UZAK (2002)
Senaryo ve Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan, Görüntü Yönetmeni: Nuri Bilge Ceylan, Yapım: NBC Ajans Nuri Bilge Ceylan, Sanat Yönetmeni: Ebru Yapıcı, Kurgu: Ayhan Ergürsel, Nuri Billge
Ceylan, (Fono Film laboratuarında hazırlanmıştır.
Oyuncular:
Muzaffer Özdemir, Mehmet Emin Toprak, Zuhal Gencer (Erkaya), Nazan Kırılmış,
Ebru Yapıcı, Feridun Koç, Fatma
Konu: Film, kar
altındaki kasabasından ayrılan Yusuf'un uzun yürüyüşü ile başlar. Kamera sola
çevrilerek Yusuf'un bakış noktasına geçer. Uzaktan bir minibüs belirir.
Yusuf'un önünde durur. Jenerik başlar. Minibüsün uzaklaşan sesini duyarız.
Jenerik sonrası Mahmut'u görürüz. Arka planda flu'da bir kadın soyunur ve
yatağa uzanır. Kadın karanlıkta apartmandan çıkar. Mahmut mutfakta yerde bir
şey ararken telefon çalar. Telesekreter cevap verir. Arayan annesidir.
Annesinin konuşması bitince tereddütle telefonu eline alır. Aramayı düşünür.
Ancak vazgeçer. Yemek yedikten sonra stüdyo haline getirdiği boş bir odada
seramik çekimi yapar. Çektiği resimleri bir adama götürür. Bu arada Yusuf'ta
Mahmut'un sokağına gelmiştir. Apartmanın zilini çalar. Kapıcı gelir. Kimi
aradığını sorar. Başka işleri çıkınca Yusuf'u bırakır. Sokağın ortasında duran
bir kız gören Yusuf, güneş gözlüklerini takarak, bir arabaya yaslanır. Kızı
gözetleyerek poz verir. Kız beklediği kadınla yanından geçerken yaslandığı
arabanın alarmı çalar. Mahmut gece gelir. Yusuf, apartmanın girişindeki kapıcı
masasında uyuyakalmıştır. Onu fark etmeden yukarı çıkar. Sonra geri döner.
Yusuf'u tanımıştır. Eve giderler. Yusuf ile babası kriz nedeniyle bin işçi ile
birlikte fabrikadan çıkarılmıştır. Yusuf, gemilerde çalışmak için İstanbul'a
gelmiştir. Dolarla ödenen maaşlar, dünyanın dört yanını gezme fikri hoşuna
gitmektedir. İşinin kesinleşmesi bir hafta sürecektir.
Mahmut'un evin içinde küçük tuvaleti kullanmama, sigarayı
mutfakta içme gibi birtakım kuralları vardır. Yusuf'a yatacağı odayı gösterir.
Salona döndüğünde konuğunun kokan ayakkabıları dikkatini çeker. Onlara koku
sıkar. Sabah Yusuf İstanbul'u gezer. Karda kartopu oynayan, dolaşan çiftlere ve
kadınlara bakar. Gemilerde iş bulabilmesi için Karaköy' e gitmesi gerektiğini
öğrenir. Eve döndüğünde Mahmut'u arkadaşları ile bir buluşma ayarlamak için
telefon görüşmesi yaparken bulur. Mahmut' a gündüz neler yaptığını anlatır.
Entelektüel bir sohbetin sürdüğü, gerçekleştirilemeyen hayallerin konuşulduğu
bu toplantı Yusuf'u sıkar. Eve döndüklerinde Yusuf'un hoşlandığı kızı
apartmanın girişinde kapıcı ile birlikteyken görürler. Kapıcı Mahmut' a gelen
bir paket olduğunu söyleyerek aşağı iner. Yusuf, kendisinin bekleyebileceğini
söyleyerek Mahmut'u gönderir. Kızla yalnız kalırlar. Kıza yan gözle bakar.
Ancak konuşmak için bir şey yapmaz. Akşam izledikleri filmden sıkılan Yusuf,
yatacağını söyleyerek kalkar. Mahmut, hemen bir seks kasedi koyarak onu
izlemeye başlar. Yusuf ise bu arada Mahmut'tan gizli olarak annesini arar ve
ağrıyan dişinin durumunu sorar. Konuşmadan onların da durumlarının kötü
olduğunu anlarız. Yusuf, bir dergi almak için salona geri dönünce Mahmut hemen
kanalı değiştirir. Bir Türk filmidir. Yusuf, ayakta durarak filmi izlemeye
başlar. Mahmut kanal değiştirir. Yine de gitmez. Sonunda TV'yi kapatacağını
söyler.
Yusuf Karaköy' e giderek acentaların olduğu yerleri dolaşır.
Gemiciler kahvesine gider. Orada bir adamla konuşur. Adam bu işin macera
olduğunu ve para kazanılmadığını söyler. Evde Mahmut, Yusuf'un bazı
davranışlarından rahatsız olmaktadır. Çıktığı yerlerdeki ışıkları açık
bırakması sinirini bozar. Yusuf, daha önce gizlice kullanmış olmasına rağmen
telefonu kullanmak için izin ister. İzni alınca kapıyı kapatarak ailesini arar.
Veresiye diş çekimini kabul etmedikleri için bağırıp, çağırması Mahmut'un
dikkatini çeker. Gizlice kapıdan konuşmayı dinlemeye başlar. Konuşma bitince
yakalanmamak için hızla mutfağa girince evdeki fare için hazırladığı tuzağa
yakalanır. Ayağı yapıştırıcı içinde kalır. Mahmut eski karısı Nazan ile
buluşur. Kanada'ya giden Nazan ortak oldukları bir evi satmak için Mahmut'tan
imza almak istemektedir. Nazan'ın boşanırken Mahmut istemediği için yaptırdığı
kürtaj nedeni ile çocuğu olmayacaktır. Onu suçlamamasına rağmen Mahmut
pişmanlık içindedir.
Mahmut
ve Yusuf, fotoğraf çekimi için şehir dışına çıkarlar. Otelde konaklayarak
fotoğraf çekimi yaparlar. Yusuf'ta asistanlık yapar. Mahmut çok güzel fotoğraf
olacak bir manzara ile karşılaşır. Yusuf çekebileceklerini söyler ancak o
istemez, üşenir. Onlar çekimdeyken Mahmut'un annesi rahatsızlanmıştır.
Telesekretere mesajlar bırakan kardeşi biraz da anneleri ile onun ilgilenmesi
konusunda sitemde bulunmuştur. Annesinin yanında refakatçi kalmaya gider. Yusuf
ise hoşuna giden, mahalledeki kızı takip eder. Parkta ayakta duran kızın yanına
gitmek için cesaretini topladığı anda kızın yanına bir başkası gelir.
Saklandığı yere geri dönmek zorunda kalır. Mahmut'un annesi eve çıkmıştır. Bu
arada ev Yusuf'a kalmıştır. Mahmut'un tüm yasaklarını çiğnemiştir. Evde sigara
içmiş, etrafı dağıtmıştır. Mahmut telefon ederek yarım saate kadar geleceğini
ve arkadaşıyla görüşmesi olduğunu söyleyerek bir süre dışarı çıkmasını ister.
Yusuf, evi toparlayarak dışarı çıkar. Mahmut eve döndüğünde sigara kokusunu
alır. Evin dağınıklığı hoşuna gitmez. Söylenerek evi toparlar. Eve gelen aynı
kadındır. Yusuf İstanbul' da dolaşır. Kadınları gözetler. Eve döndüğünde Mahmut'tan evin
dağınıklığı konusunda azar işitir. Yeğenine aldığı oyuncağı gösterir. Ancak
Mahmut çok kızgındır. Yusuf'a planının ne olduğunu sorar. Kaybettiği köstekli
bir saat için Yusuf'u suçlar. Ona saati görüp görmediğini sorar. Arayıp
bulduğunu da söylemez. Yusuf görmediğini yinelediğinde boş ver der. Eski karısı
Nazan, hoşçakal demek için arar. Mahmut, söylemek istediklerini söyleyemez.
Telefon görüşmesinden sonra Yusuf hala saati görmediği konusundaki ısrarını sürdürür.
Mahmut konuyu uzatmamasını söyler. Yusuf odasına girdiğinde Mahmut'un çantasını
karıştırdığını anlar.
Gece
tuzağa yakalanan farenin sesi ile uyanırlar. Sürekli ses çıkaran fareyi sabaha
bırakamayacaklarından Yusuf dışarı atar. Sabaha karşı Mahmut dışarı çıkar. Bir
süre sahilde dolaşır. Sonra havaalanına gider. Gizlice Nazan'ı izler. Eve
döndüğünde yedek anahtarı ayakkabılıkta asılı bulur. Yusuf'un odasına bakar.
Eşyaları yoktur. Sadece sigara paketi kalmıştır. Sahilde bir banka oturur.
Yusuf'un daha önce içmeyi reddettiği sigarasından içer. “Nigar Pösteki,
“Yönetmen Sineması” syf, 132”
ÖDÜL
39. Antalya Altın Portakal
Film Festivali'nde (15 Ekim 2002)
►
"en iyi film"
►
Nuri Bilge Ceylan "en iyi yönetmen"
►
"en iyi senaryo"
►
Mehmet Emin Toprak "en iyi yardımcı erkek oyuncu"
(Jüri
Üyeleri: Ekrem Bora, Erdoğan Tokatlı, Füsun Demirel, Hüseyin Kuzu, Mehmet
Dinler, Murat Özer, Reis Çelik, Prof. Dr. Sezen Ünlü, Suavi Saygın, Veronica
Divendal)
Orhon Murat Arıburnu
Ödülleri'nde (2002): "Yazgı" ve "9" la birlikte "en
iyi film", Nuri Bilge Ceylan "en iyi yönetmen",
►
Muzaffer Özdemir "en iyi erkek oyuncu"
(Jüri
Üyeleri: Sanem Çelik, Metin Kaçan, Hüseyin Kuzu, Alin Taşçıyan, Derviş
Zaim)
. Ankara Uluslararası Film
Festivali'nde (21 Kasım1 Aralık 2002)
►
"en iyi film",
►
N. Bilge Ceylan "en iyi yönetmen",
► Zuhal Gencer (Erkaya) "en iyi yardımcı kadın
oyuncu",
► N. Bilge CeylanAyhan Ergürsel ikilisi "en iyi kurgu"
►
N. Bilge Ceylan "en iyi görüntü yönetmeni"
(Jüri
Üyeleri: Ayla Algan, Mahinur Ergun, Biket İlhan, Sevin Okyay, S. Ruken
Öztürk)
SİYAD Sinema Yazarları Derneği'nin seçiminde (2003)
►
"en iyi film",
►
Nuri Bilge Ceylan "en iyi yönetmen"
►"en
iyi görüntü yönetmeni"
10. ÇASOD Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği'nin
seçimlerinde (2003)
►
Mehmet Emin Toprak "en iyi erkek oyuncu"
56. Cannes Film
Festivali'nde (2003)
►Jüri
Özel Ödülü ve Mehmet Emin Toprak ile Muzaffer Özdemir (en iyi erkek oyuncular)
22. Uluslararası İstanbul
Film Festivali'nde (1227 NİsAN 2003)
►
"Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Yılın En İyi Türk Filmi",
►
"en iyi yönetmen"
(Jüri
Üyeleri: Tunç Başaran, Ercüment Akman, Cahit Berkay, Sandra Hcbron, Sezer
Sezin)
Uluslararası yarışmada
Fipresci ödülü'nü yine "Uzak" aldı
(Jüri Üyeleri: Bojidar Manov, Zeynep Tül Akbal, Gönül DönmezzColin, Constantin
Terzis, İkbal Zalıla)
Nuri Bilge
Ceylan, insanın kendisine ve diğer insanlara olan yabancılaşmasını iki adam
üzerinden anlatmaktadır. Aralarında ortak bir yön olmayan bu iki adamın
hikayesinde Mahmut, evine gelen akrabasından rahatsız olan bir şehirli insanı
temsil ederken; Yusuf'un öyküsünde de kasabasında işsiz kalan bir gencin göçü
anlatılmaktadır. Mayıs Sıkıntısı'ndaki yönetmen Muzaffer, Mahmut olmuştur.
Kasabadan kaçmak isteyen Saffet ise Yusuf'tur. Yusuf'un problemi daha elle
tutulur, gerçekçi, somut bir problem olarak dururken; yönetmenin asıl niyetinin
şehrin bunalttığı ve yabancılaştırdığı şehir insanını yani Mahmut'u ön plana
almak olduğunu görüyoruz. Mahmut, arkadaşları, iyi bir işi ve parası olmasına
rağmen çevresini saran bir "uzak"ta yaşamaktadır. İdeallerini, motivasyonunu,
yaşama sevincini kaybetmiş biridir. Yaşayan bir ölüden farkı yoktur ve
kaybettiklerini bilmeyen birisidir. Her şeyin içinde olup, her şeyin uzağında
olduğu durum aslında biraz içsel ve ruhsal bir uzaklıktır. Evi modern
hapishanesidir. Şehir hayatında kimseden yardım almadan ve kimseye yardım
etmeden, kendi yağında kavrulmak mümkündür. Filmde anlatılan yabancılaşma
modern dönem insanının içinde bulunduğu durumu ortaya koymaktadır. Kalabalık
içinde yalnız kalmayı işaret etmektedir.
Mahmut ve Yusuf birbirlerine zıt iki karakterdirler.
Kendisini yalnızlaştıran Mahmut ve işsiz kasabalı Yusuf bir araya geldiklerinde
kişiliklerinin çatışması ile anlaşamayan ve de gülümseten bir ikili
oluşturmuşlardır. Bu uçuruma rağmen farklı yönlerden ikisi de yalnız ve
mutsuzdur. Kadınlardan çekinen, şehir hayatına nasıl gireceğini bilemeyen ve
Mahmut'tan yüz bulamayan Yusuf, hayata daha yakın gözükmesine rağmen tutacağı
yolu bilememektedir. Kasabadan bunalıp, terk etmek isteyen daha önceki
kahramanların şehre gelen temsilcisidir. Mahmut ise dışarıdan sorunsuz görünen
hayatında sıkıldığı bir işi yapmakta olan ideallerinden kopmuş birisidir. O
kadar kötümserdir ki Tarkovski gibi film çekme hayalinden uzaklaştığı gibi,
fotoğrafın öldüğü fikrindedir. Kadınlarla sadece cinselliği paylaşmaktadır.
Hala unutamadığı karısına ise istediklerini söyleyemeyecek kadar içine
kapanmıştır. Alaycı, sinik bir karakterdir. Öyle ki hoşuna giden bir manzarayı
çekmek yerine gitmeyi tercih edecektir. Entelektüel bir bunalım içindedir. Bir
anlamda 1980'lerin entelektüellerinin uzantısıdır. Bir türlü yakalanamayan
fare, dinlenen kapılar, gizlice izlenilen porno film gibi gülümseten bölümlere
de sahip olan filmde Mahmut'un koyduğu yasaklar, hoşuna gitmeyen ayak kokusu,
salonda içilemeyen sigara, köstekli saatin kayboluşunda Yusuf'u suçlaması hep
ona karşı geliştirdiği savunma mekanizmasıdır. Yusuf'un hayatı ve problemleri
ile ilgilenmez.
Yönetmen
yine diyalogları doğaçlamada ve en az seviyede bırakarak, hareketler ile
durumları anlatmayı tercih etmiştir. Filmin özellikle baştaki kardaki yürüyüş
sahnesi gibi düzenli kompozisyonları dikkati çekmektedir. Mahmut ve Yusuf'un
şehirdeki buluşmaları özenle resmedilmiştir. Sıradan insanların sıradan
öykülerini ortaya koyan bir sinema anlayışını sürdürürken; sorgulayıcı bir dil
kullanmamaktadır. Ayrıntılı planları, düzgün resimleri, karlar altındaki
İstanbul'un görüntüleri filmi görsel olarak başarılı hale getirmiştir. Uzun
planlar Mahmut'un yalnızlığını vermede yönetmene yardımcı olmaktadır.
Minimalist tarzı ile dikkati çekerken; müziğin çok az yerde kullanımı da
dikkati çekmektedir. Doğal ses tercih edilmiştir. Amaçsızlaşan Türk
entelektüeli ile işsiz olan öteki sınıf katmanını anlatma ve karşılaştırma
açısından önemli bir filmdir. “Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması” syf, 135”
Uzak'ın
diğer filmlerden bir farkı da, şehrin kalabalığından dolayı, takılıp kaldığımız
görüntülerin azlığı oluyor. O kadar fazla görülmesi gereken yer var ki ...
İnsanlar, karlı yollar, deniz vs ... Konuşmalar ve oyunculuk yine kendi
doğallığında ilerliyor. Doğal ışık kullanımı tercih edilmiş yine.
Sekanslarıyla, ruhuyla bu bir Nuri Bilge Ceylan filmi dedirtse de,
"Uzak"da şehirli hava var. Şehre sanki biraz erken geldi gibi Ceylan.
(Banu Bozdemir, Haftalık Antrakt Sinema g, s.: 09, 27 Aralık02 Ocak 2003)
uzun, lirik
plansekansların özel ve karakteristik kıldığı, ağır tempolu, kasvetli bir
atmosferin dalağını yaran, tipik Nuri Bilge Ceylan üslubuyla bir çeşit oda
müziği etkisi uyandıran "Uzak", unutulmaz görüntülerle donatılmış,
farklı bir film. Ancak kesinlikle geniş kitleye hitap eden, ticari sinemanın
popüler örneklerinden biri hiç değil. Son 5 yılda kuşkusuz sinemamıza damgasını
vuran filmlerin yaratıcısından, meraklısına seslenen, yeni, farklı ve özel bir
film daha, "Uzak" ... (Sungu Çapan, Cumhuriyet g., 27 Aralık 2002)
"Uzak"
çok ger ek, çok yakın, çok ama çok hüzünlü ... Yazıya döküp okura uzun uzun
anlatmak ve abartarak önermek doğru değil. Bu, bir tür yüzleşme yaşamak isteyen
herkesin gidip bizzat 'algılayabileceği' filmlerden (Ali Ulvi Uyanık, Haftalık
Antrakt Sinema g., s.: 10, 39 Ocak 2003) “2590”
Nuri Bilge Ceylan'ın kır
ortasından uzaklaşıp büyük kent dekoruna geçmesiyle anlatımında bazı sorunlar
doğacağını, İstanbul 'un "bu tür sinema için tehlikelerle dolu olduğunu
düşünenler vardı. Lafı hiç uzatmadan, yanıldıklarını vurgulayalım; Ceylan.
kasabaya da kent değil, örneğin uzay istasyonunda geçen bir öykü de aktarsa
aynı gerçekliği yakalayabileceğini kanıtlıyor "Uzak" ta ve sinema
dilinin hep aynı olgunluğunu, ustalığı. özgünlüğü koruyacağını gösteriyor.
"Ne söylesek. övgü olur" diyebileceğimiz mekan ve ışık kullanımı,
büyük özenle, incelikle yazılmış, yaşamın içinden sökülüp alınmış diyaloglar,
olağanüstü karakter çizimIeri ve zekice ayrıntılarla örülmüş yeni bir Nuri
Bilge Ceylan başyapıtı "Uzak" (Tunca Arslan, Sinema d., S.: 93, Ocak
2003)
Robert
Bresson "Sinematograf Üzerine Nohar"ında alabildiğine yalın, süsten ,
gösterişten uzak bir sinema doğrultusunda, yine aynı özelliklere sahip
tanımlamalar ve öneriler getirir. Sinemacılar, seyirciler ve eleştirmenler için
son derece "faydalı bilgiler" içeren vurgulamalarla, dikkat
çekmelerle doludur bu notlar. Bir yerde, sözü hiç uzatmadan, "Ne eksik, ne
fazla" der Bresson...
Ne
eksik, ne fazla... Söylediği bundan ibarettir. Sanatın en Çarpıcı halinin,
"katıksız hali" olduğunu bilen, "Ne güzelleştir, ne de
çirkinleştir. Olduğundan başka türlü gösterme" formülünü benimseyen,
"gerçeği, gerçekle düzeltmek"in önemini kavramış bir yönetmenin
deneyimlerinden süzülen, basit ama bir o kadar da can alıcı bir cümledir bu...
İçinde o büyük "gerçeği" barındıran dört sözcük!
Nuri
Bilge Ceylan için "yerli Bresson" vb. diyerek işin kolayına kaça cak
değilim elbette ama Ceylan'ın sinemamızdaki gelmiş geçmiş en iyi "Ne
eksik, ne fazla"cı olduğunu rahatlıkla iddia edebilirim. Kısa filmi
"Koza"dan başlayarak, "Kasaba" ve "Mayıs
Sıkıntısı"nda bu ilkenin sonuçlarını yansıtmıştı perdeye Ceylan. Şimdi de
"Uzak"ta aynı şeyı aynı netlikte tekrarlıyor, bir kez daha gerçeği
gerçekle düzeltiyor.
İlgililer içinde artık duymayan kalmamıştır sanırım;
"Uzak", öncekiler gibi "kırkasaba" filmi değil. Sayısız
filme dekor oluşturmuş, binlerce beyazperde karakterini bağrına basmış olan
İstanbul var karşımızda. "Kasaba" ve "Mayıs Sıkıntısı"ndan
tanıdığımız, üniversite sınavlarındaki başarısızlığını, huzursuzluğunu,
sıkışmışlığını, beklentilerini bildiğimiz delikanlı evden ayrılıyor. Niyeti,
gemilerde iş bulup uzaklara gitmek... Üniversitelerinde okuyamadığı İstanbul,
bu kez bir istasyon onun için. Büyük kente doğru kıvrılarak akıp giden kasaba
yolu ve ardından karla kaplı İstanbul sokakları... İşlerini hale yola sokuncaya
kadar, geçici süre için, "Çoktan İstanbullu olmuş" akrabanın
dairesinde kalacak, biraz yük olacaktır. “Aslını inkar eden haramzadedir!"
dedirtmese de akrabalarının sorunlarına karşı biraz duyarsız olduğuna
"önceden" de tanıklık ettiğimiz fotoğraf sanatçısı yönetmen akraba,
bir yandan kişisel duygusal sorunlarıyla uğraşır, rahatının kaçmasından dolayı
biraz sinirlenirken, bir yandan da başka işi yokmuş gibi bu genç adamı
"idare etmeye" çalışır... İstanbul ise kasabasından kopup gelmiş
işsiz güçsüz bir delikanlı için, hep aynı "Ulan İstanbul! "dur Kış
doludizgin gelmişken, tıpkı şair gibi, "Çevremde muazzam bir baş
dönmesidir adeta şehir / münzevi bir soru işaretiyim" demektedir sanki
genç adam. Nuri Bilge Ceylan'ın kır ortamından uzaklaşıp büyük kent dekoruna
geçmesiyle anlatımında da bazı sorunlar doğacağını, İstanbul'un "bu tür
sinema" için tehlikelerle dolu olduğunu düşünenler vardı. Lafı hiç
uzatmadan, yanıldıklarını vurgulayalım; Ceylan, kasaba ya da kent değil,
örneğin uzay istasyonunda geçen bir öykü de aktarsa aynı gerçekliği
yakalayabileceğini kanıtlıyor "Uzak"ta ve sinema dilinin hep aynı
olgunluğu, ustalığı, özgünlüğü koruyacağını gösteriyor. "Ne söylesek, övgü
olur!" diyebileceğimiz mekan ve ışık kullanımı, büyük özenle, incelikle
yazılmış, yaşamın içinden sökülüp alınmış diyaloglar, olağanüstü karakter
çizimleri ve zekice ayrıntılarla örülmüş yeni bir Nuri Bilge Ceylan başyapıtı
"Uzak".
Türk sinemasında çoğu yönetmenin üzerinden atladığı ya da
kenarından geçtiği "mekanın ayrıntılarını önemseme" eğiliminin
üzerinde de duralım yeri gelmişken. Ceylan, örneğin Zeki Demirkubuz sinemasında
da sıkça rastladığımız üzere, günlük ya Şam’daki kimi alanları (apartman önü,
merdiven boşluğu, balkon vb.) gayet kıvrak biçimlerde yeni alanlar olarak
yaratabiliyor ve bu sayede unutulmaz sahneler ortaya koyabiliyor.
"Uzak" bu açıdan büyük zenginlik içinde...
Ve
tabii, yine Bresson ile İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı arasında değer bulan
oyunculuklar... Ceylan'ın kült oyuncuları Muzaffer Özdemir ve sinemamızın en
genç, en sevindirici kazanımlarından, "en usta amatör"lerinden
biriyken yitirdiğimiz sevgili Mehmet Emin Toprak, Feridun Koç, Fatma Ceylan,
Zuhal Gencer Erkaya, Ebru Yapıcı, "sahici olanın taklit edilemezliğinin
örneklerini sergiliyorlar film boyunca. Ceylan'ın ilk iki filmine oranla biraz
daha "çeşitlendirdiği" oyuncu kadrosu, "Uzak"ın en çok
takdir edilmesi gereken yanlarından, başarısı Altın Portakal'la da
pekiştirilmiş olan senaryonun sağladığı geniş ama gayet iyi hesaplanmış hareket
alanı içinde, son derece özgür ama bir o kadar da ''yönetmene bağlı"
biçimde performans gösteriyor.
Enselenmekten ve misafirine mahcup olmaktan çekinerek, gizli
gizli porno film seyretmekten (hem de Thrkovski'nin "Stalker"ıyla
perdeleyerek! ) eski eşle ilişkilere; ev sahibine çaktırmadan şehirlerarası
telefon görüşmesi yapmaktan, annenin diş ağrılarına çare olamamaya ve para pul
meselelerine; komşu kıza bakışlar fırlatma ve küçük fareyi yakalama
çabalarından evdeki sigara yasaklarına kadar, yaşamın içinden,
"yaşanmışlıktan" güç alan bir filmdi izlediğimiz. Ceylan, çoğu
seyircinin her iki ana karakterde de kendisinden çok şey bulup, kah biri, kah
diğeri olacağı, yer yer "dejavu" duygusu bile uyandırabilecek,
dupduru, ticari sinemanın her türlü klişesinden uzak, tadına, samimiyetine,
sıcaklığına doyulmaz bir filmle doğru bildiği yolda yürümeyi sürdürüyor kısaca
söylemek gerekirse. Altın Portakal'ın ardından da ödül toplamaya devam eden
"Uzak", sinemaseverlerimizin ve festival severlerimizin, yedinci
sanatın özüyle olan uzaklık yakınlı ölçümünü de bir kez daha ortaya çıkartacak
yeni bir Nuri Bilge Ceylan filmi... Acıyla seyredilecek ve sinema tarihimize
Mehmet Emin Toprak'ın son filmi etiketiyle geçecek olması, ne büyük
talihsizlik... (Tunca Arslan, Sinema D. Ocak 2003)
Nuri Bilge Ceylan sinema
serüvenine devam ediyor. Yalnız ve gururlu bir kurt gibi, sistemin içine
girmeden, bütçelerini yükseltmeden, filmlerini yazıp yöneterek, kameranın da
ardında durarak, ailesi gibi olmuş bir avuç oyuncuyu sürekli kullanarak, bize
insanoğlunun doğa ve yaşamla kurduğu/kuramadığı uyumun çağdaş bir dökümünü
yapıyor.
İlk
iki filmindeki kırsal kesimden bu kez İstanbul'a uzanıyor yönetmen... Ama yine
o kesimden çıkıp büyük kente yerleşmiş iki akrabanın öyküsüyle... Biri
fotoğrafçılığıyla kendine bir yer edinmiş, hafiften burjuvalaşmış, ama
bencilliği nedeniyle karısını, doğmadan ölen çocuğuyla birlikte hayatından
uzaklaştırmıştır. Öbürü, daha genç olanıysa, gemilere yazılıp uzaklara gitmeyi
hayal eden, ama bu olmayacak düşün peşinde koşarken, büyük kenti adım adım
dolaşan, özellikle peşine düştüğü kadınlarla ilişki kurmak istediğindeyse hep
sınıf, çevre ve kültür engellerine takılan bir serseri mayın Ceylan, öncelikle
büyük bir görüntü ustası. İstanbul'dan verdiği manzara unutulacak gibi değil:
eski evleri, dar sokakları, iç içe geçmiş uygarlıklarıyla efsanevi bir
İstanbul, karın bembeyaz örttüğü bir mevsimde tam bir hayal kent olarak
karşımıza geliyor. Karın temsil ettiği sükunet ve sessizlik, yönetmenin müzik
kullanmamasıyla da destekleniyor: sadece bir yerde bir Mozart var.
Ama bu sakinlik sizi yanıltmasın ... Altında büyük dramlar
yatıyor çünkü ... Sadelik ve ilgisizlik içinde yaşanan dramlar... Ruhu büyük
kentte kıstırılmış, işsiz ve amaçsız bir genç adam... Onu işlemediği bir suçla
lekeleyerek, bunu bilinçle yaparak hayatından uzaklaştırmaya çalışan, zaten
daha önce de herkesi uzaklaştırmış ve kendisini yalnızlığa mahkum etmiş bir
diğeri ... Kimi zaman tek bir planla, kimi zaman hiç konuşmasız duyurulan bireysel
dramlar, büyük kentin öğüttüğü küçük insanların hüzünlü hikayesi …
Ve,
ayrı bir hüzün boyutu. Antalya 2002'de bu rolüyle en iyi yardımcı oyuncu
seçilen, Ceylan'ın sinema ailesinden ve ödülün neredeyse hemen ertesinde hain
bir trafik kazasına kurban giden Mehmet Emin Toprak'ın acı veren anısı. ..
Eve,
kuşku yok: Nuri Bilge artık bir dünya yönetmeni. Bu yeni filminin de bizde kaç
seyirciye ulaşacağını bilmiyorum, ama dünyanın tüm önemli festivalIerine
uzanacağı bir grçek ...
“UZAK “Nuri Bilge Ceylan
"Uzak"
filminde, iki farklı toplumsal kesime ait insan, şehirde bir evde bir araya
geliyordu. Filmde , kar altında İstanbul görüntüleriyle, durağanın ardında
yatan devinim, iç dünyaların karmaşası, 'doğallık' ve 'gerçeklik' duygusuna
sadık kalarak yansıtılıyordu.
Ceylan,
ikinci uzun metraj filmi "Mayıs Sıkıntısı"nda film çekmek için
kasabasına gelen yönetmenin ailesi ve yakın çevresiyle kurduğu ilişkilere
yönelerek, "Uzak" filmindeki temaya doğru bir pencere açmıştı.
"Mayıs
Sıkıntısı"ndan "Uzak" a konu olan tema, filmini gerçekleştirmek
için her olguya malzeme olarak bakabilen şehirli, bencil yönetmen Muzaffer ile
kasabalı işsiz genç Saffet arasındaki ilişki veya gerilimdi…
Bu gerilim Mayıs Sıkıntısı’nın geneli için filmin
ayrıntılarından birini oluşturuyordu. Oysa Uzak filminde bu gerilim, filmin
esas temasını oluşturuyor. Uzak" filminde Muzaffer karakteri, reklam
fotoğrafları çeken, yalnız yaşayan Mahmut'a dönüşmüş. Ve Mahmut'un akrabası
olan kasabalı genç Yusuf, iş aramak için İstanbul'a geliyor. Filmin ana
eksenini Yusuf'un Mahmut'un evinde kaldığı süre oluşturuyor.
Mahmut
karakteri, çıkarcı, bencil ve var olan düzenle uyumlu, ekonomik yapı ile
organik ilişki kurabildiği için ondan beslenen, geleneksel ve toplumsal
bağlarından kopmuş, kimseye karşı sorumluk taşımayan bir tip. Filmde bu aydın
tipi kendi yalnızlığında ve bencilliğinde boğulan mutsuz bir kişilik olarak
verilmiş Diğer karakter ise işsiz, kasabalı, yalnız bırakılmış ve mağdur bir
kişilik olarak başarılı ve duyarlı bir biçimde oluşturulmuş.
Bu
iki farklı karakter arasındaki gerilim, şehrin merkezinde bir evde yaşanan bu
derin çelişki, Türkiye'de son yıllarda oluşan derin toplumsal ayrışmayı gündeme
getiriyor ve Türkiye toplumunun geçtiği dönemeç bağlamında kuvvetli bir
gösterge niteliğinde. Şöyle ki: Seksenli yıllardan itibaren ekonomik ,
toplumsal ilişkilerin değişmesiyle birlikte Türkiye'de yeni bir şehirli aydın
tipi ortaya çıktı. Neo liberalist dünya görüşünün Türkiye'de hakim kılınmasıyla
birlikte bu yeni aydın,kendini toplumsal anlamda tamamen özerk hissediyor,
'ancak tüm zihinsel yaratıcılığını, pratik hayatta tamamen , doğrudan
kapitalizmin hizmetine veriyordu. Görünürde bağımsız, hür bir bireydi ama
sermayenin taleplerine hizmet edebilmek içindi bu hürriyet. Gazeteciler,
propagandacılar, reklamcılar, şirket yöneticileri, halkla ilişkiler uzmanları
küresel dönemin, yukarıda tanımlamaya çalıştığımız konumun parlayan
meslekleriydi. Seksenli yıllar boyunca bu meslekler "yeni özgür birey"in
en revaçta konumları olarak yükseldi.
Bu insanlar bütün bu süre boyunca özgür olduklarına olan tam
bir güvenle tüm kişisel yeteneklerini "sattılar". Mahmut da bunlardan
biri...Reklam fotoğrafçısı.
Var
olan tüm estetik birikimini doğrudan mal satmaya hizmet için kullanıyor. Bir
zamanlar "Tarkovski" gibi filmler çekmek isterken, çoktan ruhunu
kaybetmiş...Sanatkarca düşünecek enerjisi kalmamış. Pek çok insani hasletini
yitirmiş Mahmut. Annesinin hastalığını bildiği halde onu aramıyor bile Eski karısına
acı çektirmiş. Halen beraber olduğu kadına acı çektirmeye devam ediyor.
Evine
iş aramak gibi çok hayati bir nedenle gelmiş olan Yusuf'a bir baş belası imiş
gibi davranıyor. Ona yardım etmeyi hiç düşünmediği gibi konuşmuyor bile. Hatta
ona potansiyel bir hırsız muamelesi yapıyor.
Mahmut,
tam da yaşadığımız hayata ilişkin sorular sormamız için tipik bir model.. .
Yusuf ise filmin mağdur karakteri. Filmin gerçek kaybedeni.
Genç,
bilgiye ve umuda aç. Her genç gibi kırılgan, hayalperest, yardıma ihtiyacı var.
İletişime ve öğrenmeye açık...Ama her girişimi bir duvara çarpıyor Yusuf'un.
Mahmut'un
evinden gizlice annesini arayıp sağlığıyla ilgileniyor. Yapabileceğini yapıyor.
Ama hayatını değiştirme, bir iş bulabilme imkanı yok denecek kadar az. Bugün
Türkiye'deki milyonlarca işsiz gibi. Mahmut'la Yusuf'un, baktıkları yön farklı
olduğu gibi düşleri de farklı... Birininki, her şeyin bir yer sarsıntısındaki
gibi tuz buz olması , diğerininki küçük belirsiz ışıklar, küçük çan sesleri....
Öte yandan farklı toplumsal kültürel katmanları temsil eden
bu iki karakterin yan yana gelmesi, bizim sinemamız için özel bir önem taşıyor.
Seksenli yıllardan itibaren, "Mahmut"ların yaşam tarzlarının,
seçimlerinin onaylandığı, yüceltildiği ; Yusuf'un temsil ettiği "öteki"ninse,
sürekli, total biçimde aşağılandığı, tıpkı filmde Mahmut'u yaptığı gibi,
aşağılamanın yönetmenin gözüne dönüştüğü bir yön kaymasının olduğu bir dönem
yaşandı.
O
dönemin sineması bizi neo liberal hayat anlayışına iten, toplumsal algıyı yok
eden bir sinemaydı. Bireyci, bencil, hazcı, maddi, sistemle bütünleşerek
yaşamını sürdürmenin bir ayrıcalık olduğu ideolojisini bize boca ediyordu.
"Uzak"
bu dönemin yücelttiği bu kesime yöneltilen ilk eleştirel bakış olması
bakımından bir kırılma noktası özelliğini taşıyor. ilm, izleyicide Yusuf'a
karşı derin bir acıma hissi bırakarak sona eriyor Diğer kahraman Mahmut'u ise
anlamsız bir boşluk ve hiçlik duygusu ile dolu olarak parkta yalnız başına
oturarak bırakıyoruz. Yaşamı başarısız , hayallerinden uzaklaşmış, kadınları yaralamış,
yaralamaya devam ediyor... İyilik yapma, bir insanı anlama ve yardım etme
yeteneğinden yoksun, yalnız, ve mutsuz.
"Uzak" filminin tematik yapısını oluşturan can
alıcı konumun yerel olduğu kadar evrensellik boyutu da var.. Çünkü Türkiye'de
yaşanan bu altüst oluş, bu toplumsal anlamdaki çöküş çok evrensel... Son
yıllarda izlediğimiz pek çok film, kent yaşamı, yalnızlaşma, işsiz ve Çıkışsız
genç insan sayısının inanılmaz derecede artışı gibi can alıcı sorunları
doğrudan ya da dolaylı olarak anlatıyor. "Uzak" bu hayati sorunun
Türkiye'deki izdüşümünü duyarlı bir biçimde yansıtabilmiş. Ceylan, bu filminde
çok başarılı görüntü çalışmasının yanında, sinemada gerçekliğin en temel
öğelerinden biri olan "dış ses"leri de etkileyici bir biçimde
kullanmış...Ye bu çok başarılı ses çalışması , Ceylan'ın filmine ayrı bir
derinlik katmış. Sonuç olarak, Nuri bilge Ceylan'ın bu üç uzun metrajlı
filminin, hem üretim tarzı, hem de düşünsel olarak bağımsız, yaratıcı
nitelikleriyle, Türkiye sinemasına çok ciddi bir katkı ve yeni bir yol
oluşturduğunu belirtmeliyiz. (Necla Algan “Antrakt Sinema Dergisi Aralık
2003Ocak 2004 Sayı: 7576)
· Nuri
Bilge Ceylan, kasaba yaşamı, aile ilişkileri, gerçekleşmeyen umutlar, düşler,
kabuslarla oluşan gerçekçi bir dünyanın ilmeklerini ilk filmleri
"Koza" (1995) ve "Kasaba"dan (1997) itibaren örmeye
başladı. Ceylan, ikinci uzun metraj filmi "Mayıs Sıkıntısı"nda
(1999), film çekmek için kasabasına gelen yönetmenin ailesi ve yakın çevresiyle
kurduğu ilişkilere yönelerek, "Uzak" filmindeki temaya doğru bir
pencere açmıştı. "Uzak", iki farklı toplumsal kesime ait insanı bir
araya getirerek, kar altında İstanbul görüntüleriyle, durağanın ardında yatan
devinimi, iç dünyaların karmaşasını, doğallık ve gerçeklik duygusuna sadık
kalarak yansıtır. "Uzak" filminde, reklam fotoğrafları çeken, yalnız
yaşayan Mahmut'la, onun akrabası olan ve iş aramak için İstanbul'a Mahmut'un
evine gelen kasabalı genç Yusuf'un öyküsü anlatılır. Filmin ana eksenini
Yusuf'un Mahmut'un evinde kaldığı süre oluşturur. Mahmut, toplumsal anlamda
çıkarcı, bencil, düzenle uyumlu, ekonomik yapı ile organik ilişki içinde, ondan
beslenen, geleneksel ve toplumsal bağlarından kopmuş, kimseye karşı sorumluluk
taşımayan bir karakterdir. Filmde bu karakter, kendi yalnızlığında ve
bencilliğinde boğulan mutsuz bir kişilik olarak verilmiş, Diğer karakter Yusuf,
işsiz, kasabalı, yalnız bırakılmış, çaresiz bir gençtir. Bu iki farklı karakter
arasındaki gerilim, şehrin merkezinde bir evde yaşanan bu derin çelişki,
Türkiye toplumunun geçtiği dönemeç bağlamında kuvvetli bir gösterge
niteliğindedir. 80’li yıllardan itibaren ekonomik, toplumsal ilişkilerin
değişmesiyle birlikte Türkiye'de yeni bir şehirli aydın tipi ortaya çıktı.
Reklam fotoğrafçısı olan Mahmut, var olan tüm estetik birikimini doğrudan
sermayeye hizmet için kullanıyor Bir zamanlar Tarkovski gibi filmler çekmek
isterken, çoktan ruhunu kaybetmiş .. Sanatkarca düşünecek enerjisi kalmamış.
Pek çok insani hasletini yitirmiş Mahmut. Annesinin hastalığını bildiği halde
onu aramıyor bile ... Eski karısına acı çektirmiş. Beraber olduğu kadına bir
eşya muamelesi yapıyor, Evine iş aramak gibi çok hayati bir nedenle gelmiş olan
Yusuf'a, bir baş belası imiş gibi davranıyor. Ona yardım etmeyi hiç düşünmediği
gibi konuşmuyor bile, Hatta ona potansiyel bir hırsız muamelesi yapıyor.
Mahmut, tam da yaşadığımız hayata ilişkin sorular sormamız için tipik bir
model...
Türkiye'deki
derin toplumsal ayrışmanın, var olan düzenle en örtüşen cephesini, onun
çıkmazlarını yansıtan çarpıcı bir karakter. Yusuf ise filmin 'ezilen'i. Yusuf,
genç, bilgiye ve umuda aç. Her genç gibi kırılgan, hayalperest, yardıma
ihtiyacı var. iletişime ve öğrenmeye açık. .. Ama her girişimi bir duvara
çarpıyor Yusuf'un.
Mahmut'un
evinden gizlice annesini arayıp sağlığıyla ilgileniyor. Onun için elinden
geleni yapmaya çalışıyor. Ama hayatını değiştirme, bir iş bulabilme imkanı yok
denecek kadar az. Bugün Türkiye'deki milyonlarca işsiz gibi. Mahmut'la Yusuf'un
baktıkları yön farklı olduğu gibi düşleri de farklı... Birininki, her şeyin bir
yer sarsıntısındaki gibi tuz buz olması, diğerininki küçük belirsiz ışıklar,
küçük çan sesleri...
Öte yandan farklı toplumsal kültürel katmanları temsil eden
bu iki karakterin yan yana gelmesi, bizim sinemamız için özel bir önem taşıyor.
Seksenli yıllardan itibaren, 'Mahmut'ların yaşam tarzının, seçimlerinin
onaylandığı, yüceltildiği; Yusuf'un temsil ettiği 'öteki'ninse sürekIi, total
biçimde aşağılandığı bir dönem yaşandı, "Uzak", bu dönemin yücelttiği
içeriyor. aydın karakterine yöneltilen ilk eleştirel bakış olması bakımından
bir kırılma noktası özelliğini taşıyor.
Film,
izleyicide Yusuf'a karşı derin bir acıma hissi bırakarak sona eriyor. Diğer
kahraman Mahmut'u ise anlamsız bir boşluk ve hiçlik duygusu ile dolu, parkta
yalnız başına otururken bırakıyoruz. Yaşamı başarısızlıklarla dolu,
hayallerinden uzaklaşmış, kadınları yaralamış, iyilik yapma, bir insanı anlama
ve yardım etme yeteneğinden yoksun, yalnız ve mutsuz.
Film
Türkiye'nin değişen toplumsal yapısı, derinleşen iletişimsizlik ve toplumsal
bağlardan kopup, yalnızlaşma temalarına ilişkin, güçlü alegorilerle yüklü. Yeni
zamanların büyük sermaye himayesindeki aydını ve onun dışladığı, görmezden
geldiği, hatta aşağıladığı kesimlerle ilgili çarpıcı bir dışavurum Uzak"
filminin tematik yapısında yer alan bu civar alıcı konumun yerel olduğu kadar
evrensellik boyutuna taşıyan çok önemli bir bağlamı da var. Çünkü Türkiye'de
yaşanan bu altüst oluş, bu toplumsal anlamdaki çöküş çok evrensel... Son
yıllarda izlediğimiz pek çok yabancı film, kent yaşam, yalnızlaşma, işsiz ve
çıkışsız genç insan sayısının inanılmaz derecede artışı gibi yıkıcı sorunları
işaret ediyor.
Bu
hayati sorunun Türkiye'deki izdüşümünü duyarlı bir biçimde yansıtan, bu temayı
estetik sinematografik bir bütünlükle yoğurabilmeyi başarmış bir film
"Uzak”.
Filmde
üstün nitelikli görüntü ve ses çalışması var. Ceylan, film üretiminin teknik
olarak her alanıyla titizlikle uğraşıyor. Sinemada gerçekçiliğin tüm teknik
gereklerini ustalıkla uyguluyor,
Nuri Bilge Ceylan'ın filmi "Uzak" hem temaları hem
üretim tarzı hem de teknik titizliği nedeniyle Türkiye'de bağımsız sinemanın
öncüsü, film sanatının pek çok unsuru açısından üstün nitelikli ve çığır ağıcı
nitelikte . (Necla Algan) “SİYAD “40 Yılın Serüveni”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder