Powered By Blogger

16 Aralık 2022 Cuma

 

RUS GELİN (2002)


Yönetmen: Zeki Alasya, Senaryo: Umur Bugay, Öykü: Elvan Pektaş Deniz, Müzik: Müjdat Akgün, Görüntü Yönetmeni: Eyüp Boz, Yapım: Bugay Film/ Umur Bugay Yönetmen Yardımcısı: Faruk Karaçay, Yardımcı Yönetmen: Korkut Akın, Sanat Yönetmeni: Saim Bugay, Kurgu: İsmail Niko Canlısoy Genel Koordinatör: Nezihe Dikilitaş, Belgin Kutun,

Oyuncular: Zeki Alasya, Metin Akpınar, Tatyana Tsvikeviç, Murat Akkoyunlu, Sibel Taşçıoğlu, Şafak Sezer, Bilge Şen, Nezih Tuncay, Ali Uyandıran, Ömer Çolakoğlu, Serdar Bordanacı, Ünal Erdoğan, Levent Ünsal, Erdoğan Tuncel, Azer Bülbül, Faruk Karaçay, Yıldırım Öcek, Şebnem Alakurt, Uluç Özkök, Şafak Orbay, Tuncay Tarhan, Celâl Özberk, Cengiz Samsun, Ali Yaylı, Hale Caneroğlu

Konu: Dünya şampiyonu bir Rus kadının Türkiiye'deki öyküsü. Türkiye adına yarışa katılmak için Moldovya'dan gelen Rus güzeli okçu Lena Aslanova (Tatyana Tsvikeviç), beklenmedik bir sorunla karşılaştı: Bu yarışa katılabilmek için formalite evliliği yapması gerekmektedir. Bu evlilik için, federasyon başkanı Mithat Kocabaş (Zeki Alasya), namazındaki niyazındaki eski bir pehlivan (Metin Akpınar) olan yaşlı damat adayını ikna eder. Bu arada güzel okçu kızı ülkesine geri götürmek isteyen Moldovyalı ajanlar iz sürmektedir. Yaşlı pehlivan ise birden Lena’ya aşık olmuştur. Bu nedenle formalite evliliğine karşıdır. Büyüsüne kapıldığı Rus kızıyla, geleneklerine uygun bir düğün le bu evliliği yasallaştırmak ister. Federasyon başkanı Mithat Kocabaş da gizliden gizli ye Lena’ya aşık olmuştur. Başkan her iki taraftan da zor durumda kalmıştır. Lena'nın oteli terk edip pehlivanın evine yerleşmesine engel olamaz. ve olaylar komik bir evlilik macerasıyla sürüp gider.

 Ödül:

Sadri Alışık Sinema Ödülleri (20022003)

► Murat Akkoyunlu "umut veren erkek oyuncu".

& Rus Gelin, elin yüzü düzgün, sinema gibi sinema işte. Hayır, sanıldığı gibi bir Zeki’nin filmi değil, Yönetmen Zeki, bir Metin filmi yapmış .. Hem de çok iyi yapmış .. Bir defa teknik kalite iyi .. Çekimler iyi, görüntü, ses, müzikler iyi. Sizi rahatsız eden bir şey yok. Şirin bir öykü.. Hemen hepsi çok iyi yönetilmiş, iyi oynamış oyuncular. Metin Akpınar, Rumelili pehlivan eskisi rolünde, aksanı ile başlayarak harikalar yaratıyor. Kahkaha ile gülerek, kah gözleriniz yaşararak izliyorsunuz. Metin tiyatrocu.. Ama teatral oynamıyor, rol kesmiyor. Sinemacı gibi oynuyor.. Öteki tiyatrocular da öyle.. Şafak Sezer, Murat Akkoyunlu ve Bilge Şen'e de bayıldım mesela. Filmde havada kalan, kopuk iki tip var. Nerden, niye geldikleri ve nereye gittikleri belli olmayan casuslar (Hıncal Uluç, Sabah G., 8 Şubat 2003)

& Metin Akpınar Zeki Alasya ikilisini yeniden görmek ne güzel.. Türk usulü komedinin bu altın çocukları, hayat yolunun ileri bir noktasına geldiler. Açıkçası yaşlandılar. Ama küçük ekrandan bize sürekli yansıyıp duran onca eski filmlerinin sık sık hatırlattığı gibi, onlar bizim gerçek ve büyük komedi ustalarımız, tiyatrodan, 'kabare'den gelip sinema da da son derece olumlu işler yapan büyük halk sanatçılarıydı. Ve hala da öyleler ...

Zeki Alasya'yı da yönetmenliğe döndüren bu yeni filmleri, Türkiye'nin yakın yıllarda yaşadığı kimi olaylardan esinler taşıyor. Rusya' dan, Moldovya'dan ülkemize sığınan bir kadın ok şampiyonu, burada Okçuluk Federasyonu tarafından karşılanıyor. Peşinden ayrılmayan iki casusla birlikte ... Güzel Lena'nın Türkiye adına uluslararası alanda yarışabilmesi için Türk vatandaşı olması gereklidir. Bunun en kestirme yoluysa ona, kağıt üzerinde kalan bir formalite evliliği yaptırmaktır. Federasyon başkanının has adamı olan bir gencin, namazında niyazındaki eski pehlivan kayınpederi, akla gelen ilk isim olur. Ve evlilik gerçekleşir. Ama güzel Lena'nın çekiciliğine kimse dayanamaz ki...

Böylece, ununu eleyip eleğini asmış yaşlı adam da, kaşarlanmış başkan da kadına abayı yakarlar ve vaveyla kopar ...

Umur Bugay'ın daha önceki senaryo ya da TV dizilerini hatırlatan bir sıcaklığı var senaryonun ... Ve film çok da iyi başlıyor. Havaalanı, antrenman sahası vb. mekanlardaki kalabalık sahneler, prodüksiyon olarak çok iyi çözümlenmiş. Türk erkeğinin, giderek Türk insanının kimi temel özellikleri çok iyi biçimde saptanmış ve mizah konusu yapılmış. Alasya da, Akpınar da üzerlerine eldiven gibi oturan rollerinde çok iyiler ve de o ezeli rekabet filmlerde ... ama galiba biraz da gerçek hayatta), bir hikaye boyunca yeniden canlanıp karşımıza geliyor sanki ...

Ancak ikinci yarı da işler biraz bozuluyor. Belli bir yerde duruyor sanki hikaye ve Akpınar ile genç kızın ilişkisi, üzerine yeni eklemeler yapılmaksızın, tekdüze biçimde olduğu yerde sayıyor. Allah'tan Bugay Alasya ikilisi, burada biraz da dram malzemesini devreye sokuyor ve hikayeye bir 'çok genç bir kıza aşık yaşlı adam' sosu katıyorlar. Bu Mavi Melek teması üzerine birkaç dokunaklı sahne ve de final, filme daha hüzünlü bir hava katıyor.

Rus Gelin beklediğimiz kadar iyi değilse de, sonuç olarak keyifle izlenen bir film. Benim için en ilginç yanıysa, iki yeni ve büyük yeteneği keşfetmek oldu: pehlivanın kızı ve damadı rollerindeki Sibel Taşçıoğlu ve Murat Akoyunlu. Özellikle Akoyunlu geleceğin parlak bir komedyeni olacak desem... Acaba yanılır mıyım? “

& 37 senelik beraberliğin ardından yollarını ayırdıktan sonra ilk kez "Güle Güle" filminde bir araya gelen Zeki Alasya ve Metin Akpınar, ikiliyi birlikte görmeyi özleyenleri mutlu etmesi beklenen bir başka filmle yeniden seyirci karşısına çıkıyorlar. Yönetmenliğini Zeki Alasya'nın yaptığı "Rus Gelın", Moldovya'dan gelen dünya şampiyonu bir okçunun Türkiye adına yarışabilmesi için yaşlı bir pehlivanla yaptığı formalite evliliğini konu alan bir komedi. (Senem Erdı Ne (Sinema D. Şubat 2003)

Son yıllarda daha çok "Bizimkiler" ve Yazlıkçılar" gibi Türkiye'nin en çok seyredilen televizyon dizilerinin yapımcısı olarak tanınan ama aynı zamanda Yeşilçam'ın altın günlerine uzanan bir sınema geçmişine sahip deneyimli bir senaryo yazan olan Umur Bugay'ın geliştirdiği bir film projesi "Rus Gelin". Ertem Eğilmez'in çektiği ilk "Hababam Sınıfı"nın, "Çöpçüler Kralı", "Kapıcılar Kralı" ve "Düttürü Dünya" gibi popüler komedilerin senaryolarını yazan Bugay'ın son film projesi, 2000 yılında gösterime giren, başrollerini Güven Kıraç, Meltem Cumbul ve Zafer Algöz'ün paylaştıkları "Duruşma" filmiydi. Maddi olanaksızlıklar yüzünden sinema yapamadığından yakınan yapımcı, EIvan Pektaş Deniz'in öyküsünden uyarladığı "Rus Gelin"i de 90 dakikalık bir televizyon filmi olarak düşünmüş başlangıçta ancak sonra, yeni kurulan bir yapım ve dağıtım şirketi olan Türk filminin devreye girmesiyle birlikte bir sinema filmine dönüşmüş proje. Sinemaya yatırım yapmak ve her yıl en az iki Türk filmi piyasaya sürmek iddiasıyla yola çıkan şirket, projeyi satın a1mış ve bir sinema filmi olarak gerçekleştirilmesini sağlamış. "Rus Gelin"le ilgili bilgi almak üzere görüştüğümüz şirket yöneticisi Çağlar Ergin, "Kuruluş dönemlerimizde sektörde bir kıpırdanma vardı. İnsanlar film çekmek istiyordu, biz de biraz imdada yetişir gibi olduk ve ilk defa Bugay yapımın bu projesine destek verdik" diyor. "İkinci projemiz de çok iddialı olacak. Senaryosunu Cem Yılmaz'ın yazdığı ve başrolünü üstleneceği bilim kurgu komedi türündeki bu filmin hazırlıkları sürüyor. Mart'ta çekime başlanacak ve sonbaharda gösterime girecek. Türk sinemasını bundan 20 yıl önceki şaşaalı günlerine döndürmeye çalışacağız. Ne Hollywood'a yanaşan ne Avrupa sinemasına öykünen, bütünüyle Türkiye'nin gerçeklerinden hareket eden Türk filmleri çekmek istiyoruz. Bu film de bunun örneklerinden biri. Her şeyiyle bir Türk hikayesi. içinde bir Gagalus Türkü var, pehlivan var, federasyon var"

Başrollerini Zeki Alasya, Metin Akpınar ve Türkiye'de modellik yapan Rus oyuncu Thtsyana Thvikeviç'in paylaştıktan filmin konusu şöyle:

Moldovya'dan gelen, dünya şampiyonu bir okçunun (Thtsyana Thvikeviç) Türkiye adına yarışabilmesi için formalite evliliği yapması gerekmektedir. Federasyon Başkanı (Zeki Alasya), damat olarak düşünülen eski bir pehlivanı (Metin Akpınar) bu evliliğe ikna etmeyi başarır. Bu arada ajanlar Rus okçunun peşindedir, yaşlı damat ise formalite icabı evlendiği genç ve güzel eşine aşı olmaya başlamıştır…

"Filmin bugünkü halimizi anlattığını söyleyebiliriz" diyor Umur Bugay. "Komik olan halimiz işte. Hamaset, bürokrasi... Her şey bizde büyük mesele haline geliyor. İşte hamasi bürokratlarımızla, madalya mücadelesini öne çıkaran onların bakış açısıyla, asıl iş yapan insanların çabalarının çatışmasını görüyoruz filmde. Komedi de buradan kaynaklanıyor."

"Rus Gelin", özel olarak ZekiMetin ikilisi için tasarlanmış bir film değil. "Zaten bir ikili filmi değil bu" diyor Bugay. "Diğer filmlerindeki gibi bir ikili çatışması yok ama pehlivan rolü Metin için düşünüldü. Şener Şen de düşünülmüştü aynı rol için ama Şener'in başka projeleri vardı. Metin okudu, çok benimsedi."

Dolayısıyla önce Metin Akpınar katılmış projeye. Arkasından filmin yönetmenliği ve başrollerden . birisi için Zeki Alasya'ya teklif götürülmüş. "Rus Gelin" hakkında konuşmak üzere görüştüğümüz yönetmen, teklifi kabul etmesinin sebeplerini şöyle açıklıyor: "Bir kere her zaman söylediğim gibi sinemayı çok seviyorum. Yani çok açıkça anlamsız bir teklif değilse bu konuda gelen her teklifi ciddiye alıyorum, ama son iki sene içinde dokuza yakın projeyi reddettim. Sinemayı çok sevdiğim halde reddedebildiğimi göstermek bakımından söylüyorum bunu. Teklifi kabul etmemdeki en önemli etkenlerden birisi, Türk filminin çıkış noktasıydı. Hasbelkader bir film yapacağım diye değil, Türk filmleri yapacağız, diye yola çıkıyorlar. Sinemayı bu kadar seven bir insan olarak buna duyarsız kalmak mümkün değildi. kincisi, bana teklifi getiren Umur Bugay, benim 35 senelik arkadaşımdır. üstelik yönetmenliğini yaptığım ilk fiiıni birlikte hazırlamıştık. Umur o filmin senaryo yazarıydı. Daha sonra gerek tiyatroda gerek müzikallerde birlikte çalıştığımız, kafasına çok güvendiğim birisidir. Bir başka etken de, ara ara da olsa birlikte iş yapmanın keyfini süreceğim bir adam olan Metin Akpınar'la bir araya gelmek fikriydi. Metin, Cumhuriyet döneminin en iyi oyuncularından birisidir hiç şüphesiz. Onu çok iyi tanıyorum. Bir yönetmenin en büyük avantajı bu kadar iyi tanıdığı bu kadar iyi bir oyuncuyla çalışmaktır. Bir de bir para istedim verdiler. Gerekli şartlar tamamlandı yani. (Kahkahalar)"

 Neden aynıydık?

Ortaklıklarına son verdikleri 1997 yılından beri bir "Güle Güle" filmi için bir de şimdi "Rus Gelin"de bir araya gelen Zeki Alasya ile Metin Akpınar'ın 37 yıl beraber çalıştıktan sonra yollarını ayırmalarının sebebi hep merak edilir. İşin iç yüzünü bir de Zeki Alasya'dan dinleyelim dedik: 'Aramızda büyük kavgalar gürültüler olduğu sanılır, oysa bizim Metin'le beraberliğimiz 37 yıl süren bir beraberliktir ve bu, iyimser bir hesapla bile Türkiye'deki insan ömrünün yansından fazla bir süredir. Bu süre içinde insanların dünya görüşleri, beğenileri, davranışları ve eğilimleri her yıl bir öncekinden biraz daha farklılaşabilir. Yani bir noktadan başlarsınız, bir süre her konuda aynı düşünerek sürdürürsünüz işi ama giderek farklı düşünmeye başlarsınız. Bu yavaş yavaş olur ama bir süre sonra aranın açıldığını fark edersiniz. Bir gün gelir ki hiçbir konuda aynı şeyi düşünmez olursunuz. . Böylesine bir fikir ayrılığına düştüğünüzde ortak üretimi sürdürmek zordur. Yani sabun fabrikası değil ki bu, bir taraftan hammaddeyi koyalım öbür taraftan çıksın. Bu kadar farklı düşünen insanların bir şey yaratması çok güç olur. O zaman ne yapılabilir, üretime nokta koyulabilir, üretim ara ara yapılabilir ya da yanlış olduğunu düşünmeden sırf para kazanmak için sürdürülebilir. Biz bütünüyle kesmedik ama sırf para kazanmak için sürdürelim hatasına da düşmedik. Ara ara çalışma yolunu seçtik. Yani Metin ile beraberliğimiz artık böyle filmlerde falan, ama hiç belli olmaz yarın öbür gün bir yapımcı çıkar bir müzikalden falan bahseder ikimizin de aklına yatar, yine süreli olarak bir araya geliriz.

11 kez ZekiMetin filmi yöneten Alasya, yıllar sonra yeniden eski ortağını yönetiyor bu filmde ve bir yönetmen gözüyle bakınca bugün Metin Akpınar'ın eskisine göre çok daha iyi bir sinema oyuncusu olduğunu düşünüyor. "Bu son çalışmada gördüğüm Metin Akpınar, sinema oyuncusu olarak benim bıraktığım Metin Akpınar'dan bayağı farklı bir noktada. Şimdi, sinemayı daha iyi koklayan bir oyuncu. O zaman hep tiyatro ön plandaydı ve tiyatro vardı aklında, oysa sinema yapan insanların sinema düşünmesi lazım, nefesini sinema olarak alması lazım. Metin onu yapamazdı. Bizim filmlerimizden sonra Sinan Çetin'in 'Propaganda'sında, 'Güle Güle'de, Abuzer Kadayıf'ta oynadı. Bütün bu deneyimler onu daha iyi bir sinema oyuncusu yapmış gördüğüm kadarıyla."

Her şeye rağmen görüş ayrılıkları baki, ama sınırları belli bir senaryo etrafında buluşmaya ve bir proje süresince birlikte çalışmaya ikisinin de itirazı yok. İş bittikten sonra herkes, aynı görüş ayrılıklarıyla ayrı ayrı yoluna devam etmekte özgür ne de olsa. Zeki Alasya'ya sorarsanız o, özellikle televizyona ağırlık verdikleri bunca yıldır ihmal ettiği sinemaya ağırlık vermek istiyor bundan sonra. "Kimilerini kızdırsam da baştan itibaren cesaretle söylediğim için yeniden söylemekte sakınca görmüyorum, sinemayı televizyondan da, tiyatrodan da daha fazla seviyorum" diyor. "üstelik kameranın önünü deil arkasını seviyorum. Yani parasal sorunum olmasa yaşamının bundan sonraki bölümünü sadece sinema filmi yaparak geçirmek isterdim."

 

Yeşilçam'a dönüş

Geçmişten bu yana, sinemaya bakışında pek fazla değişiklik olmadığını söylüyor. Değişen dünyayla birlikte anlatmak istediği hikayeler ve kullanmak istediği teknoloji değişmiş belki ama tıpkı eskiden olduğu gibi yine "öznel değil nesnel sinema"ya yakın buluyor kendini. "Fellini, Bertoucci, Bergman gibi büyük yönetmenlerin filmlerini seyrettiğiniz zaman kimin çektiğini hemen anlarsınız" diyor. "Bunlar öznel sinemanın çarpıcı örnekleridir. Bense işin başından itibaren nesnel bir sinemadan yana oldum. Benim bir sinema dilim olsun ama 16 kelimeyle konuştuğum bir dil olsun ve o 16 kelimeyi yakaladıkları anda beni tanısınlar istemedim. Giderek gördüm ki dünya sinemasında da 70'lerden başlayarak bugüne varan başarılı çizgi, nesnel bir sinemayla mümkün olabildi. Yeni teknolojilerin tümünü cesaretle kullanmak da sinemaya bakışımın önemli bir parçası oldu her zaman. O günden bu yana çok değişmedi düşündüklerim."

Eskiden olduğu gibi yegane amacı güldürmek olan filmler çekmek istemiyor artık. Değişen dünyayla birlikte unutulmaya yüz tutan değerleri öne çıkaran, hayatın içinden, sıcak, samimi hikayelerle çıkmak istiyor seyircinin karşısına. ''Anlatmak istediğim hikayeler değişti tabii" diyor

"Dünya değişti. Son 2530 yıl hem dünyada hem ülkemizde büyük acılarla geçti ama bundan sonra sevgi, dostluk, dayanışma gibi unutmaya başladığımız değerlerin öne çıkacağına inanıyorum. Ben de bu değerleri işleyen filmler çekmek istiyorum. Eskiden olduğu gibi sadece güldürmek peşinde değilim. Ülkemin barışa ihtiyacı olacak önümüzdeki yıllarda. Barış adına sanatçıların bir şey koyması lazım ortaya. Ben de bunu yapmak istiyorum. Biraz masalsı filmler olabilir belki. Tıpkı eski Yeşilçam dönemindekiler gibi. Bugün beğenmediğimiz o filmler çok önemli bir görev üstlenmişlerdi. İyiyle kötünün mücadelesinde iyinin galibiyetini görürdük. Çoğu masalsıydı, çoğu bugünkü sinema düşüncesiyle bakıldığı zaman önemsiz gibi görülebilirdi ama bu ülkenin belli bir yere gelişinde çok önemli etkileri olmuştur. Şimdi o filmlerin daha ayakları yere basanlarını yapmaya çalışacağım. İstediğim Alasya'a sorarsanız bir Türk filminin dünya çapında bir ödül kazanına zamanı geldi artık. Hatırlarsanız bunu "Güle Güle"nin gösterime girdiği zaman da söylemiş ve "Güle Güle"yi kast ettiği düşünülerek bir hayli tepki görmüştü. "Oysa o zaman benim söylemek istediğim başka bir şeydi" diyor.

"Zamanlama olarak Türkiye doğru bir çıkış yaparsa birkaç yıl içinde önemli bir festival bulacaktır. Berlin ya da Cannes da olabilir. Ciddi olarak buna ihtiyacımız var, çünkü dünya piyasasına açılmak için markaya ihtiyacımız var. Ayrıca Büyük Reis ne kadar cömert, ne kadar alicenap olduğunu göstermek için yabancı filmler ödülünü hep bu taraflara doğru uzatır, İtalya da zıplar zıplar kapar. Biraz da bu yüzden söyledim zamanı geldi diye. Üstelik bu yalnızca o filme ilişkin bir iddia değildi."

Peki "Rus Gelin"e ilişkin bir iddia olabilir mi deyince, açık yüreklilikle hayır, diyor Alasya. '''Rus Gelin', eğlenceli, sıcak, popüler bir hikaye ve popüler olmak için kesinlikle ucuzlatılmamış bir film" diyor. "Çok doğru bir çabanın başlangıcı. O bakımdan çok önemsiyorum ve sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum. Çok sıcacık bir hikayeyi çok doğru anlattık, diye düşünüyorum. Bu geçecektir seyirciye.

FİLMİ İZLE 



 

 O ŞİMDİ ASKER (2002) 

Yönetmen: Mustafa Altıoklar, Senaryo: Levent Kazak, Görüntü Yönetmeni: Soykut Turan, Müzik: Jingle Harse, Ömer Ahunbay, Hakan Ozer, Yapım: ANS Productiion/Abdullah Oğuz Yönetmen Yardımcısı: Ceyda Demir, Tuncay Kapucu, Ayşegül Yurdakul, Sanat Yönetmeni: Veli Kahraman, Sanat Yön. Yrd.: Burcu Tokumbet, Sanat Asistanı: Erkan Özdem, Kostüm: Fatoş Suda, Kurgu: Erol Adilçe, Kurgu Asst.: Ekrem Ertikmen, Teknik Direktör: Şener Onar, Dolly Operatörü: Ufuk Kayar, Phonix Operatörü: Hamza Şahin, Ses Tasarım: Orçun Kozluca, Kerem Türer, Kaan Tatlı, Kaan Karlık, Boom Operatörü: Onur Yavuz, Prodüksiyon Amiri: Ali Naci Erol, Satış Müdürü: Bülent Turgut,

Oyuncular: Özcan Deniz (Yüzbaşı Volkan), Ali Poyrazoğlu (Hüseyin), Pelin Batu (Müzeyyen), Yavuz Bingöl (Karlıdağ), Mehmet Günsür (Nihat), Levent Kazak (Artist), Ali Ersin Yenar (Can), Ercan Saatçi (Murat), Seray Sever (Askeri Doktor), Özlem Tekin (Aylin),
Gökhan Özoğuz (Atena Gökhan), Yiğit Özşener (Ömer), Yunus Günçe (Dr. Okan), Hakan Ka (Laptop Recep), Metin Belgin (Alb. Arif Keser), Metin Belgin (Albay), Naci Taşdöğen (Süslü Başçavuş), Erdem Ergüney, Küçük İskender (Savcı), Meral Okay (Resmiye), Kürşat, Fresh B., Şebnem Scheffer, Fethi Kantarcı (Seyfi paul), Sarp Levendoğlu (Yunan Askeri), Remzi Evren, Erdem Ergüney (çavuş), Çağlayan Neyman, Zühtü Erkan, Nazif Uslu (ağa), Taner Karagüzel, Güneş Emir Emir Özbek (sürmeli),

Konu: Çanakkale 5. Er Eğitim Tugayı'nda bedelli askerlik yapan bir grup "siviller "in öyküsü. Dünyanın ve Türkiye'nin çeşitli yörelerinden gelip çeşitli sınıfları oluşturan fabrikatör Murat (Ercan Saatçi), işçi Ömer (Yiğit Özşener), pop yıldızı Gökhan, depremde ailesini yitirmiş Nihat (Mehmet Günsür), aşırı kiloları nedeniyle zamanında askerliğini yapamamış Can karısının doğumunu bekleyen Levent (Levent Kazak), Avustralya'da yaşayan Hüseyin (Ali Poyrazoğlu), Güneydoğulu köy ağası ve Almanya’da yaşayan hiphopçu Fresh öykünün kahramanlarıdır. İlk günlerinde ağır bir eğitimden geçen ve giderek de askeri disipline alışmak zorunda kalan bedelli grubun komutanı Yüzbaşı Volkan'dır (Özcan Deniz). Kahramanlarımız eski sevgililerinin anılarıyla yaşarken, askerliklerini yaptıkları yörede yeni aşklara da kucak açarlar. Askerliklerinin son günleri yaklaştığı sırada ise, sahneye konmak üzere kendilerinin ve tüm tugayın unutamayacağı müzikal bir show hazırlarlar.

Tam bu arada bir deprem olur ve Ege Denizi açıklarında bir ada belirir. Bu toprak parçası yüzünden Türkiye ile Yunanistan arasında diplomatik bir gerginlik yaşanacaktır. Savaş kapıdadır. Tüm terhisler iptal edilir. Ancak beklenmedik bir sürpriz sonucunda savaş patlamadan biter. Ve herkes evine, eski yaşamlarına geri döner.

Not: Levent Kazak'ın otobiyografik bedelli askerlik anılarından yola çıkılarak gerçekleştirilen filmde ilk kez “S Cook serisi objektifler kullanıldı. Ayrıca filmin çekimi sırasında bir çok sahnede gerçek subaylar ve askerler rol aldı. Filmde kullanılan tüm askeri kıyafet, teçhizat ve silahlar Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından temin edildi. Etkili bir sahneyle açılan film boyunca o felaket duygusundan kurtulamıyoruz Asker, tekne gibi pusulasını şaşırıyor, bir taraftan mizah dalgası bir taraftan melankoli dalgası vurdukça yalpalıyor ve hedefinden uzaklaşıyor... Buna rağmen, Hollywood'un büyük stüdyo yapımlarına özgü özenli görüntü yönetimi ve dinamik kurgusu gıcır gıcır bir görünüm veriyor. Mustafa Altıoklar kariyerinin en iyi filmine imza atıyor... Kardak krizini hicveden, Ege'deki TürkYunan gerginliği depremle ilgili fantastik bir temele oturtulması "Eşkıya"nın ölümü gibi "O Şimdi Asker"in adası da yakışmıyor filmin bütünlüğüne. (Alin Taşçıyan, Milliyet G. 22 Mart 2003)

Mustafa Altıoklar'ı hep ilgiyle iz1edim. Kısa filmlerinden, çok sevdiğim (ve sanırım hakkında yazan tek yazar olduğum) Denize Hançer Düştü adlı Jean Genet uyarlaması ilk filminden beri... O belki gitgide kişisel bir sinemadan daha popüler bir sinemaya kaydı. Ama bu pek çok sinemacının kaderi değil midir ve sonuç olarak popüler, ama düzeyli işler yapmak küçümsenecek bir şey midir?

 

O Şimdi Asker, adına askerlik dediğimiz konuda yapılmış ilk filmimiz. Türk milleti, malum, askerliği sever, dünya yüzünde hala en uzun süreli olan askerliği gıkı çıkmadan yapar. Ordu başımızın tacı, askerlik ömrümüzün neşesidir. Ve her erkeğin hayatı içinde en unutulmaz kimi anılar, o döneme aittir.

o Şimdi Asker, öncelikle bu dönem üzerindeki kimi tabuları yıkıyor. Gerçi konusu çok daha sınırlı ve kendine özgü bir alan olan 'bedelli askerlik' ama yine de bu döneme gözlemci alaycı, iğneleyici bir bakış atıyor. Elbette burası ABD değil, Yeşilçam da Hollywood değil. Onun için, MASH  Cephede Eğlence, Catch 22 gibi askerliğeorduya tavizsiz yaklaşımları ve radikal eleştirileri beklemeyin... Ama bir ilk deneme olarak, bu film hiç de fena değil.

Tiyatrocu Levent Kazak'ın anılarına filmin kadrosundan Özcan Deniz, Yavuz Bingöl, Ercan Saatçi gibilerinkiler de eklenmiş. Ve sonuç olarak, acısıtatlısıyla tam bir Türk usulü askerlik tablosu oluşmuş. Bedelli askerlikte buluşan ilginç bir karakterler galerisi bu... Çeşitli nedenlerle yıllarca görevi aksatan "asker kaçakları", yeniden yatılı okul havasına giriyor, kimliklerini 28 günlüğüne unutup ortak koşullarda birleşiyorlar. Fabrika sahibiyle orada çalışan işçi, Avustralya'ya göçmüş Hüsnü ve Türkçe bilmeyen oğlu Seyfi Paul, koğuş arkadaşı oluyorlar. Depremi yaşamış ve yitirdiği insanların acısını alkolde boğmayı deneyen Nihat, "laptop" Recep, şişmanlığı nedeniyle hep çürüğe çıkarılmış Can, biraz kendilerini oynayan Athena'dan sempatik Gökhan, Almanya'dan gelmiş hiphop ustası Fresh, askerliği hep uzayıp duran Karlıdağ Yavuz Bingöl... Ve niceleri...

Bu tabloda kimi unutulmaz sahneler yer alıyor. Hüsnü'nün tırmanmada takılıp kalan oğlu Seyfi Paul'e yardıma koşması, Anzak mezarlığını ziyaret, deprem kurbanı karşısında yüzbaşının gözünde beliren yaşlar... Finaldeki hem Amerikan müzikallerinden, hem de Hababam Sınıfı'ndan yadigar 'müzikal oyun' bölümü... Ve de, Kardak adacığından esinlenmiş, Türk Yunan savaşını başlatmanın eşiğine gelen 'deprem yavrusu' kayalık bölümü ...

Bu konutema yeniliğine, Altıoklar bir temel yenilik daha ekliyor. Sinemamızın cüzamdan kaçar gibi kaçtığı kalabalık sahneleri, geniş ufuklu çekimleri art arda dizerek ve hepsini de en usta biçimde çözümleyerek, sinemamızı adeta dışarı açıyor, kalabalıklara ve geniş mekanlara yayıyor.

 O Şimdi Asker, senaryosundan görüntü çalışmasına, oyuncularından kalabalık gerçek askerlerin kullanılışına, kurgusundan müziğin e her şeyiyle son derece profesyonel biçimde kotarılmış, "İşte iş filmi böyle olur, böyle olmalı," dedirten bir çalışma. Ben kendi adıma keyifle izledim ve tam iki yıl süren kendi askerliğimi andım. Sanırım çok kişi bunu yapacak ve hanımlar da bu erkek olayına bu film sayesinde biraz yaklaşacaklar.

& Hikayesi bol bir dünyadır askerlik dünyası. Kendi hikayelerini kapıda bırakıp içeri giren milyonlarca erkek, ister gönüllü ister gönülsüz gelmiş olsunlar, anlatmaktan bıkıp usanmadıkları yeni ve unutulmaz hikayelerle çıkarlar dışarı. İçeride dışarının hikayeleri, dışarıda da içerinin hikayeleri anlatılır. Dolayısıyla sinema için bir hayli zengin bir kaynaktır aslında ve Amerikan sineması tarafından da bol bol kullanılıyor zaten. Askerlik yanlısı, askerlik karşıtı ya da askerlikle dalga geçen o kadar çok Amerikan filmi seyrettik ki Amerikan ordusunu Türk ordusundan iyi tanıyoruz muhtemelen, oysa savaş filmleri dışında Türk askerinin dünyasını ele alan hemen hiç Türk filmi çekilmedi, bugüne kadar (bizim hatırlayabildiğimiz tek örnek Kemal Sunal'ın başrol aldığı komedi dizisi "Şaban Askerde"). Birçok sebebi olabilir ama Türkiye şartlarında biraz riskli bir mevzu olduğu kabul edilecek olursa bugüne kadar sanatsal üretimi teşvik etmemiş olmasını anlamak o kadar da zor değil. Yıllardır erkeklerin anlatmaya bayıldığı, kadınların dinlemekten sıkıldığı hikayeler üreten bu er kek dünyası, Mustafa Altıoklar yönetmenliğinde bir filmle beyazperdede şimdi. Çanakkale 5. Er Eğitim Tugayı'nda bedelli askerliğini yapmakta olan dünyanın dört bir yanından gelmiş birbirinden çok farklı insanların zorunlu olarak aynı çatı altında ve uyum içinde geçirmek zorunda kaldıkları 28 günün hikayesini anlatan "O Şimdi Asker", senaryosunu Levent Kazak'la Mustafa Altıoklar'ın birlikte yazdıkları bir duygusal komedi. Birçok ünlünün yer aldığı geniş oyuncu kadrosuyla dikkat çeken çok başrollü bir film ama Yüzbaşı Volkan'ı canlandıran Özcan Deniz'le bir depremzedeyi canlandıran Mehmet Günsür'ün karakterlerinin diğerlerine göre biraz daha öne çıktığı söyleniyor. Farklı sınıflardan ve farklı kültürlerden bir grup erkek fabrikatör. Murat (Ercan Saatçi), işçi Ömer (Yiğit Özşener), büyük bir pop yıldızı olan Gökhan (Athena grubunun solisti Gökhan), depremde ailesini ve her şeyini kaybeden Nihat (Mehmet Günsür), hamile karısını evde bırakıp gelen tiyatrocu Levent (Levent Kazak), Avustralya'da yaşayan Hüseyin (Ali Poyrazoğlu) ve diğerleri bedelli askerliklerini yapmak üzere Çanakkale 5. Er Eğjtim) Tugayı'nda bir ara ya gelmiştir. İlk günlerde onlar bayağı zorlayan askerlik eğitimine ve askeri disipline alışırlar bir süre sonra. Hatta birkaç gün içinde kendilerini gerçekten asker gibi hissetmeye başlarlar. Tam bu sırada bir deprem olur ve Ege Denizi açıklarında bir ada ortaya çıkar. Türkiye ile Yunanistan arasında gerilim yaratan bu ada yüzünden savaş kapıdadır ancak askerlerin hiçbiri buna hazırlıklı değildir. Savaş tehdidi karşısında her biri yaşamını yeniden gözden geçirmek durumunda kalır.

Askerlikle ilgili bir film çekme düşüncesi, 2001 yılında tiyatro oyuncusu Levent Kazak'la Mustafa Altıloklar'ın tatil için gittikleri Gökçeada'da ortaya Çıkmış. Askerliğini henüz bitirmiş olan Levent Kazak, askerde biriktirdiği anılarından yola çıkarak bir senaryo geliştirmeyi teklif etmiş. Fikir, Altıoklar'ın da ilgisini projeyi. Askerlik en çok, insanın hayata bakışını geri dönüşü olmayan bir biçimde değiştiren bir deneyim olarak ilgisini çekiyor yönetmenin. "Her ne kadar gitmek istemesek ve içeride bizi çok sıkmış günler, haftalar, dakikalar geçirmiş olsak da, ne olursa olsun askeriyeden çıkan her erkek, öncekinden farklı bir adam olarak dönüyor sivil yaşama" diyor. "Bunun sebebinin ne olduğunu bilmiyorum. Orada yaşanan her neyse önceki adam gibi çıkmıyoruz dışarı. Otorite karşısındaki eşitliği en net ve en keskin bir biçimde hissetmekten kaynaklanan bir şey belki de."

 Toplumsal bir mesele olarak askerlik

Erkekler kadar doğrudan olmasa da asker eşi, asker annesi ya da asker kardeşi olarak kadınların da yaşamak zorunda kaldıkları, dolayısıyla toplumun her kesimini ilgilendiren bir mesele askerlik ve bu yanıyla sinemada ele alınmayı fazlasıyla hak eden bir konu AItıoklar'a göre. "Bu kadar toplumsal bir meselenin bir ucuna kamera tutmanın doğru olacağını düşündük" diyor. "Festivalde Cronenberg'in son filmini izledim. Ödipal komplekslerin, 70 milyonluk toplumda ancak 70 kişinin belki yaşadığı ağır bir şizofreni tablosunun koskocaman bir film olarak karşımıza çıkabildiğini düşünürsek 70 milyonun tümünü ilgilendiren bir meselenin film karelerinde yer almasının derece doğaldır." Filmin amaçlarından biri de bu kadar toplumsal bir mesele olmasına rağmen kadınlara kapalı bu dünyayı onlar için keşfetmek ve böylece erkeklerin elindeki silahlardan birini almak biraz da. "Biz gidiyoruz bizzat yaşıyoruz, bu filmle onlara da bir anahtar deliği verelim istedik ki baksınlar hakikaten erkeklerin abarttığı kadar bir şey var mı" diyor AItıoklar. "Çünkü erkeklerin bir sünnet silahları vardır kadınlara karşı kullandıkları bir de askerlik. O silahın altında ne varmış kadınlar da görsün ve böylece bu afra tafra dönemi de sona ersin artık."

Askerliğini yapmış bir erkeğe orada en fazla neden etkilendiğini sorduğunuzda aşağı yukarı aynı cevabı alırsınız. Kişilikleri yok sayan koşulsuz bir eşitlikten ve özgürlüğe son veren mutlak bir teslimiyetten bahsederler genellikle. Gerçekten de eşitlik ilkesinin bu kadar kesin ve sert bir biçim kadınlara karşı kullandıkları bir de askerlik. O silahın altında ne varmış kadınlar da görsün ve böylece bu afra tafra dönemi de sona ersin artık."

Pek ilgi görmeyen ilk filmi "Denize Hançer Düştü"nün ardından Türk sinemasının yeniden gişe yapmaya başladığı bir dönemi başlatan filmlerden biri olarak görülen "İstanbul Kanatlarımın Altında"yı, ardından 'Ağır Roman"ı ve sonra da 'Aansör"ü çeken Mustafa Altloklar'ın filmografisinde bireysel özgürlük meselesinin ortak bir tema olarak giderek ağırlık kazandığını görüyoruz. Yönetmen "O Şimdi Asker"in aynı temayı daha dolaylı olarak ele alan bir film olduğunu söylüyor. 'Askerliğin kişilik üzerindeki etkisi beni elbette ilgilendiriyor ama psikanalitik kökenlerinden ziyade sonuçlarıyla ilgileniyorum" diyor. "Filimin içinde bir firar girişimi izleyeceksiniz. Detaylara girmek istemiyorum ama bazılarını o noktaya kadar getiren bir durum söz konusu işte. Sonuç olarak siz, belirlenmiş bir alanın içinde, size hiç sorulmaksızın, sizden önce konulmuş kuralları yerine getirmek kaydıyla o düzenin bir parçası olabilirsiniz ancak ve düzenin bir parçası olmadığımız takdirde mutlu olma şansınız yok. Buradaki mesele, küçük bir askeri birlikten koskoca bir topluma iz düşüm olarak getirildiği zaman yine belirli kalıpların içinde olmak zorunluluğunu ele alınış oluyoruz. Dolayısıyla bireyin özgürlüğü meselesi, direkt değil ama endirekt bir. biçimde işlenmiş oluyor yine."

 Karakter geliştirmede astrolojinin rolü

Fizik tedavi uzmanı olarak, kısa dönem askerlik yapan yönetmen nispeten rahat bir askerlik geçirmiş. Bu askerlikten filme çok fazla malzeme çıkmamış olduğunu tahmin ediyoruz ama o aynı çıkmak istiyorsunuz ya da bağırmak istiyorsunuz ya da uyumamak istiyorsunuz ya da yemek yememek istiyorsunuz. Bunların zorunluluk haline getirilmesi zaten insanın üzerinde bir basınç duygusu yaratıyor ve o basınçtan ne kadar etkilendiğiniz biraz da size bağlı. Benim gibi özgürlüğüne düşkün ve her türlü halkadan uzak durmaya çalışan bir adamsanız iki ay size iki asır gibi gelebilir ama eğer kendine dert etmeyen biriyseniz dört sene de o baskıyla yaşayabilirsiniz."

İnandırıcılık ve samimiyet, sinemada en fazla önemsediği iki şey Altıoklar'ın. Son yıllarda gişe de başarılı olmuş bütün filmlerin de bu sayede seyirciyle buluştuğuna inanıyor. "Bir anlamda sanatta ilkesizliğin taraftarı olduğumu söyleyebilirim ama yine de tek geçerli ilkenin samimiyet olması gerektiğini düşünürüm" diyor. Bu samimiyeti ve inandırıcılığı koruyabilmek için senaryo üzerinde çok uzun süre çalışıyor ve çekim öncesinde çok fazla prova yapıyor. İnandırıcı karakterler geliştirmek ve Oyunculardan inandırıcı performanslar almak için gerçekten enteresan bir yöntem geliştirmiş. Şöyle anlatıyor: "Senaryo defalarca yazılıp belli bir olgunluğa eriştikten sonra karton karakterler kalıyor elimizde, sonra o karton karakterler üzerinde çalışıyorum. Davranış biçimlerini ve kişilik özelliklerini hikaye içindeki tutarlılıklarını korumaya çalışarak ve diğer karakterlerle karşılaştırarak devamlı geri dönüp değiştire değiştire oturtuyorum. Basitçe, bir iki kelimeyle tarif edilebilecek karakterler ortaya çıktıktan sonra bu özelliklerin ortak olduğu bir yıldız burcu bulmak kalıyor. ~ bu giderek Kova'laşıyor' diyorsun mesela bir tanesine. Özcan Deniz'in karakteri giderek Kovalaşıyor diyelim, peki Kova burcu benim filmimdeki tipte bir yüzbaşıya uyar mı diye kitabı açıp bakıyorsun, uyuyorsa Kova Burcu'nun diğer özelliklerini Yüzbaşı Volkan karakterini süslemekte kullanıyorsun. Bunu astrolojiye inandığım için yapmıyorum, klasifikasyonda kolaylık sağladığı için tercih ediyorum. Bir defa kafadan on iki tane farklı temel karakterim oluyor elimde böylece. Karakterleri çalışırken Oyuncularıma öncelikle burçlarını anlatıyorum. Renklerini, uğurlu sayılarını veriyorum. Bunun ne faydası var diye düşünebilirsiniz ama bu sayede oyuncunun kendisinden uzaklaşıp başka bir karaktere doğru seyahat etmesi kolaylaşıyor. Bunların hepsi görünmese de inandırıcılık olarak yansıyor filme. Seyirciyi inandırmak için önce oyuncuyu inandırmak gerekiyor çünkü." Çocukken oyun oynamış her insanda doğal bir oyunculuk yeteneği olduğuna inanan yönetmen sinema oyunculuğu deneyimi olmayan Oyuncularıyla özel çalışmalar yapmış. Bütün Oyuncularından çok memnun, Özcan Deniz'inse doğal bir oyunculuk yeteneğine sahip olduğunu düşünüyor. "Oyunculuk adına çok sağlam bir workshop oldu bu film öncelikle" diyor. "En büyük özelliği bu belki de."

Abdullah Oğuz'un yapım şirketi ANS ile Mustafa Altıoklar'ın şirketi Röntgen Film'in ortaklığıyla gerçekleştirilen ve en az 1.5 milyon dolara malduğu söylenen filmin çekimleri, her türlü gerçek mekanın, askerlerin, araçların, silahların ve tankların kullanımına olanak tanıyan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin izniyle Tuzla Piyade Okulu'nda yapıldı. Sanılanın aksine bu izinleri almak o kadar da zor olmamış. "Bir sinema filmi için Kültür Bakanlığı'na başvurduğunuzda kırk dereden su getirirsiniz oysa Silahlı Kuvvetler'de hiç öyle olmadı" diyor yönetmen. Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgenerel Aslan Güner Paşa, Altıoklar'la yaptığı görüşmede 'Black Hawk Down' türü askeri filmleri kaçırmadan izlemeye çalıştıklarını ve yaratıcılar tarafından hayal edilmiş kimi unsurları zaman zaman stratejik alanda değerlendirmeye değer bulduklarını söyleyerek askerlikle ilgili teknik ayrıntılara özen gösterildiği takdirde böyle filmleri seve seve destekleyeceklerini söylemiş. Silahlı Kuvvetler, filmi izleyip denetlemiş ama yönetmenin söylediğine göre sadece askerlikle ilgili teknik ayrıntıların doğru yansıtılması konusunda hassasiyet göstermiş, bunun dışında hiçbir konuda filme müdahale etmemiş. Buradan da anlaşılacağı üzere askerliği kötü gösteren bir film değil "O Şimdi Asker" ama Amerika'nın savaş tehditleri savurduğu böyle bir gündemde nefesini tutmuş barış için dua eden insanların yanında yer aldığı için Silahlı Kuvvetler'in bir parça kalbini kırmış olabilir. "Savaş olmasın, savaşlara lüzum yok diyen bir film bu" diyor Altıoklar. "Durduk yerde hiç yoktan birbirimizi yiyoruz diyen bir film. Dolayısıyla böyle bir savaş arifesinde olması gereken yerde, benim durduğum yerde duruyor." SENEM ERDINE (sinema D. Mart 2003)

 

 

 MUMYA FİRARDA (2002) 


Yönetmen: Erdal Murat Aktaş, Senaryo: Haluk Özenç, Görüntü Yönetmeni: Hayk Kırakosyan Film Müziği: Genco Arı, Yapım: AKS TV Reklamcılık ve Filmcilik San. Tic. Aş/Mutena Açık Kamera Operatörü: Gökhan Atılmış, 1. Kamera Asistanı: Özgür Eren, 2. Kamera Asistanı: Bertan Başaran, 3. Kamera Asistanı: Orçun Özkılınç, 1. Yönetmen Ast: Güner Karali, Mohamed Kandel, 2. Yönetmen Ast: Yasemin Yücel, Norelden Mahmoud, 3. Yönetmen Ast: Zeynep Senem Sayıner, Kurgu: Serdar Çakular, Sanat Yönetmeni: Günnur Çaraş, Abbas Sabr, Sanat Yönetmeni Asistanları: İffet Akın, Banu Öztürk, Kerem Bahit, Proje Danışmanı: Ali Kıvırcık, Video Asistanı: Yusuf Aslanyürek, Makyaj: Elif Girgin, Makyaj Asistanı: Vildan Taşören, Ses Mühendisi: Mehmet Kılıçel, Ses Operatörü: Mustafa Bölükbaşı, Boom Operatörü: Enis Danabaş, Teknik Yönetmen: Uğur Öğüt, Teknik Kurgu: Şenol Şentürk, Ali Rıza Başaran, Panasonic Bilgisayar Kurgu: Metin Gündoğdu, Dijital Ses Efekt: Cem Üner, Dijital Sound Eşleme: Cemal Şakar, Muharrem Bilgin, Kurgu Koordinasyon: Zeynep Senem Sayıner, Jenerik: Özkan Sevinç, Grafik: Cahide Günay, Miksaj: Erkan Aktaş, Renk Uzmanı: Adnan Şahin, Laboratuar: Yahya Öztürk, Mustafa Oruç, Mustafa Şahin, Yapım Koordinatörü: F. Oğuz Eken, Mohamed Fahmy, Yapım Sorumluları: Esi Gülce, Adel Eltaliawe, Yapım Asistanları: Volkan Yabasun, Şüktan Korkut, Ebru Aydoğ, Neslihan Uzer, Feray Turkan, Zekiye Başakın, Bilen Bahar, Evren Karagözlü, Atilla Yücer, Mekan Sorumlusu: Çetin Durakreis Öztürk, Negatif Montaj: Eyüp Yıldız, Tuncay Koçtürk, Baskı: Zekeriya Şahin, Erol Şahin, Crane Operatörü: Erkan Bülbül, Crane Asistanı: Gökay Koçalan, Işık Şefi: Hakkı Yazıcı, Kadir Yazıcı, Mohamed Aly Zeneta, Işık Asistanları: Volkan Arslan, Engin Altıntaş, Servet Yiğit, Işık Kamyonu: Osman Topuz, Jeneratör: Altan Balta, Set Amiri: Kemal Albal, Set Asistanları: Gürkan Özen, Tolga Altun, Şükrü Hızalcı, Set Fotoğrafçısı: Aydın Uluç, Set Kamera: Emre Tanyıldız, Oyuncu Seçimi: Renda Güner, Ortak Yapımcı: Samy ElAdl (Mısır), (Fono Film Stüdyosunda hazırlanmıştır).

Oyuncular: Selami Şahin (Ekrem), Teoman Yakupoğlu (Ahmet), Nurgül Yeşilçay (Fatma), Nurseli İdiz (SemraNurten), Tarık Pabuççuğlu (Cahit), Maged ElMasry Hasan), Samy ElAdl, Nelly Karım, Hakan Altıner (Doktor), Fathey AbdElwahab (Mecid), Şebnem Dönmez (Leyla), Hakan Bilgin (Ferhat), Acun Ilıcalı (Tahir), İlhan Şeşen (Yahya), Tuba Ünsal (Melis), Dilek Türker (Mukaddes), Sinan Çetin, Berhan Şimşek, Ayşe Hatun Önal, Çelik Özdeş (Emre), Adel Anwer (Eşref), Taylan Erler (2. Doktor), Serkan Beşe (Kazım), Fatih Doğan (Temizlik Görevlisi), Erol Aydın (İmam), Kadir Gültekin (Otel Görevlisi), Evren Karagözlü (Garson), Barış Tünay (Amca),

Dublörler: Alexandre Balabouchevitch, Olexandr Kucherenko, Sergey Vorobiev, Iouri Susoev, Sergey Chckrygin, Andrey Bobrov, Pavel Terehov, Kosta Zharkov

Konu: Ahmet, beş kuşak İstanbullu, paşa dedelerine tutkun annesine bir türlü yaranamayan bir genç adam. Aile büyüklerinin devlet katındaki başarılı kariyerlerine karşın, profesör annesinin gözünde, bir baltaya sap olamamış, uçarı bir fotoğrafçı. Ancak genç adamın yaşamında büyük bir sır gizli. O, aslında başarılı bir MİT ajanı. Yani, birbirinden çok farklı iki yaşamı bağdaştırmak zorunda. Bir tarafta kelle koltukta günler geceler, bir tarafta deklanşörün ardında sakin, sıradan saatler. Fatima ise, Mısırlı saygın bir bilim adamının üniversite öğrencisi kızı. Dünyaca ünlü bir arkeolog olan profesör babası ve kuzeniyle birlikte Kahire’de yaşıyor. Zaman zaman turist rehberliği yapıyor, kaybını bir türlü kabullenemediği Türk annesinin ülkesiyle bağlantısını koparmamaya çalışıyor. Babasının mesleki araştırmalarına destek veren zengin bir işadamıyla nişanlı. Ne yazık ki, ona aşık değil.

İki gencin yolları, Mısır’daki bin yıllık sığınağından çıkarılıp Türkiye’ye kaçırılan bir mumyanın macerasında kesişiyor. Kırk karısı ve yüzlerce çocuğuyla ünlü firavun Beşinci AmnEmHat’ın mumyası, iktidar sorunu yaşayan tutkulu bir mafya babasının derdine çare olmak üzere. Hem de unufak edilip afrodiziyak haline getirilerek. Ahmet MİT tarafından mumyayı bulmak üzere görevlendiriliyor. Şüpheli şahıs ise Fatima!

O gün Mısır’dan gelen uçakta iki tabut var. AmnEmHat ve Mısır’daki kazılarda görev yaparken ölen arkeolog Yahya. Ve.. İki tabut karışıyor. Asırlar önce mumyalanmış firavun Yahya’nın acılı ailesine, zavallı Yahya ise iktidarsız mafya babasına teslim ediliyor. Tam bir kaos. İstanbul, Kahire alarmda. Gizli ajanlar, çılgın aşıklar, mafya fedaileri ve olaylara hasbelkader karışmış beceriksiz bir komiser.

Acaba mumya ülkesine dönebilecek mi, MİT ajanı Ahmet ile güzel MısırTürk melezi Fatima’nın aşkı mutlu sona ulaşacak mı, iktidarsız mafya babası karısına söz verdiği çılgın geceyi yaşatabilecek mi?...

· Altın Portakal'da yarışması beklenirken son anda katılmaktan vazgeçen "Mumya Firarda"nın yapımcılarının, gerekçe olarak İtalya'da daha çok sanatsal kriterler öne çıkıyor, bu yönde değerlendirme yapılıyor, bizim filmimiz ise öncelikli seyirciyi eğlendirmeyi amaçlıyor" dedikleri duyuldu. Daha doğrusu Altın Portakal'ın İstanbul'da yapılan basın toplantısında festival yöneticileri durumu böyle özetlediler.

"Doğru söze ne denir..." diyerek devam etmek, filmin yapımcılarını açık sözlülükleri ve alçakgönüllülüklerinden ötürü kutlamak isterdim ama mümkün değil. Çünkü bırakın sanatı manatı, "Mumya Fiarda"yı eğlendirici bir film kabul etmek, komedi sinemasına dahil etmek, içinde mizah unsurlarına rastlayabiImek olanaksız. Doğru dürüst öyküsü, senaryosu, yönetimi, oyunculuğu ve kurgusu olmayan, doğal olarak "eğlendirecek" seyirci de bulamayan ve net biçimde söyleyelim, "sinema", "film" vb. kavramlarla yan yana düşünülemeyecek bir garabet armağan edildi Türk sinema tarihine. Yani bu durumda açık sözlü olmak ve Mustafa AItloklar ve Sinan Çetin gibi yönetmenlerimizden özür dilemek düşüyor bize. "Asansör"ün, "Komser Şekspir"in ardından "Daha kötüsü olamaz!" demiş, yazmış çizmiş biri olarak, daha kötüsünü de gördüm işte! Hazır fırsat çıkmışken, toptan özür… Belki duymayan kalmıştır diyerek, öyküyü özetleyelim... Havaalanında tabutlar karışıyor, afrodizyak niyetine Mısır'dan kaçırılan mumya ile öldüğü sanılan ama ölmeyen bir adamın serüvenleri iç içe giriyor. İşin içinde mafya falan da var. MIT ajanları, arkeologlar, kocasından yana dertli kadınlar, turist rehberleri, piramitler, Topkapı otelleri, çekilen tabancalar, yarısı olmayan otomobiller, çoluk çocuk, şarkı türkü derken, film bitiyor. Bir zamanlar, "sanat, sanat için midir, toplum için mi?" tartışması vardı. ikisinin aynı kapıya çıktığı şu veya bu biçimde anlaşıldı ve tartışma bitti. Şimdi, "sanat para içindir"cilerin zamanı. Bir koyup üç almak mantığıyla alelacele kotarılan filmler, "Hedefimiz Hollywood" nidalarıyla piyasaya sürülüyor ve ortaya tüketiciyi koruma derneklerini harekete geçirmesi gereken örnekler çıkıyor.

Bazen acaba "Dünyayı Kurtaran Adam"ın son yıllarda reyting kazanıp kült film haline gelmesi mi kimi sinemacılarımızı harekete geçirdi diye düşünmeden edemiyorum. Kötü filmle "fantastik film"in iyiden iyiye birbirine karıştırıldığı koşullarda, örneğin "Mumya Firarda"nın yaratıcıları da 1520 yıl sonrasına yatırım yapmış olabilirler mi? "Mumya...", çok kısa süre sonra sessizliğe gömülecek, ortadan kaybolup gidecek, bu kesin. Ama ya yıllar sonra yeniden dirilirse... Ya birileri tarafından hortlatılırsa... İşte korkum bu! "Mumyalama" faaliyeti, "yeniden doğmak" için yapıldığına göre bu korkuyu beslemekte, tedirginlik duymakta hiç de haksız sayılmam herhalde.

"Avanak Ajan" tiplemesini bile zemzem suyuyla yıkanmış durumda bırakan MIT ajanı Ahmet rolündeki Teoman'ın görmelere seza performansıyla; dünyaca ünlü Mısırlı arkeologun, iddia edildiği üzere "güzel" kızı Fatima rolüne soyunan Nurgül Yeşilçay'ın çok istediği halde bir türlü gerektiği gibi süzüm süzüm süzülememesiyle; yitirdiği cinsel gücünü kazanmak için mumyadan parçalar yemeye kararlı zengin işadamı rolündeki Tarık Pabuçcuoğlu'nun, seks filmleri furyasının Aydemir Akbaş'ından bile daha itici olmasıyla; işadamının carcar karısını canlandıran Nurseli İdiz'in rolüne bir türlü ısınamadığını çok belli etmesiyle, gözlerimizin önünden zorla, ıkana sıkına akıp gitti "Mumya Firarda". Tabii yardımcı rollerde "kambersiz düğün olmaz" dedirten İIhan Şeşen'in, Acun IlıcaIı'nın, Tuba Ünsal'ın, Sinan Çetin'in vb. gayretlerine de diyecek yoktu doğrusu.

Bir de Selami Şahin vardı filmde, bazı eleştirmenlerin "filmin en iyisi, müthiş bir komedi potansiyeli var" dedikleri... Şahin'in "Mumya Firarda"nın en az rahatsız edici oyuncusu olduğu doğru, ancak "o bile" kamera karşısında o kadar yapay ve şaşkın davranıyor ki ne potansiyeli fark edebiliyor, ne de ilerisi için bir umut ışığı görebiliyoruz.

Toparlayacak olursam... Dünyada iki türlü iş vardır: Olabilecek işler, olmayacak işler... "Mumya Firarda"da oyunculuk adına herhangi bir şey aramak ve bulmaya çalışmak, bence olmayacak işlerden biri. Sette oturduğu sandalyenin arkasında "yönetmen" yazdığına emin olduğum Erdal Murat Aktaş, okuma fırsatı bulabildiğim röportajlarında, meşhur "tekerlemeyi" tekrarlıyor, "Eleştiriler tabii ki olacak, eleştirmenlere saygımız sonsuz ama eleştiri de yıkıcı değil yapıcı olmalı" diyordu.

Söz edilen türden bir yıkıcıyapıcı eleştiri ayrımından haberdar değilim ama söylediklerinden anladığım kadarıyla Aktaş'a "kötü filmler çekmeye devam edin" demek yapıcı eleştiri, "bir daha sakın film çekmeyin" demek yıkıcı eleştiri olacak. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, insanın içinden "Ne haliniz varsa..." demek geçse de ortada dökülen onca para, harcanan onca figüran ve film şeridi, kullanılan 30 bin parça aksesuar varken, o kadar da "geniş" olamıyoruz maalesef…

Fransız yönetmen Laury Granier'nin, 1997'de Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde de gösterilen "Mumya'ya Mum" adında orta metrajlı bir filmi vardır. Filmin orijinal adı "La momie a mimots"nun dilimize tam çevirisi, "yarım yamalak konuşan mumya" anlamına geliyor. İki film arasında hiçbir ortak nokta bulunmadığını söylemeye gerek yok, benim geçen ay seyrettiğim film, kekeme olduğu halde geveze mi geveze bir mumyayı anlatmaya çalışıyordu.


FİLMİ İZLE 


 

MARTILAR AÇKEN (2002) 



Senaryo ve Yönetmen: Bülent Pelit Görüntü Yönetmeni: Levent Pelit, Müzik: Erhan Güleryüz, Mazlum Çimen Yapım: Galata Film/Kenan Yılmaz, Hidayet Pelit Kurgu: Gökhan Kılıç, Sanat Yönetmeni: Müjdat Saylav,

Oyuncular: Meral Oğuz (Mehtap), Umut Ulaş (Akın), Ümit Belen (Polis Metin), Murat Şen, Haldun Boysan (Kaptan), Ümit Çırak (Şeref), Gözde Uyar, Merih Fırat, İstemi Betil, Sefa Zengin, Uğur Aslanoğlu, Necdet Kökeş, Attla Eroğlu, Yaman Tüzcet

 Konu: Akın Özkan isimli bir genç, cebinde 750 bin lirayla gözaltında tutulduğu polis merkezinden serbest bırakılır. Dışarı çıkan Akın'ın sarası tutmuştur. Polislerin yardımıyla revire kaldırılan Ali, altı aydır iğne olamamıştır. Metin polistir ve gözaltında olan birine yasadışı davranışı nedeniyle açığa alınmıştır. Her türlü kirli işi çeviren Kaptan, havuz başında güneşlenirken Süslü İhsan onu arar. Ondan 18 yaşını henüz doldurmuş bir kıza, Karaköy'de çalışması için vesika bulmasını ister. Kaptan, oğlu Şeref'in yardımcı olabileceğini söyler. Serbest bırakılan Akın, evine gider ve falakadan şişmiş ayaklarına suda masaj yapar. Akın'ın annesi Mehtap, Kaptan'a uzun süre sermayelik yapmış eski bir fahişedir. Açığa alınan komiser Metin'in morali bozuktur. Nişanlısı Kübra'nın evine giden Metin'e, Kübra'nın babası Ali, nişanı bozduklarını söyler. Hikmet, Hamza'nın kahvesinde oyun oynarken dostu onu arar. Hikmet, Hamza'yla atışır. Süslü İhsan, kıza vesika alabilmek için Şeref'le bir parkta buluşarak yardım ister. Mehtap oturmak için geldiği parkta Şeref'i görür ve ona saldırır. O esnada İhsan'la geelen kız, kargaşadan yararlanarak kaçar. Akın ise Hikmet'le birlikte esrar içerken, Hikmet'in dostu gelir ve içmeye birlikte devam ederler. Dostu Hikmet'in üstelemelerine karşın onu reddederek uyumaya gider. Hikmet, Hamit adında birini arayarak iki kadın ayarlar. Gürültüye uyanan Hikmet'in dostu, kadınları evden kovar. Açığa alınan polis, kaldığı odanın bitişiğindeki sevişme seslerinden rahatsız olarak silahına davranır. İçine düştüğü durumdan rahatsız olan komiser Metin, kafasına dayadığı silahı ateşleyemez. Bu arada Akın, annesiyle para yüzünden evde kavga eder. Hikmet, Akın'a boşa çalıştıklarını söylemektedir. Ona köye gidip esrar ekmeyi teklif eder. Metin, Naci Kaptan'a gitmiş ve onun taksisinde çalışma konusunu görüşmüştür. Akın' ın annesi para bulmak için eski dostu bir pavyon sahibine gider ama adamdan elli milyon liralık bir yardım dışında umduğunu bulamaz. Mehtap, biraz para kazanabilmek için bir arkadaşıyla birlikte kendilerine yabancı süsü veren iki genci evine getirir. Gençler, kadınları kloroform ile uyutarak değerli eşyalarını çalarlar. Bu sırada kendilerine gelmeye başlayan kadınları öldürerek kaçarlar. Akın, oldukça üzgün bir halde annesini, Hikmet ve dostunun katıldığı cenaze merasimiyle defneder. Bu arada Kaptan, müridi olduğu bir hoca efendiyle birlikte, komiser Metin'i Yozgat'taki Ermeni hazinesini bulmak konusunda ikna etmeye çalışmaktadır. Hoca efendi, her türlü düzenbazlığı yapan biridir. Hoca abdest tutmayacak bir gence ihtiyaç olduğunu söyler. Kaptan bunun üzerine Akın'ın evinin kapısına, Akın'la ilişki kurabilmek için zarf içinde para bırakır. Bu arada Şeref, Akın'ı ikna etmek için bir oyun tezgahlamıştır. Oyunun başarıya ulaşabilmesi için Şeref'in oğlunun sünnet düğünü için Yozgat' taki köye gidilir. Ermeni hazinesi için cinci hoca efendinin talimatları gereği komiser toprağı kazarken Akın'da toprakları atmaktadır. Kazı sırasında sara nöbeti tutan Akın'a, hoca cinlerin saldırdığı, etraflarını sardığı gerekçesiyle Kaptan'dan Akın'ı öldürmesini ister. Hocanın dediğinden dışarı çıkmayan Kaptan, paniğe kapılarak elinde tuttuğu komiserin silahıyla Akın'ı öldürür.

 ÖDÜL:

39. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (15 Ekim 2002)

►Meral Oğuz "en iyi kadın oyuncu".


 & Hapisten yeni çıkan, birden kapının önünde gökyüzüne bakarken bunalım geçirip yere düştü. Kısa zamanda bunun bir sara krizi olduğu anlaşıldı. "Bu sahneyi böyle çeken biri sinemacı olamaz" dedim, kendi kendime ... Oyun. kadraj, kurgu ve dramatik öz açısından öylesine acemi işiydi ki .., Filmin devamı beni yanıltmadı. Abartılı melodram, bıçak sırtı duygusallık, hayatın gerçeklerini göstermek savıyla ard arda sıralanan ve görüntülerden renklere, çerçevelemelerden konuşmalara yansıyan bir çirkinlikler silsilesi... (Atilla Dorsay, Milliyet Sanat d., s.: 524, Kasım 2002)

& Aslında filmin sorunu, ele aldığı marjinal dünya ve o dünyanın doğal bir parçası olarak kabul edilebilecek öğelerin kullanıml değil. Hatta bu açıdan filmin cesur ve samimi olduğunu da söyleyebiliriz. Ne var ki Bülent Pelit, Martılar Açken'de marjinal denilebilecek insanların hayatlarını oldukça "çıplak" (estetik açıdan yeterince giydirilmemiş) bir dille anlatmayı tercih ediyor. Sinema dili açısından olgunlaşmamış, incelmemiş bir yapısı var filmin. Görsel anlatımın, ustaca kurulmuş mizansenIerin, zekice bulunmuş sözlerin, kestirmeden gitmenin yerine çokluk söze dayalı, neredeyse sadece hikayesine ve oyuncularına yüklenen ve gerçekte oldukça düz bir yapı... bütün bunlar seyircinin filmle ilişki kırmasını zorlayıcı türden unsurlar. Oysa bu türden bir çarpıcı hayat hikayesinin aynı çarpıcılıkta görsel anlatımı kurabilmiş olsa çok daha dikkate değer bir film olabilirdi Martılar Açken. (İbrahim Türk, Alt yazı D., S.:14, Ocak 2003)

& Meral Oğuz, 1989 yılında o zamanlar şenlik olarak adlandırılan Antalya'dan Yavuz Özkan'nın yönettiği 'Film Bitti'deki rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülüyle dönmüştü, 39. Antalya Film Festivali'nde ise Oğuz, En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kucakladı. Böylece bir kadın oyuncu için önemli olan Altın Portakal'ın iki kategorisine de ismini yazdırdı.

'Yumuşak Ten'den sonra beyazperdede pek görünmeyen Oğuz, yıllar sonra Bülent Pelit'in yönettiği 'Martılar Açken'de gözden düşmüş bir hayat kadını rolüyle karşımıza çıktı. Bülent Pelit 'Martılar Açken'de marjinal bir dünyayı beyazperdeye taşırken, filmde bol bol küfür ediliyor, esrarlar çekiliyordu. Filmin Antalya'da yapılan galasında da bu iki unsur seyircinin dikkatini çekmiş tartışma çıkmıştı.

Meral Oğuz "Gerçekleri beyazperdeye taşıma gibi bir derdiniz varsa bunlar filmde olacak" diye eleştirilere cevap vermişti. Oğuz, festivalin sonuçlarının açıkladığı basın toplatısında aldığı ödüle sevindi ama yapımın ilk üçe girememesi üzerine "benim ödül almam önemli değil önemli olan filmin ödül alması" diyerek tepkisini de gösterdi.


FLMİ İZLE 



 

 KOLAY PARA (2002) 


Yönetmen: Hakan Haksun, Ercan Durmuş, Senaryo: Hakan Durmuş, Görüntü Yönetmeni: Ercan Durmuş Müzik: Tamer Çıray, Yapım Avşar Film/Şükrü Avşar Sanat Yönetmeni: Kurtuluş Turgay, Asistanı: Güliz Kaymaksüt, Kurgu: Hakan Akol, Set Fotoğrafları: M. Carmen Adsuar Banulkus, Basın Danışmanı: Onur Yavuz, Asistanı: Selda Esmergül, Web Tasarım: Alper İnuğur, Kostüm Tasarım: Aslı Altan, Asistanı: Selda Çakmak, Reji Ekibi: Çiğdem Sezgin, Gökhan Erkut, Zafer Aykaç, Ayça Aklamuz, Yapım Ekibi: Onur Avcı, Zeynep Aşkım, Tuğba Süheyl, Makyaj: İlknur Elbek Yılmaz, Ahmet Yıldırım, Kuaför: Cengiz Can, İrfan Yörük, Boom Operatörü: Filiz Tavus Türkay, Kamera Ekibi: Vedat Demir, Okan Zengin, Levent Bıyıkoğlu, İlkay Akdoğan, Steadycam: Ali Dalbudak, Işık Ekibi: Hatip Karabudak, Günce Özberk, Necdet Özaktin, Bülent Sancaklı, Emre Onat, Ali Seyhan, Ümit Durmuş, Film Görüntü Efekt: Özkan Sevinç, Özel Efekt: Oğuz Özcan, Fünye: Murat Şengül, Panther Operatörü: Ahmet Topal, Kadir Özcan, Set Ekibi: Ersin Alacan, Doğan Boztuna, Tarık Karakulak, Jenerik: Özkan Sevinç, Graphic: Cahide Günay, Ahmet Yeni: Graphic Animasyon: Serkan Atmaca, İlker Narşap, Laboratuar: Fono Film, Renk Kontrol: Adnan şahin, Film Baskı, Zekeriya Şahin, Film Banyo, Yahya Öztürk, Mustafa Oruç, Mustafa Şahin, Negatif Kurgu: Eyüp Yıldız, Tuncay Koçtürk, Ses/dizayn/Mix: Erkan Aktaş, Ulaşım Ekibi: Necati Polat, Yaşar Maden, Veli Maden, İsmail Velioğlu, Karavan: Cevdet Çelikörs, Sedat Dolaner, Kamera: 1001 Kamera, Ses: Orfeo, Panther/Dolby: Film Ekibi, Ulaşım: Polat Nakliyat, Fotoğraf Laboratuar: Mor İpek, Kargo: TNT, Catering: Umut Yemek, Defne İkram, kast: Doruk Ajans, Umut Ajans,

Oyuncular: Mustafa Uğurlu, Şebnem Dönmez, Emre Altuğ, Okan Yalabık, Erkan Taşdöğen, İdil Fırat, Özcan Deniz, Peker Açıkalın, Emin Gümüşkaya, Erdem Akakçe, Suavi Eren, Naci Taşdöğen, Özdemir Çiftçioğlu, Nurcan Kuzucan, Eylem Yıldız, Mehmet Uğur, Hasan Yıldız, Sönmez Yıldırım, Dersu Yavuz Altun, Güngör Gün, Hüseyin Aydeniz, Mustafa Başbuğ, Erhan Karataş, Konuk Oyuncular: Tuba Ünsal, Ali Taygun, Mesut Ceylan

Konu: Eray, Servet ve Güven aynı evi paylaşan üç arkadaştır... Eray, okuduğu Tıp Fakültesinden atılmak üzeredir. Bir reklam ajansında ofis boyluk yapmaktadır. Epeydir okulu boşlamış, fiziğinin avantajıyla fotomodellik, oyunculuk, şarkıcılık gibi işlerde şansını denemekte şöhret hayalleri kurmaktadır. Servet, otuz beşini devirmiştir. Geç kaldığı hayata, bir an önce ve balıklama dalmak niyetiyle kısa yoldan köşeyi dönme sevdasındadır. Zararsız olduğunu düşündüğü kanunsuz işlere girişmiştir. Bu arada aynı evi paylaştıkları üçüncü arkadaşları Güven’i de bu işlerine ortak olmaya zorlar. Kimya öğrencisi olan Güven, Eray ve Servet’e göre yaşça küçüktür. İçine kapanık, ürkek ve kararsız bir yapısı olan Güven, bir yanda Servet’in hareketli ve baskın kişiliği, diğer yanda Eray’ın umursamaz ve burnu havada tavrı arasında bocalamaktadır. Güven’in kimya fakültesinde okuyan alkolik arkadaşı Ender, kendi geliştirdiği bir formül sayesinde, çok ucuza, viski tadında bir içki elde etmiştir. Servet, bu içkiyi Nejat adında bir pavyon zinciri sahibine pazarlar ve büyükçe bir miktar parayı da avans olarak alır. Sipariş aldıkları içkinin yapımı için işe sıvanırlar. Ancak işler umdukları gibi gitmez.