Powered By Blogger

28 Şubat 2018 Çarşamba

GELİN (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Lütfi Akad
Görüntü Yönetmeni: Gani Turanlı
Kurgu: İsmail Kalkan,
Yapım: Erman Film / Hürrem Erman,

Yönetmen Yardımcısı: Nurettin İrişen, Ahmet Vural, Ahmet Atlan, Görüntü Yönetmen Yardımcısı: Ferhat Bakır, Selçuk Turanlı, Ses: Yorgo İlyadis, Renk Uzmanları: Turgut Ören, Zihniye Ören, Işık: Rıdvan Varol, Yardımcıları: Kazım Pekmez, Selahattin Gözütürk, Düzenleme: İsmail Kalkan, Stüdyo: Yıldız Film - Yalçın Tura, Sesleri Alan: Makro Buduris, Faruk Özar, Çevre Düzeni: Nejat Buvan, Yardımcılar: Ethem Açıkgöz, Mustafa Kıtır, Yapım Yönetmeni: (“Ören Film” Stüdyosunda hazırlanmış, “Yıldız Film” stüdyosunda seslendirilmiştir)

Oyuncular: Hülya Koçyiğit (Meryem), Kerem Yılmazer (Veli), Kahraman Kıral (Osman), Ali Şen (Hacı İlyas), Aliye Rona (Anne), Kamuran Usluer (Hıdır), Nazan Adalı (Naciye), Sedef Kızıltunç (Güler), Günay Güner, Serdar İşsever, Işın İşsever, Kahraman Kıral

Konu: İstanbul’a göç eden Yozgatlı ailenin, yeni koşullara ayak uydurma çabasını ve yaşam savaşımını anlatan Gelin, sinemamızdaki en iyi iç göç öykülerinden biri. Ö. Lütfi Akad’ın, diğer halkalarını Düğün (1973) ve Diyet’in (1974) oluşturduğu, sağlanan tema birliği açısından dünya sinemasında da saygın yer edinen ünlü üçlemesinin ilk filmi olan, aynı zamanda da üçlemenin en başarılı parçası kabul edilen Gelin; İstanbul’daki, sonradan çok büyüyecek olan “küçük Anadolu”nun oluşum dönemini başarıyla yansıtıyor.

► Taşı toprağı altın olarak bilinir İstanbul’un… Memleketlerindeki bütün mal varlıklarını satarak büyük kentte bir “bugün” ve “gelecek” kurmaya çalışan insanların kararlılığını, son derece gerçekçi dokunuşlarla aktaran film, Meryem rolündeki Hülya Koçyiğit’in başarısıyla da değer kazanıyor. Giderek güçleşen yaşam koşulları içinde hasta oğlunu yitiren, bir süre sonra da fabrikada işçi olarak çalışmaya başlayan genç kadının ve diğer aile üyelerinin “geri dönüşsüz” yolculukları, Türk sinemasının 1970′lerin başındaki “büyük ileri atılımı” içinde vazgeçilmez bir yer tutmakta. Akad’ın, Yozgatlı ailenin yaşadıkları aracılığıyla, çözülen feodal ilişkiler ve gelişen proleterleşme sürecine dikkat çekmesi de sinemamızda artık az rastlanan türden bir politik bilince karşılık geliyor. Bu yaklaşım filmin, umut dolu “mutlu son”unda da kendisini gösteriyor ve Gelin, dönem Türkiye’sinin değişim sancılarını, toplumcu gerçekçilikten sosyalist gerçekçiliğe açılan kulvarda tartışıp yorumlayan bir film olarak derin izler bırakıyor.

Dönemin sorunlarına ekonomik bakış açısıyla yaklaşan, alegoriye dayanan yapısı, yalın anlatımı ve kurgu başarısıyla dikkat çeken Gelin, gerçekçiliğini güçlendiren müzik çalışmasıyla da İstanbulun kenar semtlerinden birindeki büyük bir avlusu olan eve gelirler. Avluda, Ana ile Naciye (Hıdır'ın eşi) onları karşılar. Hıdır, karısı ve iki oğlu ile babanın evinde yaşamaktadır. Veli ile ailesi de onlara katlır. Ataerkil bir ailedir bu. Evin yakınında bir bakkal dükkanı vardır, Hacı İlyas, mallarını mülklerini satarak Yozgat'tan buraya yerleşmişlerdir. Ancak bu dükkan onlan doyurmamış, tatlı kar uğruna, İstanbul'un Şişli semtinde yeni bir apartmanın alt katında yeni bir dükkan tutma yoluna girişmişleridir.

Eve girerlerken komşuları ve hemşerileri İbrahim’le Veli'yi görür, hoş beş ederler. Hıdır İbrahim'e pek yüz vermez. Evde paralar bir araya getirilir sayarlar. Veli'nin son mülkleri satarak getirdiği para da bunlara eklenir. Böylece yeni dükkanın tutulması için gerekli para tamamlanır, Odalarına giren Veli, Yozgat'ın Yerköy'ünden tanışları İbrahim'i gördüğünü söyler karısına. Karısı Güler'i fabrikada çalıştırdığından, Hıdır'ın ona pek yüz vermediğini de anlatır. Meryem;
- Çalışmak ayıp mı?" diye sorar. Veli:
- Değil elbet. ama kadın kısmı evde gerek" diye yanıtlar bunu.

Uyumakta olan Osman, nefes darlığı çekermişçesine uykusunda çırpınr; sonra durulur. Endişe ile bakarlar çocuğa. Ertesi sabah avluya bir arabadan boş tenekeler doldurulur. Turşu kurmak içindir bunlar.. Ana; Veli ile Meryem'in muhabbetle bakışmalarını görür, azarlar gelini. Meryem ses çıkarmaz. Ana :
- Yeni görenek mi ola bu haller, yoksa İslanbul'a geldin diye mi? İstanbul bu avlunun dışında" der.
İlyas, dükkanda, Veli'ye alış veriş üzerine bilgi verir.

Şu mahallenin bizim oradan farkı yok. Bura İstanbul değil, bildiğin Anadolu kasabası. İstanbul taaa şu yapıların ardı. Orayı bir tuttuk mu yaşadık der".
Komşular ufak tefek alışveriş ederler. Evin avlusunda Meryem'le Naciye tenekeleri temizlerler, O sırada Güler gelir hoşgeldine. Naciye bundan hoşnut olmaz. Ana, Osman'a fenalık geldiğini haykırarak onları çağırır içerde sedirde yatan çocuk zor nefes almaktadır. Meryem çocuğu kaparak pencere önüne götürür, havalandırır. Güler çocukla ilgilenir; doktora götürülmesini önerir. Ana bu müdahaleden hoşlanmaz. Güler ayrılınca, gelinden onunla. konuşmamasını ister.
Dükkanda iki oğluyla çalışmakta olan İlyas ayrılınca Hıdır, açık şarap satar tezgahta. Veli'ye bunun, dükkanın tüm karından fazlasını getirdiğini söyler. Babasına da, akşam alışverişi hızlı olduğundan fazla kar sağlandığını söyleyerek durumu idare ettiğini ettiğini anlatır. Akşam odalarına çekilince, bakkallığın sırlarını öğrendiğinden söz eden Veli'ye, Meryem; çocuğun hastalığını anlatmağa çalışır. Veli, "Hava değişikliğindendir" der. üzerinde durmaz. Çocuğun doktora gösterilmesi fikrini önemsemez. Aklı fikri, babası ve ağabeyi gibi yeni açılacak bakkal dükkanındadır. Mahallede çocuklar oynarken Osman bir kenarda onları seyreder. Sonra bir çocuğun kışkırtmasıyla Osman'a saldırır oğlanlar.. Çocuk kaçayım derken sendeler, yere düşer. Onu, yoldan geçen Güler kucağına alarak kendi evine götürür. Yeğeni Hüseyin gider, durumu eve baber verir. Meryem koşar Güler'in evine. Çocuğu dik oturtup rahat ettirir, Sonra da konuşurlar.
Güler, Osman'ı götürüp hastanede muayene ettirmesini ihmal edilmeyecek bir derdi olduğnu söyler Meryem'e. Meryem'in yanıtından buna evdekilerin yanaşmadıklarını öğrenince, birlikte gitmeyi, evdekilere sormadan çocuğu kapıp gelmesini önerir.
Avluya gelince geciktiği için Ana'dan yine azar işitir Meryem. Dükkanda Veli alışveriş yaparken Hıdır gelir, yeni dükkan için konuşurlar. Hacı İlyas eczaneden diş ağrıları için ilaç almış, eve döner. Yemekten sonra dizlerine merhem sürer karısı. Yeni dükkan üstüne konuşurlar Hıdır'la. Kadınlar avluda turşu kurmaktadırlar. Sebzeleri yıkamakta doğramakta sonra da tenekelere basmaktadırlar.

Bir ara fırsat bulan Meryem çocuğu kaparak Güler’lere gider. İstirahatli olduğundan evde onu bekleyen Güler'le birlikte hastaneye giderler Meryem doktora çocuğun derdini anlatır.. Röntgen çekilmesini ister doktor.

Eve dönen Meryem önce Naciye'den sonra da Ana'dan sitem ve azar işitir işi bırakıp gitti diye. Akşam eve gelen Veli'ye de anası kara çalarak, Güler'le sokakta sürten karısını şikayet eder. Sorulunca Meryem Güler'le hastaneye gittiğini anlatır. Veli hala oğlanın hastalığına inanmaz. Osman uyandırır, babasını görünce nazlanır, Meryem, sonuç almak üzere hastaneye birlikte gitmeyi önerir. Veli işini öne sürerek olmazlanır. Hacı İlyas'ta Hıdır da mal sahibiyle yeni dükkan için kira pazarlığı içindedirler. Veli dükkanda meşgul olduğu için tek başına hastaneye giden Meryem doktordan çocuğun kalbinin delik olduğunu öğrenir. Kanın gereğince temizlenemediğini ameliyat gerektiğini anlatır. Devlet hastanesi olduğu halde, bazı masraflar için en az 6-yedi bin lira ile bu işin görülebileceğini söyler. Ayrıca ameliyat olmazsa çocuğun en çok iki ay yaşayacağı da bildirir.

Osman'la eve dönen Meryem avluda kovalar, süpürgeler ve diğer temizlik aletleriyle aileyi görünce olağanüstü bir durum olduğunu anlar. Dükkanın tutulduğunu, temizliğe gidileceğini öğrenir.. Ali’nin yanına sokulur çocuğun hastalığını anlatır. İlyas çocuğun kalbinde delik olduğuna inanmaz.

Yeni dükkan tutulmuştur. Cama “Sorgun Pazarı” yazar tabelacı… Öte yandan kadınlar temizliğe girişirler. Hıdır Veli’ye bu tür dükkanların öbürüne benzemediğini, telefonla, aletlerle iş görüldüğünü, siparişlerin de ya telefonla ya da müşterinin ayağına giderek alınacağını buna karşılık fiyatların yüksek, karın tatlı olduğunu anlatır, Ancak telefon, buzdolabı ve pastırma kıyma makinesi gibi gereçler için yeni paralar gerekir.

Piyasada kredileri vardır ama, borçları da epeyce kabarmıştır. Akşamleyin Hacı İlyas oğullarıyla hesap görürken bütün bunlar konuşulur. Gelin ise çocuğunun derdindedir. Sofrada isteksizlenir. Sorulunca ameliyat yapılmazsa yavrusunun ancak iki ay yaşayacağını söylediğini anlatır, İlyas bu kadar borç altındayken ameliyat parasını düşünmeyeceklerini: doktorların da hep böyle abarttıklarını söyler. Ana, "Biz varken bişeycikler olmaz Osman'a diye böbürlenir.
Ertesi gün Meryem gene Güler’lere gider; İbrahim'le karısına durumu anlatır. Kocasının anasıyla babasının ağzına baktığından ameliyatın nasıl gerçekleşeceğini bilmediğinden söz eder. Dükkan tutkusundan kimsenin çocuğunu görecek hallerl olmadığından yakınır . Sonrada boynundan bir beze dikili 6-7 altın çıkararak bozdurup paraya çevirmesi için İbrahim'e verir. Bu parayla cocuğu ameliyat ettirmeyi düşünmektedir.
Öte yandan yeni dükkan için yeni bir buzdolabı ve yazar kasa alınması düşünülür. Bir yandan yüklü alış veriş yapılmakta tatlı kar sağlanmakta ama yine de yeni ihtiyaçlar için para gerekmektedir. İbrahim yeni dükkanda Veli’yi görür. Meryem'in çocuğun ameliyatı üzerine söylediklerini bir kere de o anımsatır, Veli''ye. Veli, dükkan derdinden baş alıp bu isteğin hemen gerçekleştirilemeyeceğini söyler.
İlyas'ın evinde, Ana sedire uzanmış İlyas'ın dizlerini ilaçla oğar. Hıdır, masada bir takım hesaplar yapar. Naciye bir mendile sarılı ziynetlerini getirir. Dükkanın masraflarını karşılasın diye. Ama 9-10 bin liraya daha ihtiyaç vardır. Veli, odasına girmekte olan Meryem'den de altınlarını babasına vermesini ister. Meryem, Osman'a gerekeceği için altınları sattığını söyler. 'Osman'a mı? Ya biz neciyiz?' diye soran kocasına Meryem;

- "Dükkan sıtması tutmuş hepinizi. Osman’ım elden gidecek. Toz duman bürümüş her yanı, göz gözü görmüyor paradan baska" diye haykır. Veli, birden Meryem'e bir tokat
patlatır. Osman, irkilen İlyas'la Ana'nın yanından Meryem'e doğru koşar. Ancak fenalık gelir üstüne... Meryem Ana'dan önce çocuğu kucaklayarak:
- "Bırak, bırak oğlumu, Osman'ım elden gidiyor" diye haykırır avluya çıkar. Anası, babası, Güler'le konuşmasına izin verdiğinden Gelin'in terbiyesizleştiğini söylerler Velli'ye... Odalarında ertesi sabah Veli uyanır. Meryem'in bütün gece yatmayıp çocuğun başını beklediğini anlar O gün akşama doğru Veli, Meryem ve Osman bir parkta otururlar. Veli İslan-bul'u över: "taşı toprağı altın" diye... Meryem:
-"Tuttuğu altın olan adam açlıktan ölmüş. Ekmeği, suyu hep altın olmuş " der.
Yeni dükkan açılalı daha fakirleşmişler, tarhana bulgurla idare eder olmuş-lardır borçlarını kapatmak için... Veli yakında feraha ulaşacaklarını söyler. Sonra da özür diler gibi attığı tokata mazeret bulmağa çalışır. Osman'sa Yozgat'taki yaşamı özlediğini vurgulay-an sözler eder.
- "Bana kaval da çalmaz oldun" der babasına; "Buraya gelmeseydik keşki" Gelmeseydik anama da vurmazdın değil mi?" diye sorar. Veli birden bozu-lur, Meryem'e bakmak ister başını çevi-remez. Meryem, gözleri yaşlı başını eğer.
Ramazandır... İftar sofrası kurulmuş ezan okunması beklenmektedir... Meryem, İlyas'tan kusurunu "analık acısına" bağışlamasını dileyerek altın parasını ona teslim eder. Esasen ameliyat için gerekli paradan iki bin lira noksandır bu para. İlyas, paraları alır; bir süre susar sonra da bir kaç hafta geçtikten sonra çocuğun hacetini görmeğe söz verir. Yeni dükkanın eksiği gediği tamamlanmış alış veriş alabildiğine gelişmiştir. Meryem bir süre ev işleriyle oyalanır: Avluda çamaşır, mutfakta yemek, hamur açma... Avluda turşu hazırlamak... Osman'ı yedirip içirmek... Veli'yi soyup giydirmek…

Veli bayramda, Osman'ı salıncaklara bindirir, gezdirir. Dükkana yeni düzenler gerekir. Toptancılara yüklü paralar ödenir, Bir yandan da turşu yapımına ağırlık verllir. Yeni yeni siparişler vardır. Bir ara Meryem, Hacı İlyas'a vaadini hatırlatır. Hacı İlyas bayramın birinci günü önemli bir ödemeyi yaptıktan sonra mutlaka çocuğun derdini halledeceğini söyler.

Bir gün Meryem'le Osman kırlık bir yörede gezerlerken, çocuk kopardığı yeşil bir yaprağı anasına takmak ister. Meryem,
- Bu sana gerek yavrum. Hep böyle yeşil kalasın der, sonra da ağlar. Çocuk,
Ben öleceğim diye ağlıyorsun, değil mi? diye sorar. Meryem kendini tutarak;
-Yok yavrum anan seni iyi edecek diye yanıt verir. Meryem, çocuğun yaşamasından artık ümit kestiğini; her birinin bu dükkana kurban olacaklarını: "ilkin Osman, sonra da yeni gelen" deyince, Veli yeni bir çocuğa hamile kaldığını anlar karısının. Sevinir, doğumdan sonra evi ayırmayı vadeder ona. Meryem, "Ama önce Osman iyileşmeli der.
Oysa ilk bayram geçmiş, ikinci bayram (kurban bayramı) gelmiştir. Böylece vaadler yerine getirilrmeden daha sürüncemede kalınmıştır. Erkekler camiye giderler. Çocuklar bayramlıklarını giyerler. Osman'ın giysisinin göğsünde anasının taktığı mazı yaprağı vardır. Çocuklar önce Büyük Ana'nın sonra da kendi analarının ellerini öperler ve avluya çıkarlar. Avluda kurban edilmek üzere alınan koç vardır. Çocuklar hayvanla oynanmağa kalkar, tos vurdurmağa çalışırlar. Camiden dönen erkeklerden Hıdır kurban kesmeğe hazırlanır. Veli dükkana yollanır. Hacı İlyas dizlerini ilaçla ovdurmak için içeriye girer. O sırada bir davul zurna sesi duyulur. Öteki çocuklar fırlayıp bu sese doğru koşunca, Osman da arkalarından seyirtir. Hıdır, koçun ayaklarını bağlar, kurban etmek üzere... O sırada Hıdır'ın oğullarından biri içeri girerek, Osman'ın düştüğünü haykırır. Hıdır, kurbanı bırakır. Meryem sokağa fırlar, çocuğu yerden kaldırır. Osman kötüleşmiştir boğulur gibidir. Meyem avlu kapısından fırlayan Hıdır'ı geçerek, eve dalar, hepsi doğrulurlar. Çocuk mosmor kesilmiştir. Meryem:

- Gitti Osman'ım, yavrum, şahinim gitti, diye haykırır.
Haber ulaştırılan Veli de eve koşar. Meryem kaskatı, kucağında çocukla yere çöker. Sonra içeri giren kocasına sitemle bakar. Hıdır, başını eğen Veli'nin omuzuna elini koyar, Veli ağabeyinin göğsüne kapanır, hıçkırarak ağlar. Öğleye doğru avluda küçük bir topluluk birikir. Evden çıkan çocuk tabutuna acıyla bakarlar. Meryem feryat ederek avluya fırlar. İki kadın onu tutar, teselli eder.
Evde kadınlar kur'an okumaktadır. Başı çatmalı Meryem de bir süre izler kur'anı... Sonra Hacı İlyas'ın evden çıktığını görerek kalkar, avluya çıkar. O sırada Naciye evde kavrulan helvayı tabaklara dağıtır.
Meryem, önce avluda bağlı duran koçu çözerek salıverir. Serbest kalan hayvan, avludan çıkarak evden uzaklaşır. Meryem yanından yöresinden geçen neş'eli çoçuk kalabalığına bakmadan dükkana doğru ilerler. Dükkanda gaz ocağı yakılmış, üzerinde bal süzdürülmektedir. İlyas yalnızdır, ağrıyan dizlerini uğuşturmaktadır. Meryem dükkana girer. İlyas'ın karşısında öylece durur. "Osman öldü baba" der İlyas başını eğer. "Bir daha gelmekte.. O da mı ölecek?" diye soran Meryem. "Takdiri ilahi kızım. elimizden ne gelir?" yanıtını alır. Birden gelinin şaşkın, donuk halini farkeder. Onu eve götürmek için dışarı çıkarmağa çalışırken, gaz ocağı devrilir, kendisini dışarı atar. Sonra da ağır ağır Meryem dükkandan uzaklaşır. Bir ara İlyas mal derdiyle yenideni dükkana koşmak isterken, tutarlar. Kalabalık dük-kanı söndürmeğe uğraşır. İbrahim Mery-em'i kolundan tutar, "Gel bacım" der, onu alır götürür. Ahşap dükkan alev alev yanarken Hıdır’la Veli gelirler.

Bir kaç gün sonra yanık tahtalar bir tarafa atılmış, eskisinin yerine yeni bir dükkan dikilmektedir. Briketler, harçlar, çalışan ustalar görülür. Mahalle muhtarıyla kaybolan eşi hakkında konuşur. Meryem'in İstanbul'dan ayrılamıyacağını düşünür.
Evde avluda, iki kardeş konuşur: Meryem'in kadın başıyla nereye gidebileceğini tasarlarlar. Hıdır sokakta İbrahim'e rastlar. Yol iz bilmeyen bir kadının kendi başına ortadan yok olamayacağını bildiğinden, Güler'le İbrahim'in bu işte parmağı olabileceğini tahmin eder, İbrahim'i sıkıştırır. Ondan yangın günü Meryem'i Gültepe'deki bir akrabalarına götürdüklerini; sonra. da kendisine bir oda tuttuklarını fabrikada çalışmakta olduğunu öğrenir. Veli odasında düşünceli sigara içmektedir. Hıdır'dan Meryem'in durumunu öğrenen Hacı İlyas odaya girerek oğlunu teseli eder. Sonra da karısının fabrikada çalışmakta olduğunu söyler.

Bir silah temin ederek fabrika yöresinde bir yerde mesaiden çıkan işçileri gözleyen Veli, fabrika kapısından çıkmakta olan Meryem’i görür. Yorgun ve bitkin bir hali vardır. Veli'yi görünce irkilir; sonra ağır ağır yaklaşır, başına gelenlere razıymış gibi Veli'nin önünde durur ikisinin de başı yerdedir. Veli "Meryem" der; kadın başını kaldırır yavaşca, "fabrikada bana da iş var mı?" diye sorar. Meryem önce şaşırır, sonra ağlayarak Veli'nin göğsüne kapanır. Veli koluyla sarar onu, Sonra ikisi birliktle kalabalık arasında kaybolur.

GELİN
Akad'ın sineması üzerine "Anadolu Üçlemesi", "Kent Üçlemesi" ve "Şarkıcı Üçlemesi" gibi bir takım yakıştırma ya da rastlantı niteliğinde değerlendirmelere karşın. bu kez "Gelin"le başlayan "Düğün" ve "Diyet'te tamamlanan gerçek ve bilinçli bir üçleme ortaya çıkmaktadır."Son yaptığım üçleme bir rastlantı değildir. Onu isteyerek ve ilk filmimden itibaren yapacağımı bilerek başlattım. Son üçlemenin içeriği bir tek filme sığacak kadar değildi. Kır kesiminden büyük kentlere gelen insanların (bir sınıf insan gelmiyor kır kesiminden, değişik sınıftan, değişik ekonomik durumlarda olan insanlar geliyor) üç kesimini ele alıp ayrı ayrı konu yapmayı düşündüm. Böylelikle birbirini tamamlayan üç film konusu çıktı ortaya" (Akad/Onaran).

* Anadolu'nun çeşitli yörelerinden gelen "İstanbul'un taşı toprağı altındır" inancıyla kısmetini bu koca şehirde arayan, burada tutunabilmek için özverilerde bulunan, "kurban" bile veren insanların büyük serüvenlerinin bir bölümünü yansıtmakladır bu üçleme. Yıllardan beri bir gerçek vardır: kır kesiminden büyük kentlere akımlar oluyor. Yalnız büyük kentlere değil, yurt dışına da... Müşahade ettiğim ana vasıfları şu: Hangi sınıftan, hangi kesimden gelirlerse gelsinler, bunlar sıradan insanlar değil. Hepsi çetin ceviz. Mücadeleci ve başarı sağlayan insanlar. Gelip de başarısız olan hemen hemen yok. Zaten böylesi gelmiyor. Son derece efendi, son derece iyi ve geleneksel kültürlerinin bütün iyi vasıflarını taşıyan insanlar. kez fonksiyonel olarak kullanılması gibi bilimsel yenilikleriyle de çizgi dışı, olumlu blr çalışma örneğidir. (BurçakEvren).

* İşin bir de biçim yönü var: Akad, yıllardır sürdürdüğü tutumundan bu filmde de kıl payı ayrılmıyor. Yine genel olarak "orta genel planda çalışıyor, en çok 28-75-125 objektifleri kullanıyor. Kamera, "fikse" edilmiş, kıpırdarmıyor. 'Zoom’ hiç yok Montaj da - duru anlatıma düzgün bir paralel çeker gibi- sade mi sade! İşi bu açıdan alırsak Akad'ın tutumu elbette münakaşa kaldırır: Yönetmen sinemasının bazı imkanlarını kullanmayı yeğ tutuyor. Kamegerisinde Turanlı gibi bir gerçek sanatçının oluğu bile tutumunu değiştirmiyor. Ve bütün bunlara rağmen ortaya sinema mimarisi mükemmel, kuruluşu sağlam, dört dörtlük bir film koyuyor. (ErmanŞener).

* Gelin'in bir başka dikkati çeken yönü de fon müziğinin gerilimli bir kaç sahnenln (Osman'a hastanede teşhis konması, evde kazanılan paranın sayılması) dışında hiç kullanılmayıp daha çok doğal efektlere yer verilmesi. Örneğin Hacı İlyas'ların evindeki yemek sahnelerinde, radyodan gelen saz müziğinin, türkülerin, Ramazan ayında ney müziğinin fon müziği yerine kullanılması, dış sahnelerde aynı yola, örneğin kahveden gelen türkülere başvurulması, filmin gerçekçi atmosferini daha bir arttırmaktadır (NezihCoş).

* Oyunculara gelince, en önemli oyunlar, birbirine kontrast oluşturan Meryem rolündeki Hülya Koçyiğit ile Hacı İlyas rolündeki Ali Şen tarafından gerçekleştirilmiştir, 'Gelin'deki Hacı İlyas tipi ilginçtır. Koyu dindar biridir Hacı İlyas, ama büyük oğlunun dükkanda kendisinden gizli açık şarap sattığını bildiği halde, istifini bozmaz. Çünkü karlı bir iştir şarap satmak. Öte yandan torununu doktora götürmeyi reddeder koca-karı ilaçlarıyla iyileşebileceğini savunur. Çünkü tedavi ettirmesi para kaybı demektlr. Böylece çıkarına geldi mi inançlarına boşveren, ama çıkarlarının zedeleneceğini gördü mü dini töreyi bahane eden, bencil, hesapçı kişiliğiyle genelliği olan bir kişiliği kazanır. Aynı zamanda Hacı İlyas tipi, bu özellikleriyle törelerin maddi nedenler sonucu ortaya çıktığı ve yine maddi nedenlerle değiştiği gerçeğini yansıtır (AydınSayman).

* Ali Şen, Hacı İlyas tipini büyük bir başarı ile sinemaya yansıtabilmiştir. Ama filmdeki oyunculuk onuru, hiç kimseyle paylaşılamayacak bir bütünlükte, Gelin rolündeki Hülya Koçyiğit'e aittir. Her ne kadar. belki bir yıl önce film şenliklerinde ödül kazanmış bulunduğu için, Koçyiğit'ten bu filmdeki oyunu dolayisiyle ödül kazanması esirgenmişse de; kanımızca, Meryem rolündeki oyunuyla Koçyiğit, o güne kadar "Susuz Yaz" ve "Gökçe Çiçek”teki oyunları da unululmayarak oynadığı tüm oyunları aşan bir başarıyla bir bakıma sanat yaşamının en üstün oyununu vermiştir."Gelin her bakımdan muvaffak oldu. Lütfi Bey'le anlaşma bakımından ve seyircinin beğenisi bakımından 'Gelin'de başoyuncu olarak canlandırılan kişilik, benim anladığım kadarıyla, tek kelimeyle Yeni Türkiye'de genç neslin temsilcisi oluyor. Her türlü yobazlığı bırakıp, kadının özgürlük, iktisadi özgürlüğü kazanması... Bunu, bu oyunda hissederek canlandırdım." (HülyaKoçyiğit/Onaran)

* Filmde hasta çocuk Osman'ı oynayan Kahraman Kıral'ın oyunu ayrıca övgüye değer. Bu rolün tüm isterlerini olanca doğallığı ve özdenliği ile verebilmiştir. Gerçek bir değerlendirme yapılması gerekirse: "Hülya Koçyiğit ile Kahraman Kıral'ın oyunları iyidir, duyarlıdır. Ali Şen Akad'a rağmen teatral oyununu sürdürür. Aliye Rona yine (Metin Erksan'ın 'Yılanı Üçleme"de ele alınan iç göç konusu Tahir Kutsi Makal'ın bu konudaki güçlü kitabını hatırlatıyor. Anadolu'nun geri kalmış bölgelerinde hergün artan tüketime karşılık, aynı ölçülerde kalan hatta, aynı ölçüde kalan, hatta bazı bölgelerde gittikçe azalan bir üretim karşısında bunalan insanların göçünü anlatıyor bu üçleme... 'Gelin' de böyle bir zorlamanın, büyük şehirlerln cazibesine kapılanların mutsuz hikayesidir. Yalnız gelirken bir ormanın, bir bina ve insan ormanının içine geldiklerinin bilincine varıyorlar. Bu ormanda yaşamın kurallarına uyuyorlar. O zaman yırtıcı ve kırıcı oluyor-lar. Amerika'nın batısına gelen insanlara benzetiyorum ben bunları...Tutunmak zorunda bunlar İstanbul'da. Geri dönmek olanaksız Geliyorlar ve tutunuyorlar. Geldikleri yerde Varlarını yoklarını satıp burada tutunma kavgasına girişiyorlar. Bunlan ele aldım. Hacı İlyas ailesi de bunların tipik bir örneği. Ben şöyle yaptım müşahadelerimi: Oniki yıla yakın bir süre Mecidiyeköy'de oturdum. Aşağı yukarı bu insanlar çevremde gördüğüm insanlardı. Hizmetçi olarak, kapıcı olarak, bakkal olarak. Bunların içinden bazıları da bize yardımcı olarak evde çalışmaya geldiler. İşte bu kişileri konu edindim. (Akad/Onaran).
"Üçleme'nin ilk yapıtı olan "Gelin", Türk sinemasının l973'teki ortamı içinde bütünü ile "önemli " denilebilecek bir atılım niteliği taşıyor. "Gelin"in önemli bir yandan ele aldığı konunun tutarlılığında. bir yandan da anlatım biçiminin, sinemasının taşıdığı estetik ve teknik bütünlükten doğuyor. (Nezih Coş)

* Bir bakıma işi öz açısından ele alırsak. Akad'ın tavrı kolaylıkla kabullenilir cinsten değildir. Akad ne demektedir "Gelin'de? Bilcümle küçük esnafa dönüp yerinizde oturun, yoksa mahvolursunuz" mu demektedir, yoksa "kurban" simgesiyle de belirtdiği gibi "büyük tüccar olmak için maddi ya da manevi kurbanlar vermeniz g-reklidir" mi demektedir? Bu iki savın da kabullenilir cinsten olmaması, ister istemez başka ipuçları üstünde düşündürüyor insanı (Erman Şener).

* Simgeler, ipuçları da getiriyor. Küçük Osman'ın ölümüne yaklaşmasının, kurban edilecek koçla paralel verilmesi; filmin sonun da Meryem'in yeni fabrikaya girmesi Hacı İlyas'ın kapitalistleşme süreci içinde "bencilleşmesinin” Osman'ın hastalığıyla ilgilenmemesine karşılık kendi diz ağrıları için ilaçla tedavi yolunu gidişiyle verilmesi gibi (NezihCoş).

* "Gelin" büyük ölçüde allegoriye dayanır. Oğlu'nun Tanrı'ya kurban git-mek isteyen Hazreti İbrahim kıssasından yararlanarak yapılmış bir allegoridir bu. Sorgunlu Ailesi sınıf atlamanın eşiğine gelmişken bir sorunla karşılaşır: Torunları Osman, tedavisi çok para isteyen ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır.

Kıssa'da, Tanrı, Hazreti İbrahim'e koyun göndererek oğlunu kurban etmesini önlemiştir ama, kimse Sorgun‘lu ailesini gittikleri yönden çeviremez ve Osman kurban edilir (Aydin Sayman).
Son ferdinin de İstanbul'a gelişiyle toplanan ailenin iki kutbunu oluşturan küçük gelinle aile reisi babanın çatışması filmin içindeki mesajı bütünleşmiş adeta… Büyük kentin tutkularını, simgeleyen baba ile büyük oğlun daha iyi koşullar altında yaşamaktan çok, hırsın getirdiği dükkan alış verişine dayanan kaçınılmaz kentleşmenin yanısıra, marazlı oğlunu yaşatabilmek için çaresiz kalan Gelin'in insancıl duygusu arasındaki kontraslık köyden kente göçün en belirgin fakat en az sözü edilen bir özelliğini yansıtmış. Aynı zamanda ailenin öz çıkarlarına uygun düştüğü için kentlileşmeyi yeğ tutan tavırlarına karşılık yine aynı şekilde çıkarlarıyla bağdaşmadığı gerekçesiyle marazlı çocuğu iyileştirmek için baş vurduğu sudan çareler, Akad'ın kontrastlık içindeki eleştirel yönünü de ortaya koymuş (Burçak Evren).

* Bizce, gerçekte filmin sonu Osman'ın ölümüyle yapılan allegori'nin son görüntüleridir. Ancak senaryonun kuruluşundaki olumsuz bir tutum, "gelin"i hem gerçekçilik açısından hem de bilimsel yönden zedeliyor. Akad, ''kurbanlık koyun/kurbanlık çocuk" alle-gorisini yapmak için bir tesadüf ya-ratmış. Ailenin çok önemli değişikliklere adım atacağı sırada Osman'ın hastalığının ortaya çıkması. Böyle üzgün bir olay yaratılınca, Meryem'le Osman'ın içinde bulunduğu dram öyküde faz-lasıyla yer kaplıyor. Bu da dış geçekçi-liğin verilmesinde eksikliklere yol açmış Akad, kamerasını Sorgunlu Ailesi'nde yoğunlaştırırken onları, içlerinde yaşadıkları sosyal çevreden neredeyse soyutlamış. Üstelik bu betimleme eksikliği Akad'ın yorumunu soyut planda bırakıy-or. Ticaret düzeninde insanın yabancı-laşmasını soyut bir planda lanetleyen Akad, karşılığında emeği kutsamak zo-runluluğunu duymuş. Nltekim Osman'ın ölümünden sonra, eski dükkanı yakıp kaçan Meryem'in bir fabrikada çalış-maya başlaması, bunu oğrenen Hacı İlyas'ın Veli'ye karısını öldürmesini söylemesi, Veli'nin Meryem'i öldürmeyip onunla beraber fabrikaya işçi olması bu kutsamayı sağlamak için oluşturulmuş. Yoksa, gerçekte işçi olmak daha kesin bir yabancılaşmanın içine girmektir. Akad, iç tutarlılığı sağlamak için "yangın", silah gibi motiflere başvurmuş. Kanımızca bu, gerilimi aynı ölçüde sür-dürmeğe yeltenmiştir. (Aydın Sayman).

* Aydın Sayman'ın filmin senaryosu ve kimi aksiyonlarının tutarsızlığı üstüne getirdiği bu eleştiri tartışılabilir.. Onun kusur gibi göstermek istediği "toplumdan soyutlama" "ekleme aksiyonlar getirme gibi eleştiriler, aslında filmin tutarlılığını ve senaryonun oluşturduğu belkemiğini ve sağlamlılığını belirlemektedlr. Nitekim öteki eleştriler blzim bu görüşümüzü desteklemektedir. 'Gelln', özündeki yapmacığa kaçmayan abartmasız, yalın, yalın olduğu kadar belirli bir duyganlığın limitini zorlayan sarsıcı anlatım dilinin yanı sıra, Türk sinemasında görmediğimiz koşut kurgu gibi, bir görüntü dilinin de ilk ra Makal'ın İç göçüyle", "Gelin" aynı paralelde gelişen olayların bir dizisidir (Kami Suveren)

* Yozgat’ın Sorgun ilçesinden İstanbul'un gecekondu semtine gelen ailenin büyük şehirdeki yaşamları aynı öze dayanan filmlerden gerek yorum, gerekse anlatım bakımından değişim perspeklifleri içinde ele alınıp işlenmiş. Visconti'nin "Rocco ve Kardeşleri"ni hatırlatan bir trenin gara girmesiyle başlayan film, ailenin son bireyinin de büyük kente gelmesiyle doğrudan doğruya köyün uzağında İstanbul'daki yaşamından kesitler vermiş. Akad da Visconti gibi konunun bütünlüğünü dağıtmamak için, aynı ailenin Yozgat'taki yaşamını yansıtmayı gereksiz bulmuş (Burçak Evren).

* Akad'ın filmi, İstanbul'a göçen bir taşra ailesinin büyük kentteki hikayesini anlatırken, ilk bakışta çok yeni blr nitelik taşımıyor. Örneğin. Duygu Sağıroğlu'nun "Bitmeyen Yol", Halid Refiğ'in "Gurbet Kuşları" gibi filmlerde bu konularda daha önce yapılmış ilginç örnekler olarak hemen akla geliveriyorlar. Ancak Akad'ın 'Gelin'i, hem hikayesi anlatılan ailenin niteliği ve büyük kentteki durumun başkalığı, hem de değişik yorumuyla Sağıroğlu ve Refiğ'in filmlerinden ayrılıyor hatta onları aşan daha tutarlı ve ileriye dönük bir çizgiye ulaşıyor. "Gelin", Akad'ın filmi, İstanbul'a göçen bir taşra ailesinin büyük kentteki hikayesini anlatırken, ilk bakışta çok yeni blr nitelik taşımıyor Örneğin. Duygu Sağıroğlu'nun "Bitmeyen Yol", Halid Refiğ'in "Gurbet Kuşları" gibi filmlerde bu konularda daha önce yapılmış ilginç örnekler olarak hemen akla geliveriyorlar. Ancak Akad'ın 'Gelin'i, hem hikayesi anlatılan ailenin niteliği ve büyük kentteki durumun başkalığı, hem de değişik yorumuyla Sağıroğlu ve Refiğ'in filmlerinden ayrılıyor hatta onları aşan daha tutarlı ve ileriye dönük bir çizgiye ulaşıyor. "Gelin",'Bitmeyen Yol"da olduğu gibi ekonomik zorluklar yüzünden büyük kente göçen ve orada işçi olarak çalışan köylülerin hikayesi değil. Gurbet Kuşları"ndaki gibi ‘toprağı altın’ diye geldikleri büyük kentte işlerini güçlerini unutup "kadın'a kapılan ve parçalanan bir köylü ailesinin dramı da değil. "Gelin”in göçmenleri Yozgat’ın arazi sahibi, küçük tüccarlarından Hacı İlyas ve ailesi. Akad, Hacı İlyas ailesinin büyük kentte nasıl bir gelişme ve tırmanma çizgisine girdiklerini gösleriyor. Böylece "Gelin", "Gurbet Kuşları"nın moral yorumunun tersine, sorunlara ekonomik bir bakış açısı getiriyor, eleştirisini de tavrını da bu düzeyde koymuş oluyor. "Gelin" bugüne kadar Türk sinemasında "gerçekçilik" yönünden dikkati çeken bir kaç filmden de biri. Akad. bu filmiyle anlattığı ailenin İslanbul'daki yaşantısını adeta bir belge filmcisi gibi izliyor. Hacı İlyas ailesinin evlerlndeki hava bütün ayrıntısı ve aksiyonu ile karşımıza getiriliyor. Akad. Bütünüyle "gerçek" bir hikayeyi, bütünüyle gerçekçi" bir dille anlatıyor.Bir Türk filminde, Türk ailesinin yaşamına karışmış önemli bir olgu olan "Bayram ve bayramlaşma"ya yer verildiğini yanılmıyorsak ilk kez "Gelin'de görüyoruz. Ramazan ayı ve iftar sofraları, filmde Meryem'in direnişini zayıflatıcı, onu etkisizleştirici birer unsur olarak Hacı il-yas'lar tarafından kullanılıyor. Ayrıca Akad, filmde, gerçekçi öğelerin arasından ünlü rolü 'Irazca Ana'yı oynar. Kamuran Usluer ile Kerem Yılmazer iki arada bir derededirler: yani kah sinema oyuncusudurlar, kah 'tiyatrocudurlar" (Erman Şener).

* Akad, "Hudutların Kanunu"nu Urfa'da çevirip İstanbul'a döndüğünde "ulusal sinema" tartışmalarını sürüp gitmekte olduğunu gördü. Bir yandan Halid Refiğ, Metin Erksan, Atıf Yılmaz ve Duygu Sağıroğlu ve bunları destekleyen Türk Filmi Arşivi: öte yandan Yılmaz Güney başta olmak üzere Devrimci ve Yenl Gerçekçi bir sinema anlayışını tutan yönetmenler ve bunları desteleyen Türk Sinematek Derneği vardı. Bu yönetmenlerin "Ulusal Sinema', kısaca, "eski kaynaklara eğilerek, eski kültürümüzün değerlerini bugüne getirmek ve bugün onlara dayanarak yeni bir sanat kurmak" anlamına geliyor. Akad, "Bizde yerli film var. Türk Sineması yok" görüşüne katılmamaktadır . Bizim insanımızın Türk filmi diyebileceğimiz düşünce ve davranış biçimini, bizim anlatım ve deyiş özelliklerimizi getiren filmler yapılmaya başlanmış ve bu tutum sürdürülmüştür. Akad, bunlara örnek olarak Halid Refiğ'in "Harem'de Dört Kadın","Bir Türke Gönül Verdim': Atıf Yılmaz''ın "Yedi Kocalı Hürmüz","Kuma"; Metin Erksani'ın Yılanların  Öcü", "Susuz Yaz","Kuyu", "Sevmek Zamanı” adlı filmleriyle kendisinin filmlerini göstermektedir. "Ulusal Sinema"yı sinema tekniği ve estetiği bakımından Akad şöyle özetlemektedir: İçerik bakımından meselelerimizin tarihsel kökeni (ticari içeriğin yer verdiği oranda) insanımız. Olaylar karşısında davranışı eylem biçimi. konuşma dili (eski kaynaklarımızda var olan duru Türkçeyi konuşmalarda dile getirmek)... Görsel olarak: Batılı resim etkisinden kurtularak, insanımızın davranışına, konuşmasının yalın bir biçimine uygun yeni bir estetik düzen aramak... "Akad, doruğuna varmış bir yönetmen. Bu dorukta bir çok iyi film sundu Türk seyircisine, "Gelin" hiç kuşkusuz bunların en iyilerinden biri. Gelin/Aile çatışmasının tedirgin bir sessizlik içinde verilmesi ve bu sessizliğin doğurduğu gerilim, bu gerilimi izleyen Gelin'in patlaması, tek bir sahneyle İlyasoğullarının o boş gururlarının betimlenmesi, Gelin'in öfkesinin bilinçlendiği sahneler, hepsi gerçek bir ustanın izlerini taşıyor. www.europeanfilmfestival.com ”

Akad bu film ile bir kez daha gerek düşünce, topluma bakış açısından gerek sinemacılık açısından ne denli sağlam olduğunu gösterdi. Akad'ın filmi gerçekten de amaçlarının büyük kısmını gerçekleştirmiş, önemli sağlam bir yapıt... Oturduğu toplumsal temelden kişilerin simgesel özelliğine dek bütünüyle iyi kurulmuş, iyi anlatılmış, iyi oynanmış bir hikaye (Alilla Dorsay).

Ödüller
En İyi Film, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu,
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Adana

► İstanbul'a göç eden Yozgatlı ailenin, yeni koşullara ayak uydurma çabasını ve yaşam savaşımını anlatan Gelin, sinemamızdaki en iyi iç göç öykülerinden biri. Ö. Lütfi Akad'ın, diğer halkalarını Düğün (1973) ve Diyet’in (1974) oluşturduğu, sağlanan tema birliği açısından dünya sinemasında da saygın yer edinen ünlü üçlemesinin ilk filmi olan, aynı zamanda da üçlemenin en başarılı parçası kabul edilen Gelin; İstanbul'daki, sonradan çok büyüyecek olan "küçük Anadolu"nun oluşum dönemini başarıyla yansıtıyor. Taşı toprağı altın olarak bilinir İstanbul'un... Memleketlerindeki bütün mal varlıklarını satarak büyük kentte bir "bugün" ve "gelecek" kurmaya çalışan insanların kararlılığını, son derece gerçekçi dokunuşlarla aktaran film, Meryem rolündeki Hülya Koçyiğit'in başarısıyla da değer kazanıyor. Giderek güçleşen yaşam koşulları içinde hasta oğlunu yitiren, bir süre sonra da fabrikada işçi olarak çalışmaya başlayan genç kadının ve diğer aile üyelerinin "geri dönüşsüz" yolculukları, Türk sinemasının 1970'lerin başındaki "büyük ileri atılımı" içinde vazgeçilmez bir yer tutmakta. Akad'ın, Yozgatlı ailenin yaşadıkları aracılığıyla, çözülen feodal ilişkiler ve gelişen proleterleşme sürecine sinemamızda artık az rastlanan türden bir politik bilince karşılık geliyor. Bu yaklaşım filmin, umut dolu "mutlu son"unda da kendisini gösteriyor ve Gelin, dönem Türkiye'sinin değişim sancılarını, toplumcu gerçekçilikten sosyalist gerçekçiliğe açılan kulvarda tartışıp yorumlayan bir film olarak derin izler bırakıyor Dönemin sorunlarına ekonomik bakış açısıyla yaklaşan, alegoriye dayanan yapısı, yalın anlatımı ve kurgu başarısıyla dikkat çeken Gelin, gerçekçiliğini güçlendiren müzik çalışmasıyla da unutulmazlık kazanmış durumda.


GECELERİN HAKİMİ (1973)


Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Senaryo: İlhan Engin Yücel Uçanoğlu
Kameraman: Dinçer Önal
Yapım: Gaye Film / Erdoğan Tilav
Necdet Erdur

Işıklar: Gaye Işık Servisi Şef: Ergun Şimşek, Sesleri Alan: Marko Buduris, Laboratuar: Hikmet Kuyucu, Hayati Akbulut, Özkan Sevinç, Hüseyin Bulut, Montaj Senkron: Aleko Aleksandru, Negatif Montaj: Hüsamettin Üren, Prodüksiyon Amiri: Orhan Başkan, Set Amiri: Nizam Ergüden, Ar Direktör: Özdemir Akın, Reji Asistanı: Yaşar Seriner (Yıldız Film stüdyosunda seslendirilmiş, Ören Film Renkli laboratuVarında hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Serdar Gökhan, Seyyal Taner, Kazım Kartal, Nalan Çöl, Hüseyin Zan, Reha Yurdakul, Oktay Yavuz, Ersun Kazançel, Yaşar Şener, Oktar Durukan, Ekrem Gökkaya, İlknur Taçbaş, Nevzer Eker, Zeki Sezer, Yaşar Şener, Gündüz Akar, Özdemir Akın

Konu: Bir kanun kaçağıyla, akıl hastanesinden kaçan bir genç kızın aşk öyküsü.

GAZİ KADIN/NENE HATUN (1973)


Yönetmen: Osman F. Seden
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca
Yapım: Akün Film / İrfan Ünal

Oyuncular: Türkan Şoray, Kadir İnanır, Yıldırım Gencer, Zerrin Arbaş, Ali Poyrazoğlu, Mümtaz Ener, Atıf Kaptan, Turgut Boralı, Bülent Kayabaş, Feridun Çölgeçen, Kayhan Yıldızoğlu, Hikmet Taşdemir, Aydemir Akbaş, Yılmaz Gruda, Süheyl Eğriboz

Konu: 1877 Osmanlı-Rus savaşının ünlüsü Nene Hatun'un macerası filme alınmış ancak senaryonun sansüre takılması nedeniyle hemen ismi değiştirilmiş ve Gazi Kadın olarak çekimi yapılmıştır. Gazi Kadın "Zeynep" (Türkan Şoray), Ahmet'le gerdeğe girdiği gün savaş çıkıyor ve cepheye gidiyor... Öldü diye haberi geliyor daha sonra. Zeynep bu habere inanmayıp, Rusya'ya kocasını aramaya gidiyor. Kocasını Çar'ın yaveri olarak, casusluk yaparken buluyor. Kendisi de bu işe karışıyor; karı-koca Rus hücumunun planlarını çalıp kaçıyorlar...

► Haziran ayı başında belli alan MTTB Sinema Kulübü'nün düzenlediği 1973-74 Sezonunun En iyi On Türk Filmi" anketine göre sezonun en iyi on filmleri arasnda yerini alır. Buna rağmen, filmi beğenmediğini söyleyerek eleştirenler de olur: Ara Sıra çizgi üstü yapımlara imzasını atmış, uzun bir sinema geçmişine sahip Osman F. Seden, değil seyircimizi en kolay yoldan etkilemeyi amaçlayan dinsel tavrın ön plana alındığı bir tarihi film yapmak, en azından, sinemamızda çok az yönetmene tanınan olanaklardan faydalanıp "seyirlik" bir film dahi koyamamış ortaya koyamamış Gazi Kadın'da. Tarihi bir motif içinde kocası evlendiği gecenin sabahı askere gitmiş olan bir kadının Erzurum'dan Rusya'nın içlerine kadar uzanan çileli yaşamı Seden'in elinde kah sevda, kah bir duygunun getirdiği duygusallıkla alabildiğine abartılmış. Bu abartmanın izleyicilik niteliğini yitirdiği sahnelerde ise Seden, ilk kez GeIenbevi’nin Barbaros Hayrettin'de baş vurduğu yabancı filmlerden alma dekope sahneler ve iç mekanların süsleyiciliği ile filmin düz anlatımını saptırmayı denemiş. Ama ne var ki bütün bu türük ve görüntülerle halledilmeye çalışılan filmin uzun bir bölümünü oluşturan kardaki amansız takibin tekdüzeliğini kaybettirmeye yetmemiş, aksine bu bölülmede yaratılmaya çalışılan gerilimi oldukça etkilemiş. Kısacası Seden, kriz geçiren sinemamızın tüm olanaklarını kullanarak gerçekleştirmeye §çalıştığı üstün yapımcılığın sadece görkemli iç mekan görüntüleriyle, süslü giysilerinin göz boyacılığı ötesinde ilerisi için Yeşilçam'da üstün yapım olarak bu tür filmlere umut veren bir çaba ortaya koyamamış. “Gülşah Nezaket Maraşlı, “Osman F. Seden’le Türk Sinemasında Düet”

► Sinemamızın yıllardır bel bağladığı belli bazı klişelerin artık seyirci tarafından tutulmaması üzerine yeni konular, yeni temalar, yeni türler aranıyor... Bunlardan biri de sinemamızın ya çok az, ya da çok yetersiz biçimde eğildiği tarihsel film türü... ” “Gazi Kadın" Zeynep, sözlüsü Ahmet'le gerdeğe girdiği gün savaş patlıyor, cepheye gidiyor kocası... "Öldü" diye haberi geliyor... Zeynep inanmıyor buna, kalkıp Rusya'ya gidiyor, orada kocasını, kendisini Çar'ın yaveri olarak yutturmuş, casusluk yaparken buluyor, kendisi de işe karışıyor; karı-koca Rus hücumunun planlarını saray'dan bir güzel çalıp kaçıyor, vs, vs ... "Gazi Kadın"ın anlattığı öykünün yenilir-yutulur, ipe sapa gelir hiçbir yanı yok;.. Ne Beylerbeyi sarayında çekilmiş Abdülhamit'le ilgili bölümleri ciddiye almaya, ne Gerede'nin karlarını Rusya diye yutmaya, hele hele kendi halinde iki köylü diye gösterilen Ahmet'le Zeynep'in birdenbire birer Lawrens'le Mata Hari haline gelmelerini kabullenmeye olanak yok!. Senaryo, örneğin Ahmet'in Rusça'yı bildiğine ilişkin en küçük bir imada bile bulunmaksızın öyküye girdikten sonra, onu birdenbire şakır şakır Rusça konuşurken göstermek gibi bağışlanmaz sakatlıklarla dolu... "Vatan-millet edebiyatı, Kelime-i Şahadet, ezan; milli, dini, her türlü duyguyu sömürecek her şey, karmakarışık biçimde birbirini izliyor. Yabancı filmlerden apartılmış birkaç savaş bölümü, kırmızı jelatin, kağıdıyla çekilmiş birkaç "şafak" da eklenince, ışte size bir "üstün yapım"!... Aslında belki de gerçekten iyi niyetle, sinemamıza yeni bir şeyler getirebilmek için çekilmiş bu ve benzeri filmleri görünce, sorunun yalnızca bir "tür" veya "konu" değiştirme değil, toptan kafa değiştirme, sinema anlayışı değiştirme sorunu olduğu da anlaşılıyor ... Sinemacılarımız, günlük konuları, yaşadığımız günlerin içinden gelen öyküleri anlattıkları filmlerde bile bir "iç-gerçeklik", bir "insan gerçekliği", bir "yaşanmışlık" elde, edemediklerine göre, bir tarihsel filmde bunu elde edebilmelerini beklemek zaten gereksiz ... Hele hele Osman F. Seden gibi, ne anlattığının hiçbir zaman farkında olmamış, kendisine yakıştırılan "biçimci" yaftası altında olmadık filmlerle karşımıza çıkmış bir yönetmenle, yılda yazdığı 20 küsur senaryo arasında boğulmuş bir Safa Önal'la ciddi ve olumlu bir iş yapmak ellbette ki olanaksız ... Ama "biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz", üstelik de "birbirimize yeteriz" esprisi içinde sinemaya kimseleri yaklaştırmayan, örneğin bir senaryocu dendiğinde, son yıllarda başarılı çalışmaların eşiğinde bulunan bir Ayşe Şasa'yı, bir Selim ıleri'yi bile çarkın dışına atıveren sinemacılarımız, en umut bağladıkları projeleriinin bile "yattığını" görürlerse (ki göreceklerdir), herhalde üzülen biz olmayacağız... Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 79

FELEK (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Arda Uskan
Kamera: Muhlis Hasa
Yapım: Uskan Film / Arda Uskan

Oyuncular: İzzet Günay, Seyyal Taner, Aytaç Arman, Erden Alkan, Şarkılar: Selda

Konu: Fahişe damgası yiyen bir kadınla, elini kana bulayan bir gencin dürüst bir hayata atılmak için toplumda verdikleri savaşın öyküsü.

FATİH SULTAN’IN FERMANI “Kara Murat” (1973)


Yönetmen: Natuk Baytan
Senaryo: Erdoğan Tünaş, Fuat Özlüer
Eser: Rahmi Muratoğlu
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Sanat Yönetmeni: Sohban Koloğlu
Yapım: Erler Film / Türker İnanoğlu

Oyuncular: Cüneyt Arkın (Kara Murat), Meral Orhonsay, Bora Ayanoğlu (Fatih Sultan Mehmet), Melda Sözen, Kayhan Yıldızoğlu (Papaz), Kenan Pars (Nikol), Erol Taş (Mihal), Güngör Bayrak (Prenses İren), Kudret Karadağ, Feridun Çölgeçen (Majeste), Süheyl Eğriboz (Angelo), Arap Celal (İmam), Necdet Tosun (Hamcı), İhsan Gedik, Oktar Durukan (Kabasakal), Atıf Kaptan, Attila Ergün

KONU: Bizans prensesi İren, Osmanlı hükümdarı Sultan 2.Mehmet’e (Bora Ayanoğlu) aşık olmuştur. Bizans hükümdarı, Konstantinopolis’i (İstanbul) almaması koşuluyla kızını 2.Mehmet’e vermek ister. Sultan Mehmet kabul etmez. Bizanslılar tarafından esir alınmak istenir. Kara Murat (Cüneyt Arkın) yetişir ve Sultan’ı kurtarır. Bizanslılar’ın öfkesi bu eyleme karşı Prens Nicol’ün (Kenan Pars) komutasında Türk köylerine ani baskınlar ve halkı kılıçtan geçirme biçiminde gelişir. Bu baskınlardan birinde Kara Murat’ın annesi de öldürülür ve Murat, ne pahasına olursa olsun öç almaya yemin eder. 1453 yılında Sultan 2.Mehmet ve ordusu ki bu orduda Kara Murat da savaşmaktadır. Bizans surlarına dayanır. İstanbul dört bir yandan kuşatılır. Uzun süren kuşatma sonunda Ulubatlı Hasan Bizans surlarının tepesine Türk Bayrağını diker. Eşsiz bir zafer kazanan 2.Mehmet, ihtişam içinde muzaffer bir komutan ve hükümdar olarak İstanbul’a girer ve ilk Cuma namazını Ayasofya‘da kılar. Çağ değiştiren bu zafer 2.Mehmet’in adının başına “Fatih” isminin eklenmesi sonucunu doğurur. Bu arada Prens Nicol, Fatih Sultan Mehmet’in sevdiği prenses İren’i öldürür. İren’in kardeşi Helen ise Türkler’den nefret etmektedir. Bu yüzden Nicol’den yana tavır alır ve onunla birlikte Midilli Adası’na kaçar. Midilli sultanının oğlu kendilerine bir zarar vereceklerinden korktuğu Nicol ve Helen’i öldürmek ister. Prenses İren’in ölümünden sonra Fatih’in fermanı ile talihsiz prensesin intikamını almak için görevlendirilen Kara Murat, Kosta adıyla sızdığı Midilli’de Helen’i ölümden kurtarır. Bizanslı sultanın kızının hizmetinde çalışmaya başlayan Kara Murat, adadaki esirleri gizlice kurtarır. Bu olay üzerine prens Nicol, Kosta diye tanınan Murat’tan şüphelenir ve Kara Murat olduğunu anlayınca da yakalatıp idamdır. Bizanslı kumandan Kabasakalidis Kara Murat’a yardım eder ve prenses Helen’i de yanına alıp kaçar. Helen Kosta’nın aslında Türk, hem de Kara Murat olduğunu yolda onu yaralar. Tek başına kaçarken Bizans askerlerine yakalanırsa da yine Kara Murat tarafından kurtarılır. Böylece nefretle başlayan ilişki aşka dönüşür. Kara Murat İren’i ablası Helen’in öldürdüğünü sanmaktadır. Sonra bunu yapanın Prens Nicol olduğunu anlar. Peşlerinde olan Nicol, Kabasakalidis ve Helen’i yakalayıp işkence eder. İmdada yine Kara Murat yetişir. Nicol’ü öldürür, Helen’i kurtarır ve Bizans hazinesinin yerini bulur. Fatih’in fermanı ile istediği tüm görevleri yerine getirmiş ve İren’in de intikamını almıştır.


EZO GELİN (1973)


Yönetmen: Feyzi Tuna
Senaryo: Orhan Elmas
Foto Direktörü: Cahit Engin
Müzikler: Abdullah Nail Bayşu
Yapım: Uğur Film /  Memduh Ün

Reji Asistanı: Sami Güçlü, Kamera Asistanı: Ali Güven, Prodüksiyon Md: Adnan Uygur, Yardımcıları: Sabri A. Kara, Erbil Demirbağ, İlyas Kürtün, Raif Öztürk, Baki Soğukpınar, Laborantlar: Hikmet Kuyucu, Hayati Akbulut, Özkan Sevinç, Montaj - Senkron: İsmail Kalkan, Negatif Montaj: Hüsam Üren, Sesleri Alan: Necip Sarıcıoğlu, (Ören Film Stüdyosunda hazırlanmıştır, Lâle Film Stüdyosunda seslendirilmiştir.) 

Oyuncular: Fatma Girik, Kadir İnanır, Suphi Tekniker, Reha Yurdakul, İhsan Yüce, Yeşim Tan, Güzin Özipek, Hikmet Taşdemir, Sami Hazinses, Tahsin Koray,

Konu: Demirci ustası Dinar (R. Yurdakul), evlenme çağına gelmiş olan büyük oğlu Ali'ye (K. inanır), Kadir ağanın (İ. Yüce) güzel kızı Ezo'yu (F. Girik) alır. Fakat Ezo gelinin peşinde köyün zenginlerinden Uncuoğlu'da (H. Taşdemir) vardır. Muhalefetine rağmen Ali ile Ezo'nun düğününe engel olamaz. Ali ve Ezo'nun mutlulukları Ali'nin askere çağrılmasıyla bozulur. Çünkü Ali, Kore'ye gidecektir. Gidişinden kısa bir zaman sonra Ali'nin ölüm haberi gelir. Bütün ailesi yas tutarken dul kalan Eza gelinin talihsizliği devam etmektedir. Uncuoğlu fırsattan istifade Eza gelini Dinar ustadan ister hem de yüklüce bir başlık parasına. Fakat Dinar usta Eza gelinden çok memnundur ve karısı Elif (G. Özipek) ile aldığı kararla talihsiz gelini Ali'nin küçük kardeşi Yusuf'a (S.Tekniker) nikahlar. Ezo da Ali de buna karşı gelemezler Yusuf aslında Uncuoğlu'nun kız kardeşi Meryem'i (Y. Tan) sevmektedir. Bu nedenle Ezo gelin ile karı koca olmazlar. Fakat Meryem bir süre sonra canına kıyar. Uncuoğlu'da kaçakçılıktan hapse girer. Fakat Ali ölmemiştir ve köye döner. Ali, kardeşi ile Ezo'nun durumunu öğrenince sevdiğinin kendisine ihanet ettiğini düşünür. Köyü terk etmeye karar verir. Ezo gelin kendisine inanmayan Ali için kendini asar. “Burçak Evren, “İki Ün’lü Kadın Fatma Girik ”




EVLAT ACISI (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Hüsnü Cantürk
Foto Direktörü: Sertaç Karan
Besteler: Zeki Duygulu
Yapım: Kulüp Film / Hüsnü Cantürk

Oyuncular: Serdar Gökhan, Gül Tener, Suna Selen, Kazım Kartal, Selahattin Ersoy, Özdemir Akın, Muammer Gözalan, Ahmet Karaca, Meral Yağız

Konu: Uyuşturucu şebelkesinin peşine düşen bir polisle, kör bir kızın öyküsü.


ELBET BİR GÜN BULUŞACAĞIZ (1973)

Senaryo ve Yönetmen: Ülkü Erakalın
Görüntü Yönetmeni: Hüseyin Şahin
Müzik Direktörü: Adnan Şenses
Yapım: Nur Plak/Erol Solak

Oyuncular: Adnan Şenses, Tennur Solak, Önder Somer, Hülya Şengül, Gülistan Güzey, Altan Bozkurt, Müşerref Çapın, Necdet Tosun, Hilmi Coşkun

Konu: Kendisini hırsızlığa mecbur eden bir kadının, intikam için sevgilisini öldürmesini konu alan dramatik bir öykü 

DÜŞMAN (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Muzaffer Arslan
Foto Direktörü: Kenan Kurt
Müzik Direktörü: Muzaffer Özpınar
Yapım: Sine Film / Muzaffer Arslan

Laboratuar Şefi: Recai Karataş, Montaj: Özdemir Arıtan, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Asistanları: Bican Avşar, İsmail Karataş, Teknik Ekip: Mustafa Eti, Taner Erdemir, Bedri Uğur, Azmi Yıldız, Bakli Soğukpınar, Kamera Asistanı: Özer Korkmazlar, Işık Direktörü: Kenan Eryılmaz, Jenerik: Yalçın Çetin, Asistan Rejisör: Kenan Davutoğlu, (Acar Film Renkli laboratuarlarında hazırlanmış)

Oyuncular: Emel Sayın, Kartal Tibet, Seyyal Taner, Süleyman Turan, Adnan Alkan, Muazzez Kurdoğlu, Aynur Aydan, Seyyal Taner, Erden Alkan, Kayhan Yıldızoğlu, Refik Kemal Arduman, Tarık Şimşek, Doğan Bavli, Dinçer Çekmez, Nikola Simokin,

Konu: 1943 yılında geçen olayda, Almanlar İstanbul'da gizli casusluk örgütü kurarlar. Şarkıcı Helga'yı casusu olarak İstanbul'a yollarlar. Helga Türk casusu binbaşıya aşık olur.

► Almanlar, İstanbul'da bir gizli casusluk örgütü kurasıymışlar, Alman mı, Türk mü olduğu bilinmeyen güzel şarkıcı Helga'yı casus olarak kullanasıymışlar, Helga, Türk casusu binbaşı Murat'a aşık olasıymış, Murat ise görevi ile aşkı arasında elbette görevini seçip, sevdiği , kadını başkasının kollarına atmaktan çekinmeysiymiş... (Kusura bakılmasın, böyle bir filmancak böyle bir Türkçeyle anlatılır;) Sine-Film sahibi ve yönetmeni, Muzaffer Arslan, yerli filmciliğimizde egemen olan krize, kendince böyle çare bulmuş: Bir "Casusluk" filmi yapıp, Emel Sayın'ı da ilk kez "Şarkıcı hanım" olmayacağı bir filmde perdeye getirmek!. Doğrusu ya, Arslan filmini özenle çekmiş. Hele cinayet bölümlerinde groteks etkileri kullanması, tabanca, el, ayak gibi ayrıntıları çarpık merceklerle, seyircinin burnunun dibine kadar sokmasına diyecek yok. Filmin Yalçın Çetin'e hazırlatılan jenerikleri de kusursuz. Ama, acaba bay Arslan, aynı çabayı niye bir filmin belkemiğini oluşturan senaryo için harcamamış, sorulabilir ... Film, zekâya hitap eden en ince bir entrikadan yoksun, "Casusluk" deyince akla gelebilen her türlü durumu bir antoloji bağlılığıyla birbiri ardına dizen bir safsata dizisi ... Hele, Helga'nın namusunu kurtarıp Murat'a tüm saflığıyla dönmesi için, evlenmek zorunda bırakıldığı Alman subayının erkekliğinden (!) yoksun biri olarak sunulması buluşuna bayıldım. “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları”

DÜĞÜN (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Lütfi Ö. Akad
Görüntü Yönetmeni:Gani Turanlı
Müzik: Metin Bükey
Yapımcı : Murat Akay - Arif Özgüzel
Yapım : Erman Film / Hürrem Erman

Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Ahmet Mekin, Hülya Şengül, Kamuran Usluer, Erol Günaydın, Turgut Boralı, Altan Günbay, Günay Güner, İlknur Yağız, Sırrı Elitaş,

KONU: Filmde, Urfa’dan İstanbul’un kenar mahallelerinden birine göç etmiş altı kardeşten oluşan bir ailenin öyküsü anlatılıyor. Üç erkek, üç kız kardeşten meydana gelen ailenin büyüğü olan Halil (Kamuran Usluer), kardeşlerinin yaşama savaşının en büyük sorumluluğunu taşıyor. Bir yandan, elden düşme giysiler satarak ve ikinci büyük kardeş İbrahim’e (Erol Günaydın) mevsimine göre lahmacun, nohutlu pilav veya gazoz sattırarak, işportacılıktan günlük ekmeğini çıkarırken, kız kardeşlerine de hayırlı bir kısmet aramayı ihmal etmiyor. Halil’in yaşam mücadelesinin bilediği pratik mantığa göre, bu evlilikler, aynı zamanda aileye gerekli iktisadi katkıda bulundukları ölçüde olumlu karşılanabilir. Bu nedenle en küçük kız kardeş Cemile’nin (İlknur Yağız) iyi bir başlık parası veren (on bin lira) bir adama verilmesi, Halil için normaldir. Yeni kocası Cemile’ye harcadığı parayı, kızı gece-gündüz el kapılarında hizmetçiliğe yollayarak çıkarmaya çalışsa bile...

Diğer yandan, mahalle kasabının genç ortağı ile bağlantı kurarak evlenmeye karar veren ikinci kız Habibe ( Hülya Şengül), Halil’e giysi ticaretinde yardımcı olan ve başlık olarak da tam kırk bin lira öneren orta yaşlı dul bir zengin tarafından istenince, Halil’in seçimi bellidir. .

“Düğün”, bütün bu açılardan önemli ve ilginç bir film. Ancak filmin sonunun öykünün sonuçlanması için fazla “işlevsel” olduğunu, biraz “yapıştırma” durduğunu belirtelim.. Gerçekten de, son çıkışını yapmak için kız kardeşinin düğününü beklemesi de, o sırada istenmeyen damadın (Atlan Günbay) bıçağıyla yaralanması da, diğer kız kardeşin (Cemile) bilince erip ablasına katılmak için Habibe’nin düğününü fırsat bilmesi de, dramatik bir son yaratmak için olayları biraz zorlamak gibi geldi bize. “Düğün”ün yapısal bütünlük ve dramatik güç bakımından “Gelin” kadar başarılı olmadığı da söylenebilir. Bu açıdan Lütfi Akad için “Irmak” ve “Gelin” den sonra bir aşama değil bu... Ama artık önemli, çok önemli şeyler veren bir yönetmenin olgunluk yapıtlarından biri. (Atilla Dorsay – 1973)

► 1970'Ii yıllar Türkiye'de üretilen filmlerin içerik ve konuları bakımından farklılıklar gösterdiği yıllardır. Özellikle 60'lı yılların sonuna doğru dünyada yaşanan politik karşıtlıklar, mücadeleler sinemaya da yansır. Türkiye'deki politik hayhuyun, kuru propaganda ve 'yiğit milliyetçi' ya da 'kahraman devrimci' filmlerinin dışında kalan bazı yapımlar var ki, onlar bugün bile güncelliğini koruyor. Bu filmlerin başında ise özellikle Lütfi Akad'ın "Gelin", "Düğün", "Diyet" üçlemesi geliyor.

Bu üçlemenin önemli özelliklerinden biri, haklılığı her filmde onanan, politik bir taraf olarak pek eleştirilmeyen ve hatta kutsanan işçi sınıfının, özellikle Türkiye koşullarında köyden büyük şehre göç edip işçileşen ya da işçilikten esnaflığa geçiş yaparak bir nevi sınıf atlayan kırsal kökenli 'ailelerin' ekonomik ve toplumsal ilişkilerinin de keskin bir eleştirisinin yapılmasıdır. Keskin iyi-kötünün karşısında neden-sonuç ilişkisi son derece sağlam kurulmuş, gerçekliği hayatla sınanmış, zaman zaman gazete sayfalarına aksetmiş insanların hikayesidir bunlar.

Akad'ın üçlemesinin bir başka özelliği, filmlerin merkezinde kadınların olmasıdır. Türkiye'de feminist sinema öncesi melodram kalıplarına hiç yüz vermeden, sesini yükseltmeden, kadının ezilmişliğini anlatır bu üçleme: özellikle "Gelin" ve "Düğün". Filmlerin merkezinde kadının alınmasının nedeni sadece dönemin en önemli kadın oyuncusu Hülya Koçyiğit'in üçlemedeki filmlerde yer alması değil elbette.

Akad, bir yönüyle toplumsal değişimde, kentleşme sürecinde kırsaldan gelen insanları anlatırken, kapitalistleşme sürecindeki erkek egemen yapının yanında/karşısında ama genel anlamıyla kadının şehirdeki duruşunu anlatır. İki kadın modeli vardır: "Gelin"de taş kalpli, yaşlı kaynana vardır ama "Düğün"de genç, anlayışlı, aileyi şefkatle ayakta tutmaya çalışan ve şehirdeki yaşama, hatta göreli hıza ayak uydurmaya çalışan abla... Bu kadın modeli aynı zamanda şehirdeki gelecek nesilleri temsil eder. "Düğün" bu yönüyle, şehirdeki hayata ve kadının durumuna umutla bakabilen bir filmdir. Hülya Koçyiğit'in canlandırdığı abla karakteri, bir yandan aileyi bir arada tutan katalizör görevini görür, diğer yandan da 'yamyam!ığa' karşı direnişin alegorik karşılığıdır.

Aslında, üç filmin de birleştiği ortak alegorik anlatım tam anlamıyla 'yamyamlık' üstünedir. Üçlemenin bu özelliği "Düğün" filminde daha da açık bir şekilde ortaya çıkar. Çünkü ailenin erkekleri, sermaye elde etmek için, küçük kız kardeşi istemediği biriyle evlendirme kararı alır ve bunun karşısında olan tek kişi abladır. "Gelin" gereken paranın sermaye yapılması, "Düğün"de küçük kızın sermaye elde etmek için satılması, şehirde tutunmak, ayakta kalmak için insanların ailede en zayıf olanı yemesiyle açıklanabilecek bir durumdur. "Düğün"deki kurbanlardan biri de seyyar satıcılarla yapılan kavgada abisinin suçunu üstlenen en küçük erkek kardeştir. Lütfi Akad bunları bilinçli bir şekilde hikayeye katmıştır. Akad, Alim Şerif Onaran'la yaptığı röportajda bu durumu çok açık anlatır: "Bu kez gelenlerin ne sermayeleri var, ne zenaatleri. Hiçbir şeyleri yok. Çırçıplak geliyorlar. Anadan doğma bir çıplaklıkla geliyorlar. Altı kardeş, Urfalı ... Ve bunlar orada tutunuyorlar. Örneklerini de gözlerimle gördüm. Seyyar satıcılık yapıyorlar fakat tutunmak için birbirlerini de yemek zorundalar. Tutunmak için birbirlerinin etini rahatlıkla yiyebiliyorlar." (Lüttfi Ö. Akad, Alim Şerif Onaran, Afa Yayınları, Mart 1990, Sayfa: 164)

Üçlemenin diğer filmleriyle karşılaştırıldığında bugün hala güncelliğini koruyan hikayeye "Düğün" sahiptir. Bu yönüyle toplumdaki 'yamyamlığın' devam ettiğini söyleyebiliriz. Kapitalizm öncesi toplumlara has bu durumun hem alegorik hem de farklı bir gerçeklikle hayatta karşılığının devam etmesi elbette iç açıcı değil. Zaten, sosyolojik bir arka planı olan üçlemenin, çözümleri uzun yıllara yayılacak sorunlara parmak basması ve bu sorunların büyük bir kısmının çözüm beklemeye devam etmesi sinemanın öngörüsünün (daha alanda olduğu gibi) pek dikkate alınmadığına delalet. Ama Akad sinemasının estetik ön görüsü bugün sinemacılara hem fazlasıyla esin kaynağı oluyor hem de bir kılavuz olma niteliği taşıyor.

Üçleme görsel ve kurgu estetiğinin yanı sıra hikaye etmedeki minimalizmle de
önemli bir örnektir. Nitekim, buradaki estetik yapı Lütfi Akad sinemasının uzun metrajdaki son noktasıdır. Hem karakterler, hem hikaye, hem de kadrajların kııruluş biçimi aynı şeye hizmet eder; minimal sinemanın yalın dilini oluşturmaya. Ama üçlemenin görsel minimalizminde Gani Turanlı'nn büyük payı vardır. Bu görsel mirası bugünün genç sinemacılarında görmek mümkün. Son olarak "Düğün"ün oyuncu kadrosundaki başarıya değinmek gerekiyor. Üçlemedeki çekirdek kadronun korunması, oyuncuların canlandırdığı karakterlerle oyuncular arasında bir empati oluşturmuş. Özellikle Hüıya Koçyiğit'1e birlikte, Kamran Usluer, Erol Günaydın, "Gelin"deki rolüyle Ali Şen, oyunculuk kalitesiyle filmin çıtasını yükseltiyorlar. (Rıza Kıraç)

Ödül:
11. Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (1 – 10 Eylül 1974)
► Lütfi Akad “ En başarılı Yönetmen”

Jüri Üyeleri: Dr. Alyanak, Recai Akçaoğlu, Melih Başar, Atilla Dorsay, Berker İnanoğlu, Prof. Dr. Alim Şerif Onaran, M. Tali Öngören, Sami Şekeroğlu, Semih Tuğrul.

►Sinematek Derneğince yapılan araştırmada mevsimin en iyi filmleri içinde Birinci seçilmiştir.

DUVAK “Zaloğlu” (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Remzi Jöntürk
Kamera: Sertaç Karan
Yapım: Şahin Film / Şahin Koçak

Sesleri Alan: Necip Sarıcıoğlu, Yeni Stüdyo Renkli laboratuarında hazırlanmış ve seslendirilmiştir

Oyuncular: Yılmaz Köksal, Ayfer Başıbüyük, Yıldırım Gencer, Attila Ergün, Ali Ekdal, Danyal Topatan, Gökçe Güven,

Konu: Evlenmelerine zalim bir baba tarafından engellenince, dağlara çıkıp ölümde birleşen Zalo (Y.Köksal) ile bir genç kızın öyküsü


DİRİLİŞ (1973)


Senaryo ve Yönetmen: Birol Işın
Kamera: Şener Işık
Yapım: Çukurova Film

Oyuncular: Ersan Pala, Ceyda Karahan, Birol Işın, İzzet Aldemir, Necla Soylu