DELİ
YÜREK / BUMERANG CEHENNEMİ (2001)
Yönetmen: Osman
Sınav, Senaryo: Osman Sınav, Raci Şaşmaz Görüntü Yönetmeni: Tevfik
Şenol, Yapım: Sinegraf/Mustafa Şevki Doğan, Kurgu: Kemalettin Osmanlı,
Yapım Koordinatörü: Hamide Keçin, 1. Yardımcı Yönetmen: Pelin Esmer,
2.Yönetmen Yardımcısı: Deniz Islakoğlu, Kameraman: Soykut Turan,
Eyüp Boz, Umut Yörükoğlu, Dolly Operatörü: Ufuk Kayar, Kuaför: İbrahim
Karakız, Prodüksiyon Amiri: Cenk Yengin, Prodüksiyon Asistanı.: Barış
Çokgür, Set Amiri: Recep Akdem, Yapım Sorumlusu: A, Şevki Peken, Yapım
Yardımcıları: Hamide Keçin Humma, Asistanı: B. Filiz Ekinci, Özge
Belen Oğuz, Tretman: Ömer Lüfiü Mete, Güliz Küçük, Raci Şaşmaz, Ertan
Kurtulan, Onur Ünlü, Müzik (Aria), Bora Ebeoğlu, Cengiz Onural, Kamera
Asistanları: Eyüp Boz, Ersan Çapan, Umut Yürükoğlu, Özgür Düşkü, Erşen
Ersoy, Işık Şefi: Mehmet Ülken, Makyaj: Aytul Dinçer, Kıuaför:
İbrahim Karakız,
Oyuncular: Kenan
İmirzalioğlu (Yusuf Miroğlu), Melda Bekcan (Zeynep), Selçuk Yöntem (Bozo),
Oktay Kaynarca (Cemal), Zara (Leyla), Zafer Ergin (Şeref), Macit Sonkan (Kasap
HasanDakotalı David), Haluk Kurtoğlu (Mustafa Ağa), Bülent Kayabaş (Karpuzcu),
Emin Gürsoy (Kuşçu), İştar Gökseven (Doğan), Hikmet Karagöz (Rıza), Nihal
Nikerek (Kerim Ağa), Sedat Demir (Apti), Zübeyr Şaşmaz (Celal), Kemal Gençtürk,
Faftih Doğan (Abdi)
Konu: Film bir Mezopotamya haritası
üzerinde gösterilen önemli bölgelere ilişkin dış sesle yapılan yorumlarla
başlar. Dış ses, "Tanrı bile dünya düzeni için peygamberlerini hep buraya
göndermiş" derken, bir el kalemle haritada biçimlendirmeler yapmaktadır.
Yusuf Miroğlu, Diyarbakır'a askerlik arkadaşı Cemal'in düğününe katılmak için
nişanlısı Zeynep ile gitmektedir. Zeynep yolda Yusuf'un askerlik anılarını
anlatmamasından şikayet eder, arkadaşını anlatması konusunda baskı yapar. Yusuf
ve Cemal askerlik sırasında özel bir timde görevlidirler. Bu dönemde operasyon
için Diyarbakır'a, Cemal'in nişanlısı Leyla'nın ailesinin yaşadığı Abdo ağanın
mezradaki çiftlik evine de gönderilmişlerdir. Çıkan çatışmada bir arkadaşları
ölmüş, teröristlerden üçü ise vurulmuştur. Yusuf ve Cemal, komutanlarından
yarım saatlik izin alarak Cemal'in nişanlısını görebilmesi için Abdo Ağa'nın
evine giderler. Fakat evin avlusunda bir cenaze töreni yapılmaktadır. Cemal,
Leyla'yla buluştuğunda ağabeyi Şehmuz'un öldüğünü öğrenir. Leyla, bir aydır eve
uğramayan Şehmuz'un PKK'ya katıldığı önünde bilgi aldıklarını söyler. Şehmuz, o
gün dağın arkasında Cemal ve Yusuf'un da aralarında olduğu özel timle çıkan
çatışmada vurularak ölmüştür. Leyla, Cemal'e "aileme başsağlığı
dilemeyecek misin" diye sorduğunda, Cemal özel bir görev için orda
bulunduklarını söyleyemez. Dönem Gaffar Okan'ın suikasta kurban gittiği
dönemdir. Cemal'in Şeyhmuz'u öldürdüğüne dair çıkan söylentiler yüzünden Cemal
ile Leyla evlenmek için dört yıldır beklemektedirler. Gaffar Okan, ölümünden
önce iki aileyi barıştırmış ve düğünün yapılmasına katkıda bulunmuştur. Yusuf
ve Zeynep, düğünden bir gece önce kına gecesine davet edilmiştir. Yusuf yörenin
geleneklerine göre evli erkeklerden alınacak ve yeni evleneceklere yardımda
kullanılacak paranın miktarını belirlemek için vezir ilan edilir. Cemal,
Yusuf'a Gaffar Okan olmasaydı iki aileyi kimsenin barıştıramayacağını
söylerken, aralarında da Gaffar Okan cinayetinin tahlilini yaparlar. Bu tahlile
Hizbulllah, PKK mücadelesi, faali meçhuller, devletin gülümseyen yüzüne halkın
dışında bölgede kimsenin tahammülünün olmaması, Gaffar Okan cinayetinin
arkasında hangi gizli servisler olduğu gibi konuşmalar konu olur. Lakabı Bozo
olan ve bir süredir izini bulamadıkları komutanları Selahattin'in de, düğüne
gelip gelmeyeceğini konuşurlar. Düğün sırasında Yusuf, Cemal'in ısrarıyla
harmandalı oynar. O sırada havaya atılan metali Yusuf ve Cemal silahlarıyla
vururlar. Yere düşen metalin üzerindeki üçüncü delikten komutanları
Selahattin'in yakınlarda olduğunu tahmin ederler. Yusuf, Cemal ve diğer
konuklar birlikte halay çekerlerken silahlarla havaya ateş açıldığında Cemal,
göğsünden tek kurşunla vurulur. Yusuf, Cemal'i öldürdüğünden şüphelendiği
birini yakaladığı anda onu da bir başkası öldürür. Cemal, Yusuf'un kolları
arasında ölür. Kerim Ağa ve Yusuf, Cemal'i toprağa vermiştir. Kerim Ağa,
Cemal'in intikamını almak isteyen Yusuf'tan uzak durmasını ister. Yusuf ve
Zeynep, Kerim Ağa ile vedalaşarak ayrılırlar. Yusuf benzincide, emekli olduktan
sonra ticarete atılan Şeref Albayla karşılaşır. Şeref Albay ve Yusuf, Cemal'in
öldürülmesi hakkında konuşurlar. Yusuf'un hareket edecekken beyaz bir arabaya
binmek üzere olan ve polislerle konuşan üç kişi dikkatini çeker. Adamlardan
biri Cemal'i öldüren adamı vuran Abdürrezzak' dır. Gördüklerinden kuşkuya düşen
Yusuf, hızla yola çıkarken ters yönden gelen bir karpuz satıcısına çarpar.
Zabıt tutulması için Yusuf ve satıcı, polislerle karakola giderler. Bu arada
emniyet müdürlüğünde Yusuf, benzincideki arabaya binen adamlardan Doğan isimli
birini görür. Yusuf ve Zeynep hasar gören arabayı tamir ettirmek için
Diyarbakır' da kalırlar. Yusuf, otel de televizyon izlerken ABD Adana
Konsolosu'nun çevre ilçeleri ziyaret için geldiğini öğrenir. Konsolos köylülerle
Kürtçe konuşmaktadır. Bu arada otelde Zeynep, Yusuf'a Diyarbakır'a gelirken
daha önce yaşadıkları trajediyi geride bırakacaklarını düşündüğünü ve Yusuf'a
bir şey olma olasılığından korktuğunu söyler. Uykusu kaçan Yusuf, uyumakta olan
Zeynep'i odada bırakarak Diyarbakır'da dolaşmaya çıkar. Ulu Cami'nin avlusundan
Cemal'in kardeşi Celal'i arayarak camiye gelmesini ister. Celal'e gördüklerini
anlatan Yusuf, ondan Abdürezzak'ın Batman'a gönderildiğini öğrenir. Durumu
anlamak için Abdürezzak'm emmisi Rııza dayının işlettiği kahveye giderler. Rıza
dayıdan Abdi'nin akşamları Kıpti 'nin meyhanesine gittiğini öğrenirler. Rıza
dayı Abdi'ye bir adamıyla haber uçurtur. Bu arada Abdi, Doğan'la meyhanede
içmektedir. Doğan, Abdi'den hemen kaybolmasını ister. Miroğlu ve Celal, Abdi'yi
bulamamışlardır. Otel'e dönmekte olan Yusuf'u Doğan'ın adamlarından biri
silahla tehdit ederek ertesi gün öğlene kadar Diyarbakır'ı terk etmesini
söyler. Emniyete giden Yusuf, komiser Doğan Sarıkaya'nın açığa alındığını
öğrenir. Bu arada Yusuf'u bir adam takip etmektedir. Otele geri dönen Yusuf,
Zeynep'i bulamayınca telaşla onu aramaya çııkar. Otele dönen Yusuf' a katip bir
mektup verir. Zeynep kaçırılmış ve kaçıranlar Yusuf'u Mardin'de beklemektedir.
Jipi tamirden gelen Yusuf, Mardin'e hareket eder. Yusuf'un Mardin'e geldiğini
Doğan'ın adamı haber verir. Doğan, Hizbullah örgütünün liderinin evindedir ve
lider Doğan'ı deşifre edebilecek kişi olan Cemal'in öldürüldüğünü fakat hesapta
olmayacak şekilde Miroğlu'nun ortaya çıktığını söyler. Lider işin Abdi 'yle
Yusuf Miroğlu'nun buluşması gibi gözükmesi gerektiğini ve Miroğlu'nu
hallettikten sonra Abdi ve Zeynep'in de halledilmesi talimatını verir.
Hizbullah lideri Hasan, Doğan ve Abdi'nin inançlarının zayıf olduğunu ve
Doğan'ın malum müdür eyleminin en önemli tanığı olduğu için kurulacak şerhi
devlet için katledilmelerinin vacip olduğunu söyler. Adamlarına Riyal dağıtarak
onları İran'ın Kum şehrine gönderir. Yusuf, kendisini takip eden adamı tuzağa
düşerek Zeynep'in tutulduğu eve götürmesini söyler. Zeynep'i kurtaran Yusuf,
iki adamı vurduktan sonra Abdi'yi konuşturmaya çalışır. Zeynep'i jipiyle
Cemal'1erin evine gönderen Yusuf, Doğan'ın peşine düşer. Yusuf, Doğan'ı bir
kilisede kıstınr. Doğan örgüt lideri Hasan'ı arayarak durumu haber verir.
Hasan, Doğan'a Yusuf'u Zinciriye Medresesi'ne çekmesini söyler. Doğan'ı vurarak
kıstıran Yusuf onu medresenin çatısında konuşturmaya çalışırken, Doğan, Yusuf'u
öldürmeye çalışan Hasan'ın kurşunlarına hedef olur. Bu arada Yusuf'u, peşine
takılan Hasan'ın adamlarından keşiş kıyafetli Bozo kurtarır. Boza,
Mezopotamya'da (Amet denilen yer Kabil'in kardeşi Habil'i öldürdüğü yer) yedi
düvel'in çıkarı olduğunu, su sorununun yanında Kürt devleti kurma girişimi ve
arkasında 100 milyar dolarlık esrareroin rantını kontrol etmek, bu kadar
müslüman ülkenin arasında yer alan İsrail'in güvenliğini sağlamak olduğunu
söyler. Hasan'ın adamlarını yakalayan Bozo onları sorgularken, Şeref albayın
olan Dohuk Nakliyat'ın kamyonlarından indirildiğini öğrenir. Bozo, adamları
ağızlarından vurarak öldürür. Bozo'nun yaptığı şiddetten rahatsız olan Yusuf
onunla tartışır. Bu arada Cemal'in evine varmış olan Zeynep, Leyla'ya
üzüntüsünü bildirir. Yusuf'ta Cemal'in evine gelmiştir. Yusuf'un, Cemal'in
tabettirdiği düğün fotoğraflarına bakarken kuzu çeviren adam dikkatini
çekmiştir. Yusuf, Bozo'nun sorguladığı adamlardan kasap Hasan'ı öğrenmiştir.
Cemal, fotoğraf taki adamın kasap Hasan olduğunu söyler. Hasan'ın dükkanına
giden Yusuf, onun üç gündür gelmediğini öğrenir. Dohuk Nakliyat'ın merkezine
giden Yusuf, Şeref albaydan Hasan'ın yerini sorar ve onun hakkındaki her şeyi
bildiğini söyler. Yolda arabasına binen Bozo'yla giden Yusuf'a Boza, kasap
Hasan diye biri olmadığını, onun Kuzey Dakato'lu David olduğunu ve bunları
Amerikan derin devletinin yetiştirdiğini söyler. Yusuf, duydukları karşısında
afallamıştır. Bozo'yla Yusuf, tepede vadiye bakan bir yere gelirler. Aşağıda
silahlı ve arabalı adamlar vardır. O sırada Kuzey Irak'ta ki Kürt liderlerden
biri gelir. Bozo'ya gööre aşağıda eroin, osmiyum, kırmızı civa, belki de Kürdistan
için pazarlık dönmektedir. Yusuf, Bozo'yla mağarada uyurken rüyasına Kuşçu'nun
söyledikleri girer. Panikle uyanan Yusuf'la, Bozo mağaradan atlayarak kaçarlar.
O sırada David, onları öldürmek için lav silahıyla mağaraya ateş açmıştır.
Yusuf, Zeynep'le birlikte İstanbul'a dönmek için hareket ederken ani bir
kararla havaalanına döner. Amacı Zeynep'i uçakla göndermektir. Fakat alanın
kapısından çıkan Şeref albay ve David'i görünce hızla geri dönerek onları takip
eder. Dohuk nakliyata gelen Yusuf, Zeynep'i arabada bırakmıştır. Fakat Şeref'in
adamlarından biri Yusuf'u gafil avlar. Şeref'in adamları Zeynep'i de
yakalayarak depoya getirmiştir. David gittikten sonra adamlarına Yusuf'u
öldürme talimatı veren Şeref albay, Yusuf'un askerde öğrendiği başparmak kıkırdağını
çıkararak kelepçeden kurtulmasıyla av konumuna düşer. Şeref'in adamlarını
öldüren Yusuf, adama intihar etme şansı verse de, Şeref onu vurmaya kalkınca
Yusuf tarafından öldürülür. Yola çıkan Yusuf ve Zeynep, David'e yetişmişlerdir.
Yusuf, Bozo'nun kendisine verdiği lav silahıyla arabanın tavanını açarak
David'in içinde bulunduğu arabayı havaya uçurur. “Prof.Dr.Alim Şerif
Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf,
301”
Ödül:
39.
Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (0105 Ekim 2002)
►
Tevfik Şenol "en iyi görüntü yönetmeni",
►
Oktay Kaynarca "en iyi yardımcı erkek oyuncu"
►
Kemalettin Osmanlı "en iyi kurgu".
&
Tunca Arslan'ın Ağustos 1992'de Antrakt dergisinde yayımlanan "Birbirimizi
Paspas Gibi Çiğneyelim" başlıklı yazısı, unutamadığım yazılardandır.
"Birbirimiz"den kastedilenin sinema yazarları olduğunu belirtirsem,
yazının içeriği de anlaşılır herhalde. Tunca bu yazıda, sinema yazarlarının
birbirleriyle pek tartışmamalarından şikayet ediyordu. On yıl sonra geçen ay,
bu dergide, Tunca'nın "Bir Suçluyu Sorgular Gibi" başlıklı bir yazısı
yayımlandı. Yine benzer şeyler söylüyordu ve hiçbir şeyin değişmemesinden, aynı
şeyleri on yıl sonra yinelernek zorunda kalmasından hiç de mutlu değildi haklı
olarak... "Aradan geçen zamanda bırakın birbirimizi paspas gibi çiğnemeyi,
tozumuzu bile almadık" diyordu.
Her şeyden önce, "birbirimizi paspas gibi çiğneyelim"
temennisinin altına imza atmak isterim yıllardan beri... Sinema yazarlarının,
gizli bir saldırmazlık paktı imzalamış gibi davrandıkları doğrudur. Ciddi
polemiklere rastlanmaz, çok fazla şey tartışılmaz. Bazı filmler ciddi görüş
ayrılıkları doğurur, ama herkes kendi köşesinde durur, söyleyeceğini söylemekle
yetinir. Peki ama niye? Bunda belli bir çekingenliğin ve sinema yazarları
arasındaki "neme lazım, dostuz şunun surasında" düşüncesinin payı
vardır muhakkak... Ama bu kadar basit değil. Türkiye'deki sinema yazarlarının
çoğu, işleri güçleri gereği, gündemi takip etmek, gösterime giren filmleri
tanıtmak ve/veya eleştirmek durumundalar. Bu cümleyi, içeriğine karşı herhangi
bir olumlu ya da olumsuz duygu beslemeden, "olan bu" demek niyetiyle
yazıyorum. Bir yönetmenden ya da oyuncudan bahsedilecekse, bu ancak, o yönetmen
veya oyuncunun bir filminin gösterime girmesi (ya da ölmesi) vesilesiyle
oluyor. Günlük gazeteler bu durumdan daha çok etkilenirken, dergiler,
misyonları gereği ve yerleri sayesinde, güncel olanla olmayan arasında belli
bir denge tutturuyorlar. Bu sınırların dışına çıkabilmek ise, güncel olanı
takip etmeyen yayın organlarının sayılarının ve etkilerinin artmasına bağlı.
(Ki buradan devam edersek, işin ucu Türkiye'deki sinema endüstrisine ve
kültürüne kadar gider.)
Tartışma ortamının sükunetinin bir başka
nedeni de, sinema yazarlarının birbirlerinden çok farklı tellerden
çalmamaları... Sinemaya bakışları, sevdikleri ve sevmedikleri filmler ciddi
farklılıklar göstermiyor. Belli özelliklere sahip iki grup belirlesek, birkaç
aykırı ses dışında tüm sinema yazarları kendine bir yer bulur. Buna hayıflanmak
mümkün ama şaşırmak kolay değil. Sinemanın genel hali, dünyada gelip dayandığı
yer bu…
Diğer yandan, Tunca kimi filmleri sıralayarak,
onlarla ilgili bazı tespitlerin yapılmamasını, örneğin "Yüzüklerin
Efendisi"ne methiyeler düzülürken, bu filmlerin yeterince dikkate
alınmamasını eleştiriyor. Tunca'nın, "Yüzüklerin Efendisi"ne karşı
yanında bulacağı bir iki insandan biri olmama rağmen (bu filme atfedilen
sayısız özelliğin yanına, "tüm zamanların değeri en abartılmış filmlerinden
biri" ünvanını da eklemek isterim), sözlerinin geri kalanına
katılamayacağım. Nedeni basit: Tunca, bütün o filmlerde, söylediği şeyleri
görmüş olabilir. Ama başkalarından da aynı şeyleri görmelerini bekleyemez. O
filmlere, o gözle ancak kendisi bakabilir. Madem "Deli Yürek"i
zikrediyor, onu örnek olarak ele alalım... "Deli Yürek" bence,
tutarlı ve bütünlüklü bir görüş dile getirmeyen, her çiçekten bal alıp önümüze
karmakarışık bir çorba koyan bir filmdi. Türkiye üzerine bir tane dişe dokunur
şey söylediğini düşünmüyorum. Sinemasına hiçdeğinmiyorum, zira yönetmenlik, senaryo ve
oyunculuk performanslarının hiçbiri sinemanın en temel gereklerinin yanına bile
yaklaşamıyordu. Dolayısıyla, bu film üzerine söyleyecek bir şeyim de yok,
tartışılmamasının bir eksiklik olduğunu da düşünmüyorum.
Hal böyleyken, Tunca'nın benden veya bu
film hakkında benimle benzer görüşleri paylaşanlardan, "Deli Yürek"i
"deşmemizi" beklemesi ne kadar anlamlı? Bu benim Tunca'ya "'Yeni
Hayat' geçen yılın en önemli filmiydi, niye dikkate almadın?" demem gibi
bir şey. Tartışma eksikliği çektiğimiz doğru. Bu eksikliğin, belli bir kısırlık
ve boşluk yarattığı da doğru. Ama hem bu eksikliğin tüm sorumluluğunu
yazarların üzerine yıkmayı biraz adaletsiz buluyorum, hem de herkesin kendine
özgü önceliklere ve hassasiyetlere sahip olmasını doğal karşılıyorum. Herkes
kendi penceresinden bakacak, oradan yola Çıkıp bir şeyler söyleyecek ve sonuçta
hepsi bir bütün oluşturacak gibi geliyor bana. Bütün bu yazılanları okuyan
insanlar da, diledikleri yerden, dilediklerini alacaklar.
Kaldı ki, teker teker filmler üzerine konuşmak nadiren faydalı
oluyor. Baktığımız pencereleri tartışmak daha anlamlı olur sanırım. O zaman,
örneğin Tunca'nın ve benim, birbirimizin pencereleri üzerıne edecek lafımız
olur. (Ama ben, aramızdaki dostluk bozulmasın diye susabilirim!) Uygar Şırın
Sinema D. Nisan 2002)
&
Televizyonların vazgeçilmez dizisi Deliyürek bu ay karşımıza sinema filmi
olarak çıkıyor. Çekimleri Diyarbakır ve Mardin'de yapılan filmin yönetmenliğini
dizinin de yönetmenliğini yapan Osman Sınav üstlenmiş. Filmde, bir arkadaşının
düğünü için Diyarbakır'a giden Yusuf Miroğlu, burada damat arkadaşının
öldürülmesinin ardından kendini pek çok karanlık unsurun iç içe geçtiği
karmaşık ilişkiler ağının ortasında buluyor ve Güneydoğu gerçeği ile
yüzleşiyor. Senaryo Gaffar Okkan suikastinden etkilenilerek yazılmış. Kapıları
Açmak, Yalancı, Gerilla gibi filmlerinden tanıdığımız Osman Sınav,
"Deliyürek'in iyi bir aksiyon filmi olmasını hedeflediklerini"
söylüyor. Oldukça büyük ve uzun süren bir prodüksiyonun ardından filmin
yaklaşık iki milyon dolara mal olduğu belirtiliyor. Son dönemde Türk
sinemasında yapım sürecinde gösterilen özenin de arttığı düşünüldüğünde,
sonucun en azından görsel olarak tatmin edici olacağını umabiliriz. Uzun
zamandır Türk sinemasında iyi bir aksiyon örneği göremediklerinden yakınanlar,
cam ekrandan Deliyürek'e ve Kenan İmirzalıoğlu'na hayran olanlar için ise
Deliyürek Aralık ayı vizyonunun içinde vazgeçilemeyecek bir seçenek. “Altyazı”
& Güneydoğuda
yıllardır süregelen ve Allah'a şükür bitmiş gözüken savaşın verdiği kurbanlara,
PKK'ya ve de Hizbullah'a karşı kahramanca bir mücadele vermiş olan Türk
ordusuna ve onun cesur savaşçılarına ve de Gaffar Okan'da somutlaşan şehitlerimize
adanmış gibi duran bir film, Deli Yürek. Ve 1998'den beri yayınlanan bir
TV dizisinden sinemaya aktarılan ilk film.
Film, tüm bu özelliklerin
damgasını taşıyor. Haliyle milliyetçi, 'hamasi ve aksiyona yönelik. TV'de
oldukça iyi işler yapmış, MSU Sinema TV bölümü mezunu Osman Sınav kardeşimiz,
belli bir sinema duygusu taşıyan, Diyarbakır ve Mardin'in olağanüstü
görüntülerini doğal bir dekor gibi kullanan, akıcı ve duygusal bir film ortaya
koymuş. Rahatça izleniyor, sıkıntı vermiyor. Ve arada, Güneydoğu, savaş ve
Türkiye'nin birliği üzerine parlak laflar ediliyor. "Burası Mezopotamya...
Burada kavga tarihle yaşıt" sloganıyla yola çıkan film, terörün çeşitli
bağımsızlık istekleri kadar, "eroin, petrol ya da kırmızı cıva"
ticaretinin dev kazancından da kaynaklandığını vurguluyor. Ve finalde, bir tür
Doğu Susurluk'u gibi, şaşırtıcı kişilikler bir araya geliyor: bîr büyük ülkenin
başkonsolosu, aslında Amerikalı bir ajan olduğu anlaşılan eli kanlı Hizbullah
lideri, ordudan atılmış bir eski subay, çeşitli katillerden oluşan vurucu tim,
vs. Deli Yürek tam bir konjonktür filmi, Yani Türkiye'nin şu anda içinde
bulunduğu koşulların filmi. Bu açıdan misyonunu yerine getiriyor, ama sinema
kaygısı pek taşımıyor. Dolayısıyla bu koşullar değiştiğinde, filmin de
unutulacağı ve tarihin tozlu raflarına kalkacağı kesin.,.”Atilla Dorsay,
“Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”
&
Deli Yürek’in zamanlaması üç açıdan mükemmel: birincisi toplumsal, veya
ekonomik krizlerin ortaya çıktığı dönemlerde bir kahraman miti mutlaka kendini
gösterir. 80'lerle birlikte Hollywood'un doğurduğu süper kahramanları;
Rombo'lan, Rocky'leri, Conan'ları, Chuck Norris'in faşist karakterlerini,
Süperman'leri bir hatırlayın. Bu karakterler ABD'nin 70'lerde pek çok alanda
krize girdiği, itibar kaybettiği dönemleri 80'lerin başından itibaren yeniden
tesis etmeye çabalayan bir zihniyetin tezahürüydü. Hatta Miroğlu'nun Rambo'yla
akrabalığı da aşikar! Asker kökenli olmasının 've onun gibi bir gerilla
savaşını tecrübe etmesinin) yanı sıra Bozo (Selçuk Yöntem) gibi ona kol kanat
geren bir çavuşunun olmasını görmezden gelemeyiz. Böyle olunca gelinen nokta
Bozo'nun "Bu ülkenin ekmeğini yiyip ona ihanet eden, bir gün ekmek yediği
yerden kurşunu yer," deyişini izleyen salondaki seyircinin coşkuya kapılıp
alkışlaması oluyor. İkinci unsur çok daha ilginç ve belki de filme tuhaf bir
şekilde en büyük erdemini bu bahşediyor. Türkiye gibi gündemi yolsuzluklar veya
skandallar yüzünden sık sık bölünen bir düşüncelere sahip olmaması düşünülemez.
Gerçekten de, Susurluk'tan sonra Türk halkının, geçirdiği deneyimler ve her
taşın altından yeni bir bit yeniğinin fırladığına tanık olması onu getirip
paranoyak bir atmosferin merkezine bıraktı. "Filler ve Çimen"in bu
paranoyayı alaycı bir dille, "Melekler Evi"nin ise teğet geçerek
ifade etmesinin ardından "Deli Yürek"in bu paranoyanın üzerine
gittiğini, hatta bunu çözümlermiş gibi yaparak halka yalnız olmadığını
gösterdiğini fark ediyoruz ...
... Üçüncüsü ise "Deli
Yürek"in, kamuoyunda Türkiye'nin tam bir Musul ve Kerkük'ü ele
geçirmesinin telaffuz edilmeye başlandığı bir dönemde gösterime girmiş olması.
Bu, filmin, daha açılış sahnesinde bir parsellemenin söz konusu olduğuna ve bu
bölgenin çoğu kişinin ağzını sulandırdığına dair sunduğu tezi destekler
nitelikte, ilgi çekici bir tesadüf. Kim bilir, belki tesadüf de değil. ..
(Burçin S. Yalçın, Sinema d., S.: 81, Ocak 2002) “2516”
& Deli
Yürek", popüler bir televizyon dizisinin baş kişisini tam bir vatanperver
kimliğiyle Güneydoğu gerçeklerinin 'yakıcı' sıcağında koşuştururken bir sinema
filmi olduğunu unutmamakta... Ele aldığı konuların tartışılabilirliğinde
herhangi bir şeyin veya tersinin ispatlanması söz konusu değil. Dolayısıyla,
kendi çerçevesi içindeki tutarlılığı önemli ve bence başarılı. Ses ve görüntü
ekiplerinin kusursuz başarıları gibi. Ancak, şiddeti şiddetle anlattığı için
asla 'faydalı' değil. Denebilir ki "başka nasıl anlatılır?..
"Mezopotamya 'çözümsüz' olduğu sürece, doğrudur, başka bir türlü
anlatılamaz! .. Özetle, bana uzak, bana 'soğuk' bir film olsa da ergenlik çağı
delikanlılarına ve silahı seven 'gençlere çok iyi bir örnek teşkil ettiğini
söyleyebilirim. (Ali Ulvi Uyanık, Haftalık Antrakt Sinema . s.: 8,2127 Aralık
2001)
&
Deliyürek, bir televizyon dizisi olarak, Türkiye’de televizyonun tarihinde dizi
film döneminin yükselişini temsil eden 1990'lara damgasını vurmuştu. Okullu
yönetmen Osman Sınav, yarattığı Yusuf Miroğlu karakteri ve ilişkileriyle
toplumda yükselen değerlere, "delikanlılık" kültürüne bir karşılık
oluşturmuştu yarattığı popüler ilgi, Osman Sınav'ın Deliyürek'in filmini de
yapmasını sağladı. Televizyonda 90 bölüm yayınlanan dizide 'Yusuf Miroğlu'nu
canlandıran Kenan İmirzalıoğlu, 'Deliyürek'in sinema versiyonunda da aynı
karakteri canlandırıyor. Bu arada kahramanımız Miroğlu, yakın arkadaşı Cemal'e
düğünü sırasında suikast düzenlenerek öldürülmesine tanık olmasının ardından,
düğün için geldiği bir ortamda birden kendisini Güneydoğu gerçeğinin içinde
bulur. Bu cinayeti işleyenleri bulmaya yemin eden Miroğlu, bu süreçte Gaffar
Okan cinayetinin arkasındaki giz, Güneydoğu üzerinde oynanan oyunlarla karşı
karşıya kalır (Aktuğ, Radikal, 2001).
& Deli Yürek, yaşadığımız toplumdaki çalkantılara. "18 yıldır
'terör'ün acısını çeken Türkiye'nin ve Türkiyeli'nin dramını perdeye
yansıtacak" bir film olma iddiasıyla da gerçekleştirilen ve temelde öykülü
sinemanın ana unsurları aşk, entrika, serüven ve aksiyonu içinde barındıran bir
film. "11 Eylül 2001 'den beri dünyayı saran terör atmosferinin yıllardır
ülkemizin Güneydoğu'sunda estirdiği rüzgardan ve MOSSAD'ın Amerikan Başkanı'nın
dahi kurtulamayacağı suikast' diye nitelendirdiği Gaffar Okan eyleminin
çağrışımlarından yola çıkan 'BUMERANG CEHENNEMİ' 'terör'ü Güneydoğu
merceğinden, Mezopotamya merceğine taşıyarak küresel boyutlarda ele
alıyor" (Bir Osman Sınav Filmi Deliyürek Bumerang Cehennemi, 2001: 14).
&
Deliyürek iyi para harcanarak ve iyi mesai yapılarak çekilen bir film. Biçimsel
açıdan oldukça temiz işleyen bir çalışma. Görüntü yönetimi dikkat çekici ve
atmosfer oluşturma açılarından da iyi bir düzeyi tutturuyor. Deneyimli yönetmen
Osman Sınav da başarılı bir dramatik çizgi tutturmuş filminde. Bu başarıya
oyunculuklarıyla özellikle Selçuk Yöntem, Oktay Kaynarca, Zara destek
veriyorlar. Şüphesiz filmin olumlu görünen yanlarına karşın, ürettiği
mesajların tümünü de olumlamak gerekmiyor. Öncelikle Sınav, Raci Şaşmaz'la
birlikte kaleme aldığı senaryoyla, kurmacayla gerçek olayları harmanlayarak
ülkemizin yakın tarihine ilişkin saptamalarda bulunuyor. Hatta saptamadan öte
yıllardır bu coğrafyada ve dolayısıyla ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara ilişkin
yargılarda bulunuyor ve karmaşık ilişkiler yumağına sadeleştirilmiş ve ortalama
seyircinin de anlayabileceği ve inanabileceği çözümler üretiyor. Şüphesiz
sanatçılar yaşadıkları çağın aydını olmaları sıfatıyla bilim adamları gibi yurt
ve dünya sorunlarına duyarlı olan ve bu sorunlara ilişkin ürettikleri sanat
eserleriyle de önermelerde bulunan kişiler. Bu önermelerin muhakkak
doğrulanacak sonuçlar da içerrmesi gerekmiyor.
Deliyürek, özünde ülkemizin temel
yaralarından olan bir dertle, terörle ilgilenirmiş gibi görünürken, aslında
bütün bu olguların, PKK ve Hizbullah terörü gibi, arkasında başka olayların
döndüğünü, bu olguların ise gerçekleri gizlemede bir fon oluşturduğundan
bahsediyor. Şüphesiz bu yorumların gerçekle ilişkisi olmadığım iddia etmek kolay
değil. Kaldı ki kurmaca bir film yapan sanatçı, gerektiğinde amacına
ulaşabilmek için gerçeği de kendine göre yorumlayabilir . Fakat Deliyürek'de,
önceki televizyon dizisinde olduğu gibi gene şiddet ve feodal ilişkiler gelip
başköşeye oturuyor. Diğer yandan, aslında oldukça karışık olan ve çözümü
uzmanlık gerektiren olgular, Gaffar Okan suikastı, kasap Hasan'ın Amerikan
derin devletinin ajanı olması, Albay Şeref'in elini kolunu sallayarak yasadışı
işler yapması gibi, biraz kolaycılığa kaçılarak çözülmüş görünüyor. Şüphesiz
Albay Şeref'in üzerine devletin güçleri gidiyor olsaydı, Miroğlu'na kahramanlık
yapabilecek ve delikanlı, milliyetçi söylemini oluşturabilecek bir alan da
kalmayacaktı. O halde Deliyürek başta oluşturduğu söylemindeki gibi, Mezopotamya'da
binlerce yıldır dönen dolaplar üzerinde yaptığı yoğunlaşmayı, bu coğrafyanın
parçası olan ülkemiz üzerinde de yaparak, bir takım oyunlar olduğunu açıktan
ima ederken, vatan haini niteliğinde bazı kişilerinde himaye gördüğüne ilişkin
sorular da oluşturabilirdi. "Deli Yürek tam bir konjonktür filmi. Yani
Türkiye'nin şu anda içinde bulunduğu koşulların filmi. Bu açıdan misyonunu
yerine getiriyor, ama sinema kaygısı pek taşımıyor Şüphesiz, Osman Sınav bir
film yapıyor ve filminin içinde sürekli sosyolojik okumalar değil, aynı zamanda
insana değin ilişkilerin de karşılıklarını oluşturmaya çalışıyor. Fakat bunu
yaparken pazardaki "delikanlı" kültürünü çok kaşımadan ve
karşılaştığı her vazifeperver durum karşısında silaha sarılmanın bir görev,
çözüm olduğunu, filmin hedef kitlesindeki gençlere sanki tek gerçekmiş gibi
önermeden yapması, daha iyi bir dünyada yaşama özlemlerine de karşılık
oluşturabilirdi. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın
Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 306”