Powered By Blogger

17 Aralık 2022 Cumartesi

 

UZAK (2002) 


Senaryo ve Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan, Görüntü Yönetmeni: Nuri Bilge Ceylan, Yapım: NBC Ajans Nuri Bilge Ceylan Sanat Yönetmeni: Ebru Yapıcı, Kurgu: Ayhan Ergürsel, Nuri Billge Ceylan, (Fono Film laboratuarında hazırlanmıştır. 

Oyuncular: Muzaffer Özdemir, Mehmet Emin Toprak, Zuhal Gencer (Erkaya), Nazan Kırılmış, Ebru Yapıcı, Feridun Koç, Fatma

  Konu: Film, kar altındaki kasabasından ayrılan Yusuf'un uzun yürüyüşü ile başlar. Kamera sola çevrilerek Yusuf'un bakış noktasına geçer. Uzaktan bir minibüs belirir. Yusuf'un önünde durur. Jenerik başlar. Minibüsün uzaklaşan sesini duyarız. Jenerik sonrası Mahmut'u görürüz. Arka planda flu'da bir kadın soyunur ve yatağa uzanır. Kadın karanlıkta apartmandan çıkar. Mahmut mutfakta yerde bir şey ararken telefon çalar. Telesekreter cevap verir. Arayan annesidir. Annesinin konuşması bitince tereddütle telefonu eline alır. Aramayı düşünür. Ancak vazgeçer. Yemek yedikten sonra stüdyo haline getirdiği boş bir odada seramik çekimi yapar. Çektiği resimleri bir adama götürür. Bu arada Yusuf'ta Mahmut'un sokağına gelmiştir. Apartmanın zilini çalar. Kapıcı gelir. Kimi aradığını sorar. Başka işleri çıkınca Yusuf'u bırakır. Sokağın ortasında duran bir kız gören Yusuf, güneş gözlüklerini takarak, bir arabaya yaslanır. Kızı gözetleyerek poz verir. Kız beklediği kadınla yanından geçerken yaslandığı arabanın alarmı çalar. Mahmut gece gelir. Yusuf, apartmanın girişindeki kapıcı masasında uyuyakalmıştır. Onu fark etmeden yukarı çıkar. Sonra geri döner. Yusuf'u tanımıştır. Eve giderler. Yusuf ile babası kriz nedeniyle bin işçi ile birlikte fabrikadan çıkarılmıştır. Yusuf, gemilerde çalışmak için İstanbul'a gelmiştir. Dolarla ödenen maaşlar, dünyanın dört yanını gezme fikri hoşuna gitmektedir. İşinin kesinleşmesi bir hafta sürecektir.

Mahmut'un evin içinde küçük tuvaleti kullanmama, sigarayı mutfakta içme gibi birtakım kuralları vardır. Yusuf'a yatacağı odayı gösterir. Salona döndüğünde konuğunun kokan ayakkabıları dikkatini çeker. Onlara koku sıkar. Sabah Yusuf İstanbul'u gezer. Karda kartopu oynayan, dolaşan çiftlere ve kadınlara bakar. Gemilerde iş bulabilmesi için Karaköy' e gitmesi gerektiğini öğrenir. Eve döndüğünde Mahmut'u arkadaşları ile bir buluşma ayarlamak için telefon görüşmesi yaparken bulur. Mahmut' a gündüz neler yaptığını anlatır. Entelektüel bir sohbetin sürdüğü, gerçekleştirilemeyen hayallerin konuşulduğu bu toplantı Yusuf'u sıkar. Eve döndüklerinde Yusuf'un hoşlandığı kızı apartmanın girişinde kapıcı ile birlikteyken görürler. Kapıcı Mahmut' a gelen bir paket olduğunu söyleyerek aşağı iner. Yusuf, kendisinin bekleyebileceğini söyleyerek Mahmut'u gönderir. Kızla yalnız kalırlar. Kıza yan gözle bakar. Ancak konuşmak için bir şey yapmaz. Akşam izledikleri filmden sıkılan Yusuf, yatacağını söyleyerek kalkar. Mahmut, hemen bir seks kasedi koyarak onu izlemeye başlar. Yusuf ise bu arada Mahmut'tan gizli olarak annesini arar ve ağrıyan dişinin durumunu sorar. Konuşmadan onların da durumlarının kötü olduğunu anlarız. Yusuf, bir dergi almak için salona geri dönünce Mahmut hemen kanalı değiştirir. Bir Türk filmidir. Yusuf, ayakta durarak filmi izlemeye başlar. Mahmut kanal değiştirir. Yine de gitmez. Sonunda TV'yi kapatacağını söyler.

Yusuf Karaköy' e giderek acentaların olduğu yerleri dolaşır. Gemiciler kahvesine gider. Orada bir adamla konuşur. Adam bu işin macera olduğunu ve para kazanılmadığını söyler. Evde Mahmut, Yusuf'un bazı davranışlarından rahatsız olmaktadır. Çıktığı yerlerdeki ışıkları açık bırakması sinirini bozar. Yusuf, daha önce gizlice kullanmış olmasına rağmen telefonu kullanmak için izin ister. İzni alınca kapıyı kapatarak ailesini arar. Veresiye diş çekimini kabul etmedikleri için bağırıp, çağırması Mahmut'un dikkatini çeker. Gizlice kapıdan konuşmayı dinlemeye başlar. Konuşma bitince yakalanmamak için hızla mutfağa girince evdeki fare için hazırladığı tuzağa yakalanır. Ayağı yapıştırıcı içinde kalır. Mahmut eski karısı Nazan ile buluşur. Kanada'ya giden Nazan ortak oldukları bir evi satmak için Mahmut'tan imza almak istemektedir. Nazan'ın boşanırken Mahmut istemediği için yaptırdığı kürtaj nedeni ile çocuğu olmayacaktır. Onu suçlamamasına rağmen Mahmut pişmanlık içindedir.

Mahmut ve Yusuf, fotoğraf çekimi için şehir dışına çıkarlar. Otelde konaklayarak fotoğraf çekimi yaparlar. Yusuf'ta asistanlık yapar. Mahmut çok güzel fotoğraf olacak bir manzara ile karşılaşır. Yusuf çekebileceklerini söyler ancak o istemez, üşenir. Onlar çekimdeyken Mahmut'un annesi rahatsızlanmıştır. Telesekretere mesajlar bırakan kardeşi biraz da anneleri ile onun ilgilenmesi konusunda sitemde bulunmuştur. Annesinin yanında refakatçi kalmaya gider. Yusuf ise hoşuna giden, mahalledeki kızı takip eder. Parkta ayakta duran kızın yanına gitmek için cesaretini topladığı anda kızın yanına bir başkası gelir. Saklandığı yere geri dönmek zorunda kalır. Mahmut'un annesi eve çıkmıştır. Bu arada ev Yusuf'a kalmıştır. Mahmut'un tüm yasaklarını çiğnemiştir. Evde sigara içmiş, etrafı dağıtmıştır. Mahmut telefon ederek yarım saate kadar geleceğini ve arkadaşıyla görüşmesi olduğunu söyleyerek bir süre dışarı çıkmasını ister. Yusuf, evi toparlayarak dışarı çıkar. Mahmut eve döndüğünde sigara kokusunu alır. Evin dağınıklığı hoşuna gitmez. Söylenerek evi toparlar. Eve gelen aynı kadındır. Yusuf İstanbul' da dolaşır. Kadınları gözetler. Eve döndüğünde Mahmut'tan evin dağınıklığı konusunda azar işitir. Yeğenine aldığı oyuncağı gösterir. Ancak Mahmut çok kızgındır. Yusuf'a planının ne olduğunu sorar. Kaybettiği köstekli bir saat için Yusuf'u suçlar. Ona saati görüp görmediğini sorar. Arayıp bulduğunu da söylemez. Yusuf görmediğini yinelediğinde boş ver der. Eski karısı Nazan, hoşçakal demek için arar. Mahmut, söylemek istediklerini söyleyemez. Telefon görüşmesinden sonra Yusuf hala saati görmediği konusundaki ısrarını sürdürür. Mahmut konuyu uzatmamasını söyler. Yusuf odasına girdiğinde Mahmut'un çantasını karıştırdığını anlar.

Gece tuzağa yakalanan farenin sesi ile uyanırlar. Sürekli ses çıkaran fareyi sabaha bırakamayacaklarından Yusuf dışarı atar. Sabaha karşı Mahmut dışarı çıkar. Bir süre sahilde dolaşır. Sonra havaalanına gider. Gizlice Nazan'ı izler. Eve döndüğünde yedek anahtarı ayakkabılıkta asılı bulur. Yusuf'un odasına bakar. Eşyaları yoktur. Sadece sigara paketi kalmıştır. Sahilde bir banka oturur. Yusuf'un daha önce içmeyi reddettiği sigarasından içer. “Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması” syf, 132”

 ÖDÜL

39. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (15 Ekim 2002)
► "en iyi film"
► Nuri Bilge Ceylan "en iyi yönetmen"
► "en iyi senaryo"
► Mehmet Emin Toprak "en iyi yardımcı erkek oyuncu"

(Jüri Üyeleri: Ekrem Bora, Erdoğan Tokatlı, Füsun Demirel, Hüseyin Kuzu, Mehmet Dinler, Murat Özer, Reis Çelik, Prof. Dr. Sezen Ünlü, Suavi Saygın, Veronica Divendal)

Orhon Murat Arıburnu Ödülleri'nde (2002): "Yazgı" ve "9" la birlikte "en iyi film", Nuri Bilge Ceylan "en iyi yönetmen",

► Muzaffer Özdemir "en iyi erkek oyuncu" 
(Jüri Üyeleri: Sanem Çelik, Metin Kaçan, Hüseyin Kuzu, Alin Taşçıyan, Derviş Zaim)

. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (21 Kasım1 Aralık 2002)
► "en iyi film",
► N. Bilge Ceylan "en iyi yönetmen",
► Zuhal Gencer (Erkaya) "en iyi yardımcı kadın oyuncu", 
► N. Bilge CeylanAyhan Ergürsel ikilisi "en iyi kurgu"
► N. Bilge Ceylan "en iyi görüntü yönetmeni"

(Jüri Üyeleri: Ayla Algan, Mahinur Ergun, Biket İlhan, Sevin Okyay, S. Ruken Öztürk)

SİYAD  Sinema Yazarları Derneği'nin seçiminde (2003)
► "en iyi film",
► Nuri Bilge Ceylan "en iyi yönetmen"
►"en iyi görüntü yönetmeni"

10. ÇASOD  Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği'nin seçimlerinde (2003)
► Mehmet Emin Toprak "en iyi erkek oyuncu"

56. Cannes Film Festivali'nde (2003)
►Jüri Özel Ödülü ve Mehmet Emin Toprak ile Muzaffer Özdemir (en iyi erkek oyuncular)

22. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde (1227 NİsAN 2003)
► "Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Yılın En İyi Türk Filmi",
► "en iyi yönetmen"

(Jüri Üyeleri: Tunç Başaran, Ercüment Akman, Cahit Berkay, Sandra Hcbron, Sezer Sezin)

Uluslararası yarışmada Fipresci ödülü'nü yine "Uzak" aldı

(Jüri Üyeleri: Bojidar Manov, Zeynep Tül Akbal, Gönül DönmezzColin, Constantin Terzis, İkbal Zalıla)

 Nuri Bilge Ceylan, insanın kendisine ve diğer insanlara olan yabancılaşmasını iki adam üzerinden anlatmaktadır. Aralarında ortak bir yön olmayan bu iki adamın hikayesinde Mahmut, evine gelen akrabasından rahatsız olan bir şehirli insanı temsil ederken; Yusuf'un öyküsünde de kasabasında işsiz kalan bir gencin göçü anlatılmaktadır. Mayıs Sıkıntısı'ndaki yönetmen Muzaffer, Mahmut olmuştur. Kasabadan kaçmak isteyen Saffet ise Yusuf'tur. Yusuf'un problemi daha elle tutulur, gerçekçi, somut bir problem olarak dururken; yönetmenin asıl niyetinin şehrin bunalttığı ve yabancılaştırdığı şehir insanını yani Mahmut'u ön plana almak olduğunu görüyoruz. Mahmut, arkadaşları, iyi bir işi ve parası olmasına rağmen çevresini saran bir "uzak"ta yaşamaktadır. İdeallerini, motivasyonunu, yaşama sevincini kaybetmiş biridir. Yaşayan bir ölüden farkı yoktur ve kaybettiklerini bilmeyen birisidir. Her şeyin içinde olup, her şeyin uzağında olduğu durum aslında biraz içsel ve ruhsal bir uzaklıktır. Evi modern hapishanesidir. Şehir hayatında kimseden yardım almadan ve kimseye yardım etmeden, kendi yağında kavrulmak mümkündür. Filmde anlatılan yabancılaşma modern dönem insanının içinde bulunduğu durumu ortaya koymaktadır. Kalabalık içinde yalnız kalmayı işaret etmektedir.

 Mahmut ve Yusuf birbirlerine zıt iki karakterdirler. Kendisini yalnızlaştıran Mahmut ve işsiz kasabalı Yusuf bir araya geldiklerinde kişiliklerinin çatışması ile anlaşamayan ve de gülümseten bir ikili oluşturmuşlardır. Bu uçuruma rağmen farklı yönlerden ikisi de yalnız ve mutsuzdur. Kadınlardan çekinen, şehir hayatına nasıl gireceğini bilemeyen ve Mahmut'tan yüz bulamayan Yusuf, hayata daha yakın gözükmesine rağmen tutacağı yolu bilememektedir. Kasabadan bunalıp, terk etmek isteyen daha önceki kahramanların şehre gelen temsilcisidir. Mahmut ise dışarıdan sorunsuz görünen hayatında sıkıldığı bir işi yapmakta olan ideallerinden kopmuş birisidir. O kadar kötümserdir ki Tarkovski gibi film çekme hayalinden uzaklaştığı gibi, fotoğrafın öldüğü fikrindedir. Kadınlarla sadece cinselliği paylaşmaktadır. Hala unutamadığı karısına ise istediklerini söyleyemeyecek kadar içine kapanmıştır. Alaycı, sinik bir karakterdir. Öyle ki hoşuna giden bir manzarayı çekmek yerine gitmeyi tercih edecektir. Entelektüel bir bunalım içindedir. Bir anlamda 1980'lerin entelektüellerinin uzantısıdır. Bir türlü yakalanamayan fare, dinlenen kapılar, gizlice izlenilen porno film gibi gülümseten bölümlere de sahip olan filmde Mahmut'un koyduğu yasaklar, hoşuna gitmeyen ayak kokusu, salonda içilemeyen sigara, köstekli saatin kayboluşunda Yusuf'u suçlaması hep ona karşı geliştirdiği savunma mekanizmasıdır. Yusuf'un hayatı ve problemleri ile ilgilenmez.

 Yönetmen yine diyalogları doğaçlamada ve en az seviyede bırakarak, hareketler ile durumları anlatmayı tercih etmiştir. Filmin özellikle baştaki kardaki yürüyüş sahnesi gibi düzenli kompozisyonları dikkati çekmektedir. Mahmut ve Yusuf'un şehirdeki buluşmaları özenle resmedilmiştir. Sıradan insanların sıradan öykülerini ortaya koyan bir sinema anlayışını sürdürürken; sorgulayıcı bir dil kullanmamaktadır. Ayrıntılı planları, düzgün resimleri, karlar altındaki İstanbul'un görüntüleri filmi görsel olarak başarılı hale getirmiştir. Uzun planlar Mahmut'un yalnızlığını vermede yönetmene yardımcı olmaktadır. Minimalist tarzı ile dikkati çekerken; müziğin çok az yerde kullanımı da dikkati çekmektedir. Doğal ses tercih edilmiştir. Amaçsızlaşan Türk entelektüeli ile işsiz olan öteki sınıf katmanını anlatma ve karşılaştırma açısından önemli bir filmdir. “Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması” syf, 135”

 Uzak'ın diğer filmlerden bir farkı da, şehrin kalabalığından dolayı, takılıp kaldığımız görüntülerin azlığı oluyor. O kadar fazla görülmesi gereken yer var ki ... İnsanlar, karlı yollar, deniz vs ... Konuşmalar ve oyunculuk yine kendi doğallığında ilerliyor. Doğal ışık kullanımı tercih edilmiş yine. Sekanslarıyla, ruhuyla bu bir Nuri Bilge Ceylan filmi dedirtse de, "Uzak"da şehirli hava var. Şehre sanki biraz erken geldi gibi Ceylan. (Banu Bozdemir, Haftalık Antrakt Sinema g, s.: 09, 27 Aralık02 Ocak 2003)

 uzun, lirik plansekansların özel ve karakteristik kıldığı, ağır tempolu, kasvetli bir atmosferin dalağını yaran, tipik Nuri Bilge Ceylan üslubuyla bir çeşit oda müziği etkisi uyandıran "Uzak", unutulmaz görüntülerle donatılmış, farklı bir film. Ancak kesinlikle geniş kitleye hitap eden, ticari sinemanın popüler örneklerinden biri hiç değil. Son 5 yılda kuşkusuz sinemamıza damgasını vuran filmlerin yaratıcısından, meraklısına seslenen, yeni, farklı ve özel bir film daha, "Uzak" ... (Sungu Çapan, Cumhuriyet g., 27 Aralık 2002)

 "Uzak" çok ger ek, çok yakın, çok ama çok hüzünlü ... Yazıya döküp okura uzun uzun anlatmak ve abartarak önermek doğru değil. Bu, bir tür yüzleşme yaşamak isteyen herkesin gidip bizzat 'algılayabileceği' filmlerden (Ali Ulvi Uyanık, Haftalık Antrakt Sinema g., s.: 10, 39 Ocak 2003) “2590”

 Nuri Bilge Ceylan'ın kır ortasından uzaklaşıp büyük kent dekoruna geçmesiyle anlatımında bazı sorunlar doğacağını, İstanbul 'un "bu tür sinema için tehlikelerle dolu olduğunu düşünenler vardı. Lafı hiç uzatmadan, yanıldıklarını vurgulayalım; Ceylan. kasabaya da kent değil, örneğin uzay istasyonunda geçen bir öykü de aktarsa aynı gerçekliği yakalayabileceğini kanıtlıyor "Uzak" ta ve sinema dilinin hep aynı olgunluğunu, ustalığı. özgünlüğü koruyacağını gösteriyor. "Ne söylesek. övgü olur" diyebileceğimiz mekan ve ışık kullanımı, büyük özenle, incelikle yazılmış, yaşamın içinden sökülüp alınmış diyaloglar, olağanüstü karakter çizimIeri ve zekice ayrıntılarla örülmüş yeni bir Nuri Bilge Ceylan başyapıtı "Uzak" (Tunca Arslan, Sinema d., S.: 93, Ocak 2003)

 Robert Bresson "Sinematograf Üzerine Nohar"ında alabildiğine yalın, süsten , gösterişten uzak bir sinema doğrultusunda, yine aynı özelliklere sahip tanımlamalar ve öneriler getirir. Sinemacılar, seyirciler ve eleştirmenler için son derece "faydalı bilgiler" içeren vurgulamalarla, dikkat çekmelerle doludur bu notlar. Bir yerde, sözü hiç uzatmadan, "Ne eksik, ne fazla" der Bresson...

 Ne eksik, ne fazla... Söylediği bundan ibarettir. Sanatın en Çarpıcı halinin, "katıksız hali" olduğunu bilen, "Ne güzelleştir, ne de çirkinleştir. Olduğundan başka türlü gösterme" formülünü benimseyen, "gerçeği, gerçekle düzeltmek"in önemini kavramış bir yönetmenin deneyimlerinden süzülen, basit ama bir o kadar da can alıcı bir cümledir bu... İçinde o büyük "gerçeği" barındıran dört sözcük!

 Nuri Bilge Ceylan için "yerli Bresson" vb. diyerek işin kolayına kaça cak değilim elbette ama Ceylan'ın sinemamızdaki gelmiş geçmiş en iyi "Ne eksik, ne fazla"cı olduğunu rahatlıkla iddia edebilirim. Kısa filmi "Koza"dan başlayarak, "Kasaba" ve "Mayıs Sıkıntısı"nda bu ilkenin sonuçlarını yansıtmıştı perdeye Ceylan. Şimdi de "Uzak"ta aynı şeyı aynı netlikte tekrarlıyor, bir kez daha gerçeği gerçekle düzeltiyor.

İlgililer içinde artık duymayan kalmamıştır sanırım; "Uzak", öncekiler gibi "kırkasaba" filmi değil. Sayısız filme dekor oluşturmuş, binlerce beyazperde karakterini bağrına basmış olan İstanbul var karşımızda. "Kasaba" ve "Mayıs Sıkıntısı"ndan tanıdığımız, üniversite sınavlarındaki başarısızlığını, huzursuzluğunu, sıkışmışlığını, beklentilerini bildiğimiz delikanlı evden ayrılıyor. Niyeti, gemilerde iş bulup uzaklara gitmek... Üniversitelerinde okuyamadığı İstanbul, bu kez bir istasyon onun için. Büyük kente doğru kıvrılarak akıp giden kasaba yolu ve ardından karla kaplı İstanbul sokakları... İşlerini hale yola sokuncaya kadar, geçici süre için, "Çoktan İstanbullu olmuş" akrabanın dairesinde kalacak, biraz yük olacaktır. “Aslını inkar eden haramzadedir!" dedirtmese de akrabalarının sorunlarına karşı biraz duyarsız olduğuna "önceden" de tanıklık ettiğimiz fotoğraf sanatçısı yönetmen akraba, bir yandan kişisel duygusal sorunlarıyla uğraşır, rahatının kaçmasından dolayı biraz sinirlenirken, bir yandan da başka işi yokmuş gibi bu genç adamı "idare etmeye" çalışır... İstanbul ise kasabasından kopup gelmiş işsiz güçsüz bir delikanlı için, hep aynı "Ulan İstanbul! "dur Kış doludizgin gelmişken, tıpkı şair gibi, "Çevremde muazzam bir baş dönmesidir adeta şehir / münzevi bir soru işaretiyim" demektedir sanki genç adam. Nuri Bilge Ceylan'ın kır ortamından uzaklaşıp büyük kent dekoruna geçmesiyle anlatımında da bazı sorunlar doğacağını, İstanbul'un "bu tür sinema" için tehlikelerle dolu olduğunu düşünenler vardı. Lafı hiç uzatmadan, yanıldıklarını vurgulayalım; Ceylan, kasaba ya da kent değil, örneğin uzay istasyonunda geçen bir öykü de aktarsa aynı gerçekliği yakalayabileceğini kanıtlıyor "Uzak"ta ve sinema dilinin hep aynı olgunluğu, ustalığı, özgünlüğü koruyacağını gösteriyor. "Ne söylesek, övgü olur!" diyebileceğimiz mekan ve ışık kullanımı, büyük özenle, incelikle yazılmış, yaşamın içinden sökülüp alınmış diyaloglar, olağanüstü karakter çizimleri ve zekice ayrıntılarla örülmüş yeni bir Nuri Bilge Ceylan başyapıtı "Uzak".

Türk sinemasında çoğu yönetmenin üzerinden atladığı ya da kenarından geçtiği "mekanın ayrıntılarını önemseme" eğiliminin üzerinde de duralım yeri gelmişken. Ceylan, örneğin Zeki Demirkubuz sinemasında da sıkça rastladığımız üzere, günlük ya Şam’daki kimi alanları (apartman önü, merdiven boşluğu, balkon vb.) gayet kıvrak biçimlerde yeni alanlar olarak yaratabiliyor ve bu sayede unutulmaz sahneler ortaya koyabiliyor. "Uzak" bu açıdan büyük zenginlik içinde...

 Ve tabii, yine Bresson ile İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı arasında değer bulan oyunculuklar... Ceylan'ın kült oyuncuları Muzaffer Özdemir ve sinemamızın en genç, en sevindirici kazanımlarından, "en usta amatör"lerinden biriyken yitirdiğimiz sevgili Mehmet Emin Toprak, Feridun Koç, Fatma Ceylan, Zuhal Gencer Erkaya, Ebru Yapıcı, "sahici olanın taklit edilemezliğinin örneklerini sergiliyorlar film boyunca. Ceylan'ın ilk iki filmine oranla biraz daha "çeşitlendirdiği" oyuncu kadrosu, "Uzak"ın en çok takdir edilmesi gereken yanlarından, başarısı Altın Portakal'la da pekiştirilmiş olan senaryonun sağladığı geniş ama gayet iyi hesaplanmış hareket alanı içinde, son derece özgür ama bir o kadar da ''yönetmene bağlı" biçimde performans gösteriyor.

 Enselenmekten ve misafirine mahcup olmaktan çekinerek, gizli gizli porno film seyretmekten (hem de Thrkovski'nin "Stalker"ıyla perdeleyerek! ) eski eşle ilişkilere; ev sahibine çaktırmadan şehirlerarası telefon görüşmesi yapmaktan, annenin diş ağrılarına çare olamamaya ve para pul meselelerine; komşu kıza bakışlar fırlatma ve küçük fareyi yakalama çabalarından evdeki sigara yasaklarına kadar, yaşamın içinden, "yaşanmışlıktan" güç alan bir filmdi izlediğimiz. Ceylan, çoğu seyircinin her iki ana karakterde de kendisinden çok şey bulup, kah biri, kah diğeri olacağı, yer yer "dejavu" duygusu bile uyandırabilecek, dupduru, ticari sinemanın her türlü klişesinden uzak, tadına, samimiyetine, sıcaklığına doyulmaz bir filmle doğru bildiği yolda yürümeyi sürdürüyor kısaca söylemek gerekirse. Altın Portakal'ın ardından da ödül toplamaya devam eden "Uzak", sinemaseverlerimizin ve festival severlerimizin, yedinci sanatın özüyle olan uzaklık yakınlı ölçümünü de bir kez daha ortaya çıkartacak yeni bir Nuri Bilge Ceylan filmi... Acıyla seyredilecek ve sinema tarihimize Mehmet Emin Toprak'ın son filmi etiketiyle geçecek olması, ne büyük talihsizlik... (Tunca Arslan, Sinema D. Ocak 2003)

 Nuri Bilge Ceylan sinema serüvenine devam ediyor. Yalnız ve gururlu bir kurt gibi, sistemin içine girmeden, bütçelerini yükseltmeden, filmlerini yazıp yöneterek, kameranın da ardında durarak, ailesi gibi olmuş bir avuç oyuncuyu sürekli kullanarak, bize insanoğlunun doğa ve yaşamla kurduğu/kuramadığı uyumun çağdaş bir dökümünü yapıyor.

 İlk iki filmindeki kırsal kesimden bu kez İstanbul'a uzanıyor yönetmen... Ama yine o kesimden çıkıp büyük kente yerleşmiş iki akrabanın öyküsüyle... Biri fotoğrafçılığıyla kendine bir yer edinmiş, hafiften burjuvalaşmış, ama bencilliği nedeniyle karısını, doğmadan ölen çocuğuyla birlikte hayatından uzaklaştırmıştır. Öbürü, daha genç olanıysa, gemilere yazılıp uzaklara gitmeyi hayal eden, ama bu olmayacak düşün peşinde koşarken, büyük kenti adım adım dolaşan, özellikle peşine düştüğü kadınlarla ilişki kurmak istediğindeyse hep sınıf, çevre ve kültür engellerine takılan bir serseri mayın Ceylan, öncelikle büyük bir görüntü ustası. İstanbul'dan verdiği manzara unutulacak gibi değil: eski evleri, dar sokakları, iç içe geçmiş uygarlıklarıyla efsanevi bir İstanbul, karın bembeyaz örttüğü bir mevsimde tam bir hayal kent olarak karşımıza geliyor. Karın temsil ettiği sükunet ve sessizlik, yönetmenin müzik kullanmamasıyla da destekleniyor: sadece bir yerde bir Mozart var.

 Ama bu sakinlik sizi yanıltmasın ... Altında büyük dramlar yatıyor çünkü ... Sadelik ve ilgisizlik içinde yaşanan dramlar... Ruhu büyük kentte kıstırılmış, işsiz ve amaçsız bir genç adam... Onu işlemediği bir suçla lekeleyerek, bunu bilinçle yaparak hayatından uzaklaştırmaya çalışan, zaten daha önce de herkesi uzaklaştırmış ve kendisini yalnızlığa mahkum etmiş bir diğeri ... Kimi zaman tek bir planla, kimi zaman hiç konuşmasız duyurulan bireysel dramlar, büyük kentin öğüttüğü küçük insanların hüzünlü hikayesi …

Ve, ayrı bir hüzün boyutu. Antalya 2002'de bu rolüyle en iyi yardımcı oyuncu seçilen, Ceylan'ın sinema ailesinden ve ödülün neredeyse hemen ertesinde hain bir trafik kazasına kurban giden Mehmet Emin Toprak'ın acı veren anısı. ..

Eve, kuşku yok: Nuri Bilge artık bir dünya yönetmeni. Bu yeni filminin de bizde kaç seyirciye ulaşacağını bilmiyorum, ama dünyanın tüm önemli festivalIerine uzanacağı bir grçek ...

 “UZAK “Nuri Bilge Ceylan

"Uzak" filminde, iki farklı toplumsal kesime ait insan, şehirde bir evde bir araya geliyordu. Filmde , kar altında İstanbul görüntüleriyle, durağanın ardında yatan devinim, iç dünyaların karmaşası, 'doğallık' ve 'gerçeklik' duygusuna sadık kalarak yansıtılıyordu.

Ceylan, ikinci uzun metraj filmi "Mayıs Sıkıntısı"nda film çekmek için kasabasına gelen yönetmenin ailesi ve yakın çevresiyle kurduğu ilişkilere yönelerek, "Uzak" filmindeki temaya doğru bir pencere açmıştı.

 "Mayıs Sıkıntısı"ndan "Uzak" a konu olan tema, filmini gerçekleştirmek için her olguya malzeme olarak bakabilen şehirli, bencil yönetmen Muzaffer ile kasabalı işsiz genç Saffet arasındaki ilişki veya gerilimdi…

Bu gerilim Mayıs Sıkıntısı’nın geneli için filmin ayrıntılarından birini oluşturuyordu. Oysa Uzak filminde bu gerilim, filmin esas temasını oluşturuyor. Uzak" filminde Muzaffer karakteri, reklam fotoğrafları çeken, yalnız yaşayan Mahmut'a dönüşmüş. Ve Mahmut'un akrabası olan kasabalı genç Yusuf, iş aramak için İstanbul'a geliyor. Filmin ana eksenini Yusuf'un Mahmut'un evinde kaldığı süre oluşturuyor.

 Mahmut karakteri, çıkarcı, bencil ve var olan düzenle uyumlu, ekonomik yapı ile organik ilişki kurabildiği için ondan beslenen, geleneksel ve toplumsal bağlarından kopmuş, kimseye karşı sorumluk taşımayan bir tip. Filmde bu aydın tipi kendi yalnızlığında ve bencilliğinde boğulan mutsuz bir kişilik olarak verilmiş Diğer karakter ise işsiz, kasabalı, yalnız bırakılmış ve mağdur bir kişilik olarak başarılı ve duyarlı bir biçimde oluşturulmuş.

Bu iki farklı karakter arasındaki gerilim, şehrin merkezinde bir evde yaşanan bu derin çelişki, Türkiye'de son yıllarda oluşan derin toplumsal ayrışmayı gündeme getiriyor ve Türkiye toplumunun geçtiği dönemeç bağlamında kuvvetli bir gösterge niteliğinde. Şöyle ki: Seksenli yıllardan itibaren ekonomik , toplumsal ilişkilerin değişmesiyle birlikte Türkiye'de yeni bir şehirli aydın tipi ortaya çıktı. Neo liberalist dünya görüşünün Türkiye'de hakim kılınmasıyla birlikte bu yeni aydın,kendini toplumsal anlamda tamamen özerk hissediyor, 'ancak tüm zihinsel yaratıcılığını, pratik hayatta tamamen , doğrudan kapitalizmin hizmetine veriyordu. Görünürde bağımsız, hür bir bireydi ama sermayenin taleplerine hizmet edebilmek içindi bu hürriyet. Gazeteciler, propagandacılar, reklamcılar, şirket yöneticileri, halkla ilişkiler uzmanları küresel dönemin, yukarıda tanımlamaya çalıştığımız konumun parlayan meslekleriydi. Seksenli yıllar boyunca bu meslekler "yeni özgür birey"in en revaçta konumları olarak yükseldi.

Bu insanlar bütün bu süre boyunca özgür olduklarına olan tam bir güvenle tüm kişisel yeteneklerini "sattılar". Mahmut da bunlardan biri...Reklam fotoğrafçısı.

Var olan tüm estetik birikimini doğrudan mal satmaya hizmet için kullanıyor. Bir zamanlar "Tarkovski" gibi filmler çekmek isterken, çoktan ruhunu kaybetmiş...Sanatkarca düşünecek enerjisi kalmamış. Pek çok insani hasletini yitirmiş Mahmut. Annesinin hastalığını bildiği halde onu aramıyor bile Eski karısına acı çektirmiş. Halen beraber olduğu kadına acı çektirmeye devam ediyor.

 Evine iş aramak gibi çok hayati bir nedenle gelmiş olan Yusuf'a bir baş belası imiş gibi davranıyor. Ona yardım etmeyi hiç düşünmediği gibi konuşmuyor bile. Hatta ona potansiyel bir hırsız muamelesi yapıyor.

Mahmut, tam da yaşadığımız hayata ilişkin sorular sormamız için tipik bir model.. . Yusuf ise filmin mağdur karakteri. Filmin gerçek kaybedeni.

 Genç, bilgiye ve umuda aç. Her genç gibi kırılgan, hayalperest, yardıma ihtiyacı var. İletişime ve öğrenmeye açık...Ama her girişimi bir duvara çarpıyor Yusuf'un.

Mahmut'un evinden gizlice annesini arayıp sağlığıyla ilgileniyor. Yapabileceğini yapıyor. Ama hayatını değiştirme, bir iş bulabilme imkanı yok denecek kadar az. Bugün Türkiye'deki milyonlarca işsiz gibi. Mahmut'la Yusuf'un, baktıkları yön farklı olduğu gibi düşleri de farklı... Birininki, her şeyin bir yer sarsıntısındaki gibi tuz buz olması , diğerininki küçük belirsiz ışıklar, küçük çan sesleri....

Öte yandan farklı toplumsal kültürel katmanları temsil eden bu iki karakterin yan yana gelmesi, bizim sinemamız için özel bir önem taşıyor. Seksenli yıllardan itibaren, "Mahmut"ların yaşam tarzlarının, seçimlerinin onaylandığı, yüceltildiği ; Yusuf'un temsil ettiği "öteki"ninse, sürekli, total biçimde aşağılandığı, tıpkı filmde Mahmut'u yaptığı gibi, aşağılamanın yönetmenin gözüne dönüştüğü bir yön kaymasının olduğu bir dönem yaşandı.

O dönemin sineması bizi neo liberal hayat anlayışına iten, toplumsal algıyı yok eden bir sinemaydı. Bireyci, bencil, hazcı, maddi, sistemle bütünleşerek yaşamını sürdürmenin bir ayrıcalık olduğu ideolojisini bize boca ediyordu.

"Uzak" bu dönemin yücelttiği bu kesime yöneltilen ilk eleştirel bakış olması bakımından bir kırılma noktası özelliğini taşıyor. ilm, izleyicide Yusuf'a karşı derin bir acıma hissi bırakarak sona eriyor Diğer kahraman Mahmut'u ise anlamsız bir boşluk ve hiçlik duygusu ile dolu olarak parkta yalnız başına oturarak bırakıyoruz. Yaşamı başarısız , hayallerinden uzaklaşmış, kadınları yaralamış, yaralamaya devam ediyor... İyilik yapma, bir insanı anlama ve yardım etme yeteneğinden yoksun, yalnız, ve mutsuz.

 "Uzak" filminin tematik yapısını oluşturan can alıcı konumun yerel olduğu kadar evrensellik boyutu da var.. Çünkü Türkiye'de yaşanan bu altüst oluş, bu toplumsal anlamdaki çöküş çok evrensel... Son yıllarda izlediğimiz pek çok film, kent yaşamı, yalnızlaşma, işsiz ve Çıkışsız genç insan sayısının inanılmaz derecede artışı gibi can alıcı sorunları doğrudan ya da dolaylı olarak anlatıyor. "Uzak" bu hayati sorunun Türkiye'deki izdüşümünü duyarlı bir biçimde yansıtabilmiş. Ceylan, bu filminde çok başarılı görüntü çalışmasının yanında, sinemada gerçekliğin en temel öğelerinden biri olan "dış ses"leri de etkileyici bir biçimde kullanmış...Ye bu çok başarılı ses çalışması , Ceylan'ın filmine ayrı bir derinlik katmış. Sonuç olarak, Nuri bilge Ceylan'ın bu üç uzun metrajlı filminin, hem üretim tarzı, hem de düşünsel olarak bağımsız, yaratıcı nitelikleriyle, Türkiye sinemasına çok ciddi bir katkı ve yeni bir yol oluşturduğunu belirtmeliyiz. (Necla Algan “Antrakt Sinema Dergisi Aralık 2003Ocak 2004 Sayı: 7576)

 · Nuri Bilge Ceylan, kasaba yaşamı, aile ilişkileri, gerçekleşmeyen umutlar, düşler, kabuslarla oluşan gerçekçi bir dünyanın ilmeklerini ilk filmleri "Koza" (1995) ve "Kasaba"dan (1997) itibaren örmeye başladı. Ceylan, ikinci uzun metraj filmi "Mayıs Sıkıntısı"nda (1999), film çekmek için kasabasına gelen yönetmenin ailesi ve yakın çevresiyle kurduğu ilişkilere yönelerek, "Uzak" filmindeki temaya doğru bir pencere açmıştı. "Uzak", iki farklı toplumsal kesime ait insanı bir araya getirerek, kar altında İstanbul görüntüleriyle, durağanın ardında yatan devinimi, iç dünyaların karmaşasını, doğallık ve gerçeklik duygusuna sadık kalarak yansıtır. "Uzak" filminde, reklam fotoğrafları çeken, yalnız yaşayan Mahmut'la, onun akrabası olan ve iş aramak için İstanbul'a Mahmut'un evine gelen kasabalı genç Yusuf'un öyküsü anlatılır. Filmin ana eksenini Yusuf'un Mahmut'un evinde kaldığı süre oluşturur. Mahmut, toplumsal anlamda çıkarcı, bencil, düzenle uyumlu, ekonomik yapı ile organik ilişki içinde, ondan beslenen, geleneksel ve toplumsal bağlarından kopmuş, kimseye karşı sorumluluk taşımayan bir karakterdir. Filmde bu karakter, kendi yalnızlığında ve bencilliğinde boğulan mutsuz bir kişilik olarak verilmiş, Diğer karakter Yusuf, işsiz, kasabalı, yalnız bırakılmış, çaresiz bir gençtir. Bu iki farklı karakter arasındaki gerilim, şehrin merkezinde bir evde yaşanan bu derin çelişki, Türkiye toplumunun geçtiği dönemeç bağlamında kuvvetli bir gösterge niteliğindedir. 80’li yıllardan itibaren ekonomik, toplumsal ilişkilerin değişmesiyle birlikte Türkiye'de yeni bir şehirli aydın tipi ortaya çıktı. Reklam fotoğrafçısı olan Mahmut, var olan tüm estetik birikimini doğrudan sermayeye hizmet için kullanıyor Bir zamanlar Tarkovski gibi filmler çekmek isterken, çoktan ruhunu kaybetmiş .. Sanatkarca düşünecek enerjisi kalmamış. Pek çok insani hasletini yitirmiş Mahmut. Annesinin hastalığını bildiği halde onu aramıyor bile ... Eski karısına acı çektirmiş. Beraber olduğu kadına bir eşya muamelesi yapıyor, Evine iş aramak gibi çok hayati bir nedenle gelmiş olan Yusuf'a, bir baş belası imiş gibi davranıyor. Ona yardım etmeyi hiç düşünmediği gibi konuşmuyor bile, Hatta ona potansiyel bir hırsız muamelesi yapıyor. Mahmut, tam da yaşadığımız hayata ilişkin sorular sormamız için tipik bir model...

Türkiye'deki derin toplumsal ayrışmanın, var olan düzenle en örtüşen cephesini, onun çıkmazlarını yansıtan çarpıcı bir karakter. Yusuf ise filmin 'ezilen'i. Yusuf, genç, bilgiye ve umuda aç. Her genç gibi kırılgan, hayalperest, yardıma ihtiyacı var. iletişime ve öğrenmeye açık. .. Ama her girişimi bir duvara çarpıyor Yusuf'un.

 Mahmut'un evinden gizlice annesini arayıp sağlığıyla ilgileniyor. Onun için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ama hayatını değiştirme, bir iş bulabilme imkanı yok denecek kadar az. Bugün Türkiye'deki milyonlarca işsiz gibi. Mahmut'la Yusuf'un baktıkları yön farklı olduğu gibi düşleri de farklı... Birininki, her şeyin bir yer sarsıntısındaki gibi tuz buz olması, diğerininki küçük belirsiz ışıklar, küçük çan sesleri...

Öte yandan farklı toplumsal kültürel katmanları temsil eden bu iki karakterin yan yana gelmesi, bizim sinemamız için özel bir önem taşıyor. Seksenli yıllardan itibaren, 'Mahmut'ların yaşam tarzının, seçimlerinin onaylandığı, yüceltildiği; Yusuf'un temsil ettiği 'öteki'ninse sürekIi, total biçimde aşağılandığı bir dönem yaşandı, "Uzak", bu dönemin yücelttiği içeriyor. aydın karakterine yöneltilen ilk eleştirel bakış olması bakımından bir kırılma noktası özelliğini taşıyor.

 Film, izleyicide Yusuf'a karşı derin bir acıma hissi bırakarak sona eriyor. Diğer kahraman Mahmut'u ise anlamsız bir boşluk ve hiçlik duygusu ile dolu, parkta yalnız başına otururken bırakıyoruz. Yaşamı başarısızlıklarla dolu, hayallerinden uzaklaşmış, kadınları yaralamış, iyilik yapma, bir insanı anlama ve yardım etme yeteneğinden yoksun, yalnız ve mutsuz.

Film Türkiye'nin değişen toplumsal yapısı, derinleşen iletişimsizlik ve toplumsal bağlardan kopup, yalnızlaşma temalarına ilişkin, güçlü alegorilerle yüklü. Yeni zamanların büyük sermaye himayesindeki aydını ve onun dışladığı, görmezden geldiği, hatta aşağıladığı kesimlerle ilgili çarpıcı bir dışavurum Uzak" filminin tematik yapısında yer alan bu civar alıcı konumun yerel olduğu kadar evrensellik boyutuna taşıyan çok önemli bir bağlamı da var. Çünkü Türkiye'de yaşanan bu altüst oluş, bu toplumsal anlamdaki çöküş çok evrensel... Son yıllarda izlediğimiz pek çok yabancı film, kent yaşam, yalnızlaşma, işsiz ve çıkışsız genç insan sayısının inanılmaz derecede artışı gibi yıkıcı sorunları işaret ediyor.

Bu hayati sorunun Türkiye'deki izdüşümünü duyarlı bir biçimde yansıtan, bu temayı estetik sinematografik bir bütünlükle yoğurabilmeyi başarmış bir film "Uzak”.

Filmde üstün nitelikli görüntü ve ses çalışması var. Ceylan, film üretiminin teknik olarak her alanıyla titizlikle uğraşıyor. Sinemada gerçekçiliğin tüm teknik gereklerini ustalıkla uyguluyor,

Nuri Bilge Ceylan'ın filmi "Uzak" hem temaları hem üretim tarzı hem de teknik titizliği nedeniyle Türkiye'de bağımsız sinemanın öncüsü, film sanatının pek çok unsuru açısından üstün nitelikli ve çığır ağıcı nitelikte . (Necla Algan) “SİYAD “40 Yılın Serüveni”



 



2003 YILINDA 

GÖSTERİME GİREN FİLMLER





16 Aralık 2022 Cuma

 

ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE (2002) 


Yönetmen: Levent Kırca, Senaryo: Yaşar Arak, Müfit Can Saçıntı, Görüntü Yönetmeni: Cengiz Tacer, Yapım: Hodri Meydan/Oya Başar Kurgu: Serter Erus, Sanat Yönetmeni: Feyza Şanalan, Saadet Parlak,

Oyuncular: Levent Kırca, Sezai Altekin, FatmaMurat, Selâhattin Taşdğen, Nilgün Belgün, A Demirel, Ferdi Akarnur, Tuluğ Çizgen, Okan Çivlik, Atilla Pakdemir, Teoman Mermutlu, Ayberk Pekcan, Çetin Altay, Hacı Ali Konuk

Konu: Normal koşullarda pek karşı karşıya gelmeyen farklı sınıflardan iki insanın trajik bir kazada kesişen yaşamlarını konu alıyor. Gecenin bir yarısında yol almakta olan son model bir otomobil, bir virajda motosikletli bir köylüye çarpar. Panik içinde otomobillerinden inen şehirli karı koca, yerde cansız yatan köylüye bakarlar. Reşo (Levent Kırca) adında bir köylüye aittir cansız beden Reşo'nun dünyasında insan hayatının değeri sudan ucuzdur. Yeni evlenmiş kardeşinin karısını eşkıyalar kaçırmış, öbür kardeşini kan davası yüzünden kaybetmiş, bir kardeşi de askerde şehit olmuştur. Hasta babasının ölümünü beklerken oğullarının acısına dayanamayan anası da (Fatma Murat) göçüp gitmiştir. Reşo, nesIini sürdürebilmek için dul bir kadınla evlenmiş ve hemen hamile bırakmıştır karısını. Yeni gelen hayat biraz daha önemlidir onlar için, bu yüzden doğum yapacak karısına kasabadan doktor getirmek üzere yola düşmüştür mobiletiyle. Yusuf (Levent Kırca) ise İstanbul'da büyük bir gazetenin genel yayın yönetmenidir. Mafyayla ve siyasilerle içli dışlıdır. Gazeteyi kendi çıkarları için kullanmaya alışmıştır. üstelik gözü daha da yükseklerdedir. Gazete yönetimindeki gücünü arttırabilmek için patronunun arkasından dolaplar çevirmekte ve bu arada karısı Jalezar Hanımı (Tuluğ Çizgen) da hoş tutmaktadır. Fakat ülkedeki dengelerin değişkenliği kimi zaman Yusuf'un entrikalarının ters tepmesine yol açmaktadır. Gazete büyük bir batağın içine düşmüştür. Savcılar, jandarma ve hatta mafya, şirketin üzerine yürümeye hazırlanırken gazetenin sahibi Alaettin (Sezai Alptekin), özel helikopteriyle yurt dışına kaçmaya hazırlanır. Ancak Yusuf bir şekilde onu gazetede kalmaya ikna eder, kendisi de karısını (Nilgün Belgin) alıp yurtdışına kaçmak üzere otomobiliyle yola çıkar. Gecenin bir yarısı, iki ayrı dünyadan gelen iki araç bir virajda çarpışır. Jandarma olaya el koyar ve şehirden gelen karı kocayı karakola götürür.

 

İlk filmden çıkan dersler

İşte bu sarsıcı çarpışma anından yola çıkarak Türkiye'nin doğusuyla batısı arasındaki büyük uçuruma ve iki tarafta birbirinden habersiz süren iki yaşam arasındaki çarpıcı farklılığa dikkat çekmek istemiş Kırca. Hikaye üretmek konusunda pek sıkıntı çekmediğini biliyoruz. Bu da, zihninin çekmecelerinden birinde yıllardır gün ışığına çıkmayı bekleyen onlarca hikayesinden biri. Yıllar önce, besteci bir arkadaşıyla birlikte doğuya bir yere, turneye giderken aklına düşmüş. "Uzun bir yoldu," diye anlatıyor. "Pencereden bakıyor, gördüklerimiz üzerine konuşuyorduk. Hep böyledir ya; toprakların arasında, uzakta üç beş tane ev görürsünüz. Klimalı arabanın içinde, istediğiniz güzel müziği dinleyerek giderken o ev, sizin için pencereden görünen manzaranın bir parça sıdır sadece ama birdenbire madalyonun öteki tarafını çevirdiğinizde orada birilerinin yaşadığını ama nasıl yaşadığını, sizinle ne kadar kopuk olduklarını, sizin için o insanların yaşamının pencerenizden geçen bir tablo olduğunu fark edersiniz. Burada müthiş bir yabancılaştırma efekti ile yüz yüze gelir insan. İşte böyle bir yerden yola çıktık biz de. Yolumuz uzundu, o gün arabada yüksek sesle arkadaşıma anlatarak kurdum hikayeyi."

Çarpma anından başlayarak geri dönüşlerle bir kırsal kesimdeki adamın bir de şehirdeki adamın hikayesini anlatan ve bu iki karakterin çarpışma anına kadarki yaşamlarını izleyen hikayeyi ilk filminin hikayesine göre çok daha sinematografik buluyor Kırca. "Dikkat ederseniz enteresan bir kurgusu var aynı zamanda" diyor. Gereğinden uzun bulunan ilk filminin seyirciye ulaşmayı başarmış bir film olmasına rağmen hataları olduğunu itiraf ediyor. Geçen yıl gösterime giren filmini büyük bir açık yüreklilikle eleştiren yönetmen" ilk filmden kendime göre çok büyük dersler çıkarttım" diyor. "Bir milyon kişi tarafından izlendi, seyircisi ve getirdiği para açısından önemli bir noktadır bu. Ayrıca büyük bir çaba ve enerji vardır içinde, bir şey anlatmaya çalışmaktadır. Ne var ki biraz uzundu. Benim ve arkadaşlarımın söylemek istediğimiz çok şey vardı. Bunları kafamızda derleyip toplayıp bir süzgeçten geçirememiş ve sade bir senaryoya dönüştürememiştik sanki. Biraz fazla yayılmıştık o filmin içinde. Yeni filmin, daha sinema tadında, daha özlü bir anlatımı var, komiği daha bol ama gene bir Levent Kırca lezzeti taşıyor."

İkinci filmde taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor gibi görünüyor. İlk filme yönelik eleştirilerin etkisiyle olsa gerek Levent Kırca her fırsatta bunun daha sinema tadında bir film olduğunu söylüyor. Komediyle trajedi yine bir arada, ama bu kez siyahla beyazın yan yana durması gibi sert değil de yönetmenin sözleriyle ifade edersek "daha içiçe geçmiş halde, sinema diline daha uygun, daha oturmuş bir biçimde." Kırca'ya sorarsanız zaten ikisi mutlaka bir arada olmalı, tıpkı hayatın kendi sinde olduğu gibi. "Sanat ya da sinema bizatihi hayatın kendisidir. Hayata baktığınız zaman da trajediyle komediyi iç içe görürsünüz. Sadece siyahla tablo yapamazsınız. Hayat önünüze bir renk skalası koymuştur. Doğanın kendisinde bu vardır."

Filmin farklı sınıftan iki adamı yüz yüze getirdiğini söylemiştik. Bir tarafta büyük bir gazetenin yöneticisi var. Yusuf, sistemin kuralları içinde at oynatan, kimi satın alması gerekiyorsa onu satın alabilen, gerektiğinde gazeteyi de kendi çıkarları için kullanan katakullici, menfaatçi bir adam. Kırca herhangi bir gazeteyi ya da tek başına basını hedef alan bir film çekmediğini özellikle vurguluyor. "Gökdelenler, burjuva yaşantısı, yerine göre savaş çıkartılabilen bir gazete idarehanesi" diye anlatıyor. "Ama biz burada herhangi bir gazeteden bahsetmiyoruz tabii. Basın halkın kaderini belirliyor belki ama sadece basın değil, büyük holdingler de belirlemiyor mu? Onların desteklediği adamlar iktidar olmuyor mu? Arkasını belli sermaye çevrelerine yaslamayan bir partinin iktidara gelmesi mümkün mü? Gazete çok göz önünde olan bir şey ama gözümüzle görmediğimiz nice büyük şirketler var ki gazetelerin bile kulağını çekiyorlar. Şunu samimiyetle söyleyeyim ki ben bir bütününü anlatmaya çalıştım.

Dolayısıyla gazete egemen sınıfın bir yansıması filmde. Gazetenin yöneticisi Yusuf ise sistemin yarattığı bir canavar adeta. "Kurt mudur tilki midir ne olduğu belirsiz, uzaylı gibi bir yaratık bu adam. Bertolt Brecht'in oyunu 'Puntila ve Uşağı Matti'deki Puntila Ağa böyle bir adamdır işte. Her felaketten bir yarar sağlamayı düşünen, sistemin ürettiği yaratıklardır bunlar. Bir süre sonra bunlara teslim olursunuz. Dağ bir şey doğurur yani."

Öte yandaysa ezilen sınıfı temsil eden Reşo'nun dünyasını görüyoruz; insan hayatının sudan ucuz olduğu, hastalıkların ve ölümün Allahtan bilindiği, yoksulluğun kol gezdiği insanların dünyası. "Bugün o kesimdeki insanlar sınıfsal olarak hiçbir değişime uğramadılar" diyor Kırca. "Hatta daha da kötü durumdalar. Yağmur yağdığında onların evini su basar, ikide bir terörist basar. Bedelli askerlik çıktığında şehirli parasını öder askerliğini yapmaz, vatan görevini de onlar yaparlar. Toprakları artık verimsiz olmuş, ağalık sistemine tam olarak teslim olmuşlardır. Göçler bu yüzden olur, gelir şehirde varoşları oluşturursunuz gelebiliyorsanız eğer. Yani o iki sınıf arasında müthiş bir uçurum, müthiş bir çelişki vardır. Onlar kendi hayatlarını yaşarlar havuzlu villalarında, onlar da orada kendi yaşamlarını yaşarlar. Eğer fazla da bilmiyorlarsa, daha iyisini görmemişlerse normal olan odur onlar için."

& Levent Kırca sinemayı sürdürüyor. Kırca'nın yazdığı bir öykünün senaryolaştırılmasına dayanan yeni film, Türkiye'nin en uç iki kesiminin oldukça kalın ve kaba çizgili tasvirlerinden ve de beklenmedik karşılaşmalarından oluşuyor. Bir Anadolu yolculuğunda, gece yarısı ıssız bir şosede mobiletiyle giden bir köylüye arabasıyla çarpan bir İstanbul gazetesinin genel yayın yönetmeni Yusuf, kazada ölen köylü Reşo'nun ailesini ve acılı Doğu gerçeklerini tanıyor.

Bu, gerçekten de aralarında çağlar bulunan iki dünyanın karşılaşmasıdır. Yusuf’un gazetesi, kitle gazetesi olmak uğruna olmadık tavizler veren, bir yandan politikacılarla, öte yanan mafyayla ilişkisi çığırından çıkmış, boğazına kadar pisliğe batmış bir yayın organıdır: Türkiye' de basının durumunun alabildiğine abartılı, kaba çizgili bir izdüşümü... Yusuf ise tam bir üç kağıtçı, patronun karısıyla yattığı gibi kadını öldürtmek için kiralık katil de tutabilen, yozlaşmanın tepesindeki bir eyyamcı, Batılı deyimiyle oportünistin tekidir.

Doğu ise kendi yoksulluk ve çağ dışılığını yaşar, Levent Kırca'nın yine abartılı yaklaşımıyla... Reşo, kalabalık ailesinin tüm bireylerini üst üste yitirir. Soyun devamı için fingirdek, tombiş bir kadınla evlenir. Doğum yaklaştığında, köyde doktor olmadığından mobiletine atlayıp en yakın kasabaya gitmek zorunda kalır. Bu unutulmuş Kürt topluluğu için rahat, mutluluk ve çağdaş bir yaşam, çok uzak bir düş gibidir. ..

Şeytan Bunun Neresinde?, Kırca'nın ilk filmi Son'un tüm kusur ve erdemlerini taşıyor. Ama sanki bu kez her şey daha bir aşırı gibi... Filmin en olumlu özelliği, gerçek bir mizah yazarının, giderek dehasının gücünü hissettirmesi. Özellikle ilk yarıda espriler yağmur gibi yağıyor ve film, Türk komedi sineması içinde metrekareye en çok yağmur, pardon espri düşen filmlerin en ön safına geçip yerleşiyor. Espri fakiri bir sinema için bu az şey değil.

Ama film, ilkindeki gibi, sonuç olarak biraz uzatılmış bir Levent Kırca Show (ya da 'Olacak O Kadar' programı) olduğu duygusunu vermekten kaçınamıyor. Tüm ilk bölüm, sanki Kırca'nın Kürt ve Doğulu aşiret ve köy yaşamı üzerine ustası olduğu skeçlerin bir toplamı gibi sanki... İş İstanbul'a, basın çevresine gelince, ne kadar gülseniz, ne kadar filanca tipi veya karakteri falanca tipe veya karaktere benzetseniz de, işin dozu tümüyle kaçıyor ve Kırca usulü abartı zirvelere çıkıyor. Evet, mizah zaten gerçeği abartmaktır, ama nereye dek, hangi ölçüde? Bu iki dünyanın belli bir yapaylık içinde gelip bir 'kaza'yla birbirine girmesiyse, en hoşgörülü komedi çerçevesi içinde bile aşırı kaçan bir durum.

Film, evet, güldürüyor. Dediğimiz gibi, esprileri bol. Oyunculuk düzeyi de elbette yiine TV parodisi çerçevesinde olmak üzere, çok iyi. Ama fılmin gerçek bir sinemasal yapıdan ve tüm o zengin mizah gücünü örtecek bir çatıdan yoksun olması, gerçekten de temel bir eksiklik ..

 

 

SIR ÇOCUKLARI (2002) 

Senaryo ve Yönetmen: Ümit Can Güven, Aydın Sayman, Görüntü Yönetmeni: Eyüp Boz, Müzik: Can Atilla, Yapım: Atadeniz Film/Yılmaz Atadeniz – Tivoli Filmproduction/ Denes Szekeres (Türk—Macaristan) Ortak Yapımı Kamera Ast: Sinan Deviren, 2. Kamera Ast: Engin Özkaya, 3.Kamera Ast: Figen Uçkaç, Yardımcı Yönetmen: İ. Serkan Acar, 1. Yön. Yrd: Arzu Birol, 2. Yön. Yrd: Melih Biçer, Akordion Miziği İcra: Muammer Ketençoğlu, Tonmaister: İhsan Apça, Yard. Tonmaister: Özkan Mete, Özgün Müzik Kayıt: Uygur Karaman, Ney: Eyüp Hamiş, Klarnet: Gökhun Çavdar, Flüt: Çağatay Akyol, Gitar: Erdem Sökmen, Düdük: Armen}, Proje Danışmanı: Yusuf A. Kulca, Yapım Sorumluları: Zafer Ayden, Seyfi Çakır, Sanat Yönetmeni: Selda Ülkenciler, Ses Kayıt: Gabor Rozgonyi, Işık Şefi: Recep Biçer, Kurgu: Cem Hamamcı, Set Amiri: Şeref Yılmaz, Set Teknisyenleri: İsmail Keskin, Şeref Kocadölü, Cengiz Çirkin, Işık Şefi: Recep Biçer, Işık Teknisyenleri: Oruç Demir, Nurettin Keleş, Halil Kasap, Ercan Çöz, Alican Çekiç, Teknik Operatör: Kenan Bal, Makyaj: Mediha Döner, Yardımcısı: İlknur Yılmaz, Ses Kayıt: Gabor Bozgonyi, Boom Operatörü: Atilla Kohari, Miks: Julia Kendi, Çevirmen: Balazs Bozgonyi, Set Fotoğrafçısı: Tarık Sayman, Murat Akay, Kostüm Sorumlusu: Özden Özdemir, Aksesuar Sorumlusu: Yasemin Kalaba, Ceyda, Casting Hizmetleri: Zebil Yapım Ltd. Şti., Dekor Sorumlusu: Bektaş İldem, Kamera Arkası Çekim: Ali Demir, Büro Hizmetleri: Görkem Kiler, Set Hizmetleri: Mehmet Subatan, Sponsor Koordinatörü: Fatoş Kırlı, Laboratuar: Sinefekt (İstanbul)/FocusFox (Budapeşte), Negatif Kurgu: Selahattin Turgut, Oyuncu Araştırma: Portakal Filmcilik, Yapım Koordinasyonu: Istvan Juhasız, Yapım Ast: Adrienn Zsoedos, Aysel Özgür, Dış İlişkiler Koord: Lucy Wood, Bilgisayar Kurgu: Extra Yapım Ltd., Ses Kurgusu: Erkan TAktaş (Fono), Optik Yıkama: Yahya Özdemir, Musa Oruç, Jenerik: Dursun İpek, T .C. Kültür Bakanlığı ve Eurimages tarafından desteklenmiştir

 Oyuncular: Fırat Tanış (Velit), Halil İbrahim Aras (Cemil), Özgü Namal (Zeynep), Volga Sorgu (Antepli, Mehmet Ali Alabora (Keşo), Nur Sürer (Münevver), Mustafa Uğurlu (Palyaço Arslan Kaçar (Şerafettin), Serdar Orçin (Ziya), Arif Erkin (Baba), Mustafa Turan (Berber Sefa), Suna Selen (Keşo Anne), Erdinç Olgaçlı (Hasan Dayı), Tibor Varga (Christopher), Aslı Başak Paçacı (Sincap), Batuhan Leveni (Tilki), Ildiko Inzce (Deli Kadın), Barış Küçükgüler Andrea Balogh (Fahişe), Barış Küçükgüler (Boyacı İlyas), Timur Ölkebaş (Kansız), Fatih Akyol (Yaşar), Yüksel Arıcı (Üvey baba), Serkan Ercan (Keşanlı), Mert Şengül (Çakal), Merih İnce (Şair), Ozan Bilen (Hoca), Uygur Akaya (Cevat), Onur Kaan Çelebi (Ahraz), Serhan Oktay (Postacı), Mesut Yılmaz (Yetim), Murat Bakan (Arap), Yurdaer Okur (Ertan), Muammer Ketençoğlu (Akordeoncu), Sibel Hacıdoğan (Aynur), Fuat Onan (Ramazan), Naci Çelik, Bülent Şakrak, Behruz (TV Yapımcısı), Okan Yalabık (2. Erkek Sevgili), Dilek Yorulmaz (2.Kız Sevgili), Taner Turan (Sivil Poılis Şefi), Açelya Kardelsoy (Bardaki 1. Kız), Aysun Yapıcı (Bardaki 2. Kız), Ersin Altınok (Yardımsever Adam), Hasan Karcı, Orhan Kural, Ali Zebir (Ev Sahibi), Muhsin Aşan (Büyük Ağabey), Hüseyin Filiz (Ortanca Ağabey), Bülent Şakrak (1. Kapkaçcı), Eray Kahya (2. Kapkaçcı), Yakup Yavru (Devriye Polisi), Ali Köroğlu (Ziya’nın Arkadaşı), Mehmet Akgün (Karakol Polisi), Mustafa Vurgun (Darbulacı Çocuk), Barış Kocasay (Darbulacı Çocuk), Arman Biçer (İskeledeki Çocuk), Umut Biçer (İskeledeki Çocuk), Halil İbrahim Özcan

(Genelevdeki Adam), Kemal Bilginer (Şarküterideki 1. Polis), Ahmen Emin Beli (Şarküterideki 2. Adam), Arzu Lılınç (Eczanedeki kadın), Nail Kırmızıgül (1 Erkek Sevgili), Ayten Soyutürk (1. Kız Sevgili), Konuk Sanatçılar: Sanem Çelik, Mehmet Özdilek, Suat Sungur (Eczanedeki Erkek), Beyazıt Öztürk, Mustafa Alabora (Eczacı), Necmettin Çobanoğlu (Reşo’nun Dayıdı)

Konu: Küçük Cemil, üvey babasının şiddet estirdiği Adana'daki evinden kaçar. Ayrılırken uyumakta olan annesi Münevver 'in yastığının altına para bırakarak onun yüzünü okşar. Haydarpaşa garında akşam saatlerinde trenden inen Cemil, garın karşısındaki eski bir lokomotifin içine girer ve cebinde taşıdığı palyoçosunu da yanına koyar ve uykuya dalar. Rüyasında lokomotife bir palyaçonun geldiğini görür. Uyandığında İstanbul'da her zamanki yoğun günlerden biri başlamıştır. Cemil, simit almak için cebini kurcalarken düşürdüğü parayı alan bir tinerci çocuk simit alır ve arkadaşlarıyla bölüşür. Tinercinin arkadaşları Cemil'le ilgilenmişlerdir

 

Tinerciler Cemil'i de yanlarına alarak giderler. Çocuklar bir kahvecinin verdiği çayları içerken pislik dedikleri Şerafettin'in gelmekte olduğunu görürler. Paniğe kapılan tinerci çocuklar aceleyle kaçarlar. Yolda boyacılık yapan İlyas'ın yanına uğrarlar. İlyas, futbola meraklıdır ve onlara yanındaki topla birkaç numara gösterir. Tinerciler ve Cemil geceyi geçirmek için terk edilmiş eski bir mekana giderler. Tinerciler, Cemil'e kendisini polise götürmeyi teklif ederler. Cemil kabul etmez. Amacı para kazanıp annesini yanına almaktır. Tinerciler berber Sefa'nın yardımıyla aralarında para toplayıp, çocuğu annesinin yanına göndermeyi düşünmektedirIer. Cemil tinerci çocuklarla uyurken rüyasında annesini görür Tinerci çocuklarla birlikte Tanya isimli bir kadında kalmaktadır. Münevver, Cemil 'in kaçmasına ve kocasının eziyetine dayanamamış, kocasını bıçaklayarak evi terk etmiştir. Tinercilerin büyük olanı Velid, hoşlandığı milli piyango bileti satıcısı genç kızın çantasını çalan kapkaççılardan alarak kıza geri getirir. Tinerci çocuklardan biri ninesinin sandığından içi dolu bir para cüzdanı getirmiştir. Fakat paralar tedavülden kalkmıştır. Cemil'in rüyasına yeniden giren palyaço, ona annesini özlediğini diğerlerine neden söylemediğini sorar. Cemil, kendisini geri göndermelerinden korktuğunu söyler palyaçoya. Cemil'in annesi Münevver, İstanbul'a gelir. Tinerci Velid hoşlandığı piyangocu kızın dikkatini çekmek için kızın yanında Cemil'den düşme numarası yapmasını ister. Münevver, kız kardeşi olan Zeynep'in evine gitmiştir. Zeynep Beyoğlu'nda piyango satan genç kızdır. Zeynep, Münevver'i yatalak olan babalarının yanına götürdüğünde adam birden sinirlenmiştir. Diğer yandan Münevver evliyken Ceyhan'a, kör Hacer'in oğlu Kenan'a kaçmıştır. Münevver'in kayınvalidesi oğullarından Reşit'in onu öldürmesini ister. Ferit, tinercilerden Aras'ın küçük çocuklardan birini para karşılığında sattığını fark eder. çocuğu kurtaran Velid, Aras'la ölüm kalım mücadelesine girişir. Bu arada küçük Cemil hastalanmıştır. Seyit İstanbul'a gelmiş ve Münevver'in adresini bulmuş fakat onu öldürememiştir. Zeynep'in arkadaşı devrimci bir genç Velid'i Zeynep 'le tanıştırır. Kimsesiz çocukların hamisi Christopher'ın evinde tinerci çocuklar Christopher'ın himaye ettiği Ümit'in askere gidişini kutlarlar. Seyit, evinde kaldığı akrabasına Münevver'i bulamadığına ilişkin yalan söyler. Küçük Cemil'in kaldığı kahvenin sahibi bir gece sarhoş olarak kahveye gelir ve küçük çocuğa tacizde bulunur. Velid ve bir gurup arkadaşı bir gece Şerafettin'i ıssız bir sokakta sıkıştırarak bıçaklayarak öldürür. Münevver oğlunu bir TV programında görmüştür.

 Zeynep'in yardımıyla TV kanalıyla ilişkiye giren Münevver oğlunu bulur. Seyit dayısıyla birlikte yemek yerken Münevver ve Cemil 'in buluşmasını istismar eden televizyon kanalını izlemektedir. Seyit, toplumsal baskıyla istemeyerek de olsa televizyon kanalının çııkışında Münevver'i öldürür. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 354”

 

Ödüller

39. Antalya Altın Portakal Film Festivali (2002)

► Dr Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü,

►En İyi Erkek Oyuncu (Fırat Tanış),

►En İyi Sanat Yönetmeni (Selda Ülkenciler),

►Halk Jürisi Ödülü "En İyi Film";

Sadri Alışık Sinema Ödülleri (2003)

► "Umut Veren Kadın Oyuncu" (Özgü Namal),

22. Uluslararası İstanbul Film Festivali (2003):

► "En İyi Erkek Oyuncu" (Fırat Tanış).

14. Uluslararası Ankara Film Festivali (2002):

► En İyi Kadın Oyunncu (Nur Sürer),

► En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Volga Sorgu),

► En İyi Sanat Yönetmeni (Selda Ülkenciler),

► Umut Veren Kadın Oyuncu (Özgü Namal),

► Umut Veren Erkek Oyuncu (Fırat Tanış), S Umut Veren Senaryo Yazarı (Ümit C.  

 Güvendın Sayman),

► Jüri Özel Ödülü;

19.Mısır Alexandria Film Festivali (2003):

► En İyi Aktör,

SİYAD seçiminde (2003):
    "Yılın Umut Veren Genç Sanatçısı" (Fırat Tanış).

 & Bir ortak yapım ve ortak yönetmenlik çalışması olan 'Sır Çocukları', temelde ülkemizin büyük yaralarından biri olan evden kaçan ve tinerci olan çocukların dramı üzerine yoğunlaşan bir film. Filmin fonunda ayrıca çözülemeyen feodal ilişkilerin uzantısı olan kan davası, namus cinayetleri ve illegal siyasal örgütlenmeler üzerine değinmelerde yer tutuyor. Sır Çocukları, ele aldığı temayı melodrama indirgemeden, gerçekçi olmayan mutlu sonlada çözümlemeden yansıtmaya çalışan bir film. Bu tavrıyla da aslında zaman zaman belgesel bir film gibi gelişerek, uzunca bir süredir toplum hayatımızın gündemini çeşitli şekillerde işgal eden bir konuya, tinerci çocuklar sorununa ayna tutmaya çalışıyor. Filmin yönetmenlerinden Aydın Sayman, "Bu filmde sokak çocuklarının durumu konusunda toplumu ağır uykusundan uyandırmak için çalıştık" derken, "kendisi de eskiden bir tinerci ve sokak çocuğu olan filmin fikir babası ve diğer yönetmeni Ümit Güven de, daha çok çalışmaları gerektiğini ifade etti. Güven, 'çünkü sokak çocuklarıyla ilgili bu proje çok güç ve emek isteyen bir proje' (Sokak Çocuklarının Filmi: Sır Çocukları, Radikal, 2002) derken, "Sokak onların evleri olduğu kadar aynı zamanda bir vahşet. Bu vahşete karşı omuz omuza olmak zorundalar. Ben onların arasına girdim, arkadaş oldum. Bana bir 'ağabey' gibi yaklaştılar. Toplum tarafından dışlanan masum yüzler gördüm. O çocuklar pırıl pırıl bir nesil olabilir. Bu çocuklar hayatla savaşıyor" diyerek filmin oluşum nedenlerine açıklık getiriyor (Özyurt/Şenel, Radikal, 14.05.2002). Aslında Sır Çocukları temelde tinerci çocuklar sorunu üzerine odaklanmış bir yapıda görünse de gerçekte bir sistem eleştirisine de soyunuyor. "Makineleşmiş, betonlaşmış bir toplumda insanların yüreği de katılaşıyor: 'Sır Çocukları' aslında bir sevgi fillmi... Annelerin, babaların çocuklarını sevmesi gerektiğini vurgulayan bir film" (Özyurt, Radikal, 25.12.2002:20).

& Ele aldığı öykünün yamacında, günümüzde medyanın her şeyi raitinge endekslemiş tavrı, kapkaçılar gibi toplum hayatını yaralayan konular da filmde gündem teşkil ediyor. Aydın Sayman ve Ümit Güven'in filmi toplumumuzda kaybeden, çıkışı olmayan insanların trajik durumlarını karşımıza acıtıcı bir şekilde getiriyor. Toplumumuzda oldukça yüksek sayıda insanın yoksulluk sınırında yaşadığını düşündüğünüzde, ele alınan sorunların önemi daha büyüyerek ortaya çıkıyor. Filmin odak noktası, kaybeden insanlar üzerine kurulu. Başta tinerci çocuklar olmak üzere, pek çok dert bu bağlamda gündeme geliyor. Çoğumuzun karşılaştığında biraz da tedirginlikle yolunu değiştirdiği bu çocukların da, aslında korkulmaması, nefret edilmemesi gereken kişiler olduğu filmde işleniyor. Tinerci çocuklar filmde salt çalmaya, adam öldürmeye meyilli insanlar olarak işlenmiyor.

Filmin yönetmenleri, anlatmak istedikleri dünyayı sinemayla ifade ederken. özellikle Ümit Cin Güven'in sokağın içinden gelen deneyimlerini kullanmışlar. Filmin ele aldığı tinerci çocuklar şüphesiz masum, zararsız kişiler olarak sunulmuyorlar. Ama çoğunlukla bir vicdanları olan ve nedensiz yere kimseye zarar vermeyecek insanlar olarak işlenmişler. Diğer yandan bu çocuklar hakkında, çoğumuzun aklına gelmeyebilecek insani boyutlar da filmde öne çıkarılmış. Örneğin tinercilerin lideri Velid'in küçük Cemil'i sokaklardan koruyabilmek için arkadaşları ve berber Sefa'nın yardımıyla para toplayarak annesinin yanına, Adana'ya göndermeye çalışması ya da Velid'in piyangocu kız Zeynep'e duyduğu aşk gibi. Bu yaklaşımların kurmanın sınırları içinde yaratıldığını, gerçek yaşamda bunların olmayacağını düşünebiliriz. Fakat Sır Çocukları, olabildiğince başarılı oyunculuğu ve duyarlı emil gözü anlatımıyla bizi en azından önyargılarımızdan kurtularak hayata insan olmanın onuruyla bakmanın gerekliği konusunda düşündürüyor. Film, ele aldığı kişilerin yaşamındaki felaketleri önümüze getirirken, bu kadarı da fazla dedirtebilecek bir isyan duygusu uyandırabilir. Ama bu durumda aslında isyan duymaktan çok, ülkemize özgü gerçeklerin yarattığı dramlara tanıklık etmenin sıkıntısını duyumsamak gerekiyor. Filmde umudu, çocuksuluğu temsil eden tek şey düşlerde ortaya çıkan palyaço. Sır Çocukları'nın neredeyse bütün karakterleri kaybediyor. Küçük çocuk dönmüş bir kahve işletmecisinin tacizine uğrayarak yaşama tutunma şansını kaybediyor. Annesi küçük mutluluklar peşinde koşmak isterken, katil olup kocasının kardeşi tarafından öldürülüyor ve Cemil'in içindeki son umut kırıntılarını tüketiyor. Feodal toplumun ceberrut namus anlayışı yüzünden Münevver'i öldürmek zorunda kalan genç Seyit'in yaşamı tükeniyor. Filmin en olumlu ve umut yaşayabilecek karakteri Zeynep'in ise, devrimci bir arkadaşının yüzünden başı derde giriyor.

Sır Çocukları, tüm olumlu unsurlarına karşın, aynı anda çok sorunu gündeme getirmeye çalışmanın da sıkıntısını yaşıyor. Örneğin; filme yama gibi eklenmiş ve derinlemesine işlenmemiş Zeynep 'in arkadaşı devrimci genç ve onun Zeynep'e verdiği zarar filmde sırıtıyor, şablon bir karakter ve olay zinciri olarak eğreti duruyor. "Sokaktaki zorlu yaşamı olanca gerçekliğiyle yansıtmaya ara verip yarısından itibaren masalsı bir yöne dümen kıran 'Sır Çocukları' bir yandan aile ve kan davası gibi kırsala ait geleneksel sorunlara değinirken öte yandan sokakta, aşırı uçlarda, pamuk ipliğine bağlı bir yaşam süren, her an diken üstünde, ayakta kalma mücadelesi veren, marjinal bir kesimden kesitler sunarak kimi yeterince işlenememiş kanı canlı portreler çizmeye girişiyor" (Çapan, Cumhuriyet, 20.12.2002).

Sır Çocukları, toplumsal yaşamın eleştirisine soyunurken pek çok yönetmenimizin düştüğü bir hastalıktan kurtulamıyor: halkı bir filmle bilinçlendirmek ve her sorunu anlatmaya çalışmak. "Kuşkusuz kimi senaryo, anlatım, montaj sorunları aşılabilse, kimi yan öykücük ve karakterleri ayıklanabilse, uzun tutulmuş süresi kısaltılabilseydi seyirci karşısına daha başarılı ve iz bırakan bir film olarak çıkabilirdi' Sır Çocukları'... Maceralı, sorunlu, fasılalı bir çekim serüveninin ardından afişlere çıkan ve sinemamıza yeni isimler kazandıran, son tahlilde artıları eksilerinden fazla bu samimi ve taze film, tozpembe bir yamalı bohça olmaktan sıyrılarak görülmeyi hak ediyor. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 355 ”

& Büyük bir iyi niyetle yapılmış, her gün sokaklara yansıyan ve ülkenin gerçek, büyük bir sorunu olan sokak çocukları üzerine bir filme olumsuz yaklaşmak kolay değil. Ama eleştirmenlik kimi zaman böyle şeyleri aşmayı da gerektiriyor. Sır Çocukları, ailesinden kaçarak İstanbul'a gelen 10 yaşlarındaki bir çocuğun öyküsünü anlatıyor. Bir sokak çocukları çetesine katılıyor Cemil... Arkasından İstanbul'a gelen annesi ise kör bir piyango bileti satıcısının yanında bilet satan kız kardeşinin evine sığınıyor. Ama ardında, onu bir namus sorunu nedeniyle izleyen bir katil adayı vardır ...

Sır Çocukları, bir zamanların Yeşilçam filmlerinin ya da Kemalettin Tuğcu romanlarının çocuklara bakışı ile daha günümüzden, daha gerçekçi bir yaklaşımın sentezi çabası gibi duruyor. Kimi duyarlılıkları eski Yeşilçam'ı da aşarak daha eskiye, örneğin Chaplin'e gidiyor: kör satıcı ve yanındaki genç kızın Şehir Işıkları'nı hatırlattığı söylenemez mi? Avare çocuklar çetesi ve başlarındaki Veli'yse sanki hık demiş Raj Kapoor'un Avare'sinin burnundan düşmüş ...

Kimsesiz çocuklar sorununu büyük bir iyimserlikle, sorunun ardında yatan acıyı, küçük bedenlerin ve ruhların korkunç yalnızlığını pek duyuramadan, pembe bir tavırla işliyor film... Özellikle ilk yarı çok uzun, çok savruk... Sonlara doğru beklenmedik biçimde toparlanıyor ve etkili bir finalle sonuçlanıyor gerçi... Sempatik oyuncuları da var: özellikle Antalya'da ödül alan Fırat Tanış. Ama sanki çok daha iyi olabilirdi gibi geliyor insana ... Belki gelecek sefere …”Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 135”

 

 

 SEVDAMSIN BENİM (2002) 

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Ferhat Bakır, Müzik: Hacı Gezici, Yapım: Ge Film/Hacı Gezici

Oyuncular: Mesut Mertcan, Cemal Gencer, İncilay Özdemir, Hacı Gezici, Nuri Tek, Merve Can, Mehmet Surkentli, Süleyman Bahtıkara, Cengiz Karacan, Cemal Ertokuş

Konu: Bir kasabanın balıkçı meyhanesinde hizmet eden kimsesiz bir kızla bir yazarın dramatik öyküsü.