KOMSER ŞEKSPİR (2000)
Yönetmen Sinan
Çetin Senaryo Mesut Ceylan, Görüntü Yönetmeni Kamil Çetin Müzik
Ömer Özgür Kurgu Aylin Zoitiner Yapım Plato Film/Cemil Çetin,
Sinan Çetin Sanat
Yönetmeni: Mustafa
Z. Ülkenciler, Yapım koordinatörü: Figen Korkut, Yürütücü Yapımcı: Hazer
Baycan, Yönetmen yardımcısı: Özlem Koza, Yücel Yolcu, Phonix
Operatörü: Hamza Şahin, Crain Operatörü: Hakan Duvar, Dolly ,
Asistanı: Onur Yavuz, Işık Şefi: Ercan Durmuş, yardımcı Sanat
Yönetmeni: Kurtuluş Turgay, Sanat Yön. Yrd.: Bektaş İldem, Kostüm
Uygulama: Yudum Yontan, Ses Kayıt: Kaan Varlık, Asistanı: Duygu
Çelikol, Cast Direktörü: Yalçın Özbek, Şarkılar: Nil Karaibrahimgil,
Mazhar Alanson
Oyuncular: Kadir İnanır
(Komiser Cemil) , Müjde Ar (Fahişe), Gazanfer Özcan (Komiserin Babası), Pelin
Batu (Komiserin kızı), Okan Bayülgen (Tatü), Özkan Uğur (Dalyan), Mustafa
Altıoklar (Doktor), Sadettin Duman (Ceylan), Ertaç Ünsal, Mesut Ceylan
(Tinerci), Metin Çekmez (başkomser), Hayrettin Ünverdi (Mahmut), Kenan Baydemir
(Şemsullah), Vedat Demir (Vedat), Asu Işık (Danyal sevgili), Zaven Çiğdemoğlu
(öğretmen/avcı), Uzay Yılmaz (Rakip kız), İrem Sanda (rakip kız arkadaş),
Sebastian Alexandre (heyet başkanı), Burçe Esin (heyet bşk. Yrd.), Zeki Ocak,
Özcan Pehlivan (polis), Yaşar Mirzalı (polis), Metin Örs (resmi polis)
Konu: Komiser Cemil, Beyoğlu'nda
belalısı eksik olmayan bir karakolda çalışmaktadır. Karakol amiri başkomiser
Selahattin, rahatsızlığından dolayı hastanede yatmaktadır. Komiser Cemil ise
ona vekalet etmektedir. Cemil'in tiyatro tutkunu kızı, okulundaki tiyatro
topluluğunda Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler isimli oyunda, Pamuk Prenses'i
oynamaktadır. Topluluk bu oyunu bir tiyatro yarışmasında sergileyecektir.
Komiser Cemil'in kızı, provolar esnasında sık sık bayılmaktadır Bir prova
sırasında bayıldığında yeniden hasteneye kaldırılır ve babasına heber verilir.
Karısını daha önce kaybetmiş olan Cemil, kızına çok düşkündür. Haberi alır
almaz eski bir polis olan babasıyla hastaneye koşar. Kızının kendisinden
gizlice bir tiyatro oyununda rol almasından hoşlanmamıştır. Bu arada kızı
muayene eden doktor, bazı tetkikler istemiş ve onlara sonuçları beklemelerini
önermiştir. Yapılan tetkikler sonucunda, genç kızın kan kanseri olduğu anlaşılır.
Cemil yıkılmıştır. Gerçeği babasına da açıklayamaz. Bu arada çeşitli
gerekçelerle bir fahişe, kendisinin oyuncu "hayaticik" olduğunu iddia
eden bir uyuşturucu satıcısı, bir mafya patronu ve gösteri yapan bir memur aynı
anda Cemil'in çalıştığı karakolda göz altına alınmıştır. Doktor, Cemil'e
kızının mutlu edilmesi gerektiğini, hoşlandığı şeylerle uğraşmasının
yaşayabilmesi için önemli olduğunu söylemiştir. Ruhunda suçluIara karşı
acımasız, sert bir yaklaşımı olan adamın, diğer yandan kızına karşı çok sevecen,
yumuşak bir yanı vardır. Cemil, Tatü'ye, kızının başrolünde oynayacağı bir
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler oyununu sahneye koymasını ister. Tatü, başka
çaresi olmadığı için teklifi kabul etmiştir. Bu arada karakolun polisleri,
sokaklardan tinerci çocuklarla çeşitli genç erkek ve kadınları oyundaki roller
için toplarlar. Bu insanlardan, yedi cüceler dışında bir sonuç alınamaz. Bu
arada prensi Deniz'le gözaltına alınan tinerci gencin canlandırmasına karar
verirler. Kraliçeyi ise Deniz'in oynaması kararlaştırılmıştır. Bu arada memura
da avcıyı oynamak düşmektedir. Cemil, kızına, hayatın sillesini yemiş bu
gariban insanları, profesyonel tiyatro oyuncuları diye tanııtır. Karakolu bir
tiyatro sahnesine çeviren ekip, sürekli provalar yapmaktadır. Bu arada Danyal,
gerekli kostüm ve aksesuarları almıştır. Kızın bir vesileyle kanser olduğunu
öğrenen ekip yarışmaya katılabilmek için var güçleriyle çalışmaktadır. Fakat
baş komiser Selahattin'in hastaneden çıkması, ardından bir savcının aldığı
ihbar üzerine karakolu basması işleri çığırından çıkarır. Bu arada ayağını
çatlatan Deniz 'in yerine Danyal kraliçe olmuştur. Her şeye karşın yarışmaya
katılmak için organizasyonun gerçekleştirildiği stüdyoya gelen ekibi burada da
bir sürpriz bekler. Danyal ve avcı, Danyal'ın hasımları olan bir başka mafya
grubu tarafından vurulurlar. Çaresiz kalan Cemil, kraliçe rolünü üstlenirken,
babası ise avcı olur. Oyun sırasında stüdyo yüzlerce polis tarafından basılır.
Cemil'in tutuklanmasını ve oyunun yarım kalmasını organizasyon yöneticisi
önler. Cemil'in kızı. oyunun sonunda seyircilerin önünde ve canlı yayında ölür.
Daha sonra cezasını tamamlayıp hapisten çıkan Cemil, terfi etmesine karşın
görevine dönmez, eski suçlular, yeni Karakolu bir tiyatro sahnesine çeviren
ekip, sürekli provalar yapmaktadır. Bu arada Danyal, gerekli kostüm ve
aksesuarları almıştır. Kızın bir vesileyle kanser olduğunu öğrenen ekip
yarışmaya katılabilmek için var güçleriyle çalışmaktadır. Fakat baş komiser
Selahattin'in hastaneden çıkması, ardından bir savcının aldığı ihbar üzerine
karakolu basması işleri çığırından çıkarır. Bu arada ayağını çatlatan Deniz 'in
yerine Danyal kraliçe olmuştur. Her şeye karşın yarışmaya katılmak için
organizasyonun gerçekleştirildiği stüdyoya gelen ekibi burada da bir sürpriz
bekler. Danyal ve avcı, Danyal'ın hasımları olan bir başka mafya grubu
tarafından vurulurlar. Çaresiz kalan Cemil, kraliçe rolünü üstlenirken, babası
ise avcı olur. Oyun sırasında stüdyo yüzlerce polis tarafından basılır.
Cemil'in tutuklanmasını ve oyunun yarım kalmasını organizasyon yöneticisi
önler. Cemil'in kızı. oyunun sonunda seyircilerin önünde ve canlı yayında ölür.
Daha sonra cezasını tamamlayıp hapisten çıkan Cemil, terfi etmesine karşın
görevine dönmez, eski suçlular, yeni dostları olan tiyatrocu arkadaşlarıyla
birlikte gider.
“Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent
Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması”
Nokta
Dergisinin düzenlediği “Doruktakiler” seçiminde (2001)
►
Sinan Çetin “yılın sinemacısı”
Akademi
İstanbul’un seçiminde (2001)
►
Kadir İnanır “yılın en başarılı sanatçısı”
4 Sinan
Çetin, Türk sinemasının fenomen yönetmenlerinden. Sinema hakkındaki görüşleri,
çoğunlukla ortalığı karıştıran ve aydın kimlikli sinemacılardan eleştiriler
alan Çetin, kendine özgü yanlarıyla bildiğini okuyarak yoluna devam eden bir
sinemacı. Reklam alanından iyi kazanarak sinema alanında da yatırımlar yapan
yönetmen, aynı zamanda kendi filmlerinin ve başka yönetmenlerin filmlerinin de
yapımcılığını yapıyor. Komiser Şekspir, Sinan Çetin'in kendine özgü
yaklaşımıyla, yaşadığımız ülkedeki sorunları da gündeme getirdiği melodram
kıvamında bir film.
Film sistemle vatandaş arasındaki
ıstıraplı ilişkiye matrak gözle bakmayı çok seven Sinan Çetin'in, Beyoğlu'nun
orta yerine kurularak anlattığı, absürd bir dil yakalamayı ve şartlanmaların,
sloganların dışında hareket sahası bulmayı denediği bir masal. Mizahı da
kafalara çakılmış karakol atmosferindeki kontrastlar ve diyaloglarla arıyor ama
sonuç, Bay E kadar olmasa da, zayıf' (Canbazoğlu, Cumhuriyet, 16.02.2001).
4
Çetin'in
zaman zaman senaryo yazmadan, film çekme alışkanlığı olduğu bilinen bir
yanıdır. Bu film, her ne kadar bir senaryo ışığında çekilmiş olsa da, fillmin
bütünlüğünü izlediğinizde kuşkuya kapılıyorsunuz. Biçimsel ve sinemanın
gereksindiği teknik olanakları kullanma açılarından eksiği hissedilmeyen
filmin, sanırım dramaturjik açıdan yaşadığı sorunlar gözardı edilebilecek gibi
değil. Ele alınan tiplerin yüzeyselliği Tatü ve Danyal, kısmen Cemil dışında filmin
gerçekle, gerçeküstü bir anlatırnın ekseninde gidip gelmesi ve mantık sınırlarını
zorlayan bazı yaklaşımları yüzlerce polisin aslında kendisi de polis olan bir
kişiyi ortada ciddi bir suç olmadığı halde tutuklamaya gitmesiSinan Çetin gibi
deneyimli bir yönetmenin sineması hakkında sorular uyandırıyor. "Bu
anlamda Çetin'e ağır eleştiriler yöneltmek anlamsız; canı film yapmak istemiş
ve geldiği noktadan sistem ne derece 'derin' görünüyorsa onu anlatmış. Çetin
için yine neden değil sonuç önemli" (Canbazoğlu, 16.02.2001).
4 Aslında belki de soruların oluşması da yersiz. Çünkü Sinan Çetin,
popüler ilgiyi önemseyen ve bu bağlamda gerektiğinde kadraja girerek söylev çekmekten
bile çekinmeyen bir yönetmen. Sinema hakkındaki yaklaşımları bilindiğinden ve
seyredildikçe yeni bir şey görülmediğinden, elinde tuttuğu güçlü olanaklarla
kendini ve seyircileri eğlendirmekten başka bir amacı olmadığını düşündürten
bir yönetmen imajı çiziyor. Bu filmde önemli oyun yazarı William Sheakspear'i
de ekzajare ederek, karakolun önüne pos bıyıklı bir heykelini diktiriyor.
Filmde ele almaya çalıştığı, eleştirdiği kimi olumsuzluklar hakkında düşünmeye
çağırırken bir yandan bu grotesk tavrı neresinden tutsan elinde kalacak bir
anlayışı ortaya çıkarıyor. Filmden geriye Okan Bayülgen ve Özkan Uğur'un
oyunculuğundan da başka bir şey kalmıyor.
4
Propaganda"yla
başlayan süreçte Sinan Çetin devletbirey ilişkisini sorguladığı bir dönemece
girdi. Hantal devlet bürokrasisi, vatandaşını dışlayan bir " yürütme"
anlayışı, plansızca hayata geçirilen politikalar ve bu sistemin kraldan çok kralcı
özneleri... Bu ay gösterime girecek filmi "Komser Şekspir"de ağır
eleştirilerini yollamaya aynen devam ediyor Çetin. Prodüksiyon şirketi Plato
Film'in "her derde deva" salonunda görüştüğümüz yönetmen her filmiyle
olduğu gibi "Komser Şekspir"le de iddialı.
Leman yazarı Mesut Ceylan'ın bir öyküsünden yola çıkılarak kaleme
alınan senaryo bir karakolun sert mizaçlı komiserinin, kızının kanser olduğunu
öğrenince onun en büyük düşü uğruna kendisini adeta heba etmesini konu alıyor.
Komiserin kızının en büyük düşü "Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler"
masalından uyarlanan oyunda Prenses'i oynamak. Komiser burada devreye giriyor;
kızı ve karakoldaki mahkumlardan oluşan bir oyuncu kadrosuyla "demir
parmaklıklar arasında" provaları başlatıyor. Fakat "iş bilen"
baş komiser ve savcı yüce karakolun böylesi bir şarlatanlığa (!) "sahne
olmasını" hazmedemiyor. Ve oyunun engellenmesi için son perdeye kadar
uğraş veriliyor.
Filmin senaryo yazarı Mesut Ceylan ile
Sinan Çetin'in yollarının kesişmesi ise aslına bakılırsa ilgi çekici:
"Plato'nun bahçesinden devamlı sinema geçer. Sinemacılar, kameramanlar,
yazarlar geçer. Genç bir mizah yazarı, Mesut Ceylan" diyor Sinan Çetin.
"On gün etrafımda dönüp dolaşıp bana bir şey anlatmaya çalıştı, bir türlü
vakit bulup da dinleyemedim. Sonra 'Sen ne diyorsun, gel bakayım!' dedim,
Plato'nun bahçesinin ağacının altında. 'Hocam bir cümle söyleyeceğim. O kadar.'
'Söyle' dedim. 'Bir karakolda Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler provası yapılsa
komik olmaz mı?' dedi. 'Aa, güzel bir şey söylüyorsun anlat bakayım biraz' dedim.
Birkaç tip anlattı. İzmarit içen bir tinerci anlattı." Öykü iyiydi ama
birtakım değişiklikler yapmak da kaçınılmazdı. "Bu bir babaoğul
hikayesiydi." diyor Çetin bununla ilgili olarak. "Yani baba, oğlunu
televizyona çıkarmak istiyormuş. Biz babaoğul hikayesini Tevfik Başer'in
katkısıyla babakız hikayesine çevirdik. Çünkü hiçbir çocuk cüce olmak
istemeyecekti. Kız ancak Prenses olmak ister, özenilecek bir şey diye. Sonra
Mustafa Altıoklar'ın katkısıyla çocuğu kanser yaptık. Ki baba'nın
fedakarlığının altı çizilsin. İkisi de doğru katkılardı. Sonra senaryonun
yazımında Müjde (Ar) ve Kemal Sunal'la birkaç toplantı yaptık, rahmetliyle: o
oynayacaktı. Son anda onun 'Balalayka' tarihi denk geldiği için Ondan vazgeçip
oyuncu arayışına düştük. O kadar çok kişiyi düşündük ki neredeyse bir ara ben
mi oynasam, demeye başladım. Neyse ki Mustafanın, elimi tutmasıyla vazgeçtim.
Kadir İnanır da o aralar başka bir şeyler için: gelip gidiyordu buraya. Burada
dizi çekiyorlarmış. Sonradan Kadir'e kaldı. Kısmet. Çok da memnunum Kadir'e
kalmasından. Çok iyi bir oyuncu olduğunu gördüm sonuçta. Zaten biliyordum. Ama
Kadir İnanır şablonlarının dışına Çıkıp sert bir polisin, kızına karşı
fedakarlık etme süreci içinde sertliğinin yumuşamasını gayet iyi
canlandırdı."
Elbette, Çetin'in filmlerini belli bir
senaryodan bağımsız çektiğini düşünürsek "Komser Şekspir" en fazla
sadakat beslediği senaryo olmuş. "Senaryosuz çekmedim bu sefer. Tabii gene
sette çok fazla doğaçlama yaptım. Selahattin Duman tipini koydum filme. Kenan'ı
koydum. Bir sürü karakter sette çıktı. Selahattin baş komiser de senaryoda
yoktu. Daha doğrusu Müjde Ar'ın katkısıyla eklendi. Ama genç yazar Mesut
Ceylan'ın çok kabiliyetli bir yazar olduğunu setteki çalışma şevkinden de
anlamış bulunduğum için mutlu oldum. Yani senaryo tarafında bir desteğim oldu.
Mustafa'nın, Mesut'un, Müjde'nin, Tevfik'in.. Benim hep senaryo tarafım boştur.
Kimseden yararlanamam, nedense. Yararlanmamak istediğimden değil. Hatta çok
yararlanmak istediğim halde bir şey bulamam yararlanacak. Bu sefer en azından
sette çok diyalog yazmak zorunda kalmadım." Sinan Çetin'in artık bir filme
giriştiği zaman hiçbir masraftan kaçınmadığı ve seyirciye hak ettiği görselliği
sunduğu herkesin malumu. Bu film için: çok fazla para harcadığını söyleyerek bir
özeleştiriye girişmesine karşın: Türk izleyicisinin zevkine her zaman
güvendiğini de saklamıyor. "Çekimi sürecinde filmi gerektiğinden daha
fazla paraya malettim. Bundan dolayı kendime kızıyorum. Çünkü ben profesyonel
bir yönetmen ve aynı zamanda yapımcıyım. Dekora hak etmediği kadar çok para
harcadık. Prodüksiyona da öyle. Aslında ortadaki rakamı gördüğüm zaman
sinirleniyorum.
Filmin müziği Mazhar Alanson tarafından
bestelenmiş. "Herşey Çok Güzel Olacak"ta çıkardığı iş de beğenilen
Alanson bu sefer "Komser Şekspir"in sountrack'inin en önemli ismi
olarak göze çarpıyor. Zira film için bestelediği şarkıyı da o seslendirecek.
Bir filme başlarken daima ilk olarak Şener Şen'e teklif götüren Çetin, onun senaryosuz çalışmama
prensibinin bunu bir türlü mümkün kılmadığını belirtiyor: "Ben sinemanın
profesyonel insanlar tarafından yapılması gerektiği kanısındayım. Profesyonel
olmayan sinemacıylaprofesyonel olmayan oyuncuyla demek istemiyorum yani teknik
ekiple çalışmak istemiyorum. Açıkçası bu filmde bütün oyuncular büyük bir aşkla
ve sevgiyle oynadılar. Ben hayatımda hiçbir oyuncuyu Şener Şen hariç ikna etmek
gibi zorluk yaşamadım. Bizim filmlerimiz onunda işe duyduğumuz saygıdan bir
kalite garantisi olduğunu bildiği için bütün oyuncular zevkle çalışmayı
kabul ettiler. Ama Şener Şen'le aramızda yıllara varan 'Sen senaryosuz film
çekiyorsun, ben senaryolu oynayacağım' şeklinde devam eden, 'Çiçek Abbas'tan
beri bir araya gelmek isteyip bir türlü gerçekleştiremediğimiz bir durum
var" diyor. "Peki bu film için de ona bir teklif götürdünüz mü?"
diye sorduğumda ise "Çok büyük sevgi duyduğum bir adam. Onunla 1015 yıl
evvel 'Çiçek Abbas'ın setinde bulunmuş olmanın tadını, keyfini unutamıyorum.
Dünyadaki her sete lazım Şener. O da beni sever. Fakat bir türlü Mesut
Ceylan'ın yazdığı senaryoyu da beğendiremedim. Kimsenin yazdığı senaryoyu
beğendiremiyorum Şener'e. Senaryo aşamasında 'Bu film benim stilim değil' dedi.
Bence tam Şener Şen için yazılmış bir film bu, stil olarak. Fakat Kadir
İnanır'dan da son derece memnunum."
Peki ya diğer oyuncular, diye sorduğumda ise her bir oyuncusu için
ayrı bir görkemli sıfat bulmayı başarıyor Sinan Çetin. "Müjde zaten bir
reji asistanı gibi çalıştı. Filme çok sahip çıktı. Müjde zaten sinemacı bir
kızdır. Onu da özlemişim ben, 'Çirkinler de Sever'den beri ilk defa
çalışıyoruz. Neredeyse 20 yıl olmuş.
Dışarıdan bakıldığı zaman Kadir'in
sinemayla ilişkisi çok doğru algılanmıyor. Gerçek bir sinema işçisi. gerçek bir
oyuncu. 1OO'ün üzerinde film çekmiş, kameranın nerede duracağını, kameraya ne
kadar büyüklükte bakacağını neredeyse artık insiyaki bir şekilde yapıyor.
Muhteşem bir aktör ve dışarıdan görüldüğü gibi 'Ben maçoyum, entari giymem'
şeklinde bir diyalog olmadı aramızda. Okan çok tatlı bir çocuk. Harikaydı bu
filmde. Özkan Uğur tanrının bir hediyesi, kendi gibi altın kalpli birini oynadı,
altın kalpli mafya babasını.. Gazanfer Özcan bulunmaz bir nimet, bir aktör
değil, dev bir insan. Kişiliğiyle, eğlencesiyle, esprileriyle... Şeker gibi bir
kadroyla çalıştık. Pelin zaten kızım gibi."
"Propaganda" gösterime girdiğinde filmin en olumlu
özelliklerinden birisi de görüntüleriydi. Fakat aynı zamanda hayat arkadaşı
olan ve "Propaganda"nın görüntülerine de imza atan Rebeca Haas'ın
görüntülerini "Komser Şekspir"de göremiyoruz. "Rebeca çok
yorgundu" diyor Çetin. "Ama çok katkısı da oldu. Çünkü laboratuvar
aşamasında o takip etti renkleri, filtreleri. Filmi asistanım Kamil çekti. Daha
doğrusu onunla birlikte ben çektim" İzlediğinizde de fark edeceksiniz, filmde
yoğun bir masalsı atmosfer söz konusu. Sözgelimi Türkiyede hiç olmayan bir
karakol tasviri var. Çetin, bununla ilgili olarak Türk insanındaki karakol
korkusunu anımsatıyor. "Zaten böyle sweet, funny, akide şekeri gibi bir
film yapayım istedim. Çünkü bu karakolun sertliğinin anlatılan öyküyle kontrastlığının
çıkması için zaten renklerde falan da bunu tercih ettim. Türkiye'deki mevcut
karakolIarı asık suratlı hallerinden biraz çıkartmaya çalıştığımı da itiraf
edeyim. İnsanımızda bir karakol korkusu vardır. 'Karakola düşmek' denir.
Uygar ülkelerde insanlar karakollara
müracaat ederler. Problemlerini çözmek için başvururlar. Bizde 'düşmek'tir o.
Karakola düşersin yani. Allah düşürmesin durumu vardır. Bu film de Türk
polisinin kendisine dışarıdan bakmasını umarım sağlar. Çünkü Türk halkının
devlet korkusu biraz da onlar aracılığıyla oluşuyor. Çok da sempatik bir
devletmillet ilişkimiz olduğu da söylenemeyeceği için karakolda bir film çekmek
her açıdan risk taşıyan bir iş. Solcu aydınlar açısından 'Karakol çok sempatik gösterilmiş'
denebilir. Devlet açısından 'Biz daha sempatik karakollara sahibiz, bu karakol
biraz sert' şeklinde algılanabilir. O yüzden riskli bir konuydu. Açıkçası
filmin politik boyutunu öne çıkarmadan masalı atmosferin üstüne gittim ve bunu
bilinçli yaptım. Sonuç olarak, Avrupa Birliği'ne giden yolda uygarlaşma,
demokratikleşme, birey haklarının kollanması, birey. devlet ilişkisindeki uygar
kriterlerin hayatımıza yerleşmesi konusunda filmin bence entelektüel anlamdaki
önemi film gösterildikten sonra ortaya çıkacak. O yüzden bu konuda bir yönetmen
olarak 'Şunu yaptım, bunu yaptım' şeklinde bir ukalalık yapmak istemem
Sinan Çetin'in en önemli özelliklerinden
birisi de her kazandığını sinemaya ve teknolojiye yatırması. Ama o bunun çok da
abartılacak bir şey olmadığı kanısında. "Ben başka bir iş bilseydim onu
yapardım" diyor, "Mesela borsadan anlasam borsaya yatırırdım. Ne
bileyim? Başka bir işten daha çok para kazanacağımı bilsem ona yatırırdım. Ama
ben sinemadan başka bir şey bilmiyorum. Fakat belki bunun bütün nedeni şu
olabilir: yıllar evvel son derece kötü teknolojik koşullarda çalıştım ve
teknoloji beni neredeyse verem etti. Yıllarca 'Allah'ım bu masalarda montaj mı
yapılır!', 'Allah'ım bu negatifIer burada mı yıkanır' dedim. Bir kareyi
dondurup üzerinden mat almak 15 günümüzü alırdı. Şimdi teknolojiye para
yatırmamın tek nedeni bütün bu işleri kolaylaştırması. Yani kendi keyfim için
yapıyorum. Bizim içeride şu anda 3 tane Avid'imiz var. Bu montaj masaları şu
anda Los Angeles'ta da kulIanıIan masalar. Spielberg de orada montaj yapıyor.
Avid'den daha çok gelişmiş bir makine aldık, Smoke dediğimiz. FIame 3D
Animation seti ve Silicon Graphics setimiz var. Herkes de kullanmıyor aslında.
Bütün bu teknolojiyi bir de bilmek lazım. Eski kuşak yönetmenler teknolojiden
de yararlanamıyorlar nitekim, bilmedikleri için. "Burçin S. Yalçın Sinema
D. Aralık 2000. Sayı: 69”