ŞAHMARAN (1993)
Yönetmen: Zülfü Livaneli, Senaryo: Zeynep Avcı, Zülfü Livaneli, Görüntü Yönetmeni: Ümit Gülsoy, Kurgu: Mevlüt Koçak, Müzik: Zülfü Livaneli, Yapım: Inter Flm/Zülfü Livaneli
Oyuncular: Türkan Şoray,
Mehmet Balkız, Faruk Peker, Dilaver Uyanık, Rana Cabbar, Suna Selen, Atacan
Arseven, İlker Uyanık, Mehmet Can, İlker Alışkan
KONU: Eski definecilerden olan ve
dedesiyle yaşayan küçük Yusuf (Mehmet Balkız) bir taraftan tutkunu olduğu,
masalını dedesinden defalarca dinlediği Yılanlar Kraliçesi Şahmaran'ın resmini
çiziyor, öte taraftan arkadaşları Ahmet ve Erkan'la birlikte Anemas
zindanlarında Konstantinopolis'ten kalma bir defineyi arıyor. Zindanlarda
yolunu kaybedip, aşağı bölümlere düşen Yusuf, hazine yerine eski eser
kaçakçısı, hazine avcısı (Faruk Peker) vururlar ve Sultan ile Yusuf'u
kaçırırlar.
Sultan kocası tarafından bıçaklanarak
öldürülür, dedesinin yanına dönen Yusuf ise bir gün, Haliç'in sularında
yükselen eski bir kalyonun güvertesinde, beyaz giysileri içinde Sultan'ı
görecektir.
&
Bir çocuk fantezisinden yola çıkan "Şahmaran", ilk sahnelerde baş
gösteren anlatım sorunlarını giderek aşan, mekânların seçimindeki isabetle de
başarılı bir atmosfer oluşturan, "bir şeyler eksik" duygusunu
unutturmamakla birlikte, izleyiciyi tempodan koparmayan bir çalışma. En
azından, "onca işi arasında" Livaneli sinemasının gerilemediğini gösteriyor.
Ancak, bitime doğru pek çok olayın üst üste bindirilmesinin ve suların içinden
çıkan kalyonla, tipik bir "göz boyama" örneği olan final sahnesinin
"Şahmaran"ın sırtına yük bindirildiğini, tadını kaçırdığını da
vurgulayalım. (Tunca Arslan, Aydınlık g., 15 Şubat 1994) “Agâh Özgüç,” Türk
Filmleri Sözlüğü”
& Amerikan sinemasının en teknik kalitesi yüksek filmlerinden
birini izlediğinizi sanabilirsiniz. Kurgu harika... Şahmaran Masalı ile gerçek
arasındaki geçişleri harika... Ama film, zor .. Hem de çok zor... Onun için de
boş, sinema... Bir halk sanatçısı, halkın masalını, halktan niye bu kadar
koparır ki? Şahmaran, sanki sadece enteller, sanki eleştirmenler, sanki ödül
jürileri için yapılmış gibi duruyor. Öyle olunca da halka uzak duruyor!..
(Hıncal Uluç, "Bir Tavsiye “Benim Şahmaran Masalım", Sabah g., 21
Şubat 1994) “Agâh Özgüç,” Türk Filmleri Sözlüğü”
&
Zülfü Livaneli, bir sinemacı geçmişi olmamasına karşın, daha ilk filmiyle
birlikte, ortaya özenle oluşturulmuş, estetik ve plastik değerlerle donatılmış
bir dünya koymuştu. Yıllanmış sinemacılardan birçok açıdan pek eksiği yoktu bu
sinemanın... Bu izlenim, sonraki filmlerde de pekişti. Üçüncü filmi olan
Şahmaran yine belli bir dünyayı ustaca kuruyor, sinemasal öğeleri son derece
yerli yerinde olarak kullanıyor.
Küçük bir çocuğun eski Bizans
surlarında bulduğu bir delikten içine girdiği dünya, yeraltında yaşayan ve
hepsi de çeşitli düşlere yönelik bir avuç insanın oluşturduğu bir "masal
sömürgesi"dir sanki... Bu mitik dünyanın ortasında da, eski masaldaki
Şahmaran'ın önce başkalarını, sonra da kendisini yok edici güzelliğine sahip
bir "antika kaçakçısı" kadın, Sultan oturmaktadır ...
Şahmaran
bir masal film... Efsane ile günümüz gerçeklerini bağdaştırmaya çalışan, aynı
zamanda eski, kayıp ve gizemli İstanbul' da bir selam gönderen ... Bu açıdan,
Livaneli'nin olağanüstü bir mekan kullanımını başardığı, kişilerini de bir
masala uygun biçimde son derece grotesk ve kaba çizgili bir oyuna (doğru
olarak) yönettiği söylenebilir.
Ne var ki Livaneli,
"şeklen", biçim ve estetik olarak kurduğu bu dünyayı sinema dili
olarak yeterince kuramıyor. Bir masalfilm için gerekli şiir de,
teknikteknolojik düzey de ortalarda pek gözükmüyor. Olağanüstü bir açılış ve
yine olağanüstü bir final (Haliç sularından çıkıp yükselen gizemli gemi bölümü)
arasında, film ilk baştaki sürprizleri yineleyip duran bir ağırlığa ve
hantallığa kayıyor.
Sinemamızın özel efekt alanındaki
yetersizliği, bu kayışı kolaylaştırıyor. Yine de hakkını yemeyelim: Şahmaran,
yerli ve bizden motiflere dayalı, farklı ve özgün bir film. Sinemamızda pek az
ve pek kötü yapıla gelmiş masalfilm türünün ilginç bir örneği. Zülfü
Livaneli'nin müziği ve bunu filme yerleştirmesi ise her türlü övgünün üzerinde.
Onu artık uluslararası düzeyde ve çapta bir film müziği bestecisi olarak
rahatça selamlayabiliriz...“Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans
Yılları” syf, 139”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder