Senaryo ve Yönetmen: Lütfi Ö. Akad “Ömer Seyfettin’in aynı
isimli romanından”
Görüntü Yönetmeni : Gani Turanlı
Yapım: Erman Film/Hürrem Erman
Oyuncular:
Hülya Koçyiğit (Hacer), Hakan Balamir
(Hasan), Erol Taş (Bilal Usta), Erol Günaydın (Mevlüt), Güner Sümer (Fabrikatör
Salim), Turgut Savaş (Yunus), Yaşar Şener (Muhsin), Osman Alyanak (Börekçi),
Günay Güner (Mustafa), Atıf Kaptan (Fabrikatör), Uğur Kıvılcım (Şerife), Murat
Tıok (İmam)Giray Alpan (İşçi)
KONU: Gelin’in bittiği yerden
"Diyet" Başlar. Çünkü baş kişiler yine Anadolu'dan İstanbul'a göçmüş
kişilerdir. Yönetmen, fabrikada çalışan, kent çevresindeki gecekondularda
yaşayan bu kişileri ve sorunlarını iki ayrı yaklaşımla ele almış, Yaşlı Yunus
Dede için özlenen, köydeki yaşamdır, gerçek değerler köyde bırakılanlardır.
Onun için Yunus kent yaşamına ayak uyduramaz, gündelik ekmek kavgasına, seyyar
satıcılık yaparak katılamaz. Kırsal kesimlerden kente göçmüş kişilerin
yaşamlarını konu alan Gelin - Düğün - Diyet üçlemesi, Yönetmen Ö. Lütfi Akad'ın
başarılı bir çalışmasıdır.
► Lütfi Akad, “Gelin” ve
“Düğün”le başladığı üçlemeyi, “Diyet”le bütünlüyor. Bu üçleme, sinemamızda ilk
kez denenen bir uygulamanın ilginçliğini taşımakla. Yapısal ve içeriksel
bütünlükleriyle de, sinemamızda üzerinde önemle durulması, tümüyle ele alınması
gereken bir anıt meydana getiriyorlar. Bu tür incelemeler, ileride kuşkusuz
yapılacaktır.
Akad’ın bu üç filmdeki en
belirgin nokta, Türk toplumunun bugünün de, nbelirli bir çevreden, belirli bir
çevreye gelmiş ve belirli bir ekonomik aşama içinde bulunan kişileri ele alması
oluyor. Belirgin sosyo-ekonomik koşulların ortasında ele alınmış bu kişiler,
kendilerini aşarak, toplumumuzdaki bugün ki oluşumların, geçmişin ayak
bağlarıyla geleceğe dönük en güzel umutların garip biçimde iç içe kaynaştığı bu
dönemin simgeleri haline geliyorlar.
Üçlemenin
ilk filmi “Gelin”, bir Anadolu kentinde, kapalı köy ekonomisi içinde
gerçekleştirdikleri küçük sermaye birikimiyle İstanbul’a gelen ve burada
ticarete atılarak sermayeyi büyütmek, kapitalistleşme aşamasına geçmek
çabasındaki bir ailenin, bu amaç uğruna insancıl değerleri unutmasını giderek
ezip geçmesini anlatıyordu. Filmin sonunda, hızlı ve haksız kazanarak, ekonomik
güçle birlikte kısa yoldan sınıf atlamak özlemine karşı, emeğine dayanarak
yaşamanın önerildiği daha insancıl bir dünya, seçenek olarak sunuluyordu.
“Düğün”deki aile, büyük kente daha az mali olanakla gelmişti. Feodal veya yarı
feodal tarım ekonomisinin çağdışı koşulları idi çıkışları. Büyük kentte var
olabilmek için ailenin her bir bireyinin kişisel çabasından medet umuyor, bu
arada, yeni yetme kızlarının, ‘başlık’ parasıyla satılmasını bile, aile içi
dayanışmanın gereği sayıyorlardı. Buna yine, insancıl değerlerin koruyucusu
kadın kahraman, büyük abla (Hülya Koçyiğit) karşı çıkıyordu.
Bilimsel
ismini “işçi sınıfı” olarak anılmak hakkını ilk kez 1952’de Türk-İş’in
kurulmasıyla, yasal grev ve miting haklarını 1960 sonrasında ve yeni Anayasa
sayesinde, çağdaş siyasal örgütlenmesini 1961’de T.İ.P’nin (Türkiye İşçi
Partisi) kurulmasıyla başlatabilen Türk işçi sınıfının, günümüz Türkiye’sinde
yaşadığı, sınıfsal bilnce kavuşma, gerekli yasal örgütleri kurma
(sendikalaşma), kendi siyasal örgütünü bulma ve onda birleşme sürecidir. Filmin
ana teması, güçlü olmak için mutlaka birleşme gereğidir. Bunun için Akad,
kahramanlarını, sürecin değişik aşamalarında bulunan kişilerden seçmiştir.
Fabrikada sendikaya inananlar, henüz bir avuç işçidir. Hacer gerçekleri
bilmeyen, ancak kadınca sağduyusuyla sezen kişidir. Hasan ise, bilinçsizliğin
en koyusu içindedir, bu yüzden yöneticilere yanaşarak giderek 1ispiyonluk”
yaparak, kendini kurtarma çabasındadır. Akad’ın senaryo aşamasındaki en büyük
başarısı, bizve ağırlığı bu bilinçsiz veya yarı bilinçli kişilere vermesi
olmuştur. Çünkü en büyük sorun zaten budur, bilinçlenme sorunudur. Akad, önce
konuya saptırıcı, giderek çağdışı bir yaklaşımla girecek, makine ile insan
çelişkisini dergilecekmiş gibi görünür. Bu, kuşkusuz, kapitalizmin en başarılı
olmuş aldatmacılarından biridir. Patron (Atıf Kaptan), tamamen çağdışı kalmış
bir fabrika ağasıdır; fabrikayı yöneten oğlu (Güner Sümer), daha modern ve
insancıl görünüşü altında temelde aynı çizgidedir. Erol Taş’la simgelenen usta
ise, sermayeye yaltaklanan ve parsanın büyüğünü koparmak uğruna kendi sınıfına
karşı dönendir. Sonda Hacer’in önce makineye yönelen saldırısının “suç bizde
değil” deyişiyle bilinçlenmede, birleşmede geç kalmış olanlara yönelişi, bu
gerçeği somut biçimde vurgular.
“Diyet”
diyalektik doğruluğu ve diğer iki filmle ortak yanlar taşıyan öz/anlatım özellikleri
ile önemli bir filmdir. Ancak sinema açısından çizgi dışı bir başarıya
ulaşmadığı, genel olarak, senaryonun kağıt üzerindeki başarısına sinema diliyle
büyük katkıda bulunmadığı söylenebilir. Örneğin Akad, dramatik açıdan yoğun
sahnelere gerekli sinemasal heyecanı katamamasının örneğini, filmin son
sahnesinde, Hasan’ın kolunu makineye “Diyet” verdiği bölümde yenilemiş, bu
sahneyi fazla şematik kılmıştır. Diyet’de oyunculardan da söz etmek gerekir.
Hülya Koçyiğit, Akad üçlemesinde insancıllığı, sağduyuyu temsil eden nbaşkişi,
Diyet’ de de, son zamanlarda yalnız Akad’ın filmlerin ulaşabildiği çizgiyi
yenilemekte, anlam ve mesaj yüklü kişiliğin ince, saydam, ama kararlı
görünümüyle somutlaştırmaktadır. Hakan Balamir, Erol Taş ve Erol Günaydın’ın oyunları
da filme değer katmaktadır. Diyet’in bütün bunların yanında en önemli yanı,
bizce seyircinin kesin ve kararlı biçimde seçilmiş bir Türk filmi olmasıdır.
Diyet sinemasal değeri ve hakkında bizim ve başkalarının yargıları ne olursa
olsun, Türk işçi sınıfının kavgasında ve onun sanatsal izdüşümünde yer olacak
önemli bir yapıttır. (Atilla Dorsay – Ocak 1975)
FİLMİ İZLE