Powered By Blogger

15 Aralık 2022 Perşembe

 

FOTOĞRAF (2001)

Senaryo ve Yönetmen: Kazım Öz, Görüntü Yönetmeni: Ercan Özkın, Müzik: Mustafa Biber Yapım: Mezepotamya Kültür Mekezi Sanat Yönetmeni: Özkan Küçük, , Kurgu: Kazım Öz, Özkan Küçük, Zülfiye Dolu, Savaş Poyraz,

Oyuncular: Feyyaz Duman, Nazmi Kırık, Mizgin Kapazan, Muhlis Asan, Zülfiye Dolu, Sercan Kılıç, Mehmet Ali Öz

Konu: "Fotoğraf" filmi, Kürtçe altyazıyla, Onuncu Yıl Marşı eşliğinde, kameranın çevresinde döndüğü Afyon anıtı görüntüleriyle, ulusal birlikberaberliğin altını çizmek istercesine başlar. Ali, Harem otogarında biraz mahzunlaşmış olan sevgilisine veda etmektedir. İki oyuncu da Güneşe Yolculuk filminden anımsanabilir. Ali'yi Nazmi Kırık, sevgilisini ise Mizgin Kapazan oynuyorlar. Sevgilisi Ali'nin eline son anda, sanki onu bir daha görmeyecekmiş gibi bir ayrılık hediyesi sıkıştırır. Öz Batmanlılar Seyahat otobüs şirketine ait bir otobüse binen Ali, Güneydoğuya'ya gitmektedir. Bu arada, Ali'nin ayrılık sahnesini, bıçkın bir İstanbul delikanlısı olduğu anlaşılan Faruk camdan izlemiştir. Yan yana koltuklarda seyahat eden gençlerden Faruk, Ali'nin yerini kendisine bırakmasından dolayı ona sigara tutar. Farklı kökenlerden ama aynı yaşlarda olan biri Türk, diğeri ise Kürt olan bu iki genç arasında yolculuk boyunca biraz da kaçınılmaz bir şekilde yakınlık oluşur. Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Ali, Diyarbakır'a akraba ziyaretine; sıkıntılı ve kaygılı görünen Faruk'unsa Tunceli'ye gittiği anlaşılır. İki genç sanki bir şeyleri birbirlerinden gizlemektedirler Güney Doğu 'ya yaklaşıldıkça askeri araç ve kontrol noktaları çoğalmaya başlar. Otobüs Tunceli'ye geldiğinde Faruk, Ali'yle vedalaşarak iner. Otobüs yoluna devam ederken Ali, Faruk'un müzik çalan çakmağını vermeyi unuttuğunu fark eder. Ali, Diyarbakır'a geldiğinde terminalde kendisini yaşlı bir adam karşılar. Birlikte uzun sürecek olan "yol"u yürümeye başlarlar. Adam Ali'yi Diyarbakır'a özgü bir mahallede bir eve getirir. Bu arada, kadınlar aracılığıyla civardaki evler arasında bir iletişim başlamıştır. Kadınlardan biri Ali'ye rehberlik ederek, onu başka bir eve götürür. Faruk ise askerliğini yapacağı birliğe teslim olmuş ve sağlık kontrolünden geçmektedir. Ali, eşi gibi tanıttığı bir kadınla minibüsle şehirden ayrılır. Şoför kontrol noktalarında Kürtçe kaset yerine Türkçe kaset koyar. Askerler, Ali' den ziyarete gittiği yerde üç günden fazla kalmamasını ister. Ali, yeni geldiği kasabada PKK saflarına katılarak dağa çıkar. PKK grubu dağda geceleyin ilerlerken, dinlenmek için mola verdiğinde askerlerle aralarında çatışma çıkar. çatışma sonrasında, ölülerden geriye kalan eşyalar arasında dolaşan askerlerden Faruk, Ali 'ye yolculuk sırasında verdiği çakmağı bulur. Bu arada İstanbul'un bir mahallesine gelen postacı bir askerin gönderdiği zarfı ev sahibini bulamayınca, oynamakta olan çocuğuna verir. Feride isimli kadına gelen zarfı açan oğlu "Savaş", zarfı açtığında içinden Faruk'un askerlik anlarını gösteren fotoğraflar çıkar. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 315”

Not: Kazım Öz'ün ilk uzun metrajlı sinema fillmi çalışması. Kürt dilinin yasallaşmasından soma ülkemizde TürkçeKürtçe çekilen ilk film.

 

ÖDÜL:

Milano (İtalya) Film Festivali'nde (2001)

►"en iyi film"

(Jüri Üyeleri Antonieta de LiIIlo, Giovanni de Mauro, Ugo la Pietra)

. Alpe Adria Film Festivali'nde (2002)

►"En iyi uzun metrajlı film"

Valencia (İspanya) Uluslararası Genç Sinema FestivaIi'nde (2002)

►"jüri özel ödülü"

Orhon M. Arıburnu Yarışması'nda (2001)  "jüri özel ödülü"

Almanya Türkiye Film Festivali'nde (2003)
    ► Kazım Öz'e “Mahmut Tali Öngören” ödülü.

 & Fotoğraf', genç yönetmen Kazım Öz'ün ilk uzun metrajlı çalışması. Film, Öz'ün de dahil olduğu Mezopotamya Kültür Merkezi Sinema Birimi'nin desteğiyle, emek yoğun bir çalışmanın sonucu olarak kotarılmış. Fotoğraf, Türkiye'de 1980'lerde yaşanan bir travmayı sinemanın olanakları içinde ele almayı amaçlıyor. PKK ile mücadele, Türkiye'de etnik kökeni ne olursa olsun pek çok insanın ölümüne neden olan kanlı bir tabloyla son buldu. Aslında, zaman zaman münferit olaylarla devam eden ama etkisini oldukça yitirmiş bir halde süren bu olgu, ülkemizin yakın geçmişinde çok boyutlu nedenleri olduğunu düşündürten olaylarla bağlantılı olarak kendisine terörü yöntem seçerek ortaya çıktı. Başka ülkelerin de tarihsel geçmişlerinde yaşanan travmalar, olayların küllenmeye yüz tutmasıyla sinema sanatının gündemini işgal etmiştir. Ülkemizin bir grup sinemacısı da, özellikle AB 'ne giriş sürecinin yarattığı olanaklı ortam içersinde, yakın geçmişimizin merkezine oturan, Kürt etnik hareketini farklı yaklaşımlarla ele alan filmler gerçekleştirdiler. "20. Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması" kitabı içinde bu örneklerin bir kısmına daha değinilmiştir.

Filmin neredeyse yarısından çoğu, sinema tarihinde örneğine çok rastladığımız bir "yol" filmi olarak öne çıkıyor. "Sakin, dingin halini hiç bozmayan Ali 'nin bakış açısından izlediğimiz ve bir yol filmi gibi başlayıp devam ederek 66 dakika süren "Fotoğraf'ta, iki karakterle de özdeşleşmeden, olayları mesafeli, nesnel ve dışarıdan gözleyerek anlatıyor meramını, senaryoyu da yazan, genç, yetenekli yönetmen Kazım Öz ...

Otobüste tesadüfen yan yana düşen 2 gencin yolculuğu bağlamında, milliyetçiliğin, militarizmin, hortumculuğun öne çıktığı kirli savaş acılarının biriktiği, 'belli bir aşamaya gelerek' tıkanan Kürt sorununun süregeldiği 1990'ların Türkiyesi 'ni fon alan bu ilk filmiyle sinemamızda ilk kez 'öteki taraf'ın hislerine tercüman oluyor. Kazım Öz, öyküsünü anlatırken sinema dilinin olanaklarını el verdiğince kullanmaya özen gösteriyor. Müzik çalan çakmak, normal koşullarda birbirlerini öldürmeleri için bir neden olmayacak iki insanın, yaşamındaki trajediyi anlamamızda bir simgeye dönüşüyor. Filmin başında sigara yakmak için kul1anıldığında çalan müzik, filmin sonlarında hem sinemaya özgü bir anlatımın olanaklarına hizmet ediyor, hem de cenaze marşına dönüşüyor. Diğer yandan filmin başlarında doğal bir mekanın unsurları, ülkedeki özgürlük yoksunluğunu vurgulamak için kullanılıyor. Bu bağlamda, Harem otogarındaki tel örgü görüntülerinin dozu fazla kaçıyor. Ayrıca tekrara düşmesi ise yaratacağı etkiyi güçlendirmek yerine zayıflatıyor. Bu çağrışımlara, tel örgünün arkasından Ali'nin kız arkadaşının, vapurla giderken görüntüleri de eklenebilir. Diğer yandan geçişlerdeki aşırı pozlamayla oluşturulmuş patlamalar çok uzun. Özellikle filmde zaman zaman kullanılmaya çalışılan, sessizliğin dramatik etkisi, yama gibi duruyor. Bu etki doğru kullanıldığında bir filme inanılmaz anlatım katkıları sağlayabilecekken, Fotoğraf filminde, projeksiyonda bir hata yapıldığı duygusunu uyandırıyor. Ayrıca otobüs molası sırasında, TV'de gösterilen Kuzey Irak'da PKK'ya karşı sürdürülen harekat, Gazi mahallesi olayları, TV'deki genç adamın "adalet istiyoruz, yalnızca adalet" şeklindeki sloganları, filmin dünyası, mesajları hakkında bir söylem oluştururken, daha inceltilmiş yöntemlerin kullanılabileceğini düşündürtüyor ve bir öğrenci filminde başvurulabilecek kolaylıkları anımsatıyor.

"Fotoğraf, taraf olmayı, antimilitarist bir yaklaşımı, suya sabuna köpürte köpürte dokunmayı göze almasıyla takdire değer. Özenli görüntü yönetimi, ölçülü oyunculuğu, özgün müziği de filmin olumlu yönleri ... Özellikle Diyarbakır' da dar bir sokakta komşu evler arasındaki gizli haberleşmenin anlatıldığı plansekans gerçekten etkileyici. Ancak, filmin genel olarak anlatımda zaafları var. En önemlisi de izleyicinin Türk iç politikasına etraflıca vakıf olduğunu, kişileri ve olayları o zaman ve mekanda değerlendirebileceğini varsayması" (Taşçıyan, Milliyet, 03.11.2001:29)

Diğer yandan, Türk kültüründe oldukça yer tutan tuvalet edebiyatıyla, askere giden bir gencin kapıya yazdığı "asker gidecek geri gelecek, ama cenazesi" gibi anlatı imleri ise, genç bir insanın haleti ruhiyesini anlamaya ekonomik ve sinemanın görsel dili içinde çözümler üretiyor. Bununla birlikte "Bu küçük ama etkili filmin en büyük handikapı, içine düştüğü 'biçimçilik' tuzağı. İki kahramanın amaçlarına doğru yelken açtıkları bölümlerde ve özellikle final sahnelerindeki 'şekil' tuzakları, 'Fotoğraf'ı küçük bir baş şyapıt olmaktan alıkoyuyor. 'Vurucu' olmaya çalışırken, iğretiliğe doğru yönelen bu anlatım, derinden ilerleyen filmi hedefinden uzaklaştırıyor" (Özer, Radikal 06.11.2001).

& Kurtuluş Savaşı'nı kazanırken düşmana karşı omuz omuza savaştığımız, Cumhuriyeti birlikte kurduğumuz ama 1980'den sonra ana dillerinde konuşmalarını yasakladığımız 'Dağ Türklerine yıllar yılı reva gördüğümüz muamelenin hangi doğruya sığdığını hatırlatıyor. Kürt sorununun toplumumuzda bıraktığı 'silinmez lekeleri' tartışmaya açan, belki kendimizi azıcık sorgulamaya yöneltecek "Fotoğraf", aslında değerini bilmemiz gereken, daha hoşgörülü, anlayışlı, barış ve kardeşlikten yana bir 'mozaik' (toplum) olma yolunda (ister zorunluluktan, ister AB'nin dayatmasıyla olsun), son on yılda aldığımız mesafeyi de örnekliyor, arpa boyu olsa da. Sınırlı olanakların kısıtlayıcılığına, tartışmalı finaline karşın sonuçta eleştirel içeriği ve tutarlı bir bütünlüğe erişen sinema diliyle önemsenen bir film.

& Kazım Öz'ün filmi Fotoğraf, başlangıçtaki vedalaşma sahnesi ve otobüs yolculuğundaki bazı diyaloglar dışında çok akli ve o oranda mesafeli bir anlatımı tercih ediyor. Karakterleri kendileriyle özdeşleşecek kadar ayrıntılı tanıyamıyor, dolayısıyla iç dünyalarına da fazla giremiyoruz. Yine otobüs içindeki kimi sahnelerde zaman zaman böyle bir yakınlaşma söz konusu ise filmin tamamında karakterlere belli bir mesafeden bakıyoruz. Bir Fotoğraf'a, orad aki insanlara bakar gibi. Handan İpekçi'nin yenilik peşinde olmayan biçimine karşılık Kazım Öz'ün, anlatımında farklı bir estetik kurma çabası hissediliyor. Uzun plan sekanslar, kaydırmalar, ağır ve durağan, kimi kez 360 dereceye dönen, ayrıntılarda, alt araçlarda gezinen kamera hareketleri vb. Yönetmenin daha önce çektiği ve yasaklamalara karşı karşıya gelen kısa filmi Ax'ı izleyemediğimiz için sözünü ettiğimiz biçimsel özelliklerin yönetmenin kişisel üslubunun bir yansıması olduğunu kesin olarak söylemekten uzağız. Gençlerin kışlanın kapısından donla girip oradan üniformayla çıkmalarını gösteren tek planlık sekans filmin en sinematografik sahnesi. “İbrahim Türk, Haftalık Antrakt Sinema g., s.: 03,0208 Kasım 2001 ”

& 1990'ların Türkiye'si... İki genç adam, İstanbul' dan derin Anadolu'ya giden bir otobüsün içinde yan yana gelirler. Kaçınılmaz bir tanışıklık doğar, gurbet izlenimleri paylaşılır, hatta biri, alengirli çakmağını öbürüne armağan eder ... Ama çok sonra, iki gencin, ülkede süre giden savaşta karşı saflarda yer aldıkları, oldukça hüzünlü bir finalle duyurulur ...

Fotoğraf, daha önce çeşitli belgeseller yapan Kazım Öz'ün ilk uzun filmi olarak her türlü övgüyü hak ediyor. Gerçekten de, bir belgesel yalınlığında ve duruluğunda, insanı baştan sona sürükleyen bir yol filmi bu ... Kimi zaman bir otobüs camının ardından tüm Anadolu ya da bir dikiz aynasından yansıyan tüm bir sekans ... Yer yer, çok usta işi sahneler var: Nazmi Kırık'ın Kürt militan kimliğini, bir sokak içindeki gelgiti gösteren tek bir çekimle vermek ya da bir asker adayını, bir dış kaydırmalı uzun çekimle bir binaya donla sokup tam bir komando eri olarak çıkarmak gibi ...

Ama bence film, ülkede o yıllarda hakim olan nasyonalizm ve militarizmi sergilemede ölçüyü kaçırıyor. Bir düşünün: büyük bir eğlence gibi yaşanan askere uğurlama törenleri ... Dağa taşa yazılmış "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" yazıları ... Abartılı Atatürk ve zafer heykelleri ... Adım başında gözüken üniformalılar. .. Ünlü Kubrick filmi Full Metal facket'i düşündüren bir askeri eğitim ... Adı Savaş olan çocuklar... Ve de Türk Gücü Sokağı . Tüm bunlar var, tüm bunlar gerçek. Ama tüm bunları yaratan, bu milliyetçi paranoyayı adeta zorunlu kılan olaylardan hiç söz etmemek, hatta onları ima dahi etmemek? Bu tavır, nesnelliğe ve de özlenen barışa tam olarak hizmet eder mi? Kuşkuluyum ...

Ve yine parlak bir final sahnesi. Bir karede donup kalan körebe oynayan çocuk, tarihinin bir dönüm noktasında çaresiz yakalanmış Türkiye sanki ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Çöküş ve Rönesans Yılları”, syf: 74”

&Fotoğraf, (Toprak) adlı kısa filmi ülkemizde yasaklanan Kazım Öz'ün ilk uzun metrajlı çalışması. Filmin süresi uzun metraj standartlarına uyma kaygısı güdülmeden, tamamen öykü ve anlatım biçiminin gerektirdiği ölçüde tutulmuş. Kazım Öz, anlatımın ve ritmin tutarlı bir bütün oluşturmasına özen göstermiş. Kime ait olduğu vurgulanmayan, olayları dışarıdan izleyen nesnel bir kamera anlayışı filmin bütününe yansıyor. Bu anlayış en belirgin şekilde, ustalıkla çekilen hareketli uzun planlarda hissettiriyor kendini. Anlatımdaki nesnellik, filmin politik mesajı ile de örtüşüyor. Fotoğraf, Türkiye'deki kirli savaşı, bireylerin dışında gelişen, miras gibi toprağın içine sinen bir durum olarak aktarıyor, kardeşliğin ve barışın tarafında duruyor.

Teknik ekipman dışında hiçbir şeye para harcanmadan çekilmiş. Set ekibi, oyuncular, figüranlar ve diğer katkıda bulunanlar ekonomik karşılık almadan çalışmış. Sonuçta, görüntüden mekan seçimine, müzikten ses kullanımına kadar her şeyin mümkün olduğunca kaliteli ve özenle yapıldığı bir film çıkmış ortaya. Özellikle Osman Biber'in bestelediği özgün müzikler dikkat çekici. Fotoğraf bir ilk film için fazlasıyla başarılı ve görülmesi gereken bir yapım. Kazım Öz ve ekibinin ilerde bundan da iyi işler çıkaracaklarını tahmin etmek zor değil. (Antrakt Sinema Dergisi)

 

 

DUMANLI YOL (2001)

Senaryo ve Yönetmen Gani Şavata Görüntü Yönetmeni Hüseyin Özşahin Yapım 7. Sanat Kurgu: Ufuk Özenateş, Işık Şefi: Yavuz Özdemir,

Oyuncular: Gani Şavata, Nermin Tuncer, Tuğçe Yıldırım, Murat Yaman, Sırrı Elitaş, Ali Şakar, Sunay Ünlü, Sönmez Yıkılmaz, Hasan Yıldız, Hülya Kanpolat, Pervin Şahin, Ali Güney, Yunus Yıldırım, Özlem Arı, Makbule Hasdemir, İbrahim Küçük, Cemal Ariş

Konu: Tahliye olan üç mahkum trenle memleketlerine doğru son yolculuğa çıktıklarının farkında değildirler. Mahkumlardan Botan trenden iner inmez vurulur. Azad katilin peşine düşer.Beritan ise trenden inmeden jandarma tarafından tutuklanır.  Aynı trende yolculuk yapan Dede ailesinin Azad ile yolları yıllar önce keşişmiştir.Dede kızı Töre ise istemeden de olsa gelişen olaylara Azad ile birlikte karışır.. Aralarında umutsuz bir yakınlaşma başlar.Diğer taraftan Zozan ve Helin Azad'ın gelişini beklemektedirler.Ancak onu yani Azad'ı asıl bekleyen küçük Haney'dir. Azad sonu belli olmayan yolculuğuna devam eder.

 DERVİŞ (2001) 


Yönetmen Alberto Rondalli, Senaryo: Alberto Rondalli Boşnak yazar Mesa Selimoviç’in “Derviş ve Ölüm isimli romanından uyarlama””, Görüntü Yönetmeni: Claudio Collepicolo, Müzik: Mehmet Fatih Çıtlak, Kemal Karagöz Yapım: AFS Film/Asaf Özpetek, Sıddık Özpetek – Cinema 11 Undici/Milano, Ipotesi Cinema/Roma, Rai Cinem/Roma (Türkİtalyan Ortak yapımı Yönetmen Yardımcısı: Rengin Arvay, Arzu Volkan, Kurgu: Alberto Rondalli, Kostüm: Nicoletta Taranta, Sanat Yönetmeni: Luigi Marchione, Cosimo Gomez, Kostüm ve Sanat Danışmanı: Mehmet Fatih Çıtak, Organizasyon: Federico Boldrini Parravicini, Devamlılık: Federica Ciciarelli, Yapım Yönetmeni: Şarl Berger Şahbaz, Yetkili Yapımcı: Alessandro Calosci, Kameraman: Roberto Seveso, Makyöz: Ropsabella Russo, Kuaför: Massimo Gattabrusi, Prodüksiyon Asistanı: Ali Baran Nuımanoğlu, Işık Şefi: Gianni Gentili, Işıkçılar: Stefano Manco, Stefano D’offisi, Simone Balestrini, Set Şefi: Mauro Pezzoti, Set: Ettore Micalizzi, jacopo Astengo, Adem Paylan, Ali Akyol, Ali Yaşar, Yakup karagöz,

Oyuncular: Antonio Buil Puejo, Yüksel Arıcı (Muselim), Soner Ağın (Sinaneddin), Cezmi Baskın (Hasan), Haldun Boysan (Cemal), Başak Köklükaya (Sersen), Ruhi Sarı (Yusuf), Menderes Samancılar (Izak), Erdem Özipek (Muhammed), Mete Dönmezer (Devlet Memuru), Tuncer Necmioğlu (Kadı), Umut Demirdelen (Vezirin Elcisi), Emin Gürsoy (Ali), Atilla Pakdemir (Osman Paşa), Emin Gürsoy, Atila Pekdemir, Yüksel Arıcı,

 KONU: 1900'lerin başında Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içindeki bir kasabada, Ahmet Nurettin bir Mevlevi Tekkesi'nin şeyhidir. Şeyhin kardeşi Harun Nurettin, iki ay önce kale de hapsedilmiştir. Şeyhi, kardeşini hapishaneye attıran kadının kayınpederi yaşlı Canik'in evine çağırmışlardır. Canik'in kızı ve kadının karısı dervişi karşılamış ve ona kardeşi Hasan'ın annelerinden kalan serveti, zevki için çengilerle tüketmekte olduğundan şikayet etmiştir. Yaşlı Canik, oğlu Hasan'ı mirasından mahrum etmeye karar vermiştir. Genç kadın dervişin Hasan'ın üzerinde etkisi olduğunu bildiğinden, ondan Hasan'ı mirastan kendi isteğiyle vazgeçmeye ikna etmesini ister. Amacı ailesinin hakkında dedikodu yapılmasını engellemektir. Derviş, Hasan'la görüşmeye gider. Hasan ona tek yolun kardeşini hapisten kaçırmak olduğunu söyler. Derviş, Hasan'a kız kardeşinin teklifini iletir, fakat Hasan mirastan vazgeçmeyeceğini söyler. Şeyh hapishaneye giderek kadı Nuh Selim ile görüşür. Kadı, dervişe ketum davranmış ve soğuk yaklaşmıştır. Derviş, kardeşinin hapse atılmasının nedenini Hasan'dan öğrenir. Harun gizli kalması gereken bir evrakı belgeleri arasında unutmuş, bu bilgi birilerine, özellikle kadıya ulaştırıldığında ise Harun hapishaneye atılmıştır. Bir gece askerlerden kaçan İzak, tekkeye sığınır ve dervişten bir gecelik kendisini saklamasını ister. Hattatlık yapan Yusuf isimli bir genci derviş, küçük yaşta tekkesine almıştır. Şeyh, Yusuf'a bir kaçağı bahçedeki kulübede gizlediğini anlatır. Yusuf ertesi gün kaçağı ihbar etmiştir. Şeyhin babası kasabaya gelmiş ve Harun'un durumunu merak etmektedir. Şeyh yaşlı Canik'i ziyaret ederek ona Hasan'ı mirastan vazgeçmeye ikna ettğini söyler ve ondan kardeşi için yardım ister. Tekkeye dervişi ziyarete gelen yaşlı bir adam, kardeşinin üç gün önce öldürüldüğünü söyler. Bir gece üç kişi tekkeyi basarak dervişi tutuklar. Adamların başındaki kişi dervişi daha önce dikkatli olması yönünde uyarmıştır. Uzun süre Derviş'in ziyaretine kimse gelmez. Dervişin hücresini değiştirerek onu İzak'ın bulunduğu hücreye koyarlar. Derviş, uzun süren bir hapislikten sonra serbest bırakılır. Hasan, Yusuf'la ilgilenmeye başlamış, onun hattat olarak yazdığı bir kitabı satın almak istemiştir. Derviş, Yusuf'a ilişkin bazı gerçekleri öğrenmiştir. Bir gün onunla konuştuktan sonra, tekkedeki yaşlı adamdan Yusuf'un kendisini astığını öğrenir. Yusuf ölmemiştir ve kendisini asmasının nedeni Harun'a ihanet etmesi ve kadının casusu olduğunu dervişin anlamasıdır. Derviş, Yusuf'u kendi haline bıraksa da, Yusuf kendisini cezalandırmasını ya da bağışlamasını ister. Derviş kardeşinin mezarını bularak açtırır ve cenazeyi kasabaya getirerek cenaze namazını kıldırarak defnettirir. Şeyh kardeşinin mezarı başında bulduğu Yusuf'tan kendisi için birisini öldürmesini ister. Yusuf'a kuyumcu Sinanettin'in kaledeki asileri kaçırttığını kadıya söylemesini ister. Kadı esnafın infailine karşın Sinanettin'i tutuklatır. Şeyh, Yusuf'a Sinanettin'in oğluna iletilmesi için bir mektup verir. Kasaba'da isyancıların çıkardığı ayaklanmada kadı öldürülmüş, şeyh de yeni kadı olmuş ve Hasan'ın kız kardeşiyle evlenmiştir. Vezirin elçisi kasabaya gelerek Şeyh’den Hasan'ın tutuklanmasını ister, direnen şeyhi tehdit eder. Şeyh kadı sıfatıyla tutuklama emrini onaylar. Yusuf şeyhin yazısını ve imzasını taklit ederek Hasan'ı kaçırtır. Sinanettin şeyhe gelerek İstanbul'dan hakkında ferman geldiğini ve kadının vacip olduğunun yazdığını belirterek kaçmasını önerir. Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 341”

 ÖDÜL:

54. Locarno Film Festivali (2002)

►“Jüri Özel Mansiyonu”

Gallio (İtalyan) Film Festivali'nde (2002)
    ► En İyi Film

& Yönetmen, romanın edebi değerini, içeriğini ve anlamını yorumlamada, sentezlemede çok başarılı olmuş ve kültürel alt yapısının ne kadar hazırlıklı olduğunu ortaya koymuştur. Rondalli bunu olağanüstü görüntülerle, oyuncuların mükemmel yorumuyla ve sinema dilinin bütün öğelerinin titizlikle, özenle seçilmiş kullanımıyla bir araya getirmesi" gerekçesiyle "en iyi film" ödülü almıştır.

İtalyan sineması için hayli özgün bir yapım Derviş. Çoğunluğunun Hollywo0dvari aksiyon ya da sabun köpüğü komedilerle gişe zaferlerinin peşinde koştuğu ortamda böyle bir filme niyet etmek, romanı Türkçe çekmek cesur bir adım. Ayrıca, Doğu öğretilerini, etnik tatları abartmayı, magazine dönüştürmeyi seven Batı piyasasında bu derce tecimsel kaygıdan uzak kalmak da bir diğer önemli seçim. Güncel dinamiklerden uzak, kendi kristal dünyasında yaşarken kardeşinin haksız yere öldürülmesi üzerine değerlerini sorgulamaya başlayan, düşmanlarıyla aynı silahları kullanmayı kararlaştıran ve sahne sahne yıkıma giden Mevlevi şeyhi Ahmet Nurettin'in kişiliğinde, insanoğlunun varoluş sorunlarını, ikilemlerini, nefsiyle giriştiği kavgayı sorgulayan yönetmen klasik trajediden, güç ile iktidarın oynak rolüyle ve de insan zaaflarıyla şekillenen Shakespeare dramlarındaki tekniklerden bolca yararlanıyor. Bu tip bir kulvarı tercih etmesi, diyalogların fazla didaktik olması ve fondaki minimal müzik sonucu tempo, özellikle ilk yarıda müthiş düşüyor. (Cumhur Canbazoğlu, Altyazı d., s.: 14, Ocak 2003)

 *senarist yönetmen Rondalli, romana çok bağlı kalmış. Uzun, felsefi diyaloglarla ağır ağır yürüyen filmin durgun ilk yarısını seyretmek, biraz derviş sabrı gerektiriyor. Daha soma hareketlenip az buçuk tempo kazanan film, kadı olup iktidarın dizginlerini ele geçirince, nefsine yenilerek başkalarına adaletsiz davranmaktan kurtulamayan ve insanlık sınavından çakan şeyhin trajik sonuna bağlanıyor, anlaşılabildiği kadarıyla. Masumiyetini yitiren şeyhin, geri dönüşü olmayan ama yeterince anlam kazanamayan 'yolculuğunu' aktaran, anlatımı sorunlu filmin 'muğlak' içeriği sonuçta yaya kalırken nefis görüntüleriyle, başarılı mekan kullanımıyla belirginleşen görsel düzeyi ve teknik alt yapısına diyecek yok (Sungu Çapan, Cumhuriyet G., 20 Aralık 2002)

&Boşnak yazar Meşa Selimoviç'in Derviş ve Ölüm adil tanınmış bir romanı varmış. Bu romana bir İtalyan yönetmeni ilgi duymuş ve senaryosunu yazıp bir Türk İtalyan ortak yapımı olarak filme çekmiş. Filme adını veren ana kahraman, 20, yy. başı Osmanlı’sında Osmanlı Mevlevi şeyhi Nurettin rolünü bir İtalyan, diğer tüm rolleri Türk oyuncular yüklenmiş. Birkaç festivalde Ödül alan film, İtalya'da gösterime çıkmasından bir küsur yıl sonra da ülkemize geliyor.

Derviş, insanı birden alıp uzak bir dünyaya sokmayı deniyor: hem zaman, hem temalar, hem felsefe açısından.,. Ama başardığı söylenemez. Film başlar başlamaz, bizim görüp tanımadığımız kardeşi, Osmanlı'nın zulmüyle haince öldürülen bir derviş ve bu dramın onun üzerindeki etkileriyle karşılaşıyoruz. Sonra bir aile entrikası, adaletsizliğe karşı dikelen Mevlevi felsefesi, bizim bir (türlü iyice kavrayamadığımız nedenlerle hareket eden değişik insanlarla karşılaşıyoruz. Belki romanda hayata geçen ve bir anlam kazanan tüm bu kişiler, davranışlar, sözler ve felsefe kırıntıları, bu filmde ne yazık ki sonbahar yaprakları gibi uçuşup duruyor ve bizim için yeterince somutlaşamıyor, anlam kazanamıyor.

Elbette bir yabancının bizim kültürümüzle ilişkili bir hikâyeye ilgi duyup bu hikâyeyi Anadolu'da çok güzel çekimlerle film yapması ilginç bir olay. Filmin tüm oyuncularına ve özellikle Sufi etkili müziğine de büyük saygı duydum. Ama tüm bunlar, filmi bu konularla özellikle ilgili olanların dışında kimse için ilginç kılmıyor ne yazık ki...”Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”

 

Tamamlayıcı Not:

Derviş, bir tarikata ve şeyhe bağlı olan mürid, sûfiyâne bir hayat yaşayan kişi. Dinî sebeplere dayandırdıkları aşırı fakirlik ve sadelikleri sebebiyle Hint/Cain/Budist Sadhular ve diğer farklı dinlerdeki benzeri mistik fakirlerle benzerlik arz ederler. Birçok derviş, mollalardan farklı olarak, maddî yoksulluk yemini etmiş kişilerdir ve dilencilik yaparlar. Dilencilik yapmaları ise çeşitli dinî ve mistik öğretilere dayandırılır ve sıklıkla tevazu gibi kavramlarla ilişkilendirilir. Kökeni Farsça olan derviş sözcüğünün esas sözlük anlamı "fakir"dir. Sözcüğün çoğulu dervişândır. Dervişlerin oldukça sade bir hayat yaşamaları tasavvuf öğretileri gereğidir ve zaman içinde İslam kültürünün etkin olduğu birçok farklı kültürde oldukça sade ve maddî gereklilik ve mülke uzak hayat tarzı dervişlerle özdeşleştirilmiştir. Ayrıca bazı dillerde sofu hayat tarzı ve huy ile ilgili de derviş sözcüğü sıklıkla kullanılmaktadır; örneğin Urdu dilinde darvişane tabiyat deyimi sofu mizaç (veya fıtrat) anlamında kullanılır. dervişler oğuz askerlerindendir. (kyn:tr.wikipedia.org)


 

 

DELİ YÜREK / BUMERANG CEHENNEMİ (2001) 


Yönetmen: Osman Sınav, Senaryo: Osman Sınav, Raci Şaşmaz Görüntü Yönetmeni: Tevfik Şenol, Yapım: Sinegraf/Mustafa Şevki Doğan, Kurgu: Kemalettin Osmanlı, Yapım Koordinatörü: Hamide Keçin, 1. Yardımcı Yönetmen: Pelin Esmer, 2.Yönetmen Yardımcısı: Deniz Islakoğlu, Kameraman: Soykut Turan, Eyüp Boz, Umut Yörükoğlu, Dolly Operatörü: Ufuk Kayar, Kuaför: İbrahim Karakız, Prodüksiyon Amiri: Cenk Yengin, Prodüksiyon Asistanı.: Barış Çokgür, Set Amiri: Recep Akdem, Yapım Sorumlusu: A, Şevki Peken, Yapım Yardımcıları: Hamide Keçin Humma, Asistanı: B. Filiz Ekinci, Özge Belen Oğuz, Tretman: Ömer Lüfiü Mete, Güliz Küçük, Raci Şaşmaz, Ertan Kurtulan, Onur Ünlü, Müzik (Aria), Bora Ebeoğlu, Cengiz Onural, Kamera Asistanları: Eyüp Boz, Ersan Çapan, Umut Yürükoğlu, Özgür Düşkü, Erşen Ersoy, Işık Şefi: Mehmet Ülken, Makyaj: Aytul Dinçer, Kıuaför: İbrahim Karakız,

Oyuncular: Kenan İmirzalioğlu (Yusuf Miroğlu), Melda Bekcan (Zeynep), Selçuk Yöntem (Bozo), Oktay Kaynarca (Cemal), Zara (Leyla), Zafer Ergin (Şeref), Macit Sonkan (Kasap HasanDakotalı David), Haluk Kurtoğlu (Mustafa Ağa), Bülent Kayabaş (Karpuzcu), Emin Gürsoy (Kuşçu), İştar Gökseven (Doğan), Hikmet Karagöz (Rıza), Nihal Nikerek (Kerim Ağa), Sedat Demir (Apti), Zübeyr Şaşmaz (Celal), Kemal Gençtürk, Faftih Doğan (Abdi)

Konu: Film bir Mezopotamya haritası üzerinde gösterilen önemli bölgelere ilişkin dış sesle yapılan yorumlarla başlar. Dış ses, "Tanrı bile dünya düzeni için peygamberlerini hep buraya göndermiş" derken, bir el kalemle haritada biçimlendirmeler yapmaktadır. Yusuf Miroğlu, Diyarbakır'a askerlik arkadaşı Cemal'in düğününe katılmak için nişanlısı Zeynep ile gitmektedir. Zeynep yolda Yusuf'un askerlik anılarını anlatmamasından şikayet eder, arkadaşını anlatması konusunda baskı yapar. Yusuf ve Cemal askerlik sırasında özel bir timde görevlidirler. Bu dönemde operasyon için Diyarbakır'a, Cemal'in nişanlısı Leyla'nın ailesinin yaşadığı Abdo ağanın mezradaki çiftlik evine de gönderilmişlerdir. Çıkan çatışmada bir arkadaşları ölmüş, teröristlerden üçü ise vurulmuştur. Yusuf ve Cemal, komutanlarından yarım saatlik izin alarak Cemal'in nişanlısını görebilmesi için Abdo Ağa'nın evine giderler. Fakat evin avlusunda bir cenaze töreni yapılmaktadır. Cemal, Leyla'yla buluştuğunda ağabeyi Şehmuz'un öldüğünü öğrenir. Leyla, bir aydır eve uğramayan Şehmuz'un PKK'ya katıldığı önünde bilgi aldıklarını söyler. Şehmuz, o gün dağın arkasında Cemal ve Yusuf'un da aralarında olduğu özel timle çıkan çatışmada vurularak ölmüştür. Leyla, Cemal'e "aileme başsağlığı dilemeyecek misin" diye sorduğunda, Cemal özel bir görev için orda bulunduklarını söyleyemez. Dönem Gaffar Okan'ın suikasta kurban gittiği dönemdir. Cemal'in Şeyhmuz'u öldürdüğüne dair çıkan söylentiler yüzünden Cemal ile Leyla evlenmek için dört yıldır beklemektedirler. Gaffar Okan, ölümünden önce iki aileyi barıştırmış ve düğünün yapılmasına katkıda bulunmuştur. Yusuf ve Zeynep, düğünden bir gece önce kına gecesine davet edilmiştir. Yusuf yörenin geleneklerine göre evli erkeklerden alınacak ve yeni evleneceklere yardımda kullanılacak paranın miktarını belirlemek için vezir ilan edilir. Cemal, Yusuf'a Gaffar Okan olmasaydı iki aileyi kimsenin barıştıramayacağını söylerken, aralarında da Gaffar Okan cinayetinin tahlilini yaparlar. Bu tahlile Hizbulllah, PKK mücadelesi, faali meçhuller, devletin gülümseyen yüzüne halkın dışında bölgede kimsenin tahammülünün olmaması, Gaffar Okan cinayetinin arkasında hangi gizli servisler olduğu gibi konuşmalar konu olur. Lakabı Bozo olan ve bir süredir izini bulamadıkları komutanları Selahattin'in de, düğüne gelip gelmeyeceğini konuşurlar. Düğün sırasında Yusuf, Cemal'in ısrarıyla harmandalı oynar. O sırada havaya atılan metali Yusuf ve Cemal silahlarıyla vururlar. Yere düşen metalin üzerindeki üçüncü delikten komutanları Selahattin'in yakınlarda olduğunu tahmin ederler. Yusuf, Cemal ve diğer konuklar birlikte halay çekerlerken silahlarla havaya ateş açıldığında Cemal, göğsünden tek kurşunla vurulur. Yusuf, Cemal'i öldürdüğünden şüphelendiği birini yakaladığı anda onu da bir başkası öldürür. Cemal, Yusuf'un kolları arasında ölür. Kerim Ağa ve Yusuf, Cemal'i toprağa vermiştir. Kerim Ağa, Cemal'in intikamını almak isteyen Yusuf'tan uzak durmasını ister. Yusuf ve Zeynep, Kerim Ağa ile vedalaşarak ayrılırlar. Yusuf benzincide, emekli olduktan sonra ticarete atılan Şeref Albayla karşılaşır. Şeref Albay ve Yusuf, Cemal'in öldürülmesi hakkında konuşurlar. Yusuf'un hareket edecekken beyaz bir arabaya binmek üzere olan ve polislerle konuşan üç kişi dikkatini çeker. Adamlardan biri Cemal'i öldüren adamı vuran Abdürrezzak' dır. Gördüklerinden kuşkuya düşen Yusuf, hızla yola çıkarken ters yönden gelen bir karpuz satıcısına çarpar. Zabıt tutulması için Yusuf ve satıcı, polislerle karakola giderler. Bu arada emniyet müdürlüğünde Yusuf, benzincideki arabaya binen adamlardan Doğan isimli birini görür. Yusuf ve Zeynep hasar gören arabayı tamir ettirmek için Diyarbakır' da kalırlar. Yusuf, otel de televizyon izlerken ABD Adana Konsolosu'nun çevre ilçeleri ziyaret için geldiğini öğrenir. Konsolos köylülerle Kürtçe konuşmaktadır. Bu arada otelde Zeynep, Yusuf'a Diyarbakır'a gelirken daha önce yaşadıkları trajediyi geride bırakacaklarını düşündüğünü ve Yusuf'a bir şey olma olasılığından korktuğunu söyler. Uykusu kaçan Yusuf, uyumakta olan Zeynep'i odada bırakarak Diyarbakır'da dolaşmaya çıkar. Ulu Cami'nin avlusundan Cemal'in kardeşi Celal'i arayarak camiye gelmesini ister. Celal'e gördüklerini anlatan Yusuf, ondan Abdürezzak'ın Batman'a gönderildiğini öğrenir. Durumu anlamak için Abdürezzak'm emmisi Rııza dayının işlettiği kahveye giderler. Rıza dayıdan Abdi'nin akşamları Kıpti 'nin meyhanesine gittiğini öğrenirler. Rıza dayı Abdi'ye bir adamıyla haber uçurtur. Bu arada Abdi, Doğan'la meyhanede içmektedir. Doğan, Abdi'den hemen kaybolmasını ister. Miroğlu ve Celal, Abdi'yi bulamamışlardır. Otel'e dönmekte olan Yusuf'u Doğan'ın adamlarından biri silahla tehdit ederek ertesi gün öğlene kadar Diyarbakır'ı terk etmesini söyler. Emniyete giden Yusuf, komiser Doğan Sarıkaya'nın açığa alındığını öğrenir. Bu arada Yusuf'u bir adam takip etmektedir. Otele geri dönen Yusuf, Zeynep'i bulamayınca telaşla onu aramaya çııkar. Otele dönen Yusuf' a katip bir mektup verir. Zeynep kaçırılmış ve kaçıranlar Yusuf'u Mardin'de beklemektedir. Jipi tamirden gelen Yusuf, Mardin'e hareket eder. Yusuf'un Mardin'e geldiğini Doğan'ın adamı haber verir. Doğan, Hizbullah örgütünün liderinin evindedir ve lider Doğan'ı deşifre edebilecek kişi olan Cemal'in öldürüldüğünü fakat hesapta olmayacak şekilde Miroğlu'nun ortaya çıktığını söyler. Lider işin Abdi 'yle Yusuf Miroğlu'nun buluşması gibi gözükmesi gerektiğini ve Miroğlu'nu hallettikten sonra Abdi ve Zeynep'in de halledilmesi talimatını verir. Hizbullah lideri Hasan, Doğan ve Abdi'nin inançlarının zayıf olduğunu ve Doğan'ın malum müdür eyleminin en önemli tanığı olduğu için kurulacak şerhi devlet için katledilmelerinin vacip olduğunu söyler. Adamlarına Riyal dağıtarak onları İran'ın Kum şehrine gönderir. Yusuf, kendisini takip eden adamı tuzağa düşerek Zeynep'in tutulduğu eve götürmesini söyler. Zeynep'i kurtaran Yusuf, iki adamı vurduktan sonra Abdi'yi konuşturmaya çalışır. Zeynep'i jipiyle Cemal'1erin evine gönderen Yusuf, Doğan'ın peşine düşer. Yusuf, Doğan'ı bir kilisede kıstınr. Doğan örgüt lideri Hasan'ı arayarak durumu haber verir. Hasan, Doğan'a Yusuf'u Zinciriye Medresesi'ne çekmesini söyler. Doğan'ı vurarak kıstıran Yusuf onu medresenin çatısında konuşturmaya çalışırken, Doğan, Yusuf'u öldürmeye çalışan Hasan'ın kurşunlarına hedef olur. Bu arada Yusuf'u, peşine takılan Hasan'ın adamlarından keşiş kıyafetli Bozo kurtarır. Boza, Mezopotamya'da (Amet denilen yer Kabil'in kardeşi Habil'i öldürdüğü yer) yedi düvel'in çıkarı olduğunu, su sorununun yanında Kürt devleti kurma girişimi ve arkasında 100 milyar dolarlık esrareroin rantını kontrol etmek, bu kadar müslüman ülkenin arasında yer alan İsrail'in güvenliğini sağlamak olduğunu söyler. Hasan'ın adamlarını yakalayan Bozo onları sorgularken, Şeref albayın olan Dohuk Nakliyat'ın kamyonlarından indirildiğini öğrenir. Bozo, adamları ağızlarından vurarak öldürür. Bozo'nun yaptığı şiddetten rahatsız olan Yusuf onunla tartışır. Bu arada Cemal'in evine varmış olan Zeynep, Leyla'ya üzüntüsünü bildirir. Yusuf'ta Cemal'in evine gelmiştir. Yusuf'un, Cemal'in tabettirdiği düğün fotoğraflarına bakarken kuzu çeviren adam dikkatini çekmiştir. Yusuf, Bozo'nun sorguladığı adamlardan kasap Hasan'ı öğrenmiştir. Cemal, fotoğraf taki adamın kasap Hasan olduğunu söyler. Hasan'ın dükkanına giden Yusuf, onun üç gündür gelmediğini öğrenir. Dohuk Nakliyat'ın merkezine giden Yusuf, Şeref albaydan Hasan'ın yerini sorar ve onun hakkındaki her şeyi bildiğini söyler. Yolda arabasına binen Bozo'yla giden Yusuf'a Boza, kasap Hasan diye biri olmadığını, onun Kuzey Dakato'lu David olduğunu ve bunları Amerikan derin devletinin yetiştirdiğini söyler. Yusuf, duydukları karşısında afallamıştır. Bozo'yla Yusuf, tepede vadiye bakan bir yere gelirler. Aşağıda silahlı ve arabalı adamlar vardır. O sırada Kuzey Irak'ta ki Kürt liderlerden biri gelir. Bozo'ya gööre aşağıda eroin, osmiyum, kırmızı civa, belki de Kürdistan için pazarlık dönmektedir. Yusuf, Bozo'yla mağarada uyurken rüyasına Kuşçu'nun söyledikleri girer. Panikle uyanan Yusuf'la, Bozo mağaradan atlayarak kaçarlar. O sırada David, onları öldürmek için lav silahıyla mağaraya ateş açmıştır. Yusuf, Zeynep'le birlikte İstanbul'a dönmek için hareket ederken ani bir kararla havaalanına döner. Amacı Zeynep'i uçakla göndermektir. Fakat alanın kapısından çıkan Şeref albay ve David'i görünce hızla geri dönerek onları takip eder. Dohuk nakliyata gelen Yusuf, Zeynep'i arabada bırakmıştır. Fakat Şeref'in adamlarından biri Yusuf'u gafil avlar. Şeref'in adamları Zeynep'i de yakalayarak depoya getirmiştir. David gittikten sonra adamlarına Yusuf'u öldürme talimatı veren Şeref albay, Yusuf'un askerde öğrendiği başparmak kıkırdağını çıkararak kelepçeden kurtulmasıyla av konumuna düşer. Şeref'in adamlarını öldüren Yusuf, adama intihar etme şansı verse de, Şeref onu vurmaya kalkınca Yusuf tarafından öldürülür. Yola çıkan Yusuf ve Zeynep, David'e yetişmişlerdir. Yusuf, Bozo'nun kendisine verdiği lav silahıyla arabanın tavanını açarak David'in içinde bulunduğu arabayı havaya uçurur. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 301”

 Ödül:

39. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (0105 Ekim 2002)

► Tevfik Şenol "en iyi görüntü yönetmeni",

► Oktay Kaynarca "en iyi yardımcı erkek oyuncu"

► Kemalettin Osmanlı "en iyi kurgu".

 & Tunca Arslan'ın Ağustos 1992'de Antrakt dergisinde yayımlanan "Birbirimizi Paspas Gibi Çiğneyelim" başlıklı yazısı, unutamadığım yazılardandır. "Birbirimiz"den kastedilenin sinema yazarları olduğunu belirtirsem, yazının içeriği de anlaşılır herhalde. Tunca bu yazıda, sinema yazarlarının birbirleriyle pek tartışmamalarından şikayet ediyordu. On yıl sonra geçen ay, bu dergide, Tunca'nın "Bir Suçluyu Sorgular Gibi" başlıklı bir yazısı yayımlandı. Yine benzer şeyler söylüyordu ve hiçbir şeyin değişmemesinden, aynı şeyleri on yıl sonra yinelernek zorunda kalmasından hiç de mutlu değildi haklı olarak... "Aradan geçen zamanda bırakın birbirimizi paspas gibi çiğnemeyi, tozumuzu bile almadık" diyordu.

Her şeyden önce, "birbirimizi paspas gibi çiğneyelim" temennisinin altına imza atmak isterim yıllardan beri... Sinema yazarlarının, gizli bir saldırmazlık paktı imzalamış gibi davrandıkları doğrudur. Ciddi polemiklere rastlanmaz, çok fazla şey tartışılmaz. Bazı filmler ciddi görüş ayrılıkları doğurur, ama herkes kendi köşesinde durur, söyleyeceğini söylemekle yetinir. Peki ama niye? Bunda belli bir çekingenliğin ve sinema yazarları arasındaki "neme lazım, dostuz şunun surasında" düşüncesinin payı vardır muhakkak... Ama bu kadar basit değil. Türkiye'deki sinema yazarlarının çoğu, işleri güçleri gereği, gündemi takip etmek, gösterime giren filmleri tanıtmak ve/veya eleştirmek durumundalar. Bu cümleyi, içeriğine karşı herhangi bir olumlu ya da olumsuz duygu beslemeden, "olan bu" demek niyetiyle yazıyorum. Bir yönetmenden ya da oyuncudan bahsedilecekse, bu ancak, o yönetmen veya oyuncunun bir filminin gösterime girmesi (ya da ölmesi) vesilesiyle oluyor. Günlük gazeteler bu durumdan daha çok etkilenirken, dergiler, misyonları gereği ve yerleri sayesinde, güncel olanla olmayan arasında belli bir denge tutturuyorlar. Bu sınırların dışına çıkabilmek ise, güncel olanı takip etmeyen yayın organlarının sayılarının ve etkilerinin artmasına bağlı. (Ki buradan devam edersek, işin ucu Türkiye'deki sinema endüstrisine ve kültürüne kadar gider.)

Tartışma ortamının sükunetinin bir başka nedeni de, sinema yazarlarının birbirlerinden çok farklı tellerden çalmamaları... Sinemaya bakışları, sevdikleri ve sevmedikleri filmler ciddi farklılıklar göstermiyor. Belli özelliklere sahip iki grup belirlesek, birkaç aykırı ses dışında tüm sinema yazarları kendine bir yer bulur. Buna hayıflanmak mümkün ama şaşırmak kolay değil. Sinemanın genel hali, dünyada gelip dayandığı yer bu…

 Diğer yandan, Tunca kimi filmleri sıralayarak, onlarla ilgili bazı tespitlerin yapılmamasını, örneğin "Yüzüklerin Efendisi"ne methiyeler düzülürken, bu filmlerin yeterince dikkate alınmamasını eleştiriyor. Tunca'nın, "Yüzüklerin Efendisi"ne karşı yanında bulacağı bir iki insandan biri olmama rağmen (bu filme atfedilen sayısız özelliğin yanına, "tüm zamanların değeri en abartılmış filmlerinden biri" ünvanını da eklemek isterim), sözlerinin geri kalanına katılamayacağım. Nedeni basit: Tunca, bütün o filmlerde, söylediği şeyleri görmüş olabilir. Ama başkalarından da aynı şeyleri görmelerini bekleyemez. O filmlere, o gözle ancak kendisi bakabilir. Madem "Deli Yürek"i zikrediyor, onu örnek olarak ele alalım... "Deli Yürek" bence, tutarlı ve bütünlüklü bir görüş dile getirmeyen, her çiçekten bal alıp önümüze karmakarışık bir çorba koyan bir filmdi. Türkiye üzerine bir tane dişe dokunur şey söylediğini düşünmüyorum. Sinemasına  hiçdeğinmiyorum, zira yönetmenlik, senaryo ve oyunculuk performanslarının hiçbiri sinemanın en temel gereklerinin yanına bile yaklaşamıyordu. Dolayısıyla, bu film üzerine söyleyecek bir şeyim de yok, tartışılmamasının bir eksiklik olduğunu da düşünmüyorum.

Hal böyleyken, Tunca'nın benden veya bu film hakkında benimle benzer görüşleri paylaşanlardan, "Deli Yürek"i "deşmemizi" beklemesi ne kadar anlamlı? Bu benim Tunca'ya "'Yeni Hayat' geçen yılın en önemli filmiydi, niye dikkate almadın?" demem gibi bir şey. Tartışma eksikliği çektiğimiz doğru. Bu eksikliğin, belli bir kısırlık ve boşluk yarattığı da doğru. Ama hem bu eksikliğin tüm sorumluluğunu yazarların üzerine yıkmayı biraz adaletsiz buluyorum, hem de herkesin kendine özgü önceliklere ve hassasiyetlere sahip olmasını doğal karşılıyorum. Herkes kendi penceresinden bakacak, oradan yola Çıkıp bir şeyler söyleyecek ve sonuçta hepsi bir bütün oluşturacak gibi geliyor bana. Bütün bu yazılanları okuyan insanlar da, diledikleri yerden, dilediklerini alacaklar.

Kaldı ki, teker teker filmler üzerine konuşmak nadiren faydalı oluyor. Baktığımız pencereleri tartışmak daha anlamlı olur sanırım. O zaman, örneğin Tunca'nın ve benim, birbirimizin pencereleri üzerıne edecek lafımız olur. (Ama ben, aramızdaki dostluk bozulmasın diye susabilirim!) Uygar Şırın Sinema D. Nisan 2002)

& Televizyonların vazgeçilmez dizisi Deliyürek bu ay karşımıza sinema filmi olarak çıkıyor. Çekimleri Diyarbakır ve Mardin'de yapılan filmin yönetmenliğini dizinin de yönetmenliğini yapan Osman Sınav üstlenmiş. Filmde, bir arkadaşının düğünü için Diyarbakır'a giden Yusuf Miroğlu, burada damat arkadaşının öldürülmesinin ardından kendini pek çok karanlık unsurun iç içe geçtiği karmaşık ilişkiler ağının ortasında buluyor ve Güneydoğu gerçeği ile yüzleşiyor. Senaryo Gaffar Okkan suikastinden etkilenilerek yazılmış. Kapıları Açmak, Yalancı, Gerilla gibi filmlerinden tanıdığımız Osman Sınav, "Deliyürek'in iyi bir aksiyon filmi olmasını hedeflediklerini" söylüyor. Oldukça büyük ve uzun süren bir prodüksiyonun ardından filmin yaklaşık iki milyon dolara mal olduğu belirtiliyor. Son dönemde Türk sinemasında yapım sürecinde gösterilen özenin de arttığı düşünüldüğünde, sonucun en azından görsel olarak tatmin edici olacağını umabiliriz. Uzun zamandır Türk sinemasında iyi bir aksiyon örneği göremediklerinden yakınanlar, cam ekrandan Deliyürek'e ve Kenan İmirzalıoğlu'na hayran olanlar için ise Deliyürek Aralık ayı vizyonunun içinde vazgeçilemeyecek bir seçenek. “Altyazı”

& Güneydoğuda yıllardır süregelen ve Allah'a şükür bitmiş gözüken savaşın verdiği kurbanlara, PKK'ya ve de Hizbullah'a karşı kahramanca bir mücadele vermiş olan Türk ordusuna ve onun cesur savaşçılarına ve de Gaffar Okan'da somutlaşan şehitlerimize adanmış gibi duran bir film, Deli Yürek. Ve 1998'den beri yayınlanan bir TV dizisinden sinemaya aktarılan ilk film.

Film, tüm bu özelliklerin damgasını taşıyor. Haliyle milliyetçi, 'hamasi ve aksiyona yönelik. TV'de oldukça iyi işler yapmış, MSU Sinema TV bölümü mezunu Osman Sınav kardeşimiz, belli bir sinema duygusu taşıyan, Diyarbakır ve Mardin'in olağanüstü görüntülerini doğal bir dekor gibi kullanan, akıcı ve duygusal bir film ortaya koymuş. Rahatça izleniyor, sıkıntı vermiyor. Ve arada, Güneydoğu, savaş ve Türkiye'nin birliği üzerine parlak laflar ediliyor. "Burası Mezopotamya... Burada kavga tarihle yaşıt" sloganıyla yola çıkan film, terörün çeşitli bağımsızlık istekleri kadar, "eroin, petrol ya da kırmızı cıva" ticaretinin dev kazancından da kaynaklandığını vurguluyor. Ve finalde, bir tür Doğu Susurluk'u gibi, şaşırtıcı kişilikler bir araya geliyor: bîr büyük ülkenin başkonsolosu, aslında Amerikalı bir ajan olduğu anlaşılan eli kanlı Hizbullah lideri, ordudan atılmış bir eski subay, çeşitli katillerden oluşan vurucu tim, vs. Deli Yürek tam bir konjonktür filmi, Yani Türkiye'nin şu anda içinde bulunduğu koşulların filmi. Bu açıdan misyonunu yerine getiriyor, ama sinema kaygısı pek taşımıyor. Dolayısıyla bu koşullar değiştiğinde, filmin de unutulacağı ve tarihin tozlu raflarına kalkacağı kesin.,.”Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”

& Deli Yürek’in zamanlaması üç açıdan mükemmel: birincisi toplumsal, veya ekonomik krizlerin ortaya çıktığı dönemlerde bir kahraman miti mutlaka kendini gösterir. 80'lerle birlikte Hollywood'un doğurduğu süper kahramanları; Rombo'lan, Rocky'leri, Conan'ları, Chuck Norris'in faşist karakterlerini, Süperman'leri bir hatırlayın. Bu karakterler ABD'nin 70'lerde pek çok alanda krize girdiği, itibar kaybettiği dönemleri 80'lerin başından itibaren yeniden tesis etmeye çabalayan bir zihniyetin tezahürüydü. Hatta Miroğlu'nun Rambo'yla akrabalığı da aşikar! Asker kökenli olmasının 've onun gibi bir gerilla savaşını tecrübe etmesinin) yanı sıra Bozo (Selçuk Yöntem) gibi ona kol kanat geren bir çavuşunun olmasını görmezden gelemeyiz. Böyle olunca gelinen nokta Bozo'nun "Bu ülkenin ekmeğini yiyip ona ihanet eden, bir gün ekmek yediği yerden kurşunu yer," deyişini izleyen salondaki seyircinin coşkuya kapılıp alkışlaması oluyor. İkinci unsur çok daha ilginç ve belki de filme tuhaf bir şekilde en büyük erdemini bu bahşediyor. Türkiye gibi gündemi yolsuzluklar veya skandallar yüzünden sık sık bölünen bir düşüncelere sahip olmaması düşünülemez. Gerçekten de, Susurluk'tan sonra Türk halkının, geçirdiği deneyimler ve her taşın altından yeni bir bit yeniğinin fırladığına tanık olması onu getirip paranoyak bir atmosferin merkezine bıraktı. "Filler ve Çimen"in bu paranoyayı alaycı bir dille, "Melekler Evi"nin ise teğet geçerek ifade etmesinin ardından "Deli Yürek"in bu paranoyanın üzerine gittiğini, hatta bunu çözümlermiş gibi yaparak halka yalnız olmadığını gösterdiğini fark ediyoruz ...

... Üçüncüsü ise "Deli Yürek"in, kamuoyunda Türkiye'nin tam bir Musul ve Kerkük'ü ele geçirmesinin telaffuz edilmeye başlandığı bir dönemde gösterime girmiş olması. Bu, filmin, daha açılış sahnesinde bir parsellemenin söz konusu olduğuna ve bu bölgenin çoğu kişinin ağzını sulandırdığına dair sunduğu tezi destekler nitelikte, ilgi çekici bir tesadüf. Kim bilir, belki tesadüf de değil. .. (Burçin S. Yalçın, Sinema d., S.: 81, Ocak 2002) “2516”

& Deli Yürek", popüler bir televizyon dizisinin baş kişisini tam bir vatanperver kimliğiyle Güneydoğu gerçeklerinin 'yakıcı' sıcağında koşuştururken bir sinema filmi olduğunu unutmamakta... Ele aldığı konuların tartışılabilirliğinde herhangi bir şeyin veya tersinin ispatlanması söz konusu değil. Dolayısıyla, kendi çerçevesi içindeki tutarlılığı önemli ve bence başarılı. Ses ve görüntü ekiplerinin kusursuz başarıları gibi. Ancak, şiddeti şiddetle anlattığı için asla 'faydalı' değil. Denebilir ki "başka nasıl anlatılır?.. "Mezopotamya 'çözümsüz' olduğu sürece, doğrudur, başka bir türlü anlatılamaz! .. Özetle, bana uzak, bana 'soğuk' bir film olsa da ergenlik çağı delikanlılarına ve silahı seven 'gençlere çok iyi bir örnek teşkil ettiğini söyleyebilirim. (Ali Ulvi Uyanık, Haftalık Antrakt Sinema . s.: 8,2127 Aralık 2001)

& Deliyürek, bir televizyon dizisi olarak, Türkiye’de televizyonun tarihinde dizi film döneminin yükselişini temsil eden 1990'lara damgasını vurmuştu. Okullu yönetmen Osman Sınav, yarattığı Yusuf Miroğlu karakteri ve ilişkileriyle toplumda yükselen değerlere, "delikanlılık" kültürüne bir karşılık oluşturmuştu yarattığı popüler ilgi, Osman Sınav'ın Deliyürek'in filmini de yapmasını sağladı. Televizyonda 90 bölüm yayınlanan dizide 'Yusuf Miroğlu'nu canlandıran Kenan İmirzalıoğlu, 'Deliyürek'in sinema versiyonunda da aynı karakteri canlandırıyor. Bu arada kahramanımız Miroğlu, yakın arkadaşı Cemal'e düğünü sırasında suikast düzenlenerek öldürülmesine tanık olmasının ardından, düğün için geldiği bir ortamda birden kendisini Güneydoğu gerçeğinin içinde bulur. Bu cinayeti işleyenleri bulmaya yemin eden Miroğlu, bu süreçte Gaffar Okan cinayetinin arkasındaki giz, Güneydoğu üzerinde oynanan oyunlarla karşı karşıya kalır (Aktuğ, Radikal, 2001).

& Deli Yürek, yaşadığımız toplumdaki çalkantılara. "18 yıldır 'terör'ün acısını çeken Türkiye'nin ve Türkiyeli'nin dramını perdeye yansıtacak" bir film olma iddiasıyla da gerçekleştirilen ve temelde öykülü sinemanın ana unsurları aşk, entrika, serüven ve aksiyonu içinde barındıran bir film. "11 Eylül 2001 'den beri dünyayı saran terör atmosferinin yıllardır ülkemizin Güneydoğu'sunda estirdiği rüzgardan ve MOSSAD'ın Amerikan Başkanı'nın dahi kurtulamayacağı suikast' diye nitelendirdiği Gaffar Okan eyleminin çağrışımlarından yola çıkan 'BUMERANG CEHENNEMİ' 'terör'ü Güneydoğu merceğinden, Mezopotamya merceğine taşıyarak küresel boyutlarda ele alıyor" (Bir Osman Sınav Filmi Deliyürek Bumerang Cehennemi, 2001: 14).

& Deliyürek iyi para harcanarak ve iyi mesai yapılarak çekilen bir film. Biçimsel açıdan oldukça temiz işleyen bir çalışma. Görüntü yönetimi dikkat çekici ve atmosfer oluşturma açılarından da iyi bir düzeyi tutturuyor. Deneyimli yönetmen Osman Sınav da başarılı bir dramatik çizgi tutturmuş filminde. Bu başarıya oyunculuklarıyla özellikle Selçuk Yöntem, Oktay Kaynarca, Zara destek veriyorlar. Şüphesiz filmin olumlu görünen yanlarına karşın, ürettiği mesajların tümünü de olumlamak gerekmiyor. Öncelikle Sınav, Raci Şaşmaz'la birlikte kaleme aldığı senaryoyla, kurmacayla gerçek olayları harmanlayarak ülkemizin yakın tarihine ilişkin saptamalarda bulunuyor. Hatta saptamadan öte yıllardır bu coğrafyada ve dolayısıyla ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara ilişkin yargılarda bulunuyor ve karmaşık ilişkiler yumağına sadeleştirilmiş ve ortalama seyircinin de anlayabileceği ve inanabileceği çözümler üretiyor. Şüphesiz sanatçılar yaşadıkları çağın aydını olmaları sıfatıyla bilim adamları gibi yurt ve dünya sorunlarına duyarlı olan ve bu sorunlara ilişkin ürettikleri sanat eserleriyle de önermelerde bulunan kişiler. Bu önermelerin muhakkak doğrulanacak sonuçlar da içerrmesi gerekmiyor.

Deliyürek, özünde ülkemizin temel yaralarından olan bir dertle, terörle ilgilenirmiş gibi görünürken, aslında bütün bu olguların, PKK ve Hizbullah terörü gibi, arkasında başka olayların döndüğünü, bu olguların ise gerçekleri gizlemede bir fon oluşturduğundan bahsediyor. Şüphesiz bu yorumların gerçekle ilişkisi olmadığım iddia etmek kolay değil. Kaldı ki kurmaca bir film yapan sanatçı, gerektiğinde amacına ulaşabilmek için gerçeği de kendine göre yorumlayabilir . Fakat Deliyürek'de, önceki televizyon dizisinde olduğu gibi gene şiddet ve feodal ilişkiler gelip başköşeye oturuyor. Diğer yandan, aslında oldukça karışık olan ve çözümü uzmanlık gerektiren olgular, Gaffar Okan suikastı, kasap Hasan'ın Amerikan derin devletinin ajanı olması, Albay Şeref'in elini kolunu sallayarak yasadışı işler yapması gibi, biraz kolaycılığa kaçılarak çözülmüş görünüyor. Şüphesiz Albay Şeref'in üzerine devletin güçleri gidiyor olsaydı, Miroğlu'na kahramanlık yapabilecek ve delikanlı, milliyetçi söylemini oluşturabilecek bir alan da kalmayacaktı. O halde Deliyürek başta oluşturduğu söylemindeki gibi, Mezopotamya'da binlerce yıldır dönen dolaplar üzerinde yaptığı yoğunlaşmayı, bu coğrafyanın parçası olan ülkemiz üzerinde de yaparak, bir takım oyunlar olduğunu açıktan ima ederken, vatan haini niteliğinde bazı kişilerinde himaye gördüğüne ilişkin sorular da oluşturabilirdi. "Deli Yürek tam bir konjonktür filmi. Yani Türkiye'nin şu anda içinde bulunduğu koşulların filmi. Bu açıdan misyonunu yerine getiriyor, ama sinema kaygısı pek taşımıyor Şüphesiz, Osman Sınav bir film yapıyor ve filminin içinde sürekli sosyolojik okumalar değil, aynı zamanda insana değin ilişkilerin de karşılıklarını oluşturmaya çalışıyor. Fakat bunu yaparken pazardaki "delikanlı" kültürünü çok kaşımadan ve karşılaştığı her vazifeperver durum karşısında silaha sarılmanın bir görev, çözüm olduğunu, filmin hedef kitlesindeki gençlere sanki tek gerçekmiş gibi önermeden yapması, daha iyi bir dünyada yaşama özlemlerine de karşılık oluşturabilirdi. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 306”



 

DAVA/DOZ (2001) 


Yönetmen: Gani Şavata Senaryo: İlker Barış, Gani Şavata Görüntü Yönetmeni: Mehmet Gün Yapım: 7. Sanat Gani Şavata, Ferhat Gündoğdu Sanat Yönetmeni: Mira Civelek, Kurgu: Mevlüt Koçak, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan, Müzik: Sezer Bağcan

Oyuncular: Gani Şavata, Levent İnanır, Neslihan Acar, Ferhat Gündoğdu, Aysun Güven, Şermin Karaali, Mehmet Emin Eren, Zeynep Gürsoy, Kazım Kartal, Levent Çakır, Sırrı Elitaş, Faruk Savun, Mehtap Anıl, Zafer Atlı, Hasan Yıldız

Konu: Doğu Beyazıt'ta koruculuk sistemi geri tepmiştir. İnsanlar göç etmeye zorlandıkları yıkıntı halindeki köylerine geri dönmektedirler. Cezaevinde intihar eden Ramo 'nun bıraktığı mektupta, savcı bir suç unsuruna rastlamamıştır. Ramo'nun yakınları onu defnetmek için Ahmede Rane mezarlığına götürürler. Koruculuktan yana olan aşiret lideri Katıroğlu ile aşiretinin korucu olmasını engellemiş Nuh Ağa'nın aşireti arasında namus davası vardır. Katıroğlu 'nun yeğeni Kemal, Nuğ Ağa 'nın aşiretinden olan Ramo'nun karısı Zine 'ye tecavüz etmiştir. Katıroğlu, Kemal yeğeni de olsa "cezası ölümdür" der ve Nuğ Ağa'ya da Zine'nin cezasının ölüm olduğunu söyler. Zine'nin kızı Barfin, geceleri arınesinin gördüğü kabuslardan korkmaktadır. Köyün kadın öğretmeni, Zine'nin öldürülmeyeceği konusunda, Zine'nin akrabası olan kadınları yüreklendirmektedir. Nuh Ağa, Ramo'nun kardeşi Ansari'den Zine'yi hakka teslim etmesini ister. Bu arada Katıroğlu aşireti cezasını infaz etmek için Kemal'i evinden almışlardır. Ansari bu ağır yükün altına girmek istememektedir. Çünkü karısı Şilan, Zine'nin kızkardeşidir Aşiret içinde namus için çözüm aranırken, sorun Nuh Ağa'nın iktidarını tartışmaya dönüşür. Ansari ve diğerleri Nuh Ağa'nın Zine'nin öldürülmesi isteğine karşı çıkmaktadır. Kemal, adamlarının yardımıyla Rıza Emmi'nın oğlu Bedirhan'ı öldürterek kendisini öldürülmüş gibi gösterir. Deliller ve şahitler cesedin Recep Şan oğlu Kemal'e ait olduğunu göstermektedir. Nuh Ağa, aşiretinin önde gelenlerinden Barzan üzerinde baskı kurarak, Ansari'nin görevni yapmasını ister. Zeynep öğretmen de, yolda karşılaştığı Barzan'dan Zine'nin öldürülmemesini ister. Şato, kardeşi Zine'yi gece uyurken öldürmek istese de yapamaz. Katıroğlu'nun dostu Gülizar, evde tesadüfen Kemal'e rastlar ve onun ölmediğini anlar. Bu arada cemaatin camide namaz kılması yasaklandığı için cemaatsiz kalan cami hocası, ayrılmayı düşünmektedir. Kemal'in pasaportu hazırlanmış ve yurt dışına çıkması için gereken hazırlıklar yapılmıştır. Ansari, karısı Şilan'a kimsenin yüzüne bakamadığı için Zine'nin kardeşlerini yanında kalmasını söyler. Zeynep öğretmen ise, Şivan'a savcılığa vermesi için dilekçe hazırlamıştır. Nuh Ağa, kemiklerle fal bakan kadının söylediklerine sinirlenerek onu köyden sürgün ettirir. Barzan'ın kızı Aşan, cami hocasından hoşlanmaktadır. Aşan, Ansari'nin getirdiği halası Zine'yi eve götürür. Dolmuşla köye gitmekte olan Şato yolda jandarmalar tarafından gözaltına alınır. Gülizar komutandan Şato'nun evine gidip helalleşmesine izin vermesini ister. Gülizar'ın fahişe olduğunu düşünen Barzan utanmıştır. Şivan, Katıroğlu'na giderek Zine'yi öldürmeyeceklerini söyler. Çıkarken Kemal'le karşılaşan Şivan'la Kemal arasında çıkan kavgada, Kemal Şivan'ı öldürür. Katıroğlu ise Kemal'i öldürtür. Gülizar minübüs şoförü Reşo'ya Kemal'in ölmediğini söylediğinde, Reşo ona kocasını da Katıroğlu'nun öldürdüğünü söyler. Adamlarına Gülizar'ı da öldürten Katıroğlu, kadın kılığına girerek kaçmaya çalışır. Bu arada Zine yüksek bir yamacın kıyısında kendini öldürmek isterken, ona doğru koşan kızı Barfin boşluğa yuvarlanır. Katıroğlu'nun evini Reşo'yla birlikte basan Barzan, kardeşi Şivan'ın cesedini bulur. Katıroğlu'nun adamlarını öldüren Barzan ve Reşo tutuklanırlar. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 300”

 

Ödül:

Ankara Uluslar arası Film Festivali’nde 2001

► “En iyi Sanat Yönetmeni” Mira Civelek

& Gani Rüzgar Şavata, ülkemizin önemli sorunlarından olan, çözülemeyen feodal ilişkilerden kaynaklanan kan davası ve namus cinayetleri gibi, insan yaşamını hiçe sayan olgular üzerine kurmuş öyküsünü. Öncelikle; Şavata'nın filminin gerek mekan kullanımı, gerekse de belli bir yöreye özgü dialekt ve insan tiplemesini yansıtması açısından başarılı oldöncelikle görünen bu artılarının yanında öyküsünü geliştirebilmesi açısından gereksinmesi olan, sağlam bir dramatik yapıdan uzak kaldığı dikkati çekiyor. İki aşiretin aralarında ortaya çıkan bir namus meselesinin, filmin eksenine oturduğu sinematografik olay örgüsü zayıf görünüyor. Aslında yaşadığımız ülkenin çok temel sorunlarına parmak basan bir öyküde, belki de belirgin bir öyküden çok, eleştirilen durumla özdeşleşme yaratılması daha etkili olabilirdi. Fakat filmin bütününe baktığınızda, hapisteyken ölen Hamo'nun karısı Zine'nin tecavüze uğraması ve bu bağlamda Katıroğlu aşiretiyle, Nuh Ağa aşiretinin arasında çıkan gerginlik dışında bir şey yok. Şüphesiz başlı başına böyle bir dramatik durum bir filmi sürükleyebilir. Ama Doz filminin bütünü Nuh Ağa ve Zine 'nin kardeşleri arasında bir infazın yapılamaması problemine dönüşüyor. Bu arada Katıroğlu aşiretinin onursuz davranışları, neredeyse Türk sinemasının bütününe hakim olan bir durumu, Şavata'nın filminde yeniden ortaya çıkarıyor; iyi adamlarla kötü adamların mücadelesi. Filmi de bu çok beylik durumdan kaynaklanan kontrast üzerine oturtmaya başladığınızda ise, tekrara düşmeye başlayan sahneler kaçınılmaz hale gelmeye başlıyor.

Diğer yandan, gerek kamera çalışması ve mekan duygusunu pekiştiren aydınlatma tasarımının, gerekse de tümünü kapsamasa da idare edebilecek oyunculuk düzeyi filmin artılarını oluşturuyorlar. Ayrıca öğretmen Zeynep ve Cami hocası gibi karakterlerin didaktik söylevler çekme yerine, olay örgüsünde belli durumlara katkıları olan karakterler olarak çizilebilmeleri söz konusu olsaydı, filmin yan mesajlarını daha etkili hale getirmek olanaklı olabilirdi. Bütüne bakıldığında ise, bir filmin gereksindiği koşulların neredeyse tümünün kotarıldığı izlenimi veren, fakat iletilen mesaj açısından geleneksel söylemin dışına taşamayan bir film olarak göze çarpıyor Doz. Gerçekçilik açısından daha önce belirtilen sorunları yansıtmakta belli bir düzeyin tutturulması da tek başına yeterli olmuyor. Bir sanatçıdan ortaya koyduğu yapıt aracılığıyla değişmeyen yazgıyı sergilemek yerine, aynı zamanda değişim alternatifleri önermesini beklemek de uygun olurdu. Bu saptamayla, büyük değişim önermeleri üreten bir film kastedilmiyor, tersine durumları öne çıkaran bir sinemanın önemini ve bu bağlamda ele alınabilecek bir sinemasal anlatımın daha etkili olabileceğini vurgulamak gerekiyor. Doz gibi filmlerin etkisini güçlendirebilmek ise, aşılamayan ve pek çok dramatik olaya neden olan kan davası, namus cinayetleri gibi olguları sergilerken onları üreten koşullara da eleştirel bakabilmeyi gerektirirdi. Filmin geçmiş ve şimdiki zaman arasındaki geçişli kurgusu olayın serimi açısından işlevsel görünüyor. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 301