BİR TUĞRA KAFTANCIOĞLU FİLMİ (2008)
Senaryo
ve Yönetmen: Emre
Akay, Hasan Yalaz, Görüntü Yönetmeni: Emre Akay, Hasan Yalaz, ;Seçkin
Uysal, Kurgu: Emre Akay, Ses: Emre Akay, Yapım: No Budget
Film/ Emre Akay, Hasan Yalaz
Oyuncular: Tuğra
Kaftancıoğlu (Tuğra), Gülüm Baltacıgil (Gülüm), Emre Akay (Emre), Mehmet Demirtaş
(Mehmet)
&
" Dehşetengiz korkularım 'tiyatro korkusu', 'bale korkusu' ve 'konser
korkusu'nun yanına, 'sinema korkusu' eklenecek diye korktuğum zamanlar olmuyor
değil. Demem o ki, insancıkların 'Elveda Lenin' filmini iyi ve özgün bir film
telakki ettikleri zamanlarda yaşıyoruz. Bu bayatlıklarla ağlayıp
gülebildikleri.
Demem o ki, özellikle kendi evimde,
VCD'den, DVD'den izliyorsam bir filmi, çok çok daha büyük tehlikelere açılmış
vaziyetteyim. Zira duvarlarda, kalkıp habire düzeltebileceğim tablolar, masanın
üstünde kalkıp yiyebileceğim elmalar, çalma imkânları da ihtiva eden metalik
bir telefon ve yani, benim bir filmden çabucak sıkılıp kopmamı kolaylaştıracak
neler neler var. Dün gece, evimde, VCD'den 'Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi'ni
izledim ve ne kadar uzun zamandır ilk defa 'bir şeyi' hakikaten beğenmiş,
etkilenmiş olmanın coşkusuyla yazıyorum bu satırları. İtiraf ediyorum: ilk
başlarda, hani kasting/arayış numaraları esnasında, kameranın fazlaca
zıpır/bilindik/bilinmedik/ savruk/şımarık edaları filan, Devam edecek miyim?'
oldum. Yalnızca, oralarda. En başlarda. Oldum biraz. Birazcık. Ama devam ettim.
Soluksuzca. Tamamen kendimi kaptırarak sonra. Ve içine ne kadar girilebilirse o
kadar girerek çıkarak. Sıçrayarak oradan oraya kafamda. Hayret ve hayranlıkla.
Sonunda da 'Oh be!' diyerek.
En nihayet bu topraklardan yeni bir 'şey' çıktı. Bir film çıktı. Bir yönetmen
çıktı!
İsmi:
Emre Akay
Kimse
oynamıyor. Kimse oyuncuoyuncu değil. Ada vapuruna zayıf tabiatlı kasting insanı
Emre binip de, Tuğra Kaftancıoğlu'yla karşılaşıncaya değin.
Tuğra
Kaftancıoğlu'nun öz sinir bir tipi var ve bir dublaj sesi. N'olur olmasın.
Olmasın. Bu filmde dublaj sesiyle konuşan biri olmasın, oluyorsunuz.
Ya da ben oldum işte. Vapur
süresince. Sonra adamın adı Tuğra zaten, soyadı Kaftancıoğlu bir şahıs adının
daha ne kadar 'saray' kokmuş olması istenebilir ki? Devamlı sansüre uğramaktan
yakınan, sadist yönetmenimiz (film için de film içinde film) o, işte. Ve
okuduğu bölümden memnun olmayan, oyuncu olmak isteyen, o seri imalat kızlardan:
mor çorap kırmızı bebek ayakkabılar, hep aynı atkılar, hep aynı
tonlamalarGülüm'le, oynanan bir KEDİFARE oyunu. Sosyal psikolojiye dair bir
sürü şey düşündürüyor insana film. New York'ta onlarca kişi seyrederken camda
öldürülen kadını düşündürüyor insana diyelim, iskeleden Gülüm'ü onlarca insanın
içinde itip kakarak sürükledikleri sahnelerde.
Bir de tabii, derisini kullanmak için
fukara komşuların iki tavuk butuna el koyacak denli arsızca bir üst sınıf kibri
artı her fırsatta sarf edilen o sihirli cümle:
'Film çekiyoruz.' 'Film
çekiyoruz işte.' Film çekilirken, bu yüksek hayat formu karşısında, hepimizin
durup kalması icap ediyor tabii ki. Beklememiz, susmamız; itilip kakılan,
gözetlenen, taciz edilen kadınlar için ses çıkarmamamız, gürültüye patırtıya,
görüntülerimizi kirletmelerine ses çıkarmamamız.
Çünkü
elde kıçı kırık bir video kamerayla dahi olsa, en fiyakalı aletlerle de: 'film
çekiliyor' önünde saygıyla eğilmemiz gereken yeni DİN, bu. En mühim olay: film
çekilmekte! Sonra Skinner'ın meşhur itaat deneyini düşündüm. 'Otorite'
karşısında, gıcık Tuğra Kaftancıoğlu'nun üstün gıcıklığı karşısında Gülüm'ün
zamanında çekip gidememesini, karşı koyamayışını. Hayır! diyemeyişini. En
başında. Her faşistin işlerini gören bir yardımcı/yardakçı olması gerektiği
gibi, Tuğra beyin Mehmet'ini. Sonuç olarak acımasızlığın acımasızlığı üstüne,
mizah anlayışı da ihtiva edebilen, ama insanı soluksuz bırakmayı da becerebilen
bir film.
Alkışlarla
'hakiki' yönetmen sahneye gelip de 'Yalan ve sahtelik üstüne dürüst bir deneme'
yaptıklarını söylemeye kalmıyor ki, yine Gülüm'ü sosyal bir itip kakmaca. Hadi
yine alkışlarla filmin gösterim sahnesini tekrar çekelim. Gülüm daha çabuk
gelmeli sahneye.
Bizlere düşen Emre Akay'ın bir sonraki
filmini beklemek. Ki, bu onca zamandır başımıza gelmeyen bir 'şeydir'. (Perihan
Mağden, Radikal G. 19 Şubat 2004)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder