Powered By Blogger

27 Aralık 2022 Salı

 

GİTMEK (2008) “Benim Marlon ve Brando”  


Yönetmen:Hüseyin Karabey, Senaryo: Hüseyin Karabey, Ayça Damgacı, Görüntü Yönetmeni: Emre Tanyıldız, Müzik: Kemal Sahir Gürel, Hüseyin Yıldız, Erdal Güney, Yapım: Asi FilmMotel Film, Hüseyin Karabaey Kurgu: Mary Stephen, 1. Kamera Asistanı: Barış Ünal, 2. Kamera Asistanı: Elçin Kırca, Uygulayıcı Yapımcı: Lucinda Englehart, Ortak Yapımcılar: Jereon Baker, Frank Van Gestel, Harry Sutherland, Dennis Tal, Genel Koordintör: Özcan Alper, Ses Koordinatörü: Mohammed Mokhtari, Deniz Koloğlu, Ses Asistanı: Mehdi Saleh, Kermani, Yardımcı Yönetmen: Gülriz Sağlam, Focus Puller: Barış Ünal, Yapım Sorumlusu: Yusuf Çinibulak, Serdal Doğan, Yapım Asistanları: Cenk Örtülü, Tuğçe Özşen, Veysi Altay, Nesrin Cevadzade, Kostüm Sorumlusu ve Makyaj: Yasemin Taşkın, Işık Şefi: Ahmet T. Uğuş, Işık Asistanı: Beykan Baloğlu, Sanat Yönetmeni: Alper Yanal, Sanat Grubu: Çağlar Narler, Engin Büke, Fatih Yıldırım, Oyuncu Koçu: Halil İncesu, Set Fotoğrafçısı: Veysi Altay, Editör: Mary Stephan, Hüseyin Karabaey, Lucinda Englehart, Sophie Lorant

 Ödüller

27.İstanbul Film Festivali-2008
En İyi Kadın Oyuncu
13.Uluslararası Kerala Film Festivali-2008
ETPAC Jürisi Ödülü
5.Uluslararası Erivan Film Festivali-2008
Ekümenik Jüri Ödülü
FIPRESCI Ödülü
Tribeca Film Festivali-2008
En İyi Yönetmen
Tetouan Film Festivali-2009
En İyi Kadın Oyuncu
14.Saraybosna Film Festivali-2008
En İyi Kadın Oyuncu
20.Ankara Film Festivali-2009

Jüri Özel Ödülü
15. Uluslararası Altın Koza Film Festivali-2008
En İyi Kadın Oyuncu
25.Uluslararası Kudüs Film Festivali-2008
FIPRESCI Ödülü


Oyuncular: Ayça Damgacı (Ayça), Hama Ali: Hama Ali Khan, Mahir Günşıray (Mahir), Volga Sorgu (Sah Havan), Cengiz Bozkurt (Azad), Ani İpekkaya (Arkadaş), Saadet Çıracı (vartamuş), S. Emrah Özdemir (Saran), Nesrin Cevadzade (Derya), Volga S. Tekinoğlu (Şah Havan), Serkan Salman (çiçekçiçırağı), Hakan Milli (Hakan), Caluade Lion (Caluade), Ferdiye Bolu (yaşlı kadın), Ahmet Yüksel Or (yaşlı komşu), Ömer Şahin (komşu), Rıza Baş (komşu), Rahim Şimşek (komşu), Sibel İnce (otobüsteki kadın), Sabri Mücairet (İran bakkal)

 Konu: İstanbul’da yaşayan tiyatrocu Ayça ile Kuzey Irak’lı tiyatrocu Kürt Hama Ali, Türkiye’de çekilen bir film setinde tanışır ve âşık olurlar. Film çekimleri bittikten sonra Hama Ali Irak’a Ayça ise İstanbul’daki rutin yaşamına geri döner. Irak’ta savaşın patlamasıyla birbirlerine ulaşmaları adeta mucize halini alır. Ailesiyle, tiyatro çevresi ve kendisiyle mücadele eden Ayça, herkes Irak’tan kaçmaya çalışırken Hama Ali’ye ulaşmak için adeta tersine bir yolculuğa çıkar. İki sevgili savaşın acımasız şartlarında buluşabilecek midir?

 #  Gitmek, Boran (1999) ve Sessiz Ölüm (2001) belgeselleriyle tanıdığımız Hüseyin Karabey'in ilk uzun metrajlı kurmaca filmi. Hüseyin Karabey, Kazım Öz ve Özcan Alper'le birlikte 90'ların ortalarında Mezopotamya Film Kolektifi'nde çalıştı; orada Yeşim Ustaoğlu, Semir Aslanyürek, Ahmet Soner, Hüseyin Kuzu'nun atölyelerine katıldı. Karabey, Öz ve Alper'in kısa film ve belgeselle başlayan sinema yolculukları dijital teknoloJinnin de kolaylıklarıyla, film piyasasının gerekliliklerinden "bağımsız" kalmayı başararak, reklam, dizi gibi ara yollarda vakit kaybetmeden ve politik hattından taviz vermeden uzun metraja "uzandı".

 Gitmek filminin "gerçek"le ilginç bir ilişkisi var. Sinema tarihinde de politik filmle ilgili tartışmaların temel eksenlerinden birisi de bu gerçekçilik meselesidir. Kimi yönetmenler sinemanın yarattığı gerçeklik ilüzyonunu ya da "yalanını" seyirciye göstermek için seyirciye gerçekçi gelmeyen bir es tetiği tercih edip neğin, kameranın, dekorların hatta yönetmenin varlığını ve aracılığını seyirciye açık eden bir üslup geliştirirlerken; kimileri de aradaki sinema mecrasını seyirci ve "gerçek" arasından çıkarmaya çalışır bir şekilde kurmacadan, hikaye anlatmaktan uzaklaşmayı, klasik öykü anlatıcılığından çok belgesel bir üsluba yaklaşmayı tercih ederler. Hüseyin Karabey'in Gitmek filminin daha çok ikincisine yakın olduğunu söyleyebiliriz. Bu yalnızca filmin öyküsünün trajik sonu dışında gerçek olmasından ve öykü yaşamış kişilerin kendilerini oynamalarından kaynaklanmıyor. Gitmek'in anlatımı da yer yer hikaye anlatmaktan uzaklaşıp belgeselci bir tarzla o yolculuktaki olası karşılaşmaları gösteriyor.

Film Ortadoğu'nun son dönemdeki en acı gerçeklerinden biri olan ABD işgaline savaşla ilgili büyük laflar ederek, kahramanlık hikayeleri anlatarak değil, savaşın aşkın önünde nasıl bir engel olduğunu anlatarak dokunuyor. Bu engeli aşmak için çıkılan yolculuktaysa İstanbul' daki göçmenlerin yaşadığı yoksulluktan İran' da kadın olmanın zorluklarına, İstanbul ve Güneydoğu'nun birbirine "uzak"lığından bekar bir kadının sürekli gözetlenmesine kadar bu bölgenin daha pek çok başka toplumsal sorununa takılıyor Karabey'in kamerası. ..

 Gerçekte yaşanmış öykünün başrollerini, öykü de zaten profesyonel oyuncuların başından geçtiği için, öykünün gerçek hayattaki kahramanları canlandırıyorlar. Filmin en güçlü yanlarından birisi de, performansı Selanik ve İstanbul film festivallerinde ödüllendirilmiş olan Ayça Damgacı. Kuzey Iraklı bir oyuncu olan Hama Ali Khan'la Ayça Damgacı Türkiye' deki bir filmin setinde tanışıp aşık oluyorlar, ancak sonrasında ABD'nin Irak'ı işgal etmesiyle iki sevgilinin iletişim kanalları zayıflıyor ve Ayça sevgilisiyle buluşmak için Irak'a doğru yola çıkıyor. Film boyunca Ayça'yı çok iyi tanıdığınız, onunla kolayca arkadaş olabileceğiniz, filmden sonra bir şekilde tanışsanız zaten onu tanıyormuş gibi davranabileceğiniz hissine kapılıyorsunuz. Fakat aynı hissiyatın aşkın diğer tarafı Ali Khan için oluştuğunu söylemek güç. "Gerçekte" bu ikili birbirlerine aşık olmuş olsalar bile bunu bilmeden filmi izleyen benim gibi seyircilerin Ayça'nın, kendisini aramayan, İstanbul'a bir şekilde gelemeyen, videolarında ondan çok farklı bir habitusa sahip gözüken bu adama olan aşkına ikna olmak zorlaşıyor.

 Gitmek aynı zamanda bir yol filmi. Ancak yol filmlerinde genel olarak görülen karakterin yol boyunca temel çelişkisiyle hesaplaşması, olgunlaşması ve bu anlamda yolculuğun bir iç yolculuğa dönüşmesi bu filmde ne yazık ki yok. Ayça onca yol gitmişken sevgilisinin Urmiye'ye gelmeyişi karşısında nasıl bir şey hissediyor, bir sorgulama ya da umutsuzluk yaşıyor mu, Doğu'ya yaptığı bu yolculuk sonrasında filmin başındaki Ayça' dan farklı bir Ayça oluyor mu sorularının üstüne filmin yeterince eğildiğini ne yazık ki söyleyemiyoruz.

 Ancak belgeselle kurmaca arasında bir yolculukla geçen filmin, hem bu üslup denemesi hem de savaş gibi üstüne söz söylemenin hep biraz eksik kaldığı bir konuyu, sıradan insanın gündelik hayatına etkileri üzerinden anlatmak gibi daha çetrefil ve pek tercih edilmeyen bir yol seçişinin kendisi bile ilgiyi hak ediyor. Hüseyin Karabey de belgeselden uzaklaşmadan kurmacaya yaptığı bu yolculukta, öyküsünün ve karakterlerinin temel çelişkilerine daha derinlikli bir şekilde eğilirse, girdiği bu önemli kulvarda çok daha etkileyici sonuçlar verecektir. (Özge Özyılmaz) “Altyazı Aylık Sinema Dergisi sayı 78”


FİLMİ İZLE 


 GİRDAP (2008) 


Yönetmen: Talip Karamhmutoğlu, Senaryo: Talip Karamahmutoğlu, Onur Aydın, Görüntü Yönetmeni: Ege Ellidokuzoğlu, Müzik: Alican Genç Yapım: Kuzey Film Kurgu: İsmail Akbulut, Sanat Yönetmeni: Adalı Aksoy, Uygulayıcı yapımcı: Mehmet Güneş, Yapım Sorumlusu: Muammer Meriç, Yapım Asistanı: Şenay Çelik, Gökhan Çolak, Yönetmen Yardımcısı: Onur Aydın, Kameraman: Mehmet Demirhan, Özgür Polat, Focus Pullker: Şefik Ağırtmış, Film Baskı: İlker Şen, Film Yıkama: Tamer Eşkazan, Renk Düzenleme: Tolga Girici, Renk Düzenleme Asistanı: Ender Özyer, Negatif Kayıt: Kadir Burç, Işık Şefi: Mehmet Kaygusuz, Kostüm Asistanı: Ela Uyar, Aylin Altunkaya, Makyaj: Ödül Dede, Ses Tsarım ve Final Miks: Soner Koç, Set Amiri: Sonay Kanat, Genel Koordinatör: Mecit Dölek, Görsel Efektler: Mustafa Ercan, Abdullah Ercan, Ds Nitris: Sencer Yalçın,

 

Oyuncular: Ozan Bilen (Umut), Fuat Saka (İbrahim Hoca), İbrahim İris (İsmail), Emre Canpolat (Süleyman), Ali Sürmeli (Salman), Selçuk Yöntem (Umut’un babası Yaşar Bey), Eda Özerkan (Zeynep), Ahmet Yenilmez (Yakup), Teoman Kumbaracıbaşı (Ajan), Betül Arım (Umut’un annesi), Özcan Varaylı (Militan), Mehmet Çepiç (Acentacı), Ufuk Bayraktar (Konuşmacı), Bülent Polat (Tarih Hocası), Yasemin Yüksel (Aysun), TRahman Altın (Ekonomi hocası)

 

Konu: İstanbul Üniversitesi’ni kazanan Umut, Antalya’dan gelip okul kaydını yaptırdıktan sonra; kantindeki ilanlar yoluyla kiralık bir ev ve iki ev arkadaşı bulur.

 İki arkadaşıyla birlikte paylaştığı öğrenci evinde yaşadığı bazı mistik, doğa üstü olaylar; Umut’un bilgilenme kaynaklarını çeşitlendirdiği gibi, bu donanım farklılığı onun arkadaş çevresini ve yaşam tarzını da değiştirir.

 Karşılaştığı metafizik olaylarla başa çıkmanın bir yolu olarak; ibadetlerle ve ritüellerle örülü daha dini bir hayat tarzını seçen Umut için başlangıçta her şey iyi gitmektedir. Fakat, bilgilenme kaynaklarının onu götürdüğü yer “Siyasal Ümmetçi” bir çevre olunca; Umut’un da dini yaşantısı, yalnızca ibadetlerle sınırlı kalmayıp “siyasallaşır” ve o artık bir “fundamentalist” olur. Bu başkalaşım kahramanımızı; başlangıçtaki arkadaş çevresinden, kız arkadaşından ve son olarak da (seçimi sebebiyle çatıştığı) ailesinden koparır, uzaklaştırır.

 Türk Sineması'nda Farklı Bir Tarikat Açılımı: Girdap

Takva ile geri dönüşü mümkün olmayan bir yola giren Türk Sineması, aynı rotayı çok daha tartışmaya açık bir yapımla idame ettiriyor. Takva'dan daha çok ses getirmesi beklenen yapım, maalesef yönetmenin ilk filmi olması, tehlikeli sularda yüzmesi, kimseye yaranamayacak kadar kompleks açılımlar taşıması ve kritik sahnelerde amatör oyuncu tercihlerinde bulunulması nedeniyle bu hedeften saptı.

 Girdap, çeşitli dizi ve reklam çalışmalarına imza atan Talip Karamahmutoğlu'nun ilk filmi. Yakın zaman önce çekilen Paradise Now etkisi bariz olarak hissediliyor film ilerlerken ama Karamahmutoğlu kötü bir imitasyon yerine dürüst ve ahlaklı bir etkilenmenin altını çiziyor. Oyuncu seçimlerine değinecek olursak; başrolde bir Tunç Başaran klasiği olan Uçurtmayı Vurmasınlar filmindeki küçük Barış'ı canlandıran Ozan Bilen. Dönüşümü tamamlanmadan önce ne kadar sırıtan bir performans sergiliyorsa Bilen, dönüşümü tamamlandıktan sonra bir o kadar güçlü duruyor kamera karşısında. Ucuz dizilerin konu mankeni Eda Özerkan ise bu film için plastik durmuş biraz. Tıpkı ana kahramanımız Umut'un ev arkadaşlarının plastikliği gibi. Yerine Nurgül Yeşilçay, Zeynep Tokuş, Özgü Namal gibi bir ismin tercih edilmesi çok daha iyi olurdu. Diğer oyuncular ise tek kelimeyle harika. Ali Sürmeli, Selçuk Yöntem, Ahmet Yenilmez gibi duayen oyuncular filmi kurtaran ana unsurlar. Ama filmin en sürpriz ismi şüphesiz Fuat Saka. Kısa ama kritik bir rolün altından şaşırtıcı derecede başarıyla kalkıyor.

Filmde şüphesiz herkesin takdir edeceği bir isim var ki; bahsetmemek abeste iştigal olur : Alican Genç. Soyadı gibi genç olan bu başarılı müzisyeni yakın tarihte en iyi film müzikleri yapan kişi olarak göreceğimizden eminim. Senaryonun gidişatına göre değişen temposu, kritik sahnelerde kıyamet gibi üzerimize çöken gürültüsü ve tasavvuf müziğini gerilimle sentezleyişi harikulade. Filmi güçlü bir ses sisteminde izlediğimden belki de çok etkileyici geldi bana. Ama çoğu eleştirmenin Alican Genç ismi üzerinde odaklanması tesadüf değil.

 Filmi izlememiş ve izlemeye karar verecek olanların hevesini kaçırmamak için, konu üzerinde pek durmayacağım. Ama filmin izleyicilere müthiş bir eleştiri alanı sunduğunu belirtmeliyim. Yönetmen Talip Karamahmutoğlu'nun filmin başında belirttiğine göre, senaryo gerçek bir hayat hikayesinden yarlanmış. Bu ise, filme getireceğimiz yorumların nirengi noktasını oluşturuyor. Zira filme farklı ideolojilerden getirilebilecek farklı bir yığın eleştiri var. Kimileri tarikat mefhumunun karalanmak istendiği ve kötü bir şekilde lanse edildiği, kimileri insanları farklı noktalara kanalize edeceği, kimileri gençleri farklı açılımlara itebileceği, kimileri misyoner hareketin bu kadar bizden içre olamayacağı, kimileri ise üniversitelerde güvensizlikten sadr olabilecek iletişimsizliklere yol açabileceği yönünde eleştiriler getirebilir. Zaten filmin başarısı burada bence. Çok çeşitliliği, bir tarafı tutmamaklığı, bağımsızlığı ve en önemlisi korkusuzluğu. Zira bu filmi çekecek yönetmen sayısı bu ülkede 3'ü geçmez. Birtakım amatör oyunculuklar, amatör patlama efektleri bu yüzden soğutmuyor insanı filmden. Ve sanırım Türk Sineması'nın avantajı bu. Patlamaya ve efekte olan iştahını dindiremeyen Batı izleyicisi ile temaya odaklanan Doğu izleyicisinin farkı bu noktada ayyuka çıkıyor. Pekala efekti kötü kullanıp iyi tema ile gönüller fethedebilirsiniz, ama kötü konuya ne kadar boya katarsanız katın, unutulup gidersiniz. Talip Karamahmutoğlu'nun bunu düşünüp masraftan kaçındığına eminim.

 Ozan Bilen'in canlandırdığı ana karakter olan Umut'un girdaba sürüklenmesinin altı özellikle Taksim'de geçen sahne kadar özenle çizilmiş ve içi doldurulmuşsa, dönüşümünü sağlayan faktörler o kadar özensiz ve hızlı şekilde hazırlanmış. Umut'un maneviyatındaki ve fikrindeki değişkenliğin altı daha slowmotion, daha doygun bir şekilde anlatılmalıydı. Buraları biraz hızlıca geçmiş Karamahmutoğlu ve göze çarpan en büyük eksikliği bu, filmin. Kız arkadaşına ve ailesine aldığı tavır ve bu tavrı gösterirken takındığı cesaret, düşünce dünyasındaki köklü değişimi bir hayli dolu kılıyor. Zira evresi tamamlanamayan her düşünce, rüzgâr karşısına çıkan zayıf yapraklar gibidir. Oysa Karamahmutoğlu, hayat verdiği Umut karakterine hayli sağlam bir arkaplan iliştiriyor. Gerçeksilik ise tam da burada tavan yapıyor. Ayrıca antiemperyalist bir söylemi filme yedirdiğini de es geçmemek gerek.

 Netice olarak Talip Karamahmutoğlu, ateşten topu izleyicinin eline veriyor. İzleyici ya bu ateşten topu hemen elinden fırlatıp kaçamak bir yol izleyecek, ya da bununla savaşma cesaretini gösterecek. Eğer savaşma cesaretini gösterip de Karamahmutoğlu'nun istediğini yaparsa, kendine farklı açılımlar ve farklı kutuplar bulabilir. Girdabınız mübarek olsun. (Kaynak: cemaat.com) 

FİLMİ İZLE 

  

FIRTINA /BAHOZ (2008) 


Senaryo ve Yönetmen: Kâzım Öz, Görüntü Yönetmeni: Ercan Özkan, Müzik: Vedat Yıldırım, Yapım: Mezopotamya Kültür Merkezi/ Özkan Küçük, Kâzım Öz Kurgu: Kâzım Öz, Sanat Yönetmeni: Selda Çiçek, Uygulayıcı yapımcı: Yüksel Budak, Yönetmen yardımcıları: Fesih Alpagu, Aziz Çapkurt, Işık Şefi: Bülent Zandallı, Sanat Yön. Yrd.: Meral Aktan, Kostüm Sorumlusu: Fırat Çete, Makyaj: Perihan Sarak, Ses Kayıt: Murat Şenürkmez, Boom Operatörü: Tayfun Çolakoğlu, Cast Sorumluları: Muhlis Asan, Güven Yalçınkaya,

 Oyucular: Cahit Gök (Cemal), Havin Funda Saç (Rojda), Selim Akgül (Orhan), Asiye Dinçsoy (Helin), Ali Geçimli (Ali), Kadim Yaşar (Halil), Bertan Dirikolu (Müslüm), Engin Emre Değer (Oblomov Özcan), Volga Sorgu (V.K.), Feyzullah Gürdaş (Abdülbaki), Ececan Gümeci (Anarşist Leyla), Çağlayan Bozacı (Cem), Zelâl Maraşlı (Emel), Ali Sürmeli (69), Sinan Bengier (Bab), Muhlis Asan, Turgay Tanülkü, Ümut Çırak , Orhan Aydın, Muhlis Asan, Nihat Öz, Engin Alpateş, Ali Savaşçı, Dilan Kalço, Aylin Önder, Derya Karadaş,

 Konu: Cemal, büyük bir heyecanla beklediği üniversite sınavını kazanarak, küçük taşra kasabasından İstanbul'a gelir. Büyük şehrin kalabalığı içindeki yalnızlığı, aylar sonra tanıştığı sistem karşıtı devrimci bir grup ile birlikte sonra erer. Grubun öncülerinden Helin ile yasadığı çatışma kimliğini keşfetmesi için de bir başlangıç olur. Cemal'in içinde başlayan yangın onu okumaya, araştırmaya ve zamanla kendi kimliğini bulmaya iter. Benzer bir süreci yaşayan Rojda ve Orhan da zamanla değişip grubun aktif birer üyesi olurlar. Henüz on sekiz  on dokuz yaşlarında olan bu gençler, "Devrim" fikri içlerindeki genç ve dinamik enerji ile birleşerek eyleme dönüşür. Bu proje; Cemal, Rojda ve Orhan'ın geçirdikleri hızlı değişim sürecini ve öğrenci grubunun başından geçen olayları anlatır.

 # Yönetmen Kazım Öz‘ün adını duymamış olanlar olabilir. Pek popüler filmler yapan bir isim değil çünkü. Kendi sinemasını yapmaya çalışan, bağımsız bir isim. Kendisi de kürt kökenli olmasından kaynaklı, ağırlıklı olarak kürtleri konu alan filmler yapıyor. Fırtına, aslında Öz’ün ilk yapmak istediği filmmiş. Ama ülkenin politik koşulları ve kendisini hazır hissetmemesi bu projeyi ertelemesine neden olmuş. Takipte olanların bildiği üzere Fırtına’nın ilk gösterimi 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde “Ulusal Yarışma” bölümünde olmuştu

 Film, Mezopotamya Sinema Kolektifi’nin kurduğu Yapım13 Film Prodüksiyon tarafından çekildi. Mezopotamya Sinema Kolektifi bağımsız bir sinema topluluğu. Topluluğun ilk faaliyetleri, Yeşim Ustaoğlu’nun Güneşe Yolculuk’u ile Kazım Öz’ün yaptığı Ax isimli kısafilmdi. Fırtına’nın ortak yapımcısı ise Almanya'dan Mitos Film. Bu arada filmin kültür bakanlığından destek talebi de geri çevrilmiş. Cemal (Cahit Gök), büyük bir heyecanla beklediği üniversite sınavını kazanarak, küçük taşra kasabasından İstanbul’a gelir. Büyük şehrin kalabalığı içindeki yalnızlığı, aylar sonra tanıştığı sistem karşıtı devrimci bir grup ile birlikte sonra erer. Grubun öncülerinden Helin ile yaşadığı çatışma, kimliğini keşfetmesi için de bir başlangıç olur. Cemal’in içinde başlayan yangın onu okumaya, araştırmaya ve zamanla kendi kimliğini bulmaya iter. Benzer bir süreç yaşayan Rojda (Havin Funda Saç) ve Orhan da (Selim Akgül) zamanla değişip grubun aktif birer üyesi olurlar. Henüz on sekizon dokuz yaşlarında olan bu gençler, ‘devrim’ fikri ile tanışarak içlerindeki genç ve dinamik olan enerjiyi eyleme dönüştürürler.

 Sonrasında tartışma yaratabilecek unsurlar barındırması açısından Fırtına filminin cesur bir yapım olarak algılanması mümkün. Kazım Öz bu konuda oldukça rahat. Üzerinde bu anlamda hiçbir baskı hissetmediğini vurguluyor. Tersi durumda filmin diyaloglarını bile etkileyecek bir sonucun ortaya çıkacağını söylüyor ve filmin türk sinemasında bir iz bırakacağını belirtiyor. Fırtına, Öz’ün önceki filmlerine nazaran daha yüksek bütçeli ve oldukça kalabalık bir oyuncu kadrosuna sahip: Ali Sürmeli, Sinan Bengier, Muhlis Asan, ve 45. Antalya altın portakalda en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü almış olan Volga Sorgu rol alıyor.

 Birkaç da yapım notu ekleyelim. Filmin çekimleri İstanbul ve Dersim Tunceli’de gerçekleştirilmiş. Filmin bazı sahneleri, bu aralar pek çok yapımın favori çekim mekanı olan, Beykoz Sümerbank eski kundura fabrikasında kurulan platoda çekilmiş. Fırtına’nın yapım sürecini anlatan ‘Fırtına Doğarken’ adlı belgeselin çekimleri de cast görüşmeleri sırasında başlamış ve filmin yapımı süresince devam etmiş. Ayrıca filmin İstanbul Film Festivali’nde 155 dakika gösterildiğini fakat gösterime kaç dakika olarak gireceğini bilmediğimizi de ekleyelim. (Yelda Aytuğar, www.bakiniz.com)

FİLMİ İZLE 

 

 

DİNLE NEYDEN (2008) 


Yönetmen: Jacques Deschamps, Senaryo: İsmail Eren, Ayşe Şasa, Görüntü Yönetmeni: Octavio Espirito Santo, Müzik: Özhan Eren, Yapım: ATM Film/İsmail Eren Yönetmen Danışmanı: Sedef Ecer, Genel Danışman: Tuğrul İnançer, Yapım Danışmanı: Mine Vargı, Süpervizör: Yücel Çakmaklı, Yönetmen yardımcıları: Kudret Atmaca, Aslı Tabaç, Nergis Ofluoğlu, Mehmet Emin Öztürk, Anouchka Önel, Teknik Danışman: Hasan Gergin, Kurgu: Ali Üstündağ, Dekor: Fırat Çete, Kostüm tasarım: Serdar Başbuğ, Yücel Çakmaklı, Genel Koordinatör; Hakan Yıldız, Yapım Koordinatörü: Elif Aydın, Sevinç Karabulut, Cast: Ayşegül Bafralı, Kameraman: Yahya Soyyiğit, Asistanlar: Enes Ergür, Hüseyin Sert, Kenan Verdemir, Mustafa Özoruç, Dekor: Fırat Çete, Asistanlar: Hakan Sur, Ümit Cihan Canpolat, Seçkin Kır, Semra İncesu, Baran Yıldız, Cevat Karamustafa, Vural Sedef, Kostüm Tasarım: Berre Eren, Kostüm: Yeliz Buyuk, Berna Günal, Gülfem Çetin, Oğuz Şahin, Esra Ünal, Kuaför: Hakan Berber, Taner Özdemir, Erdem Seme, Gökhan Demirkıran, Makyöz: Ebru Süren, Nadide Goncagül, Handan Goncagül, Özgen Çeliköz, Işık Asistanları: İsmail Kalacıoğlu, Yasin Çaturay, Hüseyin Karakaya, Kadir Artunç, Mümin Taşkın, Set Amiri: Serdat Morkuç,

 Oyuncular: Ahu Türkpençe (kalfa), Alican Yücesoy (Halil tabip), Emin Olcay (aşçı dede), Burhan Öçal (kâhya), Altuğ Yücel (reis), Taner Ertürkler (Seyyid Mustafa), İsmail Hakkı (Koca Musa), Metin Hara (derviş), Lale Mansur, Jean Benguigui, Gülşah Şahin, İsmet Üstekin, Aslı Özmel, Soner Dinç, Ali Taygun, Tayfun Sav, Engin Yüksel, Yakup Yavru, Cüneyt Biçer, Bülent Seyran, Emanuella Bollack, Turgay Doğan, Tolga Öz, Cem Cücenoğlu, Recai Taşa, Hakan Sur,

 Konu: “Dinle Neyden”, 1798 OsmanlıFransız savaşının yaklaştığı günlerde, İstanbul’da barış arayan bir avuç insanın çabalarıyla, iki genç Saray mensubu arasında yaşanan duygusal ilişkinin tanığı olan genç bir Mevlevi Dervişinin mistik dünyasını anlatıyor;


Mevlevihane defterlerini tutmakla görevli Derviş, aynı zamanda eski bir Osmanlı Paşası olan Nuri Dede efendinin hizmetindedir. Dede efendi ve onun eski dostu olan bazı Fransız diplomatlar yaklaşan harbi önlemeye çalışmaktadır. Gayri resmi olarak sürdürülen bu çalışma, Sultan III.Selim’in kız kardeşi Beyhan Sultan’a ait Sahilsaray’da gerçekleştirilmektedir.

 

Rahatsızlanan Dede efendiye, diplomatik müzakereler sırasında eşlik eden Saray Tabibi Halil ile Beyhan Sultan’ın yardımcısı Gülnihal Kalfa arasında bir yakınlık yaşanmaktadır.

 Dede efendiyle birlikte Sahilsaray’a gelen genç Dervişin defteri, tamamına tanık olduğu bu hikaye ile Hz. Mevlana’nın öğretisinden yansıyan satırların bir araya geldiği sayfalarla doludur..

 Film ile İlgili Notlar:

 Filmin hazırlıkları 2006 yılında başladı ve yaklaşık 2 yıl sürdü. Filmin senaryosu, Tuğrul İnançer, Prof. Dr. Mehmet İpşirli gibi birçok uzmanın yanı sıra, 2008 Yılı Fransa Ulusal Tiyatro Merkezi’nin teşvik ödülüne layık görülen Sedef Ecer ve Cesar Senaryo Ödülünün 2007 yılındaki sahibi ve Fransa’yı Oscar’larda temsil eden film “Indegenes”in yazarı Olivier Lorelle’in katkılarıyla 2 yıla yakın bir sürede son şekli verildi.

 Filmin yönetmenliğini, Fransa’da kült bir film olan “Uyuyan Sudan Kork” adlı filmiyle tanınan ve Venedik Festivali de dahil olmak üzere birçok ödül alan Jacques Deschamps üstlendi.

  Görüntü yönetmenliğini Octavio Espirito Santo üstlendiği filmin altı ayı bulan kostüm tasarımı ve dikim sürecinde 50 kişilik kadro yer aldı ve 500 adet kostüm dikildi.  Aslına uygun bir şekilde hazırlanan dekor ve aksesuarlar, uzmanlardan oluşan 35 kişilik ekibin uzun ve özverili çalışması sonucu yaklaşık 8 ayda tamamlandı. Topkapı Sarayı, Haseki Külliyesi, Galata Mevlevihanesi, Mabeyin Köşkü gibi tarihi mekânlarda yapılan çekimler 5 hafta sürdü.

FİLMİ İZLE 


 

DİLBER’İN SEKİZ GÜNÜ (2008) 


Senaryo ve Yönetmen: Cemal Şan, Görüntü Yönetmeni: Cengiz Uzun, Müzik: Engin Aslan, Nail Yutsever, Cem Tuncer, Yapım: Şan Film/Cemal Şan Kurgu: Şenol Şentürk, Sanat Yönetmeni: Zeynep Göğüş, Sanat Asistanı: Gözde Akpınar, Yönetmen Yardımcılar: Koray Kerimoğlu, Derya Yıldızdoğan, Selçuk Benli, Yapım Koordinatörü: Bülent Başar, Uygulayıcı Yapımcı: Tekin Doğan, Yapım Sorumlusu: Cem Üngör, Cast Direktörü: Tumay Özokur, Prodüksiyon Amiri: M. Can Üngör, Kostüm Tasarım: Ela Aydemir, Makyöz: Sevgi Gül Şahin, Kuaför: Ahmet Karasu, Cengiz Can, Yardımcı Yönetmen: Orçun Benli, Kameraman: Cumhur Aksu, Asistanı: Ayhan Aydın, Kurgu Asistanları: S. Şamil Er, Erdinç Dinçer, Renk Düzenleme: Şamil Er, Negatif Kayıt: Şafak Mihlaç, Ses Teknisyeni: Onur Yavuz, Ses Montaj: Muharrem Bilgin, Ses Miksaj: Mert Subaşıoğlu, Boom Operatörü: Seçkin Akyıldız, Işık Şefi: Aziz Artunç, Işık Teknisyenleri: Sedat Kibar, Semih Duğhan, Sercan Aydemir, Set Amiri: Serdal Özdemir, Set Teknisyenleri: Musdtafa Turgut, Bülend Davulcu, Erdal Kaplan, Renk Düzenleme: Erol Şahin, Optik Ses Master: Eyüp Yıldız, Kopya Baskı: Zekeriya Şahin, Osman Yıldız, Çağlar Özlek, Film Yıkama: Yahya Öztürk, M. Mustafa Oruç, Mustafa Şahin, Ali Korkmaz, Fono Film Laboratuarlarında hazırlanmıştır

 Oyuncular: Fırat Tanış (Mehmet), Nesrin Cevadzade (Dilber), Mustafa Üstündağ (Kasabanın delisi), Aslıhan Erguvan (Nazlı), Arzu Tan Bayraktutan (Berivan), Macit Sonkan (Ali Baba), Necmettin Çobanğlu (Dilber baba), Ahmet Saraçoğlu (Kemal), Osman Akça (Ali), Hatice Altan Gençler (Dişlber Anne), Gül Hüsniye Taş (Ali Anne), Lokman Elmas (kasabanın solcusu), Ömer Bayverdi, Ağıt Dinç, Hasan Aydın, Dilgeç Aslan, Elif Aras, Hatice Aras, Aygün Algan, Ceylan Algan, Şerif Algan, Uğur Aydın, Bedri Kurtay, Şerif Algan, Uğur Aydın, Sinem Aydın, Gülşen Taş, Meral Taş, Nejat Kavat, Mehmet Altınkaya, Şehmuz Güneri, Behçet Eyhan,

 Konu: Doğu’nun kıraç topraklarında, fakir bir köyde annesi, babası ve kardeşleriyle yaşayan Dilber, çocukluk aşkı Ali ile evlenme hayalleri kurmaktadır. Dilber ile Ali birbirlerine aşıktırlar ama Ali’nin babası, oğlunu bir başka kızla evlendirmek için arkadaşına söz vermiştir. Bu söz her ne olursa olsun tutulmalıdır. Dilber bunu kabullenemez. Oracaktı kararını verir: İlk talibiyle evlenecektir. Kendisini evin ahırına kapatır. Dilber kararlıdır… Bu arada, topal bir adam ağır aksak yürüyerek köye yaklaşmaktadır.

 Dilher'in Sekiz Günü, karanlık bir arka planın önünde kameraya ifade veren Dilber'in görüntüsüyle açılıyor. Dilber bize ne olduğunu tam bilemediğimiz acıklı bir hikaye anlatıyor gibi, sonu kötü bitmiş ama ne olmuş tam bilmiyoruz. Filmin burada açtığı parantez en sonunda yine aynı sahne ve karakterin kameraya karşı anlattığı aynı hikayeyle kapanacak, tek bir farkla. Kameranın arkasından bir adamın sesi "Ekleyeceğin bir şey var mı?" diyecek. Dilber de gülmekle ağlamak arasında uzun uzun bakıp sessiz kalacak. Zira aslında Dilber'in anlatıcı rolünü üstlendiği bu açıılış ve kapanış sahneleri bize, filmin hikayesi hakkında fazladan bir bilgi vermiyor; olsa olsa, filmin asıl vurgusunun bir karakterin ağzından diyaloglarla anlatılan ve kulak verdiğimiz bir hikaye değil, perdede gördüğümüz ve seyrettiğimiz hikaye olduğunun altını çiziyor. Hem bu açıdan bakıldığında, hem de filmin üslup özellikleri düşünüldüğünde Dilber'in Sekiz Günü'nü hikaye anlatıcılığı üzerine kafa yormamıza ve sinemayla geleneksel anlatım biçimlerini daha genel bir çerçevede ilişkilendirmemize imkan tanıyan bir film olarak değerlendirmek mümkün.

 Dilber'in Sekiz Günü'nde sinemanın bir mecra olarak geleneksel bir anlatıcı işlevi görebilmesini sağlayan en önemli unsurlardan birisi ezberden okuyabileceğimiz hikayesi. Masallardan, mesellerden, halk türkülerinden, şirlerden ve de Türk filmlerinden çok iyi tanıdığımız bir hikaye bu: Köyün güzel mi güzel kızıyla, yakışıklı delikanlısı birbirlerine aşıktırlar, fakat töre onlara engel olur ve delikanlı babasının sözü yüzünden başka bir kızla evlendirilir. Bunun üzerine herkese küsen kız da, köye gelen ilk talibine varacağını söyleyip kendini kapatır, yemeden içmeden kesilir. Buraya kadar her şey bildiğimiz gibi, hatta karakterin ismi olarak seçilen Dilb er' in bu hikayelerin gönülçelen güzel kadınlarını temsil ettiğini düşünebiliriz. Güzel ve mutsuz Dilber'in uzak yollardan köye gelen sakat Mehmet'e varıp köyünden ayrıldığı noktaya kadar filmin ilk yarısı görsel olarak da birtakım kalıplarla ilerliyor: Doğuda bir köy, köyün az dışında aşıkların buluştuğu bir nehir, köyü dışarıdaki dünyaya bağlayan kıvrımlı toprak yollar, o yolların birinin kenarında tek bir ağaç, tepelerin ardından köye gelen bir yabancı. Filmin görsel dünyasının alışıldık bir manzara etkisi uyandırmasını sağlayan genel plan kullanımı ve aynı müziğin sekansların arasına girip tekrar ederek nakarat işlevi görmesi geleneksel yapıyı destekleyen öğeler olarak öne çıkıyor. Gelgelelim, buraya kadarki kısım çoğu versiyonda hikayenin sonunu oluşturup, muradına eremediği için uğruna ağıt yakılan bir aşığı anlatırken film hem hikayesi hem de üslubu aracılığıyla bu noktadan sonra başka bir şey yapmaya başlıyor. Dilber ve Mehmet'in birlikte yola düşüp, köyü, kız isteme adetlerini, başlık parasını, kendilerine yüklenen rolleri arkalarında bırakıp, kasabaya, birlikte oturacakları eve, iki kişilik hayatlarına ulaşmalarından itibaren birer karaktere dönüşmeye başladıklarına şahit oluyoruz. Filmin tematik olarak kabaca gelenekselden moderne olan bu geçişi hem karakterleri ele alış biçimine, hem ritmine hem de üslubuna yansıyor. Birbirlerini hiç tanımayan bu iki kişi, aynı mekanı paylaşmayı ve ortak bir hayat kurmayı adım adım öğrenip, birbirlerinin mahremiyetine dokunmadan bir arada var olmaya çalışıyor, bir anlamda birbirlerini eş kılma sürecini de yaşamaya başlıyorlar. Kamera giderek öznel olana ağırlık vermeye başlasa da, film, hikayeyi günlere bölen yapısı sayesinde bizi bu sürece eşlik eden bir konuma yerleştiriyor. Tıpkı, Mehmet'in dış sesiyle kasabayı Dilber'e tanıttığı bölümde olduğu gibi, bir yandan filme olan mesafemizi akılda tutarken, bir yandan da filmle içli dışlı hissetmemizi sağlayan bir sami miyet duyuyoruz. Dilber'in Sekiz Günü'nün sunduğu seyir deneyimindeki en büyük pay oyuncularında. Nesrin Cavadzade ve Fırat Tanış, hem aşina olduğumuz hem de ezberlemediğimiz yüzleri ve hem kendi içinde hem birbirleriyle uyumlu oyunlaarıyla filmin hem mesafe hem samimiyet içeren bu dengeyi tutturabilmesini sağlayan en önemli unsurlar. Dilber’in Sekiz Günü filmin bütününe göre biraz aceleci sahnelenmiş finaline rağmen, geleneksel ve kalıplaşmış olandan yola çıkan ama klişe olmak yerine akılda kalıcı ve özel bir dünya kurabilen bir film (Övgü Gökçe) “Altyazı Aylık Sinema Dergisi sayı 78”

 FİLMİ İZLE 


 

DEVRİM ARABALARI (2008) 


Yönetmen: Tolga Örnek, Senaryo: Tolga Örnek, Murat Dişli, Müzik: Demir Demirkan, Görüntü Yönetmeni: Hasan Gergin Yapım: Ekip Film/Türker Korkmaz, Tolga Örnek Sanat Yönetmeni: Veli Kahraman, Kostüm Tasarım: Ebru Kayahan, İdari yapımcı: İsmail Çağlar, Yapım Asistanı: Erdal Bali, Yardımcı Yönetmen: Mehmet Öztekin, Kameraman: Burak Kanbir, Işık Asistanı: Mustafa Bayram, Fatih Okur, Makyaj: Sevinç Uçar, Ses Mühendisi: İsmail Karadaş, Ses Tasarım ve Final Miks: Burak Topalakçı, Boom Operatörü: Özkan Coşkun, Cast Sorumlusu: Luiza Almızrak, Cast Asistanı: Aslı Kay, Prodüksiyon Amiri: Burak Şenkal, Oromobil Yapım: Erhan Akgün,

 

Oyuncular: Taner Birsel (Gündüz), Halil Ergenç (Uğur), Vahide Gördüm (Suna), Serhat Tutumluer, (İsmet), Ali Düşenkalkar (Hayati), Selçuk Yöntem (Lâtif), Uğur Polat (Sami), Altan Gördüm (Recep usta), Sait Genay (Cemal Gürsel), Haluk Bilginer (Necip), Seçil Mutlu (Nilüfer), Ahmet İlker Okumuş (Erdoğan), Cemal Olgaç (Adnan), Cengiz Bozkurt (Ender), Levent Can (Erhan), Charles Carrol (Mr. Clein), Gürhan Elmalıoğlu (Ahmet), Hakan Büyüktopçu (gazeteci çocuk), Yasemin Çonka (Zehra), Kaan Çaydamlı (Mr. Burt), İrfan Kangı, Bahar Kerimoğlu (Mine), Erdal Küçükkörmükçü (protokol şefi), Hasan Mullaoğlu, Murat Serezli (radyo spikeri), Turgay Tanülkü (büfeci), Ender Tarhan, Şemsettin Terlan, Altan Erkekli (Mevlüt Bey), Mert Kırlak (Rüştü), Hakan İlçin (mühendis)

 KONU: Yıl 1961. Otomotiv Endüstri Kongresi sonrası verilen davette işadamları, gazeteciler, bürokratlar, Devlet Başkanı Cemal Gürsel ülkenin kalkınmasının durumunu tartışmaktadırlar. Cemal Aga sinirlenip bu ülkenin otomobil bile imal edebileceğini söyler. Bir anda bu iddia , ciddi bir meydan okumaya dönüşür. Paşa emrini verir. Yaklaşmakta olan Cumhuriyet Bayramı’na ilk yerli otomobil yetişecektir! Neredeyse imkansız bu görevi hem gerçekleştirebilecek hem de kabul edecek kişi aranır. Gündüz Serter’de karar kılınır. Vatana hizmet duygusuyla tereddütsüz görevi kabul eden Gündüz Bey güvendiği mühendislerden oluşan bir ekip kurar. Yaklaşık 130 günde sıfırdan bir otomobil imal edeceklerdir. Otomobilin gösterileceği 29 Ekim tarihine kadar neredeyse hiç görüşmemek üzere ailelerinden ayrılan ekip, Eskişehir’de kendilerine tahsis edilen eski bir atölyede buluşur. Araba yapmak için gerekli özel bir makine tesisat olmadığı gibi basit bir vinç ve küçük el aletleri dışında hiçbir şeyleri yoktur. Güya devlet eliyle yapılan bu projeye Başkan dışında herkesin muhalefet ettiği buradan bile bellidir. Zaten daha proje bütçesi onaylanırken muhalifler neredeyse yarısını kırpmış, “alt tarafı bir otomobil için” 900 bin lirayı uygun görmüştür. Görünen o ki, ekibin uğraşacağı tek şey arabanın imalatı olmayacaktır. Başkanın danışmanı Sami Bey tavrını daha ilk günden koymuştur. Bir başka muhalif grup da basındır. Her gün projeyle ilgili olumsuz bir haber çıkmaktadır. “Pahalı, lüzumsuz” bu proje için kullanılan en hafif sıfatlardır. Uzun araştırmalar ve teknik toplantılardan sonra nasıl bir araba yapılacağına karar veren ekip, imalata geçtiğinde makine parkı eksikliğini fazlasıyla hisseder. Aslında arabadan önce yapılması gereken, arabayı yapacak makinelerin yapılmasıdır. Ancak buna zaman yoktur. Ekip herşeyi pratik çözümlerle, şartları zorlayarak halleder. Zaman ilerledikçe proje esnasında tanışanlar dost olurlar, birbirini tanıyanların da dostlukları pekişir. Ortak amaçları onları bir aile haline getirir.

 Zor şartlarda, aksiliklerle son günlere yaklaşılırken ilk arabanın marşına basılır. Bu gelişme, projeyi takip eden herkesi şaşırtmıştır. Özellikle, projeyle çok alay eden gazeteciler ve projenin gerçekleşmemesi için elinden geleni yapan Sami ve yandaşları.

 Uykusuz geçen son hafta ile birlikte bir araba daha imal eden ekip, ertesi gün Ankara’da Paşa’nın huzuruna çıkacak arabaları 28 Ekim gecesi trene yüklerler. Devrim, ilk ve son yolculuğuna hazırdır. ( www.devrimarabalari.com)

 ÖDÜL

 4. Monaco Charity Film Festivali'nde (Mayıs 2009)
►en iyi film Tolga Örnek

20. Ankara Film Festivali
►En İyi Sanat Yönetmeni Veli Kahraman

14. Sadri Alışık Ödülleri
►En İyi Erkek Oyuncu Onur Ünsal
►En İyi Erkek Oyuncu Halit Ergenç
►En İyi Erkek Oyuncu Taner Birse
►En İyi Erkek Oyuncu Ali Düşenkalkar
►En İyi Erkek Oyuncu Altan Gördüm
►En İyi Erkek Oyuncu Serhat Tutumluer
►En İyi Erkek Oyuncu Selçuk Yöntem

41. Siyad Türk Sineması Ödülleri
►En İyi Müzik Demir Demirkan

# Devlet Başkanı Cemal Gürsel tümüyle yerli üretim bir otomobil yapılmasını emreder ve görevin TCDD işletmesine verildiği bildirilir. O gün orada bulunan 23 mühendis bu emri "Türk insanının makûs talihine karşı bir meydan okuma" olarak algılarlar.

 En küçük bir tereddüt ya da endişe sergilenmeksizin derhal işe başlanır. Çalışma mekânı olarak Devlet Demiryolları'nın Eskişehir'deki Cer Atölyesi seçilir. Zaman müthiş dardır. Cumhuriyet Bayramı'na kadar yalnızca 130 günü vardır ekibin. Türkiye’nin ilk yerli otomobili olacak eserin adı da konmuştur: Devrim Çekilmekte olan filmle ilgili olarak iddialı açıklamalarda bulunan yapımcılar, şu özelliklere sahip bir film çekeceklerini iddia ediyorlar:

 “Benzini bitti diye yolda kalan araba” etiketiyle unutulan “Devrim”in hikâyesinin bilinen ve bilinmeyenlerinin anlatılacağı “Devrim Arabaları” filminin, gerçeklerden esinlenerek hazırlanan dramatik, duygusal ve zaman zaman yüzlerde tebessüm oluşturacak sıcak bir dönem filmi olacağı iddia ediliyor.

 

# Devrim Arabaları” azmin ve birbirine inanan insanların neleri başarabileceğini gösteren, bu topraklarda yaşanmış bir başarı öyküsü… Hikâye, bu aracı üretme görevini üstlenmiş 23 mühendisin kariyerlerini ve aile hayatlarını riske atarak girdikleri üretim macerasında zamanla, yoklukla, politikayla, karşılarına çıkan sayısız engelle mücadelelerini anlatır. Aslında anlatılan bir inanç ve azmi anlatıyor.

 # Devrim Arabaları” Cumhuriyetin ilk kuşak insanlarının bilime, gelişmeye, devrimlere olan inançları ve genç Cumhuriyet’e karşı vefa hisleriyle gerçekleştirmeye çalıştıkları teknolojik devrimin adıdır... Türk mühendisinin ve işçisinin, 20 sene öncesine kadar toplu iğne dahi üretemeyen bir ülkede kalkıştıkları bu meydan okumayı, bugün her şeye kolayca sahip olan nesillere, idealist zihniyeti ve zaferi de aktararak yaşattıkları bir birlik ve başarı öyküsüdür. (kyn: SİNEMATÜRK Internet veri tabanı)

 # Demode duygulara’ iadei itibar...

Belki de ben ‘resmi’ sinema eleştirmeni olmadığım için Devrim Arabaları’nı çok beğendim. (Ömür Gedik de beğenmiş... Onu da sinema eleştirmeninden saymıyor ‘öteki ekip’ zaten)... Filmi ödül ve ‘otör’ (auteur) sineması iddiası olmadığı için de sevmiş olabilirim. Aynı nedenden olsa gerek, bir kere filmin başı sonu belli. Sonra, yönetmen kamerayı açık unutup gitmiş izlenimini yaratan sahneler de yok. Konu bir iki mekânda geçmesine rağmen ritmi son derece yüksek, müzikleri iç baymıyor...Bu da auteur sinemasına yakışmaz.

 Diyebilirler ki, “Onun babası da cumhuriyetin öncü mühendislerindendi. Tam da o günlerde Ankara’da görevliydi. Mili Eğitim’de Teknik Öğrenim Müsteşarı’ydı ve bu projeye takoz olanlardan değil, onu destekleyenlerdendi. Ayrıca 1961’de 15 yaşındaydı ve pek çok şeyin farkındaydı. Devletin bürokratlar tarafından nasıl mıncıklandığını; silahla elde edilmiş bağımsızlığın, ekonomifinans kıskacında nasıl olup da yavaş yavaş masa başında kaybedilmeye yüz tuttuğunu görüyordu. Artık hem manen hem de madden son nefeslerini vermekte olan o yılların ‘idealler kuşağının’, Cumhuriyet’in inşası sırasında, memleket sevgisine, vatan aşkına, çekirdek aileye ve ülkenin gelecek tasarımına nasıl bir ihtirasla bağlı olduklarını bizzat izleme fırsatı bulmuştu...

 Bugün demode hale gelen ve entelektüellerin en geri ideolojilerin oyun alanına terk ettiği bu dünya görüşünün, nasıl olup da hiçbir zaman kökünün kazınamadığının altyapısı hakkında bir fikri vardı. İşte tüm bu nedenlerle Saydam’ın bu filmle ilgili görüşleri özneldir (sübjektiftir), dikkate alınmamaları gerekir...”

 Eğer böyle derlerse, yerden göğe kadar haklıdırlar. Bu açıdan bakıldığında aslında Devrim Arabaları da yapayalnız ve demode bir filmdir... Tıpkı o bakışla benim durduğum yer gibi...

 Peki, kimin nezdinde? İşte bu soru önemli... Kimin nezdinde?.. Tek yanıtı var: Onların nezdinde... Kim onlar? Onlar kendilerini bilir...

 Allah’tan kamu vicdanı var. Nedir kamu vicdanı? Bir milletin sürekli kendisini tazelediği ve ona küllerinin içinden yeniden yaratılma yolunu açan ‘erdem’lerinin bütünü... İşte o kamu vicdanı, o gece, o filmi alkışladı. Resmi gala değildi. Bizim ‘Cuma Kanyon akşam’larından biriydi. Parasıyla puluyla gelmiş insanların bir kısmı alkışladılar. Berikiler de çekindikleri için elleri birbirine gitmedi; yoksa onlar da istediler..

 Haydi işi biraz daha ileri götürelim: Devrim Arabaları bu yıl izlediğim en iyi Türk filmiydi... (Fazla abarttığımı düşünmeyesiniz diye, ‘İzlediğim en iyi filmdi’ demiyorum)...

Neleri mi beğendim? Yaratılan atmosferi bir kere... En zorudur işin... O atmosferi yaratan dekor, kostüm, çevre düzenlemesi, ışık ve de müzik (Demir Demirkan her türlü övgüyü hak ediyor. İlk fırsatta CD’sini alacağım)...

Tabii ki oyunculuğu da beğendim. Selçuk Yöntem ne kadar ekonomik fakat bir o kadar da etkili bir oyunculuk sergilemiş öyle... Küçücük rollerde de olsalar Altan Erkekli ve Haluk Bilginer müthiş bir renk getirmişler filme. Halit Ergenç, Vahide Gördüm olmasalar olmazmış sanki Bize Necip’i (Onur Ünsal), Hayati’yi (Ali Düşenkalkar), Gündüz’ü (Taner Birsel) sunan oyunculara ve Yönetmen Tolga Örnek’e özel bir tebrik ve teşekkür göndermek gerek…

 Senaryoya yönetmenle birlikte imzasını atmış olan Murat Dişli’nin adını bundan böyle sinema ve TV’lerde sık sık görmeye hazırlanabilirsiniz..,

 Devrim Arabaları’nın gösterime giriş zamanlaması da mükemmel... İnsana biraz olsun yalnızlığını unutturacak duyguları buram buram yaşamak adına en çok ihtiyaç duyduğumuz bir anda çıkıp geldi... İdeolojik ya da politik söylem, didaktik bir yaklaşım bulmaya çalışmayın. Belki çok zorlarsanız bir şeyler sızdırabilirsiniz. Siz, bu toplumun ve cumhuriyetin temelini oluşturan milletin ortak ruhi şekillenmesinden nasibinizi almaya çalışın, daha iyi edersiniz...

 İlle de bir ana fikir istiyorsanız şunu diyebilirim: Bazen insan 100 üzerinden 99’la sınıfta kalabilir. Peki kim üzülmeli? Sınıfta kalanlar mı, sınıfta bırakanlar mı? (Ali Saydam, 26 Ekim 2008 Akşam g.)

 Not: Devrim projesi kapsamında toplam 4 otomobil, 10 motor yapıldı. Buna rağmen proje iptal edildi ve otomobillerden üçü hurdaya çıkarıldı. Tek kalan “Devrim” Türkiye’nin ilk otomobili olarak bugün hala yürüyor.

FİLMİ ZİLE 


 

DESTERE (2008) 

Yönetmen: Gürcan Yurt, Ahmet Uygun, Senaryo: Gürcan Yurt, Görüntü Yönetmeni Tolga Kutlar Müzik: Can Emre Uygan Yapım: Şenol Zincir, Selin Altrnel, Anıl Savaş Kılıç, Yönetmen Yardımcısı: Lusin Dink, 2. Yön. Yrd.: Avni Tuna Dilligil, Stajyer: Tuba Gültekin, Taylan Ayrılmaz, Şebnem Aydın, Kamera Asistanı: Mustafa Güllük, Ertaç Koçak, Focus Puller: Önder Güfral, Halil İbrahim Çekiç, Panther Operatörü: Veysel Şahin, Panther Ast.: Cüneyt Altay, Kamera Teknisyei: Şefik Ağırtmış, Steadycam Operatörü: Ercan Yılmaz, Set Fotoğrafları: Mehmet Ömür, Kurgu: Hakan Akol, Sanat Yönetmeni: Çağrı Aydın, Dekor: Güneş Çoban, Post Prodüksiyon Sorumlusu: Cem Tosya, Kopya Baskı: Tamer Eşkazan, Renk Düzenleme: Tolga Girici, Tolga Afşin Kaya, Negatif Kayıt: kadir Burç, Işık Şefi: Engin Altıntaş, Işık Asistanları: Oktay Demir, Göksel Aslan, Altan Balta, Kostüm Sorumlusu: Esra Bayram,Funda Büyüktunalıoğlu, Sanat Asistanı: Osman Çankırılı, Tolga Dündar, Kostüm asistanı: Burcu Söylemez, Kostüm Stajyer: Seçilay Doğan, Sanat Stajyer: Doruk Mireli, Can Demir, Makyaj: Emine Türk, Asistanı: Yudum Altınboğa, Kuaför: Deniz Altuntaş, Asistanı: Doğukan Ünal, Ses Koordintörü: Önder Sağkal, Ümit Sartır, Çetin Karahan, Anıl Ceyhan, DS Nitris: Sencer Yalçın, Prodüksiyon Amiri: Menderes Demir, Asistanları: Ahmet Akçay, Zeyno Sürek, Ercan Sönmez, Emrah Göçen, Cevat Han, Set Amiri: Emrah Kara, Set Ekibi: Emrah Kurucu, Altan Çakmak, Ali Kurşun, Muhasebe: Aysel Ören,

 Oyuncular: Pekr Açıkalın (Hayrettin), Önder Açıkbaş (Hayati), Tuna Orhan (Hikmet), Volkan Demirak (Hilmi), Ceyhun Fersoy (Harun), Ali Çatalbaş (Yüzbaşı Hakan), Selin Denizli (Hilal), Erol Günaydın (Hazım dede), Şamil Kafkas (Gâvur Hayri), Devrim Atmaca (Hasibe), Feriha Eyüboğlu (Halime), Güzin Usta (Hümeyra), Akın Güneş (Albay Hulki), Halil Kumova (Hurşit Dayı), Nafiz Uslu (Avcı Hayrullah), İlhan Kilimci (Deli Haydar), Rahmi Dilligil (İmam hatip), Yakup Yavru (muhtar Haşmet), Barış Başar (Hamza Çoban), Elif Sarıoğlu (Hülya öğretmen), Emine Umar (Kör Hanife)

 Konu: Hayrettin (Peker Açıkalın) ve Hayati (Önder Açıkbaş) aynı köyde yaşayan iki Trakyalı çiftçidir. Bir gün ikisi birlikte gözlerini bir köy evinin bodrumunda açarlar. İkisi de ambarın iki ayrı köşesine ayaklarından zincirlenerek bağlanmışlardır. Ünlü seri katil 'Destere' tarafından kaçırılmış olduklarını anlarlar. Kurbanlarına "Oyun üüyle oynanmaz, büüyle oynanır" sloganıyla çeşitli eziyetler eden Destere, Hayrettin ve Hayati'yi de türlü oyunlarla canlarından bezdirir. Kayıpları bulmak için Yüzbaşı Hakan (Ali Çatalbaş) .


FİLMİ İZLE 



26 Aralık 2022 Pazartesi

 

BİR TUĞRA KAFTANCIOĞLU FİLMİ (2008)

Senaryo ve Yönetmen: Emre Akay, Hasan Yalaz, Görüntü Yönetmeni: Emre Akay, Hasan Yalaz, ;Seçkin Uysal, Kurgu: Emre Akay, Ses: Emre Akay, Yapım: No Budget Film/ Emre Akay, Hasan Yalaz

Oyuncular: Tuğra Kaftancıoğlu (Tuğra), Gülüm Baltacıgil (Gülüm), Emre Akay (Emre), Mehmet Demirtaş (Mehmet)

& " Dehşetengiz korkularım 'tiyatro korkusu', 'bale korkusu' ve 'konser korkusu'nun yanına, 'sinema korkusu' eklenecek diye korktuğum zamanlar olmuyor değil. Demem o ki, insancıkların 'Elveda Lenin' filmini iyi ve özgün bir film telakki ettikleri zamanlarda yaşıyoruz. Bu bayatlıklarla ağlayıp gülebildikleri.

Demem o ki, özellikle kendi evimde, VCD'den, DVD'den izliyorsam bir filmi, çok çok daha büyük tehlikelere açılmış vaziyetteyim. Zira duvarlarda, kalkıp habire düzeltebileceğim tablolar, masanın üstünde kalkıp yiyebileceğim elmalar, çalma imkânları da ihtiva eden metalik bir telefon ve yani, benim bir filmden çabucak sıkılıp kopmamı kolaylaştıracak neler neler var. Dün gece, evimde, VCD'den 'Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi'ni izledim ve ne kadar uzun zamandır ilk defa 'bir şeyi' hakikaten beğenmiş, etkilenmiş olmanın coşkusuyla yazıyorum bu satırları. İtiraf ediyorum: ilk başlarda, hani kasting/arayış numaraları esnasında, kameranın fazlaca zıpır/bilindik/bilinmedik/ savruk/şımarık edaları filan, Devam edecek miyim?' oldum. Yalnızca, oralarda. En başlarda. Oldum biraz. Birazcık. Ama devam ettim. Soluksuzca. Tamamen kendimi kaptırarak sonra. Ve içine ne kadar girilebilirse o kadar girerek çıkarak. Sıçrayarak oradan oraya kafamda. Hayret ve hayranlıkla.

Sonunda da 'Oh be!' diyerek. En nihayet bu topraklardan yeni bir 'şey' çıktı. Bir film çıktı. Bir yönetmen çıktı!

İsmi: Emre Akay

Kimse oynamıyor. Kimse oyuncuoyuncu değil. Ada vapuruna zayıf tabiatlı kasting insanı Emre binip de, Tuğra Kaftancıoğlu'yla karşılaşıncaya değin.

Tuğra Kaftancıoğlu'nun öz sinir bir tipi var ve bir dublaj sesi. N'olur olmasın. Olmasın. Bu filmde dublaj sesiyle konuşan biri olmasın, oluyorsunuz.

Ya da ben oldum işte. Vapur süresince. Sonra adamın adı Tuğra zaten, soyadı Kaftancıoğlu bir şahıs adının daha ne kadar 'saray' kokmuş olması istenebilir ki? Devamlı sansüre uğramaktan yakınan, sadist yönetmenimiz (film için de film içinde film) o, işte. Ve okuduğu bölümden memnun olmayan, oyuncu olmak isteyen, o seri imalat kızlardan: mor çorap kırmızı bebek ayakkabılar, hep aynı atkılar, hep aynı tonlamalarGülüm'le, oynanan bir KEDİFARE oyunu. Sosyal psikolojiye dair bir sürü şey düşündürüyor insana film. New York'ta onlarca kişi seyrederken camda öldürülen kadını düşündürüyor insana diyelim, iskeleden Gülüm'ü onlarca insanın içinde itip kakarak sürükledikleri sahnelerde.

Bir de tabii, derisini kullanmak için fukara komşuların iki tavuk butuna el koyacak denli arsızca bir üst sınıf kibri artı her fırsatta sarf edilen o sihirli cümle:

'Film çekiyoruz.' 'Film çekiyoruz işte.' Film çekilirken, bu yüksek hayat formu karşısında, hepimizin durup kalması icap ediyor tabii ki. Beklememiz, susmamız; itilip kakılan, gözetlenen, taciz edilen kadınlar için ses çıkarmamamız, gürültüye patırtıya, görüntülerimizi kirletmelerine ses çıkarmamamız.

Çünkü elde kıçı kırık bir video kamerayla dahi olsa, en fiyakalı aletlerle de: 'film çekiliyor' önünde saygıyla eğilmemiz gereken yeni DİN, bu. En mühim olay: film çekilmekte! Sonra Skinner'ın meşhur itaat deneyini düşündüm. 'Otorite' karşısında, gıcık Tuğra Kaftancıoğlu'nun üstün gıcıklığı karşısında Gülüm'ün zamanında çekip gidememesini, karşı koyamayışını. Hayır! diyemeyişini. En başında. Her faşistin işlerini gören bir yardımcı/yardakçı olması gerektiği gibi, Tuğra beyin Mehmet'ini. Sonuç olarak acımasızlığın acımasızlığı üstüne, mizah anlayışı da ihtiva edebilen, ama insanı soluksuz bırakmayı da becerebilen bir film.

Alkışlarla 'hakiki' yönetmen sahneye gelip de 'Yalan ve sahtelik üstüne dürüst bir deneme' yaptıklarını söylemeye kalmıyor ki, yine Gülüm'ü sosyal bir itip kakmaca. Hadi yine alkışlarla filmin gösterim sahnesini tekrar çekelim. Gülüm daha çabuk gelmeli sahneye.

 Yani dürüst bir deneme diye bir şey yoktur ve olamaz. Hele yalan ve sahtelik üstüne!

Bizlere düşen Emre Akay'ın bir sonraki filmini beklemek. Ki, bu onca zamandır başımıza gelmeyen bir 'şeydir'. (Perihan Mağden, Radikal G. 19 Şubat 2004)

 

 

BEKÇİ (2008)

 Senaryo ve Yönetmen Özcan Tekdemir Görüntü Yönetmeni Özcan Tekdemir Yapım: Amatör Bağımsız Sinemacılar/ Emin Tuğra Baykul, Özcan Tekdemir Kurgu : Özcan Tekdemir, Sanat Yönetmeni: Özcan Tekdemir, Emin Tuğra Bayku, Makyaj: Zeynep Gül, Emin Tuğra Baykul, Müzik: Ayberk Davutoğlu, Eser : Özcan Tekgü

Oyuncular: Emin Tuğra Baykul (Dursun), Ziya Hepbir ,Zeynep Gül ,Maria Kuznetsova ,Umut Polat, Mustafa Taşdemir , Gülcan Tekdemir

 Konu: Dursun büyük bir sitede bekçilik yapan, hayatı boyunca beklemiş bir adamdı. Dış dünya ile ilişkisini çoktan kesmişti, düzenli bir ilişkisi olmasına rağmen bir hayat kadınıyla, onun AİDS (HİV) olduğunu bilerek beraber olur. Yıllar sonra site sakinleri ve yönetici onun hastalığını anlayıp işine son verirler. O da ölümü beklemek yerine ölüme gitmeyi tercih eder. Deniz kıyısında bir çuval dolusu taşa bağlı bir şekilde son sigarasını içerken onun hayatına son verecek olan taş onu yeniden hayata bağlar, ama aynı taş başkasının da ölümünün sebebidir. Dursun cinayet işlemiştir. O anda beklemek istediği, şeylerin değiştiğini anlar, artık insanların ölümünü bekleyecektir. Beklemek onun için hiç bu kadar kanlı olmamıştı. Yaşamı o anda değişen dursun zamanla bir seri katile dönüşür, işlediği cinayetle rinde bir süre sonra ona bir haz vermediğini anlar.