Powered By Blogger

31 Mart 2020 Salı

SARHOŞ (1986)


Yönetmen: İbrahim Tatlıses
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Görüntü Yönetmeni: Kaya Ererez
Müzik: Cahit Berkay
Yapım: Varlık Film/Lokman Kondakçı

Oyuncular: İbrahim Tatlıses, Sevtap Perman, Hüseyin Peyda, Diler Saraç, Mine Çayıroğlu, Behiye Eraksoy, Arzu Aytun, Erdinç Akbaş,

Konu: Konu: Film, bir iftira nedeniyle hayatı değişen bir adamın öyküsünü konu alır. Bir gece kulübünde şarkıcılık yapan Ayşe bir gece tecavüze uğrar. Olay gecesi bir hastanede tedavi altına alınan Ayşe, tehdit mesajları almaya başlar. Korkuya kapılan Ayşe, kendisine tecavüze edeni tanımasına rağmen durumu polise açıklayamaz. Ancak suçu üzerine yıkabileceği birilerine de ihtiyacı vardır. Bu nedenle, şüpheli olarak tutuklanan taksi şoförü Hasan’ı kurban olarak seçer. Bununla birlikte yargılama sürecinde Ayşe vicdan azabı çeker. Sonuçta verdiği ifadeyi değiştirerek Hasan’ın salıverilmesini sağlar. Ancak üzerine atılan iftira nedeniyle Hasan’ın hayatı geri dönülmez şekilde değişecektir. (Hasan Sakın)

PRENSES (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Sinan Çetin
Kamera: Aytekin Çakmakçı
Müzik: Grup Mihenk
Kurgu: Sedat Karadeniz
Yapım: Ömür Film/Mahmut Hekimoğlu

Oyuncular: Serpil Çakmakiı, Tunç Okan, Mahmut Hekimoğlu, Mehmet Esen, Mustafa Alabora, Talat Bulut, Güzin Doğan, Mehmet Esen, Haluk Yüce

Konu: Tarık, 12 Eylül öncesi adı anarşiye karışmış sol örgüt üyelerinden biridir. Ve yeni bir görev nedeniyle sevgilisi Nevres'le (Serpil Çakmaklı) İskenderun'dan kalkıp İstanbul'a gelirler. Nevres, sevgilisi Tarık'la (Tunç Okan) gizlice yuvalandıkları evin altında oturan fotoğrafçı bir gençle tanışır. Ve fotoğrafçı Selim'le (Mahmut Hekimoğlu) giderek aralarında bir dostluk bağı kurulur. Bu ara Tarık, Nevres'i bağımlı olduğu örgütün içine sokar. O da görev alacaktır. Ne var ki örgüt üyeleri bir kadının bu işe girmesine sürekli karşı çıkarlar. Çünkü Nevres'in kişiliğinden kuşkuludurlar. Ama sonunda Tarık, Nevres'i örgüte kabul ettirebilmeyi başarır. Oysa, ideolojik düşünceye karşı olup ve yalnızca insanlara sevecenlikle yaklaşmayı amaçlayan Nevres'le, fotoğrafçı Selim arasındaki dostluk ilişkisi platonik bir aşk tutkusuna dönüşecek ve birlikte kaçmayı düşleyeceklerdir.

"Prenses"le birlikte 12 Eylülle ve onun toplumumuza getirip götürdükleriyle ilişkili dördüncü film gösterime çıkmış oluyor. "Prensesin, "Sen Türkülerini Söyle" ve "Ses"e kıyastı daha İlginç bir yanı var. O da bu filmin ilk ikisine kıyasla daha somut şeyler göstermesi ve daha somut bir bildiri vermesi. Bu, oldukça önemli... "Prenses", alabildiğine edebi, "kitabi" bir senaryo biçiminde başlıyor. İnsanı ürkütecek kadar!.. Ama bir süre sonra, hem değil mî?) görüntü (veya sinema dili) ön plana geçiyor, hem de bu oldukça süslü iç monologa alışıyorsunuz. Devrimci" bir grubun militanlarından olan ve onu sürekli siyaset, ideoloji, eylem, örgüt konularında eğitmeye çalışan sevgilisi Tarık aracılığıyla örgüte giriyor, hatta ilk eylemlerinde en önemli işi yükleniyorken, bir rastlantıyla tanıştığı uçarı, genç fotoğrafçı Selim de kadına aşık oluyor. Eylemci dostu Tarık, onu ülkeyi kurtarmak için gerekli bulduğu silahlı savaşı-mın içine ve dolayısıyla bir tür intihara doğru çekerken. Selim ona hayatı doya doya yaşamayı, her türlü toplumsal sorumluluktan, siyasal eylemden uzak, yalnızca kendisi ve kişisel mutluluğu için yaşamayı öneriyor. Genç kadın sonunda bir seçim yapmak, iki erkekten, dolayısıyla iki yaşam biçiminden birini seçmek zorunda kalacaktır...

Sinan Çetin'in filmi, söylemek gerekir, ilginç ve yürekli bir film. İlginç, çünkü alabildiğine yapay bir film, kişileri, durumları, tiranı atik gelişimi hemen yalnızca bir tezi, bir görüşü açıklamak, doğrulamak için yaratılmış, kurgusal bir film olduğu halde, Çetin'in sanki soluk soluğa oluşturduğu sineması nedeniyle yaşarlık kazanıyor, sanki yine soluk soluğa izleniyor. Çetin'in sırf sinemasal açıdan ele alındığında, önceki filmlerinden daha düzeyli bir anlatım tutturduğu ve kimi "tikleri"ni bile seyirciye kabul ettirebilecek bir düzeye ulaştığı söylenebilir. En az "14 Numara" kadar "biçimci” olan "Prenses" le, örneğin Nevres'in, bireysel, "küçük burjuva düşkünlüklerini simgeleyen "koltuk sevdası" (bu, politikacılarınkinden farklı bir sevda), sokaktaki vurulma sahneleri (özellikle bildiri dağılan gencin vurul-ması), finaldeki "seçim" bölümü, tadına doyulmaz sahneler.,. Elbette Çetİn'in tüm biçim denemeleri, tüm imgeleri (veya simgeleri) için aynı şey söylenemez. Örnekse, bildiri basmakla Nevres'e basmanın özdeşleştirildiği sahne, en az benim bu cümlem kadar düzeysiz ve bayağı!.. Ama "Prenses" asıl özüyle, içeriğiyle yankı ve tepki uyandıracak bir film... Sinan Çetin gamsız, sorumsuz, şen bir çocuk tavrıyla günümüz Türkiye'sinde dünden bugüne uzanan kimi önemli, yaşamsal sorunlara yaklaşmayı denemiş. (Zaten filmdeki Selim, Sinan'ın kendisi Özellikle 70'lerde ülkemizde de örgütlü mücadelede alabildiğine aşırılıklara gidilmedi mi, "topluma karşın toplumu kurtarmak" idealleri yaşanmadı mı, kimi siyasal öğretiler neredeyse hayatı bilmezden gelerek, dahası hayatı karşısına alarak uygulanmaya çalışılmadı mı diyor Çetin... Ve bunu eleştirmeye, toplumca hep birlikte yaşadığımız korkunç psikozdan, kolektif çılgınlıktan bir yansıma getirmeye kalkıyor. Bu, belki temelde yürekli bir tavır...

Ne var ki Çetin, bunu yapmayı denerken, kolay bağışlanamayacak yanlışlara düşüyor. Geçmişteki örgüt mantığını, siyasal eylemleri eleştirmek bir şey, bunlara toptan bir nefretle yaklaşmak başka bir şey... "Prenses"in gösterdiği, ağzını açtığında yığınsal naralar veya mitralyöz sesleri saçan, örgütlü mücadeleyi, her şeye, aşka, cinselliğe, duyguya, hayatın ta kendisine zıt gören, gencecik bir kıza gözünü kırpmadan ölüme gönderen eylemciler, belki sağda da solda da var oldular. Ama bunlar, tüm bu tür eylemlerin tipik kişileri miydiler, bu tür hasla tipler, tüm bir sol eylemin temsilcisi diye gösterilebilir mi? Ölüme, öldürmeye dur dediği için genel bir onayla karşılanan bir askeri müdahale, özellikle sola karşı tam bir baskı kuran bir siyasal yönetime dönüşmüşse, geçmişteki yanlışları, hem de bu tür sorumsuzca eleştirmenin yeri ve zamanı mıdır diye sorulmaz mı? Eleştiriyle nefret arasındaki ince ayrımdır ki bir insanın son tahlildeki dünya görüşünü belirleyecektir. Üstelik tüm bunların, Selim'in ağzından dile getirilen "Hiçbir düşünce uğrunda ölmeye değmez" cümlesiyle vurgulanması, bırakınız solculuğu, tüm insanlık tarihinin önemli bir bölümünü de yadsıyan bir bencilliğin, oportünizmin dışavurumu olmuyor mu? Velhasıl Sinan Çetin önemli yanlışlar yapmış, Türkiye'deki radikal solun, hatta genel bir ilerici tavrın kolay kolay hazmedemeyeceği bir yemek pişirmiş. Ama bu "Prenses"in de Sinan Çetin'in de yakılmasını gerektirmiyor bizce... Özellikle gerçek demokrasinin kurulması yolunda üstüne önemli bir tarihsel misyonu yüklenmiş gözüken solun, bu aşamada yanlış da bulsa, hatalı da olsa, hiçbir sanat yapıtına öylesine ağır biçimde saldırmasını doğru bulmuyoruz. Sinan Çetin'in "yanlış" filmine, evet bu aşamada "doğru" bir film yaparak yanıt verme olanağı belki de yok. Ama o filmi yapılabilmesine giden yol, Çetin'in ve filmin yakılması isteğinden kesinlikle geçmiyor. Demokratik solun bu konularda sağdan çok daha anlayışlı, hoşgörülü, "tahammüllü" olması gerektiğine hep ve hala inanıyorum. “Atilla Dorsay,” 12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


PRENSES SİNAN ÇETİN

Sinemamız 12 Eylül öncesinin ve sonrasının olaylarını ve durumlarını irdelemeye devam ediyor. Şerif Gören'in Sen Türkülerini Söyle, Zeki Ökten'in Ses ve Zeki Alasya'nın Dikenli Yol filmlerinden sonra, şimdi de Sinan Çetin, Prenses ile, sinema literatürümüze "12 Eylül Filmleri" adı altında giren türe bir yenisini ekleyerek, çok yakın geçmişteki olaylara bir kez daha eğiliyor. 12 Eylül filmlerinden ilk üçü 80 öncesi olayları uzantılarını günümüze getirip bir ödeşmeye dönüştürürken, Sinan Çetin, daha öncelere giderek olayların doruk noktasına vardığı yıllarda irdelemeyi, kendine özgü eksantrik düşüncelerle yargılamayı yeğliyor. Diğer bir söyleyişle, içerdeki adamın dışarıdaki serüvenini değil de, dışarıdaki adamın içeri girmeden önceki durumunu bir takım yapay olaycıklar dizilemesiyle kendi tezinin doğruluğuna oturtmak istiyor. Tabii ortaya çıkan da, Sen Türkülerini Söyle, Ses ya da Dikenli Yol filmlerinin kahramanlarının çevresi, kendisi ve ailesiyle olan ödeşmeleri değil, bizzat Sinan Çetin'in kendisiyle ve geçmişiyle olan bir ödeşmesi şekline bürünüyor. Bu ödeşmenin de ne denli sağlıklı olduğunu, filmi irdeleyerek görmekte yarar var.

Prenses'te 12 Eylül öncesinin olaylarını kendine özgü temelsiz ve garip sayıla-bilecek düşüncelerle anlatmayı yeğleyen Sinan Çetin, karşımıza üç kahramanı çıkarıyor. Bunlardan biri Tarık (Tunç Okan). Örgütlenmiş bir sol fraksiyonun eylemci bir üyesi. Sevgilisi Nevres (Serpil Çakmaklı) ile birlikte İskenderun'dan İstanbul'a bir eyleme katılmak için geliyor. Sert, acımasız, Sinan Çetin'in çizgileriyle basmakalıp sloganlarla donatılmış, kelimenin tam anlamıyla beyni yıkanmış bir tip. Kutsal ve bilimsel bir dünya görüşü olan, ama sevgilisinin "kutsal bir şey bilimsel olur mu?" sorusunu yanıtsız bırakarak sevgiyi kökten yadsıyan, tüm bunların ötesinde tecimsel kaygılara göz kırpan, erotik sahnelerde teksir makinesi eşliğinde veya kafada değil,  sevişebilen işte öyle bir adam.

Nevres ise böylesine bir adamın gölgesinde yeterince kişiliğini ortaya koyama-yan, inancından çok sevgisiyle zoraki devrimci olan, kendi halinde bir kadın. Tek hobisi ise, aileden kalma kırmızı bir koltuğu peşinde gezdirmesi. Filmin en ilginç kişisi ise, hiç kuşku yok ki, fotoğrafçı Selim (Mahmud Hekimoğlu). Neyi, niçin savunduğu belli olmayan, yaşamı bir prenses olarak tanımlayıp da ona tapan, ara sıra Nevres'e "Önemli olan insanın güzel günleri gelecekte veya kafasında yaratması değil, yaşadığı anda bulması" ya da "Yalvarırım Prensesim hayata bağlı kalın, size yeryüzün-den de üstün umutlardan söz edenlere inanmayın" gibilerden parlak laflar söyleyen filmin yönetmeni gibi, kendine özgü bir insan.

Böylesine gerçekten soyutlanmış, iğreti, karikatürize, yoz ve abartılmış insanların 12 Eylül öncesinin kavgası içinde ne işleri var diyeceksiniz? Ya da çok yakın bir geçmişe damgasını vuran, her çeşit acıya ve baskıya boyun eğmeden düşünceleri uğruna ölen ya da tutsak edilen insanlar bunlar mı diyeceksiniz? Evet... Sinan Çetin'in 12 Eylül öncesi kahramanları bunlar. Bir çırpıda karikatürize edilen, beyni yıkanmış, sevdikleri kişileri ölüme bile sürüklemekten kaçınmayan, hatta bundan belirli belirsiz zevkler tadan, yaşamsal olan her şeyi yadsıyan; ara sıra "gerçekte savaş yoktu, ama biz ölüyorduk, kurtarmaya çalıştığımız toplumsa bir kenarda bizi izliyordu" gibisinden itiraflarda bulunan sol militanlar böyle çiziliyordu filmde.

Sinan Çetin, yalnızca kişileri mi karikatürize etmişti. Ne gezer "ancak hayata inanmayan insanlar gelecek günleri düşleyerek yaşar "ya da "biz kendi kişiliğimizi bile tanımazken, kendimizi ülkemizin sorunlarını çözmekle görevlendirilmiş buluverdik" gibi yorumlarıyla, geçmiş dönemin tüm savaşımlarımda bir çırpıda silip atıveriyordu. Ona göre, yaşamı yalnızca kırlarda çiçek toplayarak algı-layan, güzel günleri gelecekte yaşanan anda bulan bir düşünce doğruydu. Doğru bilinen bir düşünce uğruna ölmek, acı çekmek, işkence görüp hapishanelere atılmak ise Sinan Çetin'e göre saflık, aldatılmışlık ve neredeyse insanlık dışı bir suç olarak gösterilip tanımlanıyor.

Sinan Çetin, Prenses filminde çok yakın bir geçmişin gençlik olaylarını anlatmıyor; adeta bu eylemleri kökten yadsıyarak, kendisine özgü temelsiz ve asılsız düşüncelerle yargılıyor, bu yargılamanın sonucu, aslında kendi yanlışlarını, kendi düşlerini bir bakıma çürütmeye çalışıyor. Hem de toplumsallığın karşısına bireyselliği, inancın karşısına inançsızlığı, umudun karşısına boş vermişliği önererek. Sık sık yaşamdan söz ediyor ama, yaşamın en ufak bir kırpıntısını bile yakalayamıyor.

İçerik olarak böylesine zavallılıklarla dolu bir film Prenses. Ya sinemasal olarak? O da garipliklerden ve ilkellikten nasibine düşeni almış. Görüntüden çok, senaryo gevezeliğine yer veren, monologlar eşliğinde kartpostalvari görüntüleri ard arda dizen bir sinema dili egemen filme. Sözüm ona geçmişe ironik bir simgesellikle yaklaşmayı deneyen deniz kenarındaki "kelle" esprisiyle stüdyodaki "kurtarma" sahneleri ise kelimenin tam anlamıyla üçüncü sınıf bir gösteri. "İki erkek arasında safını seçmek için sokağın ortasında dakikalarca bekleyen Nevres'in görüntüleri ise, biraz Visconti'nin Beyaz Geceler'inden, biraz da Atıf Yılmaz'ın Selvi Boylum Al Yazmalım'ından esinlenmiş esinlenmiş ne kelime, aynen kopye edilmiş sahneler olarak adeta bir yama gibi kalıyor filmin bitiminde... Sinan Çetin'in filmi, her şeye rağmen, Marx'ın sözüyle başlamakta, Çetin de, Türkiye'deki devrimcilere katılmadığı halde, bir Marksist olduğunu hiç olmazsa ifade etme ihtiyacını duymaktadır. , Güneş, 20 Şubat 1987 ”


PİYANGOCU KIZ (1986)


Senaryo ve Yönetmen Sırrı Gültekin,
Görüntü Yönetmeni Orhan Kapkı
Yapım Mutlu Film/Müfit İlkiz, Fatih Pekmutlu
.
Genel Koordinatör: Müfit İlkiz, Yönetmen Yardımcısı: Leyla Altın, Kamera Asistanı: Zeki Pehlivan, Negatif Kurgu: Mustafa Kul, Işık Ekibi: İsmail Sandalcıoğlu, Ferdi Eskioğlu, Ses Kayıt: Gültekin Çavuş, Kurgu, Senkron: Necdet Tok, (Yeni Stüdyoda hazırlanmış ve seslendirilmiştir)

Oyuncular: Çeçilya Daymaz, Cemal Gencer, Mesut Engin, Cem Erman, Suna Pekuysal, Nilgün Ersoy, Ece Berkant, Gafur Uzuner, Gülşen Gürsoy, Baykal Kent, Tevhid Bilge

KonuKonu: Film, mirasa sahip olmak için evlenmek zorunda olan iki gencin aşk öyküsünü konu alır. Piyango biletleri satarak geçinmeye çalışan Semra’ya amcasından büyük bir miras kalır. Ancak mirasın tek varisi Semra değildir. Üstelik amcası vasiyetnameye kimi şartlar da koymuştur. Buna göre varisler arasında ilk evlenen çift mirasın büyük kısmına sahip olacaktır. Haberi alan beş varis plân yapmaya koyulur. Semra, varisler arasından seçeceği kişiyle evlenerek mirası elde etmeye kararlıdır. Bununla birlikte evleneceği erkeğin sevgisinden emin olmak için köşke kılık değiştirerek girer. Ancak bu fikir varisler arasında bulunan Tarık’ın da aklına gelmiştir. (Hasan Sakın)

PERİŞANDI GÖRDÜĞÜMDE (1986)





Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Müzik: Kadir Şeker
Yapım: İnan Film/Hüseyin İnan, Mehmet Ali Özdemir

Oyuncular: Malatyalı İbrahim, Arzu Aytun, Mustafa Dik, Süheyl Eğriboz, Tugay Toksöz, Tarık Tibet, Gökçe Gürsoy, Hüseyin İnan, Hakkı Kıvanç, Nevin Ekin

Konu: Çadır tiyatrosunda çalışan uyuşturucu bağımlısı bir kızla, ona aşık olan oto tamircisi bir adamın aşkı.


PAŞO “PACHO” (1986)


Yönetmen: Samim Meriç
Eser ve Senaryo: Ahmet Akçimen
Kameraman: Mahmut Demir, Şener Işık
Müzik: İsmail İlknur
Yapım: Doğukan Film/Faruk Çimen Türk, Fransız Ortak yapımı

Montaj, Senkron: Cevat Sezer, Özgün Müzik, İsmail İlknur

Oyuncular: Faruk Çimen, Nur Kral, Deniz Eren, Samim Meriç, Leyla Kral, Ahmet Akçimen, Muhittin Portakal, Fadile Faraç, Tuğba faraç, Necla Akın, Leyla Kral, Yudum Yavuz, Semra Uğur, Perihan Onar, Recep Çakar, Bozan Kılıç, Mustafa Mayadağ, Hüseyin Turan, Mettah GüzelCelal Portakal, Aziz Portakal, Hüseyin Dal, Çeto, Uğur Erdinçler, Mustafa Çiftçi,

Konu: Film, Güneydoğu’da töre yüzünden yaşanan dramları konu alır. Güneydoğu’nun küçük bir köyünde yaşayan Paşo, amcasının kızı Cemile ile sözlüdür. Ancak Cemile töre gereği evlenmek zorunda olduğu Paşo’dan kurtulmaya çalışmaktadır. Günün birinde köyden geçen bir yolcu Cemile’ye bu fırsatı verir. Ferhat adındaki yolcu, Cemile’nin isteğiyle o geceyi köyde geçirir. O gece iki genç birbirine bağlılık sözü verir. Ancak sabah olduğunda sözlüsünü bir yabancıyla uygunsuz vaziyette gören Paşo sinir krizi geçirir. Paşo’nun tedavi edilmek için götürülmesiyle Ferhat ve Cemile köyden kaçmak için plân yapar. Ancak olaylar umdukları gibi gitmeyecektir. (Hasan Sakın)

ÖLÜMSÜZ AŞK (1986)


Yönetmen Cüneyt Arkın
Kamera: Salih Dikişçi
Yapım Yeni Film/Ali Moroğlu, Halis Şenol

Set: Sonay Kanat ve Ekibi, Işık: Mustafa Albayrak, Mehmet Beşe, Montaj: Cenk Belentepe, Prodüksiyon Amiri: Erdoğan Üçkaya, Adem Dalkılıç, Yönetmen Yardımcıları: Engin Temizer, Muharrem Özabat, Yapım Sorumlusu: Hüsnü Barutçu, Ses Mühendisi: Necip Sarıcıoğlu,
Yeni Film stüdyosunda seslendirilmiştir

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Güzin Doğan, Erdinç Akbaş, Cem Erman, Tanju Şarman, Mualla Özdal, Zeynep Erman, Aysun Sımsıkı, Aydın Haberdar, Yılmaz Kurt, Mehmet Uğur, Ahmet Balıkçı, Niyazi Gökdere, Cesur Barut, Ali Güney,

KONU: C.Arkın filmde yine bir polisi canlandırıyor. Polis Cemil'i andırıyor 'ki bu filmde ismi de Cemildir gözü dönmüş bir seri katili ve kötü işler yapan bir şebekeyi yakalama çabası veren cemil aynı zamanda karısını çok seven bir eştir görevine sadık bir adam ve suçluları imha ettiğinde filmin finalinde eşini bir hastalıktan dolayı kaybeder duygusal bir film .


ÖLÜM VURUŞU (1986)



Senaryo ve Yönetmen: Çetin İnanç
Foto Direktörü: Dinçer Önal
Yapım: Anıt Film / Mehmet Karahafız

Prodüksiyon: Hasan Demircan, Sesleri Alan: Barış Ören, Renk Uzmanı: Osman Koşkan,
Turgut Ören stüdyosunda seslendirilmiş, Kaya Ören Laboratuarında hazırlanmıştır

Oyuncular: Nihat Yiğit, Maurizo Martina, Angela Hovvel, Adriyana Martino, Yakup M. Rıza, Tuğrul Meteer, Osman Betin, Hüseyin Peyda, Sami Hazinses, Remzi Karabak

Konu: Sahil kasabasında yaşayan iki kardeşle, gizli hazinenin öyküsü.

ÖKSÜZLER (1986)


Yönetmen: Temel Gürsu
Senaryo: Safa Önal
Kamera: Ertunç Şenkay
Müzik: Burhan Bayer
Yapım: Burak Film/Sungur Esen, İbrahim Mertoğlu

Oyuncular: Küçük Emrah, Çeçilya, Ahmet Mekin, Sevda Ferdağ, Günay Girik, İsmail Hakkı Şen, Selahattin Fırat, Nilüfer Aydan, Küçük Yıldızlar: Birtanem, Yaşar İpek

Konu: Anne ve babasını yitirip iki kardeşiyle harabeler içine yaşayan Emrah, yaşamak için bakkal ve fırından ekmek çalarken polis tarafından yakalanır. Polis üç kardeşi ıslah evine kapatır ve gereken tedavilerinin yapılmasını sağlar. Üç kardeş ıslah evinde yaşamlarının en mutlu anlarını yaşarlar. Islahevinin müdiresi (Sevda Ferdağ) onları hiç ayırmaz ve her birinin iyi bir aileye kavuşması için elinden gelen her şeyi yapar. Sonunda iki kardeş bir aileye verilirken, Emrah oto tamircisi Sacit'e (Eşref Kolçak) verilir. Emrah kendisinden habersiz başka aile verilen kardeşlerini hiç unutmaz. Devamlı onları düşünür ve nerede olduklarını araştırır. Ama tüm diretmelerine rağmen ıslahevi müdiresi verdikleri aileyi söylemez. Bu arada Emrah'ın sesini fark eden bir gazinocu ona şarkıcılık teklif eder ve onu ünlü yapar. Ama Emrah hala küçükken izini yitirdiği kardeşlerinin peşindedir.


ÖDLEK (1986)


Yönetmen: Engin Temizer
Senaryo: Aydemir Akbaş
Kamera: Erhan Canan
Yapım: Sibel Film/Zikri Göksoy, Hüseyin Bayar

Renk uzmanı: Hayati Akbulut, Senkron Montaj: Mustafa Kent, Negatif Montaj: Selahattin KLılıççeken, Set Ekibi: Levent Karanfil, İbrahimn Bilir, Salih Burgucu, Işık Şefi: Ergun Şimşek,

Oyuncular: Aydemir Akbaş, Perran Kutman, Çiler Onur, Tuluğ Çizgen, Baykal Kent, Nurhan Aksoy, Çetin Başaran, Ahmet Kostarika, Recep Filiz, Hüseyin Baradan

Konu: Film, kan davalı iki gencin başından geçen maceraları konu alır. Yetimler ve Karalar, yıllarca birbirine kan güden iki düşman ailedir. Kan davası yüzünden her iki ailenin fertleri teker teker ölmüştür. Karalar ailesinde kan davasını sürdürecek erkek kalmayınca bu görevi Aliye üstlenir. Aliye, Yetimler’den Ökkeş’i öldürmek için harekete geçer. Ancak Ökkeş de annesinin telkinleriyle Aliye’yi öldürerek kan davasını bitirmeye karar verir. Bununla birlikte Ökkeş kan görmeye bile dayanamayacak kadar korkak biridir. Bu nedenle Aliye’yi öldüremeyeceğini anlayan Ökkeş, köyden kaçar. Aliye’nin de Ökkeş’in peşine düşmesiyle büyük bir macera başlar. (Hasan Sakın)

OTELDEKİ CİNAYET (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Aykut Düz
Kamera: Şener Işık
Yapımcı: Sahra Film/Şahabettin Yılmaz

Oyuncular: Zuhal Olcay, Zafer Yılmaz, Engin İnal, Suna Selen, Derya Temuçin, Hayati Hamzaoğlu, Yüksel Gözen, Gönül Ser, Mümtaz Ener, Aydın Arkın

Konu: Film, tanık olduğu cinayet yüzünden hayatı değişen bir adamın öyküsünü anlatır. Ülkenin ünlü bankerlerinden İbrahim, kendisini aldatan karısını bir otel odasında öldürür. Bu olaya yalnızca Yılmaz adındaki bir otel çalışanı tanık olur. Yılmaz, katilin banker İbrahim olduğunu fark edince can güvenliğinden endişe ederek memleketine gider. İbrahim, Yılmaz’ı öldürmesi için bir kiralık katille anlaşır. Yılmaz ise memleketinde Ali Ağa ile eski hesaplar yüzünden sorun yaşayacaktır. (Hasan Sakın)



OĞLUM OĞLUM (1986)


Yönetmen Memduh Ün
Senaryo Bülent Oran
Görüntü Yönetmeni Salih Dikişçi
Yapım Halis Şenol

Set Ekibi: Cengiz Öktem, Selçuk Öktem, Orhan Gök, Işık Ekibi: Yusuf Güney, Yusuf Tümer, Reji Asistanı: Ümit Hiçdurmaz, Kamera Asistanı: Hasan Seher, Prodüksiyon Amiri: Ahmet Çakarlı, Prod. Yardımcısı: Adem Aşıkkılıç, Yapım Sorumlusu: Hüsnü Barutçu, Sesleri Alan: Demir Arakon, Müzik: Cahit Berkay, Montaj: Cenk Belentepe, Sineray Film stüdyosunda seslendirilmiştir

Oyuncular: Fatma Girik, Ekrem Bora, Yılmaz Zafer, Şehnaz Dilan, Sevda Ferdağ, Eray Özbal, Engin İnal, Sırrı Elitaş, Turgut Savaş, Ekrem Dümer, Ali Yalaz, Küçük Yıldızlar: Zeynep Barutçu, Uğur Karslı,


Filmde, bir annenin oğlu için yaptığı fedakârlıklar anlatılır. İş adamı Ekrem Bey, bir ihale yüzünden kaçırılır. Ekrem Bey’in öldürüleceği bilgisini alan polis, Ekrem Bey’i kurtarmak için polis memuru Fatma’yı görevlendirir. Fatma girdiği çatışmada Ekrem Bey’i kurtarır. Komiser, Fatma’yı tebrik ederek bir haftalık izin verir. Ekrem Bey’le Fatma tatil boyunca beraber vakit geçirir. Bu sırada birbirlerine âşık olup kısa süre içinde evlenirler. Fatma evlenince çalışmayı bırakır ve Yusuf adında bir oğlu olur. Bir gün Ekrem, kendisinden haraç isteyen bir adam tarafından öldürülür. Kocasının ölümüyle yalnız kalan Fatma, çocuğunu tek başına büyütmek zorunda kalır. (Meltem İşler Sevindi)

NİSAN BİTTİ (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Alev Akakar
Kamera: Ümit Ardabak
Yapım: Fırat Film/Alev Akakar

Kamera Asistanı: Mehmet Gün, Sesleri Alan: Barış Ören, Montaj: Turgut İnangiray, Negatif Montaj: Mehmet Akbaş,

Oyuncular: Halil Ergün, Nükhet Egeli, Efgan Efekan, Nur İncegül, Recep Filiz, Yaşar Şener, Murat Özdemir, Zeynep Erman,

Konu
Film, bir hayat kadının öyküsünü konu alır. Başarılı bir kariyeri olan iş adamı Müşfik, ailesiyle sorunlar yaşar. Yaşadığı çevrenin yozlaşmışlığından bunalan Müşfik, zamanla yalnızlığa sürüklenir. Bir süre için bu çevreden uzaklaşmak amacıyla tek başına tatile çıkar. Yolculuk öncesinde bir arkadaşı Nisan adında bir hayat kadınıyla görüşmesi için Müşfik’i zorlar. Önceleri bu teklife sıcak bakmayan Müşfik ise tatil sırasında yalnız kalınca Nisan’la iletişime geçer. Ancak Müşfik’in karısı Hülya durumu fark eder ve Müşfik’le Nisan’ın ilişkisi noktalanır. Bununla birlikte Nisan için hayat devam edecektir. (Hasan Sakın)

NAMUS SÖZÜ (1986)


Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Senaryo: Safa Önal
Kamera: Erhan Canan
Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk

Işık: Turgut Köse, Erdem İstanbullu, M. Ali Gündoğdu, Yardımcı Yönetmen: Ümit Hiçdurmaz, Prodüksiyon Amir: Abdullah Ataç, Prodüksiyon Yardımcısı: Ertan Güntan, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Montaj, Senkron: Sedat Karadeniz, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Ali Berkan, Laboratuar: A. Tümay Rızai, Şems Tokgöz, İzzet Tatlıcı, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, (Sineray film stüdyolarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Gökhan Güney, Bahar Öztan, Yaman Okay, Selahattin Fırat, Ümit Yesin, Abdullah Ataç, Ali Duman, Mehmet Uğur, Zehra Tan, Erol Emirli, Ali Demir, Ümit Hiçdurmaz, Hasan Saraç, Mine Ersu, Zehra Tan, Yaşar Kutbay, Mehmet Uğur, Ali Ceylan, SAlaattin İzgü, Faruk Savun, Ertan Güntay, Hüseyin Ünlü,

Konu: Filmde, zorba bir tefecinin âşık olduğu kadın için verdiği mücadele anlatılır. Davut, köyün zorba tefecisi Binali’ye yüklü miktarda borçlanmıştır. Üstelik borcun vadesi gelmesine rağmen Davut gerekli parayı bir türlü denkleştiremez. Öte yandan Binali de bu sayede Davut’u muhtaç duruma düşürerek kızı Gülcan’la evlenmeyi plânlar. Borcun vadesinin dolmasına az bir zaman kala Davut kalp krizi geçirerek ölür. Ancak Davut’un ölümü de sorunları çözmez. Gülcan, sevgilisi Yunus’tan ayrılmak zorunda kalır. Üstelik borcunu ödeyebilmek için sıradışı bir yola başvurur. (Hasan Sakın)




NAMUS DÜŞMANI (1986)


Yönetmen: Zeki Alasya
Senaryo: Umur Bugay
Kamera: Abdullah Gürek
Yapım: Özer Film/Enver Özer

Oyuncular: Zeki Alasya, Metin Akpınar, Özlem Onursal, Güzin Özipek, Oya Palay, Merih Fırat, Orhan Çağman, Asuman Arsan, Reha Yurdakul, Sümer Tilmaç, Ferdi Altuner, İlknur Yontar

Konu: Yaşar Kemal'in “Sarı Sıcak” isimli kitabında yer alan Dükkancı öyküsünde: köyün orta yerinde büyük bir gölgelik yapan bir dut ağacı vardır ve ağaca dayanmış duran, köyün yerlilerinden daha yerlisi olan Mehmet Efendi'nin dükkanı. Köyün kadınlarına zahire karşılığı mal verir, Köylü" dükkanın dayandığı dutun gölgesinde oturur. Bir gün köye bir vabancı gelir, dolu dizgin atıyla dükkana iner. Mehmet Efendi’ye komşu Yeriyokuş köylerinden -yapılan ticaretten yakınır. Ertesi gün köyden bir kız kaçırılır. Yeriyokuş köylülerinden biri kaçırmıştır. Kızın anası dükkancıdan bilir, gelip kapısını taşlar, dükkancı sonunda birkaç metre kumaş ve bir kese kağıdı kesme şeker vererek kadının suçlamalarından kurtulur. Her gün dükkanın karşısına gelip oturan annesinden başka kimse ile konuşmayan bir çocuk (Süllü) vardır. Bir gece dükkanda yangın çıkar. Büyük bir kısmı yanar. malların bir kısmı köylülerin yardımı ile kurtulur. Köylüler-den Tos Osman, Süllü’den şüphelenir. 

Yangının ertesi günü Süllü yine dükkanın önüne gelir, Ürkek dükkanı çocuğa şeker, ayna vs. şeyler verir ve istediğini alabileceğini söyler, çocuk dükkandan sadece üç çift kuş lastiği alır. Köylüler kendi aralarında konuşurlar: köylülerden biri çocuğun yaptıklarını haklı bulurlar, dükkancının pahalı mal sattığını söyler. Dükkana gelip 'toka' soran bir kıza 'yok' diyen dükkancı çıkıp giden kızın peşine takılırr ve kıza yetişip "karakol komutanı onbaşının kendisini istediğini" söyler, kız ise köyden Ali ile sevişmektedir. Dükkancı, kızın Ali'yi bırakıp komutan (onbaşı) ile evlenmesini ister. Onlar konuşurken yanından bağırarak çerçi geçer. Bir sabah erkenden, dükkancı köyün ağasına gidip, Yeriyokuş köyünden köylerine geleceği söylenen yerli dükkancıya, ağanın dükkanını vermemesini söyler, yalvarır. Ağa 'dediğin' gibi olsun der. Köyün çocukları ceplerine taş doldurmuş beklerler. Biraz sonra geçen çerçiyi taşlamaya başlayınca, Süllü çocukların önüne durup, onları durdurur. Aslında çocukları dükkancının örgütlenmesi ile Kara Duran fitlemiştir. Kara Duran, Süllü'nün yaptığını dükkancıya bildirir, O da anasına biraz kumaş şeker gönderip Süllü’nün birkaç saatliğine köyden uzaklaşmasını sağlar: Süllü döndüğünde çerçinin bütün malları kırılıp dağıtılmış ve kendisi de dövülmüş, taşlanmıştır. Süllü dükkana girip çok şeyleri mendiline sarıp alır ve dükkancının yüzüne tükürür, çıkar gider. “Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye” syf, 123 ”

MUHTEŞEM SERSERİ (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Muharrem Gürses
Görüntü Yönetmeni: Ahmet Demir
Yapım: SinemateK/Yüksel Yazıcı
.
Montaj: Zeki Ünlü, Ses Mühendisi: Ailla Dankı, Işık: Ender Işık Servisi: Kostüm : Niyazi Er, Makyaj: Zeki Alpan, Kamera Asistanı: Halil Kırlangıç,
Helmut Film laboratuarında hazırlanmıştır

Oyuncular: Nilgün Bubikoğlu, Attila Arcan, Gül Arcan, Hülya Erçel, Muharrem Gürses, Özlem Önel, Reşit Çıldam, Fehmi Durguner, Ali Güney,

Konu: Eski bir boksör ekmek parası için bir gazinoda fedailik yapmaktadır. Bir gece evine ansızın gelen yaralı arkadaşı ölmeden önce beraberinde getirdiği tehlikeli bir mafya babasını verdiği adrese götürmesini ister. Boksör bu işi yapacağına dair arkadaşına söz verir. Ancak o geceden sonra kendini büyük bir belanın içinde bulacaktır.