Powered By Blogger

24 Aralık 2022 Cumartesi

 

YAŞAMIN KIYISINDA  (2006) 

Senaryo ve Yönetmen:  Fatih Akın,   Görüntü Yönetmeni:  Zekeriya Kurtuluş,  Rainer Klausmann,  Gökhan Atılmış,  Eyüp Boz,   Yapımcı:  Klaus Maeck , Fatih Akın ,  Erhan Özoğul , Andreas Thiel ,  Ali Akdeniz   Kurgu: Andrew Bird, Sanat Yönetmeni: Sırma Bradley, Ses: Kai Lüde, 

 Oyuncular: Nurgül Yeşilçay (Ayten Öztürk), Baki Davrak (Nejat Aksu), Tuncel Kurtiz (Ali Aksu), Hanna Schygulla (Susanne Staub), Patrycia Ziolkowska (Lotte Staub), Nursel Köse (Yeter), Öznur Kula (Devrimci Kız), Güven Kıraç, Nejat İşler, Şevval Sam, Yelda Reynaud, Ferdi Alaboğa, Lars Rudolph, Andreas Thiel  

Konu: "Duvara Karşı" ile hem Almanya hem de Türkiye'yi sallayan Fatih Akm, sonraki 3 yıllık süreçte kalburüstü bir müzik belgeselinden (İstanbul Hatırası  Köprüyü Geçmek) ve birkaç televizyon işinden sonra "Yaşamın Kıyısında" ile sinema

severlerin gönlünü bir kez daha fethetti. Yönetmen yine senaryosunu kendisinin yazdığı "Yaşamın Kıyısında"da, zamanda ilerigeri sıçramalarla etkileyici bir 'kesişen hayatlar' hikayesi anlattı. Almanya'da yaşayan Türk babaoğul ile yine Almanya ile bağı olan Türk anne   kızın yollarının kesişmesiydi ana hikaye. Ancak Akın her ne kadar 'kesişme' anlatıyor gibi görünse de seyircinin kafasını kurcalayacak detaylarla örmüştü hikayeyi. Kavşak noktalarında hep ölümün birleştirdiği bu hayatlar, bazen de kaderin (ya da tesadüflerin) müdahalesiyle birbirlerine teğet geçmekteydiler. Tıpkı, annesini aramak için Almanya'ya gelen Ayten'in (Nurgül Yeşilçay), yanı başından geçen annesini fark edememesi; hikayenin merkezinde yer alan iki ana karakterin (Ayten ve Nejat), seyircinin beklentisinin aksine film boyunca (birbirleriyle teğet geçse de) hiçbir şekil de tanışmaması gibi... "Duvara Karşı"da olduğu gibi Almanya ve Türkiye arasında bir yolculuğa dönüşen film, yönetmenin iki vatanlı oluşunun da ruh halini yansıtır. "Yaşamın Kıyısında" oyuncu performansları açısından da dikkate açık uçlu   değer bir yapım. Başta "Lola + Bilidikid"in Murat'ı Baki Davrak olmak üzere, Nurgül Yeşilçay, iki deneyimli oyuncu, Tuncel Kurtiz ve Fassbinder'in vazgeçilmez yüzü Hanna Schygulla, filmi sırtlar götürür. Her ne kadar yardımcı kadroda yer alsalar da, fahişe anne rolündeki Nursel Köse ile Lotte'yi canlandıran Patrycia Ziolkowska'nın performansı da görülmeye değerdir. Ödül hanesine bakıldığında "Yaşamın Kıyısında"nın, "Duvara Karşı"nın hiç de gerisinde kalmadığını, hatta onu geçtiğini söylemek mümkün. 80. Akademi Ödülleri'nde Almanya'nın Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde Oscar adayı olan yapım, Fatih Akın'a Cannes'’da En İyi Senaryo ödülü kazandırmış; Antalya gibi Türkiye'deki belli başlı festivallerde de benzer başarıyı yakalamıştır.  Fatih Akın, içinde derin trajediler barındırmasına rağmen "Yaşamın Kıyısnda"da, dramatik ölçüyü kaçırmamaya dikkat eder. Kazım Koyuncu'nun o hüzünlü şarkısının eşlik ettiği  final yönetmene göre bilgeliği oluşturan iki kelimeyi, yani bekleyişi ve umudu simgeler. Tıpkı Akm'a ilham kaynağı olan Alexandre Dumas'mn Monte Crislo Kontu'ndaki gibi... (M.I.) Sinema En İyi 100 Film 

 Ödüller:

  En İyi Senaryo, Kiliseler Birliği Ödülü Cannes  Lino Brocka Ödülü Cinemanila    

►Jüri Özel Ödülü
  ►En İyi Yönetmen, 
  ►En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, 
  ►En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu,
  ► En İyi Kurgu  

 & Emekli dul Ali, fahişe Yeter’le karşılaştığında yalnızlığına bir çözüm bulduğunu düşünür. Ali, Yeter’e aylık belirli bir ücret karşılığında kendisiyle kalmasını teklif eder. Başlangıçta babasının bu tercihini onaylamayan Ali’nin Alman Dili ve Edebiyatı profesörü olan oğlu Nejat, Yeter’in zorluklarla kazandığı paraları Türkiye’de üniversitede okuyan kızına gönderdiğini öğrenince ona karşı sıcak duygular beslemeye başlar. Yeter’in bir kaza sonucu ölmesi baba ve oğlu hem duygusal hem de fiziksel olarak birbirinden daha da uzaklaştırır. Nejat, Yeter’in kızı Ayten’i bulmak üzere İstanbul’a doğru yola çıkar. Fakat Nejat yirmili yaşlarında olan siyasi eylemci Ayten’in Türk polisinden kaçarak Almanya’ya gitmiş olduğunu bilmemektedir.  " İlk basın gösteriminde, bu yıl az filme nasip olan biçimde uzun uzun alkışlanan film, 6 kişinin iç içe anlatılmış öyküsüne dayanıyor. Almanya'da üniversite hocası olmuş genç bir Türk aydını, onun emekçi kesiminden gelen içkici ve dik başlı babası, babanın hayatlarına sokmaya çalıştığı bir Türk fahişe, fahişenin Türkiye'de yaşayan ve sokaktaki anarşik olaylara karışmış kızı.. Almanya'ya kaçmak zorunda kalan genç kızın orada tanıştığı ve duygusal biçimde kaynaştığı aynı yaşlardaki Alman kızı ve kızın çaresiz annesi. Dördü Türk, ikisi Alman olan bu kişiler, kendilerini siyasetten aşka, kültür çatışmasından ekonomik sorunlara bir dizi unsurun etkilediği karmaşık bir ilişkiler ağı içinde buluyorlar. Fatih Akın, gösterildiğinde üzerinde bol bol konuşacağımız önemli bir film yapmış. Basın toplantısında özellikle Alman ve Fransız gazetecilerden gelen sorular, filmin çok etki yaptığını ve beğenildiğini gösterdi. Hemen tüm oyuncular soruları İngilizce cevaplarken, filmde rolü gereği İngilizce konuşan Nurgül Yeşilçay, Türkçe konuşmayı tercih etti. Deneyimli oyuncu, Alman anneyi oynayan Hannah Schygulla çok önemli bir şey söyledi ve şöyle dedi: "Türklerle Almanların mutlu bir olay çevresinde bir araya gelmeleri çok az olan bir şeydir. Bu mutluluğu Fatih Akın 'Duvara Karşı' ile sağlamıştı. Oynamaktan onur duyduğum bu yeni filminde de sanıyorum bunu yapacak ve büyük başarı kazanacak." İleride Yılmaz Güney'in yaşamı üzerine bir film çekmek istediğini söyleyen Akın, "Duvara Karşı'nın başarısından sonra üzerinde büyük bir baskı oluştuğunu, bu filmle o baskıyı aştığını söyledi (24 Mayıs 2007 Sabah Gz. Atilla Dorsay)

  Fatih Akın'ın son filmi Yaşamın Kıyısında, 60.Cannes Film Festivali'nin iddialı filmleri arasında gösteriliyordu ve "en iyi senaryo" ödülünü aldı. Bu ödül, tam beklentileri karşılamamıştı belki ama film, yönetmen ve oyuncularının etrafında oluşan ilgi haresi de önemliydi. Fatih Akın, özellikle Duvara Karşı filmi ile hem Almanya, hem Türkiye ve hem de dünyada dikkatleri üzerine toplayan bir yönetmen olarak öne çıkmış, Duvara Karşı'yla, prestijli festival, Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülünü kazanmıştı  Türk asıllı Alman vatandaşı olan Fatih Akın, her iki ülke arasındaki yaşam deneyimlerini, gözlem ve duyarlıklarını sinema ile ifade etme açısından sadece günümüz Alman sinemasının değil, aynı zamanda Türk sinemasının da en önemli sanatçıları arasında yer alıyor.  Yaşamın Kıyısında için Fatih Akın'ın olgunluk dönemi çalışmalarının başlangıcı denebilir. Önceki filmlerinde, Duvara Karşı dışında, daha yalın, klasik bir anlatım ve sinema dilini tercih ederken, Yaşamın Kıyısında ise deyim yerindeyse öyküsünü bir labirent gibi örüyor. Edebiyatçı bir yakınım edebiyat sanatı için "dili işleme hüneri" demişti. Sevdiğim bu tanımlamayı sinemaya yansıtmak gerekirse, sinemaya için de "görüntüleri işleme hüneri" denebilir. Fatih Akın, bu bağlamda önemli bir sinemacı. Duvara karşı gibi kurmaca bir film, İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek gibi belgesel bir film yapsa da, öncelikle söyleyecek sözü olan bir sinemacı ve bu sözleri, görüntüleri işleme hüneriyle estetik ve anlamlı bir boyut katarak biçimlendiriyor.  Akın, Yaşamın Kıyısında da, insanın dramını mizahı da kullanarak anlatmayı hedeflemiş görünüyor. Filmin karakterlerinden belli bir kişinin öyküsü öne çıkmıyor. Ali Aksu, Karadeniz'den Almanya'ya gitmiş, oğlunu tek başına büyütmüştür.  Nejat Aksu, babasıyla yaşamaktadır ve Almanya'da bir Türk olarak Alman Dili ve Edebiyatı alanında üniversitede profesör olarak çalışmaktadır. Yeter, Jessy takma ismiyle bir genelevde fahişe olarak çalışmaktadır. Tek amacı kızı Ayten'in okumasını sağlamaktır. Ali Aksu, Yeter'le ilişki yaşamış; sonrasında ise Yeter'in kazandığı parayı ona verebileceğini ve fahişeliği bırakıp kendisiyle yaşamasını istemiştir. Amacı yaşlılık dönemini yalnız geçirmemektir. Bu ilişki sırasında kıskançlıklara  başlamış ve kadının diklendiği bir anda ona vurarak ölümüne neden olmuştur. Ayten, gizli bir örgüt üyesidir. Annesini bulmak için Almanya'ya gelen Ayten, Lotte'yle tanışmış ve onun evinde kalmaya başlamıştır. Lotte kafası karışık bir Alman genç kadındır. Ayten'le üniversitede tanışır ve ona yakınlık duyarak yardım etmeye karar verir. Kendi kültürünü sert ve insani ilişkilerden uzak bulması da, Ayten'leyakınlaşmasını kolaylaştırmıştır. Annesi Susanna, bu durumdan hoşlanmasa da, kızını kaybetmekten korktuğu için sineye çekmektedir. Kaçak yaşadığı anlaşılan Ayten'in, mültecilik başvurusu hakkında açtığı dava reddedilir ve Türkiye'ye gönderilir. Türkiye'ye döndüğünde hapse giren Ayten'e yardımcı olmak için Türkiye'ye gelen Lotte, trajikomik bir şekilde yaşamını kaybeder. Susanna kızının anısını sürmek için Türkiye'ye gelir ve Ayten'den nefret etmeyi değil onu sevmeyi deneyerek ona yardım etmeye karar verir. Babasına Yeter'i öldürdüğü için dargın olan Nejat Susanna'nın dramı karşısında babasını bulmaya karar verir ve onu aramak için memleketine gider. Yaşamın Kıyısında, bir arayış ve yol filmi. Akın'ın filminde dram ve hüzün, mutluluk ve sevinç yaratan olguların üstüne çıkıyor. Film üç epizod şeklinde düşünülmüş ve kotarılmış; ama bu epizodlar arasında organik bağlantılar var ve biri diğerinin anlamını pekiştiriyor. Bunlar "Yeter'in Ölümü", Lotte'nin Ölümü" ve "Yaşamın Kıyısında". Epizodlar birbirlerine teğet geçiyor ve klasik dramatize yapıdaki bir filmdeki beklentilerimizle uyuşmadığını fark etmemize karşın, filmden uzaklaşmıyor, tersine bize gösterdiklerini değil anlatmaya çalıştıklarını kavramaya çalışıyoruz. Bu bağlamda Yeter, Ali, Nejat, Ay ten ve Lotte'nin öyküleri öne çıkıyor. Başka bir filmde bu kadar tesadüf olmaz diyebileceğimiz olgular bu film için diyalektik bir olay örgüsünün katmanlarını oluşturuyor. Yukarıda belirtilen, filmin ana karakterleri içinde daha yapay olanları Ay ten ve Lotte görünüyor. Olay örgüsünün gelişiminde yerleri olan bu karakterler, kısmen şablon kalarak zayıf bir etki yaratıyorlar. Ülkemiz alt sosyo kültürel katmanlardan ve feodal ilişkilerin egemenliğindeki ilişkilerin etkisindeki insanların çocukları (Ayten) yasadışı örgüt üyesi olurken; antitezi konumundaki batılılarsa (Lotte) hala dahayaşamlarına anlam katabilmek için Hindistan turuna çıkıyor ve milliyetçi üst kimliklerden nefret ediyorlar. Şüphesiz bu figürler ve ilişkileri, derinliksiz işlenmek için yaratılmamış. Aslında her karakter bir bakıma metafor işlevi görerek yaşamı ve onun kıyısındaki insanların tutunma mücadelelerini, kişilik çatışmalarını, Akın'ın yansıtmayı sevdiği kültürlerarası çatışmaları temsil ediyorlar. Fatih Akın, önyargılara karşı tavır alıyor, bir Türk Alman olarak sadece Türklerle Almanların öyküsünü ve birbirleriyle kesişen yaşamlarını ele almıyor. O sinema dilinin zenginliğini ve olanaklarını kullanarak evrensel de olabilecek bir öyküyü anlatmayı deniyor ve Duvara Karşı 'dan sonra bunda da başarılı oluyor. Ama diğer yandan Susanna, kaçınamadığı Orientalist bakışın etkisiyle kiracısı olarak oturduğu Nejat'ın evinin yanındaki apartmanın neden bakımsız olduğunu sorarak, Nejat'ın filmin gereksiz didaktik söylemlerini oluşturmasına (kültürsüzlük, cahillik vb.) katkıda bulunuyor. Nejat, kendi ülkesine yabancılaşmış, fakat yabancı olarak bulunduğu bir ülkenin dilini ve edebiyatını öğreten bir profesördür. Susanna ise kendi ülkesine yabancılaşmasının en keskin olduğu çağı geçmiş ve kızını kaybetmenin acısıyla intikam, öfke gibi duyguların yerine ötekini anlama çabasıyla yabancı olma (öteki) fikrini içselleştirmeye çabalamaktadır. Özellikle Tuncel Kurtiz, Baki Davrak ve Nursel Köse'nin oyunculuklarını filmin etkisini güçlendiren performanslar olarak not etmek gerekir. Akın, görüntü yönetimi açısından farklı kişilerle çalışmayı tercih etmiş. Şüphesiz koşulların dayatması da olabileceği gibi farklı epizodlara, farklı bakış açılarının duyarlığını katmak istemiş olabilir. Belirgin bir üslup farkı dikkati çekmese de gene de riskli bir tercih olduğunu eklemek gerekir. Fatih Akın, Duvara Karşı'yla başlattığı ve İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek isimli belesel filmiylepekiştirdiği sağlam sinema duygusunu, Yaşamın Kıyısında filmiyle ustalaşma kulvarında geliştirmeye çalışıyor. Filmin kurgusu ileri geri sıçramalı yapısıyla da, filmin öyküsüne, daha da önemlisi Fatih Akın'ın kendisini ifade etmesine önemli bir katkıda bulunuyor. Bu katkı salt kurgunun farklılığından değil, aynı zamanda filmin öyküsel gidişinden sonuç beklemeye dönük beklentileri de boşa çıkararak oluşuyor. Film, seyircinin işini kolaylaştırmıyor; yorumu ona bırakıyor. Tıpkı yaşam gibi. Kendimizi yaşamın merkezinde zannederken ve egolarımızdan başımız dönerken, bazen yaşadığımız küçük bir dramla gerçekte ne kadar yaşamın kıyısında kaldığımızı ayrımsama mız gibi. (Bülent Vardar) “Sinematürk, Aylık Sinema Dergisi, sayı 14” 


FİLMİ İZLE 



 

UNUTULMAYANLAR  (2006) 


Senaryo ve Yönetmen:  Ayhan Sonyürek,   Görüntü Yönetmeni:  Mete Şener, Mehmet Y. Zengin,   Müzik:  Erdal Güney, Hilmi Yarayıcı,   Yapım:  Akademi prodüksiyon/  Kemal Öner, Mete Şener  Sanat Yönetmeni: Gürel Yontan, Ses : Mehmet Kılıçel, Kurgu: Ozan Demir, Genel Koordinatör: Deniz Yılmaz Sonyürek, Yapım Asistanı: Volkan Burak Ekinci, Kamera Asistanı: Bünyamin Durgut, Kurgu Asistanı: Emrah Canoğlu, Negatif Kayıt: Şafak Mıhlaç, Işık Şefi: Feramuz, Tuna, Ses Kayıt: Mehmet Kılıçel, Dolby Miksaj: Rasim Kurtulan, DS Nistris: Burak Sürücü,  

Oyuncu: Altan Erkekli (Aziz), Göksel Arsoy (Cihat), Nevra Serezli (Leyla), Bahri Beyat (Tatyos), Gökhan Mete (Ekrem), Cezmi Baskın (Cemil), Ferdi Akarnur (Salim), Ferdi Akarnur (Salim), Ayşen İnci (Adalet), Serhan Arslan (Barış), Devrim Atmaca (Konsomatris), Mustafa Turan (Köylü), İlkay Akdağlı (Postacı), Kerem Göker (Yönetmen yard.), Yakup Yavru, Başak Kıvılcım, Konuk

Konu: Eski Yeşilçam yönetmeni Aziz, aşkı Leyla’nın seks filminde oynamasıyla yıkılıp İstanbul’u terk etmiştir. 30 yıl sonra varını yoğunu satıp koltuğunun altındaki senaryoyu filme çekmek üzere İstanbul’a döner. İstanbul’a gelir gelmez Aziz’in ilk işi “eski dostları” bulmak olur. Yaşlı ekip elemanları bu fikirle birlikte heyecanlanırlar ama hiçbiri Aziz’in bıraktığı yerde, bıraktığı gibi değildir. Köprünün altından çok sular akmıştır. Hemen hepsi sinemadan uzaklaşmış başka işler yapmaktadır. Aziz’in kararlı tavrı, yaşlı ekibi filmi çekebileceklerine inandırır. Arkadaşları Aziz’in bu senaryoyu zamanında Leyla için yazdığını bilirler, onu oynatmayı önerirler. Aziz şiddetle reddeder. Arkadaşları anlar ki; yaralar hala tazedir, Aziz Leyla’yı içinden söküp atamamıştır. Aziz ve Leyla yıllar sonra yüzleşecektir. Eski Yeşilçam'a Selam, Yola Devam...  

& Unutulmayanlar filminin konusu 70'li yıllarda Yeşilçam'da çalışan yönetmen  Aziz beyin aşık olduğu kadının seks filmlerinde oynamasına çok içerlemesi ve İstanbul'u terk etmesinden yola çıkarak, 30 yıl sonra tekrar İstanbul'a dönüp, kendini büyük bir hesaplaşmanın içinde bularak hayalini kurduğu istediği filmi çekmesini için kolları sıvamasını konu alıyor. Film bu yönüyle 70li yıllardaki Yeşilçam’la bağlantı kurarken günümüz Yeşilçam'ını da çeşitli yönlerden eleştiriyor ve günümüzdeki yeni insani değerlere göndermede bulunuyor.Göksel Arsoy 17 yıl aradan sonra sinema filmi çekiyor.  

Türk sinemasının ''Altın Çocuk'' lakaplı aktörü Göksel Arsoy, 17 yıl aradan sonra ilk kez kamera karşısına geçecek.Bu süre zarfında 2 Televizyon filmi çeviren ayrıca 2 tane de dizide yer alan Arsoy bu kadar uzun bir aradan sonra bir filmde yer almanın kendisini heyecanlandırdığını söyledi.Filmin yönetmeni Ayhan Sonyürek basın toplantısında yaptığı konuşmada ''Eski Yeşilçam'a selam, yola devam'' esprisini yaparak 30 yıl önceki Yeşilçam'la günümüz Yeşilçam’ı arasında kurdukları köprüye dikkati çekti. Aynı zamanda filmin senaristi olan Sonyürek, Aşk ve Dayanışma temalı bir film yaptıklarına değinerek filmin senaryosuna çok güvendiklerini kaydetti. Ayrıca filmin sadece içeriğiyle değil anlatım  

 Filmden İlginç Notlar

Ayhan Sonyürek hem okullu hem de alaylıdır, "Yeşilçam" kökenli birçok yönetmen, senarist ve oyuncuyla çalışma imkânı bulmuştur. Bu dönemde yaşadıkları, inledikleri "Unutulmayanlar" filminin hikayesini oluşturmaya katkıda bulunmuştur.  Ayhan Sonyürek'in yönetmenliğini yaptığı ilk filmidir. Yönetmenin deyişiyle bu film "Yeşilçam'a selam, yola devam" filmi  .Ayhan Sonyürek, oyunculuğu kendine meslek edinmiş, deneyimleri tartışılamayacak isimlerle çalışmanın kendisi için büyük bir şans olduğunu ve eski tüfek oyuncuların iş disiplinlerine hayran kaldığını ifade etti.  Yıllar önce Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nden mezun olan filmin yönetmeni Ayhan Sonyürek ve yapımcıları Kemal Öner ile Mete Şener, imza attıkları pek çok başarılı projenin ardından Unutulmayanlar için bir araya geldi.  Filmde "Eski Yeşilçam"ı anımsatacak olan bir özellik de 35 sene öncesinin çekim malzemelerinin kullanılması… Lamba, kamera ve tahta şaryo, vs...  Lambalar "Yeşilçam"ın emektarlarından ışık yönetmeni Kenan Eryılmaz ve Tem Stüdyoları'ndan, tahta şaryo yine "Yeşilçam"ın emektar set amiri Sonay Kanat'tan, eski kamera Tem Stüdyoları'ndan, tahta kamera sehpası ise Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nden temin edildi.  Filmin finali 35 yıl önce kapatılan Balat'taki Sümer Sineması'nda çekildi… Göksel Arsoy, 40 yıl önce yazlık sinema olan Sümer Sineması'nda bir galaya katıldığını belirtti.  Nevra Serezli'nin 22 yıl aradan sonra oynadığı ilk film olan "Unutulmayanlar" onun için büyük önem taşıyor. Sanatçı, Leyla karakterini çok sevdiğini, bu rolün kendisine melekler tarafından omzuna kondurulmuş bir şans olduğuna inandığını söylüyor. Nevra Serezli 22 yıllık arayı"Hiç teklif gelmedi" şeklinde açıklıyor.  Göksel Arsoy da 17 yıl aradan sonra "Unutulmayanlar" ile film setlerine dönüş yaptı. Eski erotik Türk filmlerinin afişleri ile Nevra Serezli'nin fotoğrafları "photoshop"landı ve yeni afişler tasarlandı .

 Cezmi Baskın canlandırdığı klarnet üstadı rolü için filmin müziklerini de yapan Erdal Güney'den dersler aldı. Çekimler süresince Erdal Güney, klarneti doğru kullanmada usta oyuncuya eşlik etti. Filmin afişleri Ercan Erdoğan tarafından hazırlandı. 24 bin metre film harcandı. Filmde 120 kişilik teknik ekip çalıştı. Filmde 500 kişilik figürasyon ekibi yer aldı. 



 

 

 UMUT ADASI  (2006) 



 Yönetmen:  Mustafa Kara,   Senaryo:  Ayşe Türk,  Görüntü Yönetmeni:  Ulaş Zeybek,   Yapım:  Göksel Zeyrek, Barış Bayram   Özgün Öykü: Göksel Zeyrek, Müzik: Gündoğar, Kurgu: Engin Öztürk, Gökçe Bilge, Sanat Yönetmeni: Esra Erol, Yapım Koordinatörü: Barış Yıldırım, Yardımcı Yönetmen: Özgür Sevimli, Reji Asistanları: Sevcan Sevinç, Kıymet Çetin, Nezih Helvacıoğlu, Hüseyin Sezgin, Kameraman: Murat Akyıldız, Gürol Beşer Mustafa Demirkılıç, Focus Puller: Barış Sengelli, Panter Operatörü: Kenan Bal, Steadicam Operatörü: Mehmet Çelik, Hakan Kaftanoğlu, Jimmy Jib: Mustafa Ünlüdağ, Yusuf Atmaca, Erkan Bülbül, Kamera Arkası: Doğu Kendigelen, Kurgu Asistanı: Akın Denizli, Post Prodüksiyon: Çetin Yılmaz, Film Baskı: Uğur Orbay, İlker Şen, Film Yıkama: Tamer Eşkazan, Renk Düzenleme (Tolga Girici, Negatif Kayıt Kadir Burç, Cem Taşkara, Işık Asistanları: Halil Oğuz Özcan, Burak Parlak, İbrahim Sürmeli, Graham Parker, Arif Bilbay, Bestboy: Ersin Aldemir, Kostüm Sorumlusu: Nildağ Kılıç, Sanat Asistanları: Fadim Üçbaş, Taylan Kadıoğlu, Kostüm Asistanı: Seher Terzi, Makyaj: Sercan Cihantürk, Elif Gültekin, Sevinç Yıldız, Elif Kayran, Deniz Namoğlu, Kuaför: Serkan Şevkay, Ses Tasarım ve Final Mix: Şener Koç, Prodüksiyon Amiri: Yavuz Selim Bayram, Kürşat Şahin, Set Amiri: Mehmet Yaşar, Cengiz Çirkin  

Oyuncular: Halef Tiken (Asil), Gürkan Tavukçuoğlu (Yusuf), Arzu Yanardağ (Vildan), Ali Sürmeli (Havas), Zafer Algöz (Cevdet), Anetta Kellow (Gina), Lily Brown (Jessica), Alican Yücesoy (Tuğra), Demir Karahan, Sefa Zengin (Tarkan), Kerim Yağcı (Umut), Tarık Ünlüoğlu (Hamdi), Nurten Garip (Kader), Roza Erdem (Sibel), Taner Turan (Kenan), Halil İbrahim Kalaycıoğlu (Kaptan), Faruk Akgören (Bekir), Barış Koçak (Mustafa), Reyhan Ulu (Aslı), Yeşim Dalgıçer (Ceren), Mehmet Ali, Nuroğlu (Çetin), Gürcan Koç (Faruk), Umut Oğuz (Gazanfer), Çelik Bilge (Rahip), Latif Akgedik (Çaycı), Kürşat Şahin (Sercan), Özge Özder (Sibel), Demir Karahan (Vildan babası), Deniz Salman (Umut), Turgay  Tanülkü, Yavuz Selim Bayram, Emrah Akduman (Serkan), Ferit Yük sek, Sedat Develek, Çağrı Unan   Umut Adası Türkiye’de yaşadıkları zorlukların üstesinden  gelemeyip, çareyi İngiltere’ye göç etmekte arayan ve yolları Londra’da kesişen Asil (Halef Tiken), Yusuf (Gürkan Tavukçuoğlu), Vildan (Arzu Yanardağ) ve Havas’ın (Ali Sürmeli) hikayesini anlatıyor.  Umuda doğru çıkılan bu yolculukta kimilerinin amacı yeni bir dil öğrenmek  ailesine ekonomik açıdan yardım etmek, çocuğuna daha rahat bir gelecek sunmak... Kimilerinin amacı ise işlediği suçtan kaçmak, macera yaşamaktan başka bir şey değil...  Kaçak yollarla İngiltere’ye giden insanların gerçek hikayelerinden yola çıkarak yaşadıkları dramın işlendiği Umut Adası filminin öyküsü, Türkiye’de yaşayan birçok insana yabancı değil…  

& 118 dakika olduğu söylenen bu filmin arasında çıkıp gittim. Aslında daha önce de çıkabilirdim: İngiltere’ye çalışmaya gelen genç Türk kızına evin sahibesi iki çocuklu İngiliz kadını “seyahatin nasıl geçti?” diye sormamakla kalmayıp, gece ona sulanan azılı bir lezbiyen çıkınca!...Ya da, hiç inandırmayan bir denize düşme sahnesinden sonra herkes birden koro halinde ağıt yakmaya başlayınca!...Veya “turistik Londra gezisinde koskoca otobüsün içinde, herhalde parasızlıktan tek bir figüran bile olmadığında…  “Bakan kızının yazdığı” senaryosundan sinema heveslisi yönetmeninin en sıradan bir TV dizisi havasındaki anlatımına dek, hiçbir özelliği olmayan, alabildiğine düz ve kişiliksiz bir film bu...Gerçekten de, eline kamera geçirenin film çektiği ve bizim de bunları izlemek zorunda kaldığımız garip bir ortam doğdu. Umarım sonu iyi gelir...(Atilla Dorsay)

FİLMİ İZLE 



 

TRAMVAY (2006) 


 Yönetmen:  Olgun Arun,   Senaryo:  İzzeddin Çalışlar, Olgun Arun, Nazlı Çetinok,   Görüntü Yönetmeni:  Olgun Arun,   Yapım:  Plato Film/ Olgun Arun   Öykü: İzeettin Çalışar, Müzik: Etkin Arun, Kurgu: Olgun Arın, Yapım Koordinatörü: Nazlı Çetinok, Sanat Yönetmeni: Nazlı Çetinok, Yönetmen Yardımcısı: Arzu Birol, Çiğdem Girgin, Makyaj: Aliye Saygı, Ses Kayıt: Duygu Çelikkol, Işık Kameraman: Ulaş Zeybek, Işık Şefi: Cüneyt Türenç, Işık Teknisyeni: Zafer Kaçmaz, Miksaj: Erkan Aktaş, Ses: Gökhan Alat, Renk: Serdar Erçer, Makyaj: Aliye Saygı, Makyaj Yardımcısı: Ecem Korkmaz, Saç : Hakan Köse, Yapım Amiri: Mehmet Davran, Boom: Timur Serengil, Set Amiri: Metin Baki, Set Ekibi: Oktay Baki, Yaşin Baki, Kurgu Operatörleri: Mustafa Gkçen, Mutrat Bolayır, Hasan Pulant, Devrim Kaya, Andaç Akkaya, Miksaj: Erkan Aktaş, Koordinatör: Turan Tokel, Teknik Müdür: Hakan Toptaş, Kopya Baskı: Mustafa Koç, Ersan Gümüş, Ayhan Kısa, Film Yıkama: Orhan Turgut, İlhan Özkan, Bora Büyükdikbaş, Aydın Yeniçeri, Sinan Kılıç, Erhan Çakır, Süleyman GöktaCengiz Koç, Negatif Montaj: Selahattin Turgut 

Oyuncular: Fırat Tanış (Hamit), Itri Koşar (Mahmut), Gökhan Özoğuz (Gökhan), Emel Çölgeçen (Serpil), Halit Ergenç (Nezih), Mustafa Şimşek (Haldun), Ayça Bingöl (Seval), Tomris ;İnceer (Madam Eleni), İrem Erkaya (Laik Kız), Halil İbrahim kalaycıoğlu (Baba), Çelik Bilge (Prof.) Gözde Balgesaçan   (Tesettürlü kız), Seren Göksel (Liz), Dilek Serbest (Julie), İsmet Erten (Vatman), Ahmet Ağaoğlu (Ediz), Barış Küçükgüler (Çocuk), Umut Oğuz, Levent Erim (Polis), Yunuz Güner (kiralık katil) 

Konu: Film, toplum baskısı sonucu, sınırlara gelmiş iki genç insanın, İstiklal Caddesi’ nde, ülkemiz insanlarını temsil eden bir grup tramvay yolcusunu rehin almaları ile gelişen olayları anlatıyor. Günümüzde, tüm dünyada yaşanan, sevgisizlik, hoşgörü eksikliği, tahammülsüzlük üzerine belki de sonu anlatan, “işte böyle giderse, sonumuz bu olacak” mesajını veren bir gerilim ve kara film örneği.  

FİLMİ İZLE 



 

THE IMAM (2006)  


Yönetmen:  İsmail Güneş,  Senaryo:  Ömer Lütfi Mete,   Görüntü Yönetmeni:  Ege Ellidokuzoğlu,   Yapım  Mustafa Cihat   Yardımcı Yönetmen: Serkan Acar, 1. Yön. Yrd: Tolga Karadeniz, 2. Yön.Yrd: Bahar Aycısın, 3. Yön. Yrd: Burcu Ay, Kamera Kiralama: Metin Nayır (MTN), 1. kamera Ast: Halil İbrahim Çekiç, 2. Kamera Ast: Ali Özer, Ciapper: Mehmet Eren Nayır, Erman Erşah Nayır, Işık: Gölge Işık, Işık Şefi: Giray Girgin, 1. Işık Ast: Kemal Kaya Taylan, 2. Işık Ast: Oğuz Özcan, 3. Işık Ast: Ümit Özcan, Sanat Yönetmeni: Bekir Bektaş İldem, Set tasarımcısı: İbrahim İldem, Sanat Ast: Nezihe Ateş, Dekor Uygulama: Kadir Tokatlı, Hüseyin Çakır, Mehmet Şahin, Set Fotoğrafları: Saygın Serdaroğlu, Mete Kaya, Kostüm: Şengül Nançın, Betül Kılıç, Özel Makyaj: Ahmet Yörük, Makyöz Figen Keleş, Makyöz Ast: Pelin Keleş, Kuaför: Yaşar Koç, Ömür Ak, Ses Tasarımı Re Recordin Asit: Usal Onan Karagözoğlu, Müzik: Ali Otyam, Ast: Tamer Suerdem, Post Prodüksiyon Süpervizord: Aykut Üstün, RJ Rocording Dolby Consultant: Graham Daniel, Kurgu: Mevlüt Koçak, Dublaj: Nick Watson, Ses Kayıt: Tayfur Taşkaya, Ses Danışmanı: Duyal karagözoğlu; Folly Kayıt: Metin Çeşmebaşı, Folly Artist: Ayhan Arlı, Oyuncu Danışmanları: Turgay Tanülkü, Yeşim Ceren Bozoğlu, Prodüksiyon Amiri: Gülsevil Saha Işık, Yapım Asistanı: Kanat Işık, İsmail Er, 1.Set Grubu: Set Amiri: Sedat Yüce, Set Asistanları: Sabri Korkmaz, Mustafa Şahin, 2. Set Grubu: Set Amiri: Murat Şen, Set Asistanları: Ayhan Keskin, Akın Ayhan, Arif Çay, Lite Dolly Operatörü: Cenk Altun, Ufuk Kayar, Jimmy Operatörü: Sedat Koçak, Jimmy Ast: Gökhan Efe, Suat Başpınarlar, Ses Kayıt: Emrah Yıldırım, Yekta Danabaş, Kamera Arkası Çekim: Ahmet Mehdi, İlker Erdoğan, Yapım Belgeseli: Jan Brindizi, Kurgu Operatörleri: Onur Koçak, Yasin Sinop, Sonay Değer, Kurgu Asistanı: Hüseyin Biçe, Stajyer Asistanlar: Aysun Köse, Burak Demiroğlu, Seslendirme Yönetmeni: Esen Günay, Seslendirme Asist: Vehbi Aslan, Laboratuar Sorumlusu: Sema Fener, Negatif Montaj: Tamer Eşkazan, Renk Düzenleme: Adnan Şahin, Film Projesi: Adnan Şahin, Arif Şengül, İlker Şen, Adem Kansu, Negatif Kesim: Tamer Eşkazan, Kadir Burç, Koordinatör: Gül Aymutlu, Düzenleme: Adnan Şahin, Film Projesi: Adnan Şahin, Arif Şengül, İlker Şen, Adem Kansu, Negatif Kesim: Tamer Eşkazan, Kadir Burç, Koordinatör: Gül Aymutlu, Telecinbe: Uğur Orbay, TeknikYönetmen: İsa Ulaş, Casting: Tümay Özokur, Afiş ve Grafik Tasarım: Ümit Terzioğlu, Yapım Sorumlusu: Kamil Renklidere, Prodüktör Yardımcısı: Alper Kış, Ofis Koordinasyon: Cüneyt Budak,  (Şafak Film Stüdyosunda seslendirilmiş ve hazırlanmıştır).  Şarkılar:  “Yolcusun” Söz Müzik: Mustafa Cihat  “Dünya” Söz Müzik: Mustafa Cihat  

Oyuncular: Eşref Ziya (Emre), Başak Zebil (Eci), Ahmet Yenilmez (Hacı Feyzullah), Emin Gürsoy (Mehmet), Mehmet Usta, Mete Dönmezer (Numan), Aslıhan Güner, Turgay Tanülkü (Muhtar Şükrü Yeşim Ceren Bozoğlu (Şadiye), Tuncer (Mert) Burak Terzi (Küçük Emre), Küçük Emre’nin Arkadaşları: {Burak Tuncay, Ali Yıldırım, Turan Evrensel, Mehmet Yıldırım}, Küçük Emre’nin Kız Arkadaşları: {Şeyda Sarı Çiçek, Merve Aydoğan, Hidayet Yıldız, Mesude Ateş}, Yaşar Karakulak (Haydar), Burak Yenilmez, Nesrin Akdağ, Huban Öztoprak, Sinan Akyol, Hatice Sena Sabah (Nazlı), Bülent Polat (Doktor), Sevim Kahyaoğlu (Hemşire), Elham Süzer (Hemşire), İbrahim Kali (1. Polis), Deniz Keleş (2. Polis), Mehmet Talip Özcan (Garson), Fatih Adın (Garson), Can Aydınlatan (Garson), Ali Kurnaz (Garson), Nesrin Akdağ (Müge), Nurak Yenilmez (Tarık), Elif Sözen (Nimet), Ali Yaman (Naci), Sinan Akyol (Hasan), Mustafa Cihan (Adam), Ömer Önder (Çaycı), Aslıhan Güner (Zehra), Nuran Öztoprak (Fatma), Mehmet Usta (Deli İsmail), Ali Duran (Kahveci), Faruk Savun (Bakkal), Harun Duran (Hüseyin), Tuğçe Ersoy (Alime), Mustafa Türkmen (Ali), Ayşe Darıbaş (Safiye), Zehra Tanülkü (Esma), Selver Keskin (Necla), Elif Nurter Alpar (Sevim), Mehmet Şahin (Yahya), Seyyid Evrensel (Yaşlı Köylü), Emine Duran (Çamaşır Yıkayan Kadın),Songül Çakır (Çocuk Yıkayan Kadın), Adem Zenger (Yıkanan Çocuk), Asiye Kozat (Çocuğun Ablası), Hastanedekiler: {Nevin Haraç, Esra Layık, Aysel Saraç, Erol Asker}, Köylüler: {Mustafa Türkmen, Mehmet Şahin, Selim Köksal, Mehmet Keskin, Aslan Köksal, Raif Tuz, Hacı Osman Tuz, Hüseyin Çakır, Mehmet Köksal, Adem Kısa, Mustafa Tuz, Ayşe Yıldırım, Nurçin Yıldırım, Ayla Darbaş, Hatice Evrensel, Fadime Kılıç, Zeliha Yıldırım, Hanım Yıldırım, Ayşe Keskin}, Çocuklar: Ahmet Gökçe, Mehmet Duran, Ahmet Duran, Korsa Erol, Hatem Ünal, Abdullah Elibol, Mevlüt Elibol, Samet Tunceli, Şule Ünal, Sultan Yaşar, Arzu Yıldırım, Feytullah Yaşar, Faruk Esra, Vehbi Ünal ,  Soner Duran, Serdar Çakır, Mehmet Köksal, Turgut Duran, Yetiş Yakar, Seyyid Evrensel, Serdar Çakır,  

UĞUR VARDAN Radikal 24.10.2005  İmam değil Malkoçoğlu  İslami bir hayat modeli içinde sistemin işleyişindeki en kilit rollerden birini üstlenmek zorunda kalan bir kurum... Lakin iş laik düzene geldiğinde aynı kurumu, bu kez 'yetkileri' kısılmış, hareket kabiliyeti sınırlı ve klasik anlamda konumu, sıradan bir 'devlet Memurluğu'ndan öteye gitmeyen bir noktada görüyoruz (ya da buluyoruz). İsmail Güneş'in yönettiği 'The İmam'ın çıkış noktası ise meselenin İslami ya da laik toplumdaki duruşundan çok, son dönem tartışmaları eksenindeki konumunu sorgulamak... Lakin bu istek sadece kâğıt üzerinde kalıyor, ne karşımıza çıkan filmde Ne de senaryonun dinamiklerinde hedefin izlerini pek bulamıyoruz. Tüketim fikrinin biçimlendirdiği şehir hayatı içinde ömrünü heba eden Emre (ya da Emrullah), eski okul arkadaşı '101 Mehmet'in çalıştığı yere gelip kendisinden yardım istemesiyle birlikte, üstünü örtmeye çalıştığı kimliğiyle hesaplaşmak zorunda kalıyor. Bir imamhatipli olan ve bunu 10 yıllık iş ortağından bile gizleyen Emrullah, kanser  tedavisi gören Mehmet'in derdine derman olmak için Malatya'nın bir köyüne gidip, ramazan ayında imamlık yapmayı deniyor. Amacı, bir anlamda yeteri kadar kirlendiğini düşündüğü ruhunu da temizlemek. Ne var ki uzun saçları ve motosikletiyle farklı bir imam profili çizdiğinden, köy halkını kısa sürede ikiye bölüyor. Özellikle tutucuların başı Hacı Feyzullah'ın tepkisiyle işler beklenildiği gibi gitmiyor. Sağanak yağmur altında, evine bir an önce varması için muhtarın kızını motosikletinin arkasına alması da işleri iyiden iyiye sarpa sardırıyor. Giderek 'Bu ne biçim imam?' sesleri köyde daha gür çıkmaya başlıyor.  

Köyde sorunları çözmek kolay  İsmail Güneş'in, Ömer Lütfi Mete'nin senaryosundan çektiği 'The İmam', bilindiği gibi imamhatip lisesi mezunlarının sosyal hayat içindeki dışlanmaları üzerine bir öyküyü salona taşıma sevdasında. En azından yaratıcı ekibin bugüne kadar basında çıkan görüşlerinden, söyleşilerinden hedefin bu olduğunu biliyoruz. Ne var ki film çok temel ve bence vahim bir hatanın eseri olmuş, meselesini, bu tartışmaların odağı olan modern hayat mecrası şehirde biçimlendirmeden topu hemen köy cephesine atmış ve oradan dönememiş. İslami hayat düzeninin, laik toplumdaki tutunamayışı ya da iki tarafın çelişkilerinden kaynaklanan uyumsuzluklar değil midir asıl derdimiz? Neresi kamusal alan, neresi özel alandır; bu çizgilerin nerede başlayıp bittiği soruları sürülür hep tartışma masasına. Ama bana kalırsa 'façayı bozan' asıl şey üretim ilişkileridir. Hazreti Muhammed'in bir ticaret adamı olması itibarıyla ticarete yatkın bir din olarak sunulan İslam, aslında seçimini kapitalizmden yana yapmış bir toplum için zor bir ikilemdir. İnançla parayı bir arada götürmek hep güç olmuştur. 'Komşusu açken tok yatan bizden değildir'. 70 milyonluk bir modelde uygulamanın sorunlarını aşikârdır. Dolayısıyla 'The İmam', bu noktalarda vakit kaybetmektense kaçak dövüşmeyi tercih etmiş ve 'er meydanını köy meydanında kurmuştur. Köyün sorunları bellidir. Oraya dışarıdan gelen kişinin uzun saçlı bir imam olması, ekseni değiştirmez. Hiçbir iş yapmadan gün boyu kahvede oturan sakinler, elbette can sıkıntısından dedikodu üreteceklerdir. Film itibarıyla söylüyorum, bu kez ağlarına şehirli bir  imam takılmıştır. Filme gelince, doğrusu sinematografik açıdan bence ortada ciddi bir çaba yok. Genel çerçevesiyle 'The İmam', şu aralar pek bir popüler olan 'Sırlar Dünyası' ekolünün, 'sırlara inanmayan' imam ve düşmanı Hacı  Feyzullah çaputlarla  dolu dilek ağacına ısrarla karşı çıkıyorlar da) seçeneği gibi duruyor. Yönetmen Güneş, imam rolüne yerleştirdiği müzisyen Eşref Ziya'yla modern bir çizgi roman kahramanı yaratmayı denemiş. Ana karakter at yerine, motorsikletiyle dolaşıyor sadece. Hacı Feyzullah'ta Ahmet  Yenilmez'in, muhtarda Turgay Tanülkü'nün, Numan'da da Mete Dönmezer'in başarılı oyunculukları, filmin nadir artılarından İmam karakterinin hal ve hareketleriyle 'ılımlı İslam' modeline hizmet ettiği film, hoşgörüyle kalplerin kazanılacağı fikrinde. Eh doğrusu Kuran kursuna gelen çocuklara, 'laptop'ıyla cami çatısı altında bilgisayar oyunları oynatan bir imamı kim sevmez ki? 


FİLMİ İZLE 



 

TAKVA (2006)  

Yönetmen  Özer Kızıltan   Senaryo  Önder Çakar Görüntü Yönetmeni  Soykut Turan   Yapım  Yeni Sinemacılık /Sevil Demirci  Önde Çakar, Fatih Akın  Klaus Maeck, Andreas Thıel   Yönetmen Yardımcıları: Seren Yüce, Ayhan Hacıhafızoğlu, Ses: Onur Yavuz, Sanat Yönetmeni: Erol Taştan, Müzik: Gökçe Akçelik, Kurgu Andrew Bird, Yürütücü Yapımcı: Feridunj Koç, Falk H. Nagel, Yardımcı Yapımcı: Alberto Fanni, Flaminio Zadra, Baran Seyhyan, Ses : Onur Yavuz, Kamera Operatörü: Ersan Çapan, Işık Şefi: Kadir Yazıcı, Yönetmen Yardımcısı: Seren Yüce, Yapım Koordinatörü: Mehmet Davran, Asistanı: Gökçe Işıl Tuna, Kostüm: Ayten Şenyurt, Makyöz: Nimet İnkaya, Set Amiri: Melih Sezgin, Yönetmen Yardımcıları: Ayhan Hacıfazlıoğlu, Tolga Karayılan, Prodüksiyon Amiri: Nihat Emültay, Yapım Grubu: Benan Baf, Serkan Topal, Deniz Tunacan, Suat Sağlam, Şener Topal, Hakan Orman, Sanat Grubu: Yunus Emre Yurtseven, Meral Efe, Serhat Altınten, Ömer Elaçmaz, Kamera Asistanları: Kadir Yalvaç, Hande Cicibaşoğlu, Sena Onar, Emrah Yıldırım, Işık Grubu: Ahmet Akça, Bülent Sancaklı, Serhat Özcan, Emre Çakır, Yavuz Ustabaş, Set Ekibi.: Müslüm Bayar, Akın Akgüneş, Yasin Şahin, Laboratuar Kontrol: Yusuf Özbek, Kopya Baskı: Mustafa Koç, Ersan Gümüş, Ayhan Kısa, Film Yıkama: Orhan Turgut, İlhan Özkan, Bora Büyükdikbaş, Aydın Yeniçeri, Sinan Kılıç, Süleyman Göktaş, Cengiz Koç, Negatif Montaj: Selahattin Turguıt,

 Oyuncular: Erkan Can (Muharrem), Meray Ülgen (Şeyh), Güven Kıraç (Rauf), Settar Tanrıöven (Ali Bey), Engin Günaydın (Erol), Öznur Kula (Hacer), Erman Saban (Muhittin), Murat Cemcir (Mahmut), Feridun Koç (Muzaffer), Müfit Aytekin (Ünal), Hakan Gürsoytrak (Meczup), Selahattin Bilal (Şükrü), Önder Çakar, Tülay Bekret, Suphi Sökücü, Barış Doğrusöz, Aylin Çalap, Gökhan Kıraç, Volga Sorgu, Özgür Deyanç, Yaşar Akın, Taner Şen, Bülent Müftüoğlu, Erdal Parmaksızoğlu, Gürsel Erdoğan, AyhanFaz, Mustafa Pancar, Hüseyin Avni Dede, Gürkan Başbuğ, Gökçe Akçelik, Ararat Mor, Aktan Doğrar,  

& Sinemamızın genç yönetmenlerinden Özer Kızıltan, ilk uzun metrajlı filmi olan "Takva"da, insanın en azılı düşmanıyla yani kendi kendisiyle giriştiği mücadeleye odaklanıyor ve kendi halinde bir adam olan Muharrem'in hayatını alıyor mercek altına. Ailesinden kalma evinde tek başma yaşayan, dar gelirli, dindar ve dindar olduğu kadar da ahlaklı bir adam Muharrem. Dünya nimetlerine gözlerini kapayarak, aza kanaat ederek yaşadığı yıllar boyunca, vicdanıyla hesaplaşmasını gerektirecek pek fazla şeyle karşılaşmamış, dinin emrettiği gibi 'iyi bir insan' olmaya gayret etmiş, sıradan biri. Muharrem'in dingin hayatı, zikir gecelerine katıldığı dergahta önemli bir göreve getirilmesi ile değişiyor. Dergahın sahip olduğu mülklerin idaresini devralan Muharrem, bir yandan ilk kez bu kadar yakın olduğu dünya nimetlerinin başım döndürme ihtimalinden, öte yandan işi başaramayıp şeyhini hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyor. Üstelik 'iyi insan' olma kriterlerini egosuyla sınırlamak yerine, içgüdülerini de denetim altına  , almaya çalışması baskıyı iyice arttırıyor ve ruhsal bir çöküntünün içine atıyor Muharrem'i. Yıllardır kendi küçük dünyası içinde yaşamaya alışmış olan Muharrem için, dışarıdaki hayata uyum sağlamak, sorunların sadece itaat ile çözülmediğini görmek gerçekten zor. 

O güne dek hiç inisiyatif kullanmak zorunda kalmamış olan Muharrem, 'iyi' olmanın her zaman 'adil' olmak anlamına gelmediğini, tevekkülün reel sorunlarla boğuşurken gerçekleri görmeyi engelleyen pembe bir gözlüğe dönüşebileceğini, insanın içgüdüleriyle savaşmasının imkansızlığını anlıyor yavaş yavaş. Kirasını Faz, Mustafa Pancar, Hüseyin Avni Dede, Gürkan Başbuğ, Gökçe Akçelik, Ararat Mor, Aktan Doğrar,   

& Sinemamızın genç yönetmenlerinden Özer Kızıltan, ilk uzun metrajlı filmi olan "Takva"da, insanın en azılı düşmanıyla yani kendi kendisiyle giriştiği mücadeleye odaklanıyor ve kendi halinde bir adam olan Muharrem'in hayatını alıyor mercek altına. Ailesinden kalma evinde tek başma yaşayan, dar gelirli, dindar ve dindar olduğu kadar da ahlaklı bir adam Muharrem. Dünya nimetlerine gözlerini kapayarak, aza kanaat ederek yaşadığı yıllar boyunca, vicdanıyla hesaplaşmasını gerektirecek pek fazla şeyle karşılaşmamış, dinin emrettiği gibi 'iyi bir insan' olmaya gayret etmiş, sıradan biri. Muharrem'in dingin hayatı, zikir gecelerine katıldığı dergahta önemli bir göreve getirilmesi ile değişiyor. Dergahın sahip olduğu mülklerin idaresini devralan Muharrem, bir yandan ilk kez bu kadar yakın olduğu dünya nimetlerinin başım döndürme ihtimalinden, öte yandan işi başaramayıp şeyhini hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyor. Üstelik 'iyi insan' olma kriterlerini egosuyla sınırlamak yerine, içgüdülerini de denetim altına  , almaya çalışması baskıyı iyice arttırıyor ve ruhsal bir çöküntünün içine atıyor Muharrem'i. Yıllardır kendi küçük dünyası içinde yaşamaya alışmış olan Muharrem için, dışarıdaki hayata uyum sağlamak, sorunların sadece itaat ile çözülmediğini görmek gerçekten zor. 

O güne dek hiç inisiyatif kullanmak zorunda kalmamış olan Muharrem, 'iyi' olmanın her zaman 'adil' olmak anlamına gelmediğini, tevekkülün reel sorunlarla boğuşurken gerçekleri görmeyi engelleyen pembe bir gözlüğe dönüşebileceğini, insanın içgüdüleriyle savaşmasının imkansızlığını anlıyorhaline getirmiştir. Annesi ve babası öldükten sonra küçük olan dünyası iyice küçülmüş, nerdeyse tek başına kalmıştır. Ailesinden kalan küçük eve bile bakamamakta, onlardan kalan ve artık iyice eskimiş eşyaları bile yeniliyemediğinden onları kullanmaya devam etmektedir. İşyerinde ise hiç zeka istemeyen çalışma koşullarını 34 yıldır değişmeden ve yeni bir gelecek kaygısı olmadan sürdürebilmesini yine babasından kalan bir hatıraya devam edercesine haftada bir gittiği islami bir tarikatın öğretisinde bulunan mütavazilik, haddini bilmek ve tevekküle uymak gibi mistik öğretiyle örtmüş ve böylece mutlu olmayı başarabilmiştir. Cinsel yaşamındaki başarısızlığını ise   “uçkuruna sahip olmak” olarak görmeyi tercih etmektedir. Annesine olan aşırı sevgisi, annesinin ölümüne rağmen değişmemiş, ev içi yaşamını hala annesinden gördüğü gibi sürdürmüştür. Yaşamındaki tüm sorunları nerdeyse kendisine unutturan İslamtarikat öğretisine sımsıkı sarılmış ve bu öğretiden uzaklaşmamak adına kendi zihninde olağanüstü bir Tanrı korkususevgisi oluşturmuş ve bu korkusevginin sınırını aşmamaya özen göstermiştir.  Kendine ördüğü bu örtü, gittiği İslami tarikatın da dikkatini çekmiş, Tanrı korkusu sevgisinden oluşan bu örtüden onlar da yararlanmak istemişlerdir. Büyük bir güven ve dünya malına özenmeme duygusuna ihtiyaç olan bir sorumluluğu yerine getirebileceği düşünülerek Muharrem’den tarikatın idari işlerinin bir bölümünü idare etmesi istenmiştir. Bu sayede Muharrem birden dışa kapalı bir yapıya sahip olan tarikatın dışarıdan görünen yüzü olmuş, tarikata duyulan mistik saygının ve bunun sonuncunda doğan maddi gücün görünürdeki temsilcisi haline dönüşmüştür. Artık Muharrem tarikata ait taşınmaz mülkün tamiri, bakımı, onarımı ve tabi ki gelirlerini takipeden biri olarak küçük çuvalcı dükkanından, o çok kaçındığı kocaman dünyanın günlük insan ilişkilerinin içine düşmüştür. Artık hayatında yanlızca yüzyıllık ahşap mahallesi yoktur; koca İstanbul şehrinin betonlaşmış yeni yüzü ve bu betonlaşan İstanbul’un beton gibi sert fakat yine beton gibi çabuk dağılan insan ilişkileri de vardır. Artık eskisi gibi değildir Muharrem’in hayatı. O sakin ve zaten her bir sonraki gün aynı geçecek hayatı şimdi koşturmacayla ve hiç alışık olmadığı yeni sürprizlerle doludur. Sürekli bastırmaya çalıştığı cinsel hayatı kendisine aşırı güven duyan şeyhinin evlenmesini önermesiyle tetiklenmiş, kendine söylenen her şeyi yerine getirme alışkanlığını ise artık yanında başka kişiler çalıştırıp onlara buyruk vermeye   dönüştürmüştür. Bu hızlı dönüşüm, Tanrı sevgisi ve korkusu arasındaki dengeyi Muharrem’in zihninde bozmuş, Tanrı sevgisi azalıp günahlar başlayınca Tanrı korkusu Muharrem’in zihnini kemirmeye ve sonunda da yok etmeye kadar varmıştır. …

  

ÖDÜLLER 

14. Adana Altın Koza Film Şenliği 
►En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Meray Ülgen 
43. Antalya Film Şenliği 
►En İyi Kostüm Ayten Şentürk 
►En İyi Müzik Gökçe Akçelik (Pozitif Edisyon)
 ►En İyi Görüntü Yönetmeni Soykut
►En İyi Sanat Yönetmeni Erol Taştan
Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü Özer Kızıltan
 ►En İyi Makyaj ve Saç Nimet İnkaya 
►En İyi Erkek Oyuncu Erkan Can 
►En İyi Senaryo Önder Çakar 
57. Berlin Film Festivali FIPRESCI Ödü lü Özer Kızıltan 
6. İstanbul Film Festivali  En İyi Erkek Oyuncu Erkan Can 
12. NürnbergTürkiye/Almanya Film Festivali  En İyi Erkek Oyuncu Erkan Can
 13. Saraybosna Film Festivali *
►En İyi Film Özer Kızıltan 
28. Siyad Türk Sineması Ödülleri  En İyi Erkek Oyuncu Erkan Can 
Uluslararası Toronto Film Festivali 
 ►Swarovsky Kültürel Yenilik Özel Jüri Ödülü Özer Kızıltan 


FİLMİ İZLE 



 

SON OSMANLI  YANDIM ALİ  (2006) 


Yönetmen: Mustafa Şevki Doğan, Senaryo: Mehmet Soyarslan, Baykut Badem, Eser: Suat Yalaz, Görüntü Yönetmeni: Zekeriya Kurtuluş, Müzik: Hasan Saltuk, Aytekin D. Ataş, Post Yapım: Özen Film/Mehmet Soyarslan Yönetmen yardımcısı: Eray Koçak, Öykü: Mehmet Sıarslan, Prodüksiyon Danışmanı: Aziz İmamoğlu, Kurgu: Kemalettin Osmanlı, Sanat Yönetmeni: Filiz Ekinci, Hakan Dündar, Dekor: Erhan Akgün, Kostüm: Nalân Türkoğlu, Yürütücü Yapımcı: Berna Akpınar, Ömer Can, Focus Puller: Muammer Ulakçı, Bestboy: Ersin Aldemir, Dolly Asistanları: Hakan Yamaç, Kadir Kazazi, Teknik Sorumlu: Mustafa Gökçe, Işık Şefi: Gökhan Özgül, Işık Asistanı: Ali Şimşek, Kostüm Sorumlusu: Didem Aşık, Sant Asistanı: Gül Karapınar, Süeyhan Kırca, Kostüm Asistanı: Mukadder Özal, Set Teknisyeni: Onur Yavuz, Cast Sorumlusu: Lâtif Akgedik, Set Amiri: Recep Akdem, Müzik Koordinatörü: Mehmet Soyarslan, Dövüş Kareografi: Cemil Uylukçu,

Oyuncular: Kenan İmirzalioğlu (Yandım Ali), Cansu Dere (Defne), Emin Boztepe (Güro), Alican Yücesoy (Mustafa Kemal), Engin Şenkan (Çukurçeşmeli Osman), Öner Erkan (Jerar), Levent Öktem (Scott), Anna babkova (Nadya), Hasan Yalnızoğlu (Kara Necati), John Baker (Dimitri), İlker Ayrık), Murat Tayyar (İskelet Musa), Baykut Badem (Kelle), Engin Yüksel (Çopur Talât), Doğan Tarık (Rum Niko), Akın Erozan (Aleko), Murat Kılıç (Çengel), Hakan Dündar (Rum Meyhaneci), Lâtif Akgedik (Türk çavuş), İstemi Betil (Doktor Şakir), Selim Mizrahi (Teodor), Uğur Demirpehlivan (Maria), Cem Cücenoğlu (Burgazlı Mevlit), Kaya Gürel (Kaymakam), Atilla Karagöz (Andon), Mutlu Polat (Ebe Müzeyyen), Baran Akgedik (Gazeteci çocuk), Ramiz Yalçın (vatman), Bülent Özkaya (Arap kadri), Fatih Doğan (tercüman Mison), Fırat Emirağ (Miralay), Charles Carroll (İngiliz amiral), Ahmet Bilgin (Alidis), Güray Kip (topal Osman), Nami Esatgil (Hariciye Nazırı), Alper Düzen (Muzaffer Kılıç), Ragıp Savaş (Recep Yüzbaşı), Onur Yavuz (Kazım Karabekir), Orkun Günşen (Ali Fuat), Hail İbrahim kalaycıoğlu (Cema Paşa), Tarık Şerbetçioğlu (Miralay Esat Paşa), İlkay Akdağlı (Binbaşı Akif), Cem Malkoç (Cev at Abbas), Selçuk Gürmeriç (Müftü), Halil Kumova (İsmail Bey), Mehmet Soyarslan (Ahmet İzzet Paşa), Şakir Demirpehlivan (Berberyan), Ziynet Sali (Rum Şarkıcı), Ayhan Yıkgeç (Bull Dog Co, Aziz Azmet (Bennet Çavuş), Aytaç Ağırlar (Yorgo arkadaş), Haluk Ayvazoğlu (1. İttihatçı),  Ergin Duru (2. İttihatçı), Coşkun Gündoğdu (1. Kefelonyalı), Cemil Uylukçu (Kefelonyalı), Mahmut Gültepe (4. Kefelonyalı), Volkan Adıyaman (5. Kefelonyalı), İhsan Gedik (Rum Çeteci), İsmet Erten (1. Mebus), Kosta Kortidis,  Ayberk Koçar, Lincoln Er, Mahmut kemal Arslan, Furkan Engin


Konu: Tahtacızade Yandım Ali (Kenan İmirzalıoğlu), bahriye mektebinden kaçmış, donanmadan terhis olmuş, yıllarca cephelerde savaşmış ve memleketin kurtuluşundan ümidi kesmiş bir külhan beyidir. Defne (Cansu Dere) adlı evli bir sevgilisi vardır. Tek hayali biraz para kazanıp sevgilisini kaçırmak ve Viyana’ya gitmektir. Ancak, Yandım Ali’nin yolu bir gün Mustafa Kemal ile kesişir. O anda fikri değişir ve vatanın kurtuluşunun elzem olduğunun farkına varır, bunun için mücadele etmeye karar verir.


! Milliyetçi, erotik ve oyalayıcı Suat Yalaz uyarlaması

   Değerli çizer, yıllar boyu gazetelere olduğu kadar Yeşilçam’a da birçok kahraman hediye etmiş olan Suat Yalaz’ın bir Kurtuluş Savaşı kahramanını işlediği “Son Osmanlı” çizgi-romanı sinemada. Bu, Özen Film’in sahibi Mehmet Soyarslan’ın eski bir projesiymiş ve sonunda, onun inadıyla hayata geçmiş.


   Bize anlatılan, İngiliz işgali altındaki bir İstanbul’da, sırım gibi gövdesi, bitirim halleri, ince bıyıkları ve yana eğilmiş fesiyle yolunu arayan genç bir kabadayının hikayesi. Yandım Ali, bir vatansever, ama ne yapacağını pek bilemiyor: yerli-yersiz tüm yabancılara ve azınlık mensuplarına dayak atmaktan başka...Ama Anadolu’ya geçmek üzere olan Mustafa Kemal’le tanışması, ona yeni bir ufuk açıyor. Bundan sonraki maceraları, yani Anadolu Savaşı’na katılması da ilerde gelecek filmlerde ele alınabilir. Eğer seyirci ilgi gösterirse...

   Filmde iyi şeyler de var, bana göre olumsuz şeyler de. Önce iyi olanlar: titiz bir dönem çalışması yapılmış, ayrıntılar gördüğüm kadarıyla aksamıyor. İstanbul’un eski mekanları çok iyi kullanılmış ve bunlara çağdaş teknolojiyle çekilen bölümler eklenmiş: Boğaz’daki işgalci gemiler gibi...Aksiyon sahneleri iyi kotarılmış, belli bir gerilim duygusu var. Genelde pastelin egemen olduğu sahneler de görüntü yönetmeni hesabına çok olumlu.


   Ayrıca sinemamızda hemen ilk kez Atatürk’ün uzun uzun gösterilmesi de ilginç. Onu oynayan Alican Yücesoy gerçi biraz fazla poz kesiyor. Ama özellikle “çakmak gibi” gözleri aracılığıyla, belli bir etki yaratabiliyor. Büyük önderi sinemada daha çok, hatta bir Atatürk filminde görmek umuduyla...


   Olumsuzluklara gelince...Kimi karakterler çok iyi ele alınmamış, ne kimlikleri, ne de işlevleri çok iyi belirmiyor. Film, yerli-yersiz çıkagelen erotik sahneler kadar, yüksek dozdaki miliyetçiliğiyle de dikkat çekiyor. Evet, günümüzün bir kitle talebi bu...Ama Yandım Ali’ye, hadi işgalci İngilizler biryana, İstanbul’daki tüm azınlık mensuplarına sırayla dayak attırmak neyin nesi? Onlar arasında işbirlikçiler de vardı, ama hiç mi dost bir Rum, bir Ermeni, bir Musevi yoktu? Böylece film şu günlerde tartışılan “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” sloganına dayanıyor sanki...Kendi adıma bu sloganı sevmiyor ve onaylamıyorum.

   Sonuç olarak, bu bir çizgi-roman uyarlaması. O açıdan fazla derinlik, ciddilik ve tarihe sadakat aramak boşuna. Bu haliyle ve kendisine çizdiği çerçeve içinde işlevini yerine getiren ve seyirciyi 2 saat boyunca rahatça oyalayacak bir yapım. (Atilla Dorsay)


FİLMİ İZLE 

 

 

SİS VE GECE (2006)  

Senaryo ve Yönetmen:  Turgut Yasalar,   Eser:  Ahmet Ümit   Görüntü Yönetmeni:  Gökhan Atılmış   Yapım:  Leopar Film – Kara Film/ Zafer Çelik, Turgut Yasalar,  Temel Kerimoğlu , Baha Serter Kurgu: Mustafa Preşeva, Sanat Yönetmeni: Serhan Kazar, Hülya Kahyaoğlu Taylan, Ortak Yapımcı: Mehmet Kılıçel, Yapım Koordinatörü: Manolya Şen, Yapım Sorumlusu: Zafer Çelik, Cihad Figen, Yapım Asistanı: Zafer Karahan, Aydın Kalaycı Hüseyin Köker,Temel Kerimoğlu, Yönetmen Yardımcısı: Tuba Çoban, 1.Yönetmen Yardımcısı: Başak Gök sel, 2. Yönetmen Yardımcısı: Kübra Çankaya, 3. Yönetmen Yardımcısı: Hilal Bakkaloğlu, 4. Yönetmen Yardımcısı: Alper Elibol, 1. Kamera Asistanı; Türksoy Gölebeyi, 2. Kamera Asistanı: Yağız Yavru, Negatif Kurgu: Kadir Burç, Kurgu Asistanı: Ahmet Turan Aldırmaz, Film Baskı: İlker Şen, Renk Düzenleme: Çetin Yılmaz, Tolga Girici, Negatif Kayıt: Cem Taşkara, Işık Şefi: Vedat Özdemir, Işık Asistanı: Ali Şimşek, Özer Çalık, Barış Koçak, Arda Erkmen, Telesine: Cem Taşkara, Kostüm Sorumlusu: Açelya Ülkümen, Sanat Asistanı: Şebnem Tezcan, İlker Apay dın, Kostüm Asistanı: Aylin Yelkenli, Makyaj: İlknur Balcı, Kuaför: Levent Özer, Ses Tasarım: Usal Onan Karagözoğlu, Ses Kayıt: Garip Özden, Boom Operatörü: Sarp Karaer, Boom Asistanı: Oral Kerem Yolaç, Set Amiri: Fikret Kumru, Set Asistanı: Cem Eken, Ayhan Çevrim , Murat Kumru, Barış Çatar, Dağıtım ve İşletmen Sorumlusu: Temel Kerimoğlu, Mali İşler: Baha Serter, Ayfer Çelik

Oyuncular: Uğur Polat (Sedat), Selma Ergeç (Mine), Ayten Uncuoğlu (Madam Eleni), Kemal Bekir (İsmet), Tülay Günal (Melike), Sinan Albayrak (Mustafa), Savaş Akova (Metin), Mehmet Güleryüz (Yıldırım), Sara Meriç Cinbar (Maria), Murat Karasu (Tevfik), Levent Yılmaz (Orhan), Sema Çeyrekbaşı (Gülseren), Yetkin Dikinciler (Fahri), Devrim Nas (Sinan), Ümit Çırak (Şeref), ilyas Salman (Cuma), Oktay Kaynarca (Naci), Hakan Pişkin (Dr.Salih), Tardu Flordun (Piç Neco), Itır Esen (Sevim), Manolya Aşık (Gökçe), Aylin Şimşek (Ayça), Gökhan Atılmış (Özer Yılkı), Serpil Ertuğral (Gülizar), Ayşe Melike Çerçi (Jale), Yaman Tarcan (Gülizar Baba), Zeynep Aslan (Gülizar Anne), Aynur Şen (Morg Görevli), Hanifi Aslan (Örgüt Üyesi), Ahmet Topbaşlı (Örgüt Üyesi), Cenk Ünal Erzen (Resepsiyonist), İbrahim Selim (Polis), Erhan Şengel (Çiftlik Adam), Saffet Karpat (Mösyö Koço), Banu Biramen (Spiker), Kutay Ülkü (Spiker), Sırrı Süreyya Önder  

 Konu: Sedat bir gizli servis elemanıdır. Bir amir, bir ağabey, bir dost olarak sevdiği Yıldırım bir süre önce öldürülmüştür. Sedat amirinin kendi servisince öldürüldüğüne inanmaktadır. Sedat için mesleği her şeyin önünde gelmektedir. İstihbaratçılık yaşamının amacı gibidir. Ancak teşkilat içi çatışmada Sedat da pasifize edilmiştir. Bir boşluğa düşer. Sedat evlidir, karısı ve çocukları vardır ama onlar yaşamında hep ikinci planda kalmışlardır. Onu yaşama yeniden bağlayacak tutkulu bir şey gerekmektedir O tutkulu ilişkiyi genç bir kız olan Mine'de bulur. Böylece yaşamında çok önem verdiği meslek sevgisinin yerine başka bir ölümcül ilişkiyi, Mine'nin aşkına koyar. Ancak Mine tuhaf biçimde ortadan kaybolur. Böylece Sedat için, İstanbul'un labirentlerinde gizemli bir arayış başlar.  "Sis ve Gece" bir karakterler galerisidir, izleyici, bu arayı boyunca Sedat'la birlikte insan ilişkilerine doğru ilginç bir yolculuğa çıkar. İstanbul sokaklarında süren bu arayış, kimisi geçmişin anılarına bağlı, kimisi değerlerini yitirmiş, para ve çıkar ekseninde gelişen trajik ve komik ilişkilerin insanlarını çıkartır karşımıza. Öykünün geçtiği mekanlar ve insan ilişkileri, İstanbul'un tarihinden beri süre gelen karmaşık etnik yapısına işaret eder" Sis ve Gece".  Türkiye'de yaşayan Rumlar'ın son temsilcilerinden olan Madam ve kızı Maria'nın öyküsü kederli olduğu kadar düşündürücüdür de. Çarpık sanayileşmenin, alt yapısı oluşmamış ve gelişmenin yarattığı şizofrenik boşluk ve oluşan suçlu profili bu insanların kimliğinde anlatılır. Mahallesindeki Madam'ı soymaya çalışan dünün harbi delikanlısı Şeref, çocuk satıcısı Piç Neco, baba ve eş katili Cuma, solcu sahaf Sinan, solcu şair Fahri, istihbarat servisinin kahraman Yıldırım, kocasının ölümünün ardından sorular sormaya devam eden karısı Gülseren, yargısız infaz suçlamasıyla yüz yüze kalan Naci, her şeyin farkında olup sabırla bekleyen Sedat'ın karısı Melike, kayıp kız Mine'nin annesi Sevim, Almanya'da kömür ocaklarında özel güvenlik görevlisi olarak çalışan alkolik babası Metin, gizli servis içindeki statükocuların temsilcisi İsmet, servis içinde her devrin adamı Orhan ve Sedat'ın Teşkilata gazete ilanıyla gelmiş yardımcısı Mustafa öteki kişilikler günümüz Türkiye'sinde her gün karşılaşabileceğimiz insanlar olarak yer alır.   Sis ve Gecede suç yada cinayet kurguyu tamamlayan, gerilimi tırmandıran birer dekor yada motif olarak yer almaz. Suç, insan yazgısı üzerine trajik sonuçlar doğuran bir öğe olarak boy gösterir. Kahramanların yaşamını alt üst eder, toplumsal kurumların bireyi ezmesine, küçümsemesine, yabancılaşmasına neden olur. Öykü, toplumsal düzeni savunan bir insanın serüveninde, bu amansız yabancılaşmayı, yalnızlaşmayı dile getirir. Sağlam bir matematiğe dayanan kurgu, ana denklemin yanı sıra yan denklemlerle çeşitlenir. Yan denklemlerin çözümünü yeni denklemleri gündeme getirir. Ana denklemin çözümünü finalde gerçekleşir. Çarpıcı ve sürpriz bir finalle ...  

& Türk usulü polisiyede kilometre taşı  Ahmet Ümit’in hep Türkiye’nin çağdaş anlamda ilk polisiye yazarı olduğunu düşünmüşümdür. Gerçi geçmiş yıllarda bu türe merak salanlar olmadı değil: hatta Peyami Safa’dan (Server Bedi takma adıyla yazdığı Cingöz Recai serüvenleri) Kemal Tahir’e (yine takma adla yazdığı Mike Hammer romanları!), en ünlüler de dahil!...  Ama Ahmet Ümit başkadır. O, anglosakson polisiye roman geleneğini tümüyle bizden konular ve karakterlerle besliyerek, son derece rahat okunan ve ayrıca her kararoman gibi bir yandan toplumsal eleştiri, öte yandan onulmaz bir hüzün duygusu veren kitaplar yazmıştır. “Sis ve Gece”den başlayarak... 

Bu romanı ilk okuduğumda, bir film olması gereğini düşünmüş ve yazmıştım. Sinan Çetin benim yazım üzerine ilgi duydu ve haklarını aldı, ama ortaya çıkan, yazarın ifadesiyle romanla hiç ilişkisi kalmayan “Romantik” filmi oldu. (O da zaten gösterilmedi). Şimdi Turgut Yasalar’ın “Leoparın Kuyruğu”ndan uzun bir süre sonra çektiği bu yeni filmde, gerçek görsel karşılığını bulmuş. Gizli polis (MİT?) elemanı Sedat’ın öyküsünü anlatıyor film. Sedat örgütteki huzursuzluktan şikayetçidir, evliliğinde pek mutlu değildir ve öte yandan, bir süredir birlikte olduğu Mine’nin aniden ortadan kayboluşuyla sarsılır. Mine’yi ararken çeşitli kişilerle karşılaşacak, değişik olaylar yaşayacak, ama arayışını sürdürecektir.  Bu klasik tema, birbirinden ilginç kişilikler barındırıyor. Yönetmen, hemen hepsini usta oyunculara teslim etmiş: İlyas Salman’dan Kemal Bekir’e, Uğur Polat’tan Yetkin Dikinciler’e, Ayten Uncuoğlu’ndan Tardu Flordun’a...Müzik ve görüntü çalışması da birinci sınıf.  Filmin daha çok senaryodan gelen iki temel kusuru var. İlki, hikayenin ayni zamanda bir büyük aşk hikayesi olduğu gerçeği biraz ihmal edilmiş. Romanda öyle olmasa da, görsel bir sanat olan sinemada seyirci SedatMine ilişkisini daha iyi tanımak istiyor. İkincisiyse “ölü ağabey” Yıldırım kişiliği ve onun geçmişten gelen konuşmaları. Bunların da filmin yapısına iyi yedirildiğini ve boyut kattığını söylemek kolay değil. Bu bölümler filmin temposunu da düşürüyor.   Ama bunun dışında film, düzeyli, hatta soylu bir karafilm olmayı başarıyor. Sapasağlam kişilikler, alttan alta süregelen bir merak duygusu, etrafımızı çeviren hayata karamsar bir bakış...Özetle, sinemamızın yoksul olduğu bir alanda önemli ve umarım yol açıcı bir çaba... (Atilla Dorsay)  


 

 SINAV  (2006)  

Yönetmen:  Ömer Faruk Sorak,   Öykü  Senaryo:  Yiğit Güralp,   Görüntü Yönetmeni:  Veli Kuzlu   Müzik:  Ozan Çolakoğlu   Yapımcı:  Murat Akdilek   Yardımcı Yönetmen: Defne Deliormanlı, Kurgu: Çağrı Türkan, Ses: Hasan Baran “Melodika”, Cast: Harika Uygur, Makyaj: Neriman Önöz, Işık Şefi: Giray Gergin, Sanat Yönetmeni: İpek Sorak, Ses: Hasan Bara (Melkodika), Yapımcı Yönetmen: Defne Deliormanlı, Yapım Sorumlusu: Semih Yenigün, Yapım Koordinatörü: Pelin Ekinci Kaya,  

Oyuncular: Jean Claude Van Dayme, İsmail Hacıoğlu, Yağmur Atacan, Rüya Önal, Caner Özyurtlu, Volkan DemirokHümeyra Akbay, Altan Erkekli, Güven Kıraç, Zafer Algöz, Ayda Aksel, Ali Sürmeli, Tuba Büyüküstün, Kadir Çöpdemir, JeanClaude Van Damme  Özge Özder, Kadir Çöpdemir, Ayşenil Şamlıoğlu, Nihal Menzil, Muhittin Korkmaz, Nejat Birecik, Itır Esen,  

Konu: Mert (İsmail Hacıoğlu), Sinan (Yağmur Atacan), Gamze (Rüya Önal), Kaan (Caner Özyurtlu) ve Uluç (Volkan Demirok); aile baskısı, gelecek kaygısı, sınav depresyonu ve yoğun okul temposu nedeniyle iyice bunalmıştır. Grubun önce okuldaki yazılı sorularını ele geçirmekle başlayan macerası ÖSS Soru Bankası soygununa kadar uzanır. Bir dönemin kopya çekme konusunda uzman sistem karşıtı efsane öğrencisi Levent Lemi, görevi her anlamda kötüye kullanan okul müdürü Rafet, idealist müdür yardımcısı Zeynep Erez, sert matematik öğretmeni Fatma Hoca, çocukların bir yarış atı gibi koşulduğu sınav sisteminin yakın bir tanığı haline gelen jokey baba Urfalı Sadettin, hayattaki tek dayanağı oğlu olan Güler, çocuğunun hayatında onurlu yaşamın önemini ısrarla vurgulayan komiser baba Metin, oğunun hayatını bir saat gibi planlayan Almancı baba Sedat ve bütün derdi bir müzik albümü çıkarmak olan müzik hocası Candan’ın da dahil olmasıyla sınav macerası daha da heyecanlı bir hal alır. 

FİLMİ İZLE