DAR ALANDA KISA PASLAŞMALAR (2000)
Yönetmen: Serdar
Akar, Senaryo: Serdar Akar, Önder Çakar, Görüntü Yönetmeni: Mehmet
Aksın, Yapım: Umut Sanat/Üstün Karabol, Nida karabol Müzik: Fahir Atakoğlu, Dramaturgi:
Dr. Tekin Özertem, Sanat Yönetmeni: Yavuz Fazlıoğlu, Sanat Asistanı: Sertaç
Akar, Kurgu: Hakan Okol, Onur Tan, Yapım Sorumlusu, Önder Çakar,
Sevilay Demirci, Ses: Gramofon, Yönetmen Yardımcıları: Feridun
Koç, Güzide Balcı, 2. Kamera: Mehmet Zengin, 3. kamera: Osman
Evre Tolga, Kamera Asistanları: Osman Evre Tolga, Özgür Eken, Bertan
Başaran, Kostüm: Tuba Unat, Zeynep Sırlıkaya, Ses: Güven Levent
İntepe, Işık Şefi: Ali Salim Yaşar, Reji Grubu: Umut Aral, Burcu
Batalay, Sanat Grubu: Sertaç Sakar, Oykun Asyalıoğlu, Barış Kara, Özgür
Ercan Kostüm Asist.: İdil Akçıl, Ayşegül Bakış, İffet Akın, Özden
Özdemir, Boom Operatörü: Muharrem Serhat Şahin, Serkan Akar, Halil Çağır,
Işık Grubu: Ali Haydar Tuna, Osman Şahin Alışkan, Ahmet Cengiz Topkara,
İsmail Harputlu, Feramuz Tuna, Prodüksiyon Grubu: Nihat Emültay, Nevres
Kaynar, Ramazan Yılmaz, Mehmet Gençal, Bengü Ece, Fotoğrafçı: Yavuz
Meyveci, Makyöz: Özlem Karadayı, Asistanı: Ayça Culcu, Funda
İyin, Kuaför: Tamer Kılıç, Gökhan Günalp, Set Amiri: Melih
Sezgin, Set Teknisyenleri: Zafer Yılmaz, Tolga Yarım, Sinan Güldal,
Hüseyin Kırca,
Oyuncular: Müjde Ar
(Aynur), Savaş Dinçel (Hacı), Rafet El Roman (Serkan), Erkan Can (Suat), Şahnaz
Çakıralp (Nurten), Uğur Polat (Cem), Sezai Aydın (Hamdi), İsmail İncekara
(Toroman), Kemal Kocatürk, Devin Özgür, Çınar Akasya, Yaşar Abravaya, Nejat
Birecik, Özdemir Çiftçioğlu, Tuncer Necmioğlu, İştar Gökseven, Bülent İnal,
Emrah Elçibay, İsrafil Köse, Nihan Durukan (Gülay), Sevinç Aktansel, Mesut
Yüce, Ali Sinan Demir, Mustafa Şimşek, Bülent İnal, Mert Yavuzcan, Ahmet
Kaynak, Murat Akkoyunlu, Fatih Akyol (Selçuk), Aytaç Ağır, Serdar Aybek, Hakan
Taç, Cengiz Baysal, Ali Çoban,
Misafir Oyuncular: Tanju Çolak,
Rıdvan Dilmen, Cüneyt Tanman, Rıza Çalımbay, Rıza Tekin, Ali Gültiken, Ayhan
Akbin, Vedat Başaran, Sadık Deda, Beyhan Çalışkan, Turgay Kan
KONU: Bursa'nın tarihi semtlerinin
birinde, mahalle sakinleri tarafından kurulan amatör futbol tatakımı Esnaf
Spor'la yöre halkının öyküsü. Fırıncı Hamdi'nin (Sezai Aydın) başkanlığını
üstlendiği Esnaf Spor'un tek amacı Amatör Klüpler Ligi 'nde şampiyon olmaktır.
Bu mücadelede tek rakipleri de Ülkü Spor'dur. Rakip taakımın genç yöneticisi
Cem (Uğur Polat), önündeki engelleri aşmak için yeni transferler ve özellikle
de yetenekli futbolcu Serkan'ın (Rafet El Roman) peşindedir. Geleneklerine
bağlı ve tutucu manifaturacı babasıyla (Tuncer Necmioğlu) sürekli çatışan Esnaf
Spor'un kalecisi Torba Suat (Erkan Can), Nurten'e (Şehnaz Çakıraıp) aşıktır.
Mahallenin en güzel kızlarından Nurten ise bu tek taraflı sevdadan habersiz,
yakışıklı futbolcu Serkan'a gönlünü kaptırmıştır. Esnaf Spor'un sevilen
antrenörü, Ermeni asıllı Hacı da (Savaş Dinçel), fahişelik yapan mahallenin
dilberi Aynur'la (Müjde Ar) birlikteliğini sürdürür. Serkan, Nurten'le evlenir.
Torba Suat ise, Nurten'e olan "gizli sevdasını kalbine gömerken, Esnaf
Spor takımı ve mahalle sakinleri büyük bir acıyla sarsılır. Antrenör Hacı,
kanser nedeniyle yaşamını yitirir.
Sinema
Yazarları Derneği'nin “SİYAD” (19992000) seçiminde:
►"en
iyi film", "en iyi yönetmen", en iyi senaryo",
►Savaş
Dinçel "en iyi oyuncu"
►Şehnaz
Çakıralp "umut veren genç oyuncu"
ÇASOD
(Çağdaş Sineema Oyuncuları Derneği'nin seçiminde:
►Savaş
Dinçel "en iyi oyuncu"
5.
Gökçeada Film Festivali'nde (2002)
► Savaş Dinçel "en iyi
oyuncu".
Esnafspor'un hikayesi fahişesi, delisi, fırıncısı, kadınları,
erkekleri ve çocuklarıyla bu takıma görül veren bir mahallenin hikayesidir aynı
zamanda... Senaryosunu Serdar Akar ile Önder Çakar'ın yazdıkları proje
"Kaleci" ismiyle "Gemide"nin setinde oluşmaya başlamış.
Filmin aynı zamanda yapım sorumlusu olan Önder Çakar en baştan başlıyor
anlatmaya:
"Çıkış noktamız Erkan'dı (Can). Erkan
çok komik bir heriftir. Bacakları zayıftır filan. O film sırasında
kullandığımız bir deyim vardı 'kaleci kalmak' diye. Parasız kalanlara derdik.
Biliyorsun, biraz argomuz kuvvetlidir. Erkan bir mahalle takımının kalecisi
olsa 'kaleci kalsa' diye bir muhabbetimiz vardı. Tabii sonra öykü ondan çok
bağımsızlaştı başka bir şeye dönüştü. Bilgisayarın başına oturup, hadi bunu
yazalım, deyince başka bir şey çıkıyor ortaya. Serdar'la benim ortak bir
çocukluğumuz olmamasına rağmen bu ülkenin, bu coğrafyanın çocukları olarak
ortak bir geçmişimiz var."
Onları ortaklaştıran bu
geçmişten izler taşıyan bir film "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar". Bu
ortak geçmişte de, herkesin birbirini tanıdığı, annelerin çocuklarını
pencereden bağırarak eve çağırdığı, babaların ellerinde fileleriyle işten
döndüğü, kadınların camdan cama sohbet ettiği, sokaklarında bugünkünden çok
daha farklı bir sosyalleşmenin yaşandığı yani artık İstanbul'da pek
rastlanmayan eski tip mahalleler ve tabii bir de futbol var. Serdar Akar
Galatasaraylı, Önder Çakar ise Beşiktaşlı.
"İyi birer
seyirciyiz," diyor Önder Çakar. "Herkesin hayatında olduğu kadar
bizim de hayatımızın içinde futbol var. Toplum futbolla yatıp kalkıyor, biz de
öyle, ama Serdar'ın filminin sadece futbol filmi olduğunu düşünmeyenlerdenim
ben."
Bizim hikayemiz futbol hikayesi değil
mahalle hikayesi," diyor Akar. "Bir şeyi birlik ve beraberlik içinde
her şeye rağmen nasıl yaparız, yani bir iş nasıl yapılır diye düşününce aklımıza
bir mahalle geldi. Mahalle zaten böyle bir yer. Mahalle, insanların bir arada
yaşadığı, problemlerini ya da sevinçlerini paylaştığı toplu yaşanılan bir yer.
Yani mahallede yaşarsınız. Cenaze olduğu zaman mesela herkes orada olur, doğum
olduğu zaman herkes o doğumla ilgilenir. Toplumun kendi iç kurallarını koyması,
iç disiplinini korumak adına da mühim bir şeydir mahalleli olmak. Şimdi o
mahallelilik pek kalmadı tabii çünkü başka türlü mahalleler gelişmeye başlıyor.
Mimari özelliğini yitiriyor mahalleler, sosyal statüye göre mahalleler
oluşuyor. Herkes başka bir yerde oturuyor belki ama öyle bir sosyal sistemleri
var ki aynı mahallede oturuyorlarmış gibi birbirlerinin hayatını
etkileyebiliyorlar. Aynı mahallede oturanların da birbirleriyle hiçbir ilgileri
olmayabiliyor. Yani insanlar olduğu yere yabancılaştırılmış durumda. Mahalle
sakinlerinin mahalleleriyle hiçbir ilgileri kalmayınca yapılar da çirkinleşiyor
gitgide. Mahallelilik bilinci de ortadan kalkıyor. Öyle bir bilinç kalmayınca
da toplu bir şey yapmak zorlaşıyor çünkü cepheniz aynı değil artık. Şehir,
sokak, ev, ülke gibi kavramların kendi içinde bir anlamı var ama bunlardan
birini kırarsanız başka bir sosyal durum ortaya çıkar. İşte o sosyal durumun ne
hale geldiğini, neden geldiğini falan araştırmaya çalıştık biraz. Futbol takımı
ortak çalışma olarak çok tipik bir şey bir mahalle adına. Bir kere çok fazla
insanı ilgilendiriyor, futbolcuların annelerini, babalarını, kız kardeşlerini
de ilgilendiriyor. O semti komple ilgilendiriyor. Çok tipik bir şey. Bir de
tamamen tesadüf değil tabii. Küçüklüğümde başımdan geçmiş şeyler, aynısı değil
de duygu olarak benzer şeyler yaşamışızdır. 74'lerde 75'lerde böyle şeyler yaşandı
Türkiye'de. (SENEM ERDİNE Sinema D. Aralık 2000 Sayı: 69)
4
Paslaşmalar',
özellikle 'Gemide' ile karşılaştırıldığında çok başarılı bir film sayılmaz.
Hikayesi başını alıp gidiyor, gerekli olmayan dallar budaklar salıyor. Ama bir
girişim olarak ilgiye değer. 'Masumiyet', 'üçüncü Sayfa' ve '...Paslaşmalar'
benzeri filmler, Yeşilçam'ı yeni bir bakışla 'parantez' içine almak isteyen bir
yaklaşımın ürünü; 'samimi' ve 'masum' bir biçimde. Yepyeni bir gözle bir
'Batsın Bu Dünya' ya da 'Ben Doğarken Ölmüşüm' çekmek mümkün ise, yeni bir 'Sev
Kardeşim' çekmek neden mümkün olmasın? Yeşilçam'a, 'bakın ben ne kadar
akıllıyım' tavrıyla ya da bir klip edası, ile değil de, Yeşilçam sinemasının
bizim için bir zamanlar ne ifade etmiş olabileceğini anlamak isteyerek, haydi
abartalım 'yaralı bir kalp'le yaklaşmak isteyen yeni bir anlayış bu." (Fatih
özgüven, RADIKAL IKI (Sinema D. Şubat 2001)
4 Spor filmi deyince ortalama bir seyircinin aklına 'Cehennemde Iki
Devre', 'Ateş Arabaları', 'Kızgın Boğa' değil, fakat 'Rocky' serisi gelir ilk
evvela. Demek ki bir spor filmi çekmeye soyunduğumuzda ortalama bir seyirciyi
hedefliyorsak, önümüzdeki en karlı izlek, adeta koşullanılmış kodlamalarıyla
asgari bir başarının garantisi gibi duran 'Rocky' filmleridir. İşte ben de 'Dar
Alanda'yı belli bir noktadan itibaren baş gösteren dayanılmaz bir itki vesilesi
ile 'Rocky' filmleriyle karşılaştırma yoluna gittim. Cem Altınsaray, RADIKAL
IKI (Sinema D. Şubat 2001)
4
Dar
Alanda Kısa Paslaşmalar", yönetmen Serdar Akar'ın ikinci uzun metrajlı
filmi. Serdar Akar, okullu bir sinemacı ve aynı zamanda Türk sinemasının
1990'lardan sonra ortaya çıkan bağımsız yönetmenlerinden. Akar'ın filmi, ön
yüzünde Türkiye'de her mahallede bir milyoner yetiştiremese de, bir futbolcu
yetiştiren zihniyetin ve geleneklerin içinden yol alarak futbol soslu bir sevda
öyküsü anlatıyormuş gibi görünse de, arka yüzünde aslında futbolu bir metafor
olarak kullanarak Türkiye'yi anlatıyor. "Her mahallede, her kasabada
erkekleri bir araya getiren amatör sporun profesyonel anlayışla çatışması ve
takım ruhunun yerini çıkar ilişkilerine bırakması seksenli yıllarda Türk
toplumunun yaşadığı değişimin bir göstergesi olarak sunuluyor 'Dar Alanda Kısa
Paslaşmalar'da" (Alin Taşçıyan, Milliyet, 09.12.2000).
4 Akar'ın filminde daha olgunlaşmış bir biçim arayışı ve kısmen
denetim altına alınmış oyunculukla karşılaşıyoruz. Akar, zaman zaman söylev
sınırlarında gezinen diyaloglarına karşın, ülkemizde geleneği ve hepimizin
yaşamına değmiş özellikleriyle güveni temsil eden mahallenin, sıcak ve
dayanışmacı insan ilişkilerinden hareket ederek bu ilişkilerin kontrastı
üzerine yoğunlaşıyor. "Serdar Akar'ın konuya ve karakterlerine yaklaşımı,
filmde yarattığı atmosfer, mizahı kullanış biçimi Ertem Eğilmez sinemasını
anımsatıyor. Hatta Esnafspor futbolcularının teknik direktörleri, tüm mahalleli
tarafından sayılıp sevilen Hacı ile ilişkileri Hababam Sınıfı öğrencilerinin
Mahmut Hoca ile ilişkilerine benziyor. 'Dar Alanda Kısa Paslaşmalar' Türk
sinemasında önemli bir yere sahip mahalle filmlerinin düzeyli bir örneği"
(Alin Taşçıyan, Milliyet 09.12.2000:8).
4Akar,
Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filmi ile, sanatçı ve aydın bakışını kullanarak
ülkemizdeki değişime ve yozlaşmaya kamerasını odaklıyor. Geleneksel ilişkilerin
hakim olduğu bir mahalle yaşamını ve futbol oyununu seçmesi tesadüfi değil.
Futbol salt bizde değil, bizim gibi gelişme sürecindeki başka ülkeler içinde
bir sporafyon özelliği taşıyor. Akar'ın filminde, futbol salt bir sporu temsil
etmiyor, aynı zamanda ülkemizdeki sığlaşmayı ve hakim olmaya başlayan toplumsal
yaşamdaki değişimi de simgeliyor. "Yönetmen Akar, futbolu öykünün ana
teması olarak yola çıkıyor ve bugünün değerlerine göndermelerde bulunmayı ihmal
etmiyor" (Bilem, Türkiye, 15.12.2000).
4 Gelenekçi ve güvenli, dayanışmacı bir topluluk yaşamı gibi olan
futbol, onun gibi topluca yapılsa da, daha bireyleşmiş, güvenilmez ilişkilerin
öne çıktığı bir yeni dönemi temsil ediyor. Bağımsız yaklaşım altında ve yapımcı
boyunduruğunun baskılarını hissetmeden film çekme arayışında biri olarak,
Serdar Akar'ın daha cesur açılımları olabilirdi. Bu yaklaşım öncelikle oyuncu
seçimi açısından yapılabilirdi. Örneğin Müjde Ar görmüş geçirmiş Ermeni hayat
kadını rolünde gerçek yaşamdaki bıkkınlığını da sanki dışa vuruyor ve akıllara
Müjde Ar'ın son dönem Türk sinemasında fahişe dışında başka bir rolde oynama
şansının olup olmadığını getiriyor.
Serdar Akar'ın sinemanın bir görüntü dili
olduğundan hareket ederek, diyalog kullanımında daha ekonomik olması
beklenebilirdi. Diğer yandan henüz ikinci uzun metrajlı filmi olmasına karşın
Akar, klasik sinema anlatımı ve yalın sinema diliyle dikkat çekiyor. Özellikle
yaşamdaki değişimi, slogancı bir tavır izlemeden bir mahallenin yaşamından
kesitler sunarak, bunu yaparken küçük insanların sıradan, temiz ama onurlu
yaşamlarını bir metafor olarak ele alıp buradan büyük resim hakkında
oluşturduğu yorumla derdini sinematografik açıdan ifade etmede bir başarıyı
yakalıyor. Yönetmen Akar filmindeki mahalle metaforunu şöyle tanımlamış:
"Bir mahalle futbol sahası etrafında toplanırdı. O saha ellerinden alındı.
Sinema salonları da öyle gitti. Evde oturup filmleri de futbolu da televizyonda
izliyoruz. Ekonomik zorunluluğun sonucu insanlar kentlerde toplandı. Mahalle,
kasaba kalmadı. Cumhuriyet ruhu askeri darbeler geçirdi, sonunda seksenlerde
öldü. Devlet politikasıyla, ekonomik tedbirlerle taammüden cinayet işlendi.
Filmde iki mektup var. Biri devletten geliyor. Bir ara kaybetseler de arayıp
buluyorlar. Diğeri sahibine ulaşmıyor. Devletinki mutlaka yerini bulur. Ama
vatandaşınki gidemeyebilir ... (Alin Taşçıyan, 09.12.2000).
4
1980'Ierin
başında, yeşil Bursa'nın sevimli ve tarihi bir semtinde, ayakta kalmaya giderek
şampiyon olmaya sıvanan bir amatör lig takımının Esnaf Sporun öyküsü…
İyice yaşlanmış hacı hocanın
antrenörlüğünde, kimileri delikanlılığın son yaşlarındaki futbolcularıyla,
yöneticilerinin dümenleriyle karı kız meseleleriyle yenilgi ve zaferleriyle,
neşe ve hüzünleriyle, gerçekten yaşanmış bir olaydan yola çıkan, bir dönemi ve
bir çevreyi gerçekçi biçimde vermeye sıvanan bir film… Dar Alanda Kısa
Paslaşmalar, çeşitli özellikler taşıyan, kişiselliğin damgasıyla yoğrulmuş
bir film. Senaryosu şiirsel deyişlerle, kimi zaman acı bir alay içeren
cümlelerle örülmüş. Gemide adlı ilk filmini alkışlaığımız Serdar Akar
kesinlikle üslup sahibi bir yönetmen... Filmini kısa planlarla, eski usul
kararmalı geçişlerin sağladığı bir yumuşaklıkla kurmuş. Hiçbir abartıya, hiçbir
kişiliğin, olayın veya tavrın çok öne çıkmasına izin vermemiş.
Filmde sık sık söylendiği
gibi, "futbol fena halde hayata benzer". Ve de futbol bir takım
oyunudur. Film de, bir an bile bir takım oyunu olduğunu unutmaksızın, tıpkı
hayatın kendisi gibi bin bir olaycıkla örülü, zengin bir insan malzemesi içeren
bir gözlemler bütünü olarak karşımıza geliyor. O insanlarla birlikte yaşıyor,
onların küçük sevinçlerine, düş kırıklıklarına, başarı veya yenilgiyle gelen
duygularına katılıyor ve tüm yaşadıklarını sanki paylaşıyoruz.
Türk sinemasında az görülmüş bir tür
'minyatür duygusu1 veriyor film. Ve bu minyatürün içinde herkes üzerine düşeni
yapıyor. Tüm oyuncular iyi. Ama ben özellikle sinemada ilk kez görkemli bir
başrol yakalamış olan Savaş Dinçel'i ve çok az ifadeyle, son derece modern bir
oyun çıkaran ve 'hayat kadını' Aynur'u tüm incelikleriyle veren Müjde Ar'ı
kutlamak istiyorum, Fahir Atakoğlu'nun müziğinden de destek alan farklı ve
özgün bir çalışma, yeni Türk sinemasının göğsümüzü kabartan çıkışlarından
biri...”Atilla Dorsay, “Sinemamızda çöküş ve Rönesans Yıllar”
4 Dar
Alanda Kısa Paslaşmalar, çok başrollü filmlerin. dezavantajlarını yok edemiyor.
Fillmin bir tv dizisini andıran çok fazla dramatik merkezi var.
SuatNurtenSerkan aşk üçgeni, neredeyse ayrı bir film... Bunlara amatör lig
serüvenini futbol takımının etrafında dönen hadiseleri ekleyin ... Bütün
bunları halletmek için iki saat gerçekten yetersiz bir süre. Sinema tarihine
baktığımızda bu tür filmlerin ancak üç saati aştığında hedefe ulaşabildiğini
görürsünüz. Süre, bütün dramatik ipuçlarını vermek, hikayeleri tadıyla
geliştirmek ve doruğa çıkarmak için yeterli değil. Dolayısıyla film,
sıkıştırılmış bir televizyon dizisi izlenimini veriyor, ne yazık ki. (Mehmet
Açar, Aktüel D., 1420 Aralık 2000)
4 Serdar
Akar, Derviş Zaim'in de geçtiği dar kapıdan geçmeyi başarmış. İyi bir
"ikinci film" yaparak, tek atımlık barutu olmadığını kanıtlamış. Dar
Alanda Kısa Paslaşmalar belki Gemide kadar çarpıcı değil ama niye olsun ki? Bu,
başka bir film. Ayrıca, Gemi'den incinen nazik kişileri incitme ihtimali de
yok. Öte yandan, iki filmin benzer yanları da var. (Sevin Okyay, Radikal G., 16
Aralık 2000)
4
DAKP"
(filmin kısaca adı) benim için Serdar Akar'ın hala en güzel filmi. En iyi film
payesini ise "Gemide" (1998) ile paylaşıyorlar. Serdar Akar
filmografisinin aydınlık yüzüne baktığımızda onun küçük mekanlara sıkışmış
hikayeleri beyazperdeye taşımak konusunda ne kadar iyi olduğunu görüyoruz. İşin
sırrı ise elbette hikayesinin oluştuğu o minyatür coğrafyanın insanlarını,
jargonunu, duygularını, ihtiraslarını iyi bilmesi ya da iyi gözlem yapıp
öğrenmesi. "Gemide", "Barda" (2007) (en azından ikinci
bölümünde) ve "DAKP"nin sinema seyircisinin aklında ya da gönlünde
yer etmesinin ardında bu yatıyor işte. Bunun tam tersi de geçerli ama. Akar,
habitatına hakim olamadığı hikayeleri anlatma peşine düştüğünde tökezliyor.
Bkz. "Barda"nın ilk yarısı ve "Marur' (2001).
4 DAKP"nin
ne kadar iyi bir film olduğunu anlamak için bazı replikleri sıralamak bile
yeter aslında. 'Hayat futbola fena halde benzer!' ve karşılıksız bir aşkı
anlatmak için kullanılan 'Kapalı dükkana kira ödemişiz işte.' Bunun gibi minik
metinler senaryo yazmak için her masaya oturduğunuzda değil, yıllar süren bir
sürecin ardından, o da musluktan boşalırcasına değil, prostatı iflas etmiş bir
ihtiyarın küçük abdesti gibi aralıklı ve sıkıntılı gelir.
DAKP"ninki böyle
demlenmiş bir metin işte. "DAKP"nin hikayesi yalnızca karakterlerinin
söylediklerinden ibaret değil elbette. Yaşayan, yaşanıldığına ikna eden, empati
kurduran, ağlatan, güldüren; küçük bir kasabadaki küçük insanların küçük
hayatlarını ve küçük futbol takımlarını anlatan küçücük bir hikaye.
Oyunculuklarla, Akar'ın anlatım becerisiyle ve araya katılan sürprizlerle
büyüyen bir hikaye. Küçük coğrafyasına rağmen evrensel ve ölmez bir hikaye.
İşte o evrenselliğin yakalandığı en güzel an: Filmin sonunda, cenaze namazıyla
gömülen Hacı'nın aslında Ermeni olduğu ortaya çıkar. 'Bari, o zaman akşamki
mevlidi iptal edelim' der biri. Fırıncı Hamdi, "Etme," der.
"Hepimiz aynı yere gitmeyecek miyiz? Ha bu yoldan, ha o yoldan."
Serdar Akar ta 2000 yılında atmıştır 'Hepimiz Ermeniyiz' sloganını. Onunkisi
oraya buraya çekilemeyecek kadar da nettir üstelik.
"DAKP" den her seyirci keyif
alabilir ama çok keyif almanın ne yazık ki bir şartı var Futbolu sevmek. Çünkü
Rafet El Roman tarafından canlandırılan santrfor Serkan'ın bir maçta topu
rakibinin üstünden aşırtmasının, abartılı bir sahne değil de aslında John
Huston'un "Zafere Kaçış" (Victory, 1981) filminde Ardiles tarafından
yapılan harekete saygı duruşu olduğunu ancak futbola en az sinema kadar gönül
verenler fark edebilirler. Bunu herkesin fark etmediğini fark etmeleriyle de
keyifleri katlanır tabi. Bir maçta Esnafspor'un karşısına Çıkan takımın
oyuncuları arasında yer alan Tanju, Metin Tekin, Rıdvan, Rıza Çalımbay, Ali
Gültiken gibi ünlü oyuncuları belki futbolla çok ilgili olmayanlar da fark
edebilir. Ama orada asıl keyif veren maçı yöneten hakemin, ektirdiği saçlarla
modifiye olan Sadık Deda olmasıdır. Ve filmde verdiği anlamsız penaltının
hikayeden çok, kendisinin zamanında çok takımın canını yakarak artık. Eski
takımdan bir tek Serkan profesyonel olmuştur. Ama belli ki futbol ona eski tadı
vermemektedir. Mahalleden geçerken maç yapan çocukların topuyla oynamaya
başlar. Mesaj açıktır: Hakiki futbol para için değil, gönül için, forma için,
arkadaşlık için, hatta mahallenin kızları seyrettiği için oynanandır. Filmin
futbolla bu kadar iç içe geçmiş olması bizim için değil ama kendisi için
hayırlı olmadı tabi. Kadınlara hitap etmeyen "DAKP" istediği seyirci
sayısına ulaşamadı. Film için, teknik anlamda en iyiyi yakalayabilmek adına bir
milyon dolar harcanmıştı. Bu yüksek maliyet gönüllerin şampiyonu Akar'ın
resmiyette küme düşmesine sebebiyet verdi. Kötü zamanda, iyi filmler yaptı
diyebiliriz Akar için. "DAKP" geçtiğimiz üç sene içinde vizyona girse
çok daha ilgi görür, parasını çıkarırdı.
"DAKP" kimilerince dönemin
siyasi politik atmosferini yeterince yansıtamamakla eleştirilmişti. Öyle ya 12
Eylül sonrasında geçen bir filmde, yönetmen nasıl siyaset yapmaz, nasıl
yalnızca bol bol asker göstermekle yetinildi. Akar'ın hikayesinde 12 Eylül
sonrası travmaların pek yeri yok. Futbola gönül vermiş, kendi küçük dünyasında
sıkışıp kalmış, dışarıya kapalı apolitik bir topluluğun hikayesini anlatıyor
Akar. Askerler de yalnızca bir nevi saat vazifesi görüp, bizi zamandan haberdar
ediyorlar, ki bence bu yeterli. Mahallenin en güzel abilerinin hikayesini
anlatan "DAKP" ile ilgili bir yazıyı, kendi 'mahallelerinin' en güzel
abilerinden olan iki ismi anarak bitirmek en iyisi. Bu satırların yazılmasından
kısa bir süre önce hayatını kaybeden ve "DAKP"de yükün çoğunu çeken
Savaş Dinçel ve kısacık rolüne bile müthiş bir performans, etki, gerçeklik
duygusu sığdırmayı başaran Tuncer Necmioğlu'dan söz ediyoruz. Mekanları, nereyi
isterlerse orası olsun! (Ege Görgün) “SİYAD “40 Yılın Mucizesi”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder