Powered By Blogger

14 Aralık 2022 Çarşamba

 

FİLLER VE ÇİMEN (2000) 


Senaryo ve Yönetmen: Derviş Zaim, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Yapım: Pan Film/Ali Akdeniz Yönetmen Özel Yrd: Özgür Güvelioğlu, Ege Zaimağaoğlu, Yönetmen Asistanı: Zeynep Çiftçi Ün, Nergis Çalışkan, Güçlü Gülan, Aslı Özbilen, 1.Kamera Ast: Feza Çaldıran, 2.Kamera Ast: Deniz Eyüboğlu, 3.Kamera Ast: Burak Şenbak, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, San.Yön. Ast: Selda Ülkenciler, Bektaş İldem, Fırat Yünlüel, Bülent İşcan, Mehmet Taşatan, Kurgu: Mustafa Presheva, Yapım Sorumlusu: Menderes Demir, Montaj Asistanları: Sonat Preşeva, Bülent Güneri, Ses İsmail Karadaş, Ses Kurgu: Erkan Aktaş, Makyaj: Leda Seril, Makyaj Ast: Sevinç Uçar, Kostüm Ast: İlknur Yılmaz, Kuaför: Ercüment Küçükelmas, Özel Efekt: Emir Özer, Efekt Sorumlusu: Özcan Yıldız, Grafik Donanım: Sancar Yılmaz, Set: Melih Sezgin, Zafer Yılmaz, Gürol Yavuz, Işık: Nurdoğan Erdoğan, Işık Astanları: Necdet Özaktın, Kenan Kolla, Ümit Barlas, Adem Yüksektepe, Kayhan Yılmaz, Fotoğraflar: Banu Demirci, Jenerik: Özkan Sevinç, Evşen Yiğit, Afiş tasarımı: Mehtap Yılmaz, Panter Operatörü: Hasan Kesici, Panter Op.Ast: Uğur Doğan, Ali Dervişoğlu, Laboratuar Stüdyo: Fonu Film, Yemek: Ersan Yaman, Ulaşım: Celal Demir, Şakir Karagün, Ali Kartal, Kıvanç Vardar, Atlan Balta, Fevzi Candan Aksesuar: Selda Ülkenciler, Aksv. Ast: Bektaş İldem, Film Yapımı: Yahya Öztürk, Mustafa Oruç, Negatif Kurgu: Eyüp Yıldız, lale Cerrahoğlu, Uygulayıcı Yapımcı: Bahadır Atay, Yapım Asistanı: Burak Şenkal, Celal Demir, Yapım Sekreteri: Nilgün Gül, İngilizce Çeviri: Nancy Öztürk, Yapım Koordinatörü: Fatmanur Sevinç,

Oyuncular: Sanem Çelik (Maratoncu Havva Adem), Taner Barlas (Otel Sahibi Ali Bey), Haluk Bilginer(Sabit Üzücü ), Bülent Kayabaş (Bakan Aziz Bebek), Ali Sürmeli (Camoka), Uğur Polat (Otel Sahibinin Arkadaşı), Taner Birsel (Eylemci), Arif Akkaya, Erdinç Olgaçlı, Nadi Güler, Rıza Sönmez, Fatih Hacıosmanoğlu, Emin Gürsoy, Berke Üzrek, Mustafa Uzunyılmaz, Goncagül Sunar, Berkun Oya, Mehtap Bayrı, Mustafa Turan, Mesut Akusta, Ümit Çırak, Burak Öztürk, Celal Perk, Metin Yıldırım, Ata Fırat, Fatih Akyol, Fuat Onan, Aylin Deveci, Ercan Süt, Teoman Yakupoğlu, Kerem Turhan, Alpan Rişvanoğlu, Hakan Yılmaz, Aydın Erbay, Zafer Yılmaz, Semra Dinçer, Babek Billuri, Gözde Heptürk, Nina Lankes, Arzu Birol, Ali kalaylı, Levent Çelebi, Atakan Acar, Hasan Uzma, Semir Aslanyürek, Mustafa Preşeva, Çağla Akay, Ezel Akay, Deniz Kumbaracı, Demet Kumbaracı, Feyza Işık, Mevlut Serkek, Menderes Demir. Derviş Zaimağaoğlu, Mustafa Zaimağaoğlu,

KONU: Ulusal bir bayram günü, törenlere katılan kişilerden biri de Devlet Bakanı Aziz Bebek'tir. Bakan'ın bazı kadınlarla uygunsuz fotoğraflarını ve video kayıtlarını çeken kişiler, ona istifa etmesi yönünde şantaj yapmaktadır. Bakan, şantajı yapan kişilerden Saim Yakut'u öldürterek, onlara uyuşturucu suçluları süsü verilmesini sağlar. Türk Gizli Haber alma servisindeki önemli figürlerden olan Egemen Terzi, tetikçi (Cem Okay Yeşil) tarafından olayların arkasındaki kişi olarak ihbar edilir. Egemen Terzi nin Kürt teröristlerle çekilmiş fotoğrafları basına dağıtılır. Devlet Bakanı Aziz Bebek, Cem Okay'la bir teknede buluşarak ona para, silah ve yeni kimlik verir ve ortada görünmemesini ister. Bu arada uluslararası bir atlet olan Havva isimli bir genç kadına, Ali Kansız'ın otelinden yiyecek yardımı yapılmaktadır. Havva'nın erkek kardeşi güneydoğu'da gazi olmuş ve ayakları tutmamaktadır. Bakana rüşvet veren Sabit Üzücü isimli mafya babası, Ali Kansız'ın otelini almak istemektedir. Ali Kansız, zamanında devlete balık satarak zengin olmuştur. Otelini satmayınca Sabit, Ali Kansız'ı adamlarına öldürterek, suçu İlyas ile Hızır Veli isimli iki garibanın üzerine atar. Havva ise cinayete tesadüfen tanıklık etmiştir. Olayı soruşturan komiser, Hızır'ın bakanın adamı Camako'ya çok benzemesinden dolayı olayı Egemen Terzi'ye yansıtır. Bu arada ZX otelinin sahibi Devrim Kansız'ı korkutmak için Sabit, Camako 'yla anlaşmak ister. Camako ise, otele giderek anlaşırlarsa otelin korumasını yapabileceğini söyler. Havva bir silgi fabrikasında çalışmaya başlamıştır. Devrim'in sağ kolu olan adam mafyadan korunmak için bir anarşist grubuyla anlaşır. Havva ise Beden Terbiyesi Bölge Müdürü aracılığıyla Aziz Bebek'den randevu alır. Bakan Bebek'in konuklarından biri ise Sabit'tir. Bakan Bebek, Sabit'in iki aydır para vermediğinden yakınır. Sabit ise, parayı Camako'ya teslim ettiğini bildirir. Sabit Üzücü, öldürülebileceği şüphesiyle Egemen Terziy'le ilişki kurarak tuzağa düşürüldüğünü söyler. Polis, Devrim Kansız'ın teröristlerle işbirliği yaparak otelini korumaya aldığını öğrenince, Devrim'in evini basarak gözaltına alır. Teröristlerce daha önce dövülen Devrim'e yardımcı olmak isteyen Havva'da, onunla birlikte göz altına alınır. Sabit Üzücü'yü öldüren Camako'yu Egemen Terzi'nin adamları kaçırır ve yeni bir kimlik karşılığında kendileri için çalışmasını isterler. Camako'nun polisle girdiği çatışma sonrasında ölü olarak ele geçirildiği basına yansıtılır. O'nun yerine öldürülen gariban, Camako'nun ailesinin katıldığı bir törenle defnedilir. Egemen Terzi, olayları bilen polis komiserinin de ortadan kaldırılması talimatını verir. Camako, bakana telefon açarak haberin yanlış olduğunu bildirmek ister. Bakanın özel kalemine Tarkan'ın aradığını söylemelerini ister. Komiserin ise çok kötü şeyler olabileceğini söylemesini ise kimse dikkate almamaktadır. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 271”

 ÖDÜL

37.Antalta Altın Portakal Film Festivali (2000)

► "En İyi 3. Film",

► "En İyi Yönetmen" (Derviş Zaaim)
    ► "En İyi Erkek Oyuncu" (Ali Sürmeli),
    ► "En İyi Kadın Oyuncu" (Sanem Çelik),

► "En İyi Sanat Yöönetmeni" (Mustafa Ziya Ülkenciler),

► "En İyi Müzik" (Cahit Berkay),

► “En İyi Kurgu" (Mustafa Preşeva);

12. Orhan Murat Arıburnu Ödülleri (2001)

►"En İyi Film",

►"En İyi Yönetmen",

► "En İyi Kadın Oyuncu"

20. Uluslararası İstanbul Film Festivali (2001)

► "En İyi Kadın Oyuncu",

►FIPRESCI "En İyi Film Ödülü;

SİYAD seçiminde (2001):

► "En İyi Film", "

► En İyi Yönetmen",

► "En İyi Senaryo",

►"En İyi Kadın Oyuncu",

 & Film, hikayeleri birbiri ile tesadüfen kesişen bir maratoncu kız ile mafya ve devlet ilişkilerini ele almaktadır. Çıkarları çatıştıktan sonra domino taşları gibi birbirleri üzerine düşerek birtakım olayları ortaya döken ya da örtbas eden yasadışı kişileri ve mafyayı konu ediş şekli ile Susurluk sonrası gelişmeleri hatırlatan bir öyküye sahiptir. Türkiye'nin Susurluk öncesi ve sonrası olarak iki döneme ayrıldığının söylendiği bir dönemde çevrilen film, devlet, mafya, terör örgütleri, uluslararası uyuşturucu ticareti, istihbarat örgütleri gibi birbirleriyle karmaşık bağlantıları olduğu söylenen ilişkileri anlataktadır. Filmdeki hikayelerden biri maraton koşucusu Havva Adem'e aittir. Güneydoğu'da yaralanıp, sakat kalan kardeşi ile birlikte yaşayan Havva'nın kardeşinin tedavisi için paraya ihtiyacı vardır. Bu parayı bulmak için Avrasya Maratonu'nda koşup, verilen para ödülünü alma hayali kurmaktadır. Bir yandan da önce Ebru atölyesinde çalışır; sonra da bir silgi fabrikasında. Ancak kardeşinin acil tedavisi için devlete de başvurmak istemektedir. Bu nedenle Spor ve Bölge Müdürü'nün aracılığı ile Bakan Aziz Bebek ile görüşmeye çalışır.

Ancak başarılı olamaz. Kendisine tek yardım eden bir oteldir ve yemek yardımı yapmaktadır. Otel sahibinin oğluna olan aşkı yüzünden onu mafyadan kaçtığı bir dönemde evinde saklamayı kabul edişi hem polis tarafından yakalanmasına hem de kardeşinin ölümüne neden olacaktır.

ikinci hikaye ZX otelinin merkezde olduğu bir olaylar zinciridir. ZX oteli Havva'ya yardım eden oteldir. Sahibi Ali Kansız'dır. Uyuşturucu patronu Sabit Üzücü, oteli ve kumarhanesini düşük bir fiyatla satın almak istemektedir. istediğine kavuşamayınca Ali Kansız'ı öldürür ve oğlu Devrim'in başına bela olur. Devrim ve sonradan eşcinsel ilişki yaşadığını anlayacağımız yardımcısı kendilerini koruması için anarşist bir örgütle anlaşmışlardır. Anarşistler eylem yapınca ZX otelin başı polis ile derde girecektir. Bir diğer hikayede de Sabit Üzücü işlerini kolay halledebilmek için Bakan Aziz Bebek' e tetikçi Camoka aracılığı ile rüşvet göndermektedir. Camoka' da kendi krallığını kurmak için hem Sabit Üzücü'yü hem de Bakanı idare etmektedir. Sabit Üzücü'nün adamlarının, Kansız'ın "sahte" katilleri olarak seçtikleri iki kişiden birinin Camoka'ya benzemesi adamın sonunu getirecektir. Camoka diye öldürülür ve Camoka yeni bir hayata başlar Filmin öyküsü içerisindeki anlattığı sisteme uygun düşen "kaos", fillerin tepişmesi sırasında altta kalan çimenlere ne olduğunu göstermektedir. Filmdeki "filler"; bakan, mafya babaları, kumarhane kralları, tetikçiler ve istihbarat teşkilatıdır. "Çimen"ler ise; Havva, kardeşi, istihbarat teşkilatına girmeye çalışan, bu nedenle Hızır'ın benzerliğini onlara bildiren polis komiseri, sahte katiller Hızır ve İlyas'tır. Fillerin tepişmesi onlara hiç iyi şans getir Mez. Havva, kardeşini ve onu kurtarma ümidini kaybeder. Kardeşi suçsuz yere ölür. Hızır, Camoka'ya benzerliği nedeni ile hayatını kaybeder. İlyas ise her şeyi bildiği için ortadan kaldırılır. Komiser ise Hızır'ın öldürdüğü ve Camoka'nın hala yaşadığını bilen tek kişi olduğu için kaçak bir hayat yaşamaya, türbelerde saklanmaya başlar. Bütün bu kaostan en şanslı çıkan, kendi uyuşturucu imparatorluğunu kurmaya çalışan ve sonunda istihbarat teşkilatı içindeki adamlarla bu işi yapmaya başlayan Camoka'dır. Havva ise her şeyini kaybetmiştir. Kardeşi ölmüştür. Hem kardeşinin tedavisi hem de kariyeri için önemli olan Avrasya koşusuna katılamamıştır. Devrim'e olan aşkı ise onun eşcinsel fotoğraflarını görmesi ile hüsrana uğramıştır. Elinde bir tek inadı kalmıştır.

Bakan Aziz Bebek, mafya ile sıkı ilişkiler içindedir. Tetikcisi Camoka, hem Bakana hem de kendisine çalışmaktadır. Otelini ve kumarhanesini satmayan Ali Kansız canından olmuştur. Oğlu Devrim, yanlış bir seçim yaparak örgüt ile oteli koruması için anlaşmıştır. Ancak örgütün eylem yapmak gibi başka bir amacı vardır. Oteli almak isteyen Sabit Üzücü, Bakana gönderdiği paranın Camoka' da kalması nedeni ile hayatını kaybetmiştir. İstihbarat Teşkilatından Egemen Terzi ise hem Bakanı ve mafyasını çökertrnek hem de kendi sistemini kurmak peşindedir. Bütün bu karmaşık öykünün tutkalı ve öyküden öyküye geçiş öğesi ise atlet Havva Adem'dir. Olaylardan haberi olmayan ancak farkında olmadan tam da göbeğinde bulunan "çimen".

Filmin ilk on dakikasında bütün kahramanları tanırız. Birbirleriyle çok ilişkileri yokmuş gibi görünseler de giderek karmaşık bir biçimde öyküleri kesişmektedir. Ancak bu karmaşanın anlatılması temel amaç olduğu için belki de kahramanlar tip olarak çizilmişlerdir. Seyircinin özdeşleşebileceği bir karakter yoktur. Sadece olay anlatımı bulunmaktadır. Domino taşlarının düşmesi gibi her şey ardı ardına gelişmektedir. Kahramanların öykülerine geçişler filmin en büyük özelliğini oluşturmaktadır. Örneğin Aziz Bebek ve Camoka'nın yatta yaptıkları görüşmenin sonunda, Bakan makam aracına binerken; Havva koşarak yanlarından geçer.

Kamera Havva’yı takıp etmeye başlar. Film içerisinde birçok kere Havva, öyküden öyküye geçiş ögesi olarak kullanılmıştır. Yine TV bir geçiş öğesi olarak kullanılmıştır. Öykünün kamuoyundaki yansımasını TV aracılığı ile takip ederiz. Bazı gerçekler TV ile topluma yansıtılırken; Camoka'nın öldürülmesi gibi çarpıtılmış olanlar da aktarılmaktadır.

Derviş Zaim , Filler ve Çimen' de Susurluk ile ortaya çıkan ilişkileri deşifre etmeye çalışmıştır. Film içerisinde böyle bir .atıf olmasa da kahramanların konumları ve yaptıkları ile derin devlet söyleminin izlerini görmek mümkündür. Filmin "Basın Bülteni"nde "Amaç" maddesinde şunlar yazmaktadır: "Amacımızın, kaosun hüküm sürdüğü bir atmosferde değişik tuzaklara takılmış bir sürü insanı (olabildiğince) bütün boyutları. İle ama özellikle iktidar ilişkileri çerçevesinde deşmek biçiminde dile getirilebileceğine inanıyoruz.. Filler ve Çimen; kaos, tesadüf gibi uçlarda dolaşan insan ruhunun tezahürlerini ortaya çıkarmaya çalışırken sosyal ve ekonomik değişiler nedeni ile ahlaki erozyona uğramış bir toplumun geleceğine dair umutlu olmak gerektiğini belirtmektedir. Filmde beş öykü rastlantısal biçimde birbiriyle kesişmektedir. Bu kesişme giderek bir düğüm olmaktadır. Aynı Susurluk'taki kaza ile birtakım olayların ortaya çıkması ve tartışılmaya başlanması gibi. Bilinmeyenler ortaya dökülmüş, bilinenler konuşulmaya başlanmıştır ve bütün bunlar rastlantısal bir biçimde bir kamyonla çarpışan arabanın yaptığı kaza ile olmuştur. Bazı olaylar birbirlerine teğet hareket ederek karmaşık bir sistem oluşturmaktadır. Ancak araya giren bir engeli n ya da düzen dışı bir şeyin kaos ortaya çıkardığını görmekteyiz. Bu karmaşık sistem kendisini götürürken; Ebru sanatçısı da yarattığı kaos içerisinden rengarenk bir sanat ortaya çıkarmaktadır. Nasıl bir sonuç çıkacağını bilmeden Hem şans hem de müdahale edebilme gücünün olduğu bir sanat Ebru gibi, sistem de bir biçimde bu kaosları çıkabilecektir.

Havva, kış ortasında dışarıda Ebru yaparak bir şeylere muhalif olduğunu göstermektedir. Çünkü film içerisinde Ebru’nun toz ve topraktan etkileneceği için dışarıda yapılmayacağını öğreniriz. Oysa Havva, yağmurda ya da karda her hava koşulunda Ebru yaparak sessiz bir isyan ortaya koymaktadır. Derviş Zaim, umudu ve başkaldırıyı, her şeye rağmen bazı şeylerin düzeltilebileceğini Ebru üzerinden anlatmaktadır. Filmin sonunda Camoka' nın havaya attığı uyuşturucu tanelerinin kar tanelerine dönüşerek, Ebru yapan IHavva’nın sahnesine geçiş yapılması ve olumsuz hava koşullarına rağmen sanatını yapmayı sürdürmesinin gösterilmesi karakterin inadını anlatmak açısından amacına ulaşmıştır.

Filmdeki çimenlerin isimleri de ilginçtir: Havva Adem, Hızır ve İlyas. İlk insanlar olduklarına inanılan Havva ve Adem ile; yılda bir kere buluştuklarına, insanlara bereket ve şans getirdiğine inanılan Hızır ve İlyas'ın isimlerinin kullanılması dikkati çekmektedir. Havva, ilk kadın olarak yaratıcılığın, bereketin simgesidir. Bir nlamda da gelecek için ümit vaad eden kadındır. Türbede yaşarken tesadüfen girdikleri mafya dünyasında sistemin sürmesi için kurtarıcı rol üstlenen Hızır ve İlyas ise; inanıştaki gibi şans olmuşlardır. Filmin gri tonlarda, soluk çekimi anlattığı hikayenin atmosferine uymaktadır. “Nigar Pösteki, Yönetmen Sineması, syf, 37”

4 ilk filmi Tabutta Röveşata ile dikkat çeken ve bu filmi neredeyse yoksunluk koşullarında, emek yoğun üretim ilişkileriyle gerçekleştiren Derviş Zaim, ikinci filmi 'Filler ve Çimen'i yaparken kısmen daha rahattı.. ilk filmine merhum Süha Arın kamerası, ışıklarıyla destek olurken, iFR'de çekim sonrası işlemlerini gerçekleştirmişti. Filler ve Çimen için gereken koşullara örneğin; ışık, post prodüksiyon vb. gibi sponsorluklarla çözüm bulan Zaim, ikinci filminde 'Derin Devlet' ilişkilerini sorguluyor. Yakın tarihimizde 'Devlet için kurşun yiyen de, kurşun atan da şereflidir' yaklaşımlarıyla şahikalarına çıkan tehlikeli ilişkiler, Zaim'in filminde de gündeme oturuyor. "Beş ayrı öyküsü ve kahramanı var yönetmenin: Güneydoğu'da vatani görevini yaparken sakat kalmış kardeşine ameliyat parası arayan bir uzun mesafe koşucusu bayan atlet (Sanem Çelik), oyunun iki tarafında da oynamaya hazır bir tetikçi (Ali Sürmeli), kolları her yana uzanmış uyuşturucu kaçakçısı (Haluk Bilginer), mafyayla ilişkiye girmiş kirli bir politikacı (Bülent Kayabaş) ve her şeye hakim bir gizli servis. Yan tipleriyle ve olaylarıyla daha da genişleyen bu kadar fazla öyküyü, hiçbir kahramanı öne çıkartmadan, teknik açıdan son derece basit, çok başarılı anlatıyor Zaim" (Canbazoğlu, Cumhuriyet,05.01.2001).

4 78 kuşağını da temsil eden bir aydın ve sanatçı olarak Derviş Zaim, yaşadığı ülkedeki sorunlara kayıtsız kalmadığını ve sanırım kayıtsız kalınmaması gerektiğini de Filler ve Çimen'le gösteriyor. "Zaim'in başarısı, Türkiye'de örneği az bulunan 'siyasal sinema' denemesine kalkışmakla sınırlı değil. Çünkü 'Filler ve Çimen' sadece Susurluk filmi değil, bir Türkiye filmi. Birebir Susurluk çetesinin elemanları ve icraatlarıyla eşleştirmesi olarak algılamak, filme haksızlık olur. 'Filler ve Çimen', Susurluk'ları üreten bozuk ve acımasız yapıyı anlatıyor... Öykünün özgünlüğü, işleniş biçimindeki duruluk ile iyice belirginleşiyor Zaim, çok önemli sözleri, yaşamın doğal ritmi içinde bağrından söylüyor. Üstelik, film tiplerinin diyaloglarında da ülkede yaşananlar hakkında olumlu ya da olumsuz yargılar yok. Bu durum, filmi 'ikna edici' kılıyor ... 'Filler ve Çimen' bir doğa belgeseli estetiğiyle insanoğlunun 20.yüzyıl sonlarında, bu ülkede yaşadıklarını ve tanık olduklarını teklemeden anlatıyor" (Özdemiroğlu, Cumhuriyet, 06.01.20029).

4 Film, baştan sona iktidar çekişmelerine sahne olan, İktidarı temsil eden Devlet Bakanı ile Derin Devleti temsil eden Türk Gizli Haber Alma Servisi arasındaki çekişmeleri ve bu bağlamda ülkemiz üzerinde oynanan tezgahlar üzerine yorumlar üretiyor. Yakın geçmişi anımsadığınızda insanın midesine kramplar sokan bu ilişkiler Derviş Zaim'in filminde, kimi zaman abartılı bakan tiplemeleri olay örgüsündeki karmaşaya karşın, başarılı sayılabilecek bir öz biçim ilişki"yle gündeme getiriliyor. "Ancak bir filmin başarısı için en önemli faktörlerden birisi olan, 'ana temanın boğulması, yan öykülerle örtülmemesi' ilkesine sadık alınmamış. Olaylar neredeyse birbiri üzerine yığılmış, böylece içinde her şeyin olduğu, ama hiç birisinin de derinlik kazanamadığı bir olaylar zinciri ortaya çıkmış" (Erdal Atabek, Cumhuriyet, 12.01.2000).

4 Susurluk olayıyla ayyuka çıkan derin devlet ilişkileri, eski ülkücülerin devlet için tetikçilik yaptığı gibi olgular, toplumumuzun yakın geçmişine ilişkin soruları gündeme getirmekle beraber, bu olayların arkasındaki sır perdesi de henüz dağılabilmiş değil. "Dolayısıyla gerçeğin yakınlarından dolaşıp Türkiye'nin güncel tablosuna göndermeler yapan, sarkık bıyıklar, yatlar, uyuşturucu dili İspanyolca, bol tabanca, toplu sünnet düğünleri, çirkin PKK'liler gibi alışıldık simgelerle ilerleyen bir film Filler ve Çimen" (Canbazoğlu, 05.01.2001).

4 Hiç bir ülke 1990'lar Türkiye'si kadar garip ve ürkünç çelişkiler içinde kalmadı. Hiçbir üllkede 1920'lerin gangsterler diyarı Amerika'sında, ne de diyelim ki günümüzün mafya denetimindeki Rusya'sında toplum hiç bu denli şirazesinden çıkmadı. çeteler ortalıkta böylesine cirit atmadı, devlet bunca karanlık ilişkilere alet olmadı, yolsuzluk, soygun, yağma, rüşvet ve cinayetler böylesine diz boyu artmadı. Bu karanlık dönem, belki çok şeyin üzerine gidilmesiyle ancak şimdilerde ilmek ilmek çözülüyor. Ama gerçek anlamda bu pisliğin temizlenmesi ve sağlıklı bir toplum yapısının kurulması, bakalım ne kadar zaman alacak! ... Tüm bunlar sinema için sanıldığı kadar ideal bir malzeme değil. Bir yandan sinema, koyu ve dramatik toplum gerçeklerinden hep ürkmüştür. Öte yandan, olaylar, ilişkiler ve gelişmeler öylesine karmaşık ve girift ki, bunlardan sinemaya uygun hikayeler ve dramlar üretmek, en azından şu aşamada, kolay gözükmüyor.

Derviş Zaim, Filler ve Çimen'de bu sıkıntıyı yaşıyor. Hemen söyleyelim: Tabutta Röveşata'nın marjinal ve kıyıda bucakta kalmış bireysel öyküsünden böylesine geniş ve soluklu bir toplumsal maceraya sıçramak, son derece büyük bir cesaret ve yüreklilik işi. Zaim'i öncelikle bunun için kutluyorum. Zaim, son dönemi hatırlatan bir avuç simgekişilik seçmiş. Boğazına kadar pisliğe batmış, çılgın seks alemlerinden uyuşturucu ticaretine her şeye bulaşmış, ama kamuoyu önnnde sürekli yalan söyleyen bakan Aziz Bebek (artık kimi, hangi ünlü adı yakıştırırsanız yakıştırın), onun baş tetikçisi, kentin göbeğinde bile göz kırpmadan adam öldüren, uyuşturucudan uçak alımına her şeyi kontrol eden has adamı gerilla Camoka (açıkça gizemli Yeşil' i anımsatıyor), haber alma örgütünün müsteşarı, asıl gücünü sonunda kanıtlayan Egemen Terzi, uyuşturucu baronu, bakana sürekli kara para Sabit, otel ve kumarhane sahibi, ama direnmesinin bedelini hayatıyla ödeyen Ali (ki öldürülen 'kumarhaneler kıralı' Ömer Topal'ı akla getiriyor) ...

Tüm bu kişiler ve çevrelerindeki diğerleri, tuhaf adlarının da katkısıyla sanki grotesk bir oyunu oynuyorlar karşımızda ... Olaylar öylesine kaba ve ilişkiler öylesine pis ki, artık bu da olmaz diyorsunuz. Ama son dönem Türkiye'sinde bunların, hatta daha beterlerinin yaşandığına tanık olmadık mı?

Ve, kardeşi Güneydoğu'da askerliği sırasında kalmış, kendisi ise dünya çapında başarı kazanmış kadın atlet Havva, tüm bu olaylardan, hemen hiçbirine karışmadan teğet geçiyor. O, filme özenle yerleştirilmiş bir simge gerçek anlamda tanıklığı yok, ama sadece kendince soylu bir kişilik olarak, o saflığı ve temizliği simgeliyor. Zaim , filmini şaşılacak bir ustalıkla kurmuş ve anlatımı da son kerte başarılı. Boğaz Köprüsü'ndeki maraton, deprem sonrası gibi çekimler, hikayeye özenle yedirilmiş.

Art arda gelen olayların, şiddet ve yasa dışılığın karanlık gölgesi, Havva'nın ebru çalışmalarının simgelediği bir saflık ve güzellik duygusuyla bir ölçüde dengeleniyor. Yönetmen, bunca piliğe karşın yaşamın bir su gibi tüm doğallığıyla akıp gideceğini ve hayatın süreceğini bize müjdeliyor sanki ...

Ancak kendi adıma, filmin bunca geniş bir panorama çizeceğine, seçtiği daha az sayıda ki olayı anlatmasını yeğlerdim. Örneğin Havva ile talihsiz kardeşini, Sabit ya da Camoka kişiliklerini daha iyi tanımak ya da otelci Ali'nin genç oğlu ile baş tetikçisi arasındaki ilişkinin, o umarsız ve yasak aşkın öyküsünü bilmek isterdim

.Derviş Zaim bunu yapacak vakit bulamamış. ilginç olabilecek kişisel öyküler ve dramın. parmaklarımızın arasından kayıp gidiyor. Tipler asla karaktere dönüşemiyor. Bu da, bu usta işi filmin ne yazık bir bir temel boyutunu, bireyselliğiyle ve kişiselliğiyle insan boyutunu eksik bırakıyor. Bu parlak virtüözlük gösterisi sanırım bir ölçüde seyirciyi de itecek olan temel kusuru bu ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Çöküş ve Rönesans Yılları”, syf: 72”

 

Çuvala Sığmayan 'Kılıç'

37. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde, "Gönüllerin Şampiyonu" olan Filler ve Çimen, En İyi Film sıralamasında üçüncülükle yetindi ama yönetmen Derviş Zaim ve oyuncuları Sanem Çelik ve Ali Sürmeli'ye de birer Altın Portakal kazandırdı. Derviş Zaim, ilk filmi Tabutta Rövaşata'dan çok iyi bildiğimiz "parçalı bulutlu" bir atmosfer içinde, Türkiye'nin son döneminde ayyuka çıkan kontrgerillaçetemafyapolitika istihbarat örgütü ilişkisine bakıyor, Güney Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 272”

4 Doğu'da yıllardır süren "düşük yoğunluklu" savaşın kimi yansımalarına anlamlı dokundurmalarda bulunuyor. Her şeyin önünde, askerliğini yaparken sakat kalan kardeşine ameliyat parası bulmak için çabalayan, Avrasya Maratonu'na hazırlanan atlet kızın öyküsünü izlesek de aslında Filler ve Çimen, deyim yerindeyse, artık "çuvala sığmayan mızrağın" yani Gladio'nun Türkiye ayağının "aile fotoğrafını" çekiyor. Büyük bir kirlenmişlik ve çürüme içinde gelişen farklı serüvenler, sonunda bu fotoğrafta buluşuyor. Çarpıcı bir senaryo, ustalıklı yönetim ve kurgu, mükemmel oyunculuk performansları sayesinde, sinema sanatı bir kez daha ülkemizin gündemini yakalıyor ve evrensel bir dille uluslararası platformlara taşıyor. Derviş Zaim, belki zaten bilinenleri aktarmakla yetindiği, örneğin İkarus'un i'si (I...Comme Icare), JFK ya da Başkanın Adamları (Wag the Dog) gibi filmlerde olduğu üzere ortaya yeni bir tez atıp, kendi ideolojikpolitik kozasını yeterince örmediği için eleştirilebilir. Ama bunun Filler ve Çimen'in tıpkı filmde olduğu üzere, "mine gibi işlenmiş", cesur, hem genç hem de olgun bir film olduğu gerçeğini değiştirmeyeceği de ortadadır. (Tunca Arslan) “www.europeanfilmfestival.com”

4 Kusursuz işleyen bir saatin arka kapağını açtığınızda nasıl karmaşık görünen ama son derece ahenkli ve ince işçilik ürünü bir mekanizma ile karşılaşırsanız, 'hukuk devleti' olarak tanımlanan yapıda da aynı mekanizma geçerli, herkesin bildiği gibi... Ve uyumla çalışan parçalara ufak bir müdahale, önce yanlış çalışmaya, sonra bozulmaya ve belki bir gün durmaya yol açar. Durmuş bir saat ise hiçbir işe yaramaz, Günde iki kez doğruyu gösterdiği anlar ise bir yanılgıdır. Bir vatandaş olarak sürekli yanıltılıyorsanız ve adaletin çarkları doğru çalışmıyorsa, meydan bozuk/kirli düzenden yana çıkarı olanlara, her tür melaneti üstlenen zorbalara kalmışsa, işler çok zordur. Onarmak, sistemin doğru çalışmasını sağlamak için, önce gerçekleri bilmelisiniz, Bu çok sancılı ve acılı topraklarda, sosyal disiplinlere sonsuz kaynak sağlayan bu insan malzemesinde, gerçekleri en yaygın biçimiyle sanatçılar anlatır. Sanat eğlendirdiği kadar, gerçekleri kafanıza 'dank' ettirir. Bunun için korkusuz insanlara ihtiyaç vardır. Yazık ki, sinemamızda sansür adlı 'Demokles'in kılıcı' yüzünden uzun yıllar gerçeklerin anlatılması engellenmiştir, Zaten 1980 sonrasında da anlatmaya pek istekli kalmamıştır, İstisnalardan biri 1964 Kuzey Kıbrıs doğumlu Derviş Zaim'dir (Dört filminden son ikisi: "Cenneti Beklerken"  2006 ve "Çamur" 2003),

 * Önce, 1996 yılında "Tabutta Rövaşata" ile dört yıl sonra gelecek "Filler ve Çimen"in sinyalini vermiştir, İlk film, İstanbul'un 'kıyısında' yaşamaya çalışan gariban mı gariban bir genç adamın, aslında inanılmaz bir yetenekle kurduğu kendi  dünyasındaki suçları üzerinden gerçek suçun ne olduğuna dair ciddi sorular soran, Baba Zula'nın müziğinin desteğiyle yüreğinizi ince ince dilimleyen, küçük ve Ahmet Uğurlu'nun dev oyun'uyla unutulmayacak bir filmdi. "Filler ve Çimen" ise profesyonel sinemanın gereklerini yerine getiren bir yapım öncelikle, Dramatik/teknik kurgusu ve gizli örgütlenmelerin/yeraltı dünyasının içinden anlatılan öykülere Türk seyircisi henüz yabancıyken kurduğu atmosferik etkisi, özellikle dikkate değer, Zaim, girift bir yapı oluşturarak, kirli ilişkilerin seyrinin nabzını tam olarak yakalamış Yolsuzluk batağındaki siyasetçi (hükümetten: bakan!), kokain ticaretiyle palazlanan çete, bakanı mahvetmek için çalışan istihbarat, bombacı yasadışı örgüt ve mafya, Tümü birbirleriyle tepişirken ve adalet/hukuk işlemezken sade bir vatandaş olarak nasıl korunabilirsiniz?

 Havva: Saf güzelliği, duru bakışları, ideali olan uzun maraton koşusunu kazanmak için sürekli çalışan bir işçi kız ve bir noktaya kadar farkında olmadığı tüm bu karmaşanın kenarında temiz kalmış,", Kardeşi doğuda askerliğini yaparken mayına basarak sakatlanmış, acil tıbbi yardıma ihtiyacı var. Bir sporcu olarak aldığı tek yardım, mafyanın göz koyduğu lüks bir otelden,", Onun da olaylara bulaşmasına ramak kalmıştır işte! Ona güç veren otelin genç patronuna duyduğu aşk, imkanlı mıdır ki?

 Sanem Çelik, Havva'da, Türk Sinemasına en unutulmaz yüzlerden birini armağan eder.., Öyle anlamlı, öyle masum, simgelediği değerleri öyle doğru ifade etmektedir ki... Yönetmenin çok doğru bir seçimle Sanem Çelik' e oynattığı Havva karakteri, şiddetin, dolandırıcılığın, uyuşturucu/kara para ticaretinin, cinayetlerin, silahların, ahlaksızlığın, acımasızlığın ortasında sahip çıkmamız gereken erdemlerin yansımasını, Kuşku yok ki, hak etmediğimiz hukuksuzluk ve adaletsizlik girdabında bile umut vardır. Havva, finalde yüreklere gökyüzünün altında bir ebru armağan eder. Renklerin suyla dansının sanatı ebru, farsça 'bulut' anlamındaki 'ebl'i' sözcüğünden türetilmiştir. İçimizdeki fırtınaları, sevgileri, aşkları ve yaşadığımız tüm olumsuzluklara karşın umudu simgelemektedir (Zaim geleneksel ve evrensel sanatlara olan ilgisini bilgisini, son filmi "Cenneti Beklerken"de daha da ustalıklı bir yaklaşımla sergileyecektir),

 "Filler ve Çimen" anlaşılacağı üzere simgesel anlatımdan da yararlanmakta, Bu tür bir okuma ise, tabii ki seyirciden seyirciye değişebilmekte, Fakat genel olarak sert hikayesini eveleyip gevelemeden, gereksiz lafazanlıklarla sıkmadan, net biçimde anlatmakta, Hani bilinir, sinemamızda böyle iç içe geçmiş öyküleme tekniği pek yoktur, genelde de başarısızdır. Bu film, bu anlamda sayılı iyi örneklerden olmasının yanı sıra, aksiyona getirdiği gerçeklik dUygl1suyla anımsanacak Örneğin, Zaim'in gerilim yaratmadaki zamanlamasının, Ertunç Şenkay'ın sinemamız için bir ilk olan görüntü çalışmasıyla birleştiği bombalama sahnesi belleklere kazınabilecek cinsten, Peki, diğer oyuncular? Günümüzün en büyük adları: Karakterini, izleyenin moralini ciddi biçimde bozacak derecede başarıyla yorumlayan Ali Sürmeeli; günümüzün en 'bukalemun' oyuncusu Haluk Bilginer; tipik bir siyasetçiyi sımsıkı 'giyinmiş' Bülent Kayabaş"" Daha sonra kendisi de bir öykü anlatıcı; 'Ezop' olacak olan, CIA ajanında Ezel Akay, Bir araya bir kez daha gelmesi olanaksız kadrosu ile de 2001 yılının birincisiydi "Filler ve Çimen", Üzerinden yıllar geçtikçe daha da değerlenmekte, (Ali Ulvi Uyanık) “SİYAD, “40 Yılın Serüveni ”

 

 

DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOL (2000) 

Senaryo ve Yönetmen Oğuz Gözen Görüntü Yönetmeni Ferhat Bakır Müzik Hacı Gezici Yapım Zaman Prodüksiyon Adnan Zaman

Oyuncular: Murat Soydan, İncilay Özdemir, Adnan Zaman, Leven Çakır, Hacı Gezici, Engin Aksu, Güldane Kul, Ali Şükrü Tanrıverdi, Çetin Başaran, Cevdet Balıkçı, İbrahim Kurt, Feride Aksoy, Cemal Ertokuş, Kemal Sağlam

Konu: İstanbul’da hamallık yapmak için göç eden taşralı bir gencin hikayesi. Ancak bu arada kirli işlere bulaşarak ünlü bir kabadayı olarak yaşamını devam ettirir.

 

 

DENİZLER ŞAHİDİMDİR (2000) 


Yönetmen Oğuz Gözen Senaryo Nadire Zeybel Görüntü yönetmeni Vedat Karadeniz Müzik Hacı Gezici Yapım Arkan Film/Hlit Arkan

Oyuncular: Tuğrul Şan, İncilay Özdemir, Adnan Zaman, Levent Çakır, Engin Aksu, Rahmi Pala, Güldane Kul, Hasan Yıldız, İbrahim Kurt, Cemal Ertokuş, Kemal Sağlam

Konu: “Denizden Gelen Kız” filminin yeni çevrimidir. Kundakta balıkçılar tarafından bulunan ve büyütülen bir kızla, bir romancının aşk öyküsü. Bu filmin senaryosu Oğuz Gözen tarafından birkaç kez çekilmiştir. Film beş iş günü süren ve Tuğrul Şan’ın türküleriyle dolu olan bir aşk filmidir.

13 Aralık 2022 Salı

 

DAR ALANDA KISA PASLAŞMALAR (2000)



Yönetmen: Serdar Akar, Senaryo: Serdar Akar, Önder Çakar, Görüntü Yönetmeni: Mehmet Aksın, Yapım: Umut Sanat/Üstün Karabol, Nida karabol Müzik: Fahir Atakoğlu, Dramaturgi: Dr. Tekin Özertem, Sanat Yönetmeni: Yavuz Fazlıoğlu, Sanat Asistanı: Sertaç Akar, Kurgu: Hakan Okol, Onur Tan, Yapım Sorumlusu, Önder Çakar, Sevilay Demirci, Ses: Gramofon, Yönetmen Yardımcıları: Feridun Koç, Güzide Balcı, 2. Kamera: Mehmet Zengin, 3. kamera: Osman Evre Tolga, Kamera Asistanları: Osman Evre Tolga, Özgür Eken, Bertan Başaran, Kostüm: Tuba Unat, Zeynep Sırlıkaya, Ses: Güven Levent İntepe, Işık Şefi: Ali Salim Yaşar, Reji Grubu: Umut Aral, Burcu Batalay, Sanat Grubu: Sertaç Sakar, Oykun Asyalıoğlu, Barış Kara, Özgür Ercan Kostüm Asist.: İdil Akçıl, Ayşegül Bakış, İffet Akın, Özden Özdemir, Boom Operatörü: Muharrem Serhat Şahin, Serkan Akar, Halil Çağır, Işık Grubu: Ali Haydar Tuna, Osman Şahin Alışkan, Ahmet Cengiz Topkara, İsmail Harputlu, Feramuz Tuna, Prodüksiyon Grubu: Nihat Emültay, Nevres Kaynar, Ramazan Yılmaz, Mehmet Gençal, Bengü Ece, Fotoğrafçı: Yavuz Meyveci, Makyöz: Özlem Karadayı, Asistanı: Ayça Culcu, Funda İyin, Kuaför: Tamer Kılıç, Gökhan Günalp, Set Amiri: Melih Sezgin, Set Teknisyenleri: Zafer Yılmaz, Tolga Yarım, Sinan Güldal, Hüseyin Kırca,

Oyuncular: Müjde Ar (Aynur), Savaş Dinçel (Hacı), Rafet El Roman (Serkan), Erkan Can (Suat), Şahnaz Çakıralp (Nurten), Uğur Polat (Cem), Sezai Aydın (Hamdi), İsmail İncekara (Toroman), Kemal Kocatürk, Devin Özgür, Çınar Akasya, Yaşar Abravaya, Nejat Birecik, Özdemir Çiftçioğlu, Tuncer Necmioğlu, İştar Gökseven, Bülent İnal, Emrah Elçibay, İsrafil Köse, Nihan Durukan (Gülay), Sevinç Aktansel, Mesut Yüce, Ali Sinan Demir, Mustafa Şimşek, Bülent İnal, Mert Yavuzcan, Ahmet Kaynak, Murat Akkoyunlu, Fatih Akyol (Selçuk), Aytaç Ağır, Serdar Aybek, Hakan Taç, Cengiz Baysal, Ali Çoban,

Misafir Oyuncular: Tanju Çolak, Rıdvan Dilmen, Cüneyt Tanman, Rıza Çalımbay, Rıza Tekin, Ali Gültiken, Ayhan Akbin, Vedat Başaran, Sadık Deda, Beyhan Çalışkan, Turgay Kan

KONU: Bursa'nın tarihi semtlerinin birinde, mahalle sakinleri tarafından kurulan amatör futbol tatakımı Esnaf Spor'la yöre halkının öyküsü. Fırıncı Hamdi'nin (Sezai Aydın) başkanlığını üstlendiği Esnaf Spor'un tek amacı Amatör Klüpler Ligi 'nde şampiyon olmaktır. Bu mücadelede tek rakipleri de Ülkü Spor'dur. Rakip taakımın genç yöneticisi Cem (Uğur Polat), önündeki engelleri aşmak için yeni transferler ve özellikle de yetenekli futbolcu Serkan'ın (Rafet El Roman) peşindedir. Geleneklerine bağlı ve tutucu manifaturacı babasıyla (Tuncer Necmioğlu) sürekli çatışan Esnaf Spor'un kalecisi Torba Suat (Erkan Can), Nurten'e (Şehnaz Çakıraıp) aşıktır. Mahallenin en güzel kızlarından Nurten ise bu tek taraflı sevdadan habersiz, yakışıklı futbolcu Serkan'a gönlünü kaptırmıştır. Esnaf Spor'un sevilen antrenörü, Ermeni asıllı Hacı da (Savaş Dinçel), fahişelik yapan mahallenin dilberi Aynur'la (Müjde Ar) birlikteliğini sürdürür. Serkan, Nurten'le evlenir. Torba Suat ise, Nurten'e olan "gizli sevdasını kalbine gömerken, Esnaf Spor takımı ve mahalle sakinleri büyük bir acıyla sarsılır. Antrenör Hacı, kanser nedeniyle yaşamını yitirir.

 ÖDÜL:

Sinema Yazarları Derneği'nin “SİYAD” (19992000) seçiminde:

►"en iyi film", "en iyi yönetmen", en iyi senaryo",

►Savaş Dinçel "en iyi oyuncu"

►Şehnaz Çakıralp "umut veren genç oyuncu"

ÇASOD (Çağdaş Sineema Oyuncuları Derneği'nin seçiminde:

►Savaş Dinçel "en iyi oyuncu"

5. Gökçeada Film Festivali'nde (2002)
    ► Savaş Dinçel "en iyi oyuncu".

 & Bursa'nın eski ve tarihi semtlerinden birinde mahalle sakinlerinin kurduğu amatör bir futbol kulübüdür Esnafspor. Fırıncı Hamdi'nin (Sezai Aydın) varını yoğunu ortaya koyarak başkanlığını üstlendiği Esnafspor'luların en büyük tutkusu Amatör Kulüpler Ligi'nde şampiyon olmaktır. Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın amatör kulüplerin profesyonelleşmesine yönelik mali destek kararı Esnafspor'u da harekete geçirir. Kendilerine profesyonel bir kulüp olma yolunu açacak olan Amatör Kulüpler Şampiyonluğu'nu kazanmak önlenemez bir tutkuya dönüşür. Ülküspor'un yakışıklı ve hırslı yöneticisi Cem' in (Uğur Polat) transfer etmeye çalıştığı genç ve yetenekli futbolcu Serkan (Rafet El Roman), Ülküspor'a kaptırılmadan alelacele transfer edilir.

Esnafspor'un hikayesi fahişesi, delisi, fırıncısı, kadınları, erkekleri ve çocuklarıyla bu takıma görül veren bir mahallenin hikayesidir aynı zamanda... Senaryosunu Serdar Akar ile Önder Çakar'ın yazdıkları proje "Kaleci" ismiyle "Gemide"nin setinde oluşmaya başlamış. Filmin aynı zamanda yapım sorumlusu olan Önder Çakar en baştan başlıyor anlatmaya:

"Çıkış noktamız Erkan'dı (Can). Erkan çok komik bir heriftir. Bacakları zayıftır filan. O film sırasında kullandığımız bir deyim vardı 'kaleci kalmak' diye. Parasız kalanlara derdik. Biliyorsun, biraz argomuz kuvvetlidir. Erkan bir mahalle takımının kalecisi olsa 'kaleci kalsa' diye bir muhabbetimiz vardı. Tabii sonra öykü ondan çok bağımsızlaştı başka bir şeye dönüştü. Bilgisayarın başına oturup, hadi bunu yazalım, deyince başka bir şey çıkıyor ortaya. Serdar'la benim ortak bir çocukluğumuz olmamasına rağmen bu ülkenin, bu coğrafyanın çocukları olarak ortak bir geçmişimiz var."

Onları ortaklaştıran bu geçmişten izler taşıyan bir film "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar". Bu ortak geçmişte de, herkesin birbirini tanıdığı, annelerin çocuklarını pencereden bağırarak eve çağırdığı, babaların ellerinde fileleriyle işten döndüğü, kadınların camdan cama sohbet ettiği, sokaklarında bugünkünden çok daha farklı bir sosyalleşmenin yaşandığı yani artık İstanbul'da pek rastlanmayan eski tip mahalleler ve tabii bir de futbol var. Serdar Akar Galatasaraylı, Önder Çakar ise Beşiktaşlı.

"İyi birer seyirciyiz," diyor Önder Çakar. "Herkesin hayatında olduğu kadar bizim de hayatımızın içinde futbol var. Toplum futbolla yatıp kalkıyor, biz de öyle, ama Serdar'ın filminin sadece futbol filmi olduğunu düşünmeyenlerdenim ben."

Bizim hikayemiz futbol hikayesi değil mahalle hikayesi," diyor Akar. "Bir şeyi birlik ve beraberlik içinde her şeye rağmen nasıl yaparız, yani bir iş nasıl yapılır diye düşününce aklımıza bir mahalle geldi. Mahalle zaten böyle bir yer. Mahalle, insanların bir arada yaşadığı, problemlerini ya da sevinçlerini paylaştığı toplu yaşanılan bir yer. Yani mahallede yaşarsınız. Cenaze olduğu zaman mesela herkes orada olur, doğum olduğu zaman herkes o doğumla ilgilenir. Toplumun kendi iç kurallarını koyması, iç disiplinini korumak adına da mühim bir şeydir mahalleli olmak. Şimdi o mahallelilik pek kalmadı tabii çünkü başka türlü mahalleler gelişmeye başlıyor. Mimari özelliğini yitiriyor mahalleler, sosyal statüye göre mahalleler oluşuyor. Herkes başka bir yerde oturuyor belki ama öyle bir sosyal sistemleri var ki aynı mahallede oturuyorlarmış gibi birbirlerinin hayatını etkileyebiliyorlar. Aynı mahallede oturanların da birbirleriyle hiçbir ilgileri olmayabiliyor. Yani insanlar olduğu yere yabancılaştırılmış durumda. Mahalle sakinlerinin mahalleleriyle hiçbir ilgileri kalmayınca yapılar da çirkinleşiyor gitgide. Mahallelilik bilinci de ortadan kalkıyor. Öyle bir bilinç kalmayınca da toplu bir şey yapmak zorlaşıyor çünkü cepheniz aynı değil artık. Şehir, sokak, ev, ülke gibi kavramların kendi içinde bir anlamı var ama bunlardan birini kırarsanız başka bir sosyal durum ortaya çıkar. İşte o sosyal durumun ne hale geldiğini, neden geldiğini falan araştırmaya çalıştık biraz. Futbol takımı ortak çalışma olarak çok tipik bir şey bir mahalle adına. Bir kere çok fazla insanı ilgilendiriyor, futbolcuların annelerini, babalarını, kız kardeşlerini de ilgilendiriyor. O semti komple ilgilendiriyor. Çok tipik bir şey. Bir de tamamen tesadüf değil tabii. Küçüklüğümde başımdan geçmiş şeyler, aynısı değil de duygu olarak benzer şeyler yaşamışızdır. 74'lerde 75'lerde böyle şeyler yaşandı Türkiye'de. (SENEM ERDİNE Sinema D. Aralık 2000 Sayı: 69)

4 Paslaşmalar', özellikle 'Gemide' ile karşılaştırıldığında çok başarılı bir film sayılmaz. Hikayesi başını alıp gidiyor, gerekli olmayan dallar budaklar salıyor. Ama bir girişim olarak ilgiye değer. 'Masumiyet', 'üçüncü Sayfa' ve '...Paslaşmalar' benzeri filmler, Yeşilçam'ı yeni bir bakışla 'parantez' içine almak isteyen bir yaklaşımın ürünü; 'samimi' ve 'masum' bir biçimde. Yepyeni bir gözle bir 'Batsın Bu Dünya' ya da 'Ben Doğarken Ölmüşüm' çekmek mümkün ise, yeni bir 'Sev Kardeşim' çekmek neden mümkün olmasın? Yeşilçam'a, 'bakın ben ne kadar akıllıyım' tavrıyla ya da bir klip edası, ile değil de, Yeşilçam sinemasının bizim için bir zamanlar ne ifade etmiş olabileceğini anlamak isteyerek, haydi abartalım 'yaralı bir kalp'le yaklaşmak isteyen yeni bir anlayış bu." (Fatih özgüven, RADIKAL IKI (Sinema D. Şubat 2001)

4 Spor filmi deyince ortalama bir seyircinin aklına 'Cehennemde Iki Devre', 'Ateş Arabaları', 'Kızgın Boğa' değil, fakat 'Rocky' serisi gelir ilk evvela. Demek ki bir spor filmi çekmeye soyunduğumuzda ortalama bir seyirciyi hedefliyorsak, önümüzdeki en karlı izlek, adeta koşullanılmış kodlamalarıyla asgari bir başarının garantisi gibi duran 'Rocky' filmleridir. İşte ben de 'Dar Alanda'yı belli bir noktadan itibaren baş gösteren dayanılmaz bir itki vesilesi ile 'Rocky' filmleriyle karşılaştırma yoluna gittim. Cem Altınsaray, RADIKAL IKI (Sinema D. Şubat 2001)

4 Dar Alanda Kısa Paslaşmalar", yönetmen Serdar Akar'ın ikinci uzun metrajlı filmi. Serdar Akar, okullu bir sinemacı ve aynı zamanda Türk sinemasının 1990'lardan sonra ortaya çıkan bağımsız yönetmenlerinden. Akar'ın filmi, ön yüzünde Türkiye'de her mahallede bir milyoner yetiştiremese de, bir futbolcu yetiştiren zihniyetin ve geleneklerin içinden yol alarak futbol soslu bir sevda öyküsü anlatıyormuş gibi görünse de, arka yüzünde aslında futbolu bir metafor olarak kullanarak Türkiye'yi anlatıyor. "Her mahallede, her kasabada erkekleri bir araya getiren amatör sporun profesyonel anlayışla çatışması ve takım ruhunun yerini çıkar ilişkilerine bırakması seksenli yıllarda Türk toplumunun yaşadığı değişimin bir göstergesi olarak sunuluyor 'Dar Alanda Kısa Paslaşmalar'da" (Alin Taşçıyan, Milliyet, 09.12.2000).

4 Akar'ın filminde daha olgunlaşmış bir biçim arayışı ve kısmen denetim altına alınmış oyunculukla karşılaşıyoruz. Akar, zaman zaman söylev sınırlarında gezinen diyaloglarına karşın, ülkemizde geleneği ve hepimizin yaşamına değmiş özellikleriyle güveni temsil eden mahallenin, sıcak ve dayanışmacı insan ilişkilerinden hareket ederek bu ilişkilerin kontrastı üzerine yoğunlaşıyor. "Serdar Akar'ın konuya ve karakterlerine yaklaşımı, filmde yarattığı atmosfer, mizahı kullanış biçimi Ertem Eğilmez sinemasını anımsatıyor. Hatta Esnafspor futbolcularının teknik direktörleri, tüm mahalleli tarafından sayılıp sevilen Hacı ile ilişkileri Hababam Sınıfı öğrencilerinin Mahmut Hoca ile ilişkilerine benziyor. 'Dar Alanda Kısa Paslaşmalar' Türk sinemasında önemli bir yere sahip mahalle filmlerinin düzeyli bir örneği" (Alin Taşçıyan, Milliyet 09.12.2000:8).

4Akar, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filmi ile, sanatçı ve aydın bakışını kullanarak ülkemizdeki değişime ve yozlaşmaya kamerasını odaklıyor. Geleneksel ilişkilerin hakim olduğu bir mahalle yaşamını ve futbol oyununu seçmesi tesadüfi değil. Futbol salt bizde değil, bizim gibi gelişme sürecindeki başka ülkeler içinde bir sporafyon özelliği taşıyor. Akar'ın filminde, futbol salt bir sporu temsil etmiyor, aynı zamanda ülkemizdeki sığlaşmayı ve hakim olmaya başlayan toplumsal yaşamdaki değişimi de simgeliyor. "Yönetmen Akar, futbolu öykünün ana teması olarak yola çıkıyor ve bugünün değerlerine göndermelerde bulunmayı ihmal etmiyor" (Bilem, Türkiye, 15.12.2000).

4 Gelenekçi ve güvenli, dayanışmacı bir topluluk yaşamı gibi olan futbol, onun gibi topluca yapılsa da, daha bireyleşmiş, güvenilmez ilişkilerin öne çıktığı bir yeni dönemi temsil ediyor. Bağımsız yaklaşım altında ve yapımcı boyunduruğunun baskılarını hissetmeden film çekme arayışında biri olarak, Serdar Akar'ın daha cesur açılımları olabilirdi. Bu yaklaşım öncelikle oyuncu seçimi açısından yapılabilirdi. Örneğin Müjde Ar görmüş geçirmiş Ermeni hayat kadını rolünde gerçek yaşamdaki bıkkınlığını da sanki dışa vuruyor ve akıllara Müjde Ar'ın son dönem Türk sinemasında fahişe dışında başka bir rolde oynama şansının olup olmadığını getiriyor.

Serdar Akar'ın sinemanın bir görüntü dili olduğundan hareket ederek, diyalog kullanımında daha ekonomik olması beklenebilirdi. Diğer yandan henüz ikinci uzun metrajlı filmi olmasına karşın Akar, klasik sinema anlatımı ve yalın sinema diliyle dikkat çekiyor. Özellikle yaşamdaki değişimi, slogancı bir tavır izlemeden bir mahallenin yaşamından kesitler sunarak, bunu yaparken küçük insanların sıradan, temiz ama onurlu yaşamlarını bir metafor olarak ele alıp buradan büyük resim hakkında oluşturduğu yorumla derdini sinematografik açıdan ifade etmede bir başarıyı yakalıyor. Yönetmen Akar filmindeki mahalle metaforunu şöyle tanımlamış: "Bir mahalle futbol sahası etrafında toplanırdı. O saha ellerinden alındı. Sinema salonları da öyle gitti. Evde oturup filmleri de futbolu da televizyonda izliyoruz. Ekonomik zorunluluğun sonucu insanlar kentlerde toplandı. Mahalle, kasaba kalmadı. Cumhuriyet ruhu askeri darbeler geçirdi, sonunda seksenlerde öldü. Devlet politikasıyla, ekonomik tedbirlerle taammüden cinayet işlendi. Filmde iki mektup var. Biri devletten geliyor. Bir ara kaybetseler de arayıp buluyorlar. Diğeri sahibine ulaşmıyor. Devletinki mutlaka yerini bulur. Ama vatandaşınki gidemeyebilir ... (Alin Taşçıyan, 09.12.2000).

4 1980'Ierin başında, yeşil Bursa'nın sevimli ve tarihi bir semtinde, ayakta kalmaya giderek şampiyon olmaya sıvanan bir amatör lig takımının Esnaf Sporun öyküsü…

İyice yaşlanmış hacı hocanın antrenörlüğünde, kimileri delikanlılığın son yaşlarındaki futbolcularıyla, yöneticilerinin dümenleriyle karı kız meseleleriyle yenilgi ve zaferleriyle, neşe ve hüzünleriyle, gerçekten yaşanmış bir olaydan yola çıkan, bir dönemi ve bir çevreyi gerçekçi biçimde vermeye sıvanan bir film… Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, çeşitli özellikler taşıyan, kişiselliğin damgasıyla yoğrulmuş bir film. Senaryosu şiirsel deyişlerle, kimi zaman acı bir alay içeren cümlelerle örülmüş. Gemide adlı ilk filmini alkışlaığımız Serdar Akar kesinlikle üslup sahibi bir yönetmen... Filmini kısa planlarla, eski usul kararmalı geçişlerin sağladığı bir yumuşaklıkla kurmuş. Hiçbir abartıya, hiçbir kişiliğin, olayın veya tavrın çok öne çıkmasına izin vermemiş.

Filmde sık sık söylendiği gibi, "futbol fena halde hayata benzer". Ve de futbol bir takım oyunudur. Film de, bir an bile bir takım oyunu olduğunu unutmaksızın, tıpkı hayatın kendisi gibi bin bir olaycıkla örülü, zengin bir insan malzemesi içeren bir gözlemler bütünü olarak karşımıza geliyor. O insanlarla birlikte yaşıyor, onların küçük sevinçlerine, düş kırıklıklarına, başarı veya yenilgiyle gelen duygularına katılıyor ve tüm yaşadıklarını sanki paylaşıyoruz.

Türk sinemasında az görülmüş bir tür 'minyatür duygusu1 veriyor film. Ve bu minyatürün içinde herkes üzerine düşeni yapıyor. Tüm oyuncular iyi. Ama ben özellikle sinemada ilk kez görkemli bir başrol yakalamış olan Savaş Dinçel'i ve çok az ifadeyle, son derece modern bir oyun çıkaran ve 'hayat kadını' Aynur'u tüm incelikleriyle veren Müjde Ar'ı kutlamak istiyorum, Fahir Atakoğlu'nun müziğinden de destek alan farklı ve özgün bir çalışma, yeni Türk sinemasının göğsümüzü kabartan çıkışlarından biri...”Atilla Dorsay, “Sinemamızda çöküş ve Rönesans Yıllar”

4 Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, çok başrollü filmlerin. dezavantajlarını yok edemiyor. Fillmin bir tv dizisini andıran çok fazla dramatik merkezi var. SuatNurtenSerkan aşk üçgeni, neredeyse ayrı bir film... Bunlara amatör lig serüvenini futbol takımının etrafında dönen hadiseleri ekleyin ... Bütün bunları halletmek için iki saat gerçekten yetersiz bir süre. Sinema tarihine baktığımızda bu tür filmlerin ancak üç saati aştığında hedefe ulaşabildiğini görürsünüz. Süre, bütün dramatik ipuçlarını vermek, hikayeleri tadıyla geliştirmek ve doruğa çıkarmak için yeterli değil. Dolayısıyla film, sıkıştırılmış bir televizyon dizisi izlenimini veriyor, ne yazık ki. (Mehmet Açar, Aktüel D., 1420 Aralık 2000)

4 Serdar Akar, Derviş Zaim'in de geçtiği dar kapıdan geçmeyi başarmış. İyi bir "ikinci film" yaparak, tek atımlık barutu olmadığını kanıtlamış. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar belki Gemide kadar çarpıcı değil ama niye olsun ki? Bu, başka bir film. Ayrıca, Gemi'den incinen nazik kişileri incitme ihtimali de yok. Öte yandan, iki filmin benzer yanları da var. (Sevin Okyay, Radikal G., 16 Aralık 2000)

4 DAKP" (filmin kısaca adı) benim için Serdar Akar'ın hala en güzel filmi. En iyi film payesini ise "Gemide" (1998) ile paylaşıyorlar. Serdar Akar filmografisinin aydınlık yüzüne baktığımızda onun küçük mekanlara sıkışmış hikayeleri beyazperdeye taşımak konusunda ne kadar iyi olduğunu görüyoruz. İşin sırrı ise elbette hikayesinin oluştuğu o minyatür coğrafyanın insanlarını, jargonunu, duygularını, ihtiraslarını iyi bilmesi ya da iyi gözlem yapıp öğrenmesi. "Gemide", "Barda" (2007) (en azından ikinci bölümünde) ve "DAKP"nin sinema seyircisinin aklında ya da gönlünde yer etmesinin ardında bu yatıyor işte. Bunun tam tersi de geçerli ama. Akar, habitatına hakim olamadığı hikayeleri anlatma peşine düştüğünde tökezliyor. Bkz. "Barda"nın ilk yarısı ve "Marur' (2001).

4 DAKP"nin ne kadar iyi bir film olduğunu anlamak için bazı replikleri sıralamak bile yeter aslında. 'Hayat futbola fena halde benzer!' ve karşılıksız bir aşkı anlatmak için kullanılan 'Kapalı dükkana kira ödemişiz işte.' Bunun gibi minik metinler senaryo yazmak için her masaya oturduğunuzda değil, yıllar süren bir sürecin ardından, o da musluktan boşalırcasına değil, prostatı iflas etmiş bir ihtiyarın küçük abdesti gibi aralıklı ve sıkıntılı gelir.

DAKP"ninki böyle demlenmiş bir metin işte. "DAKP"nin hikayesi yalnızca karakterlerinin söylediklerinden ibaret değil elbette. Yaşayan, yaşanıldığına ikna eden, empati kurduran, ağlatan, güldüren; küçük bir kasabadaki küçük insanların küçük hayatlarını ve küçük futbol takımlarını anlatan küçücük bir hikaye. Oyunculuklarla, Akar'ın anlatım becerisiyle ve araya katılan sürprizlerle büyüyen bir hikaye. Küçük coğrafyasına rağmen evrensel ve ölmez bir hikaye. İşte o evrenselliğin yakalandığı en güzel an: Filmin sonunda, cenaze namazıyla gömülen Hacı'nın aslında Ermeni olduğu ortaya çıkar. 'Bari, o zaman akşamki mevlidi iptal edelim' der biri. Fırıncı Hamdi, "Etme," der. "Hepimiz aynı yere gitmeyecek miyiz? Ha bu yoldan, ha o yoldan." Serdar Akar ta 2000 yılında atmıştır 'Hepimiz Ermeniyiz' sloganını. Onunkisi oraya buraya çekilemeyecek kadar da nettir üstelik.

"DAKP" den her seyirci keyif alabilir ama çok keyif almanın ne yazık ki bir şartı var Futbolu sevmek. Çünkü Rafet El Roman tarafından canlandırılan santrfor Serkan'ın bir maçta topu rakibinin üstünden aşırtmasının, abartılı bir sahne değil de aslında John Huston'un "Zafere Kaçış" (Victory, 1981) filminde Ardiles tarafından yapılan harekete saygı duruşu olduğunu ancak futbola en az sinema kadar gönül verenler fark edebilirler. Bunu herkesin fark etmediğini fark etmeleriyle de keyifleri katlanır tabi. Bir maçta Esnafspor'un karşısına Çıkan takımın oyuncuları arasında yer alan Tanju, Metin Tekin, Rıdvan, Rıza Çalımbay, Ali Gültiken gibi ünlü oyuncuları belki futbolla çok ilgili olmayanlar da fark edebilir. Ama orada asıl keyif veren maçı yöneten hakemin, ektirdiği saçlarla modifiye olan Sadık Deda olmasıdır. Ve filmde verdiği anlamsız penaltının hikayeden çok, kendisinin zamanında çok takımın canını yakarak artık. Eski takımdan bir tek Serkan profesyonel olmuştur. Ama belli ki futbol ona eski tadı vermemektedir. Mahalleden geçerken maç yapan çocukların topuyla oynamaya başlar. Mesaj açıktır: Hakiki futbol para için değil, gönül için, forma için, arkadaşlık için, hatta mahallenin kızları seyrettiği için oynanandır. Filmin futbolla bu kadar iç içe geçmiş olması bizim için değil ama kendisi için hayırlı olmadı tabi. Kadınlara hitap etmeyen "DAKP" istediği seyirci sayısına ulaşamadı. Film için, teknik anlamda en iyiyi yakalayabilmek adına bir milyon dolar harcanmıştı. Bu yüksek maliyet gönüllerin şampiyonu Akar'ın resmiyette küme düşmesine sebebiyet verdi. Kötü zamanda, iyi filmler yaptı diyebiliriz Akar için. "DAKP" geçtiğimiz üç sene içinde vizyona girse çok daha ilgi görür, parasını çıkarırdı.

"DAKP" kimilerince dönemin siyasi politik atmosferini yeterince yansıtamamakla eleştirilmişti. Öyle ya 12 Eylül sonrasında geçen bir filmde, yönetmen nasıl siyaset yapmaz, nasıl yalnızca bol bol asker göstermekle yetinildi. Akar'ın hikayesinde 12 Eylül sonrası travmaların pek yeri yok. Futbola gönül vermiş, kendi küçük dünyasında sıkışıp kalmış, dışarıya kapalı apolitik bir topluluğun hikayesini anlatıyor Akar. Askerler de yalnızca bir nevi saat vazifesi görüp, bizi zamandan haberdar ediyorlar, ki bence bu yeterli. Mahallenin en güzel abilerinin hikayesini anlatan "DAKP" ile ilgili bir yazıyı, kendi 'mahallelerinin' en güzel abilerinden olan iki ismi anarak bitirmek en iyisi. Bu satırların yazılmasından kısa bir süre önce hayatını kaybeden ve "DAKP"de yükün çoğunu çeken Savaş Dinçel ve kısacık rolüne bile müthiş bir performans, etki, gerçeklik duygusu sığdırmayı başaran Tuncer Necmioğlu'dan söz ediyoruz. Mekanları, nereyi isterlerse orası olsun! (Ege Görgün) “SİYAD “40 Yılın Mucizesi”

FİLMİ İZLE 



 

DANSÖZ (2000)


Senaryo ve Yönetmen Savaş Ay Görüntü Yönetmeni Veli Kuzlu Müzik: Balık Ayhan, Ulaş Can Ay Yapım Saat Film/Savaş Ay Sanat Yönetmeni: Yaşar Kartoğlu, Yönetmen Yardımcıları: Serap Sevgen, Figen Ermek Özçorlu, Reji Asistanları: Senem Morgül, Beste Alasya, Devamlılık: Hatice Yakar, 1. Kamera Asistanı: Ahmet Kasapoğlu, 2. Kamera Ast: Sinan Deviren, 3. Kamera Asist: Engin Özkaya, Kurgu: Kıvanç Baruönü, Prodüksiyon: Hasan Cihan Alpay, Muharrem Bayraktar, İlhan Aydın, Akın Eraslan, Bülent Çolak, Sanat Grubu: İdil Ayvalıklı, Murat Şengül, Cengiz Güven, Montaj Ast: Senem Morgül, Kostüm Grubu: Saadet Başgöze, Özlem Artun, Özlem Özan, Işık Şefi: Nezir Yücel (Işık Evi), Işık Grubu: Hamit Paksoy, Abit Eriş, Yaşar Uyanık, Emrah Yıldırım, Yılmaz Paksoy, Kostüm Asistanları: Aslı Akgün, Aslıhan Türel, Nazan Atar, Prodüksiyon Asistanları: Gürol Tufan, Merve Girgin, Onur Akgün, Ses Operatörü: Serkan Akar, Dooly ve Jeep Asist: Yasin Uzun, 2. Kamera Grubu: {1. Kamera Ast: Vedat Demir, 2. Kamera Asist: Türksoy Gölebeyi, 3. Kamera Grubu: Okan Zengin}, Makyaj: Fakta Kardeş, Kuaför: Yüksel Altun, Makyaj Asist: Candan Güzel Çiçek, Kuaför Asist: Fırat Kanalıcı, Set Amiri: Godzilla S. Geçgel, Set Ekibi: Bayram Kayık, Selma Kazgöz, Erol Potur, Sonay Dökmeci, Ahmet Topal, Fedai Erdilenler, Kamera Belgesel: Ali Öksüz, Jenerik: Özkan Sevinç, Grafik: Evşen Yiğit, Ses Kurgu: Erkan Aktaş, Negatif Kurgu: Eyüp Yıldız, Tuncay Koçtürk, Osman Yıldız, Renk Operatörü: Adnan Şahin, Afiş Uygulama: Renk Ofset, Set Fotoğrafçısı: Mehtap Yücel, Ertan Uca, Basın Halkla İlişkiler: Emine Derin, Yapım Koordinatörü: Gamze Batlaş,(FONO Film Laboratuarlarında Hazırlanmıştır)

Oyuncular: Fikret Kuşkan (İsa), Mustafa Altıoklar (1.Çingene), Fedon (2.Çingene), Birol Beray, Nigar İsen (Tarla Ana), Nuran Çokçalışkan (Zarife), İlknur Soydaş, Şıvga, Savaş Ay (Nemci), İlknur Soydaş (Kanarya Hayriye), Şıvga,Kerem Alışık, Çolpan İlhan (Kobra), Nilüfer Açıkalın, Aslı Bütül (Beyhan), Birgül Güngör, Yeliz Yeşilmen, Yusuf Azuz, Panter Emel, Pelin İşcan, Atacan Arsever, Taarruz Yılmaz, Fatih Altın, Göksenin İleri, Nevzat Şenol, Uygar Tamer, Beyaz (Taksi Şoförü), Sadri Alışık, Ertekin, Şükran Ay, Erkan Petekkaya, Yıldo, Asım Can Gündüz, Balık Ayhan, Nesrin İşçiş, Beyaz, Vedat Yenerer (Jüri), Engin Koç (Jüri), Ulaş Canay (1. Çingene), Teo (2. Çingene), Matheu (3. Çingene), Güneş Özyiğit 1. Çingene Kız), Melek Yargıcı (2. Çingene Kız), Binnur Gülbey (3. Çingene Kız), Saadet Başgöze (Fakir Çingene)

Konu: Dansöz, çingene mitolojisindeki bir bölümden esintiyle başlar: "Hazreti İsa'nın çarmıha gerildiği çivileri çingeneler yaptı! ... Bundan böyle lanetlenmiştir çingene ırkı, lanet çözülene kadar. Yani tam 2000 yıl yeryüzünde dolaşıp dursunIar". Geceledikleri bir yerde ikinci kez konaklamasınlar." Su içtikleri bir kaynaktan bir daha içemesinler. Aynı yıl içinde, aynı nehirden, bir daha geçemesinler. Kendisine kaynaklık eden çingene mitolojisindeki bu bölüme gönderme yapacak şekilde, Hz.İsa'nın çarmıha gerilme sahneleriyle başlayan Dansöz filmi, gösteri sanatlarına gönül vermiş çingenelerin yaşamlarını, adetlerini geleneklerini ve Beyaz'larla ilişkilerini, çelişkilerini, oryantal dansın inceliklerini, ayrıntıların hüzünle neşenin içiçe geçtiği bir biçimle anlatır. Yönetmen Savaş Ay, filmini kendine emziren çingeneye adamış. Titanik ananın dansöz kızları, bir fasılda müşterileri eğlendirmektedir. Fasıl sonrasında, dansözlerin fedaisi Zoro gelir. Zora, Zarife'ye vurgundur. Fakat annesi Zarife'nin, Zoro'yla evlenmesini istemez. Zarife'de Zoro'dan hoşlanmaktadır ve efendi olmadığı için ailesinin onunla evlenmesine izin vermediğinden dert yanar Hayriye'ye. Kobra lakaplı eski bir dansöz olan Necla, dans dersi alan kadınlar arasında efsanedir. Necla, gençliğinde dans ederken vurulmuş ve sakat kalmıştır. Necla'ya ölen eşinden bir holding ve yüklüce bir para kalmıştır. Necla'nın başı kızı Emira ile derttedir. Emira çocukluğunda annesiyle sağlıklı bir ilişki yaşayamamış ve ona duyduğu hınç ve öfkeden dolayı onun istediği bir yaşam sürmek yerine, bir çeşit intikam duygusuyla dansöz olmak istemektedir. Emira'nın babasının, onun dansöz olmaması için vasiyeti vardır. Bu yüzden anne kız arasında sık sık çatışma yaşanmaktadır. Emira, annesinin gölgesinde olmaktan, sürekli Kobra'nın kızı diye tanıtılmaktan bıkmıştır. Hayriye, yağmurlu bir havada annesi çamaşırcı Dekoraya parasız kaldıklarından dert yanarak, tabelacı Yunus'un çamaşırlarını götürmek ister. Hasta olan yaşlı kadın izin vermese de Hayriye (Kanarya), annesinin uyumasını fırsat bilerek Yunus'a gider. Yunus, Kanarya'ya tecavüz etmeye yeltendiğinde, Zora ile içmekten dönen Necmi kızın sesini duyarak onu Yunus'un elinden kurtarır. Birlikte Necmi 'nin kaldığı metruk minibüse giderler. Kanarya, Necmi'den hoşlanmaktadır ve onu baştan çıkarır. Dekora, Kanarya'nın Necmi'yle evleneceğini söylemesi üzerine deliye dönmüştür ve bu yüzden kızını döver. Necmi, Kanarya'ya görkemli bir çingene düğünü yapar. Necmi bir Arnavut delikanlısı olarak düğündeki romanlara, onlara layık bir damat olmak için söz verir. Dekora, Necmi 'nin kızıyla evlenmelerinin üzerinden yedi ay geçmesine karşın eve tek kuruş getirmemesinden yakınmaktadır. Bu arada Kanarya, kız kardeşinden oryantal dans yarışması açıldığını öğrenir. Kazanana ev, araba gibi hediyeler verilecektir. Kanarya, Necla'nın evine giderek ondan dans dersi almak istediğini söyler. Kadın, yardımcı olamayacağını belirtir. Kanarya giderken elindeki maskot Necla'nın dikkatini çeker. Maskot yıllar önce Necla'ya Necmi tarafından verilmiştir. Necmi'de Necla'nın vurulduğu gece aynı kişi tarafından dizinden vurularak sakat kalmıştır. Necla, Kanarya'yı alarak Necmi'yi görmeye gider. İkisi görüşmeyeli yirmi yıl olmuştur. Necmi onun için bestelediği şarkıyı söyler. Necla çok duygulanmıştır. Necla, Kanarya'yı himayesine alarak onu dans yarışmasına hazırlamaya başlar. Emira ise, gelişmelere çok sinirlenmiştir. Kanarya yarışmaya hazırlanmak için Necla'nın evinde kalmaya başlar. Zora, Zarife'nin yarışmaya katılmasına sinirlenir ve onu bir samanlığa kapatarak kendisi için oynamasını ister. Bu arada Emira, Kobra'dan nefret eden ve dans dersleri veren Neptün'e kendisini yarışma için Almanya'dan gelmiş biri gibi tanıtarak ders almak için başvurur. Necla, oryantal yarışmasında finale kalmıştır. Zora ve Necmi, Kanarya'yı almak için Necla'nın evine giderler. Necmi, karısıyla evine döner. Oryantal dans yarışmasının final gecesini televizyonda Necmi'yle seyreden Necla, Neptün'ün kızıyla ilgili duyuru yapması üzerine yarışmanın yapıldığı salona gider. Kobra Necla, yarışmanın arasında sahneye çııkarak konuşma yapar. O sırada Necla'nın arkasında beklemekte olan Neptün, Kobra Necla'ya hakaret eder. Kobra'yla yarışmaya gelen ve müzisyenlerle birlikte çalan Necmi, Kobra'nın yanına gelerek onu destekleyen bir konuşma yapar. Sırası geldiği için sahneye çıkan Emira, Neptün'ü tersleyerek annesine sevgi gösterisinde bulunur. Çok sinirlenen Neptün, sahneden ayrılarak balkona gider. takıp Emira'ya ateş etmek üzereyken bir kobra yılanı tarafından sokulur. Neptün, sevgilisinden kendisini Necla'nın yanına götürmesini ister. Neptün, Necla'yı ve Necmi'yi yıllar önce vuranın kendisi olduğunu itiraf eder. Oryantal Dans Finali Neptün'ün ölümüyle son bulmuştur. Bu esnada Necla, dansın yarışması olamayacağını, dansın şöleni olduğunu söyler. Necmi ve Kanarya'nın bir bebeği olur ve adını Zeytin koyarlar. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 266

&  Sinemayı ne kadar çok seviyorlar... Hepsi de sözbirliği etmişcesine aynı şeyi söylüyorlar: Sinemayı çok seviyoruz. en büyük arzumuz bir yapabilmek. Kimler mi bunlar, ? Kimler değil ki ... Aralarında, reklamcılar var, televizyon yapımcı –yönetmenleri, talkshow ünlüleri, mizah ve köşe yazarları var, Mankenler var şarkıcıtürkücüler var, gece kulübü sahipleri, model tasarımcıları·ve daha kimler kimler var..

İşte yapılan kimi filmler ortada. En son örneği Dansöz olanı... Bu film de uzun zaman sinema yapmak arzusunda olan Savaş Ay’ın elinden çıktı. Peki ama Savaş Ay’ın sevdiğim biri olması, "sokak çocuğu" kimlik ve kişiliğinin bana sıcak gelmesi ve ayrıca elbette her isteyenin, her sevenin, her gönül yapmaya hakkı olduğunu savunacak ve de hep savunmuş bir demokratik kafa yapısına sahip olmam, Dansöz'ün ne kadar kötü bir film olduğunu söylememe engel olacak mı? Kuşkusuz olmayacak. ..

Dansöz’ün hikayesi, içerdiği yoğun melodisine karşın ya da o malzeme yüzünden hiç de kötü bir hikaye değil. Kibar adıyla roman denen Çingene kültürüne yaslanması beni hiç rahatsız etmedi. Tersine, farklı ve marjinal kültürlere, toplumumuzu oluşturan değişik yaşam, gelenek ve folklor birikimlerine hep büyük sempatiyle bakmışımdır. etnik farklılıklarımız ve özelliklerimiz farklı filmlerde perdeye yansısa Peki, Dansöz'ün bozgunu nereden kaynaklanıyor? Öncelikle çok yanlış bir 'casting' olayından ... Çolpan tlhan, "20 yıl önce dansı bırakmış ünlü dansöz Kobra" için biraz yaşlı. Çok değil: 20 yıl kadar! ... Ne yazık ki kamera bağışlamayan bir aygıt. Ve o 20 yılın her biri rolün inanılırlığından bir parça alıp götürüyor . Elbette aynı şey Savaş Ay için de söylenebilir. O da rolü için 20 kilo kadar fazla ağır!... Elbette Metin Akpınar'ın İbrahim Tatlıses'in karizmasını ve popülerliğini taşıyan Abuzer için 20 de değil, 30 kilo fazla olduğu ve bunu seyircinin kabul etmesinin beklendiği bir ülkede, bu doğal sayılmalı diyeceksiniz. Ama işte olmuyor, olmadığı anda da dram komediye, hatta farsa dönüşüyor.

Bakınız, sanatçıların yaşından ya da kilolarından söz etmek nazik bir şey değil. Sanatçı kaç yaşında ve kaç kilo olursa olsun sanatçıdır ve her türlü fiziksel durumda, oynayacak rolü vardır. Evet, ama fiziksel kondisyon da onu sınırlar, sınırlamalıdır. Herkes bir film için 20 kilo alıp sonradan veren Robert de Niro değil. Yönetmen de, oyuncu da kendi kapasitesini ve sınırlarını bilmeli, Batı'da apayrı bir alan sayılan 'casting' olayı çok ciddiye alınmalı ve aslında sevdiğimiz sanatçılar yanlış rollere çıkıp kendilerini gülünç etmekten vazgeçmeli.

Dansöz'ün temel sorunu elbette 'casting'le sınırlı kalmıyor. Bu filmde özellikle ikinci yarıda ve tüm final bölümünde belirliği gibi, en küçük bir sinema dili araştırması, hikayenin nasıl görselleşeceği, nasıl filme alınacağı konusunda en küçük bir düşünce ve eylem çabasına rastlanmıyor. Tüm final bölümü, Sinepop sinemasının o daracık duvarları arasına ve dar soyutlu sahnesine yerleşmek zorunda kalmış. Bu zaten filmi ve onun dramatik olanaklarını sınırlayan bir durum.

Ama biraz becerisi olan bir yönetmen, kamerayı doğru yerlere yerleştirerek ve kamera açılarını iyi saptayarak, o dar mekanı genişletebilir, en azından onun darlığını seyirciye böylesine duyumsatmazdı. Kamera hemen her sahnede olması gerektiği yerde değil, tam olmaması gerektiği yerde. Geniş açılı bir çekim bekliyorsunuz, yakın plan geliyor. Oyuncuların yüzünün önem taşıdığı bir sahnede yakın plan bekliyorsunuz, genel plan geliyor.

Ve tüm çözümlerin üst üste yığıldığı tüm fi nal bölümü, tam bir müsamere havasında ... Bir "dansözler yarışması" yapılıyor, sahne arkasında karşılaşan Kobra ve kızı, tek bir figüranın, evet, tek bir figüranın bile geçmediği sanki bir ıssız çöl ortamında dakikalarca konuşuyorlar. Kobra'nın rakibesi olan eski dansözü sözüm ona yılan sokuyor, bu dramatik sahnede ne olup bittiği bile anlaşılmıyor. Ölüm halindeki kadın sahneye getiriliyor ve yıllar önce Kobra'yı vurdurttuğunu açıklıyor, ama en küçük bir dramaturji çalışması, bu sahnenin nasıl çekileceği üzerine en küçük bir zihin jimnastiği yapılmadığı ve kurgu da da sanki rastgele makas vurulduğu için, ortaya dramatik bir bölüm değil, bir ilkokul temsili kargaşası çıkıyor.

Ve her şeyin ötesinde, oryantal dans ya da göbek dansı dediğimiz şeyi temel alan filmde, bu dansın güzelliğine, erotizmine ve estetiğine değinen, onu dışa vuran tek bir çekim bile yok. Bizler ki bu ülkede yaşımız gereği Aysel Tanju'dan Özcan Tekgül'e, Semiramis'ten Zennube'ye, Ayla Can' dan Birsen Ayda'ya onca dansözü nefesimizi tutarak izlemiş bir kuşaktanız. Bu filmde tere batmış göbek yakın planlarından başka oryantalin güzelliğini veren tek plan görmedik. Zaten filmin birçok sahnesi estetik açıdan son derece itici, kaba ve çirkin olmayı adeta marifet sayan bir anlayışla çekilmiş ...

Ama işte bu Dansöz filmi, bir aydır televizyonlarda görülmemiş bir reklam kampanyasıyla tanıtılıp duruyor. Savaş Ay ve ekibi, kendi programlarından çıkıp başka programlara katılıyorlar, bitmez tükenmez Dansöz muhabbetleri yapıyorlar. Hatta, bir kanalda gördüm, "Dansöz ekibi esnafla el ele," diyerek, son ekonomik bunalımdan dertli ve eylem halindeki esnafa sarkılıyor, Filmin dansöz ve model oyuncuları esnafın içine giriyor ve el ele tutuşuyor. Maksat elbette esnafa yardım filan değil, Dansöz'ün reklamı ve promosyonu Eee, sevgili halk çocuğu Savaş Ay kardeşim Millet can derdindeyken, acaba bu kadarı da ayıp olmuyor mu? Ve bu fırsatçı reklam anlayışı, gerçek halk dostluğuyla, gerçek sokakların çocuğu kimliğiyle bağdaşıyor mu?

Sinema öyle kolay bir iş değil. Ha deyince ortaya iyi bir film çıkmıyor. Orson Welles'in ilk filmiyle aşılmamış bir katıksız başyapıt üretmesi efsanesi kimseyi yanıltmasın. Yurttaş Kane'in arkasında Welles'in çocuk yaştan itibaren sinemaya duyduğu büyük ilgi ve tutku, tam bir sinema kuşu olması gerçeği yatıyor. Welles'in yalnızca Hitchcock'un Bir Kadın Kayboldu'sunu 67 kez izlediğini bilmem biiliyor musunuz? Sahi, Savaş Ay acaba hangi film klasiklerini izleyerek üzerlerinde düşndü? Acaba hiç Yurttaş Kane'i izledi mi örneğin? Bilmek isterdim. Ve de bir genel ricada bulunmak isterdim: sinemayı bu denli sevmekten vazgeçin, ne olur! ...

Elbette işler tam anlamıyla düzeysizleşmeye doğru gidiyor. Televole kültürüyle yapılan filmler, sonunda televole anlayışıyla ve o türden programlar aracılığıyla reklam edilip duruyor. Zaten Dansöz'ü son dönemin bu mantıkla yapılıp bu mantıkla pazarlanan kimi filmlerine tipik bir örnek olduğu için ele alıp böyle yerden yere vuruyorum!... Biraz da bu olaya tarih düşürmek ve bu mantığı sergilemek için ... Bizde demir dövücünün hınk deyicisi diye eski bir deyim vardı. Tıpkı onun gibi, bu filmleri beğenen ve öven kimi ünlülerden de inciler bulunup özenle derleniyor ve gazetelerdeki reklamlarda kullanılıyor. Örneğin Dansöz için Memoli, İzzet Öz, Tayfun Taliboğlu gibi konunun uzmanlarının değerli görüşleri kullanılıyor. Ha, bir de, herhalde Çolpan İIhan'a olan hayranlığı nedeniyle filmi övmek zorunda kalan Selim İIeri'den bir cümle ... Çolpan İIhan'a ben de hayranlık düzeyinde bir sevgiyle bağlıyım, ama kimse kusura bakmasın, bu, filmi övmem için yeterli değil. “Atilla Dorsay, “Sinemamızsa Çöküş ve Rönesans Yılları”

& Dansöz", gösteri sanatlarına gönül vermiş çingenelerin yaşamlarını, adetlerini geleneklerini ve beyazlarla ilişkilerini, çelişkilerini, oryantal dansın inceliklerini, ayrıntılarını, hüzünle neşenin iç içe geçtiği bir biçimle anlatmayı amaçlıyor. Yönetmen Savaş Ay, filmini kendini emziren çingeneye adamış. Savaş fotoğrafçısı olarak bilinen Savaş Ay, uzun süredir medyada televizyon programları ve köşe yazarlığıyla göze çarpıyor. Yaptığı programlar ve köşesine konu aldığı yazılar onun bir çeşit Marko Paşa tarzına dikkat çekiyor. Bu bağlamda Savaş Ay'ı besleyen malzemeler, güncel ve geniş kitlelerin ilgisini çekebilecek konulardan seçiliyor. Aslında zaman zaman televizyon dizilerine, nadiren de sinemaaya konuk olsalar da, şu sıralar Çingeneler ve yaşamları hakkında popüler ilişkiler gündemin ön sıralarını işgal etmiş görünmüyor.

Savaş Ay, ilk uzun metrajlı film yönetmenliği denemesinde başlangıçta ilgi çekici bir biçim oluşturmuş. Neredeyse Hz. İsa'nın çarmıha gerilme sahnelerini içeren bir filmden ödünç alınmış gibi duran çekimler ve çingene mitolojisine ilişkin göndermeler ilgi çekici tanımlamasını güçlendiriyor. Fakat sepya renklerin hakim olduğu bu bölümün bitmesi ve sinei millete dönülmesiyle, başlangıçtaki çingene mitolojisi ve sonrasında filmin gelişen bölümleri arasındaki ilişkiyi kavramada zorlanmaya başlıyorsunuz. Daha iyi bir ifade şekli ise, Yeşilçam sinemasının cilalanmış bir versiyonuyla karşı karşıya kalmaya başlıyorsunuz şeklinde olabilir. Şüphesiz Savaş Ay; filmini o her zamanki "samimi olma" tarzı içinde ve anlatmak istediklerine sinemanın karşılık oluşturabileceği düşüncesiyle yola çıkarak yapmayı amaçlamış. Fakat olasılıkla televizyonculuğunun etkisinden sıyrılamadığı için eklektik bir çalışmaya imza atmış. Bu yargıda bulunurken çalışmanın bütününde bir yapaylık hakimmiş ve geçişler arasında bağlantısızlıklar dikkat çekiciymiş gibi algılanmamalı. Öncelikle Savaş Ay, hem gerçek çingeneleri filmine katarak, hem de onların dünyasına çok uzaktan bakarak, yorum yapmaya çalışmadan atmosfer yaratma açısından belli bir düzeyi tutturuyor. Üsküdar'ın 'şen mahallesi' Selamsız'da doğan Savaş Ay'ın bildiği bir dünyayı anlattığı 'Çingene masalı' hakkında filmin başrol oyuncusu Çolpan İlhan, "Savaş Ay'ın o hayatı bilmesi senaryoyu çok gerçekçi kılmış. Okur okumaz bu samimiyet bana geçti. İzleyiciye de geçeceğine inanıyorum" demiş Ama bu düzeyde de film, bazı Yeşilçam sineması örneklerini, anlatmak istediği dünyayı sığlaştırma alışkanlığının dışına taşamıyor. Örneğin Emir Custirica'nın 'Çingeneler Zamanı' filminde, gerçek ve gerçek üstü bir dünyanın, çingenelerin dünyasına karşılık gelen bir öz ve biçimin, atmosfer yaratma ve oyunculuk başarısının filmi alıp sürüklediğini anımsıyorsunuz. Halbuki iyi niyetli Ay'ın filminde, öykünün temeline egemen olan iki göbek dansı ustasının aralarında oluşan düşmanlıktan, Kobra Necla'nın kızıyla arasında oluşan İletişimsizliğe ve bu duyguları yansıtma açısından oyunculuk becerisinin göz doldurmadığı yönünde iddialarda bulunmak abartılı olmayacaktır. Diğer yandan anlamadığımız nedenlerle Savaş Ay'ın filminin içine sanki video klip çekercesine eklediği bölümler, örneğin; Zorro'nun sevgilisi Zarife'yi hoşlanmadığı şekilde davranması yüzünden samanlığa kapatması, onu samanlığa ilişkin her türlü aksesuarı içeren bir fonda çıplak kalacak şekilde dans ettirmesi ve sevişmeleri söyleyebilecek şeylerin tükendiği bir duruma karşılık oluşturuyor. Hele de kadının adının Halime değil Zarife olduğunu bildiğinizde ...

Aslında Savaş Ay, toplumun geniş katmanlarıyla kurduğu ilişkilerle yaşama global boyutlarda bakabilecek biri gibi görünmesine karşın, çoğu zaman televizyon programlarında da yaptığı gibi, filmini gariban babalığına adamış ve bundan da mutlu görünüyor. Ay'ın filminde kazanan insanlar yok. Filmdeki tüm iyi ve kötü insanlar bir şekilde hep yaşamın darbelerini yiyorlar. Bu bağlamda, en büyük düşmanı Neptün tarafından vurularak sakat kalan Kobra Necla, ona aşık olan ve yıllardır peşinden koşan bir Mısır'lı prensin aşkını yarım bir insan mantığıyla geri çevirmezken ve yaşama sımsıkı tutunurken, vurmalı sazıyla ona eşlik eden ve aslında bir devlet kurumunda çalışan Necmi'nin de Neptün tarafından vurulması ve topal kalmasından sonra yaşama küsmesinin, çingenelerin yaşamına karışmasının bağlantıları, Necmi'nin yaşadığı travmanın derinlikleri hisedilmiyar ve son derece yüzeysel olarak geçiliyor. Daha önce vurguladığımız, Kobra ve kızının arasındaki ilişkinin derinliklerinin hissedilememesi gibi. Filmin içindeki olumlu yanlar bazı sinematografik anlatım unsurlarını başarıyla kullanması olarak belirtilebilir. Örneğin; filmin başında sonradan Kobra olduğunu anladığımız dansözü vuran silahla, filmin sonunda Kobranın kızı Emira'yı vurmaya çalışan silahın aynı olması ve Kanarya'nın elindeki maskottan Kobra Necla'nın Necmi 'yi anımsaması gibi. Ama öncelikle, sinema sanatının görüntülerle bir öykü anlatma işi olduğunu düşündüğünüzde, böylesi arayışların da eşyanın tabiatı gereği var olması gereken unsurlar olduğunu düşünüyorsunuz. Belki de filmdeki en gerçek tipler, bazı çingene figürler, Dekora, Zarife gibi; biraz da ruhen yakın durduğu için Kerem Alışık ve yılların oyuncusu Çolpan İlhan'ın oyunculukta göz doldurduğu söylenebilir. Diğer oyuncular açısından ne yazık ki söylenebilecek olumlu şeyler görünmüyor. 'Gora' filminin de görüntü yönetmenliğini yapan Veli Kuzlu'nun görüntüleri ise, Dansöz filminin en olumlu unsurlarından biri olarak akılda kalıyor. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 268

FİLMİ İZLE