GEN (2006)
Yönetmen: Togan Gökbakar, Senaryo: Alper Mestçi
Güray Ölgü, Şahan Gökbakar Murat
Toktamışoğlu, Görüntü Yönetmeni: Veli Kuzlu,
Yapım: Tiglon/Murat
Toktamışoğlu, Dada Film/Kemal
Kaplanoğlu Genel sanat Yönetmeni:
Banu Ergenekon, Müzik: Taner Onat,
Işık Şefi: Giray Gergin, Kurgu: İlker Canikligil, Makyaj:
Suzan Kardeş, Sanat Yönetmeni: Savaş Özdemir, Ses: Hasan Baran,
Set Amiri: Recep Akdem, Uygulayıcı Yapımcı: Koray Somay, Alper Mestçi, Murat
Toktamışoğlu, Yapımcı Yönetmen: Deniz Kolaş,
Oyuncular: Doğa Rutkay (Dr.
Deniz), Yurdaer Okur (Dr. Ragıp), Mahmut Gökgöz (Dr. Metin), Haldun Boysan (Halil), Sefa Zengin,
Cemil Büyükdöğerli, Zeliha Güney
(Baş hemşire İpek), Mutlu Güney (Dr.
Aykut), Şahan Gökbakar, Levent Öktem,
Mürsel yaylalı, Levent Can, Aysun Metiner, Nazmi Göçmen, Ali Köroğlu, İshak
Tekgül, Neahat Talar, Tünay Süer .
Konu: Dağlık bölgede
yer alan eski bir akıl hastanesinde psikiyatr olarak göreve başlayan Dr. Deniz,
hastaneye geldiği ilk gün bir intihar vakası ile karşılaşır. Olayı araştırmak
için hastaneye gelen iki polis ise bölgedeki yoğun yağış ve oluşan heyelan
sonucu yolların ve telefon hatlarının hasar görmesinden dolayı mahsur
kalmışlardır. Yıllar boyunca sakin ve kendi halinde varlığını sürdürmüş olan bu
akıl hastanesi, 3 gün 2 gece içerisinde vahşi bir şekilde işlenecek
cinayetlerle sarsılacak ve herkesin herkesten şüphelendiği, korkunun hüküm
sürdüğü bir karabasan haline dönüşecektir
Biliyorum, birçok eleştirmen arkadaşım bu
filme burun kıvıracak. Aslında ilk yarının sonunda ben de öyleydim. Üstelik
kimi mantık hatalarına fena takmıştım: başhekimden tüm hastaların dosyalarını
isteyen komiserin önüne, o eski hastanede kimileri 30 küsur yıldır orda kalan
onca hasta için gele gele iki cılız dosya gelmesine, ilk cinayetin ertesi günü
başhekimin “bu olay beni çok üzdü, gecelerdir uyku uyuyamıyorum!” demesine...Ya
da kimi türkçe hatalarına. Örneğin “bunu bilmek istemezsin” gibi yabancı dizilerden
tercüme bir TV türkçesi yerine, “bunu bilmesen daha iyi olur”
denilmemesine...Bunlara vb. şeylere kafayı takmıştım.
Ama kabul etmek gerekir ki, öncelikle film biçim açısından hemen hiç
aksamıyor. “High definition” bir kamerayla digital yapılan çekimler, teknik
yönden doyurucu. O büyük ve ürkünç hastane dekoru çok iyi kullanılmış. Filmin
belli bir gerilimi var. Kimi sahneler (örneğin hücredeki ‘tecavüz’ sahnesi) son
derece başarılı. Ve final de gerçek bir sürprizle geliyor. Önceden
kestirilemeyen ve tüm hikayeyi doğrulayan ve değerlendiren bir, hatta iki
sürprizle...Gerçi onun da ortaya attığı kimi cevapsız sorular yok değil.
Örneğin ‘o polisleri emniyet hiç soruşturmadı mı?’ sorusu… Ama bu kadarı yabancı filmlerde de oluyor.
İddialı bir entrika içeren hemen her gerilimde açıkta kalan sorular çıkıyor. Bu
türü sevenler de aldıkları keyif hatırına, bunları görmezden geliyor. “Gen”, temelde iyi, sağlam bir öykünün, yer
yer özentiler içerse de doyurucu sinemalaştırılması. Elbette tüm kamera hareketleri yerli yerinde değil. Tüm oyuncular da inandırmıyor. Ama özellikle gencecik (21
yaşında) bir yönetmenden gelen bu filmin, en azından Japon, Koreli vb.
örneklerinden hiç de aşağı kalmadığına dikkat çekmek ve bu taptaze çabayı
desteklemek istiyorum. (Atilla Dorsay)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder