Powered By Blogger

14 Aralık 2022 Çarşamba

 

HERKES KENDİ EVİNDE (2000) 


Yönetmen Semih Kaplanoğlu Senaryo: Semih Kaplanoğlu, Özden Cankaya, Serpil Kirel Görüntü Yönetmeni Hayk Kirakosyan MüziK Selim Atakan, M. Can Erdoğan Cold Hause, Yapım Haylaz Production/Ali T. Bilgen Levent Onan, Leyla Özalp Semih Kaplanoğlu Sanat Yönetmeni: Çağla Ormanlar, Kurgu: Hakan Akol, Onur Tan, Yapım Koordinatörü: Leyla Özalp, Görüntü Yönetmen Yrd.: Yusuf Asalanyürek, Ses Kayıt: İsmail Karadaş, Prodüksiyon Amiri: Birol Temizyer,

Oyuncular: Erol Keskin (Nasuhi), Tolga Çevik (Selim), Anna Bielska (Olga), Şükran Güngör (Kemal), Cüneyt Türel (Ergin), Özlem Çınar (Ferdağ), Devrim Parscan (Sabri), Saltuk Kaplangı (Mustafa), Yalçın Akçay (Erdoğan), Eda Özel (Ece), Özgür Onan (Kaan), Yiğit Özşener (Murat), Yaman Ceri (Fırat), Eylem Yıldız (Melike), Levent Güner (Yılmaz), Kaya Gürel (Mezarcı), Necdet Yakın, Süreyya Güzel (Güzin), Banu Fotocan

Konu: Ergin, anne ve babasını kaybetmiştir. Yalnız yaşayan Ergin sevgilisi Ferdağ ile ortalama bir ilişki yaşamaktadır. Ergin'in yaşamında bir şeyler yerine oturmamıştır. Bir arayış içindedir. ABD'nin her sene düzenlediği vatandaşlık hakkı çekilişine başvurur. Bu arada barda tanıştığı New York Üniversitesi öğretim üyesi Selim'le, New York'u çok iyi bilen biri gibi sohbet eder. Ergin, yeni . bir yaşam kurma hayallerinden sevgilisi Ferda'ya bahsetmemiştir. Bu arada Ergin, önem vermiyormuş gibi görünse de, mektupla gelecek yanıtı büyük bir merakla beklemektedir. Beklenen gün geldiğinde, postadan iki mektup çıkar. Babasının ismine gelen mektubu önce açmaz. Diğer mektup beklediği gibi Amerikan vatandaşlığı için çekilişin sonucunu bildiren mektuptur. Mektubun sonucunu arkadaşlarıyla birlikte olduğu bir yemekte açıklar. Erginle birlikte olan Ferdağ, durumu öğrenince çok öfkelenmiştir. Ergin'in samimiyetsizliği onu son derecede yaralamıştır ve Ergin'den ayrılır. Ergin, babasının adına gelen mektubu açtığında, hiç tanımadığı ve uzun yıllardır Rusya' da yaşamakta olan amcasından geldiğini anlar. Amcası Nasuhi Akman, Türkiye'ye geri dönmektedir. Ergin, Beyazıt'ta Rus pazarında verilen randevuya gider. 58 yıl sonra ülkesine geri dönen Nasuhi beyi karşılayıp, evine götürür. Bu arada Ergin'in öyküsüne paralel olarak Olga isimli bir Rus kızı, babası ve uzak yol kaptanı olan babası Igor Aleksiyevich'i İstanbul'da aramaktadır. Nasuhi bey, babasını ararken umudu kırılıp ülkesine dönmek için para sağlamak adına fahişelik yapmayı deneyen Olga'yı, İstanbul'un belirsiz bir semtinde perişan bir şekilde bulup Ergin'in evine götürür

Artık farklı arayışlar içindeki, farklı kuşaklardan bu üç insanın yolları kesişmiştir. Nasuhi beyin ısrarıyla, adamın çocukluğunun geçtiği Alaçatı'ya giderler. Nasuhi'nin çocukluğunun geçtiği Alaçatı’daki ev neredeyse yıkılma aşamasına gelmiştir. Nasuhi, büyük bir hevesle eski arkadaşlarını arar bulur ve pek çok malzeme alarak evi onarmaya girişir. Bu arada buralardan ayrılacağını bir türlü amcasına söyleyemeyen Ergin, evi ve toprağı satar. Amacı ABD' de kendisine maddi destek yaratmaktır. Satıştan elde ettiği 55 bin doların 15 bin dolarını amcasına başka bir ev alması için verir. Adam parayı kabul etmez ve Olga'yla Ergin'in kaldığı otele gönderir. O gece otelde Ergin'le kalan Olga, sabah erkenden parayla kayıplara karışmıştır. ABD'ye yerleşen Ergin'den sonra, Nasuhi bey de Alaçatı'daki evi terkeder.

 ÖDÜL

20. Uluslararası İstanbul Film Festivali (2001

► "En İyi Film",

► "En İyi Erkek Oyuncu" (Erol Keskin),

► "Jüri Özel Ödülü" (Haik Kirokosian);

13 Ankara Uluslararası Film Festivali (2001)

► "En İyi film”,

► "En İyi Senaryo";

12. Orhon Murat Arıburnu Ödülleri (2001):

► "En İyi 2. Film",

► "En İyi Erkek Oyuncu",

► "Jüri Özel Ödülü" (Semih Kaplanoğlu);

1. Şile Büyülü Fener Film Festivali (2002):

► "En İyi Film", "En İyi Yönetmen",

► "En İyi Senaryo",

► "En İyi Erkek Oyuncu".

 & Okullu yönetmen Semih Kaplanoğlu, ilk uzun metrajlı filminde ait olma, arayış gibi temalara çevirmiş kamerasını. Film aslında bir şekilde öyküleri, arayışları birbiriyle kesişen insanların yörüngesinde gelişiyor. "Üç farklı insan, üç farklı hayat. Hatta kolay kolay bir araya gelmeyecek üç kişi" (Okyay, Radikal, 2001). Film inanç, tutunma vb. gibi düzlemler üzerinde yol almaya çalışıyor. Ergin, ailesini kaybetmiş, yaşama tek başına tutunma çabası içinde, ama geleceğiine ilişkin hedeflerini netleştirmemiş bir genç adam. Sevgilisi Ferdağ ona göre çok daha yürekli yaşama daha sıkı tutunan bir kadın. Nasuhi bey de hedeflerine ve inançlarına göre çizmiş yolunu. Pişmanlıklara yaşamında yer yok. Dünya görüşü, inançları uğruna Sovyetler'e gitmiş, bunun için sevdiği Melike'yi bile terk etmiştir. Onunla birlikte gitmeye karar veren arkadaşı Kemal Demir, cesaretsizliğine yenik düşer. Buluşacakları yere gitmez. Pasaportlar kendisinde olduğu için Nasuhi'nin de gidemeyeceğini düşünür. Hiç bir olumsuz koşul Nasuhi'yi kararından vazgeçirememiştir. Sarıkamış 'tan yürüyerek Sovyetler'e ulaşır. Devir Stalin dönemidir. Kızılordu askerlerince yakalanarak, Sibirya'ya sürülür. 13 sene orada kalır. 2 sene ise Leningradda kalmış, savaşta cephe kazmıştır. Üçüncü kesişen kimlik Olga ise, filmin olay örgüsünde biraz yama gibi duruyor. Türkiye'de uzun yol kaptanı olan babasını aramak için bulunuşu çok sırıtmasa da, öyküye neden konulduğu ve yüklü meblağ parayı alarak kendisine yardım eden insanları ortada bırakarak öyküden çıkması sanırım boşlukta kalıyor. Rus kadınlarına ilişkin oluşmuş 'Nataşa' ön yargılarına tepki olarak bir figür gibi işlenmesi de akla pek yakın görünmüyor. "Film ağır temposu içinde ne söylemek istediğini anlatıyor. Ama herkesin hayata geçirmek istediği hayaliyle kişilikleri, geçmişleri, neden öyle yaşamak istedikleri arasında bağ kurulmadığı için karakterler yerli yerine oturmuyor" (Atabek, Cumhuriyet, 18.03.2001:15).

4Herkes Kendi Evinde filminin artı yönlerinden biri görüntü yönetimi. Bir süredir ülkemizde çalışmakta olan Haik Kirokosian'ın görüntüleri, Kaplanoğlu'nun gereksindiği atmosferi yaratmada oldukça başarılı görünüyorlar. "Haik Kirokosian'ın görüntüleri de bu hikayeye yeni bir hayat vermiş ... 'Vizontele'de de oynayan Tolga Çevik, baştan beri gıcık olduğum Selim'de hayli iyi. Polonyaalı Anna Bielska, hem kırılgın hem güçlü karakterine inandırıcılık kazandırıyor. Cüneyt Türel ve Şükran Güngör, kısa rollerinde her zamanki gibi başarılı. Ama filmin esas ağır topu, Nasuhi'ye gerçekten etkemik kazandırmış olan Erol Keskin. Filmin başka hiçbir olumlu yanı olmasaydı bile, onun oyunu için izlenmeye değerdi" (Okyay, 2001).”Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 282

4 Semih Kaplanoğlu ilk kez film yönetmenin yaratabileceği tuzaklara düşmeden, sakin sakin öyküsünü anlatıyor.

Önünde sonunda eve dönmek için yolculuğa çıkarız, derler. Bunu sıla özlemi çekmenin dayanılmaz zorluğunu ve evimize döndüğümüzde duyumsadığımız boşalmayı tatmak için yolculuk yaparız, şeklinde de ifade edebiliriz. Bir yerlere gidip orayı ev belleyen istisnalar da söz konusu muhakkak; fakat bu şekilde kaideler bozulmuyor, bilirsiniz. "Herkes Kendi Evinde", yaşamdaki geleceğini yollarda arayan ve artık ait olduğu yeri bulmak isteyen insanlardan ibaret küçük bir galeri sunuyor bizlere.

Selim (Tolga Çevik) tüm yaşamını Amerika'ya vatandaşlık hakkı veren bir çekilişe bağlamış genç bir adam. "Amerika hayali" kendisine gelen bir mektupla gerçek oluyor ve pılısını pırtısını toplayıp yeni kıtaya göç etme hazırlıklarına girişiyor. Tam da bu dönemde yaşamına amcası Nasuhi (Erol Keskin) giriyor. Feleğin çemberinden geçmiş, ununu eleyip ipine asmış olan Nasuhi'nin tek istediği Alaçatı'daki evin yerine hala çirkin bir yazlık site dikilmediyse ömrünün son demlerini orada geçirmek. Fakat Alaçatı'ya doğru hareket etmezden önce Nasuhi, gemilerde çalışan babasını bulmak üzere yollara düşmüş genç bir Rus kızı olan Olga'ya rastlıyor Ve üçü birlikte Alaçatı'ya doğru yol alıyorlar.

Baştan belirtmeli: Semih Kaplanoğlu gerek senaryo gerekse de çekim aşamasında yapıtı üzerinde bolca kafa yorarak bir ilk yönetmenin geçeceği çetrefilli yolları kolay hale getirmeyi başarmış. Üstelik dizi yönetmenliğinden gelen Kaplanoğlu'nun ilk sinema filmini çekerken bu alışkanlıklarını çabucak unutabilmesi takdir edilecek bir şey. "Herkes Kendi Evinde"de öyküsünü düz bir anlatımla aktarmak yerine, belirli bir üslup tutturup filmine daha özgün bir hava katmayı yeğlemiş. Bu, özellikle karakterlerini bizlere sunarken ve onların haleti ruhiyelerini betimlerken açıkça beliriyor. Filmin en başarılı karakter yapılandırması olan Olga'dan (Anna Bielska) bir örnek vererek bunu açmak istiyorum: Olga'nın babasının denizler ötesinde olmasına açıkça gönderme yaparak Kaplanoğlu onu hep "kıyıda" ve üstelik takaların, teknelerin önünde gösteriyor (Zaten finalde Olga o teknelerden biriyle kaçıyor). Üstelik bu sahnelerde "deniz"den onun ruh haline uygun olarak da yararlanıyor. Olga'nın bunalımlı geçen ilk zamanlarını soluk renklerde, dalgalı bir Boğaz fonu önünde ve üstelik sık sık sıçramalı kesmelere başvurarak veriyor. Nasuhi'yle birbirlerine ısındıkça yavaş yavaş güneş açtığı ve denizin dinginleştiği farkediliyor.

Selim, eğitimini 12 Eylül sonrası dönemde almış, Türkiye'nin tipik bir apolitik, "Amerikancı" genci. Maddiyatçı; öyle ki evlenmeye niyetli olduğu kızı bırakıp gitmek için pek tereddüt etmiyor. Nasuhi eskinin hızlı komünisti. İlginçtir, o da sevdiği kızı 58 yıl önce ideolojisi uğruna terketmekte sakınca görmemiş. Aslında, yanına gelince Tolga onun kendisinin aklını çeleceğinden korkuyor. Çünkü durumları ve sanıyorum ruh halleri çok benzer (Kahvaltı masasında Nasuhi'nin ona "şeytani" bir şekilde son Sovyet elmasını uzatması pek manidar). Olga ise babasının peşinde. Ama ona bir türlü yetişemiyor. Kaplanoğlu her karakteri üzerinde incelikle dursa da özellikle Olga'nın öyküsünü anlatırken son derece özgün bir anlatım tutturuyor. Yazdığı gerçekten başarılı diyaloglar da buna hizmet ediyor. Pedere "Eğer Tanrı'n aç olanları bu kadar önemsiyorsa çok uzağa gitmene gerek yok; yakındaki şu Nataşa pazarına bir bakman yeterli" dedikten sonra fahişelik yapmak üzere "giyiniyor" ve sokağa çıkıyor (Bilhassa Olga'nın girişteki bu sahnelerinde sürekli sıçramalı kesmeler ve bindirmeler yapan Kaplanoğlu sanki az sonra kızın başına gelecekleri önceden duyumsatmak istiyor). Bir sonraki sekans tam tepeden çekilmiş bir açıyla başlıyor (sanki sözünü ettiği Tanrı ona bakıyor). Yavaşlatılmış çekimde bir vinç hareketiyle kamera aşağı doğru hareket ederken bizler de Olga'nın dramına tanık oluyoruz. Vinç hareketinin tamamlanmasına yakın, çerçeveye Nasuhi giriyor. Ve o da ne! Çerçevenin hemen solundan bir uçak, alana "gürültülü" bir iniş yaparken Nasuhi de sendelemekte olan Olga'ya doğru koşuyor (Bunun nefis bir plan olduğunu söylemeliyim). Zaten çekimler sırasında bu şekilde o kadar çok güzel rastlantı gelmiş ki Kaplanoğlu'nun başına... Nasuhi'nin Alaçatı'daki evi ilk gördüğü anda güneşin aniden her tarafı ışıl ışıl etmesi insanın içini ısıtıyor. Çeşme'ye gece vardıklarında Nasuhi meydanda dolaşırken kadraja "başıboş" bir köpeğin girmesi de dramatik etkiyi artırıyor.

Hareketli fotoğraflarla hikaye anlatma sanatı olan sinemanın hakkını veriyor Kaplanoğlu, "Herkes Kondi Evinde"de yarattığı çerçeveler, kullandığı renkler ve kamera hareketleri vasıtasıyla. Oyunculuk da Türk sinemasında alışılmamış bir şekilde iyi. Kurguda ise Kaplanoğlu açıkarşı açı sahnelerinde devamlılıkta ara sıra tökezliyor. Bunların ötesinde filmin teknik alandaki en özgün çalışması, yetkin şekilde döşenen ses kuşağı. Çeçevelerine sık sık uçak, gemi, tren gibi bizlere "yol ve yolculuk" kavramlarını hissettirecek araçlar yerleştirirken Kaplanoğlu ses kuşağını da bu araçlardan çıkan seslerle beziyor. Filmi izlerken bu çerçevelemelere ve ses kullanımına göz atıp kulak kabartmak çok keyif veriyor insana.

Kaplanoğlu söyleşilerinde "Benim referanslarım Antonioni, Tarkovski" diye bas bas bağırırken bunu görmezden gelip (hoş, çoğu onların kim olduklarını bile bilmiyor ya!) sinemayı hızlı planların dur durak bilmeden sıralanması zannedenler hemen suratlarını ekşittiler, ne acı ki film gösterime girince. Böylesi tasnifler sinemaya zarar veriyor ve "Herkes Kendi Evinde"nin iyi bir film olmasını da engellemiyor. Burçin S. Yalçın (Sinema D. Sayı 75, Haziran 2001 Syf: 14)

4  Şehnaz Tango" son yıllarda izlediğim sayılı TV dizilerinden biriydi. Ama ömrü uzun olmadı: bugünkü TV yayıncılık anlayışı içinde kaliteli bir şeyin gerçekten tutunması ve sürmesi çok zor, hatta olanaksız! O dizinin yönetmeni Semih Kaplanoğlu'nun ilk sinema filmiyle karşımıza gelmesine bu açıdan çok sevindim. Karşımızda sinemanın alfabesini bilen, hatta onun çok ötesine geçmiş, hikayesini kafasında mutlaka görsel olarak da kurmuş, gerçek yönetmen kumaşı taşıyan biri var.

Daha ilk çekimden başlayarak Semih Kaplanoğlu'nun yumuşak ve ölçülü kamera hareketlerini, zevkli çerçevelemelerini, yeterince dinamik, ama sıçramalıhoplamalı olmayan bir tempoyu biz izleyicilere sunan kurgusunu çok beğendim. Filmin kişilerini de sevdim. Özel yanlarıyla ve de temsil ettikleri değerlerle ...

Uluslararası bir şirketin pazarlama uzmanı, anababasını yitirdikten sonra hayatta yapayalnız kalmış ve biraz da bu yüzden, baba mirası birkaç malı mülkü sattıktan sonra Amerika'ya göç edip orda yeni bir hayat kurmaya kararlı Selim, kuşkusuz ki kökenlerine çok sağlam biçimde bağlı olmayan ve 'uzak ülke yeni yaşam' hayalleriyle beslenen sayısız genç insanı temsil ediyor. Onun hayatına birden dalan, çok uzun yıllar yaşadığı Rusya'dan dönüp çocukluğunun geçtiği yörelerde yerleşmek ve yaşamını arda tamamlamak isteyen Nasuhi, çok daha özel biri. Bir dönemde Sovyetler Birliği'nin ve onun ideolojisinin çekiciliğine kapılıp kapağı oraya atan (ya da atmak zorunda kalan), artık geride pek üyesi kalmamış bir kuşağın son temsilcisi sanki ... Nerdeyse yarım yüzyılını emeğe dayalı bir toplumda, emeğinin gerçek karşılığını da alamadan geçirmiş tam bir toprak adamı. Paraya ve onunla ilişkili tüm değerlere tümüyle yabancı. Ama iş toprağa, eve, tarlaya, tarıma, emek, çaba ve onarıma gelince, mucizeler yaratabilen, ölü bir toprağı canlandırabildiği gibi, harabe halindeki bir evi de konağa dönüştürebilen bir ermiş sanki…

Ve ikisinin aralarına biraz yapay biçimde karışan bir kadın. Yıllardır gemilerde dünyayı gezmekte olan babasını bulma umuduyla kalkıp İstanbul'a gelmiş, burada çekişme halindeki iki çok farklı erkeğin yaşamına karışmış Rus kadını Olga ... Olga, Nasuhi'nin yıllarını geçirdiği ülkeden geliyor. Ama o, komünizm sonrası yeni değerlere, paranın ve sermayenin buyurganlığına iman etmiş genç Ruslardan, o sık kullandığımız deyimle, Nataşa'lardan biri. Aslında iyi bir insan ... Ama yeni bir hayat kurmak ve en azından babasını gönlünün çektiğince arayabilmek için eline geçen fırsatı kaçırmayacak, elinin altındaki yüklü bir parayı çalıp ortadan kaybolmaktan çekinmeyecek kadar da gerçekçi... Bu üç insan, önce İstanbul' da, sonra bir Ege köyünün zeytinlikleri içinde garip bir serüven yaşıyorlar. Selim hiç bilmediği bir şeyi, toprağın ve mülkün değerini öğreniyor. Nasuhi hiç bilmediği bir şeyi, paranın gücünü ve yararını asla öğrenemiyor. Olga ise kendine gerekli olanı kavrıyor ve iki erkeğin hayatından, tereyağından kıl çeker gibi geçip giriyor. Herkes Kendi Evinde, artıları ve eksileri olan bir film. Konusu ilginç, sineması düzgün. Erol Keskin görkemli bir kompozisyon veriyor. Görüntü ve müzik çalışması ise birinci sınıf. Ama fılm insanı tam anlamıyla doyurmuyor. İdeolojilerin çöküşü sonrası bu simgesel hikaye, sanki tam 12'den vuramıyor. Yönetmen bize ana temalarını, temel kaygılarını tam anlamıyla ulaştıramıyor. Her şeyi paraya dönüştürme peşindeki Selim de, parayı tanımayan Nasuhi de bize tam anlamıyla gerçek ve inanılır gözükmüyor. Olga belki daha gerçekçi, ama onun hikayesi de yeterince işlenmiş değil sanki.. . . Herkes Kendi Evinde, her şeye karşın kaliteli bir film. Ve kesinlikle yeni ve kişilikli bir yönetmeni haberliyor.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder