilere dayanan oldukça sıkı bir dostlukları var. Bugünün değerler sisteminde artık çokça var olmayan bir dostluk. Şemsi araba tamircisi. Karısından yıllar önce ayrılmış. Kendisinden uzakta yaşan bir çocuğu var. Dinine bağlı, oldukça naif, temiz bir insan. Celal ile Zarife 40 yıllık evli, 2 çocukları olan bir aile. Celal, albay emeklisi. Disiplinli, muhafazakar, merkezde bir karakter. Grubun lideri. Katı görünümünün altında çok sıcak ve duygusal bir insan. Zarife, bir taşra kentinde doğmuş, geleneksel değerlere göre yetiştirilmiş, iyi bir anne ve eş. İsmet, ömrü boyunca adadan hiç ayrılmamış, ama hep gözü ufka bakan biri. Çabuk heyecanlanan, ölçüp biçmeden konuşan, samimi bir ihtiyar. En büyük takıntısı sinema filmleri. Hep gitme cesareti gösteren film kahramanlarıyla kendini özdeşleştiriyor. Hiç evlenmemiş, yalnız bir adam. Galip olağanüstü romantik biri. Sadece bir kez gördüğü Kübalı bir kadınla (Rosa) 35 yıldır müthiş bir aşk yaşıyor. Bu elbette fiziki bir aşk değil. Karşılıklı olarak sürekli aşk mektupları yazıyorlar. Ada halkının bir bölümü de bu ilişkiye çok saygı duyarken, başka bir grup bu durumu anlayamaz ve onunla dalga geçerler. Kahramanlarımız kendi aralarında didişmesi, sataşması, eğlencesi, oynanan oyunlarıyla kasabadaki normal yaşamlarını sürdürürken Galip, Rosa'ya gitme kararı verir. Önceleri ciddiye alınmayan bu karar, giderek kesinlik kazanmıştır, ama yakalandığı ilerlemiş mide kanseri, bu gidişi imkansız hale getirir. Ancak arkadaşları böyle düşünmemektedir. Hep birlikte hastaneye giderler. Galip, bitkin bir şekilde yatmaktadır. Ziyaret bitiminde Galip, Celal'in biraz daha kalmasını isteyerek Rosa'ya yazdığı veda mektubunu yollaması için ona verir. Kahramanlarımız dışarıda hiç konuşmadan yürümektedir. O sırada yoldan geçen biri Celal'e hızla çarparak, zarfın yere düşmesine sebep olur. Çamur içinde kalan zarfı değiştirmek için, mektup açılır. Zarife mektubu okur, olağanüstü yazılmış bir aşk mektubudur bu, hepsi çok duygulanır... Arkadaşlarını o hastaneden kurtarma fikriyle başlayan konuşmalar, Galip'i Rosa'ya gönderme kararıyla sonuçlanır. Bu yolculuğun ekonomik tablosu çıkartılır. Ancak yaptıkları kur hatası ile, gerekli olan dolar, onlar için çok büyük bir para haline gelir. Ev sahibi olan İsmet ve Şemsi, evlerini satmaya karar verir ve hemen emlakçıyla konuşurlar. Ancak bu mevsimde ev satışı çok zor olacaktır. İpotek edip kredi almaya çalışırlar. Bir arkadaşlarının banka müdürü oğlu ile konuşurlar ve prosedürün tamamlanmasının birkaç aya mal olacağını öğrenirler. Bu çözümlerin hiçbiri, en fazla bir ay ömrü olduğu söylenen Galip'i, ölmeden Rosa ile kavuşturmaya uygun değildir. Çocuklarından para isterler. Ancak bugünün değerleri, geçmiştekilerle aynı değildir. Şemsi'nin oğlu paraları repoda olduğu için 2 aydan önce veremeyeceğini söyler. Celal ile Zarife'nin ki ise bu harcamayı doğru bulmadığını söyler. Şemsi 30 yıl önce kendisini terk ederek zengin bir adamla evlenen karısından para ister. Ancak bir sonuç alamaz. Olay iyice çözümsüzlüğe giderken Şemsi banka soyabilecekleri fikrini ortaya atar. Celal buna özellikle itiraz eder. Çünkü bu kabul edilebilir bir şey değildir. Kahramanlarımız bu güne kadar dürüst ve namuslu bir hayat yaşamışlardır. Tartışmalar yapılacak şeyin bir soygun sayılmayacağını, daha sonra bankaya ödenmek üzere bir tür borç almış alacakları uzlaşması ile sonuçlanır. Celal de ikna olmuştur. Soygunu gerçekleştiren kahramanlarımız, hastaneye gider. Yolda Galip'e onu Rosa'ya göndereceklerini, parayı bulmak için banka soyduklarını anlatırlar. Galip, arkadaşlarına belli etmemeye çalıştığı bir panik yaşamaktadır. Çünkü gelen son mektup Rosa'nın kızından gelmiş ve onun öldüğünü bildirmiştir.

ÖDÜL

37 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (2000)

►"En iyi film"

(Jüri: Orhan Aksoy, Prof. Dr. Yüksel Bingöl, Sabahattin Çetin, Celal Çimen, Doç. Dr. Ünlen Demiralp, Abdurahman Keskiner, Tanju Gürsu, Nur Sürer, Yalçın Tura, Uğur Vardan, Artun Yeres),

► Fatih Altınöz "en iyi senaryo"

► Şükran Güngör' ve, Eşref Kolçak "en iyi yardımcı erkek oyuncular"

Marmara Üniversitesi iletişim Fakültesi'nin düzenlediği "Yılın İletişimcileri Zirvedekiler 2000" seçiminde: "en iyi film"

48. Magazin Gazetecileri Derneği'nin seçiminde (2000):
     ► "en iyi film" 

4 Şimdiye kadar heybesine "Sürü", "Düşman", "Faize Hücum", "Düttürü Dünya" vb. gibi önemli filmler sığdırmış, 40 yıldır az öz çalışır, saçını bıyığını yedinci sanata ağartmış, tepeden tırnağa "alçak gönüllülük anıtı" Zeki Ökten 2000) sinemamızda Yılmaz Güney (zamanı ve) sonrası dönemin, sevdiğimiz, saydığımız en önemli yönetmenlerinden biri kuşkusuz. Ökten'in yeniden kamera başı yapmasına elbette sevinilir. Sıcak yaz mevsiminde güzelim Bozcaada dekorunda geçen filmde, abartılmış duygusal dozu ve birtakım zaaflar gösteren senaryo bir yana, Zeki Ökten ustanın kıvamını bulmuş anlatımına, Macar kameraman Ferenc Pap'ın başarılı görüntülerine, neredeyse hiçbir sahneyi boş geçirmeyen Engin Düzyol'un orijinal müziğine, takım oyunculuğuna diyecek yok. Ancak Galip karakteri için Akpınar'ın seçilmesine itirazım var. Oyunculuğuna değil de, aşırı kilolarına tabii. (Keşke Müşfik Kenter reddetmeseymiş o rolü). (Sungu Çapan, Cumhuriyet G., 11 Şubat 2000)

4 Dostluklar, sevgiler, aşklar, acılarla sevinçler karmaşasını yaşıyoruz bu filmde... Yalnız "Güle Güle"nin son bölümünü sevemedim. Yaşlı başlı insanların banka soyma komikliği! Filmin, öykünün anlamına bir şey katmadı, hatta bozdu. Hasan Pu!ur'un da yazdığı gibi, bambaşka bir çare bulunamaz mıydı Metin'in sevgilisine, Küba'ya göndermek için... "Güle Güle"deki insanların hepsi kendi iç dünyalarında, hepsi toplum sorunlarından uzak, hepsi geçmişin anıları içinde! Olsun! Kim ne diyebilir o ada insanlarının küçük dünyalarında sürdürdükleri yaşama. Dostluk denen, günümüzde ortadan kalkmış görünen bir güzel duyguyu bizlere yaşatıyorlar ya! (Oktay Akbal, Cumhuriyet G., 17 Şubat “

4 Sinemada iş yapan filmler arasında, kimi zaman güzel sürprizlere de rastlanıyor. Zeki Ökten'in "Güle Güle"si daha ilk gününden büyük bir ilgi ile karşılandı. Filmin başarısı, büyük bir sıcaklıkla yansıtılan insan sevgisinden, filmin masalsı gerçekçiliğinden m. kaynaklanıyor kanımca. Seyirci, unuttuğu bazı değerlerin anımsatılmasından hoşnut; bu duygular artık yaşayamasa da en azından beyaz perdede bir duygu ortaklığı kurmak istiyor bu güzel insanlarla (Vecdi Sayar, Cumhuriyet G., 1 Şubat 2000)

4 Güle Güle" bir hayat dersi olmaktan ziyade bir film. İyi de bir yönetmeni var. O sonsuz yakın çekimlerde bize iyi açılar, tertemiz görüntüler sunan bir yönetmen. Her zamanki tevazuu ile, sanki o yokmuş, film öylesine çekilmiş gibi davranan Zeki Ökten. Sinemaya dönüşü gerçek bir kazanç olan Ökten, bize tertemiz, iyi bir film sunuyor. Umarım, berbat müzik kullanımı gerçekten onun kontrolu haricinde gerçekleşmiştir. (Sevin Okyay, Radikal Cumartesi, ı 2 Şubat 2000)


4 Zeki Ökten dönüyor.. Ünlü yönetmenimizin uzun bir ayrılıktan sonra sinemaya dönmesi başlı başına bir olay. Filmin kahramanları, bir adada yakınları, dostları ve komşularıyla birlikte yaşayan 60 yaş civarı beş arkadaş. Ama öyle böyle değil: çocukluktan beri ayrılmamış, her şeyi birlikte yapmış, birlikte göğüslemiş ... Karısından yıllar önce ayrılmış, eski bir arabayı tamiri hayatının düşü haline getirmiş Şemsi, gurubun manevi lideri, denge timsali Celal ve onun anlayışlı, sevecen karısı Zarife, hep kaçmayı düşleyen, ama ada dışına atım atamamış sinema hastası İsmet ..


Ve de 20 yıl önce bir kez gördüğü Kübalı Rosa’ya duygusal bağlılığını hep sürdüren, gerçek bir koca bebek olan Galip ... Bu sakin ada yaşamındaki denge, Galip'in ölümcül bir hastalığa tutulmasıyla sarsılıyor. Arkadaşları onu ne yapıp edip hala yazıştığı Kübalı sevgilisine yollama planları yapıyor, bu uğurda bir banka soymayı bile göze alıyorlar!. ..Güle Güle, bir tür duygusal fantezi, bir his ve coşku masalı. Filmin ne dekoruna, ne kahramanlarının yaşamlarına, ne de yaptıkları işlere gerçek olarak inanma imkanı var: 30 yıldır görülmeyen sevgiliden sondaki banka soygununa, her şey bu masal ve fantezi havasını destekliyor. Ama film yine de kendi mantığını kuruyor, kendi yasalarını uyguluyor. Özellikle parlak oyuncu kadrosu, insana zaten mantık yürütme ve eleştirel olma olanağı bırakmıyor.


Yine de temel bir öğeye değinmek isterim. Ökten, senaryonun da katkısıyla, duygusallığını denetleyemiyor, fazlasıyla açık ediyor. Hikayeden oyuna, müzikten diyaloglara sanki her şey bizi hislenmeye, duygusallaşmaya çağırıyor. Oysa ben duygusallığın, bir istiridyenin derinine saklı inci gibi kendisini zor ele vermesini ve çok açık olmamasını yeğlerim.

Oyuncu kadrosu elbette süper. En çok Eşref Kolçak ve Şükran Güngör' e hayran oldum. Ve de kuşkusuz Yıldız Kenter'e ... Onlara olan büyük sempatime karşın (ya da bu sempatim nedeniyle: malum, dost acı söyler!), Zeki Alasya'nın biraz abartılı oynadığını, Metin Akpınar'ın ise, eğer sinemayı sürdürecekse kilo sorununu mutlaka çözmesi gerektiğini belirtmek isteri Güle Güle, Türk sinemasının gerçek bir ustasından gelen bir duygusal masal, bir oyunculuk gösterisi. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf: 79

& Zeki Ökten'in uzun bir aradan sonra çektiği sinemaya dönüş filmi olan Güle Güle, hüzünlü ve dramatik öyküsüyle dikkati çekiyor. "Şimdiye kadar heybesine 'Sürü', 'Düşman', 'Faize Hücum', 'Düttürü Dünya', vb. gibi önemli filmler sığdırmış, 40 yıldır azöz çalışır,. tepeden tırnağa' alçak gönüllülük anıtı' Zeki Ökten, sinemamızda, Yılmaz Güney (zamanı ve) sonrası dönemin,... en önemli yönetmenlerinden biri kuşkusuz .. Sıcak yaz mevsiminde güzelim Bozcaada dekorunda geçen filmde, abartılmış duygusal dozu ve birtakım zaaflar gösteren senaryo bir yana, Zeki Ökten ustanın kıvamını bulmuş anlatımına, Macar kameraman Ferenc Pap'ın başarılı görüntülerine, neredeyse hiçbir sahneyi boş geçirmeyen Engin Düzyol'un orijinal müziğine, takım oyunculuğuna" kadar Güle Güle, yaşamın içindeki küçük dünyalarında büyük yürekleriyle yaşayan, günümüzün yükselen değerleri bağlamında kaybeden, buna karşın yaşama tutunmaya çalışan insanların öyküsünü ele alıyor.

"Yıldız Kenter, filmi 'Ölürayak insanlar arasında, ama hiç ölmeyecekmiş gibi gelişen ve gerçekleşmesini düşleyebileceğimiz bir fantezi' olarak" nitelendirmiş (Kültür Servisi, Cumhuriyet, 07.10.1999).

Filmde ele alınan karakterler içinde belki de en az sorunlu, daha mutluymuş gibi görünenler Celal ile Zarife' dir. Uzun evlilikleri süresince birbirlerine olan sevgileri azalmamış, aynı zamanda iyi birer dost olmuşlardır. Sorunları çocuklarıyla, daha çok onların beklentileri yönünde bir yaşam kurmayan kızları Arzu'yladır.

Güle Güle, sınırlı bir mekanın içinde ele aldığı insanların öyküleriyle, günümüzde yok olan değerleri, Zeki Ökten'in sinemasıyla ustaca yansıttığı bir film olarak karşımıza çıkıyor. Zaman zaman melodram sınırlarında gezinen öyküsüne karşın, çağımızda unutulmuş dostluk, paylaşım, fedakarlık gibi kulağımıza neredeyse yabancılaşmaya başlamış kavramların üzerinde duruyor. Film, Galip'in ölmek üzere olduğunu anlamaları üzerine arkadaşlarının onun için yapmaya karar verdiği çizgi dışı eylem dışında düz bir şekilde akıyor. Bir bakıma yönetmen de banka soyma eylemini sanki filmi ayakta tutmak, sıklıkla düşen tempoyu diriltmek için gündeme getirmiş. Banka soyma esnasında karakterlerin, özellikle İsmet'in yaklaşımları biraz karikatürleşse de, aslında filmin omurgasını oluşturan insanların biraz da çocuksu karakterler olarak ele alınmasından dolayı yadırgatıcı olmuyor. Güle Güle'nin ağırlıkla sinemaya yabancı olmayan tiyatroculardan kurulu bir oyuncu kadrosu var. Buna karşın başarılı tiplemeleriyle yozlaşan yaşama, yalnızlaşan insanların dramına olumlu katkılarda bulunan bir oyunculuk dozu tutturuluyor. "O içe dönük, acısını en yakınlarından bile gizleyen inatçı, içki içmeden içenlere eşlik eden, beş vakit namazını kılan ve dostu için hayatının ona en acı veren olayıyla yüzleşmekten korkmayan araba tamircisi Şükran Güngör, şefkate ve sevgiye aç, yalnız ve iyi yürekli sinema tutkunu Zeki Alasya, kararlı ve metin Zarife hanım Yıldız Kenter ve eşi Eşref Kolçak ve 'Rosa' dendiğinde gözleri parıldayan Metin Akpınar bir araya gelmiş yılların oyunculuk deneyimlerini arkalarına alarak birbirlerine tatlı tatlı nispet yapıp, siinemaya unutulmaz insan karakterleri armağan ediyorlar" (Özgentürk, Cumhuriyet, 08.02.2000).

Ama Galip' in zarif utangaçlığına karşın Celal ile Zarife'nin kızı Arzu'nun yırtık modernliği; Şemsi'nin çok dara düştüğü bir anda gerçeklerle çok uyuşmayan şekilde karısı tarafından reddedilmesi, yönetmenin ele aldığı yozlaşmaların altını çizmede biraz abartıya kaçtığı duygusunu uyandırıyor ve neden hala yaşamın diyalektiğini bir filmin dünyasında yansıtma uğraşımızda inceltilmiş ilişkiler ve tipler yaratamadığımız sorusunu akla getiriyor. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 221”

 

 GÖLGELER SİLİNİRKEN (1999) 

Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Kadri Albayrak, Görüntü Yönetmeni: Vedat Karadeniz, Yapım: As Film/Mehmet Aksu Yönetmen Yardımcısı: Derya Yaruç, Sanat Yönetmeni: Özlem Yurtsever, Işık Şefi: Hakkı Yazıcı, Kurgu: Nevzat Dişiaçık, Süpervizör: Yüksel Aksu,

 Oyuncular: Küçük Fırat, Mustafa Gülen, Meltem Berent Murat Soydan, Cemal Gencer, İncilay Özdemir, Cafer Yıldız

Konu: Gölgeler silinirken, uyuşturucu mafyasının en son kademesindeki isme ulaşıp, onu öldüren ve sonunda polise teslim olmamakta direnince, polis tarafından vurulan bir genci öyküsü.

 

EYLÜL FIRTINASI (1999) 



Yönetmen: Atıf Yılmaz, Senaryo: Gaye Boralıoğlu, Müzik: Tamer Çıray, Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman, Kurgu: Mevlüt Koçak, Yapım: Delta Film/Atıf Yılmaz  Ulus Filmcilik/İskender Ulus, Ortak Yapımı

Oyuncular: Tarık Akan, Zara, Kutay Özcan (Çocuk Oyuncu) Deniz Türkali, Hazım Körmükçü, Oktay Sözbir, Meral Çetinkaya, Cezmi Baskın, Yosi Mizrahi, Selahattin Duman, Zeynep Casalini, Ceren Sarp, Meral Çetinkaya, Cezmi Baskın, Cengiz Tünay, Ayten Uncuoğlu, Mesut Akusta

Konu: 12 Eylül İhtilali her şeyin üzerinden silindir gibi geçmiştir. Rasim, vatan haini olduğu gerekçesiyle polis tarafından aranmaktadır. Polis, Rasim'in karısı Ayten'i de içeri almış Rasim'in yerini öğrenebilmek için ona işkence yapmaktadır. Ayten'de davanın içinde olan yürekli bir kadındır. Bu arada Rasim'in evine baskın yapan polis, küçük oğlu Metin'in ağzından babası hakkında bilgi almaya çalışır. Küçük Metin'in çocuksu saflığına bile tahammül edemeyen polisler, bakıcı kadınla çocuğu da merkeze götürürler. çocuğu alması için dedesi Hüseyin Avcı'ya haber gönderirler. Bu arada küçük Metin'i annesinin yanına hücreye koyarlar. Metin'in dedesi Hüseyin Avcı, küçük çocuğu almaya gelir ve çocukla birlikte yaşadığı adaya dönerler. Eski bir efe olan Hüseyin Avcı'ya yörede herkes efe demektedir. Hüseyin efenin karısı Sultan, yataktan kalkamayacak kadar hastadır. Kızının başına gelenler Sultan hanımı çok yıpratmıştır. Efe ve karısının en büyük dostları, eski bir hakim olan Muhsin beyin karısı Şerife'dir. Kocası ölen kadının kimseye müdanası yoktur. Şerife hanım, hem Sultan'a yardımcı olmakta, diğer yandan küçük çocukla ilgilenmektedir. Şerife hanımın frapan giysileri ve Hüseyin efeye karşı gösterdiği yakınlık, adada ekmek fırını işleten yobaz Emin tarafından sürekli eleştirilmektedir. Emin'in baskı yaptığı küçük kızı Hatice ise Metin'le iyi arkadaş olmuştur. Bu arada Rasim'in de isminin olduğu arananlar listesi, adada her yere asılmıştır. Metin, annesinin çocukluk arkadaşı ve yazar olan Sadık'la iyi bir dostluk kurmuştur. Ayten' den mektup getiren arkadaşlarının gelmesinden sonra bir gurup polis ve asker Rasim'i aramak için evi basarlar. Evi hoyratça ararlarken gürültülerden aşağıya inen Sultan, kocası Hüseyin efenin kolları arasında ölür. Rasim'in yakalanması üzerine Ayten'i serbest bırakırlar. Ay ten perişan bir şekilde arkadaşları tarafından babasının evine getirilir. Efe kızının durumunu görünce yıkılmıştır. Bu arada Rasim itirafçılık yaparak serbest kalmıştır. Zayıf karakterli olan adam, öldürülmekten korktuğundan yurt dışına kaçmaya karar vermiştir. Bu arada karısını ve çocuğunu son kez görebilmek için adaya gelir. Rasim’le olan ilişkisinde ne kadar yanlış yaptığının farkına varan Ayten, çocukluk arkadaşı ve onu hep sevmiş olan Sadık'la yakınlaşır.

Yeniden büyük bir operasyon yapılacağı haberi üzerine arkadaşları Ayten'i AIImanya'ya kaçırırlar. Operasyon esnasında Sadık'da tutuklanmıştır. Ayten, düzenini kurduktan sonra Metin'i yanına Almanya'ya aldırmıştır. Kızının ve kendilerinin yaşadıkları acıların nedenini bir türlü çözemeyen Hüseyin Efe'nin ise akli dengesi bozulmaya başlamıştır. Diğer yandan hapisten kaçan Sadık'da, Amanya'ya Ayten'in yanına gitmiştir. Metin adadan ayrıldıktan 19 sene sonra annesi ise Sadık'la birlikte Türkiye'ye ve adaya geri gelir. Onları hayatta kalan tek yakınları olan Şerife karşılar.

 ÖDÜL:

37. Antalya Altın Portakal Film Festivali (2000):

► "Jüri Özel Ödülü" (Kutay Özcan)

8. ÇASOD Seeçiminde (2001)

► "En İyi Oyuncu", "Umut Veren Erkek Oyuncu" (Kutay Özcan)

 

4Eylül Fırtınası, isminin yaptığı gönderme gibi, 12 Eylül ihtilali ve onun yarattığı yıkıntılar üzerine yoğunlaşan bir film. Usta yönetmen Atıf Yılmaz, toplumumuzun kollektif bilinçaltında ağır travmalar yaratan bu dönemi ele alırken, didaktik bir tavır izlemek yerine o dönemi, bir çocuğun bakış açısı  ve büyüme süreci üzerinden ve çevresiyle olan ilişkilerinden yararlanarak gündeme getiriyor. Film, ele alınan dönemde yaratılan şiddeti bizzat sergileme yöntemi seçmekten çok, bu durumları sinemanın olanakları içinde hissettirerek, altını çizerek ilerliyor. Fakat dönemin koşullarını yansıtmada, o dönemin televizyon haberlerine, aynı marka ve model arabalara, basit aksesuarlara yaslanarak oldukça şematik bir atmosfer duygusu oluşturuyor. Bu açılardan da yetersiz bir dönem analizi dikkat çekiyor ve bu yaklaşım filme zarar veriyor. Şüphesiz bir sanat olarak sinemanın içeriği önem taşıyor ama sinemayı sanat kategorisi içine en az içeriği kadar biçimi de dahil ediyor. 1970'lerin parlak jönü olarak ortaya çıkan Tarık Akan, süreç içinde yaşadığı niteliksel dönüşümle toplumsal içerikli filmlerin aranan oyuncularından da biri olmuştu. Orta yaşlarda bir baba ve dedeyi canlandırdığı bu filmde, ihtilalin sıradan ama belli bir bilinç seviyesindeki insanlar üzerinde yarattığı travmayı yansıtmada başarılı görünüyor. Özellikle küçük Metin'i oynayan Kutay Özcan, küçük bir çocuğu oynamasının da getirdiği avantaj la bu rolün altından yönetmenin katkısıyla da da başarıyla kalkıyor. Aslında bir türkücü olan Zara ise oyunculuk deneyiminde başarısız görünmüyor. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 216”


FİLMİ İZLE