Powered By Blogger

21 Mart 2018 Çarşamba

EL KAPISI (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Orhan Elmas
(Nami Dilbaz’ın hikayesinden)
Foto Direktörü: Kaya Ererez
Yapım: Umut Film / Abdurrahman Keskiner

Kamera Asistanları: Mehmet Ererez, Erdoğan Ererez, Set Ekibi: Selahattin Geçgel, Nemci Ataman, Yalçın Topuz, Ar Direktör: Cumali Cimgöz, Renk Uzmanı: Türker Vatan, Sesleri Alan: Necip Sarıcıoğlu, Montaj Senkron: Mevlut Koçak, Nregatif Montaj: Sezai Elmaskaya, Prodüksiyon Direktörü: Erol Deniz, (Yeni Stüdyoda renklendirilmiş ve seslendirilmiştir).

Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Tanju Korel, Zeyno Çilem, Muazzez Kurdoğlu, Hikmet Taşdemir, Özcan Özgür, İsmail Hakkı,Kudret Karadağ, Enver Dönmez, Ahmet Kostarika, Cemil Paskap, Şarkılar: Huri Sapan,

Konu: Hasta kocasının ameliyat parasını temin etmek için Almanya'ya çalışmaya giden bir kadının öyküsü.


DÜŞMANLARIM ÇATLASIN (1974)


Yönetmen: Ülkü Erakalın
Senaryo: Bülent Oran
Foto Direktörü; Kriton İliadis
Yapım: Karagöz Film / Fuat Soner

Kamera: Ali Özügül, Set Amiri: Sait Korur, İlyas Akarsu, Işık Direktörü: Aydın Yurteri, Renk Uzmanı: Turgut Ören, Laboratuar Şefi: Hikmet Kuyucu, Hayati Akbulut, Özkan Sevinç, Abdurrahman Tepetam, Senkron: Süleyman Karakaya, Megatif Montaj: Osman Koşkan, Bayram Türkkan, Dublaj Rejisörü: Hayri Esen, Seslendiren: Marko Buduris, Asistanı: Zihniye Ören, Prodüksiyon Amiri: Fehmi Tengiz, Asistan: Vural Erman,
Ören Film Laboratuarnda renklendirilmiştir

Oyuncular: Yıldırım Önal, Kamuran Akkor, Seyyal Taner, Önder Somer, Gül Tener, Alktan Bozkurt, İlhan Daner, Aliye Rona, Uğur Kıvılcım, Renan Fosforoğlu, Necdet Yakın, Şener Şen, Haydar Karaer, Muazzez Arçay, Hamit Has, Nubar Terziyan, Kayhan Yıldızoğlu, Kadri Ögelman, Aysel Gürel, Birbahar Kerigan, Sükan Kahraman, Ceniz Karabulut, Çocuk Kralı: Murat Erton (1973 çocuk kralı)

Konu: İki genç kızı ve iki damadı olan zengin bir babanın maceralı öyküsü.

DÖVÜŞE DÖVÜŞE ÖLDÜLER (1974)


BEYTO 

Yönetmen: Yılmaz Duru
Senaryo: Sabahat Duru
Görüntü Yönetmeni: Suat Kapkı
Yapım: Dadaş Film / Kadir Kesemen

Oyuncular: Serdar Gökhan, Aysun Güven, Kadir Savun, Ali Şen, Ceyhan Cem, Muharrem Gürses, Yılmaz Duru, Birtane Güngör,

Konu: Aşk uğruna dağa çıkan bir çobanın öyküsü.


DÖRT HERGELE (1974)


Yönetmen: Yılmaz Atadeniz
Senaryo: İrfan Atasoy
Foto Direktörü: Mustafa Yılmaz
Yapım: İrfan Film/İrfan Atasoy / Türk-İtalyan Ortak yapımı

Oyuncular: Fikret Hakan, Gordon Mitchel, İrfan Atasoy, Richard Harrison, Feri Cansel, Eroıl Taş, Altan Günbay, Olga Janowsky, Atilla Ergün, Tarık Şimşek, Yavuz Selekman, Sami Tunç,

Konu: Kore savaşında birlikte savaşan 4 gözü pek arkadaşın, askerlik dönüşlerinde mafya çetesiyle giriştikleri mücadelenin öyküsü.


Atadeniz'in yönettiği “Dört Hergele”nin videosunda yönetmen olarak Jerry Mason’un adı geçiyor. İşin daha da inanılmaz boyutu bu İngilizce dublajlı film, ayrıca gerisin geriye Türkçe'ye çevrilerek Avrupa'daki Türk işçiler için “Can Arkadaşlar” adıyla piyasaya sürülmüş, üstelik jenerikte yönetmen olarak Jerry Mason adı muhafaza edilmiş…


DOMATESLER VE SİLAHLAR

Bknz: FIRTINALAR İSTANBUL’DA / KIRANLAR ÖDER  (1974)

DİYET (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Lütfi Ö. Akad “Ömer Seyfettin’in aynı isimli romanından
Görüntü Yönetmeni : Gani Turanlı
Yapım: Erman Film/Hürrem Erman

Oyuncular: Hülya Koçyiğit (Hacer), Hakan Balamir (Hasan), Erol Taş (Bilal Usta), Erol Günaydın (Mevlüt), Güner Sümer (Fabrikatör Salim), Turgut Savaş (Yunus), Yaşar Şener (Muhsin), Osman Alyanak (Börekçi), Günay Güner (Mustafa), Atıf Kaptan (Fabrikatör), Uğur Kıvılcım (Şerife), Murat Tıok (İmam)Giray Alpan (İşçi)

KONU: Gelin’in bittiği yerden "Diyet" Başlar. Çünkü baş kişiler yine Anadolu'dan İstanbul'a göçmüş kişilerdir. Yönetmen, fabrikada çalışan, kent çevresindeki gecekondularda yaşayan bu kişileri ve sorunlarını iki ayrı yaklaşımla ele almış, Yaşlı Yunus Dede için özlenen, köydeki yaşamdır, gerçek değerler köyde bırakılanlardır. Onun için Yunus kent yaşamına ayak uyduramaz, gündelik ekmek kavgasına, seyyar satıcılık yaparak katılamaz. Kırsal kesimlerden kente göçmüş kişilerin yaşamlarını konu alan Gelin - Düğün - Diyet üçlemesi, Yönetmen Ö. Lütfi Akad'ın başarılı bir çalışmasıdır.

► Lütfi Akad, “Gelin” ve “Düğün”le başladığı üçlemeyi, “Diyet”le bütünlüyor. Bu üçleme, sinemamızda ilk kez denenen bir uygulamanın ilginçliğini taşımakla. Yapısal ve içeriksel bütünlükleriyle de, sinemamızda üzerinde önemle durulması, tümüyle ele alınması gereken bir anıt meydana getiriyorlar. Bu tür incelemeler, ileride kuşkusuz yapılacaktır.

Akad’ın bu üç filmdeki en belirgin nokta, Türk toplumunun bugünün de, nbelirli bir çevreden, belirli bir çevreye gelmiş ve belirli bir ekonomik aşama içinde bulunan kişileri ele alması oluyor. Belirgin sosyo-ekonomik koşulların ortasında ele alınmış bu kişiler, kendilerini aşarak, toplumumuzdaki bugün ki oluşumların, geçmişin ayak bağlarıyla geleceğe dönük en güzel umutların garip biçimde iç içe kaynaştığı bu dönemin simgeleri haline geliyorlar.

Üçlemenin ilk filmi “Gelin”, bir Anadolu kentinde, kapalı köy ekonomisi içinde gerçekleştirdikleri küçük sermaye birikimiyle İstanbul’a gelen ve burada ticarete atılarak sermayeyi büyütmek, kapitalistleşme aşamasına geçmek çabasındaki bir ailenin, bu amaç uğruna insancıl değerleri unutmasını giderek ezip geçmesini anlatıyordu. Filmin sonunda, hızlı ve haksız kazanarak, ekonomik güçle birlikte kısa yoldan sınıf atlamak özlemine karşı, emeğine dayanarak yaşamanın önerildiği daha insancıl bir dünya, seçenek olarak sunuluyordu. “Düğün”deki aile, büyük kente daha az mali olanakla gelmişti. Feodal veya yarı feodal tarım ekonomisinin çağdışı koşulları idi çıkışları. Büyük kentte var olabilmek için ailenin her bir bireyinin kişisel çabasından medet umuyor, bu arada, yeni yetme kızlarının, ‘başlık’ parasıyla satılmasını bile, aile içi dayanışmanın gereği sayıyorlardı. Buna yine, insancıl değerlerin koruyucusu kadın kahraman, büyük abla (Hülya Koçyiğit) karşı çıkıyordu.

Bilimsel ismini “işçi sınıfı” olarak anılmak hakkını ilk kez 1952’de Türk-İş’in kurulmasıyla, yasal grev ve miting haklarını 1960 sonrasında ve yeni Anayasa sayesinde, çağdaş siyasal örgütlenmesini 1961’de T.İ.P’nin (Türkiye İşçi Partisi) kurulmasıyla başlatabilen Türk işçi sınıfının, günümüz Türkiye’sinde yaşadığı, sınıfsal bilnce kavuşma, gerekli yasal örgütleri kurma (sendikalaşma), kendi siyasal örgütünü bulma ve onda birleşme sürecidir. Filmin ana teması, güçlü olmak için mutlaka birleşme gereğidir. Bunun için Akad, kahramanlarını, sürecin değişik aşamalarında bulunan kişilerden seçmiştir. Fabrikada sendikaya inananlar, henüz bir avuç işçidir. Hacer gerçekleri bilmeyen, ancak kadınca sağduyusuyla sezen kişidir. Hasan ise, bilinçsizliğin en koyusu içindedir, bu yüzden yöneticilere yanaşarak giderek 1ispiyonluk” yaparak, kendini kurtarma çabasındadır. Akad’ın senaryo aşamasındaki en büyük başarısı, bizve ağırlığı bu bilinçsiz veya yarı bilinçli kişilere vermesi olmuştur. Çünkü en büyük sorun zaten budur, bilinçlenme sorunudur. Akad, önce konuya saptırıcı, giderek çağdışı bir yaklaşımla girecek, makine ile insan çelişkisini dergilecekmiş gibi görünür. Bu, kuşkusuz, kapitalizmin en başarılı olmuş aldatmacılarından biridir. Patron (Atıf Kaptan), tamamen çağdışı kalmış bir fabrika ağasıdır; fabrikayı yöneten oğlu (Güner Sümer), daha modern ve insancıl görünüşü altında temelde aynı çizgidedir. Erol Taş’la simgelenen usta ise, sermayeye yaltaklanan ve parsanın büyüğünü koparmak uğruna kendi sınıfına karşı dönendir. Sonda Hacer’in önce makineye yönelen saldırısının “suç bizde değil” deyişiyle bilinçlenmede, birleşmede geç kalmış olanlara yönelişi, bu gerçeği somut biçimde vurgular.

“Diyet” diyalektik doğruluğu ve diğer iki filmle ortak yanlar taşıyan öz/anlatım özellikleri ile önemli bir filmdir. Ancak sinema açısından çizgi dışı bir başarıya ulaşmadığı, genel olarak, senaryonun kağıt üzerindeki başarısına sinema diliyle büyük katkıda bulunmadığı söylenebilir. Örneğin Akad, dramatik açıdan yoğun sahnelere gerekli sinemasal heyecanı katamamasının örneğini, filmin son sahnesinde, Hasan’ın kolunu makineye “Diyet” verdiği bölümde yenilemiş, bu sahneyi fazla şematik kılmıştır. Diyet’de oyunculardan da söz etmek gerekir. Hülya Koçyiğit, Akad üçlemesinde insancıllığı, sağduyuyu temsil eden nbaşkişi, Diyet’ de de, son zamanlarda yalnız Akad’ın filmlerin ulaşabildiği çizgiyi yenilemekte, anlam ve mesaj yüklü kişiliğin ince, saydam, ama kararlı görünümüyle somutlaştırmaktadır. Hakan Balamir, Erol Taş ve Erol Günaydın’ın oyunları da filme değer katmaktadır. Diyet’in bütün bunların yanında en önemli yanı, bizce seyircinin kesin ve kararlı biçimde seçilmiş bir Türk filmi olmasıdır. Diyet sinemasal değeri ve hakkında bizim ve başkalarının yargıları ne olursa olsun, Türk işçi sınıfının kavgasında ve onun sanatsal izdüşümünde yer olacak önemli bir yapıttır. (Atilla Dorsay – Ocak 1975)


FİLMİ İZLE  


DİRİLİŞ (1974)


Yönetmen: Yücel Çakmaklı
Senaryo: Bülent Oran
Eser: Necip Fazıl Kısakürek
Foto Direktörü: Manasi Filmeridis Çetin Tunca
Yapım   Elif Film / Ali Emiraslanoğlu

Asistan Rejisör: Attila Gökbürü, Çetin Tunca, Reji Asistanı: Berrin Giz, Kamera Asistanı: Mahmut Yumuşak, Montaj Şefi: Özdemir Arıtan, Laboratuar Şefi: Recai Karataş, Işık Şefi: Uğur Şimşek, Ses Kayıt: Tuncer Aydınoğlu, Prodüksiyon Amiri: Kadir Akgün, Asistanı: Recep Kızılkan, Set Ekibi: Necmi Ataman, Ali Öger, Ercan Tuman, Şarkılar: Gönül Akkor, (Acar Film stüdyosunda hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Hülya Koçyiğit (Zeynep), Murat Soydan (Murat), Kenan Pars (Osman), Muazzez Kurdoğlu (babaanne), Süha Doğan (Esat), İbrahim Kurt, Ekrem Dümer, Nükhet Duru, Aynur Aydan, Mustafa Yavuz, Hasan Yıldız, Erdoğan Artun, İrfan Taviloğlu, İhsan Özenç,

Konu: Zeynep'in babası (Kenan Pars), hayatı kumar masalarında geçen bir adamdIr. Bir kumar masasında tüm servetiyle beraber kızını da (Hülya Koçyiğit) kaybeder. Gecenin galibi olan genç kumarbaz (Murat Soydan) kazandığı Zeynep ile evlenmek ister. Fakat düğün gecesi karısını terk edip kumara gider. Kocasına çok bağlı olan genç kadın, aynı zamanda morfinman olan kocasını kurtarmak için olağanüstü mücadele verir ve sonunda başarılı olur.

► Yücel Çakmaklı insan, yaşamındaki yerini göstermeye çalışan seri filmlerinin yenisinde, kahramanını kumarbaz bir yazar olarak seçmiş. Yalnız kumarbaz değil bu yazar, üstüne üstlük "esrar" tutkunu!. Kumarda kazandığı genç ve güzel bir kadınla bir iddia sonucu evlendiği gece, gerdeğe gireceği yerde kumara koşuyor. Karısı yılmıyor, onu adam edeceğine söz veriyor. Sonunda bir ölçü iman, bir ölçü de şok tedavisi ile kahramanımız hidayete eriyor, kötülüklerden arınıyor... Çakmaklı, şematik ispat yöntemi ve dayanılmaz melodram tutkusuna bir kez daha tutsak düştüğü bu filmde, üstelik son derece yeteneksiz bir oyuncuya, Murat Soydan'a bir an bile kalıbına giremediği bir rol oynatmış. Sonuç tam anlamıyla bir facia oluyor. 1974 yılında Türkiye'de böyle bir filmin çevrilebilmesi, işin tuhafı seyirci bulabilmesi aklın alacağı şey değil ... Çağdışı ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 118 ”


DERTLER BENİM OLSUN (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Cahit Engin
Ses Mühendisi. Necip Sarıcıoğlu
Montaj: İsmail Kalkan, Mevlut Koçak
Yapım: Erman Film / Hürrem Erman

Oyuncular: Orhan Gencebay, Perihan Savaş, Kadir Savun, Selçuk Özer, Ersun Kazançel, İ. Hakkı Şen, İhsan Baysal, Sami hazinses, Müşerref Çapın, Asuman Arsan, Hasan Taşdelen, Ekrem Dümer, Haydar Karaer, Ajlan Aktuğ, Kenan Karagöz, Tevfik Şen, Cengiz Ekdal, Dertler Benim Olsun Sabahattin'in sevgilisi Ayşe'ye tutkun namuslu, yiğit bir karpuzcunun öyküsünü anlatıyor. Ayşe de onu seviyor üstelik. Ayşe'nin ailesi önceleri varsıl. Ayşe'nin mahallede bilinen sevgilileri de yok değil. Hem yaşam biçimleri hem aile gelenekleri ve alışkanlıkları sınıfsal bir uçurum yaratıp Sabahattin'le Ayşe'yi ayırır. Sonra Ayşe'nin babasının işleri kötü gider, adam artık akşam eve nasıl ekmek getireceğinin derdine düşmüştür. Çıkış noktasını sevgili kızını çok zengin bir arkadaşın sosyetik oğluna sunmakta bulur. Oğlan şımarıktır ama çok isteklidir bu evliliğe.

Anadolu çocuğu Sabahattin kızı istetir. Daha eve girerken sosyetik ailenin köpekleri Sabahattin'in üstüne çullanır, karpuz tezgahı başına geçirilir. Ama nasihat işlemeyen Ayşe'nin gözü Sabahattin'den başka bir şeyi görmez. Ancak duygusal hikayelerin zamanı değildir, anne baba dinlemez kızlarını.İki sevgili karar verir; birlikte kaçacaklardır. Sosyetik ailenin oğlu tutar tam sevdiğine kaçacağı sırada Ayşe'ye tecavüz eder. Sabahattin geciken sevgilisini merak edip eve geldiğinde kanlar içinde bulur onu.

O yiğit, o mert Sabahattin tutup kızı hastaneye götüreceğine, yaralarına pansuman yapacağına, kötü gününde destek olacağına orada olduğu gibi bırakır, suratına bile bakmaz. Döktüğü gözyaşları tecavüze uğramış, hırpalanmış zavallı kıza değil giden bekaretedir, yok olasıca erkeklik gururundandır. Ayşe bekaretini koruyamamış, kirlenmiştir, Sabahattin'in temiz aşkına layık değildir artık.

Derl/er Benim Olsun bekaret konusuna getirdiği pederşahi, daha da kötüsü kadın düşmanı anlayışla itici film olmakla kalmıyor, Orhan Gencebay'ı da bu anlayışın bayraktarlığına soyunduruyor. Kötü örnek oluyor topluma, yanlış, adaletsiz erkek davranışlarını düzenin ana kurallarına, yerleşik geleneklerine sıkI sıkıya eklemleyerek olumluyor. Dertler Benim Olsun töre cinayetlerini düşünmemize neden oluyor ister istemez. Yani nefsi uyanmış pis erkeklerin küçük, kendini savunamayacak aile içi kızlarını en uygun tecavüz kurbanları olaraK seçmelerini, hamile kalma bahtsızlığına uğrayan masumların karınları şiştiğinde bekaretlerinin zedelendiği gerekçesiyle ölüme gönderilmesini ve pederşahi hukukun alçakça işleyişiyle yaşı küçük canilere hafifletici cezalar verilmesini düşünmemize ve lanetlenmemize neden oluyor.

Bu bakış açısıyla Dertler Benim Olsun kolayca yargılayabileceğimiz bir film özelliğini taşıyor. Günahını, vebalini filmin hem öyküsünü hem de yönetmenliğini üstlenen Safa Önal'ın artık gençlik gücünü kaybeden ancak Türk sinemasında çok yük taşımış ve hala taşımakta olan omuzlarına bırakabilir miyiz bilmiyorum. Omuzlarında taşıdığı yetmiş sekiz yaş bayağı bir yaş çünkü.

Film o zamanların bazı bazı kırılan, ama bir yandan da "Aman dur Bekle" diyen zincirleri arasında kalmış kadınları hala ikinci sınıf bir yaratık, bir eksik etek olarak görüyor. O dönemin kısıtlı ekonomik ve sosyal çalkantısı içinde dolanan, aş ve iş derdinde ne bulursa havada kapan, o anı hiç düşünmeden anında tüketen ve bunu dert edinecek vakti de hiç olmamış düşük eğitimli kitlenin göç ve işsizlik içinde yoğrulmuş duygularıyla, ne olursa olsun sıkıntılı finaliyle kırıcı duygular uyandırıyor. (Vadullah Taş)




DELİ FERHAT (1974)


Yönetmen: Mehmet Aslan
Senaryo: Bülent Oran
Kamera: Rafet Şirner
Yapım: Barlık Film / Necdet Barlık

Oyuncular: Serdar Gökhan, Meral Zeren, Hulusi Kentmen, Senar Seven, Atilla Ergün, Kazım Kartal, Şefik Döğen, Tarık Şimsek, Tevfik Şen

Konu: Hapisten çıktıktan sonra tekrar kirliişlere arkadaşları tarafından sürüklenen bir gencin hikayesi.

DAYI/KABADAYI (1974)


Yönetmen: Melih Gülgen
Senaryo: Nurettin Erişen
Görüntü Yönetmeni: Mustafa Yılmaz
Yapım: Gülgen Film / Melih Gülgen Müzik: Metin Bükey, Kameraman: Abdullah Gürek, Laboratuar: Hikmet Kuyucu, Hayati Akbulut, Turgut Ören, Negatif Kurgu: Bayram Güzel , Renk Düzenleme, Turgut Ören, Işık Şefi: Aydın Yurteri, Ses Kayıt: Marko Buduris, Senkron: Süleyman Karakaya, Prodüksiyom Amiri: Hasan Demircan, (Ören Film stüdyolarında hazırlanmış, Yıldız film stüdyosunda seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Fikret Hakan, Selma Güneri, Hüseyin Peyda, Süleyman Turan, Mehmet Ali Akpınar, Yıldırım Gencer, Reha Yurdakul, Nubar Terziyan,

Konu: Filmde bir profesör var, neredeyse dekan olacak. Bu zat zamanını üniversitede çalışmakla falan değil, özel (!) ders vermekle geçiriyor. Bu arada ünlü ve zengin Fehmi Çok'tan oğlunu yetiştirmesi için öneri alıyor. Fehmi Çok'un gangster arkadaşlarının çevresine giriyor. Onlar profesörden yararlanmak istiyorlar, razı olmayınca da karısına saldırıyorlar...

Dayı işin başında değişik bir öykü anlatılacakmış izlenimini veriyor. Fakir bir çevreden geldiği, yaşamı boyunca para sıkıntısı çektiği çeşitli kareler belirtilen profesörün, kirli çevrelerle bilerek isteyerek, ilişki kurmakta direnmesi, paranın insan karakteri üzerindeki yıkıcı, bozucu etkileri üzerine bir incelemeye çıkış olacak gibi görünüyor.

► "Dayı" değişik biçimde başlayıp iyi bir yerlere ulaşacakmış gibi, görünen bir konunun, büyük yanlışlarla neredeyse "tehlikeli" bir mesaj getirir hale dönüşmesi... Filmde bir profesör var, neredeyse dekan olacak Ama bu zat zamanını üniversitede çalışmakta filan değiI, özel ders (?) vermekle geçiriyor. Bu arada, ünlü zengin (isme dikkat Çok"tan, oğlunu yetiştirmesi için öneri alıyor. Karısı ve arkadaşının karşı koymalarına karşın, karanlık bir ünü olan bu çevreyle ilişki kuruyor. Fehmi Çok'un gangster arkadaşlarının çevresine giriyor. Onlar profesörden yararlanmak istiyorlar, razı olmayınca karısına saldırıyorlar, vs.
"Dayı” işin başında değişik bir öykü anlatacakmış izlenimini veriyor. Fakir bir çevreden geldiği, yaşamı boyunca para sıkıntısı çektiği çeşitli kereler belirtilen profesörün, kirli çevrelerle bilerek, isteyerek bilinçli olarak ilişki kurmakta direnmesi, paranın insan karakteri üzerindeki yıkıcı, bozucu etkileri üzerine bir incelemeye çıkış olacak, toplumun üst düzeylerine ulaştığı halde insancıl zaaflarına tutsak: olan bir insanın ruhsal gelişimini sergileyecekmiş gibi görünüyor. Ama ne yönetmende o yürek var, ne de sansürde böyle bir gelişimi kabul edecek hoşgörü ...

Film, bunun yanında birçok güncel eğilimi, akımı, düşünceyi, ismi, karmakarışık biçimde bir araya getiriyor. "Fehmi Çok" un işçilerinin grevini zor gücüyle durduran, gangsterlikle servetini yapmış biri olduğu belirtiliyor. Profesörün bu çevreye karşı savaşını ise, çocuklarını eğitip üniversiteye sokmak... Bunu da beceriyor; çocuklardan biri teşekkür ederken "ben de okulu bitirip kendi işimi kuracağım" diyor. İşte bunca çabanın sonu ... O da kendi işini kuracak, böylece toplum yeni Fehmi Çok'lar kazanacak ... Melih Gülgen'in kafasında bir şeyler var, bir eleştiri getirmek istiyor, bir şeyler söylemek istiyor. Ama anlaşılan bütün bunlar karışık, eksik, yanlış olarak bulunuyor bir arada. .. Dekan olacak düzeye gelmiş bir adamın Türkiye'deki toplumsal düzene bu denli yaplış "teşhis'! koyması, bu düzene karşı ise (ki öyle olduğu sezdiriliyor) bu karşı çıkışı "kapitalist - gangster"lerin oğluna ders vererek (?) uygulaması ne denli doğru ?




DAMGALI ADAM (1974)


Yönetmen: Necat Okçugil
Senaryo: Safa Önal
Foto Direktörü: Salih Dikişçi
Yapım: İstanbul Ticaret / Necat Okçugil

. Reji Asistanı: Nilgün Karagüler, Kamera Asistanı: Ahmet Demir, Işık Şefi: Aydın Yurderi (Ender Işık Servisi,), Jenerik: Refik Onubil, Sesleri Alan: Kunt Tulgar, Renk Uzmanı: Turgut Ören, Zihniye Ören, Senkron Necdet Tok, Montaj: Mehmet Tezgahtar, Laboratuar: Hikmet Kuyucu, Hayati Akbulut, Aslan Tektaş, Prodüksiyon Amiri: Mustafa Oğuz,
Kunt Film stüdyosunda seslendirilmiş ve Ören Renkli laboratuarlarında hazırlanmıştır

Oyuncular: Serdar Gökhan (Ahmet), Bahar Erdeniz (Süheyla), Beyza Başar (pavyon şarkıcısı), Ekrem Gökkaya (Kel Hüsnü), Kudret Karadağ (Kör Rıfat), Tarık Şimşek (Ziya), İbrahim Kurt (Fuat), Dündar Aydınlı (Ustabaşı), Yalçın Boratap, Ali Ekdal, Yaşar Güçlü, Zeki Tüney, Ekrem Dümer, Ali Demir, Zeki Sezer, Nermin Hoşses, Yılmaz Kurt, Mustafa Yavuz, Cengiz Karabulut, Deniz Gülten, Sönmez Yıkılmaz, Masist Güçlü, Zeki Işık, Nihat Cerit,

Konu: Hapisten çıkan bir kabadayının öyküsü

DADAŞ RIFAT (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Birsen Kaya
Kamera: Mükremin Şumlu
Yapım: Yonca Film / Alaettin Perveroğlu

Prodüksiyon Amiri: Yunus Yakışıklı, Laboratuar Şefi: Sabahattin Hoşsöz, Asistanı: Ata Kundakçı, Negatif Montaj: Ziya Kuşdoğan, Sesleri Alan: Marko Buduris, (İpek Film Stüdyosunda renklendirilmiş ve Yıldız Film stüdyosunda seslendirilmiştir)

Oyuncular: Aytekin Akaya, Gönül Hancı, Hayati Hamzaoğlu, Turgut Özatay, Atilla Ergün, Mürvet Sim, Doğan Tamer, Songül Karaca, Turgut Özonur, Dündar Aydınlı, Yılmaz Kurt, Bedri Aydın, Yusuf Çağatay, M. Ali, Güngör, Ali Ateş,

Konu: Çok yıllar sonra karşılaşan kabadayı oğul ile babasının öyküsü.

ÇİRKİN DÜNYA (1974)


Yönetmen: Osman F. Seden
Senaryo Safa Önal, Ahmet Üstel,
Erdoğan Tünaş
Kamera: Kaya Ererez
Yapım: Akün Film/İrfan Ünal

Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Savaş Başar, Doğan Bavli, Oktar Durukan, Bülent Kayabaş, İsmail Hakkı Şen, Günfer Feray, Danyal Topatan, Osman Alyanak

Konu: Hapisten kaçan üç mahkumun zengin bir kişinin evine gizlice girdikten, silah tehdidi ile kadına, kocasına ve çocuğuna türlü anormal davranışlarda bulunduktan sonra, kocasının ve çocuğunun öldürülmesiyle çıldıran kadının yıllar sonra bir rastlantıyla tanıdığı katillerden intikam alışını öyküsü

► Jean Jacques Rousseau, daha 18. yüzyılda, insanların "doğuştan eşit" olduğunu, onları "iyi" veya "kötü" diye isimlendirmemize neden olan niteliklerini, sonradan, toplum yaşamı içinde edindiklerini ileri sürüyordu. Toplum-bilimi saygın bir bilim dalı haline getiren Durkkheim, "bilgin, sosyal çevrenin insan bilinci üzerinde baskı yapan sosyal olgularını, hukuk, ahlak, din gelenek gibi ortak fikirlerini inceleyerek toplumun ve o toplumun içindeki bireyin gerçeğine varabilir" diyordu. Lise düzeyindeki bu bilgilere sahip olmayan kişi bile, çağdaş dünyamızda etrafına baktığında, toplumda (her toplumda) var olan "kötü"lerin, "kötülük"lerin, önemli ölçüde o toplumda var olan dengesizlik, haksızlık, adaletsizlikten, insanca bir yaşama düzeni kurulamamış olmasından geldiğini görür görmek zorundadır. Toplumda soyutlanmış bir "iyi" veya ''kötü'' anlayışı, günümüzde geçerli değildir. Ne var ki, belli bir düzenin savunmasını yapan, yapmak durumumda olan bir tür sinema yıllar yılı bu gerçeği örtbas etmeye çalışmış, kişiler, bireyler, onların özellikleri üzerinde dönenip durmuş, kollektif olanı toplumsal olanı bireysel olanda, bireyin öyküsünde toplumun ve içerdiği haksızlıkların etkisini göstermemeyi seçmiştir. Onun içindir ki, Batı sinemasında yıllar yılı, örneğin çiftlerin öyküleri (karı-koca-aşık üçgeni, karısını öldürmek isteyen dengesiz koca v.s), altın yürekli, erdemli veya tam tersine kötü, manyak zalim kişilerin, gangsterlerin, haydutların, hırsızların öyküleri anlatılmıştır. Bu açıdan yanlış ve eksik olan, temelsiz bir dünya yaratan şartlandırmalar getiren bu filmler, ancak anlatım açısından içerdikleri yenilikler, sinema dilinin oluşmasına yaptıkları katkılarla saygımızı kazanabilmişlerdir.

Ama günümüzde her şey değişmiştir artık... Birey / toplum ilişkisini hiç ortaya koymayan, veya yanlış biçimde ortaya koyan sinema, bırakınız Türkiye gibi bir ülkeyi, bireyciliğin, bireyci sanatın ve dolayısıyla bireyci sinemanın kalesi olan Amerika gibi bir ülkede bile neredeyse gözden düşmüştür. Bireysel olandan yola çıkmak aslında kolaydır. Dünya üzerinde üç milyar insan yaşamaktadır. Bunlardan en aşağı 1 milyarı, bir insanın kişisel. özelliklerinden yola çıkmayı seçen sinemayı ilgilendirebilecek özelliklere sahip olabilirler. Gerçekten de, aranan her türlü şey bulunabilir bireylerde. Aşık olabilecekleri gibi hırsız da olabilirler, manyak olabilirler, katil, deli, esrar tutkunu, cinsel sapık, eşcinsel, hayvan sevici, röntgenci, poligam veya poliandr, düzenbaz, hileci, soyguncu, casus, v.s. Ve bir film, herhangi bir sanat eseri gibi bunlardan herhangi birini alıp öyküsünü anlatabilir. Ama inandırıcı olmak şartıyla... Bu şarta da, o kişiyi, gökten zembille inmiş gibi değil, belli bir çevrenin, belli bir ortamın, belli toplumsal ekonomik koşulların' içinde ele almak, özellikle {neyse) çevresi ile ilişkili biçimde verilmek suretiyle ulaşılır. Başka türlüsü, uydurmacılıktır. Kolaya kaçmaktır. Bir "kaçış sineması "dır.

"Çirkin Dünya" işte tam bu tür bir sinemanın örneği... Bırakınız, Türkiye'de var olmayan yüzme havuzlu evi ve bunun gibi toplumumuza uyarsızhkları. (Bunlar filme konunun kopyalandığı "Ölüm Misafırleri-Les Intrus" adlı Fransız filminin gereği olarak konmuştur). Ama daha başında, olanca gardarlıkları, kötülükleri, zalimlikleri içinde gösterilen üç manyağın sunuluşuyla başlayan film, bundan sonra, hiç bir temele dayanmayan kötülüklerle "meşru" Bu kişilerden gelecek her hangi bir süprizi bile taşımaz olmaktadır. Yönetmen, "işte size üç adet manyak. Bunlar her şeyi yapabilir. "Hazırlıklı Olun!" demektedir. Ondan sonra da, yapılacak tek şey kalmaktadır: bu kişilerin patolojik kötülüklerinin dozunu artırarak, geride kalan 1,5 saati doldurmaya çalışmak. Ne bir çete etüdü, ne bir toplumsal değinme ne bir sınıfsal konum, ne bütün olup - bitenlere mantıksal bir neden. Ve ne de, kişilerde, öncelikle kabul edilmesi şart koşulan "kötü" veya "iyi" olmalarının yanında herhangi bir diğer kişilik karakter boyutu. Bir kopyacık daha boşa harcanmış, ne sinemamıza ne kimseye birşey kazandıracak bir filme dökülmüş 6-7 yüz bin lira daha .. Yazık ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf,


 Sergio Gobbi (1938) ve Charles Aznnavor’un (1924) senaryolarından Sergio Gobb’nin 1972 yılında filme çektiği “Intrusi Les” (Ölüm Misafirleri” isimli bir İtalyan filminden uyarlama. Bu filmin başlıca rollerini, Charles Aznavour, Marie-Christine Barrault (1944) ve Raymond Pellegrin (1925-2007) oynamışlardır.





ÇILGIN ARZULAR (1974)


Yönetmen Süreyya Duru
Senaryo Erdoğan Tünaş
Foto Direktörü Ali Uğur
Yapım Murat Film / Süreyya Duru

Dublaj ve Efekt: Sadi Yılmaz, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Bican Avşar, Montaj Şefi: Özdemir Arıtan, kamera Asistanı: İsmet Yurtçu, Set Amiri: Sonay Kanat, Asistanları: Şeref Yılmaz, Ömer Kılınç, Yaşar Davutoğlu, Prodüksiyon Amir: Stefan Melikyan, Laboratuar Şefi: Recai Karataş,

Oyuncular: Perihan Savaş, Aytaç Arman, Prenses Banu, Yavuz Selekman (Jackson), Anuşka, Baykal Kent, Nurtekin Odabaşı. Hamit Has

Konu: Tarihi eser kaçakçılarına karşı mücadele veren bir polisin hikayesi filmde bir zamanların dans yıldızı prenses Banu'nun dansları görülmeye değer. .

15 Mart 2018 Perşembe

ÇAM SAKIZI (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Hulki Saner
Foto Direktörü Özdemir Öğüt
Yapım: Saner Film / Hulki Saner

Oyuncular: Emel Sayın (Mihriban), Engin Çağlar (Adnan), Ceyda Karahan, Hulusi Kentmen, Mete İnselen, Cevat Kurtuluş, , Niyazi Gökdere, Osman Han, Erol Yeşilyaprak, Küçük Yıldız: Işın İşsever

Konu: Yakışıklı ve çapkın bir genç olan Adnan, babası ve uşakları Rıza ile aynı evde yaşamaktadır. Son zamanlarda bu kadroya aile doktorları da eklenmiştir. Çünkü evin beyi hastadır. Doktor son sistem bir tedavi diye adamcağıza iki zeytin tanesi ve birkaç galetadan başka bir şey yedirmemektedir. Oğlu Adnan her hatırını soruşunda babası ölüyorum oğlum, açlıktan ölüyorum, hasta değilim, diye cevaplandırılmaktadır. Bu arada oğlu Adnan’a "artık ölüyorum, torunumu bulun bana" diye ısrar eden yaşlı adamın torununu bulurlar. Torun Tamer Kasımpaşa’da bir pavyonda şarkıcılık yapan teyzesi Mihriban’la yaşmaktadır Mihriban çok güzeldir. İyi kalplidir fakat görgüsüzdür. Tamer de bu muhitte yetişmektedir. Ama teyzesi onu zorla okula da göndermektedir. Sesi çok güzel olan Mihriban’ı Adnan bir gün dinlemeye gider. Maksadı konuşup Tamer’i ondan almaktadır. Bu arada Tamer müşterilerin cüzdanlarını çalıp patrona götürmekte ondan bahşiş almaktadır. Ertesi gün Mihriban’ın mahallesine gelen Adnan evi bulur. Kapıyı açan Mihriban’ın onu görünce ödü patlar. Paralarını yürüttükleri için geldiğini sanmıştır. Halbuki Adnan ailevi bir mesele için geldiğini söyler. Birazcık ağzı bozuk olan Mihriban onun Tamer’i götürmek istediğini duyunca, Adnan’ı evden kovar. Tamer’i okutup büyüttüğünü, vermeyeceğini söyleyince, Tamer’i çağırır ve Adnanl’a konuşur. Tamer bir gün okula giderken bahçe duvarının dibinde Mine’yi ve teyzesinin başına işler açan adamı görür. Konuştuklarını duymuştur. Mine ona para vermektedir. Hemen koşar Adnan’a haber verir. Adnan adamı bulur, itiraf ettirir ve adam akıllı döver. Tamer bu kavgayı Mihriban teyzesine de haber vermiştir. Mihriban dayanamaz kavgaya yetişir. O da dövüşe katılır. Hakikat ortaya çıkmıştır. Adnan Mihriban’ı kucakladığı gibi eve getirir. Artık herkes mutludur."