ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE (2002)
Yönetmen: Levent Kırca, Senaryo: Yaşar
Arak, Müfit Can Saçıntı, Görüntü Yönetmeni: Cengiz Tacer, Yapım: Hodri
Meydan/Oya Başar Kurgu: Serter Erus, Sanat Yönetmeni: Feyza
Şanalan, Saadet Parlak,
Oyuncular:
Levent Kırca, Sezai Altekin, FatmaMurat, Selâhattin Taşdğen, Nilgün Belgün, A
Demirel, Ferdi Akarnur, Tuluğ Çizgen, Okan Çivlik, Atilla Pakdemir, Teoman
Mermutlu, Ayberk Pekcan, Çetin Altay, Hacı Ali Konuk
Konu: Normal koşullarda pek karşı
karşıya gelmeyen farklı sınıflardan iki insanın trajik bir kazada kesişen
yaşamlarını konu alıyor. Gecenin bir yarısında yol almakta olan son model bir
otomobil, bir virajda motosikletli bir köylüye çarpar. Panik içinde
otomobillerinden inen şehirli karı koca, yerde cansız yatan köylüye bakarlar.
Reşo (Levent Kırca) adında bir köylüye aittir cansız beden Reşo'nun dünyasında
insan hayatının değeri sudan ucuzdur. Yeni evlenmiş kardeşinin karısını
eşkıyalar kaçırmış, öbür kardeşini kan davası yüzünden kaybetmiş, bir kardeşi
de askerde şehit olmuştur. Hasta babasının ölümünü beklerken oğullarının
acısına dayanamayan anası da (Fatma Murat) göçüp gitmiştir. Reşo, nesIini
sürdürebilmek için dul bir kadınla evlenmiş ve hemen hamile bırakmıştır
karısını. Yeni gelen hayat biraz daha önemlidir onlar için, bu yüzden doğum
yapacak karısına kasabadan doktor getirmek üzere yola düşmüştür mobiletiyle.
Yusuf (Levent Kırca) ise İstanbul'da büyük bir gazetenin genel yayın
yönetmenidir. Mafyayla ve siyasilerle içli dışlıdır. Gazeteyi kendi çıkarları
için kullanmaya alışmıştır. üstelik gözü daha da yükseklerdedir. Gazete
yönetimindeki gücünü arttırabilmek için patronunun arkasından dolaplar
çevirmekte ve bu arada karısı Jalezar Hanımı (Tuluğ Çizgen) da hoş tutmaktadır.
Fakat ülkedeki dengelerin değişkenliği kimi zaman Yusuf'un entrikalarının ters
tepmesine yol açmaktadır. Gazete büyük bir batağın içine düşmüştür. Savcılar,
jandarma ve hatta mafya, şirketin üzerine yürümeye hazırlanırken gazetenin
sahibi Alaettin (Sezai Alptekin), özel helikopteriyle yurt dışına kaçmaya
hazırlanır. Ancak Yusuf bir şekilde onu gazetede kalmaya ikna eder, kendisi de
karısını (Nilgün Belgin) alıp yurtdışına kaçmak üzere otomobiliyle yola çıkar.
Gecenin bir yarısı, iki ayrı dünyadan gelen iki araç bir virajda çarpışır.
Jandarma olaya el koyar ve şehirden gelen karı kocayı karakola götürür.
İlk filmden çıkan dersler
İşte bu sarsıcı çarpışma anından yola
çıkarak Türkiye'nin doğusuyla batısı arasındaki büyük uçuruma ve iki tarafta
birbirinden habersiz süren iki yaşam arasındaki çarpıcı farklılığa dikkat
çekmek istemiş Kırca. Hikaye üretmek konusunda pek sıkıntı çekmediğini
biliyoruz. Bu da, zihninin çekmecelerinden birinde yıllardır gün ışığına
çıkmayı bekleyen onlarca hikayesinden biri. Yıllar önce, besteci bir
arkadaşıyla birlikte doğuya bir yere, turneye giderken aklına düşmüş.
"Uzun bir yoldu," diye anlatıyor. "Pencereden bakıyor,
gördüklerimiz üzerine konuşuyorduk. Hep böyledir ya; toprakların arasında,
uzakta üç beş tane ev görürsünüz. Klimalı arabanın içinde, istediğiniz güzel
müziği dinleyerek giderken o ev, sizin için pencereden görünen manzaranın bir
parça sıdır sadece ama birdenbire madalyonun öteki tarafını çevirdiğinizde orada
birilerinin yaşadığını ama nasıl yaşadığını, sizinle ne kadar kopuk
olduklarını, sizin için o insanların yaşamının pencerenizden geçen bir tablo
olduğunu fark edersiniz. Burada müthiş bir yabancılaştırma efekti ile yüz yüze
gelir insan. İşte böyle bir yerden yola çıktık biz de. Yolumuz uzundu, o gün
arabada yüksek sesle arkadaşıma anlatarak kurdum hikayeyi."
Çarpma anından başlayarak geri dönüşlerle
bir kırsal kesimdeki adamın bir de şehirdeki adamın hikayesini anlatan ve bu
iki karakterin çarpışma anına kadarki yaşamlarını izleyen hikayeyi ilk filminin
hikayesine göre çok daha sinematografik buluyor Kırca. "Dikkat ederseniz
enteresan bir kurgusu var aynı zamanda" diyor. Gereğinden uzun bulunan ilk
filminin seyirciye ulaşmayı başarmış bir film olmasına rağmen hataları olduğunu
itiraf ediyor. Geçen yıl gösterime giren filmini büyük bir açık yüreklilikle
eleştiren yönetmen" ilk filmden kendime göre çok büyük dersler
çıkarttım" diyor. "Bir milyon kişi tarafından izlendi, seyircisi ve
getirdiği para açısından önemli bir noktadır bu. Ayrıca büyük bir çaba ve
enerji vardır içinde, bir şey anlatmaya çalışmaktadır. Ne var ki biraz uzundu.
Benim ve arkadaşlarımın söylemek istediğimiz çok şey vardı. Bunları kafamızda
derleyip toplayıp bir süzgeçten geçirememiş ve sade bir senaryoya dönüştürememiştik
sanki. Biraz fazla yayılmıştık o filmin içinde. Yeni filmin, daha sinema
tadında, daha özlü bir anlatımı var, komiği daha bol ama gene bir Levent Kırca
lezzeti taşıyor."
İkinci filmde taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor gibi görünüyor.
İlk filme yönelik eleştirilerin etkisiyle olsa gerek Levent Kırca her fırsatta
bunun daha sinema tadında bir film olduğunu söylüyor. Komediyle trajedi yine
bir arada, ama bu kez siyahla beyazın yan yana durması gibi sert değil de
yönetmenin sözleriyle ifade edersek "daha içiçe geçmiş halde, sinema
diline daha uygun, daha oturmuş bir biçimde." Kırca'ya sorarsanız zaten
ikisi mutlaka bir arada olmalı, tıpkı hayatın kendi sinde olduğu gibi.
"Sanat ya da sinema bizatihi hayatın kendisidir. Hayata baktığınız zaman
da trajediyle komediyi iç içe görürsünüz. Sadece siyahla tablo yapamazsınız.
Hayat önünüze bir renk skalası koymuştur. Doğanın kendisinde bu vardır."
Filmin farklı sınıftan iki adamı yüz yüze
getirdiğini söylemiştik. Bir tarafta büyük bir gazetenin yöneticisi var. Yusuf,
sistemin kuralları içinde at oynatan, kimi satın alması gerekiyorsa onu satın
alabilen, gerektiğinde gazeteyi de kendi çıkarları için kullanan katakullici,
menfaatçi bir adam. Kırca herhangi bir gazeteyi ya da tek başına basını hedef
alan bir film çekmediğini özellikle vurguluyor. "Gökdelenler, burjuva
yaşantısı, yerine göre savaş çıkartılabilen bir gazete idarehanesi" diye
anlatıyor. "Ama biz burada herhangi bir gazeteden bahsetmiyoruz tabii.
Basın halkın kaderini belirliyor belki ama sadece basın değil, büyük holdingler
de belirlemiyor mu? Onların desteklediği adamlar iktidar olmuyor mu? Arkasını
belli sermaye çevrelerine yaslamayan bir partinin iktidara gelmesi mümkün mü?
Gazete çok göz önünde olan bir şey ama gözümüzle görmediğimiz nice büyük şirketler
var ki gazetelerin bile kulağını çekiyorlar. Şunu samimiyetle söyleyeyim ki ben
bir bütününü anlatmaya çalıştım.
Dolayısıyla gazete egemen
sınıfın bir yansıması filmde. Gazetenin yöneticisi Yusuf ise sistemin yarattığı
bir canavar adeta. "Kurt mudur tilki midir ne olduğu belirsiz, uzaylı gibi
bir yaratık bu adam. Bertolt Brecht'in oyunu 'Puntila ve Uşağı Matti'deki
Puntila Ağa böyle bir adamdır işte. Her felaketten bir yarar sağlamayı düşünen,
sistemin ürettiği yaratıklardır bunlar. Bir süre sonra bunlara teslim
olursunuz. Dağ bir şey doğurur yani."
Öte yandaysa ezilen sınıfı
temsil eden Reşo'nun dünyasını görüyoruz; insan hayatının sudan ucuz olduğu,
hastalıkların ve ölümün Allahtan bilindiği, yoksulluğun kol gezdiği insanların
dünyası. "Bugün o kesimdeki insanlar sınıfsal olarak hiçbir değişime
uğramadılar" diyor Kırca. "Hatta daha da kötü durumdalar. Yağmur
yağdığında onların evini su basar, ikide bir terörist basar. Bedelli askerlik
çıktığında şehirli parasını öder askerliğini yapmaz, vatan görevini de onlar
yaparlar. Toprakları artık verimsiz olmuş, ağalık sistemine tam olarak teslim
olmuşlardır. Göçler bu yüzden olur, gelir şehirde varoşları oluşturursunuz
gelebiliyorsanız eğer. Yani o iki sınıf arasında müthiş bir uçurum, müthiş bir
çelişki vardır. Onlar kendi hayatlarını yaşarlar havuzlu villalarında, onlar da
orada kendi yaşamlarını yaşarlar. Eğer fazla da bilmiyorlarsa, daha iyisini
görmemişlerse normal olan odur onlar için."
&
Levent Kırca sinemayı sürdürüyor. Kırca'nın yazdığı bir öykünün senaryolaştırılmasına
dayanan yeni film, Türkiye'nin en uç iki kesiminin oldukça kalın ve kaba
çizgili tasvirlerinden ve de beklenmedik karşılaşmalarından oluşuyor. Bir
Anadolu yolculuğunda, gece yarısı ıssız bir şosede mobiletiyle giden bir
köylüye arabasıyla çarpan bir İstanbul gazetesinin genel yayın yönetmeni Yusuf,
kazada ölen köylü Reşo'nun ailesini ve acılı Doğu gerçeklerini tanıyor.
Bu, gerçekten de aralarında
çağlar bulunan iki dünyanın karşılaşmasıdır. Yusuf’un gazetesi, kitle gazetesi
olmak uğruna olmadık tavizler veren, bir yandan politikacılarla, öte yanan
mafyayla ilişkisi çığırından çıkmış, boğazına kadar pisliğe batmış bir yayın
organıdır: Türkiye' de basının durumunun alabildiğine abartılı, kaba çizgili
bir izdüşümü... Yusuf ise tam bir üç kağıtçı, patronun karısıyla yattığı gibi
kadını öldürtmek için kiralık katil de tutabilen, yozlaşmanın tepesindeki bir
eyyamcı, Batılı deyimiyle oportünistin tekidir.
Doğu ise kendi yoksulluk ve
çağ dışılığını yaşar, Levent Kırca'nın yine abartılı yaklaşımıyla... Reşo,
kalabalık ailesinin tüm bireylerini üst üste yitirir. Soyun devamı için
fingirdek, tombiş bir kadınla evlenir. Doğum yaklaştığında, köyde doktor
olmadığından mobiletine atlayıp en yakın kasabaya gitmek zorunda kalır. Bu
unutulmuş Kürt topluluğu için rahat, mutluluk ve çağdaş bir yaşam, çok uzak bir
düş gibidir. ..
Şeytan Bunun Neresinde?, Kırca'nın ilk
filmi Son'un tüm kusur ve erdemlerini taşıyor. Ama sanki bu kez her şey daha
bir aşırı gibi... Filmin en olumlu özelliği, gerçek bir mizah yazarının,
giderek dehasının gücünü hissettirmesi. Özellikle ilk yarıda espriler yağmur
gibi yağıyor ve film, Türk komedi sineması içinde metrekareye en çok yağmur,
pardon espri düşen filmlerin en ön safına geçip yerleşiyor. Espri fakiri bir
sinema için bu az şey değil.
Ama film, ilkindeki gibi,
sonuç olarak biraz uzatılmış bir Levent Kırca Show (ya da 'Olacak O Kadar'
programı) olduğu duygusunu vermekten kaçınamıyor. Tüm ilk bölüm, sanki
Kırca'nın Kürt ve Doğulu aşiret ve köy yaşamı üzerine ustası olduğu skeçlerin
bir toplamı gibi sanki... İş İstanbul'a, basın çevresine gelince, ne kadar
gülseniz, ne kadar filanca tipi veya karakteri falanca tipe veya karaktere
benzetseniz de, işin dozu tümüyle kaçıyor ve Kırca usulü abartı zirvelere
çıkıyor. Evet, mizah zaten gerçeği abartmaktır, ama nereye dek, hangi ölçüde?
Bu iki dünyanın belli bir yapaylık içinde gelip bir 'kaza'yla birbirine
girmesiyse, en hoşgörülü komedi çerçevesi içinde bile aşırı kaçan bir durum.
Film,
evet, güldürüyor. Dediğimiz gibi, esprileri bol. Oyunculuk düzeyi de elbette
yiine TV parodisi çerçevesinde olmak üzere, çok iyi. Ama fılmin gerçek bir
sinemasal yapıdan ve tüm o zengin mizah gücünü örtecek bir çatıdan yoksun
olması, gerçekten de temel bir eksiklik ..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder