Yönetmen: Burak Cem Arlıel, Senaryo: Atilla Ünsal, Nil Ünsal, Görüntü Yönetmeni: Feza Çaldıran, Yapım: Avni Özgürel
Oyuncular: Sadık Turan, Murat
Yıldırım, Maria Koseckhi, Selma Ergeç, Baki Davrak, Bülent Alkış, Ali Barkın,
Burç Kümbetlioğlu, Joshy Peters
Konu: Film, İkinci Dünya
Savaşı’nda Kırım Türkleri’ni kurtarmak isteyen bir askerin yaşadıklarını konu
edinir. Sadık Turan, Kırımlı bir Türk’tür. Kırım, Sovyetler Birliği’ne
bağlıdır. İkinci Dünya Savaşı başlayınca Sadık, Kızıl Ordu’da asker olarak
görev alır. Ancak savaş sırasında Almanlar tarafından esir alınır ve bir kampa
gönderilir. Almanca bildiği için kampta komutanların dikkatini çeker ve bir
komutanın emir eri olarak çalışmaya başlar. Almanlar Kırımlı esirlerden bir
ordu kurup Sovyetler’e karşı savaşmak istemektedir. Sadık bu orduda teğmen
olarak görev alsa da bunun bir yalan olduğunu fark eder. Bunun üzerine genç
adam Kırım Türkleri’nin özgürlükleri için mücadele etmeye başlar. (Celil Civan
- TSA)
& Film tren sahnesiyle başlıyor. Kırım deyince tren, tren deyince Kırım
aklıma geliyor benim. 18 Mayıs 1944′ de Stalin’in emriyle hayvan vagonlarına
konulup canice yurtlarından sürgün edilen Kırımlıların hiç duymamama rağmen
unutamadığım sesleri geliyor kulağıma. İçerdiği demir, buhar, düzen, soğuk
renkler, ayrılık yavaşlık imgeleri ile savaşın sembolü tren. Bir trende aşık
oluyor Sadık Maria’ya. Trenin yavaşlığına soğukluğuna düzenine, kıpır
kıpırlığıyla sıcaklığıyla düzensizliğiyle öyle zıt ki aşk! Gerek Sadık ve Maria
gerek tren ve aşk arasındaki bu zıtlıklar harmonisi ise aşk kadar güzel.
Trende anlatıyor Sadık hikayesini. Dil Almanca’dan Türkçe’ye
dönüyor. Kızıl ordu için savaşırken esir düşüp esir kampına götürülüyor Sadık.
Orada çekilen türlü eziyetten sonra tam vurulmak üzereyken bir Alman komutanın
dikkatini çekiyor. Önce komutanın emir eri yapılan Sadık, Almanlar Kırımlılardan
bir birlik oluşturup bu birliği Kızıl Orduya karşı kullanmaya karar verince,
teğmen olarak bu birliğin başına getiriliyor. Savaşı kazanırlarsa Kırım’ın
bağımsız olacağını vaat ediyor Almanya Kırımlı birliğe. Kollarında “damga”lı
arma, yüreklerinde Kırım sevdası sırtlarında bu kez Alman üniforması Kızıl
Ordu’ya karşı savaşan Kırımlılar yine bir tuzağa düştüklerini fark ettiklerinde
bu kez sadece kendileri için savaşmaya karar veriyorlar. Fakat bu bağımsızlık
sevdası fazla uzun sürmüyor. Kısa süren ve ölümle sonuçlanan bu “bağımsızlık”
isteği 26 Aralık 1917 tarihinde kurulup 23 Şubat 1918′te Bolşevikler tarafından
yıkılan bir yıllık Kırım Halk Cumhuriyet’ine bir gönderme olarak yorumlanabilir.
Ya da bağımsızlığa ancak ölüm ile kavuşulması, beden içerisinde çeşitli acılar
gören ruhun ölünce bedenden kurtulması
fikri, asıl bağımsızlığın ölüm olduğu yönünde bir yorumlama ortaya
çıkarabilir.
Filmin hikayesi yazımın başında bahsettiğim gibi Cengiz Dağcı’nın
Korkunç yıllar romanından esinlenerek oluşturulmuş. Filmin genelinin kitaptan
bağımsız oluşu “esinlenme” sözcüğüyle izah edilebilir ancak, filmin tanıtımında
Cengiz Dağcı ismine bu kadar yer verildikten sonra kitaptan bu kadar
uzaklaşılmasını doğru bulmadığımı belirtmeliyim.
Filmi, Filmelestirisi.com kriterlerine göre değerlendirecek
olursak, görsel yapı kısmında, kullanılan dekorun, renklerin ışık kullanımının
savaşın o soğuk yüzünü anlatan hikayeye oldukça uygun olduğunu, savaş
sahneleri, ses ve müzik kısmında ise son dönem Türk sinemasının en başarılı
örneklerinden biriyle karşı karşıya olduğumuzu gönül rahatlığıyla
söyleyebilirim.
Oyunculuklara baktığımızda, başrol oyuncuları Murat Yıldırım ve
Sema Ergeç’in özellikle yabancı dil performanslarıyla göz doldurduğunu görüyoruz.
Fakat filmin oyunculuk yönünden bana göre en başarılı ismi Alman Subayı Bauer
rolündeki Baki Davrak, ayakta alkışlanacak bir performans sergiliyor.
Senaryo yer yer sürükleyicilikten uzaklaşsa ve çok katmanlı
okumaya imkan vermese de konu ve özellikle tempo açısından oldukça başarılı.
Gelelim
olumsuz yönlere;
Film boyunca Kırımlı karakterler tarafından kullanılan dilin
İstanbul Türkçesi olması filmin bana göre en büyük eksisi. Almanların Almanca Rusların Rusça konuştuğu
Kırımlıları anlatan bir filmde, okul baskını sahnesinde tahtada görülen bir kaç
kelime dışında Kırım Tatarca hiç bir söz duymamamıza ve Kırımlı bütün
karakterlerin dublaj Türkçesi konuşmasına anlam vermek mümkün değil.
Kırımlıların Ruslar tarafından yıllar boyunca yok edilmeye çalışıldığı argümanı
-okul baskını sırasında, alfabe değişiklik emrine karşı gelen çocuğa zorla
minarenin yıkımının izlettirilmesi gibi örneklerle- konu edilirken,
Kırımlıların dilleri Kırım Tatarca’ya yer verilmemesinin hiç bir mazereti
olamaz.
Bunun yanında kitapta önemli bir yere sahip olan Süleyman
karakterinden filmde hiç bahsedilmemesi, derinleşemeyen ve konuya hayati bir
katkıda bulunmayan karakterler filmin diğer eksi yanı. Velhasıl kelam, yukarıda
belirtilen tarihi ve edebi eksiklikler, Kırımlı filminin Türk savaş sinemasının
izlemeye ve üzerinde düşünmeye değer bir örneği olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Ancak bizlere özellikle savaş filmi üretiminde görsellik kadar tarih ve
edebiyat üzerine de düşünülmesi gerektiğini gösteriyor. (Burak Cem Arlıer)