KARŞILAŞMA (2002)
Yönetmen: Ömer Kavur, Senaryo: Macit Koper, Ömer Kavur, Görüntü Yönetmeni: Ali N. Utku, Müzik: Tamer Çıray, Yapım: Alfa Film/Ömer Kavur – Öbjektif Film Studio Kft/Janos Rozsa (Türk – Macar Ortak Yapmı) Kurgu: Mevlut Koçak, Sanat Yönetmeni: Selma Gürbüz, Yardımcı Yönetmen: Zeynep Günay, 2. Yönetmen Asistanı: Selin Arat, Işık: Recep Biçer, Oruç Demir, Nurettin Keleş, Turgut Pelit, Mustafa Gül, Saltuk Çapan, Uygulayıcı Yapımcı: Zafer Çelik,
Oyuncular: Uğur
Polat, Lale Mansur, Çetin Tekindor, İsmail Hacıoğlu, Aytaç Arman, Berrin Koper,
Ani İpekaya, Yüksel Arıcı, Kaman Usluer, Tomris İncer, ,
Konu:
Oğlunun ölümünden kendisini sorumlu tutan Sinan ile geçmişinde işlediği bir suç
yüzünden intihar noktasına gelen Mahmut’un terapi sırasında başlayan dostluğu,
Mahmut’un bir adada öldürülmesiyle farklı bir boyut alır. Sinan dostunun
ölümünü araştırmak için ıssız adaya gider ve önüne yeni bir yaşam sunulur.
&
Yitip giden birinin ardından doğan boşluk... Üstelik aranızdan ayrılan
evladınızsa. Ömer Kavur'un 'Karşılaşma'sı, Nanni Moratti'nin 'Oğul Odası'nın
bizi bıraktığı yerden başlıyor sanki. Moratti'nin karakterleri, evlat acısını o
hayattayken görmedikleri parçalarını işleyerek gidermeye çalışıyorlardı. Kavur'un
kahramanı olan mimar Sinan ise aradan geçen iki yıla rağmen acıyı dindirme
konusunda pek bir fikir geliştirmiş değil. Hatıralar peşini bırakmıyor, hatta
oğluyla buluşmak için intiharı bile denemiş ama korkaklığı engel olmuş.
Bu noktada karşısına, tedavi
gördüğü yerden tanıştığı Mahmut çıkıyor. Karanlık geçmişiyle, kendi gibi
acımasız bir hastalığın pençesinde olan Mahmut, ona aradığı çıkış yolunu
sunuyor. Çünkü, aralarındaki ilişkide öyle bir noktaya geliniyor ki; iki adamın
kaderi birbirine karışıyor.
Saatler,
saatler, saatler
Kavur, 'Melekler Evi' gibi
vasat ve söyledikleri konusunda pek de kendinden emin olamayan bir yapımın
ardından, kendi sinemasal geçmişinden ve referanslarından uzak durmayan
(saatler, saatler, saatler; özellikle de köstekli olanları) ama öte yandan asıl
olarak sırtını polisiyeye dayayan bir filmle karşımıza geliyor.
'Körebe'nin yarı polisiye havasını
katmazsak, Kavur için de bir ilk olan bu deney, kimi aksayan yanlarına rağmen
başarılmış görünüyor. Genel olarak Hitchcock'vari bir atmosfere sahip olan ama
çıkış noktası aşamasında Antonioni'nin Yolcusuyla da akrabalıklar kuran
'Karşılaşma', hayattan umudunu kesmiş bir adamın, heyecanlanmasına ve
böylelikle ayakta kalmasına neden olacak bir sırrı üzerine geçirmesini
anlatıyor. Bir ada parçasında kendi oğluna benzeyen bir gencin, ardından da bir
genç kızlık fotoğrafının kendi dünyasında bıraktığı izin peşine düşen orta
yaşlı mimar, fazlasıyla Freudyen izler taşıyan bir öykünün içinde ilerliyor.
'Karşılaşma', ilk yarıda son derece sade çizgilerde ilerliyor. Mimar Sinan,
temiz adımlara, hikâyenin ön aşamalarında geziniyor. Sonra işin polisiye
örtüsünün altına giriyor. 30 yıldır hiçbir olayın yaşanmadığı adada bir cinayet
işlenmiştir ve yumağın ucunda Sinan da vardır. İşte bu noktada çok da
inandırıcı olmayan (kâğıt üzerinde inandırıcı ama işleniş anlamında değil) bir
aşk hikâyesi, peşi sıra örtülü bir babaoğul ilişkisi gelişiyor. Öykünün kötü
adamı olarak da komiser Hasan beliriyor. Sonra hikaye üç erkek ve onların
merkezindeki bir kadına dönüşüyor. Bence polis karakteri abartılı; kadın da bu
üç erkeği kendine bağlayacak oranda ışıltı barındırmıyor. Ve en önemlisi final;
polisiyelerin böyle mutlu bitmesinin kimseye yararı yok. Mutlu aile tablosu
eksik kalsaymış daha güzel, daha etkileyici olurmuş. Üstelik Türk sineması yeni
bir katil modeline kavuşurdu.
Karakter kurbanı Arman
Uğur Polat, hep özel bir
oyuncuydu; burada da öyle. Aytaç Arman, 'Gönderilmemiş Mektuplar'ın ardından
yine yan bir rolde sivriliyor ama bu kez biraz karakterinin dağınıklığına
kurban gitmiş. Genç oyuncu İsmail Hacıoğlu bazı sahnelerde çok iyi ama sanki
filmin sakinliğiyle onun denetimsiz oyunculuğu problem yaratıyor. Çünkü
performansı, zaman zaman TV dizisi formatına kayıyor (meşhur lise dizileri
yani). Çetin Tekindor mükemmel, Lale Mansur da ortalamayı tutturuyor. Ama filmi
asıl ayakta tutan yan öğeler Ali Utku'nun görüntü yönetmenliği, Tamer Çıray'ın
müziği ve Bozcaada'nın dev pervaneleri... (Uğur Vardan Radikal G, 26.12.2003)
&
İsa'dan önce ikinci yüzyılda batı Anadolu uygarlıklarından İon kültürüne mensup
bir düşünür olan Aşa, varoluşunun başlangıç noktasına, doğuya doğru yola
çıkmaya karar verir. 'Karşılaşma', ilk yarıda son derece sade çizgilerde ilerliyor.
Mimar Sinan, temiz adımlara, hikâyenin ön aşamalarında geziniyor. Sonra
işin polisiye örtüsünün altına giriyor. 30 yıldır hiçbir olayın yaşanmadığı
adada bir cinayet işlenmiştir ve yumağın ucunda Sinan da vardır. İşte bu
noktada çok da inandırıcı olmayan (kâğıt üzerinde inandırıcı ama işleniş
anlamında değil) bir aşk hikâyesi, peşi sıra örtülü bir babaoğul ilişkisi
gelişiyor. Öykünün kötü adamı olarak da komiser Hasan beliriyor. Sonra hikaye
üç erkek ve onların merkezindeki bir kadına dönüşüyor. Bence polis karakteri
abartılı; kadın da bu üç erkeği kendine bağlayacak oranda ışıltı barındırmıyor.
Ve en önemlisi final; polisiyelerin böyle mutlu bitmesinin kimseye yararı yok.
Mutlu aile tablosu eksik kalsaymış daha güzel, daha etkileyici olurmuş. Üstelik
Türk sineması yeni bir katil modeline kavuşurdu.
Karakter kurbanı Arman
Uğur Polat, hep özel bir
oyuncuydu; burada da öyle. Aytaç Arman, 'Gönderilmemiş Mektuplar'ın ardından
yine yan bir rolde sivriliyor ama bu kez biraz karakterinin dağınıklığına
kurban gitmiş. Genç oyuncu İsmail Hacıoğlu bazı sahnelerde çok iyi ama sanki
filmin sakinliğiyle onun denetimsiz oyunculuğu problem yaratıyor. Çünkü
performansı, zaman zaman TV dizisi formatına kayıyor (meşhur lise dizileri
yani). Çetin Tekindor mükemmel, Lale Mansur da ortalamayı tutturuyor. Ama filmi
asıl ayakta tutan yan öğeler Ali Utku'nun görüntü yönetmenliği, Tamer Çıray'ın
müziği ve Bozcaada'nın dev pervaneleri... (Uğur Vardan Radikal G, 26.12.2003)
&
İsa'dan önce ikinci yüzyılda batı Anadolu uygarlıklarından İon kültürüne
menbaşlangıç noktasına, doğuya doğru yola çıkmaya karar verir. Son bir kes
Apollo rahibesine danışır. Rahibe, Aşa'yı ulaşacağı yerde düşünemeyeceği kadar
başka ve garip bir dünyayla karşılaşacağı konusunda uyarır. Aşa ise, onu ve
temsil ettiği değerleri ardında bırakarak yola çıkar.
Aynı dönemlerde Anadolu'nun
Kapadokya bölgesinde Zerdüşt dinine mensup rahipler, aydınlığın karanlığa karşı
kazanacağı mutlak zafer gününe olan inançlarını, kutsal ateş kültüyle ve
ayinleriyle her gece yenilemektedir.
Zerdüşt
baş rahibi Muğ ile, İon düşünürü Aşa ertesi gün karşılaşırlar; Batı'dan gelen
Aşa ile yüzünü batıya dönmüş Muğ, yaşam ve zaman hakkında konuşurlar.
& Ömer
Kavur sinemaya dönüyor. Türk sinemasına Yatık Emine'den, Kırık Bir Aşk
Hikayesi'ne, Amansız Yol'dan Anayurt Oteli'ne, Gizli Yüz'den Akrebin
Yolculuğu'na onca güzel film armağan etmiş olan 2003 yılı itibariyle 60
yaşındaki yönetmenimiz, geçici bir durağanlık dönemi geçirdi. Şimdiyse, kimi
filmlere usta işi senaryolar yazmış olan Macit Koper' den aldığı esinle, tam
kendisine yakışır bir gizem, geçmişle hesaplaşma ve ruhun derinliklerine
yolculuk öyküsüyle sinemaseverlerin karşısında ...
40
küsur yaşlarında iki adamın öyküsü bu ..
İkisinin de yaşamlarında gizli
duran birer dram var. Mimar Sinan, gencecik oğlunu ölümcül bir kazada yitirmiş,
üstüne üstlük ağır bir hastalığa yakalanmış. Karanlık bir adam olan zengin ve
nüfuzlu Mahmut ise, hayatta sevdiği tek kadını yanlış davranışları yüzünden
kaybetmiş ve şimdi onun peşine düşmüş ...
Bu iki yaralı erkeğin yolları, bir Ege
adasında kesişiyor. Sinan, terapi sırasında tanıştığı Mahmut'un ölüm haberini
alınca, ne olup bittiğini anlamak için adaya geliyor. Burada güzel ve gizemli
bir kadın ve onun sorunlu oğluyla karşılaşacak ve arkadaşının kaderiyle
kendisininkini birleştiren düğümleri birer birer çözmeye başlayacaktır... Evet,
Kavur' a yakışır bir hikaye, insan ruhunun derinliklerine doğru bizleri sanki
Avrupa sineması tarzı bir yolculuğa çıkaran bir suç, pişmanlık ve bedel ödeme
öyküsü bu... Sinan ise, bulacağı gerçeğin ellerini yakacağını bile bile onu
öğrenmekten ve eski deyimiyle hakikate ulaşmaktan çekinmeyen bir modern trajedi
baş kişisi ...
Kavur'un kendine yakın bir öyküyle eski başarılarına yaklaştığı
fillmde, yüksek bir oyunculuk gösterisi de var. Uğur Polat ve Çetin Tekindor
gibi iki büyük oyuncu olmasaydı, yardımcı rolünde Aytaç Arman o denli görkemli
bir karakter çizmeseydi, Lale Mansur gizemli güzelliğini fılme katmasaydı. ..
Ama en önemlisi, sinemamız için gerçek bir kazanç olduğuna inandığım İsmail
Hacıoğlu o son derece zor ve nankör, aynı zamanda da hikayenin düğüm noktası
olan Osman rolüne öylesine asılmasaydı. .. Karşılaşma bu denli başarılı olur
muydu? Elbette Ali Uğur'un görüntülerini ve Tamer Çıray'ın müziğini de
unutmaksızın ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf,
105”
· Ömer Kavur'un sinemasında yol ve arayış
daima bütün temalara galebe çalar. Bir Ömer Kavur kahramanı Alice'in Harikalar
Diyarı'na düşüşüne paralel bir 'yan evren'e geçer hatta çoğu zaman!. O yüzden
Kavur filmlerinde hakikat nerede başlar ve nerede biter, kestirmek zordur.
Evet, bir kırılma noktası her zaman vardır ama öykünün gerçekliğe doğru mu kırıldığı,
yoksa gerçeklikten tahayyüle doğru mu büküldüğü belki düğüm çözüme kavuşurken
anlaşılır, belki de hiç anlaşılmaz. Bize bıraktığı son film olarak tarihe geçen
"Karşılaşma" neresinden baksanız katıksız bir Ömer Kavur filmi bu
açıdan. Filmin ilk 20 dakikasında Sinan (Uğur Polat) ve Mahmut'un (Çetin
Tekindor) tanışmalarına ve ilişkilerinin kısa sürede 'iç içe geçmesine tanık
oluruz. (Biraz daha beraber vakit geçirseler yerli ve eril bir
"Persona" vakasına imza atabilirlerdi) Her ikisi de bir hastanede, bir
terapi seansındadırlar. Sinan yıllar önce oğlu nu kaybetmiş, bunun
sorumluluğunu da kendi vicdanına yüklemiştir. Evliliği bu yarıpsikosomatik ruh
hali yüzünden çatırdamaktadır. Mahmut'la da tam bu esnada tanışır. Varlıklı, bu
varlığın getirdiği baskınlığı da kişiliğine iliştirmiş, buyurgan bir adamdır
Mahmut. İki adam birbirlerine bakınca sanki 'olmak istedikleri' kişileri
görmektedirler. Belki de bu yüzden o hastane odasından çıktıktan sonra bağları
kopmaz. Hatta, ölümcül bir hastalığın pençesindeki Mahmut kendisini öldürmesi
için Sinan'a silah hile uzatır. Yapamaz Sinan. Ama Mahmut'u takip etmekten de
kendisini alamaz. Evine girip özel eşyalarını karıştıracak kadar hem de ... Bir
kadın fotoğrafı görür... Kimdir bu kadın? Mahmut'un eski bir sevgilisi mi?
Mahmut'un öldürüldüğünü öğrendiği andan itibaren her Kavur
kahramanı gibi Sinan da kendisini çevreleyen sınırı aşacak cesareti toplar.
Soluğu Mahmut'un öldüğü yerde, Bozcada'da alır. Yolda motosikletli bir çocuk
yüzünden kaza yapar. Motosikletin üzerindeki genç ise oğluna çok benzeyen Osman
'dan (ismail Hacıoğlu) başkası değildir. Sinan hayal ettiği işi, eşi ve evladı
kısa sürede Ada'da bulur ama Mahmut'un katiliyle de çok yakında yüzleşecektir.
Ömer Kavur'un kahramanları öteden beri
yalnızlık çekerler. Tam da bu yüzden aidiyet duyguları yoktur ve dönüşü olmayan
yolculuklara çıkma konusunda böylesine gözü kara olmalarının nedeni de biraz
budur. Sinan da aidiyet duygusunu yitirmiş, suçluluk duygusundan fena halde
mustarip bir adamdır; bu yolculuk sadece geleceğini şekillendirmeyecek, aynı
zamanda ona geçmişiyle yüzleşme cesaretini de verecektir.
'Mutluluk nedir?' Osman'ın
elindeki dijital kamerayla kayda girip çevresindekilere bu soruyu biraz da naifçe
sorması Kavur'un bu filmdeki en taze temasına da işaret eder aynı zamanda.
Ayrıca kameradaki bu görüntüler filmdeki polisiye unsurları besleyen bir katman
ekler öyküye. İnsan kendi kendisine yalan söyleyerek mutlu olabilir mi?
Osman'ın çekimleri bunu da yanıtlayacaktır. ..
Bundan yaklaşık beş yıl önce
bir söyleşi esnasında Ömer Kavur'a filmin Bozcaada'ya kadarki bölümünün yarı
uykulu bir atmosferde geçtiğini, kazıyla birlikte ise Sinan'ın sanki bir
uykudan uyandığını söylemiştim. Çünkü filmin o ilk 20 dakikalık bölümünde kimi
zaman Sinan'ın içi geçiyor, uyuyakalıyordu. Kaza sonrasında ayılması ise bu
kırılmanın can alıcı noktasıydı. Kavur ise bunu reddetmiş, tam tersine filmin
ilk bölümünde Sinan'ın hayatı tüm gerçekliğiyle yaşarken, Ada'ya ayak bastığı
andan itibaren ise bir çeşit hayal alemine dalmış olabileceğini söylemişti. O
zaman yorumuma çok güveniyordum ama bugün dönüp baktığımda Kavur’un da
ziyadesiyle haklı olduğunu ve galiba onun filmlerini bu denli zengin kılanın da
biraz bu 'çoklu okuma' olabileceğini düşünmeden edemiyorum.
"Karşılaşma" özellikle yoğun diyalog zafiyetine rağmen incelikli inşa
edilmiş öyküsü sayesinde ayakta kalmayı başaran, insan psikolojisini yoğun
biçimde ele alan, bunu izleyicisine hissettiren, hakikat ile imgelemin kimi zaman
birbirlerine teğet geçtiği, mekan kullanımıyla öne çıkan, tipik bir Ömer Kavur
filmi.
Yönetmen özellikle bu sonuncusuna çok
dikkat ederdi. Çoğunlukla öyküsünü mekana göre kurardı. Nitekim
"Karşılaşma"nın Çıkış noktası Bozcaada'da gördüğü o rüzgar değirmenleri
olmuştu. O pervanelerin altında bulunacak bir ceset öyküdeki gizemin fitilini
de ateşleyecekti.