DANSÖZ (2000)
Senaryo ve Yönetmen Savaş
Ay Görüntü Yönetmeni Veli Kuzlu Müzik: Balık Ayhan, Ulaş Can Ay Yapım
Saat Film/Savaş Ay Sanat Yönetmeni: Yaşar Kartoğlu, Yönetmen
Yardımcıları: Serap Sevgen, Figen Ermek Özçorlu, Reji Asistanları: Senem
Morgül, Beste Alasya, Devamlılık: Hatice Yakar, 1. Kamera Asistanı: Ahmet
Kasapoğlu, 2. Kamera Ast: Sinan Deviren, 3. Kamera Asist: Engin
Özkaya, Kurgu: Kıvanç Baruönü, Prodüksiyon: Hasan Cihan Alpay,
Muharrem Bayraktar, İlhan Aydın, Akın Eraslan, Bülent Çolak, Sanat Grubu:
İdil Ayvalıklı, Murat Şengül, Cengiz Güven, Montaj Ast: Senem Morgül, Kostüm
Grubu: Saadet Başgöze, Özlem Artun, Özlem Özan, Işık Şefi: Nezir
Yücel (Işık Evi), Işık Grubu: Hamit Paksoy, Abit Eriş, Yaşar Uyanık,
Emrah Yıldırım, Yılmaz Paksoy, Kostüm Asistanları: Aslı Akgün, Aslıhan
Türel, Nazan Atar, Prodüksiyon Asistanları: Gürol Tufan, Merve Girgin,
Onur Akgün, Ses Operatörü: Serkan Akar, Dooly ve Jeep Asist: Yasin
Uzun, 2. Kamera Grubu: {1. Kamera Ast: Vedat Demir, 2. Kamera Asist:
Türksoy Gölebeyi, 3. Kamera Grubu: Okan Zengin}, Makyaj: Fakta
Kardeş, Kuaför: Yüksel Altun, Makyaj Asist: Candan Güzel Çiçek, Kuaför
Asist: Fırat Kanalıcı, Set Amiri: Godzilla S. Geçgel, Set Ekibi: Bayram
Kayık, Selma Kazgöz, Erol Potur, Sonay Dökmeci, Ahmet Topal, Fedai Erdilenler, Kamera
Belgesel: Ali Öksüz, Jenerik: Özkan Sevinç, Grafik: Evşen
Yiğit, Ses Kurgu: Erkan Aktaş, Negatif Kurgu: Eyüp Yıldız, Tuncay
Koçtürk, Osman Yıldız, Renk Operatörü: Adnan Şahin, Afiş Uygulama: Renk
Ofset, Set Fotoğrafçısı: Mehtap Yücel, Ertan Uca, Basın Halkla
İlişkiler: Emine Derin, Yapım Koordinatörü: Gamze Batlaş,(FONO Film
Laboratuarlarında Hazırlanmıştır)
Oyuncular: Fikret Kuşkan
(İsa), Mustafa Altıoklar (1.Çingene), Fedon (2.Çingene), Birol Beray, Nigar
İsen (Tarla Ana), Nuran Çokçalışkan (Zarife), İlknur Soydaş, Şıvga, Savaş Ay
(Nemci), İlknur Soydaş (Kanarya Hayriye), Şıvga,Kerem Alışık, Çolpan İlhan
(Kobra), Nilüfer Açıkalın, Aslı Bütül (Beyhan), Birgül Güngör, Yeliz Yeşilmen,
Yusuf Azuz, Panter Emel, Pelin İşcan, Atacan Arsever, Taarruz Yılmaz, Fatih
Altın, Göksenin İleri, Nevzat Şenol, Uygar Tamer, Beyaz (Taksi Şoförü), Sadri
Alışık, Ertekin, Şükran Ay, Erkan Petekkaya, Yıldo, Asım Can Gündüz, Balık
Ayhan, Nesrin İşçiş, Beyaz, Vedat Yenerer (Jüri), Engin Koç (Jüri), Ulaş Canay
(1. Çingene), Teo (2. Çingene), Matheu (3. Çingene), Güneş Özyiğit 1. Çingene
Kız), Melek Yargıcı (2. Çingene Kız), Binnur Gülbey (3. Çingene Kız), Saadet
Başgöze (Fakir Çingene)
Konu: Dansöz, çingene
mitolojisindeki bir bölümden esintiyle başlar: "Hazreti İsa'nın çarmıha
gerildiği çivileri çingeneler yaptı! ... Bundan böyle lanetlenmiştir çingene
ırkı, lanet çözülene kadar. Yani tam 2000 yıl yeryüzünde dolaşıp
dursunIar". Geceledikleri bir yerde ikinci kez konaklamasınlar." Su
içtikleri bir kaynaktan bir daha içemesinler. Aynı yıl içinde, aynı nehirden,
bir daha geçemesinler. Kendisine kaynaklık eden çingene mitolojisindeki bu
bölüme gönderme yapacak şekilde, Hz.İsa'nın çarmıha gerilme sahneleriyle
başlayan Dansöz filmi, gösteri sanatlarına gönül vermiş çingenelerin
yaşamlarını, adetlerini geleneklerini ve Beyaz'larla ilişkilerini,
çelişkilerini, oryantal dansın inceliklerini, ayrıntıların hüzünle neşenin
içiçe geçtiği bir biçimle anlatır. Yönetmen Savaş Ay, filmini kendine emziren
çingeneye adamış. Titanik ananın dansöz kızları, bir fasılda müşterileri
eğlendirmektedir. Fasıl sonrasında, dansözlerin fedaisi Zoro gelir. Zora,
Zarife'ye vurgundur. Fakat annesi Zarife'nin, Zoro'yla evlenmesini istemez.
Zarife'de Zoro'dan hoşlanmaktadır ve efendi olmadığı için ailesinin onunla
evlenmesine izin vermediğinden dert yanar Hayriye'ye. Kobra lakaplı eski bir
dansöz olan Necla, dans dersi alan kadınlar arasında efsanedir. Necla,
gençliğinde dans ederken vurulmuş ve sakat kalmıştır. Necla'ya ölen eşinden bir
holding ve yüklüce bir para kalmıştır. Necla'nın başı kızı Emira ile derttedir.
Emira çocukluğunda annesiyle sağlıklı bir ilişki yaşayamamış ve ona duyduğu
hınç ve öfkeden dolayı onun istediği bir yaşam sürmek yerine, bir çeşit intikam
duygusuyla dansöz olmak istemektedir. Emira'nın babasının, onun dansöz olmaması
için vasiyeti vardır. Bu yüzden anne kız arasında sık sık çatışma
yaşanmaktadır. Emira, annesinin gölgesinde olmaktan, sürekli Kobra'nın kızı
diye tanıtılmaktan bıkmıştır. Hayriye, yağmurlu bir havada annesi çamaşırcı
Dekoraya parasız kaldıklarından dert yanarak, tabelacı Yunus'un çamaşırlarını
götürmek ister. Hasta olan yaşlı kadın izin vermese de Hayriye (Kanarya),
annesinin uyumasını fırsat bilerek Yunus'a gider. Yunus, Kanarya'ya tecavüz etmeye
yeltendiğinde, Zora ile içmekten dönen Necmi kızın sesini duyarak onu Yunus'un
elinden kurtarır. Birlikte Necmi 'nin kaldığı metruk minibüse giderler.
Kanarya, Necmi'den hoşlanmaktadır ve onu baştan çıkarır. Dekora, Kanarya'nın
Necmi'yle evleneceğini söylemesi üzerine deliye dönmüştür ve bu yüzden kızını
döver. Necmi, Kanarya'ya görkemli bir çingene düğünü yapar. Necmi bir Arnavut
delikanlısı olarak düğündeki romanlara, onlara layık bir damat olmak için söz
verir. Dekora, Necmi 'nin kızıyla evlenmelerinin üzerinden yedi ay geçmesine
karşın eve tek kuruş getirmemesinden yakınmaktadır. Bu arada Kanarya, kız
kardeşinden oryantal dans yarışması açıldığını öğrenir. Kazanana ev, araba gibi
hediyeler verilecektir. Kanarya, Necla'nın evine giderek ondan dans dersi almak
istediğini söyler. Kadın, yardımcı olamayacağını belirtir. Kanarya giderken
elindeki maskot Necla'nın dikkatini çeker. Maskot yıllar önce Necla'ya Necmi
tarafından verilmiştir. Necmi'de Necla'nın vurulduğu gece aynı kişi tarafından
dizinden vurularak sakat kalmıştır. Necla, Kanarya'yı alarak Necmi'yi görmeye
gider. İkisi görüşmeyeli yirmi yıl olmuştur. Necmi onun için bestelediği
şarkıyı söyler. Necla çok duygulanmıştır. Necla, Kanarya'yı himayesine alarak
onu dans yarışmasına hazırlamaya başlar. Emira ise, gelişmelere çok
sinirlenmiştir. Kanarya yarışmaya hazırlanmak için Necla'nın evinde kalmaya
başlar. Zora, Zarife'nin yarışmaya katılmasına sinirlenir ve onu bir samanlığa
kapatarak kendisi için oynamasını ister. Bu arada Emira, Kobra'dan nefret eden
ve dans dersleri veren Neptün'e kendisini yarışma için Almanya'dan gelmiş biri
gibi tanıtarak ders almak için başvurur. Necla, oryantal yarışmasında finale
kalmıştır. Zora ve Necmi, Kanarya'yı almak için Necla'nın evine giderler.
Necmi, karısıyla evine döner. Oryantal dans yarışmasının final gecesini
televizyonda Necmi'yle seyreden Necla, Neptün'ün kızıyla ilgili duyuru yapması
üzerine yarışmanın yapıldığı salona gider. Kobra Necla, yarışmanın arasında
sahneye çııkarak konuşma yapar. O sırada Necla'nın arkasında beklemekte olan
Neptün, Kobra Necla'ya hakaret eder. Kobra'yla yarışmaya gelen ve müzisyenlerle
birlikte çalan Necmi, Kobra'nın yanına gelerek onu destekleyen bir konuşma
yapar. Sırası geldiği için sahneye çıkan Emira, Neptün'ü tersleyerek annesine
sevgi gösterisinde bulunur. Çok sinirlenen Neptün, sahneden ayrılarak balkona
gider. takıp Emira'ya ateş etmek üzereyken bir kobra yılanı tarafından sokulur.
Neptün, sevgilisinden kendisini Necla'nın yanına götürmesini ister. Neptün,
Necla'yı ve Necmi'yi yıllar önce vuranın kendisi olduğunu itiraf eder. Oryantal
Dans Finali Neptün'ün ölümüyle son bulmuştur. Bu esnada Necla, dansın yarışması
olamayacağını, dansın şöleni olduğunu söyler. Necmi ve Kanarya'nın bir bebeği
olur ve adını Zeytin koyarlar. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar,
“20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 266
& Sinemayı ne kadar çok
seviyorlar... Hepsi de sözbirliği etmişcesine aynı şeyi söylüyorlar: Sinemayı
çok seviyoruz. en büyük arzumuz bir yapabilmek. Kimler mi bunlar, ? Kimler
değil ki ... Aralarında, reklamcılar var, televizyon yapımcı –yönetmenleri,
talkshow ünlüleri, mizah ve köşe yazarları var, Mankenler var şarkıcıtürkücüler
var, gece kulübü sahipleri, model tasarımcıları·ve daha kimler kimler var..
İşte yapılan kimi filmler
ortada. En son örneği Dansöz olanı... Bu film de uzun zaman sinema yapmak
arzusunda olan Savaş Ay’ın elinden çıktı. Peki ama Savaş Ay’ın sevdiğim biri
olması, "sokak çocuğu" kimlik ve kişiliğinin bana sıcak gelmesi ve
ayrıca elbette her isteyenin, her sevenin, her gönül yapmaya hakkı olduğunu
savunacak ve de hep savunmuş bir demokratik kafa yapısına sahip olmam,
Dansöz'ün ne kadar kötü bir film olduğunu söylememe engel olacak mı? Kuşkusuz
olmayacak. ..
Dansöz’ün hikayesi, içerdiği yoğun
melodisine karşın ya da o malzeme yüzünden hiç de kötü bir hikaye değil. Kibar
adıyla roman denen Çingene kültürüne yaslanması beni hiç rahatsız etmedi.
Tersine, farklı ve marjinal kültürlere, toplumumuzu oluşturan değişik yaşam, gelenek
ve folklor birikimlerine hep büyük sempatiyle bakmışımdır. etnik
farklılıklarımız ve özelliklerimiz farklı filmlerde perdeye yansısa Peki,
Dansöz'ün bozgunu nereden kaynaklanıyor? Öncelikle çok yanlış bir 'casting'
olayından ... Çolpan tlhan, "20 yıl önce dansı bırakmış ünlü dansöz
Kobra" için biraz yaşlı. Çok değil: 20 yıl kadar! ... Ne yazık ki kamera
bağışlamayan bir aygıt. Ve o 20 yılın her biri rolün inanılırlığından bir parça
alıp götürüyor . Elbette aynı şey Savaş Ay için de söylenebilir. O da rolü için
20 kilo kadar fazla ağır!... Elbette Metin Akpınar'ın İbrahim Tatlıses'in
karizmasını ve popülerliğini taşıyan Abuzer için 20 de değil, 30 kilo fazla
olduğu ve bunu seyircinin kabul etmesinin beklendiği bir ülkede, bu doğal
sayılmalı diyeceksiniz. Ama işte olmuyor, olmadığı anda da dram komediye, hatta
farsa dönüşüyor.
Bakınız, sanatçıların yaşından
ya da kilolarından söz etmek nazik bir şey değil. Sanatçı kaç yaşında ve kaç
kilo olursa olsun sanatçıdır ve her türlü fiziksel durumda, oynayacak rolü
vardır. Evet, ama fiziksel kondisyon da onu sınırlar, sınırlamalıdır. Herkes
bir film için 20 kilo alıp sonradan veren Robert de Niro değil. Yönetmen de,
oyuncu da kendi kapasitesini ve sınırlarını bilmeli, Batı'da apayrı bir alan
sayılan 'casting' olayı çok ciddiye alınmalı ve aslında sevdiğimiz sanatçılar
yanlış rollere çıkıp kendilerini gülünç etmekten vazgeçmeli.
Dansöz'ün temel sorunu elbette
'casting'le sınırlı kalmıyor. Bu filmde özellikle ikinci yarıda ve tüm final
bölümünde belirliği gibi, en küçük bir sinema dili araştırması, hikayenin nasıl
görselleşeceği, nasıl filme alınacağı konusunda en küçük bir düşünce ve eylem
çabasına rastlanmıyor. Tüm final bölümü, Sinepop sinemasının o daracık
duvarları arasına ve dar soyutlu sahnesine yerleşmek zorunda kalmış. Bu zaten
filmi ve onun dramatik olanaklarını sınırlayan bir durum.
Ama biraz becerisi olan bir yönetmen,
kamerayı doğru yerlere yerleştirerek ve kamera açılarını iyi saptayarak, o dar
mekanı genişletebilir, en azından onun darlığını seyirciye böylesine
duyumsatmazdı. Kamera hemen her sahnede olması gerektiği yerde değil, tam
olmaması gerektiği yerde. Geniş açılı bir çekim bekliyorsunuz, yakın plan
geliyor. Oyuncuların yüzünün önem taşıdığı bir sahnede yakın plan
bekliyorsunuz, genel plan geliyor.
Ve tüm çözümlerin üst üste
yığıldığı tüm fi nal bölümü, tam bir müsamere havasında ... Bir "dansözler
yarışması" yapılıyor, sahne arkasında karşılaşan Kobra ve kızı, tek bir
figüranın, evet, tek bir figüranın bile geçmediği sanki bir ıssız çöl ortamında
dakikalarca konuşuyorlar. Kobra'nın rakibesi olan eski dansözü sözüm ona yılan
sokuyor, bu dramatik sahnede ne olup bittiği bile anlaşılmıyor. Ölüm halindeki
kadın sahneye getiriliyor ve yıllar önce Kobra'yı vurdurttuğunu açıklıyor, ama
en küçük bir dramaturji çalışması, bu sahnenin nasıl çekileceği üzerine en
küçük bir zihin jimnastiği yapılmadığı ve kurgu da da sanki rastgele makas
vurulduğu için, ortaya dramatik bir bölüm değil, bir ilkokul temsili kargaşası
çıkıyor.
Ve her şeyin ötesinde,
oryantal dans ya da göbek dansı dediğimiz şeyi temel alan filmde, bu dansın
güzelliğine, erotizmine ve estetiğine değinen, onu dışa vuran tek bir çekim
bile yok. Bizler ki bu ülkede yaşımız gereği Aysel Tanju'dan Özcan Tekgül'e,
Semiramis'ten Zennube'ye, Ayla Can' dan Birsen Ayda'ya onca dansözü nefesimizi
tutarak izlemiş bir kuşaktanız. Bu filmde tere batmış göbek yakın planlarından
başka oryantalin güzelliğini veren tek plan görmedik. Zaten filmin birçok
sahnesi estetik açıdan son derece itici, kaba ve çirkin olmayı adeta marifet
sayan bir anlayışla çekilmiş ...
Ama işte bu Dansöz filmi, bir aydır
televizyonlarda görülmemiş bir reklam kampanyasıyla tanıtılıp duruyor. Savaş Ay
ve ekibi, kendi programlarından çıkıp başka programlara katılıyorlar, bitmez tükenmez
Dansöz muhabbetleri yapıyorlar. Hatta, bir kanalda gördüm, "Dansöz ekibi
esnafla el ele," diyerek, son ekonomik bunalımdan dertli ve eylem
halindeki esnafa sarkılıyor, Filmin dansöz ve model oyuncuları esnafın içine
giriyor ve el ele tutuşuyor. Maksat elbette esnafa yardım filan değil,
Dansöz'ün reklamı ve promosyonu Eee, sevgili halk çocuğu Savaş Ay kardeşim Millet
can derdindeyken, acaba bu kadarı da ayıp olmuyor mu? Ve bu fırsatçı reklam
anlayışı, gerçek halk dostluğuyla, gerçek sokakların çocuğu kimliğiyle bağdaşıyor
mu?
Sinema öyle kolay bir iş değil. Ha deyince ortaya iyi bir film
çıkmıyor. Orson Welles'in ilk filmiyle aşılmamış bir katıksız başyapıt üretmesi
efsanesi kimseyi yanıltmasın. Yurttaş Kane'in arkasında Welles'in çocuk yaştan
itibaren sinemaya duyduğu büyük ilgi ve tutku, tam bir sinema kuşu olması
gerçeği yatıyor. Welles'in yalnızca Hitchcock'un Bir Kadın Kayboldu'sunu 67 kez
izlediğini bilmem biiliyor musunuz? Sahi, Savaş Ay acaba hangi film klasiklerini
izleyerek üzerlerinde düşndü? Acaba hiç Yurttaş Kane'i izledi mi örneğin?
Bilmek isterdim. Ve de bir genel ricada bulunmak isterdim: sinemayı bu denli
sevmekten vazgeçin, ne olur! ...
Elbette işler tam anlamıyla
düzeysizleşmeye doğru gidiyor. Televole kültürüyle yapılan filmler, sonunda
televole anlayışıyla ve o türden programlar aracılığıyla reklam edilip duruyor.
Zaten Dansöz'ü son dönemin bu mantıkla yapılıp bu mantıkla pazarlanan kimi
filmlerine tipik bir örnek olduğu için ele alıp böyle yerden yere vuruyorum!...
Biraz da bu olaya tarih düşürmek ve bu mantığı sergilemek için ... Bizde demir
dövücünün hınk deyicisi diye eski bir deyim vardı. Tıpkı onun gibi, bu filmleri
beğenen ve öven kimi ünlülerden de inciler bulunup özenle derleniyor ve
gazetelerdeki reklamlarda kullanılıyor. Örneğin Dansöz için Memoli, İzzet Öz,
Tayfun Taliboğlu gibi konunun uzmanlarının değerli görüşleri kullanılıyor. Ha,
bir de, herhalde Çolpan İIhan'a olan hayranlığı nedeniyle filmi övmek zorunda
kalan Selim İIeri'den bir cümle ... Çolpan İIhan'a ben de hayranlık düzeyinde
bir sevgiyle bağlıyım, ama kimse kusura bakmasın, bu, filmi övmem için yeterli
değil. “Atilla Dorsay, “Sinemamızsa Çöküş ve Rönesans Yılları”
& Dansöz", gösteri
sanatlarına gönül vermiş çingenelerin yaşamlarını, adetlerini geleneklerini ve
beyazlarla ilişkilerini, çelişkilerini, oryantal dansın inceliklerini,
ayrıntılarını, hüzünle neşenin iç içe geçtiği bir biçimle anlatmayı amaçlıyor.
Yönetmen Savaş Ay, filmini kendini emziren çingeneye adamış. Savaş fotoğrafçısı
olarak bilinen Savaş Ay, uzun süredir medyada televizyon programları ve köşe
yazarlığıyla göze çarpıyor. Yaptığı programlar ve köşesine konu aldığı yazılar
onun bir çeşit Marko Paşa tarzına dikkat çekiyor. Bu bağlamda Savaş Ay'ı
besleyen malzemeler, güncel ve geniş kitlelerin ilgisini çekebilecek konulardan
seçiliyor. Aslında zaman zaman televizyon dizilerine, nadiren de sinemaaya
konuk olsalar da, şu sıralar Çingeneler ve yaşamları hakkında popüler ilişkiler
gündemin ön sıralarını işgal etmiş görünmüyor.
Savaş Ay, ilk uzun metrajlı film yönetmenliği
denemesinde başlangıçta ilgi çekici bir biçim oluşturmuş. Neredeyse Hz. İsa'nın
çarmıha gerilme sahnelerini içeren bir filmden ödünç alınmış gibi duran
çekimler ve çingene mitolojisine ilişkin göndermeler ilgi çekici tanımlamasını
güçlendiriyor. Fakat sepya renklerin hakim olduğu bu bölümün bitmesi ve sinei
millete dönülmesiyle, başlangıçtaki çingene mitolojisi ve sonrasında filmin
gelişen bölümleri arasındaki ilişkiyi kavramada zorlanmaya başlıyorsunuz. Daha
iyi bir ifade şekli ise, Yeşilçam sinemasının cilalanmış bir versiyonuyla karşı
karşıya kalmaya başlıyorsunuz şeklinde olabilir. Şüphesiz Savaş Ay; filmini o
her zamanki "samimi olma" tarzı içinde ve anlatmak istediklerine
sinemanın karşılık oluşturabileceği düşüncesiyle yola çıkarak yapmayı amaçlamış.
Fakat olasılıkla televizyonculuğunun etkisinden sıyrılamadığı için eklektik bir
çalışmaya imza atmış. Bu yargıda bulunurken çalışmanın bütününde bir yapaylık
hakimmiş ve geçişler arasında bağlantısızlıklar dikkat çekiciymiş gibi
algılanmamalı. Öncelikle Savaş Ay, hem gerçek çingeneleri filmine katarak, hem
de onların dünyasına çok uzaktan bakarak, yorum yapmaya çalışmadan atmosfer
yaratma açısından belli bir düzeyi tutturuyor. Üsküdar'ın 'şen mahallesi'
Selamsız'da doğan Savaş Ay'ın bildiği bir dünyayı anlattığı 'Çingene masalı'
hakkında filmin başrol oyuncusu Çolpan İlhan, "Savaş Ay'ın o hayatı
bilmesi senaryoyu çok gerçekçi kılmış. Okur okumaz bu samimiyet bana geçti.
İzleyiciye de geçeceğine inanıyorum" demiş Ama bu düzeyde de film, bazı
Yeşilçam sineması örneklerini, anlatmak istediği dünyayı sığlaştırma
alışkanlığının dışına taşamıyor. Örneğin Emir Custirica'nın 'Çingeneler Zamanı'
filminde, gerçek ve gerçek üstü bir dünyanın, çingenelerin dünyasına karşılık
gelen bir öz ve biçimin, atmosfer yaratma ve oyunculuk başarısının filmi alıp
sürüklediğini anımsıyorsunuz. Halbuki iyi niyetli Ay'ın filminde, öykünün
temeline egemen olan iki göbek dansı ustasının aralarında oluşan düşmanlıktan,
Kobra Necla'nın kızıyla arasında oluşan İletişimsizliğe ve bu duyguları
yansıtma açısından oyunculuk becerisinin göz doldurmadığı yönünde iddialarda
bulunmak abartılı olmayacaktır. Diğer yandan anlamadığımız nedenlerle Savaş
Ay'ın filminin içine sanki video klip çekercesine eklediği bölümler, örneğin;
Zorro'nun sevgilisi Zarife'yi hoşlanmadığı şekilde davranması yüzünden
samanlığa kapatması, onu samanlığa ilişkin her türlü aksesuarı içeren bir fonda
çıplak kalacak şekilde dans ettirmesi ve sevişmeleri söyleyebilecek şeylerin
tükendiği bir duruma karşılık oluşturuyor. Hele de kadının adının Halime değil
Zarife olduğunu bildiğinizde ...
Aslında Savaş Ay, toplumun geniş
katmanlarıyla kurduğu ilişkilerle yaşama global boyutlarda bakabilecek biri
gibi görünmesine karşın, çoğu zaman televizyon programlarında da yaptığı gibi,
filmini gariban babalığına adamış ve bundan da mutlu görünüyor. Ay'ın filminde
kazanan insanlar yok. Filmdeki tüm iyi ve kötü insanlar bir şekilde hep yaşamın
darbelerini yiyorlar. Bu bağlamda, en büyük düşmanı Neptün tarafından vurularak
sakat kalan Kobra Necla, ona aşık olan ve yıllardır peşinden koşan bir Mısır'lı
prensin aşkını yarım bir insan mantığıyla geri çevirmezken ve yaşama sımsıkı
tutunurken, vurmalı sazıyla ona eşlik eden ve aslında bir devlet kurumunda
çalışan Necmi'nin de Neptün tarafından vurulması ve topal kalmasından sonra
yaşama küsmesinin, çingenelerin yaşamına karışmasının bağlantıları, Necmi'nin
yaşadığı travmanın derinlikleri hisedilmiyar ve son derece yüzeysel olarak
geçiliyor. Daha önce vurguladığımız, Kobra ve kızının arasındaki ilişkinin
derinliklerinin hissedilememesi gibi. Filmin içindeki olumlu yanlar bazı
sinematografik anlatım unsurlarını başarıyla kullanması olarak belirtilebilir.
Örneğin; filmin başında sonradan Kobra olduğunu anladığımız dansözü vuran
silahla, filmin sonunda Kobranın kızı Emira'yı vurmaya çalışan silahın aynı
olması ve Kanarya'nın elindeki maskottan Kobra Necla'nın Necmi 'yi anımsaması
gibi. Ama öncelikle, sinema sanatının görüntülerle bir öykü anlatma işi olduğunu
düşündüğünüzde, böylesi arayışların da eşyanın tabiatı gereği var olması
gereken unsurlar olduğunu düşünüyorsunuz. Belki de filmdeki en gerçek tipler,
bazı çingene figürler, Dekora, Zarife gibi; biraz da ruhen yakın durduğu için
Kerem Alışık ve yılların oyuncusu Çolpan İlhan'ın oyunculukta göz doldurduğu
söylenebilir. Diğer oyuncular açısından ne yazık ki söylenebilecek olumlu
şeyler görünmüyor. 'Gora' filminin de görüntü yönetmenliğini yapan Veli
Kuzlu'nun görüntüleri ise, Dansöz filminin en olumlu unsurlarından biri olarak
akılda kalıyor. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın
Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 268
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder