Powered By Blogger

21 Mart 2018 Çarşamba

DİYET (1974)


Senaryo ve Yönetmen: Lütfi Ö. Akad “Ömer Seyfettin’in aynı isimli romanından
Görüntü Yönetmeni : Gani Turanlı
Yapım: Erman Film/Hürrem Erman

Oyuncular: Hülya Koçyiğit (Hacer), Hakan Balamir (Hasan), Erol Taş (Bilal Usta), Erol Günaydın (Mevlüt), Güner Sümer (Fabrikatör Salim), Turgut Savaş (Yunus), Yaşar Şener (Muhsin), Osman Alyanak (Börekçi), Günay Güner (Mustafa), Atıf Kaptan (Fabrikatör), Uğur Kıvılcım (Şerife), Murat Tıok (İmam)Giray Alpan (İşçi)

KONU: Gelin’in bittiği yerden "Diyet" Başlar. Çünkü baş kişiler yine Anadolu'dan İstanbul'a göçmüş kişilerdir. Yönetmen, fabrikada çalışan, kent çevresindeki gecekondularda yaşayan bu kişileri ve sorunlarını iki ayrı yaklaşımla ele almış, Yaşlı Yunus Dede için özlenen, köydeki yaşamdır, gerçek değerler köyde bırakılanlardır. Onun için Yunus kent yaşamına ayak uyduramaz, gündelik ekmek kavgasına, seyyar satıcılık yaparak katılamaz. Kırsal kesimlerden kente göçmüş kişilerin yaşamlarını konu alan Gelin - Düğün - Diyet üçlemesi, Yönetmen Ö. Lütfi Akad'ın başarılı bir çalışmasıdır.

► Lütfi Akad, “Gelin” ve “Düğün”le başladığı üçlemeyi, “Diyet”le bütünlüyor. Bu üçleme, sinemamızda ilk kez denenen bir uygulamanın ilginçliğini taşımakla. Yapısal ve içeriksel bütünlükleriyle de, sinemamızda üzerinde önemle durulması, tümüyle ele alınması gereken bir anıt meydana getiriyorlar. Bu tür incelemeler, ileride kuşkusuz yapılacaktır.

Akad’ın bu üç filmdeki en belirgin nokta, Türk toplumunun bugünün de, nbelirli bir çevreden, belirli bir çevreye gelmiş ve belirli bir ekonomik aşama içinde bulunan kişileri ele alması oluyor. Belirgin sosyo-ekonomik koşulların ortasında ele alınmış bu kişiler, kendilerini aşarak, toplumumuzdaki bugün ki oluşumların, geçmişin ayak bağlarıyla geleceğe dönük en güzel umutların garip biçimde iç içe kaynaştığı bu dönemin simgeleri haline geliyorlar.

Üçlemenin ilk filmi “Gelin”, bir Anadolu kentinde, kapalı köy ekonomisi içinde gerçekleştirdikleri küçük sermaye birikimiyle İstanbul’a gelen ve burada ticarete atılarak sermayeyi büyütmek, kapitalistleşme aşamasına geçmek çabasındaki bir ailenin, bu amaç uğruna insancıl değerleri unutmasını giderek ezip geçmesini anlatıyordu. Filmin sonunda, hızlı ve haksız kazanarak, ekonomik güçle birlikte kısa yoldan sınıf atlamak özlemine karşı, emeğine dayanarak yaşamanın önerildiği daha insancıl bir dünya, seçenek olarak sunuluyordu. “Düğün”deki aile, büyük kente daha az mali olanakla gelmişti. Feodal veya yarı feodal tarım ekonomisinin çağdışı koşulları idi çıkışları. Büyük kentte var olabilmek için ailenin her bir bireyinin kişisel çabasından medet umuyor, bu arada, yeni yetme kızlarının, ‘başlık’ parasıyla satılmasını bile, aile içi dayanışmanın gereği sayıyorlardı. Buna yine, insancıl değerlerin koruyucusu kadın kahraman, büyük abla (Hülya Koçyiğit) karşı çıkıyordu.

Bilimsel ismini “işçi sınıfı” olarak anılmak hakkını ilk kez 1952’de Türk-İş’in kurulmasıyla, yasal grev ve miting haklarını 1960 sonrasında ve yeni Anayasa sayesinde, çağdaş siyasal örgütlenmesini 1961’de T.İ.P’nin (Türkiye İşçi Partisi) kurulmasıyla başlatabilen Türk işçi sınıfının, günümüz Türkiye’sinde yaşadığı, sınıfsal bilnce kavuşma, gerekli yasal örgütleri kurma (sendikalaşma), kendi siyasal örgütünü bulma ve onda birleşme sürecidir. Filmin ana teması, güçlü olmak için mutlaka birleşme gereğidir. Bunun için Akad, kahramanlarını, sürecin değişik aşamalarında bulunan kişilerden seçmiştir. Fabrikada sendikaya inananlar, henüz bir avuç işçidir. Hacer gerçekleri bilmeyen, ancak kadınca sağduyusuyla sezen kişidir. Hasan ise, bilinçsizliğin en koyusu içindedir, bu yüzden yöneticilere yanaşarak giderek 1ispiyonluk” yaparak, kendini kurtarma çabasındadır. Akad’ın senaryo aşamasındaki en büyük başarısı, bizve ağırlığı bu bilinçsiz veya yarı bilinçli kişilere vermesi olmuştur. Çünkü en büyük sorun zaten budur, bilinçlenme sorunudur. Akad, önce konuya saptırıcı, giderek çağdışı bir yaklaşımla girecek, makine ile insan çelişkisini dergilecekmiş gibi görünür. Bu, kuşkusuz, kapitalizmin en başarılı olmuş aldatmacılarından biridir. Patron (Atıf Kaptan), tamamen çağdışı kalmış bir fabrika ağasıdır; fabrikayı yöneten oğlu (Güner Sümer), daha modern ve insancıl görünüşü altında temelde aynı çizgidedir. Erol Taş’la simgelenen usta ise, sermayeye yaltaklanan ve parsanın büyüğünü koparmak uğruna kendi sınıfına karşı dönendir. Sonda Hacer’in önce makineye yönelen saldırısının “suç bizde değil” deyişiyle bilinçlenmede, birleşmede geç kalmış olanlara yönelişi, bu gerçeği somut biçimde vurgular.

“Diyet” diyalektik doğruluğu ve diğer iki filmle ortak yanlar taşıyan öz/anlatım özellikleri ile önemli bir filmdir. Ancak sinema açısından çizgi dışı bir başarıya ulaşmadığı, genel olarak, senaryonun kağıt üzerindeki başarısına sinema diliyle büyük katkıda bulunmadığı söylenebilir. Örneğin Akad, dramatik açıdan yoğun sahnelere gerekli sinemasal heyecanı katamamasının örneğini, filmin son sahnesinde, Hasan’ın kolunu makineye “Diyet” verdiği bölümde yenilemiş, bu sahneyi fazla şematik kılmıştır. Diyet’de oyunculardan da söz etmek gerekir. Hülya Koçyiğit, Akad üçlemesinde insancıllığı, sağduyuyu temsil eden nbaşkişi, Diyet’ de de, son zamanlarda yalnız Akad’ın filmlerin ulaşabildiği çizgiyi yenilemekte, anlam ve mesaj yüklü kişiliğin ince, saydam, ama kararlı görünümüyle somutlaştırmaktadır. Hakan Balamir, Erol Taş ve Erol Günaydın’ın oyunları da filme değer katmaktadır. Diyet’in bütün bunların yanında en önemli yanı, bizce seyircinin kesin ve kararlı biçimde seçilmiş bir Türk filmi olmasıdır. Diyet sinemasal değeri ve hakkında bizim ve başkalarının yargıları ne olursa olsun, Türk işçi sınıfının kavgasında ve onun sanatsal izdüşümünde yer olacak önemli bir yapıttır. (Atilla Dorsay – Ocak 1975)


FİLMİ İZLE  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder