HAYATIMIN KADINISIN (2006)
Senaryo ve Yönetmen: Uğur Yücel,
Görüntü Yönetmeni: Jürgen
Jürges Yapım: TMC Film Mahayana Film/Erol Avcı Yardımcı
Yönetmen: Ayhan Özen, Sanat Yönetmeni: Gülay Doğan, Sanat Yön.
Asts: Ersin Alacan, Hale Bulut, Ayşe Abayoğlu Soğan,
Kurgu: Aylin Zoi Tinel, Genel
Koordinatör: Defne Kayalar, Yapım Amiri: Aslı Çökük, Clepper:
Muharrem Irmak, Kamera Asistanı: Serkan Yörük, Yönetmen Yardımcıları:
Melda Özvanlıgil, Koralp Gümüş, Focus Puller: Jöeg Gönner, Ses
Mühendisi Momchil Bozhkov, Boom Operatörü: Valeri Metodev, Işık
Şefleri: Kadir Yazıcı, Hakkı Yazıcı, Işık Ast: Adem Günay, Serhat
Özcan, Sinan Yıldırım, Ahmet Akça, Dolly Operatörü: Hasan Kesici, Asistanı:
Hüseyin Melekli, Post Prodüksiyon Sorumlusu: Hakkı Göçeoğlu, Kurgu
Asist: Çetin Güven, Ses Tasarım Miksaj: Burak Topalakçı, Ses
Kurgu: Danton Tanmura, Mustafa Durma, Diyalog Kurgu: Patrick Dood, Folcy:
Gareth Jones, Dado Dizhan, İdari Koordinasyon: Pelin Aksoy, Laboratuar
Sorumlusu: Yusuf Özbek, Kopya Baskı: Mustafa Koç, Ersan Gümüş, Ayhan
Kısa, Film Yıkama: Orhan Turgut, İlhan Özkan, Aydın Yeniçeri, Sinan
Kılıç, Süleyman Göktaş, Cengiz Koç, Negatif Montaj: Selahattin Turgut,
Bora Büyükdikbaş, Renk Düzenleme: Yusuf Özbek, Burcu Doğanay, Dijital
Film Transfer ve Renk eşleme: Özgür Taparlı, Bülent Tanoba, Yapım
Asistanı: Gözde Başaran, Telesine: Sinemaj, Teknik Sorumlu: Hakan
Toptaş, Teknik telesine: Hilal Erdebil, Final Mix: Burak
Topalakçı, Soun Mixing: Serdar Öngören, Optik Ses: Yaşar Özdemir,
Grafik Tasarım: Baran Baran, Yapım Asistanları: Cengiz Kurumlu,
Ali Kılıç, Günay Kalyoncu, Emrah Göçen, Video Kayıt Ast: Ayça Çiftçi, Kostüm
Sorumlusu: Şenay Çıtak, Kostüm Ast: Nalan Pişirici, Kasting:
Renda Güner Casting, Casting Ast: Sinem Şengülen, Figürasyon:
Slayt Ajan, Makyor: Sevinç Uçar, T. Şoray Makyöz: Simay
Muradoğlu, Makyaj Ast: Funda Güntürk, Kuaför: Özkan Kanatlı, Kuaför
Ast: Ender Erdoğan, Set Fotoğrafları: Sevgi Ortaç, Bilge Akbağ, Kamera
Arkası: Ayça Çiftçi, Cemal Bayraktar, Basın Sorumlusu: Rana
Akyıldız, Set Amiri: Salih Sıtkı Aslan, Set Ast: İsmail Aslan,
Murat Bakan, Zeki Aslan, Set Ast. Ve Şehmuz rolü: Şamil Kılıç, Ulaşım:
Mehmet Ali Tuncer, Güzel Torizm, Pan Nakliyat, Kemal Uzel,
Oyuncular:
Türkan Şoray (Asuman), Uğur Yücel
(Tophaneli), Yıldırım Memişoğlu (Nejdet), Ezgi Mola (Ahu), Kadir Kandemir, (Barkun), Settar
Tanrıöğen (Sadi), Selim Erdoğan
(Caner), Kadim Yaşar (Sabit), Binnur Kaya (Firdevs), Şinasi Yurtsever (Mafoza), Savaş
Akova (Avukat)
ÖDÜL
12. Sadri Alışık Ödülleri Ezgi MOLA “ En
İyi yardımcı kadın oyuncu)
Konu: Asuman Karaca (Türkan Şoray)
80'li yıllarda ünlenmiş güzelliğiyle erkekleri peşinden sürüklemiş eski bir
şarkıcıdır. Nejdet’le evlendikten sonra Balat'ta mütevazi bir evde sıradan bir
hayat yaşar. Evlendikten bir süre sonra Asuman kocasının alkol ve kumar alışkanlığıyla
tanışmış, yıllar içinde artık kocasının geceleri evin dışında sürdürdüğü gece
hayatına da göz yummaya başlamıştır. İlk evliliğinden olan kızı Ahu evi terk
etmiş, erkek arkadaşıyla bir otel odasında yaşayıp ünlü olma hayalleri
kurmaktadır. Annesiyle de gerekmedikçe görüşmemektedir. Asuman hayatından
memnun değildir. Ancak bir gün Tophaneli Tayfur’un (Uğur Yücel) üst katlarına
kiracı olarak yerleşmesiyle Asuman’ın hayatı tamamen değişecek, Tophaneli
Asuman'ın hayatında büyük bir yer edinecek, kızıyla ilişkilerinde yeni bir
sayfa açacak unuttuğu bazı şeyleri ona yeniden hatırlatacaktır.
& “Hayatımız Arabesk” sözcüğünü hatırlatan bir
film. Sanki adına Arabesk dediğimiz, tüm gücünü gırtlakla okunması kadar
içerdiği inanılmaz hüzünden de alan ve aslında bizim toplumumuzun çok önemli
bir yüzünü yansıtan müziğin sinemadaki karşıtını arama çabası. Ya da yönetmenin deyişiylemüzikseverleri,
foto roman sevenleri, melodram sevenleri ve onların gözleri yaşlı, ama gülümseyen
yüzlerini hayal ederek” yazıp yönettiği bir film. Aslında tüm bu kategorilere girer miyim,
bilmiyorum. Örneğin cazı Arabesk’ten çok sevmem bir engel midir? Ya da
fotoromanı çağdışı saymam oyunu bozar mı? Ama emin olun ki bu filmi çok sevmek
isteyerek izledim. Yer yer çok sevdim de...Ama bir tatmin olmamışlık duygusu
bıraktı bende. Sanki çok daha iyi olabilirmiş de olamamış gibi. 1980’lerin
güzel şarkıcısı, “Esengül ve Bergen’le ayni dönemde” ün yapan Asuman Çağlar,
artık gazino dünyasını çoktan bırakmış,
sahnedeyken evlendiği, o dönemde yakışıklı bir kabadayı olup şimdi düşmüş,
ayyaş bir kumarbaza dönüşmüş bir erkekle birlikte, Balat’ta hayli yoksul bir
hayat sürmektedir. Hala çok güzeldir, bu bakımdan eski hayranlarından, namus
cinayetiyle içerde yatmış Tophaneli Tayfur’un hayatına girmek istemesi
şaşırtıcı olmaz. Asuman bir yandan kötü bir akibete doğru adım adım kaymakta
olan kızını kurtarmak, öte yandan kocasının bitmeyen zulmünden kurtulup
Tayfur’la yeni bir hayata başlamak için çabalamaya başlar. Yücel hikayesinin ve filminin Arabesk müzikle
olan bağını hiç inkar etmeden, duyguların altını çizerek, bol bol Orhan
Gencebay şarkısı kullanarak, bir tür modern melodram yapmak istemiş. Ertem
Eğilmez’in “Arabesk”i gibi eski Türk filmlerine parodi çerçevesinde yaklaşan
bir film değil bu. Tersine, onları yücelten bir film. Ama sonuç olarak yine
belli bir mesafeden bakıyor ve duygularımızı çok daha kişisel ve düzeyli
biçimde etkilemeyi deniyor. Filmin bir cok öğesi yerli yerinde. Artık biraz
Türk sayabileceğimiz Jürgen Jürges’in enfes gece İstanbul’ugörüntüleri. Ve
parlak bir oyuncu seçimi. Türkan Şoray, bu yaşta bu kadar güzel olabilmeninin
hesabını nasıl verecek, bilmiyorum. Uğur Yücel ise eski bir aşkı yıllarca
yüreğinde taşımış mert kabadayıda çok sağlam bir kompozisyon çiziyor: bence
dört dörtlük...Yıldırım Memişoğlu ve Şoray’ın kızını oynayan Ezgi Mola da çok
iyi seçimler. Ama film yine de ikna
etmiyor. Dramatik açıdan bir eksikliği var, bir türlü akıp gitmiyor, yer yer
iyice duraklıyor. Hislenmeye, duygularımızı çağlayan gibi özgür bırakıp
boşanmaya hazırız, ama bir türlü yapamıyoruz!..Müzikse bence tartışmalı: onca
Orhan Gencebay şarkısına karşın, tam yerinde gelen, bizi tam yüreğimizden vuran
bir tek parça yok!... Ama yeterince
ilginçlik içeren bir film bu. En önemli yanı da Şoray ve Uğur’a kariyerlerinin
bu noktasında ve hayatımızın tam şu döneminde verdiği altın roller. Onları
izlemek için bile görmeye değer...(Atilla Dorsay)
&
Yücel filmde Haliç kıyısında çaycılık yapan kabadayı Tophaneli Tayfur'u, Türkân
Şoray ise seksenlerde ünlü olmuş, güzelliğiyle hayran toplamış ama çaptan
düşmüş şarkıcı Asuman Ceylan'ı canlandırıyor. Rastlantı sonucu AsumanCeylan'ın
hayırsız kocasıyla oturduğu evin üst katına taşınan Tophaneli Tayfur yıllardır
âşık olduğu kadının ve kızının hayatına giriyor. Uğur Yücel, 'Hayatımın Kadınısın'ın 11 Altın
Portakallı "Yazı Tura"dan farklı olduğunu, bir tarz oluşturma uğruna
kendini zorlamadığını, sinemasını bir 'tasarım ürünü' olarak görmediğini,
belirli bir strateji izlemek istemediği için serbest bıraktığını söylüyor:
"Kendimi bırakmak istiyorum her şekilde. Sinemanın içinden çıkıyorsun,
kendi yaptığının büyüsünden çıkıyorsun, bunu zorlamanın anlamı yok. Aklımda
sadece uzun plan sekanslardan oluşan ve neredeyse ruhsal olarak durağan, yürümeyen birkaç tane proje var." 'Hayatımın Kadınısın' Uğur Yücel'in aniden
gelen bir esinle gerçekleştirdiği bir film. "Hırsız Polis bitti, kimse
uyandıramaz beni yarın sabah dedim. Beşte uyandım: Bir adam merdivenden iniyor
çıkıyor, bir kadın arkasından ağlıyor. Ayak sesleri, kadının yüzü... Filmde var
bu. Benim yanıp da bunu not edeyim gibi
heyecanlarım yoktur. Tesadüfen
kalktım, not ettim. Gün içerisinde hikâyeyi
düşündüm. Akşama da arkadaşlara 'Bir film çekeceğim galiba' dedim. 20 Ağustos'a
kadar bitirmek zorundaydık çünkü beni 'Hırsız Polis' setine bekliyorlar. Zor beğenen arkadaşlarıma anlattım, herkes
çok beğendi. Bir gün sonra Türkân Şoray'ı aradım. Hemen kabul etti. Bu hızla
gelişmenin içerisinden bana ait bir film çıktı. Ben pavyonlarda, gece
kulüplerinde, "Acıların Kadını"nda rol aldım. Oraları biliyorum.
Bergen'in gözünün üstündeki banda pul döktüm bir gece! Kuzguncuk'ta gördüğüm,
ağladığım, halkın ağladığı, güldüğü, o sinemaya benzer bir film oldu."
' Türk toplumu arabeske yakın' Uğur
Yücel, seksenlerde tepki duyulan arabeski bugün aşkı ucuzlaştıran
şarkısözleriyle dolu pop müzikten çok daha insani buluyor. Bu yüzden de o
dönemde şekillenmiş karakterlerin günümüzde geçen öykülerini anlatırken fonda
bu şarkıları kullanmış: Bu topraklarda yaşayan insanların ruhu poptan daha çok
arabeske yakın. Bu yakınlığın altında çok daha derinde söylenecek sözleri olan,
acılı bir hali var bu toprakların." Tam da bu duyguya uygun düşecek
şekilde filme mekân olarak Balat ve çevresini seçti Uğur Yücel. "Orada köhneleşmiş, bitmiş bir kültür
var. Bu kadın da aslında köhneleşmiş, eski bir şarkıcı. Esengül, Mine Koşan
gibi tasarladım ama Bergen kadar arabesk
değil. Alaturka söylemiş, bir yanı da Gönül Akkor, Muazzez Abacı... Onların
toplamında bir şey barındırıyor. Kendisinden genç organizatör bir adamla evli.
Alkol, uyuşturucu, kumar her şey var adamda. O yüzden Balat'ın içerisinde. Bir
de çok yalnız buluyorum oraları. Binlerce çocuk dolu ama büyük yalnızlık var o
sokaklarda. (23 Ağustos 2006 Alin Taşçıyan)
&
YazıTura'dan sonra, "Hayatımın Kadınısın" filmini izlemek, nasıl ki
bir oyuncu ancak farklı karakterlerdeki başarısıyla "gerçek bir
oyuncu" olarak taçlandırılmayı hak ederse, Uğur Yücel de öncelikle farklı
türdeki filmleri anlatma isteği ve cesaretiyle samimi alkışlarımızı hak ediyor.
Gerek öykü, gerek öyküyü anlatış biçimi olarak YazıTura'dan hayli farklı olan
bu film, üstelik pek çok erkek için, gerçek hayatla filmsel yaşam arasında sık
sık gidip gelen sahneleriyle "hayatlarının kadını" olmuş bir
"Sultan"a "güzelleme" olacak kadar da sahici duygular
içeriyor. Bu anlamda, "bir kadın hikayesi" gibi görünmesine rağmen,
aslında ülkemizde pek çok erkeğin gönlünde ayrı ayrı tahtlar kurmuş
"Sultan" a ve ona tutku ile bağlanan pek çok erkeğe özel bir film "Hayatımın
Kadınısın" ...
Uğur Yücel'in filmografisi içinde bir
"başyapıt" olmadığını başta kendisinin olmak üzere hemen tüm
sinemaseverlerin şimdiden bildiği bir film olmasına rağmen, film çok farklı bir
yanıyla aslında gerçek hayata bir ayna tutuyor. "Hayatımın Kadınısın"
filmi üzerine, öyküsü, Yeşilçam nostaljisi içindeki melodram yapısı,
oyunculukların başarısı gibi pek çok yazı yazıldı. Ama filmin aslında,
"hayatımızın ne denli sahipsiz ve korunmasız" olduğu üzerine çok
çarpıcı bir belge olduğuna kimse değinmedi.. . Artık gözden düşmüş olan ünlü
bir sanatçıya olan aşkın, belki de
gerçek hayatta, yönetmenin ilk gençlik yıllarında başlayan ve hiç azalmadan
şimdilere gelen "tutku ve hayranlığının" şiiri olan "Hayatımın Kadınısın"
aslında böyle bir hikayenin içinde toplumsal bir yaranın ne denli ince ve
çarpıcı bir biçimde ortaya konulabileceğini de anlatıyor. Şimdi bir hayat düşünün ... Ya da dünyanın en
güzel kentlerinden birinde yaşanan hayatları ... Yıllarca çok ünlü bir sanatçı
olarak çalışmışsınız ama hiçbir güvenceniz olamamış... Belki siz bunu bir
biçimde akıl edememişsiniz ama "devlet" de yasalarında olduğu halde
size sahip çıkmamış ... çocuğunuzun babası hiçbir yükümlülüğü yokmuş gibi çekip
gitmiş ve sizin başvuruda bulunacak hiçbir yeriniz olmamış. Başlangıçta iyi olsa da giderek
"cehenneme" dönüşen bir hayatı "korku" içinde yaşamaya
katlanmışsınız, katlanıyorsunuz... Ama bu "korku"yu şikayet edecek;
bu "korku"nun takipçisi olacak ve sizi sahiplenecek hiçbir kurum ve
güvence yok ... Bir yandan ünlü bir
sanatçı olmak ama daha çok evdeki tacizden kurtulmak için, saplandığın ız başka
bir bataktan kurtulmak için de baş
vurabileceğiniz bir yer yok .. Bu anlamda sıkıştığınız dünyada,
karşınıza çıkan ve sığınabileceğiniz ilk olayda, adam dövmeler, bıçaklamalar,
cinayetler yaşanacak ama siz sevdiklerinizi yanınıza alıp, akşam güneşinde
"mutlu bir hayata" doğru yelken açacaksınız! Bütün film boyunca tek bir güvenlik
görevlisine, devletin "Hayatımızın Güvencesi" olan tek bir kolluk
görevlisine rastlamayacaksınız ... Ama durum zaten tam da böyle ... 'Hayatımın
Kadınısın" filmi, 2000'li yılların İstanbul'unda "Hayatımızın
Güvencesizliği" üzerine de çok çarpıcı bir film ...(Sevinç Baloğlu)
“Sinematürk Aylık Sinema Dergisi, 2007, sayı 3”
&
Uğur Yücel, YazıTura ile yönetmenlik rüştünü ispat etmişti. Yıllardır,
imbiklerden süzdüğü usta oyunculuğunun en üst noktasını yaşadığı son yıllarda,
yönetmenliğe de başlayarak tam teşekküllü bir sinema sanatçısı olduğunu
kanıtladı. Bu başarılı kariyer çizgisi, dünya sinemasından başka bir usta
oyuncu yönetmeni, elim Eastwood'u akıllara getiriyor. Sergio Leone'nin
filmlerinde oynadığı yıllardan itibaren yönetmenlik mesleğine göz kırpan, hatta
Leone'nin asistanlığını yapan Eastwood, dört yaşındayken yönetmenliğe başlamıştı. Bundan
sonra yaşananlar ise tüm sinemaseverlerin malumu. Uğur Yücel ise sadece 5
yıllık bir gecikmeyle 46 yaşında yönetmen koltuğuna oturdu. Iki oyuncu
arasındaki bu benzerliğin tesadüften öte anlam taşıdığını düşünen biri olarak
bu benzerliği yıllarca yönetmenler tarafından idare edilen usta oyuncuların bir
tür isyanı olarak nitelendirmek gerektiğine inanıyorum. Yaşları ve ustalıkları
ilerledikçe genç yönetmenlerden daha fazla sinema bilgisine sahip olmaya
başlayan usta oyuncular meyve vermeye hazır çiçekli dallar gibi serpilmeye
başlıyorlar. Bu örneği Eastwood ve Yücel dışındaki birçok ismi de katarak
genişletebilirizUğur Yücel ilk filmi "YazıTura" ile yeni ve iddialı
bir sinema dili yaratma çabasının yanı sıra, senaryo açısından da büyük bir
cesaret sergileyerek her zaman es geçilen Kürt Sorunu'na değinmeyi de görev
ediniyordu. Sadece bu iki yenilikçi unsur bile Uğur Yücel'i ilk yönetmenlik
denemesinde ayrı bir yere koymamıza yetti. İkinci filmi "Hayatımın
Kadınısın" ile Uğur Yücel'in yeni bir tarz denediğini, ilk filminden ayrı
bir janra geçtiğini söylemek mümkün olabilir fakat bu farklılığın Yücel'in
yönetmenliği için de geçerli olmadığını düşünüyorum. "Yazı Tura" ve
"Hayatımın Kadınısın" arasında yönetmenin mekan ve mizansen kullanımı
açısından benzerlikler bulunduğunu. söyleyerek söze başlayabiliriz. İki filmde
de İstanbul'un eski muhitlerinin ve mahalle duygusunun hakim biçimde
kullanıldığını, ayrıca atmosfer olarak kapalı kapılar ardındaki diyalogların,
sıkışmışlık duygusunun öne çıktığını belirtmek gerek. Iki filmde de
melodramatik öğelerin varlığı hissedilebildiğinden, Yücel'in melodrama
"Hayatımın Kadınısın" ile başladığı tezinin geçerliliği tartışma
götürür. Anlaşılan, filmde Türkan Şoray'ın rol alması, Şoray'ın star geçmişine
referans vermeye alışık olan basın ve eleştirmenleri modern bir Yeşilçam
melodramı beklentisi içerisine sokmuş. Bu ruh hali, beraberinde filme yönelik
yanlış bir okumayı da tetikliyor. Fatih Özgüven, Radikal'deki köşesinde
"Eski Yıldızları Kırpıp Kırpıp" başlığıyla çıkan yazısı bu yanlış okumanın
belirgin bir örneğini teşkil ediyor. (Özgür Şeyben) “Sinematürk Aylık Sinema
Dergisi, 2007, sayı 3”