Powered By Blogger

19 Ekim 2024 Cumartesi

KRAL YOLU / OLBA KRALLIĞI (2013)

 

Yönetmen Serli Seta Nişanyan Senaryo Derya Kaya Yapım Zoom Art Production Kurgu: Gürcan Cansever, Aytekin Birkon, Sanat Yönetmeni: Hasan Doğan, Burçak Demet Danyal, Set Amiri: Taner Karakulak, Reji Koordinasyon: Süleyman Mert Özdemir, Renk Düzenleme: Çağlar Özlek, Negatif Kayıt: Çağlar Özlek

Oyuncular: Doğa Rutkay (Anne), Nilgün Belgün (Babaanne), Murat Soydan (Dede), Arda Esen (Baba), Betigül Ceylan (Kraliçe Saba), İhsan Demirel (İhsan), Kardelen Yumurtacı (Sena), Daniel Koray Özsoy (Emre), Selen Turan (Selen), Tan Atayurt (Mustafa), Ece Bilge Kaya (Merve), Ebru Aytürk (Evren), Deniz Evren Kaya, Sunay Akın , Seçkin Zenginler, Bülent Keser, Levent Sülün Sema Mumcu, Betigül Ceylan, Çetin Altay, Yonca Evcimik, Zuhal Demir,

Konu: Anne ve babası arkeolog olan 1011 yaşlarındaki bir çocuğun dedesiyle birlikte İstanbul'da başlayıp Erdemli'de devam eden macerası... Helenistik dönem kenti olan Erdemliye bağlı Ayaş beldesindeki Kanlıdivane Antik kentinde bir kazı çalışmasında başlayan, çocukların buldukları harita ile kendilerini karışık bir macera içinde bulmalarıyla devam eden tatlı ve heyecanlı bir film.

KÖKSÜZ (2013)

 

     Senaryo ve Yönetmen Deniz Akçay Görüntü Yönetmeni Ahmet Bayer Yapımcı Marsel Kalvo, Deniz Akçay, Recep Aktürk, Esi Gülce, Ahmet Katıksız Kurgu: Ruşen Dağhan, Sanat Yönetmeni: Haluk Ünlü, Focus Puller: Engin Hayıroğlu, Ses Kayıt : Levent İntepe

Oyuncular: Ahu Türkpençe (Feride), Mihriban Er (Gülten), Sekvan Serinkaya (Gülağa), Lale Başar (Nurcan), Savaş Alp Başar ( İlker), Melis Ebeler (Özge) Murat Emir Eren (Tesisatçı)

Konu: Köksüz, bir kaybın ardından yeniden aile olmayı başaramayan, gün geçtikçe kendini yok eden dört kişinin kaybolma hikâyesidir. Nurcan, kocasının ölümünden sonra üç çocuğu ile baş başa kalır; büyük kızları Feride, ailede baba rolünü üstlenmek zorunda kalır. Zaten tutunacak bir dala ihtiyacı olan Nurcan bu duruma dört elle sarılır, Feride´yi neredeyse kocası yerine koyar ve tüm sorumluluğu ona yıkar. Babasına taparcasına hayran olan evin tek erkeği 17 yaşındaki İlker, evdeki idarenin ablasına geçmesine tepki olarak hızla aileden uzaklaşır. Ergenlik çağında, ailesine en ihtiyaç duyduğu zamanda ne annesine ne ablasına yaklaşabilen evin en küçüğü Özge ise bir kenarda unutulur ve varlığını hatırlatabilmek için çaba harcar durur. Feride´nin evin yükünden bunalıp, kendisiyle evlenmek isteyen Gülağa ´nın teklifini çıkış yolu olarak görüp kabul etmesiyle evdeki dengeler alt üst olur. Yönetmen Deniz Katıksız kendi sözleriyle ilk filminde, "arada kalmış, kendine rol biçememiş insanların başkalarınca giydirilen rolleri beceriksizce taşıma çabalarının hikâyesini" anlatıyor

Ödüller

32. İstanbul Film Festivali2013

►Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü

“Deniz Akçay”

20. Adana Altın Koza Film Şenliği 2013

►Yılmaz Güney Ödülü “Deniz Akçay”

►Umut Veren Genç Erkek Oyuncu Ödülü “Savaş Alp Başar”

►En iyi kadın oyuncu “Ahu Türkpençe”, “Lale Başar”

KOĞUŞ AKADEMİSİ (2013)

 

Yönetmen Tolga Baş Yapımcı Tolga Baş, Burçin Baş Görüntü Yönetmeni Murat Kılıç Kurgu: Ender Özyer, Sanat Yönetmeni: Oya Köseoğlu, Uygulayıcı Yapımcı: Burçin Baş, 1. Yönetmen Yardımcısı: Yusuf Delice, Prodüksiyon Amiri: Yıldız Uysal

Oyuncular: Erdal Tosun, Arzu Yanardağ, Umut Oğuz, Çetin Altay, Levent Aykul, Yasemin Öztürk, Ali Başar, İsrafil Köse,

"Konu: Tek Maç" Erdem, korsan film satıcısı Settar, kapkaççı Şahin, boyacı Nadir, Bekir Ali, Levent ve Genco hepsi birbirinden farklı karakterlere sahip ve farklı suçlardan hapse düşmüş koğuş arkadaşlarıdır. Her biri ayrı 'kafada' olan bu mahkumlar kendi düzenleri içerisinde yaşarken, bir gün hapishaneye Kâmuran adında yeni ve seksi bir müdire atanır. Müdire Kamuran bir emirle koğuşta bir tiyatro oyunu sergilenmesini ister. Bu planla ortak bir amaç uğruna aynı hizaya gelen mahkumlar, kendi sonlarını hazırladıkları bir oyunun parçası olduklarını ise anlamazlar.

 

KELEBEĞİN RÜYASI (2013)

 

     Senaryo ve Yönetmen Yılmaz Erdoğan Görüntü Yönetmeni Gökhan Tiryaki Müzik Rahman Altın Yapım BKM/ Necati Akpınar Kurgu: Bora Gökşingöl, Sanat Yönetmeni: Hakan Yarkın, Kostüm Tasarım: Gülümser Gürtunca Uygulayıcı Yapımcı: Oğuz Peri, Pelin Kaya, Yapım Tasarım: Kıvanç Baruönü, 1. Kamera Asistanı: Serkan Gülgüler, Focus Puller: Serkan Gülgüler, Panther Operatörü: Erdoğan Gündoğdu, Ses Tasarım: Burak Topalakçı, Ses Kayıt: Levent İntepe, Cast Direktörü: Rezzan Çankır

Oyuncular: Kıvanç Tatlıtuğ (Muzaffer Tayyip Uslu), Mert Fırat (Rüştü Onur), Farah Zeynep Abdullah (Mediha Sessiz), Belçim Bilgin (Suzan Özsoy), Ahmet Mümtaz Taylan (Zikri Özsoy), Yılmaz Erdoğan (Behçet Necatigil), Devrim Yakut, Funda Şirinkal , İpek Bilgin, Ayten Soykök, Emin Gürsoy, Celalettin Demirel, Aksel Bonfil, Servet Pandur, Barış Çakmak, Salih Kalyon, Engin Şenkan, Miray Akay ' 

Konu: Zonguldak'ta yaşayan, iki genç şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, yeni yeni modernleşen bu madenci kentinde memuriyet hayatlarını sürdürürken, bir yandan da sanatla, edebiyatla ve en çok da şiirle iç içe yaşamaktadırlar. Ayakları üzerine yeni kalkan genç Cumhuriyet, bir yandan modernleşme çabasındayken, aynı yıllarda Avrupa'da da çetin bir savaş yaşanmaktadır. Belediye Başkanı'nın kızı Suzan'ın Zonguldak'a geri gelmesiyle Rüştü ve Muzaffer'in şiire olan inancı daha da artar. Henüz lise öğrencisi olan Suzan, çevrenin istememesine rağmen iki gençle yakın arkadaş olur. Fakat 1940'lı yılların vebası olan verem, iki genç insanın da sağlığını git gide tehdit etmektedir. Rüştü ve Muzaffer'in hem kendi gelecekleri, hem de dünyanın gidişatı hayra alamet değildir.


KEDİ ÖZLEDİ (2013)

 

Yönetmen Mustafa Şevki Doğan Senaryo H. Baykut Badem , B.Filiz Ekinci Müzik Pinhani Görüntü Yönetmeni Berkan Öztrak Yapımcı Avşar Film / Şükrü Avşar Genel Koordinatör: Murat Çiçek, Uygulayıcı Yapımcı: Murat Kahraman Özalp, Kurgu Yönetmeni: Sedat Karadeniz, Sanat Yönetmeni: Volkan Keskin, Genel Sanat Yönetmeni: Şakir Demirpehlivan, Reji Koordinasyon: Eray Koçak, D.I.T. Operatörü: Hasan Ersoy, Post Prodüksiyon Sorumlusu: Kayahan Karadeniz: Ses Tasarım & Final Miks: Meriç Erseçgen, Yardımcı Yönetmen: Tuğçe Küçükkalıpçı,Yapım Koordinatörü: Didem Dörtler, Işık Şefi: Tarık Oflu, Yapım Sorumlusu: Nuri Öz, Set Amiri: İsmail Aslan, Kameramanlar: A. Tahir Canlı, Osman Sözeri, Ses Operatörü: Duygu Çelikol, Focus Puller: Soykan Pusati Kostüm Sorumlusu: Emel Karslıoğlu, Makyöz: Tatiana Baysal, Kuaför Taner Özdemir, Reji Asistanları: Kubilay Koçak, Melda Durukan, Boom Operatörü: Utku Özgün, Set Fotoğrafçısı: Ayhan Gülmez, Kurgu Asistanı: Dağhan Karadeniz  Sanat Asistanı: Onur Babacan, Panter operatörü: Gökhan Başçı, Işık Asistanları: Necmettin Can, İbrahim Sürmeli, Muratcan Güneş, Serdar Yıldırım.

Oyuncular: İlker Ayrık (Kadir), Algı Eke (Kıymet), Erkan Sever (Erkan), Oya Aydoğan (Meloş), Selim Erdoğan (Mete), Burcu Biricik (Lale), Açelya Elmas (Ebru), Erman Okay (Suat), Soydan Soydaş (Boğaç), H. Baykut Badem (Güray), Süreyya Küçük (Gülümser), Konuk Oyuncular: Nina Kotelnikova, Maya Jovovich (Lena), Michaela Foldiva (Lulya), Toprak Sağlam (Spiker), Fatih Doğan (Muhasebeci), Cem Cücenoğlu, Tolga Dörter, Toygan Avanoğlu,  (Yaygaracı), Gurur Aydoğan (Meloş doktor),

Konu: Yönetmenliğini Mustafa Şevki Doğan'ın üstlendiği Kedi Özledi yönetmenin uzun süredir üzerinde çalıştığı üçlemenin ilk filmi. Film, birbirini çok seven ancak ilişkilerinde sorunlar yaşayan bir çiftin, bir kedi aracılığıyla ilişkilerini onarması sürecini anlatıyor. Romantik Komedi türündeki filmde İlker Ayrık, Algı Eke, Selim Erdoğan, Açelya ElmasErkan Seven, Burcu Biricik ve Oya Aydoğan rol alıyor. Filmin senaryosuna Baykut Badem ve Filiz Ekinci imza atıyor.

KARNAVAL (2013)

 

Senaryo ve Yönetmen Can Kılcıoğlu Müzik Okan Kaya Görüntü Yönetmeni Tayman Tekin Yapımcı Delice Film/Doğa Kılcıoğlu Kurgu: Çiçek Kahraman, Sanat Yönetmeni: Aslı Dadak, Sanat Yönetmeni: Barış Yıkılmaz, Uygulayıcı Yapımcı: Kaan Kurbanoğlu, Yapım Amiri: Hüseyin Yaşar, Yapım Asistanı: Ece İşbilen, Tayfun Yaman, Set Amiri: Sedat Yüce, Yardımcı Yönetmen: Ali Ayyıldız, Yönetmen Yardımcısı: Ilgın Eskikurt Kılcıoğlu, Ece Vitrinel, Kamera Asistanı: Yunus Elitok, Ahmet Tokul, Focus Puller: Caner Şen, D.I.T. Operatörü: İbrahim Güler, Kurgu Asistanı: Hande Sakarya, Işık Şefi: Arda Erkmen, Işık Asistanı: Atakan Gürsoy, Kostüm Sorumlusu: Seda Yılmaz, Sanat Asistanı: Başak Yavuz, Makyaj: Ebru Süren, Ses Kayıt: Tolga Yelekçi, Boom Operatörü: Erdi Semiz, Cast Direktörü: Ezgi Baltaş, Storyboard: Oğuz Kuşcu

Oyuncular: Serdar Orçin (Alis), Tülin Özen (Demet), İpek Bilgin (Gülay), Sait Genay (İsmail), Vedat Erincin (Cihan), Sarp Aydınoğlu (Eray), Pınar Gök (Ayşem), Sercan Gidişoğlu (Cenk), Alayça Öztürk (Naz), Yavuz Pekman (Dayı), Evren Duyal (Yenge) Emine Altunten (Anneanne) M. Aykut Sarıkaya (Dede), Cemalettin Çekmece (Yetkili satıcı)

Konu: Karnaval, evden eve halı yıkama makinesi pazarlayan Alis ile düğün salonunda pastacılık yapan Demet'in aşk hikayesidir.

36 yaşındaki Alis, babası onu evden kovunca arabasında yaşamaya başlar. Sokakta tıraş olur, annesinin arabasına getirdiği yemekleri yer, onun gazetede işaretlediği iş ilanlarına başvurur. Sonuç alamadığı iş görüşmelerinden sonra bir gün kendini evden eve "Karnaval" halı yıkama makinesi pazarlarken bulur. Karnaval ile Alis arasında sıra dışı bir dostluk başlar, hatta Karnaval arabanın ön koltuğunu bile kapar. Artık o da arabada yaşamaya başlamıştır. Alis bu yeni serüveninde bir gün, düğün pastaları yapan Demet´le karşılaşır. Annesi öldüğünden beri babasıyla yaşayan Demet´in en büyük hayali, motosikletine atlayıp İstanbul´a gitmek ve orada bir pastane açmaktır. Alis´in içe kapanıklığına inat, Demet ne kadar hırçın olsa da Karnaval onları hayallerinde buluşturur. Yönetmen Kılcıoğlu İzmir'de geçen bu ilk filminde kendi sözleriyle "ailesinin gölgesinde kaybolmuş, her gün yanımızdan geçerken fark etmediğimiz ‘görünmez´ insanların hayatta var olma sancılarına, ironik bir dille" odaklanıyor.

 

KIŞ UYKUSU (2013)

 

Yönetmen Nuri Bilge Ceylan Senaryo Ebru Ceylan , Nuri Bilge Ceylan Görüntü Yönetmeni Gökhan Tiryaki Yapım: Zeyno Film/ Zeynep Özbatur Almanya, Fransa, Türkiye Ortak yapımı Ortak Yapımcı: Müge Kolat, Ortak Yapımcı: Muzaffer Yıldırım, Uygulayıcı Yapımcı: Sezgi Üstün , Kurgu: Nuri Bilge Ceylan, Bora Gökşingöl, Sanat Yönetmeni: Gamze Kuş, Yardımcı Yönetmen: Özgür Sevimli, Focus Puller: Serkan Gülgüler, Ses Tasarım: Andreas Mücke Niesytka

Oyuncular: Haluk Bilginer (Aydın), Melisa Sözen (Nihal), Demet Akbağ (Necla), Ayberk Pekcan , Serhat Kılıç (Hamdi), Nejat İşler , (İsmail), Tamer Levent, Nadir Sarıbacak, Emirhan Doruktutan ( İlyas), Mehmet Ali Nuroğlu , Ekrem İlhan, Rabia Özel , Ali Kocaaslan , Gamze Kuş, Özcan Görürgöz


,
Konu: Aydın emekli bir oyuncudur; aktörlüğü bıraktıktan sonra Orta Anadolu'da kendi halinde küçük bir otelde çalışarak günlerini geçirir. Hayatında ise iki kadın vardır: Kendisine her anlamda uzak ve soğuk olan genç karısı Nihal ve boşanmış olan kız kardeşi Necla. Kışın bastırması ve kar yağışının artması bu küçük taşrada en çok Aydın'ın sinirlerine do

kunur ve onu uzaklara gitmeye teşvik Türk sinemasının Cannes tescilli, bol ödüllü yönetmeni Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da filminden sonra hayata geçirdiği son filmi olan Kış Uykusu yine yüzünü taşraya dönen bir yapım. Filmin başrolünde Haluk Bilginer yer alırken, kadroda kendisine Demet Akbağ, Melisa Sözen, Ayberk Pekcan, Serhat Mustafa Kılıç, Tamer Levent, Nejat İşler ve Nadir Sarıbacak eşlik ediyor.

ÖDÜL: Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu (FIBRESCI), yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın, 67. Cannes Film Festivali’nde "Altın Palmiye’’ için yarışan ‘’Kış Uykusu’’nu ‘’en başarılı film’’ olarak seçti. 23.5.2014

 



[1] Sinema Mecmuasının seçkisinde 110 yılın en iyi filmi

 

KARAOĞLAN (2013)

 Yönetmen Kudret Sabancı Senaryo Kudret Sabancı, Suat Yalaz, Melek Öztürk Görüntü Yönetmeni Gökhan Atılmış Yapım TMC Film/Erol Avcı Kurgu: Oğuz Çelik, Yapım Tasarım: Burhan Türk, Kostüm Tasarım: Funda Büyüktunalıoğlu, Genel Koordinatör: Engin Sarıal, Yapım Sorumlusu: Adil Şanal, Yardımcı Yönetmen: Yıldız Aşanboğa, Reji Koordinasyon: Semra Toramanoğlu, Yönetmen Yardımcısı: Mertcan Demir, 1. Yönetmen Yardımcısı: Felat Atan, Reji Ekibi: Mehmet İlker Zaimoğlu, Yardımcı Görüntü Yönetmeni: Türksoy Gölebeyi, Kamera Asistanı: Selim Akgül, Levent Durur, Kameraman: Yağız Yavru, Focus Puller: Ziya Kasapoğlu, Gürol Beşer, Yakup Algül Steadicam Operatörü: Akın Çakır, Kamera Teknisyeni: Şefik Ağırtmış, Işık Şefi: Engin Altıntaş, Dekor Şefi: Uğur Oktan, Cast Direktörü: Gözde Ceyhan

Oyuncular: Volkan Keskin (Karaoğlan), Müge Boz (Bayırgülü), Özlem Yılmaz (Çise Hatun), Hasan Yalnızoğlu (Camako), Hakan Karahan, Gafur Uzuner, Tuncay Gençkalan, Janbi Ceylan, Zekeriya Karakaş, Cihan Çulfa, Bekir Çiçekdemir, Turgay Tanülkü, Deniz Oral, Serhan Ernak, Suavi Eren


 Konu: Moğollar, Türklerin huzur dolu yurdu Anadolu kapılarına dayanmışlardır. TürkMoğol savaşı çıkmak üzeredir. Bütün dünyayı ateşe veren Moğol istilasından korunmanın tek yolu Türk devletleri arasında birlik oluşturmaktır. Altın Orda Devleti de bu birliğe katılmak istemektedir.


Bu birliği gerçekleştirmenin tek yolu, Çise Hatun’un Altın Orda’ya gelin gitmesidir. Ancak başlarında Camoka’nın olduğu Moğollar, bu birliği engellemek için Çise Hatun’u yok etmeye kararlıdırlar.

Ancak Camoka’nın işi o kadar da kolay değildir. Karşısında efsane kahraman Karaoğlan vardır. Anadolu’dan başlayıp Kafkas dağlarında uzanacak heyecan ve tehlike dolu yolculuk, on binlerce kişilik üç dev ordunun kıran kırana savaşına yol açar. Anadolu’nun kaderi Karaoğlan’ın elindedir. Ele avuca sığmayan güzeller güzeli Bayırgülü, Asya’nın en iyi kılıç kullanan adamı Baybora, büyük savaşçı Balaban ve Karaoğlan’ın akıl hocası Çalık, bu büyük destanın kader ortaklarıdır

 Epik Bir Hata (Kaan Karsan 11 Ocak 2013)

Çizgi romanların büyük bir kısmı doğaları gereği ırkçıdır. Zira çizgiroman kahramanları, anarşiye karşı düzeni korumaya çalışan safta, sistemin ‘doğru’ kıldığı tarafta yer alırlar. İşin bu kısmının doğruluğu ve yanlışlığı biraz seyircinin bakış açısına kalmıştır. Bazı çizgiromanlar öykülerini çok ciddiye alarak politik açıdan falsolu taraflarını daha çok açığa çıkarırlar; bazıları ise her şeyi bir eğlence deryası içerisinde takdim edip fazla derinlere dalmaktan imtina ederler. Kudret Sabancı’nın Karaoğlan uyarlaması da kesinlikle ciddi ya da ciddiye alınması gereken bir film değil.

Hollywood’un epik filmlerine her daim özendiğimiz aşikâr. Kendi ‘tarihi başarılarını’, ‘kahramanlıklarını’ perdede görmek isteyen ve kalbi milli duygularıyla beraber akan büyük bir seyirci kitlemiz var. Karaoğlan, Fetih 1453’ün geçen sene oldurduğu rüzgâra kapılmak isteyen filmlerden bir tanesi… Diğer yandan da bir nesli fazlasıyla etkileyen bir çizgiromanın nostaljik damarından faydalanmak istiyor ve bir taşla iki kuş vurmak istiyor.

Karaoğlan da –doğası gereği birçok epik ‘öykü’ gibi davranıyor ve bir iyi bir de kötü saf yaratıyor. Tamamen ‘dermeçatma’ tanımı altında yapılandırılan bir hikâyenin üzerinden her çizgiromanın istisnasız uyguladığı metodu kullanıyor. Dolayısıyla bir tarafta özlerinde dürüstlük, kahramanlık ve doğruluk olan Türkler; diğer tarafta ise işi gücü kötülük olan Moğollar var. İşin bu kısmı filmin söylemindeki karakter noksanlığı sebebiyle göz ardı edilebiliyor. Zaten Karaoğlan filminin öyle büyük sıkıntıları var ki, işin bu yanı hiç mi hiç aklınıza gelmiyor.

Öncelikle filmi ilk saniyesinden itibaren ucuzlaştırmaya ve tüketmeye başlayan seslendirme çalışması filme pek izlenmeyen bir televizyon kanalı için çekilen ‘çöp’ hüviyetini kazandırıyor. Her kötü adamın kalın, iyi adamın ise ipek sesli olması artık hiç kullanılmayan bir karakter tahayyülü çizgisinden ilerliyor. Bu esnada zaten filmin bir senaryosunun olmaması sebebiyle hiçbir şekilde boyut kazanamayan karakterler eriyerek kayboluyorlar. Filmin ilk on dakikasından sonra ise ‘öykü noksanlığı’ nedeniyle öykü takibini zorlaştıran bir hengâme başlıyor.

Genel izleyiciye hitap etmek amacıyla gerçek hayattan olabildiğince uzaklarda seyreden görsellik teknik beceriksizlikler nedeniyle bir dil oluşturamıyor. Özellikle savaş koreografileri ve ses miksajları düpedüz gülünç bir atmosfer yaratıyorlar. Yönetmenin yarattığı karton doku, çizgiroman estetiğine hizmet etmek yerine icadından itibaren demode olan bir anlatı yaratıyor. Bunun neticesinde de Karaoğlan, ciddi olduğu anlarda güldürüyor; eğlenceli olduğu anlarda ise fazlasıyla hüzünlendiriyor.

Artık Türkiye Sineması’nın bir tür aşağılık kompleksi haline gelen ‘özel efektler’ mevzusu ise beklentisi olan seyircinin gözlerinden birkaç damla yaş getirebilir. Zira Karaoğlan filminin var olduğundan söz edilen bütçesinin tam olarak ne için harcandığı tamamen meçhul. İşin tuhaf ve daha kötü yanı ise filmi üreten ekibin bu türde herhangi bir film izleyip izlemediğinden şüphe duyuyor olmamız. Zira hem metinsel hem de teknik anlamda taş üstünde taş bırakmayan bir film yazımızın konusu.

Filmin akıl almaz oyuncu performansları içinse ayrı bir parantez açmak ve oyunculara geçmiş olsun dileklerimizi iletmek istiyoruz. Senaryosu olduğundan şüphe duyduğumuz bir filmde asla unutamayacakları bir tecrübe yaşadıklarını gözlemlemek pek de zor değil. Bu alanda özellikle öne çıkan Müge Boz’un ise kendi kariyeri için acilen doğru bir iş seçmesi gerekiyor.Kudret Sabancı’nın Türk zfilmlerine sayesinde yeni bir taş eklediği filmi sinemamızın ilk Karaoğlanlarının yanına dahi koyulamayacak kadar kötü. Daha kötü olan ise bu filmin preprodüksiyondan perdeye kadar olan macerasında kimsenin çıkıp da buna engel olmaması. (www.eksisinema.com)

JİNN (2013)

 

  Konu: Jînn, 17 yaşlarında, hayata katılmak için çıkışları zorlayan ve bu yolda karanlık ormanları cesurca aşmaya çalışan, sanki bir ‘Kırmızı Başlıklı Kız’dır.

Film, Jîn’in bilmediğimiz bir nedenle, dağdaki silahlı bir örgütten kaçmasıyla başlar. Hem kaçtığı örgüt elemanlarından, hem de kolluk kuvvetlerinden gizlenerek, dağlarda, ormanlarda yapayalnız günler ve geceler geçirir. Amacı bir büyük şehre, hayata, belki de hiç görüp bilmediği büyük dünyaların hayallerine ulaşmaktır.

Küçük ama dayanıklı vücudu, taze ama güçlü iradesiyle kendine doğanın ürkütücü karanlığı ve vahşiliğinde yer açmayı başarır. Çatışmaların ortasında kalır, üzerine açılan ateşlerden cesurca korunmayı bilir, korkar, üşür, karnını doyurur. Ona en büyük gücü ve teselliyi, belki benzer tehditler altında beraber saf tuttuğu hayvanlar verir. Bir bombardımandan korunmak için bir ayıyla bir ini paylaşır, bir geyikle dayanışır, yaralı bir eşeği tedavi eder, yumurtasını yediği bir vahşi kuşla anlaşır, bir vaşak tarafından teselli edilir, bir yılan tarafından uyarılır, bir at tarafından korunmaya çalışılır... Sonunda elde ettiği sivil giysilerle dağdan iner.

Ancak onun için ova dağdan daha tehlikeli, daha tehditkar ve daha can yakıcıdır. Ne kadar uğraşsa ve çırpınsa da gittikçe daralan çemberden çıkıp hayalini kurduğu yere(?) bir türlü varamaz. Küçük narin vücudu gibi kalbi de ağır yaralar almaya devam eder.

Büyük bir hayal kırıklığıyla dağlara, yalnızlığına geri döner. Doğanın içine, melankolik, uzanır. Yine bombaların ve kurşunların altında, devrilen ağaçların, parçalanan hayvanların arasına sıkışır. Artık isyanı çaresizliğe dönüşmüştür. Bu çıkışsız yolda, yaralı bedenini ve kalbini kucaklayacak, ağaçlar ve hayvanlardan başka kimsesi yoktur.

 
Jinn: Gerçeğe Değemeyen… Fatih Yazici 14 Mart 2013

Son olarak Kosmos‘da belirsiz bir yerden belirsiz bir zamanda belirsiz bir şeyden veya kimseden kaçarak şehre giren ve aynı şekilde şehirden kaçan meczup karakter Kosmos üzerinden aşk, isyan, hümanizm ve din keşmekeşini; üzerinden onca zaman geçmesine rağmen hâlâ hafızalarda tazeliğini koruyacak şekilde, enfes bir dille anlatan Reha Erdem, “sürecin” tam ortasına denk gelecek şekilde Jinn ile çıkageldi.

Her şeyden ve herkesten kaçmak zorunda olan” Jinn‘in sevmek, görmek, duymak, öğrenmek.. kısaca yaşamak için vahşi doğada geçirdiği yalnız gün ve geceleri, doğaya ve kendi yalnızlığına dönüşünü, hayata tutunmak için aradığı çıkış yollarını ve kaçış hayallerini TürkKürt çatışması ekseninde masalsı bir dokunuşla anlatmayı hedefleyen Erdem, gerçeklikten ayrıksı olduğu kadar gerçeğe ve hali hazırdaki bu “vahim” duruma bir o kadar da değen hikayesiyle, kendi filmografisinin belki de en sivri ama en kafası karışık yapımına imza atmış durumda.

Dağa/dağdan kaçış serüveni ve şehre gitme hayalleri ile iki ateş arasında sıkışıp kalan Jinn; şüphesiz, Reha Erdem‘in A Ay‘dan bu yana kafa karışıklığı ile beslediği, düşünsel ve eylemsel bakımdan sürekli olarak arafta bıraktığı karakterlerinin bir uzantısı. Fakat bu noktada, Reha Erdem‘in anlatı biçiminin alameti farikalarından biri olarak hikayesinin esas ve ayrıntılarını karakterleri üzerinden (yönetmenin bakış açısı, aynı zamanda karakterin de bakış açısıymışcasına) izleyiciye nakşetme ustalığı amacına ulaşmış hissi vermiyor. Zira Jinn karakteri sahneler ilerledikçe asıl noktadan uzakta isyanını göstermekte zayıf kalıyor. Sanki Jinn, iki ateş arasında kalmaktan ziyade bir yere ait olmaktansa hiçbir yere ait olmama fikrine ulaşamamanın hezeyanını duyuyor. Ve bu; filmin gerçeğe dokunan tarafına değinmek yerine sadece bakış atmayı tetikliyor.  Burada “Kosmos – Sermet Yeşil” bağıntısını vurgulamak Jinn’in izleyiciye ulaşamamasındaki sıkıntıyı anlatmakta referans olacaktır. Nitekim Reha Erdem; Kosmos karakteri için istediği gibi bir oyuncu, daha doğrusu kendisi ile izleyici arasındaki köprüyü kurabilecek oyuncuyu bulamamış olsaydı filmi çekmeyeceğini dile getirmişti.

İkinci yarısıyla birlikte yer yer Reha Erdem düsturuna bürünmeye başlayan Jinn, karakterin dağa çıkış ve dağdan kaçış sebepleriyle ilgilenmeyerek burada izleyiciyi de arafta bırakıyor. Bu sebeplerin ardında Jinn, dağdaki diğer Jinn‘lerin timsali olmaktan çok geçmişi münasebetiyle bu kaçışlara bulandığı izlenimi bırakıyor. Belki de filmin sürece dair katkı yapacak en önemli noktası olarak bu durum merak ediliyordu. Pekala bu Reha Erdem’in tarafgir olmak istememesi ile açıklanabilir. Tıpkı acıyı resmetmek istemeyişi ve gerçekten soyut bir şekilde modern bir kırmızı başlıklı kız metaforuna başvurmak isteyişi ile açıklanabileceği gibi. Ancak unutulmamalı ki; film, gerçeğe değen bunca metaforu bünyesinde barındırıyor, ve bunca gerçek öğe hikayeye yön veriyor. Burada Reha Erdem‘in silleyi gösterip vurmaması, haliyle filmin gösterimine dek oluşan beklenti ile ters düştü.

Hikayenin bu noktadaki kara deliğinin aksine “Kötü kurt” askerin gelişi ile beraber bozulan naturalliği ve gerilla kimliğini ardında bırakıp bir tarafı ait olma yolundan çıkıp önce “nefes alma” ve kadın olabilme yoluna indiği vakitlerde karşılaştığımız dünya tasviri ise filmin en değerli yanlarından biriydi. Zira, film bu anlarda en önemli sorusunu soruyordu.

İki ateş arasında sıkışıp kaldığı dağlar (yukarısı) mı, yoksa hayallerine ulaşmak için indiği yer (aşağısı) mi daha tehlikeli?“.

Öyle ki bu; herhangi bir kimliğe ve ırka sahip olmanın ötesinde, daha büyük ve önemli bir nokta. Fakat bu önemli noktaları devam ettirecek, amiyane tabirle filmi rahatlatacak sertliğin bir türlü nihayete ermemesi, üstüne filmin son çeyrek yarısına girilirken birkaç kez bitmişlik hissi yaratıp bitmemesi ve fabl’a dek uzanan son; Jinn‘in, gerçekten de Şarkı Söyleyen Kadınlar‘ın hemen öncesine yerleştirilmiş (sıkıştırılmış) olduğunu fazlasıyla hissettiriyor.

Jinn; Reha Erdem‘in önceki işlerine nazaran daha belirgin ve göz önünde bir dünya üzerinden şekil almasına rağmen fazla “dijital” kalarak, izleyicisini bu belirginlikten uzaklaştırıp flu bir dünyaya yönlendiriyor ve sürece yönelik Reha Erdem keskinliğinde bir derinlik ve diş sızlatacak bir olgu/kurgu bütünlüğü beklentisi karşısında yetersiz kalıyor. Diğer bir deyişle Jinn; “ölümü gösterip sıtmaya razı” ediyor.

İKİ KAFADAR CHİNESE CONNECTİON (2013)

         


Yönetmen Ömer Gökhan Erkut Senaryo Kaan Ertem Görüntü Yönetmeni Mehmet Başbaran Yapım Fida Film/ Zuma Film Genel Koordinatör: Emrehan Seyhan, Koray Somay, Kurgu: Aziz İmamoğlu, Yardımcı Yönetmen: Süleyman Mert Özdemir, Boom Operatörü: Şahin Atılkan

Oyuncular: İlker Aksum, Sinan Engin, Gökçe Özyol. Murat Akkoyunlu, Öykü Çelik, Settar Tanrıöğen, Ahmet Dursun, Pelin Öztekin, Orhan Aydın, Özlem Savaş, Bahadır Hakim,

Konu: Mahmutpaşa Pasajı’nda girdikleri her işi batıran iki kafadar son çare olarak tefeciden borç alırlar ve tablet işine girerler.

Fakat bu tabletler büyük dolandırıcıların GDO’lu mal sevkiyatlarında kullanılmaktadır. İki kafadar bu gerçeği öğrendiklerinde her şey için çok geç olacaktır. Gerçek bir kovalamacanın içine düşen ikilinin komik ve sürekli aksiyon dolu hikâyesi, aşkdostluk ve mafya üçgeninde birçok isimle kesişecektir.

 

İki Kafadar: Chinese Connection : Çek Bi’ Guy Ritchie! Salihcan Sezer 11 Ekim 2013

Büyük televizyon kanallarının gece yarısı kuşaklarından başlayıp, kendi adlarına kanal kuran dev kampanyalar, akıl almaz fiyatlara elektronik tabletler, mucize ilaçlar, cinsel performansı tavana vurduran özel mi özel karışımlar, 5 kavanozu 100 tl bal dereleri bir yanda; beri yanda Alex ‘elinde tweet’ olduğu için başkandan azar yiyor, janjanlı sosyal medyacılar dolgun maaşlara şirketleri halkla ilişkilendiriyor. Hafta boyunca sabahlara kadar tartışan futbol yorumcuları öyle popüler ki reytingi yüksek yarışma programları sunuyor, gişe filmlerine konuk olarak hasılatı bir tık arttırıyor. Boğazımıza kadar Çin malının ucuzuna ve kalitesizine boğulmuşuz. Mafyözler, yiyiciler, kenar mahalle bitirimleri, açıkgöz para babalarının pastayı paylaştığı işte bu acayip ortamdan doğmuş bir ilk film

İki Kafadar: Chinese Connection. Popüler kültürden üretilen, güncelden beslenen, ancak sıkça tekrarlandığından bayatlamış iyikötü karşıtlığı çizgisinden iz süren bir yerli suç komedisi.

Şov dünyasına taşıdıkları satış işinde yırtmaya, en azından ayakta kalmaya çalışan; görece saf ve özünde iyi iki ortağın giriştikleri tablet işi, televizyon ekranlarından gözüktüğü kadar kıyak değildir. Hong Kong’taki ucuzcu imalathanelerden ithal edildiğinden kolay bozulabilen bu çakma ipad’ler; iç piyasada pek tutmaz, tüketildiğinde ise müşterinin sinirlerini zıplatır. Müşteriler, ellerinde patlayan malların pazarlayıcıları Altan (İlker Aksum) ve Şükrü’yü (Gökçe Özyol) iade için sıkıştırır. İki arkadaşın başı, ticari atılımları için borçlandıkları Cabbar (Sinan Engin) nedeniyle de derttedir. Bir hafta mühlet verilen ikili borçlarını ödemezse, Cabbar’ın gazabıyla karşılaşacaktır. Yetmezmiş gibi tabletlerden birinin içerisine saklanan çok gizli ve değerli tohumlar üzerinden ikilinin farkında olmadığı bir takım tehlikeli ve alengirli pazarlıklar dönmektedir. Bu konuda da ihale yine ikiliye kalacaktır.

 

İzlerken kahramanlarını karmaşanın ve kötü adamların içine sokup, sağ salim çıkaracağı hissi uyandıran film bu açıdan basit çizgi filmlerin temel kurallarına riayet ediyor. Ayrıntılara takılmamızı ve derinlemesine düşünmemizi isterken, vaadi ise bir ‘suç ve ceza’ hikayesi içerisine yedirerek kotarmaya çalıştığı yoğun bir slapstick komedi. Peki elinden geleni yapıyor mu? Kesin bir kanaatte bulunmak doğru olmaz ama bazı gözlemleri paylaşmakta da yarar var. Sözgelimi Cabbar’ın yanında çalıştırdığı adamlarla ilgili fiziksel veya görsel/işitsel bir mizah denemesine girişilmesi pek anlaşılır değil. Komik olmaktansa tuhaf, hatta kötü hissettiren bu tercihin filme yarardan çok, zararı var. Hakeza 2013 yılında hala eşcinsellik üzerinden espri yapılmaya çalışılması hayrete ve özellikle yergiye değer. Ayrıca ille de aşk olsun diye ekleştirilmiş yersiz ve zorlama hikayenin ‘iler tutar yanı yok’. Altyapısı kurulmadığından inandırıcı olamayan; hızla başlayan, çabuk geçiştirilen ve küçük karelerle/sahnelerle adı konan ilişki ‘olmasa da olur’. Bitti mi, bitmedi elbet! Filmin aşırıya kaçan küfürlerinin rahatsız ediciliği yahut karakterlerin niteliğini afişe eden adsoy ad kombinasyonlarındaki vurgunun basitliğinden bahsedilebilir. Ancak ‘vur deyince öldürmeden’ güzel yahut olumlu şeylerin de altı çizilebilir. Filmin senaristi, yılların karikatüristi Kaan Ertem; Kolpaçino ve Kutsal Damacana serileri başta olmak üzere bir çok filmin yazım aşamasında yer aldığından, toplumsal davranışları baz alan anlık tespitler veya ince diyaloglarda fark yaratabiliyor. Mimarın(Murat Akkoyunlu), havuz yaptırılması için ağaçların kestirilmemesini istemesiyle de güncel siyasete üstü örtük bir dokundurma yapan Ertem; performans olarak aynı formülü izlediği eski senaryolarının biraz altında kalmış. Oyuncularda aksayan neredeyse hiç yok, hemen hepsi üzerlerine düşeni yapmışlar. Hatta samimiyetle belirtmeli ki; Sinan Engin filmin en dikkat çekici ve heyecan verici performansını sergilemiş.

Mahallede top oynarken, nasıl ki kendimizi zaman zaman Ronaldo’yla, Del Piero’yla özdeşleştiriyorsak, bu tarz filmleri (tahminen) çekenlerin ve (muhtemelen) izleyenlerin de Guy Ritchie yahut belki Tarantino özdeşleşmelerinden kaçınması daha uygun kanımca. Hatta haksızlık, vicdansızlık ve izansızlık olur hem sokaklardaki oyunumuza; hem de bu filmleri çekenler için ‘ama yine de’… Elinden gelebileceğinin en iyisini yapmadığını düşündüren İki Kafadar: Chinese Connection filminde maalesef tamamlanacak daha çok cümle, alınacak çok yol var.

 (www.eksisinema.com)

 

*İBLİSİN OĞLU 13. VAHŞET (2013)

 Yönetmen Emre Kaya Senaryo Fevzi Altunbulak , Zafer Kaya Müzik Vehbi Can Uyaroğlu Görüntü Yönetmeni Gökalp Yamen Yapım HFK Yapım/ Zafer Kaya Yetkili Yapımcı: Zafer Kaya, Ses Tasarım: Soner Koç,

Oyuncular: Fevzi Altunbulak (Wild), Burakhan Keyif (Berk), Merve Uçar Cangöz (Pelin), Erkan Karadeniz (Mahir), Yiğit Dören, Mehmet Topbaş, Emrah Elden (Selim), Çoşkun Kemer, Ömer Faruk Yıldırım , Kemal Özyakut (Sinan), Mustafa Kılınç Gazetecilik bölümünde son sınıfta okuyan bir arkadaş grubu, bitirme tezlerine k
onu olması amacıyla ilginç haberlere göz atmaktadırlar. Tam da aradıkları haberi bulurlar; sekiz dağcının esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolduğu olayı ve bu olayın arkasında yer aldığını düşündükleri, bir dağ evinde tek başına yaşayan Wild'ın hikayesini ele alacaklardır. Kameralar kayıda girdiğindeyse 13 sayısının laneti kendilerini bulacaktır.

Yönetmenliğin Emre Kaya'nın üstlendiği, senaryosunu ise Fevzi Altunbulak ve Zafer Kaya'nın yazdığı filmin çekimlerinin tamamı Ege bölgesinde gerçekleştirildi.

18 Ekim 2024 Cuma

HÜKÜMET KADIN (2013)

 

 Senaryo ve Yönetmen Sermiyan Midyat Müzik Cem Yıldız Görüntü Yönetmeni Hayk Kirakosyan Yapımcı Necati Akpınar Sanat Yönetmeni: Kaan Kaşıkır Dekor Tasarım : Kurtuluş Turgay, 2. Yönetmen Yardımcısı: Silva Delioğlu, Steadicam Operatörü: Akın Çakır

Oyuncular: Demet Akbağ, Sermiyan Midyat, Ercan Kesal, Bülent Çolak, Cezmi Baskın ;Mahir İpek, Rıza Akın, Haki Biçici, Ahmet Sarsılmaz, Doğukan Polat, Bahadır Efe, Ayberk Atilla, İpek Bilgin, Aziz Sarvan, Olgun Toker, Burcu Gönder, Gülhan Tekin, Renan Bilek, Kemal Uçar, Resul Kenru, Orçun Kaptan, Sarp Aydınoğlu, Nazmi Kirik, İpek Elban, Dilek Yorulmaz, Muhittin Oymakçıer

 Konu: 8 Çocuklu Midyatlı sıradan bir kadın olan Xate'nin komşularından tek farkı, kocasının Midyat Belediye Başkanı olmasıydı. Birgün, başına gelenler onun da Midyatlılar'ın da hayatını değiştirdi! Okuma yazması olmayan Xate Midyat Belediye Başkanı oldu! Mutfak işlerine girişir gibi giriştiği devlet işlerinde çocuklarının kendi aralarındaki çocukça rekabeti Midyat halkına kahkahalar attıran maceralara neden oldu. Ama hiçbir şey Xate'yi yolundan döndürmedi.

Hükümet gibi kadın Xate, işleri elinin hamuru ile çözmenin yolunu her seferinde buldu. Midyat'ta henüz kimse farkında olmasa da sadece onun için değil tüm ülke için hayat eskisi gibi değildi aslında. Ama en azından Midyat’ın değişimine giden yol, kahkahalarla doluydu!.

 
Bir Koltukta Kırk Karpuz  (Güzin Tekeş 01 Şubat 2013)

Türkiye’de 12 Eylül sonrası yetişen her çocuk “sakın politikaya bulaşma”, “aman siyasetten uzak dur” cümleleri zihnine kazınarak büyüdüğünden olsa gerek, politik mizah dendiğinde akla fazla suya sabuna bulaşmadan, derdini şakayla karışık anlatmaya çalışan ve pek de sivri dilli olmayan bir mizah anlayışı gelir oldu. Genç kuşak sinema izleyicisinin ülkede olup bitenlerden pek fazla haberi olmadan büyüdüğü bir iklimde, işini siyasi iktidarla fazla çatışmaya girmeden yapmak tabii sinemacıların da işine geldi. Hal böyle olunca da birkaç yılda bir beyazperdede BKM yapımı eğlencelik filmler izler olduk. Ancak bu tutmuş formül ne yazık ki her zaman başarılı sonuç vermiyor. Hele de önümüzde hafızalarına yer etmiş, söylemeye çalıştıkları kadar mizahı ve görselliğiyle de yaptığı işin hakkını veren bir “Vizontele” örneği olunca, ardıllarının işi zorlaşıyor. İşte yönetmenliğini Sermiyan Midyat’ın yaptığı “Hükümet Kadın” bu zincirin “Ay Lav Yu” ile beraber en zayıf halkası.

Yönetmenin, babaannesinin hikayesinden esinlenerek yazdığı film, halk tarafından sevilen ve tek derdi beldeye su getirmek olan sekiz çocuklu Midyat Belediye Reisi Aziz Veysel’in talihsiz bir kaza ile hayatını kaybetmesinin ardından, onun misyonunu üstlenen karısının, yani Midyat’ın ilk kadın belediye başkanı Xate’nin hikayesini anlatıyor. Okuması yazması bile olmayan, kendi halinde bir ev kadını olan Xate, gerektiğinde hem çocuklarını hem de belde halkını karşısına alarak kolları sıvıyor ve beldeye su getirmek için amansız bir mücadeleye girişiyor. Tabii bu arada kendi çıkarlarının peşinde olan ahali de boş durmuyor.

Sermiyan Midyat, “Hükümet Kadın”da, “Ay Lav Yu”daki gibi gene hem yazıyor, hem yönetiyor, hem de oynuyor. Yönetmenin bu bir koltuğa kırk karpuz sığdırma sevdası filmin söylemine de aynen yansıyor. Hazır film çekiyoruz ne derdimiz varsa bir avazda anlatalım mantığı yapılan işin son sürat duvara toslamasına yol açıyor. Filmde baştan sona bir kakafoni hüküm sürerken, inanç özgürlüğünden dem vurarak başlayan didaktik anlatım, 67 Eylül olaylarına da hafifçe dokunan, “siyah olmazsa beyazın ne kıymeti var” söyleviyle devam ediyor. Yönetmen hızını almışken hem çocuk gelinlerden bahsediyor hem anadil probleminden… Gel gelelim doğru kurulamamış dramatik yapı, verilmek istenen bütün mesajları kenar süsü gibi boynu bükük bırakıyor. Dramatik yapının zayıflığı, üzerine bir de kötü mizah eklenince, iyice göze batıyor. Israrla tekrarlanan boru döşeme esprisi, anlatıla anlatıla eskimiş Karl Marx fıkrası, kapitalizmsosyalizm kıyaslamasının yanı sıra anca çocukları güldüren kelime oyunları izleyicinin damağında paslı bir tat bırakıyor. O kadar ki, Demet Akbağ’ın “Vizontele”nin Siti Ana’sından aşina olduğumuz performansı bile filmi kurtarmaya yetmiyor.

Diğer yandan tüm olumsuzluklara rağmen film belli bir dinamiği korumayı başarıyor ve sonuna kadar sıkmadan kendini izletiyor. Bu noktada Sermiyan Midyat’ın oyuncu olarak hakkını vermek gerek. Her ne kadar olan bitene pek müdahale etmeden, kenardan sırasının gelmesini bekleyen kötü adam karakteri filmin bütünü içinde yetersiz kalıyorsa da Midyat üstüne aldığı filmin kötü adamı rolünün altından ustalıkla kalkıyor. Hal böyle olunca da filmden geriye acaba Sermiyan Midyat kendine bu kadar yüklenmeyip, senaristliği ve yönetmenliği ehil ellere bıraksa olamaz mıymış sorusu kalıyor… (www.eksisinema.com)

 

HİTİTYA: MADALYONUN SIRRI (2013)

 

 Yönetmen Cengiz Deveci, Ulaş Cihan Şimşek Görüntü Yönetmeni Mirsat Herovic Yapım Berkan Zincidi, Cengiz Deveci Sanat Yönetmeni: Koray Fındıkçıoğlu, Nilüfer Deveci, Dekor Tasarım: Koray Fındıkçıoğlu, Yapım Ekibi: Erkan Gültekin, Erkan Gültekin, Uygulayıcı Yapımcı: Aydoğan Gündoğdu, Yapım Asistanı: Arzu Oran, Yönetmen Yardımcısı: Engin Denizhan, Set Fotoğrafları: Yasemin Yiğit, Dekor Şefi: Yalçın Alagöz, Cast Direktörü: Aslı Deniz, Yaprak Bayraktar, Prodüksiyon Amiri: Şevket Pamir, Süpervizör: İbrahim Asutay

Oyuncular: Bruno Eyron, Emir Berke Zincidi (Alaz), Uğurkan Erez, Avni Yalçın, Gürkan Uygun (Zebab), Serra Yılmaz, Nehir Çağla (Nehir), Egemen Zincidi (Yaman), Ebru Cündübeyoğlu, Mustafa Büyükçolak (Asker), Araz Alem (Famian), Türkiye'nin ilk fantastik çocuk filmi Hititya: Madalyonun Sırrı, Şubat ayında vizyona girecek. Başrollerini Emir Berke Zincidi, Nehir Çağla ve Egemen Zincidi gibi çocuk oyuncuların paylaştığı filmde, arkeolog bir babanın ve özel güçlere sahip bir annenin çocukları olan Alaz, Nehir ve Yaman'ın; paralel bir evren olan Hititya'ya geçerek özel güçlere sahip olmaları ve annelerine kavuşmak için kötülükler dünyasının efendisiyle savaşmaları anlatılıyor.

HİLE YOLU (2013)

 

 Senaryo ve Yönetmen Ersin Kana Müzik Murat Başaran Görüntü Yönetmeni Mehmet Zengin Yapım Pancard Film/ Hakan Alak, Hüseyin Türkan Kurgu: Umut Şen, Sanat Yönetmeni : Özlem Baş, Uygulayıcı Yapımcı: Ömer Tunar, Yapım Sorumlusu: Birten Kılıç, Zafer Aykaç, Yardımcı Yönetmen: Yasemin Çağan Boğalıoğlu, Negatif Kayıt: Çağlar Özlek, Işık Şefi: Ersin Aldemir, Ses Tasarım: Tayfun Çolakoğlu


Oyuncular: Ozan Bilen (Korhan), Serkan Yakan (Murat), Halil İbrahim Aras (Kofik), Özgül Koşar (Ceren), Mazlum Kiper (Paşa), Ali Savaşçı (Şeyhmuz), Serap Matyaş, Murat Şen, İsmail Yıldız, İsmail Yıldız, Ersin Umut Güler, Yeşim Dalgıçer


Yapımcılığını Hakan Alak'ın üstlendiği film, Agos Gazetesi kurucusu Hrant Dink'in cinayetine (19 Ocak 2007) odaklanıyor. Asıl katil/katillerin yer aldığı ama silindiği söylenen güvenlik kamerası kayıtlarında ne olduğu fikrinden yola çıkıyor, .cinayetin 2 yıl sonrasından başlattığı hikayeyi katillerin ağzından anlatıyor.

 

KUKLALARIN EFENDİSİ (Kaan Karsan 23 Nisan 2013)

Türkiye Sineması’nda ‘yakın tarih’in genelde uzaklaşması beklenir ki üzerine rahatça film çekilebilsin… Mevcut politik sıkıntılar, otoriter bir tavırla gizliden gizliye baskılanır ve su yüzüne çıkarılmaz. Bu nedenle ulu orta vuku bulan sürü psikolojisi terörü bile gündemden dışlanabilir. Zaten bu sebeple halen ‘Sivas Katliamı’ üzerine çekilmiş cesur bir filmimiz yoktur. Derin devlet pencerelerden el sallarken, algılarımız bunu görmezden gelmek ya da ileri bir tarihe ötelemek durumunda kalır. Çünkü biliriz ki, çatlak sesler düzene güdümlenen toplumlarda pek sevilmezler. Bu hafta vizyonda boy gösteren Hile Yolu, pek yapılmayan bir şey yapıyor ve altı boş bırakılan Hrant Dink suikastına bir fon çiziyor. Bu acı bu kadar tazeyken de mutlaka mercek altına alınmayı hak ediyor.

Hile Yolu, Hrant Dink’in katline sebebiyet veren organize, beyni yıkanmış ve hedefe kilitli öldürme güdüsünün peşine takılıyor temelde. Odağına ise tam olarak ne için ve kim için çalıştığını bilmeyen, toplumu kuş bakışı kontrol eden bir sistem tarafından kuklalaştırılan ve ‘The Manchurian Candidate’ misali insani duygularından arındırılan birkaç tetikçiyi alıyor. Bu kişiler ve yaşamak üzere oldukları tecrübeler üzerinden gerilimli bir çatı kurarak pragmatist ve faşist düzeni sabitlemeye çalışan derin sistematiği deşiyor; Hrant Dink’in ölümüne sebebiyet veren dünya görüşünün hangi çarkın içerisinde savrulduğundan bahsediyor. Tam anlamıyla Türk olmanın beş ya da daha çok gayrıresmi şartı var gibi. Bu şartlar, köhnemiş bir eğitim sisteminin ve kültürlerarası bir dehlizde ayyuka çıkan aidiyet sorunlarının bir mahsulü. Hile Yolu’nda aidiyet problemleri nedeniyle büsbütün ait olmayı arzulayan birkaç adam var. ‘Kafatasçı zihniyet’ olarak tabir edilen ve bir anlamda Türkiye gerçeklerini görselleyen bu algı yaşanmış ve yaşanması olası birçok sosyal katliamın müstakbel doğurganı. Mevzubahis filmimiz de bu olguyu irdelemek amacıyla yola koyuluyor.

Filmin sorduğu soru aslında oldukça basit: “Hrant Dink öldürüldükten sonra basından saklanan, silinen görüntülerde ne vardı?”. Filmin gerçeğe dirsek temasındaki öyküsel kurgusu da bu soruya muhtemel bir cevap vermenin derdinde. İç içe geçmiş onlarca kavramdan mafya, devlet, din ve milliyetçilik başta olmak üzere birçoğunu hiyerarşik bir piramit düzeninde konumlandıran Hile Yolu, asıl amacının ne olduğunu samimi bir şekilde hissettiriyor. Lakin eli mecbur bir şekilde duygusal olarak derinleştirdiği karakterlerle ve bu karakterlerle ‘duygudaşlık’ kurdurma yöntemleriyle hedefinden saptığını söylemek de çok yanlış olmayacaktır.

Hile Yolu, filmin tamamında odakta olacak başkarakterlerini dakikadan dakikaya zavallılaştırıyor. İşin bu yönünde bir sıkıntı yok. Zira bu karakterler, ‘politik olarak doğru’ nitelemesinin yanına yaklaşamıyor olsalar dahi zavallılar. O kadar zavallılar ki, tüm bu olan bitenin içerisinde gözlemlediklerinden ders çıkarma yetileri bile yok. O zavallılar, yalnızca bir üst kata ulaşmak için kullanılan bir basamak hüviyetindeler. Sıkıntı ise ‘zavallı’ hallerinin film tarafından son derece vasat hamlelerle duygusal hale getirilmesi… Hiç şüphe yok ki karakterlere uzantılanan ailevi bağlar başta olmak üzere buna benzer birçok hamle, aslında karakteri derinleştirilmek için kullanılan ve klasik film gramerinin çok kullanımlık bir ürünü olan bir metot. Bu metot, Hile Yolu’nun baştan sona çürük olan bir merdivenin ilk basamaklarını doğru tahlil edememesine ve ele aldığı problemi hiyerarşik düzenin en tepesine yerleştirmesine sebebiyet veriyor. Hâlbuki bu büyük sorun, parça parça değil; daha bütüncül bir şekilde incelenmeyi hak ediyor.

Tüm bu metinsel sıkıntıların yanında filmin ‘ajan formülü’ mayasının da tutmadığı aşikâr. Aslında ortada sarkmalarına rağmen fena yazılmamış bir senaryo var; ancak bu senaryonun perdeye taşınması aşamasında büyük problemler ortaya çıkmış gibi görünüyor. Hile Yolu, süresi boyunca ‘gerilimli’ bir filmmiş gibi yapıyor. Gelin görün ki teorik olarak sahip olduğu gerilimi bir türlü pratiğe dökemiyor ve bu da filmin teknik yönünün, duygusal yönünü zedelemesine yol açıyor.

Hile Yolu, katiyen iyi bir film değil. İyi bir film olmamasının çok fazla sebebi var. Bu sebepler de teknik ve öyküsel olarak ikiye ayrılıp uzun uzadıya incelenebilir. Öte yandan film, yakın tarihe kafa yoruyor oluşuyla belli ölçüde saygıyı hak ediyor. Her ne kadar ‘kafa yorarken’ yanlış sularda yüzmenin eşiğine geliyor olsa da…(www.eksisinema.com)

HAYAT BOYU (2013)

 

Senaryo ve Yönetmen Aslı Özge Görüntü Yönetmeni Emre Erkmen Yapımcı Nadir Öperli Ortak Yapımcı : Bero Beyer, Mete Gümürhan, Soysal Demir, Enis Köstepen, Töre Karahan, Kurgu: Aslı Özge

Oyuncular: Defne Halman (Eda), Hakan Çimenser (Can), Defne Halman Gizem Akman (Nil), Onur Dikmen (Tan), Süreyya Güzel (Ahu), Haktan Pak (Efe), Sinem Öcalır (Ani), Canan Öztürk (Gül), Cuneyt Cebenoyan (Ali),

Konu: İlk filmi Köprüdekiler ile İstanbul, Adana ve Ankara Film Festivalleri´nde en iyi film ödüllerini alan Aslı Özge´nin yeni filmi Hayatboyu, dünya prömiyerini 63. Berlin Film Festivali´nde yaptı. Film, sorunlarının çözümü ayrılık olabilecekken birbirlerinden kopamamanın duygusal sıkışıklığını yaşayan evli bir çiftin hikâyesini anlatıyor. Filmin izlediği Ela saygın bir sanatçı, Can ise başarılı bir mimar. İstanbul´un en seçkin semtlerinden birinde, mimari tasarımını Can´ın yaptığı, bir evi paylaşmaktalar. İlişkilerindeki tutku çoklukla sönmüş olsa da karşılıklı saygı ve ilgi, beraberliklerinin sürmesini sağlıyor. Ta ki Ela bir gün Can´ın bir telefon konuşmasına kulak misafiri oluncaya dek... "İnsanlar mutsuzluklarına rağmen yaşamlarının mevcut halinin o kadar da kötü olmadığına kendilerini inan

 Ödüller 32. İstanbul Film Festivali2013

►En İyi yönetmen “Aslı Özge”

►En iyi görüntü yönetmeni “Emre Erkmen”

Evlilik – Çökerse Altındaki İnsanı Ezecek Kadar Ağır Bir Şey!

Aslı Özge ilk filmi “Köprüdekiler”de, taşınma, tayin olma, hayatının aşkını bulma, karnını doyurma gibi beklentileri ile çaresizlik ve umutsuzluk arasında sıkışıp kalmış kişilerin gerçek hikayelerini anlatıyordu bize. Neredeyse her kare, onların çıkışsızlıklarını hissettirmek üzere tasarlanmıştı. Kapı aralıklarında, dar yolların veya koridorların ortasında konumlandırılan karakterler, hep bir değişim ve hareket peşinde olmalarına rağmen, sanki bu mekanların, şehrin, ülkenin görünmeyen ipleri onların elini kolunu bağlamaktaydı.

“Köprüdekiler”den farklı olarak, üst sınıftan, orta yaşlı karakterleri ele alsa da “Hayatboyu” da aynı şekilde bu sıkışma hissiyatına odaklanıyor. Ela ve Can, kızlarını büyütmüş, ilk sahnedeki sevişmenin niteliğinden anladığımız kadarıyla ilişkileri rutine teslim olmuş bir çift. İzleyici olarak bizler onların kusursuzca tasarlanmış evlerini dışardan izlerken, bir kafesin içine hapsolmuş iki ruhun hallerine tanıklık ediyor gibiyiz. Tam da bir güncel sanatçı ve mimarın birlikteliğine uygun bir ev bu; bilenmiş zevkleri yansıtan her ayrıntısının üzerinde durulmuş, özgün bir tasarıma sahip. O kadar kusursuz ve hesaplı ki, adeta yaşamıyor. Ece ve Can’ın ilişkisi gibi, spontanlığa yer bırakmayan, dönüşme ihtimali olmayan, ölü bir yapı. Çiftin birliktelikleri de aynı evleri gibi iyi sunulmuş bir proje, ancak içinde bir yaşam belirtisi yok. Daha çok dışarıya karşı bir mükemmellik tablosu çizme motivasyonuyla sürdürülen, alışkanlıkların bir sonraki anı belirlediği bir hayata sahipler. Sonra beklenmedik bir şey oluyor ve Ela, Can’ın aralarındaki anlaşmayı bozduğunu, kendisini aldattığını öğreniyor.

“Hayatboyu” evliliği içinden çıkılması zor bir kurum olarak ele alırken esas olarak Ela’nın bakış açısına, onun ruhsal hallerine yoğunlaşıyor. Belki biraz entelektüelliğin ve öğrenilmiş medeni olma baskısının getirdiği ketumlukla, bu ilişkide tüm hissedilenler bastırılmakta. Kocasının ihanetini öğrendiğinde ona bağırıp çağırmak, onunla bu konuda yüzleşmek ya da bu üzüntüsünü bir arkadaşıyla paylaşmak yerine, bir şey olmamış gibi davranmayı tercih ediyor Ela. Tabii duyguları yok etmek mümkün değil; küçük sakarlıklar, yükselen tansiyonlar, huzursuz kıkırdamalar olarak çıkıyor bunlar Ela’nın vücudundan.

Filmin atmosferine de baştan sona bu gerginlik, pusuda bekleyen, her an patlamaya hazır bir halin varlığı hakim. Seyirciyi duygusal olarak manipüle etmeyen, hatta en ufak bir duygusal kıpırtı uyandırmayan, mesafeli bir anlatım tercih edilse de, boğulma hissi illa ki izleyene eşlik ediyor film boyu. En geniş, beyaz, ferah mekanlardaki sahnelerde bile kadraj içindeki kolonlar, pervazlar, tırabzanlar karakterleri sıkıştırıyor.

Pasif agresif bir tavırla içinde biriktirdiği hıncı, yarattığı eserle ortaya koyuyor Ela: Bir vincin ucunda asılı, dev bir kaya parçası. Bunun korkutucu bulunmasından müthiş bir zevk alıyor. Düşerse altındaki insanı ezecek kadar “ağır bir şey olmalı” derken, değiştiremediği hayatı için kendine, hissiz ve tepkisiz bir robot gibi hayatına devam ettiği için de kocasına duyduğu kızgınlığı gözlemlemek mümkün. “Aşk”ta karısının yüzüne yastık bastıran Haneke karakteri Ela’ya çok da uzak değil. Yeniden yaşadığını hissedebilmek için kara çıplak ayakla basması gereken, yalnızlık hissini yenebilmek için kocasından bir tepki kırıntısı bekleyen Ela’nın yaşadığı çalkantıları, duygu dalgalanmalarını minimum diyalogla yansıtması gereken Defne Halman’a ciddi bir iş düşüyor. En büyük yardımcısı ise steril atmosferleriyle Ela’nın iç yolculuğuna ayna olan mekanlar. Çiftin hayatlarında yaşadığı depremi, gerçek bir deprem teste tabi tuttuğunda kısa süreliğine Can’a odaklanıyor film. Fakat o noktaya kadar sadece suskunluğu ve mesafeliliğine tanık olduğumuz, yalnızca Ela’nın gözünden tanıdığımız bu karakterin içine bu denli kısa sürede girmek ve derinlerde yaşadıklarını idrak etmek çok da mümkün olmuyor.

Çalıştığı galeriyle ilgili memnuniyetsizliğini sinirle anlatan Ela’ya kızı rahatlıkla, “Çık o zaman o galeriden” diyor. “Çok mu alternatif var” diye cevap veriyor Ela da. O güne dek tuğlaları tek tek üst üste koyarak inşa ettiği hayatını yıkıp, yeniden inşa etme ihtimali ona fazlasıyla korkutucu geliyor. Arabayla, uçakla çıkılan onca yolculuğa, otogarda, havalanında geçen onca sahneye rağmen, bu filmin karakterleri henüz hiçbir yere gidemiyorlar. Daha doğrusu, Ela taşınma fikriyle ev aradığında bile gidebildiği en uzak yer, Can’la evlerinin mutfak ışığının açık olduğunu görebildiği mesafede. İnsanların bir toz bulutu içinde el yordamıyla yol adıkları bir atmosfer yarattığı son eserinde anlatmaya çalıştığı gibi, nereye gittiğini bilemeden, yalnızlık ve kaybolmuşluk hissiyle ilerlemeye çalışıyor Ela. Burcu Aykar (www.eksisinema.com)