Araştıran ve Derleyen: Yalçın ÖZGÜL 2024 Şubat ayı sonuna kadar Blog'a aktarılan film sayısı 7642 adet olmuştur. Film aktarımı devam ediyor.
27 Nisan 2018 Cuma
25 Nisan 2018 Çarşamba
BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE (1979)
Yönetmen: Erden
Kıral
Senaryo: Tuncel
Kurtiz
Eser: Orhan
Kemal
Görüntü Yönetmeni: Salih
Dikişçi
Yapım: Doğa
Film/Polar Film
Set Teknisyenleri: Erdil
Demirbağ, Hacı Fidan, Turhan Alak, Mehmet İnci, Kamera Asistsanı: Asil
Başyıldız, Yapım Asistanı: Necmettin Çobanoğlu, Müzik: Yavuz
Top, Sarper Özsan, Yönetmen Asistan: Ali Kıvırcık, Sema Poyraz, Nilgün
Çapan, Aydınlatma: İlhan Aslım, Metin Erdoğdu, Osman Erdoğ, Negatif
Kurgu: Mehmet Bozkuş, Kurgu: Mehmet Özdemir, Negatif Yıkama: DGSA
Sinema ve TV Enstitüsü, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Saz ve
Türküler: Yavuz Top, Yapım Yönetmeni: Rauf Ozangil, Teknik
Yönetmen: Jan Pehrson, (Acar Film Stüdyosunda seslendirilmiş ve
basılmıştır)
Oyuncular: Tuncel Kurtiz, Erkan Yücel, Özcan Özgür, Bülent Kayabaş, Nur
Sürer, Yaman Okay, Erol Demiröz, Osman Alyanak, Menderes Samancılar, Nuri
Sezer, Selçuk Uluergüven, Funda Gürçen, Ali Tutal, Hikmet Çelik, Cengiz Sezici
, Kaplan Tarsuslu, Semih Başay, Funda Ersin, Hikmet Çelik, Yalçın Hitay, Cevahir
Civelek, Ahmet Karagöz, Fatma Demiryürek, Ayfer İdin, Hacı Fidan, Şevket
Çalışkan, Mustafa Lök,
KONU: Orta
Anadolu'nun yoksul köylülerinden iflahsızın Yusuf'u (Erkan Yücel), Köse Hasan
(Nuri Sezer) ve Pehlivan Ali (Yaman Okay) iş bulmak umuduyla Çukurova'ya
giderler, hemşerileri olan fabrikanın sahibini bulup işe başlarlar. Köse Hasan,
çırçır fabrikasındaki ağır çalışma koşullarına dayanamaz ve hastalanır. Kısa
bir sürede bir handa yoksul ve çaresiz bir biçimde ölür, Pehlivan Ali ile
iflahsızın Yusuf fabrikadaki ağır çalışma koşullarına, insan sömürüsüne ve de
ırgat başının kendilerinden aldığı haraca karşı baş kaldırır. .Ama bu baş
kaldırışlarında yalnız kalırlar ve patron da bundan yararlanarak elebaşı
konumundaki bu kişileri işten atar. Parasız pulsuz kalan iki arkadaş iş aramaya
başlarlar. Çalışıp para kazanmak zorundadırlar, Pehlivan Ali köyde bıraktığı
sözlüsüyle evlenebilmek için, Yusuf ise bir gaz ocağından daha fazlasını evine
götürebilmek için, Bir süre sonra inşaat işçisi olarak iş bulurlar. Bu sırada
Ali, Fatma (Nurhan Nur) adlı bir şoförün metresi olan kadına gönlünü kaptırır.
Fatma, Ali'nin bu karşılıksız sevgisinden yararlanarak onun çalışarak
biriktirdiği tüm parayı yiyip bitirir. Ayrıca işini de kaybeder. Bir süre sonra
da bir köylüsünün aracığıyla çiftlik ağasının patozunda çalışmaya başlar. Zor
ve dikkat isteyen bir iştir. Ali daha fazla kazanmak için daha fazla çalışmak
zorundadır, Durmadan dinlenmeden, gece-gündüz çalışır. Uyku sersemi olduğu bir
gece dalgınlıktan iki ayağını da patoza kaptırır. Yardım gelmediğinden de kan
kaybından ölür. Büyük umutlarla yola çıkıp Çukurova'ya gelen üç arkadaş-tan
yalnızca Yusuf kalır. O da gerektiği parayı biriktirdiği için köyüne dönmek
ister, Arkadaşları her ne kadar kalması için ısrar ederlerse de o, ölen
arkadaşlarının vasiyeti üzerine çarşıdan aldığı aynatarak ve bir de gazocağı
ile duvarcı ustası olarak köyünün yolunu tutar, Onca acı ve çileden sonra
yalnızca o amacına ulaşmış gibidir.
Ödül
Uluslar arası “Nantes” f ilm şenliğinde (1980)
► Jüri özel ödülü
Fransa Sanat ve Deneme sinemaları Birliği Ödülü
Strazburg Avrupa Film Festivali’nde (1981) ÜYÜK Ödül
18.Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (25
Eylül – 4 Ekim 1981)
► Erden Kral “en iyi yönetmen”
► Salih Dikişçi “en iyi Görüntü Yönet-meni”
► Yaman Okay “En iyi oyuncu
Jüri Üyeleri: Cihan Çiftçili, Zuhal Çevik, Mehmet Doğan, Osman Üntürk, Nuri
Dağtekin, Ahmet Gönen, Burçak Evren, Turgay Ulusan, Nisa Serezli, Kami Suveren.
" Orhan Kemal'in yaşamaktan, yaşananı kavramaktan ve
yaşanmışı anlatmaktan gelen benzersiz gözlem gücü ve bir kaynak gibi coşup
giden kalemi Çukurova'nın üstüne bir gün batımı gibi iner: Ağır, güçlü,
kendinden emin... Yaşamdan gelen, kısa, küçük ama güçlü kalem darbeleriyle
kağıda dökülür oradan da gözlerimizin önünde yeniden yaşama geçer: Bir dizi
insan yüzü ve kişiliği ayrıntıdan temele, temelden ayrıntıya giden bir
betimleme sonucu canlanır, somutlaşır, canlı canlı oluverirler... Kendilerini
anlatırken tüm bir Çukurova'yı, belli bir dönemin tüm koşulları, olayları ve
olguları ile birlikte yeniden yaratırlar. "CHP'nin iktidard bulunduğu
1946-50 yılları döneminden kısa bir zaman kesiti"dir bu... Kimler, kimler
yoktur bu "Çukurova'dan İnsan Manzaraları"nda... Bir Orta Anadolu köyünden
inip gelmiş, ne pahasına olursa olsun bir iş arayan İflahsızın Yusuf, Köse
Hasan, Pehlivan Ali... Nekes, pinti" insaf-sız Topal Ağa, haksızlığa
isyankar civa gibi Hidayetoğlu, elden ele geçen 15-16 yaşındaki Fatma kız,
kerhaneden pamuk tarlasına transfer Aptal Kız... Babasından ödü kopan bıçkın
ve hain ağa oğlu, ayni kumaştan acımasız ırgatbaşı, korkak Kemal.. Haksızlığa
direnen, sesi kalın, başı dik, görmüş geçirmiş emekçi Kürt Zeynel... Ve daha
niceleri...Kimdir bu insanlar, ne ister, ne ararlar? Orhan Kemal şöyle tanımlar;…her
yıl binlerce ırgat kuzey, güney ve orta Anadolu'dan bereketli Çukurova
topraklarına inerler. Onlar fabrikalarda, köy ekonomisinde ya da nerde olursa
olsun iş ararlar. Binlerce, on binlerce ekmek ırgatı, "ekmek kapısı"
dedikleri büyük şehirde aç, acı çekerek ve ümitsiz gezerler. Ve sonunda, her
şeye rağmen herhangi bir iş düşerse, emek şartları, mesken, yemekler o derece
kötüdür ki çoğu dayanamaz. Onlara elini uzatacak bulunmaz. Onlar, köyleri ve
orda bıraktıkları akrabaları için çektikleri acıları gözlerine derin derin
sindirerek kendilerine yer bulunmayan bu dünyayı ya erken terk ederler, ya da
bir deri bir kemik kalarak garip bir hayatı sürerler."
İşte Erden Kıral'ın sineması bu güç işi yüklenmiş:
"Çukurova'dan insan manzaralarının sinemalaştırmak işini... Türk
yazı-nının en güçlü romanlarından birini, bu toprak, insan ve emek destanını
sinemalaştırmak...
38 yaşında, daha yalnızca ikinci filmini yapan bir yönetmen
için ne zor bir iş, ne altına girilmez bir uğraş!... Ama Kıral bunu başarıyor.
Yaptığı, hemen ve öncelikle söyleyeyim, yalnız bizim sinemamız için başarılı
bir Orhan Kemal uyarlaması değil, dünya sineması içinde de yüz akı bir
filmdir...
Çünkü "Bereketli Topraklar Üzerinde", has sanat
yapıtına özgü o doyumsuz tadı taşır, o zor kurulur ikilemi kurar, o insanoğlunu
onurlandıran işlevi yerine getirir.,.. Bir yandan dünyada varolan, dünyanın
büyük bir bölümünde hala var olan, günümüz insanlığının yüzkarası olarak var
olan açlığı, işsizliği, sömürüyü, insanlık onurunun kırıntısından uzak sözüm
ona yaşamayı anlatır. İnsan insanın kurdudur bu ortamda, bu düzende... Topal
ağa için Köse Hasan'ın can çekişmesinin hiç önemi yoktur, onun için önemli olan
koynundaki ipe bir kaç ku-ruş daha dizebilmektir... Ağaoğlu için de işçinin,
işçi hayatının hiç bir değeri yoktur: "Patoz"un başına geçirdiği
acemi usta biraz daha çabuk iş çıksın, ağanın kesesine biraz daha para girsin
diye kolunu makineye kaptırdığında, onu arabasına atıp doktora götürmekten bile
kaçınacaktır: Araba kanlanmasın diye!.. Kadınlar da bu acımasız orman
düzeninden nasiplerini alırlar elbet: Fatma'ya sıtma krizi sırasında aspirin
veren adam, birkaç dakika sonra nöbet geçiren kadının ırzına geçmekten
utanmaz... İşçisi Üzerinde olmadık ceberrutluğu yapan ırgatbaşı ise, gence
kızlarının kerhaneye düşmesine aldırmayacaktır.
Ama ikilemin öte ayağı da vardır Kemal'de, Kral'da... Çünkü
"yeryüzünün her köşesinde insanlara özgü mutluluk özlemi, bizim halkımızın
ruhunda vardır". "Bereketli" umutsuz, karamsar bir roman
değildir: "umudu, kesintisiz mutluluk arayışını verir". Hayrettinoğlu
Topal ağanın hırpaladığı hasta Köse Hasan'ı tuvalete götürdükten sonra ona
taharet aldırırken, Pehlivan Ali kerhanede rastladığı ustabaşının kızıyla bir
sevgi ilişkisi kurar gibi olurken, yine Pehlivan Ali ile Hayrettinoğlu yorgun
bir emek günü sonrası uzakta yanan ateşin dalga dalga yansımasını yüzlerinde
duyarak mutlu günlerin özlemini yaşarken, hayatın bir bütün olduğunu ve her
şeyiyle yaşandığını, yaşanması gerektiğini algılarsınız... Her gerçek ve büyük
sanat yapıtında olduğu gibi, "Bereketli" de de gerçeklere getirilen
tanıklığın onuru vardır, ama ayın zamanda umutla umutsuzluğun, acıyla sevincin,
kinle sevecenliğin de o ayrılmaz içiçeliği, birlikteliği vardır.. .
Erden Kıral, sinemasıyla tüm bunları ve daha başka şeyleri kavrar,
ve yeniden kurar. Çok olaylı, çok kişili, .çok temalı bir dev roman sinemada
gücünden soluğundan pek birşey yitirmeksizin başka bir yaşama, başka bir
varlığa geçer. görselliğe kavuşur... Evet, ayrılıklar, değişiklikler, yön değiştirmeler
vardır, bazı tipler yitip gitmiş, bazıları çok işlenmiştir: sözgelimi Pehlivan
Ali niye böylesine öne çıkmıştır da İflahsızın Yusuf, romanın sonunda köyüne
dönüp gelen Yusuf yok olup gitmiştir? Orhan Kemal'in o güçlü soluğunu belki
aynen duyamayabilir, yazının taşıdığı özgül koşulların getirdiği bazı şeyleri
bulamayabilirsiniz...Ama kimse "Bereketli’nin yürekle, duyguyla, sevgiy-le
yapılmış bir film olduğunu' yadsıya-maz. Buram buram insancıllık, buram buram
insan sevgisi kokan bir filmdir bu... Kıral'ın Orhan Kemal'in en güçlü yanını
insancıllığını yakalayıp filmine bir ışık gibi yansıttığı açıktır. Bu insan
sıcaklığı, yabancı bazı yazarların da belirttiği gibi filmi "Ayak Takımı
Arasında", "Gazap Üzümleri" gibi evrensel başyapıtların veya son
yılların "1900" veya "Cennet Günleri" gibi başarılı
"toprak ve emek filmlerinin düzeyine yükseltmektedir. O yapıtlarda olduğu
gibi "Bereketli" de bize uzun yıllar kolay unu-tamayacağımız, bir
sokak köşesinde, bir sinema çıkışında yeniden rastlayıve-receğimiz denli
yakından tanıdığımız tipler, insanlar armağan etmiştir.
Ancak bu insan yüzleri, yaşam kavgasındaki bu emekçi
portreleri toplamı, kuşkusuz yalnız sevgiyle yaratılmamıştır. Bunda yeteneğin,
bilginin ve ekip çalışmasının da payını unutmamak gerekir.
Öngören/Kurtiz/Kıral'ın başarılı senaryo çalışması, Salih Dikişçi'nin, İsveçli
ışık uzmanı Jan Pershon'un katkısıyla, özellikle dahili sahnelerde (çırçır
fabrikası, Topal ağanın evi, vs) ve dış gece sahnelerinde De La Tour
resimlerini andıran ışık/gölge uyumları yaratan kamera çalışması, Sarper
Özsan'ın müziği ve kalabalık oyuncu kadrosunun (hangi birini saymalı?) hepsi,
ayrıksız hepsi bu çabayı bütünlemektedir. "Bereketli", Türk sineması
tarihinde böylesine kalabalık bir oyuncu kadrosunun tümüyle üstün bir oyun
verdiği ilk ve tek filmdir. Hepsini yürekten kutlarız.
Ama hepsinin üstünde ve ötesinde Erdem Kıral, bu filmle henüz
ikinci filminde sinemamızın en umut bağlanası isimlerinden biri olduğunu
göstermektedir. Kıral, Çukurova'nın gerçek emekçileriyle işbirliği yaparak en
zor sahneleri ustaca çözümlemiş, akıcı, pürüzsüz bir sinema dili kurmuş, Orhan
Kemal'in dev yapıtının özünü perdeye taşımış bulunuyor. Bu filme ve Erden
Kıral'a sinemamıza hoşgeldin diyoruz. Sinemamız, yeni ve uzun süre göğsünü kabartacak
bir yapıt daha kazandı. (Atillla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”, syf,
184)
* "Bereketli Topraklar
Üzerinde", hemşerilerinin fabrikasında çalışmak umuduyla 'seksen evlik
köylerinden' Çukurova'ya gelen iflahsız Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasan'ın
hikayesini anlatır. Orhan Kemal'in büyük oranda diyaloglar üzerinden ilerleyen,
karakterlerinin ruh hallerini ve gönül yaralarını konuştukları 'dil'de arayan
anlatısı, sinema için eşsiz bir malzeme sunmuştur. Öyle ki roman Tuncel Kurtiz
tarafından senaryolaştırılırken, kitaptaki cümleler, deyişler ve hitap
biçimleri büyük oranda korunmuştur. Kemal'in romanı, karakterlerinin şehir
hayatının acımasız ve vicdan tanımayan karanlığına, bilinmezliğine
sürüklenişini içselleştirircesine, kısa ve kesik kesik diyaloglarla, deyim
yerindeyse şiirsel bir telaş hissiyle ilerler. Karakterlerin tutunduğu
değerler, şehrin gözü dönmüş insan kalabalığı içerisinde giderek anlamını
yitirir. Kemal'in üslubu tekrarlar üzerinden ilerler ve her tekrarda kelimeler
anlamlarından bir parça daha yitirirler; karakterlerin umutları kırılmaya
başladıkça gitgide işlevsizleşir ve zamanla hepten trajikomik bir bal alırlar:
'Hiç kimse hemşerimiz gibi olamaz.'
Bu derece dil üzerine kurulu bir anlatıya görsel bir kimlik
kazandırmak oldukça güçtür kuşkusuz. Erden Kıral, dilin hakimiyetini mümkün
olduğunca güzel planlar tercih ederek mizansenle dengelemeye çalışır: Filmin
girişinde Çukurova'nın pamuk tarlalarında çalışan ırgatları, filmin köyden
şehre göç temasına uygun biçimde hareket halindeki bir kamerayla izleriz.
Filmin tam orta yerinde de tekrarlanan bu belgeselvari planlar, fabrikada
çalışan işçi görüntüleriyle birlikte anlatının ruhunun yattığı çekirdeği
oluşturmak-tadır. En nihayetinde belirli karakterlere yoğunlaşsa da, bu, Çukurova'da
ekmek parası için didinen pamuk işçilerinin ortak yaşam dertlerinin
hikayesidir. Erden Kıral, özellikle yer yatağında yan yana dizilmiş işçilerin
uyurken ki görüntüleriyle fabrikada yan yana dizilmiş işçilerin çalışırkenki
görüntüsüne paralel kurguyla aktardığı sekansta, karakterlerin tekil
hikayelerinden daha büyük bir gerçeğe işaret eden bir anlatı kurma derdinde
olduğunu hissettirir: Tıpkı Orhan Kemal'in romanı gibi, film de Çukurova'nın,
Türkiye'nin 50’ler sonrası toplumsal gerçekliğinin, bereketli topraklarda heba
olmuş yaşamların ruhunu yakalamaya çalışmaktadır. Üç karakterin şehir
gerçeğiyle yüzleşme öyküleri, zamanla daha geniş bir ruhsal coğrafyaya yayılır,
yan hikayeciklerle örülü büyük bir anlatıya doğru evrilir. Şehirden filmin
başında gördüğümüz pamuk tarlalarına geri dönen "Bereketli Topraklar
Üzerinde" bol karakterli yapının getirdiği zorlukları alt edemeyerek
dağınıklaşsa ve giderek parçalı bir görünüm alsa da; Yaman Okay, Erkan Yücel,
Nur Sürer, Tuncel Kurtiz ve Erol Demiröz gibi isimlerin usta-lıklı
oyunculukları ve ince işlenmiş karakter portreleri sayesinde gücünden çok bir
şey kaybetmez. Hatta filmi ilginç kılan şeyin, ırgat, ırgatbaşı, ağa, ağanın
yeğeni, ispiyoncu, sendikacı ve usta gibi 'çalışma mekanizmalarındaki farklı
hiyerarşik ve ahlaki konumları temsil eden bireyler arasındaki iktidar
ilişkilerine mercek tutan parçalı bol karakterli yapısı olduğu da söylenebilir.
Bu yapının ayakta kalmasında, Orhan Kemal'in realist roman anlayışına bağlı
olarak karakterleri şiveleriyle konuştur-masının da büyük bir payı vardır.
Film, Kıral'ın sonradan çekeceği "Hakkari’de Bir Mevsim" (1982) ve
"Ayna" (1984) gibi filmlere kıyasla, deyim yerindeyse daha 'katı
gerçekçi', belgesele göz kırpan, Marksist/neorealist sinema geleneğine daha
yakın duran bir estetiğe sahiptir. "Hakkari'de Bir Mevsim" ve
"Ayna"daki psikolojik derinliği ve hayal-gerçek arasında gidip gelen
şiirsel anlatımı bu filmde bulamayız. Fakat belki de, filmin asıl meselesi de
bu noktada düğüm-lenmektedir. Bereketli Topraklar Üzerinde", rüya
görmesine izin verilmeyen insanların dünyasını anlatmaktadır. Bir sahnede gece
gördüğü rüyadan dem vuran Pehlivan Ali'ye, ırgatbaşı şöyle cevap verir:
'Rüya görmek de noluyor lan!' Yerde uyuyan işçilerle,
fabrikadaki makina görüntülerini paralel kurguyla aktaran bölüm, belki de buna
işaret etmekte-dir. Rüya göremez olmuş, esrar kafasıyla ayakta tutulan, üretime
katkıda bu-lunacak et parçalarından ibaret görü-len, sabah 5 'te zorla
uyandırılan, insanlığı çalınan insanların filmidir bu. Romanda önemli yer
kaplayan sıla hasreti bile, filmde bu insanların dünyasından çekilip alınmış
gibidir. Hayalin ırak olduğu bu dünyanın erkeklerinin korudukları tek fantezi,
kadınlardır. Özellikle Pehlivan Ali'nin Fatma ve Abdal Kız'ı arzulaması,
kerhanede bir fahişeyi köyüne götürme hayalleri kurması üzerinden cinsel
fanteziler, sıla hasretiyle karıştırılmış, melezleşmiş bir şekilde karşımıza
çıkar. Diğer yandan film, erkeklerin dün-yasında, kadınların ('avrat'ın) da bir
mülkiyet olarak görülmesine de değinir. Erkek cinselliğiyle kapitalist üretim
arasında -özellikle ırgat başının orgazm olurcasına 'Çalış!' diye bağırdığı
sahnede güçlü bir analoji kurulur. Son kertede filmin katı gerçekçiliği, belki
de olabilecek en fantastik, en doğa üstü şeyin, sadece çalışmaya
koşullandırılmış insan bedeni olduğuna işaret eder. Yine de görülemeyen
rüyaların hiçliğe karışan sesleri, makina gıcırtılarının arasından belli
belirsiz işitilmektedir hala.(Fırat Yücel) “SİYAD, “40 Yılın Serüveni”
* Sinemamız ne zaman edebiyatımıza el
atsa eli boş kalmıyor. Bereketli Topraklar Üzerinde de bu kaideyi pek bozmuyor.
Çünkü hem başarılı ama bir o kadar da başarısız. Başaralı; kaynak aldığı
yapıtın dünyasına, içtenliğine, sıcaklığına ve vuruculuğuna giremeyip, ondan
hareket ederek kendine özgü farklı bir dünya yaratıyor. Bu dünyanın içine de
romandakinin girmesi pek kolay olmuyor. Yapıtın özünü oluşturan, ırgat
sömürüsü, köylü ağa çatışmasının ana nedeni, çok beylik, biraz gösterişli
kalıyor. Emeğin sömürülmesi eylemden çok diyaloglara bindiriliyor ki bu da
izleyen üzerinde pek fazla etkili olamıyor. izleyen bireylerin peşine
takılmaktan sömürü düzeninin onlar gibi yüzlercesinin, binlercesinin yazgısını
nasıl değiştirdiği üzerine pek kafa yorup, tüm acı ve yıkımların üzerine
duygularından soyutlanıp gerçekçi bir bakış getirmekte zorluk çekiyor. Ama tüm
bunlara rağmen Bereketli Topraklar Üzerinde sinemamız için bir kazanç
içeriğindeki sağlamlığa karşım sinemasal anlatımında bir dizi aksaklıklar ve de
acemilikler taşısa da ..
Orhan Kemal'in romanıyla Kral'ın filmi arasında kesin bir
benzerlik aramak doğru olmaz. Sinemaya uyarlanan her edebiyat yapıtı için de
böyle düşünmek gerekir. Kıral'ın başarısı, Orhan Kemal'in önüne serdiği
malzemeyi kullanarak, Orhan Kemal'in romanında ulaşmış olduğu sonuca, sinemada
ulaşabilmiş olmasıdır. Kıral'ın en övünülecek yem, soğuk kanIı bir yaklaşımla
konuyu ele alması ve dramatik gerilimi olmayan, düz çizgili bir anlatımı
seyirciye benimsetmekteki ustalığıdır. Gerçekten de çok süratli bir kurguyla
verilen ve işçilerden birinin kolunu makineye kapatılmasıyla sonuçlanan
sekansın dışında film, inişsiz, çıkışsız bir anlatıma yer veriyor. Ama başarısı
da bu biçimden kaynaklanıyor. Kıral zor olanı seçmiş, kimi kişileri öne
çıkartıp seyircinin ilgisini uyanık tutmayı güvence altına almak yerine,
insanların bütünleştikleri çevreyi betimlemeyi yeğlemiş. Çarpıcı olmayan,
izleyeni yavaş yavaş etkisi altına alarak üzerinde düşünmeye yönelten bir film
çıkmış ortaya. (Rekin TEKSOY, Gösteri. S:1, Aralık 1980 )
* Orhan Kemal, 1930'larda Adana'nın
dayanılmaz san sıcağında çırçır fabrikalarında çalışan işçilere dair
gözlemlerini 1954'te "Bereketli Topraklar Üzerinde" adlı romanıyla
kağıda dökmüş ve Türk edebiyatına eşsiz bir başyapıt kazandırmıştı. Romanın
kişi ve olaylarını 1970'lerin Türkiyesi'ne uyarlayan ve gelişim çizgisinde kimi
değişikliklere giden Erden Kıral da aynı başarıyı beyazperdede tekrarlamış,
sinemamıza 'aşılması çok zor' bir film armağan etmişti, îş ve ekmek peşinde
Orta Anadolu köylerinden Çukurova'ya gelip ekmek kavgası veren üç zavallı
ırgatın; Iflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasan'ın, Orhan Kemal'in
"Onlara el uzatacak kimse bulunmaz," dediği insanların öyküsüdür
anlatılan. Üç kuruş kazanmak için pamuk fabrikasında canlan çıkana dek çalışır,
ahırdan bozma bir yerde yatıp kalkarlar. Sıtmaya yakalanan Köse Hasan'ı bırakıp
önce bir inşaatta, sonra da çeltik tarlasında çalışmayı sürdürürler. Köleden
farkları yoktur... Öyle ki rüya görmek bile yasaktır onlara. Gördüğü rüyadan
söz etmeye kalkan Pehlivan Ali'ye "Rüya görmek de n'oluyor lan!" der
ırgatbaşı.
Alışıldık anlamda başrol yardımcı rol ayrımından söz edilemeyecek
bir filmdir "Bereketli Topraklar Üzerinde". Yük büyük oranda ölümsüz
sanatçılar Erkan Yücel (Yusuf) ve Yaman Okay'ın (Ali) üzerindedir belki ama
Köse Hasan rolündeki Nuri Sezer'den Tuncel Kurtiz'e (Kürt Zeynel), Erol
Demiröz'den (Kılıç Usta) ustabaşınm nikahsız karısı Fatma-yı canlandıran Nur
Sürer'e kadar tüm kadro tek tek damgasını vurur filme.
"Bereketli Topraklar Üzerinde", seti ziyaret eden
ve ekibe yardımcı olma sözü veren, Adana'nın sol görüşlü emniyet müdürü Cevat
Yurdakul'un 28 Eylül 1979'da öldürülmesi, setin kurşunlanmasına kadar varan
baskı ve saldırıların yaşandığı çok zor koşullar altında tamamlanır. Film,
sinema tarihimizin en iyileri arasına yerleşir, ancak kimse bu başarının tadını
çıkaramaz. 12 Eylül k Filmi” darbesinin karanlığı bu filmin de
üzerine çöker. 1981'de Altın Portakal'da Erden Kıral'a En îyi Yönetmen, Yaman
Okay'a da En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülleri kazandırdıktan sonra doğru
dürüst gösterim olanağı ve seyirciyle buluşma fırsatı yakalayamaz
"Bereketli Topraklar Üze-rinde". Sıkıyönetim komutanlığınca
ya-saklanacak, bir süre sonra da 'kaybolacaktır'. Yeniden seyirci karşısına
çıkması için 28 yıl geçmesi gerekir, isveç'te bulunan bir kopya, teknik açıdan
yenilenerek 2009'da Uluslararası istanbul Film Festivali'nde gösterilir ve bu
eşsiz film genç kuşak sinemaseverlerin de gönlüne taht kurar. (TA.) “Sinema “En
İyi 100 Türk Filmi”
BENİMLE DALGA GEÇME (1979)
Yönetmen C.
Engin Temizer
Kameraman Erhan
Canan
Set Ekibi: Nizam
Ergüden, Ekrem Çınaroğlu, Ercan Akyıldırım, Işık Şefi: Mehmet Varol, Reji
Asistanı: Deniz Elsuzar, Prodüksiyon Amiri: Cihat Karahan,
Oyuncular:
Zerrin Egeliler, Meral Banu, Özcan Özgür, Kazım Kartal
BENİ MAHVETTİLER (1979)
Senaryo ve
Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Kamera: Mükremin
Şumlu
Yapım: Önder
Film/Sungur Esendağ
Montaj, Senkron: Arif
Özalp, Ses Mühendisleri: Bican Avşar, İsmail Karataş, Negatif Montaj:
Nevzat Dişiaçık,
Oyuncular: Salih Güney, Zerrin Doğan, Tülin Tan, Tevhit Bilgei Diler
Saraç, Renan Fosforoğlu, Nilay Bora, Baykal Kent, Tevfik Şen, Mehmet Yağmur,
Konu: Bir
fotoğrafçının oğlu ile bir genç kızın aşkları.
BENİ KADINLARA SOR (1979)
Senaryo ve Yönetmen: Engin Temizer
Kamera: Abdullah Gürek
Yapım: Ce-Ba Film/Nihat Cerit
Oyuncular: Sabahan, Tevfik Şen, Funda Gürkan, Yüksel Gözen, Neval Seval,
Mürvet İşsever
Konu:
Zengin dul kadınla taksi şoförü gencin aşk öyküsü.
BEKÇİLER KRALI (1979)
Senaryo ve Yönetmen: Osman F. Seden
Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay
Yapım: Uğur Film/Memduh Ün
Yardımcı Yönetmen: Zafer
Par, Arif Erkuş, Kamera Asistanı: Orhan Oğuz, Işık Ekibi: Ömer
Ekmekçi, Salih Ayvaz, Set Ekibi: Ercan Akyıldırım, Hüseyin Turan, Kemal
Kundak, İbrahim Kul, Yapım Yardımcısı: Necdet Vanlı,
Oyuncular: Kemal Sunal (Şaban) Semra Türel (Zehra), Reha Yurdakul
(Komiser), Kazım Eryüksel, Ekrem Dümer, Alpay İzer, Memduh Ün, Yavuz Karakaş,
Ahmet Kostorika, Baki Tamer, Hakkı Kıvanç, Yaşar Şener, Zeki Sezer,
Konu: Görev
yaptığı mahalledeki vatan-daşlarını sömürenlere karşı başkaldıran bekçi
Şaban'ın öyküsü. Zeytinburnu'ndaki bir mahalleye atanan bekçi Şaban (Kemal
Sunal) görevine başlar. Ve vatandaşa eziyet eden mahalledeki muhtara, bakkala,
manava, tüpgaz bayiine uyarılarda bulunur. Şaban bu kişiler tarafından karakola
şikyet edilir. Ne var ki, Şaban'ı İçişleri Bakanının yeğeni olduğunu sanan
komiser (Reha Yurdakul), tüm şikayetleri hasıraltı eder. Şaban ise mahalleli
yararına bu fırsattan istifade edip daha da başkaldırıp çöpleri toplatmayan
temizlik işleri müdürüne, çocukları zehirleyen sanai artıkları için
kanalizasyon yaptırmayan fabrika sahibine kafa tutar. Bu denetleme işini
sürdürürken, fabrikada işçi olarak çalışan Zehra (Semra Türel) ile arasında bir
aşk başlar.
* Ersin Pertan, 26 Kasım 1979 tarihli
Milliyet Sanat'ta film için şunları söylemektedir: "Bekçiler Kralı, içinde
toplum güçlüklere, çatışmalara yer verirken oldukça ilgi ve puan topluyor. Ama
uzatılan, uzatıldıkça da kabak tadı ve-ren çocukça şakalar, Kemal Sunal'ın
yinelenen, yinelendikçe de sevimsizle-şen mimikleri ve Ertunç Şenkay'ın netlik
ayarı bile tutturamayan kamerası yüzünden puanların çoğunu yitiriyor. Sonuçta
filmi kurtaran her zamanki gibi Osman Seden'in iş bilir yönetimiyle akılcı
anlatı-mı oluyor.
* "Bekçiler Kralı", içeriğinde
toplumdaki güçlüklere, çatışmalara yer verirken oldukça ilgi ve puan topluyor,
ama uzatılan, uzatıldıkça da kabak tadı veren çocukça şakalar, Kemal Sunal'ın
yinelenen, yinelen dikçe de sevimsizle-şen mimikleri ve Ertunç Şenkay'ın netlik
ayarı bile tutturamayan kamerası yüzünden bu puanların çoğunu yitiriyor.
Sonuçta filmi kurtaran, her zamanki gibi, Osman F. Seden'in iş bilir
yönetimiyle akılcı anlatımı oluyor. (Ersin Pertan - Milliyet Sanat Dergisi,
Sayı: 345, 26 Kasım 1979)
BEBEK (1979)
Yönetmen: İhsan
Yüce
Senaryo: İhsan
Yüce, Yılmaz Kuzgun
Kamera: Kaya
Ererez
Yapım: Örnek
Film/Yılmaz Kuzgun
Oyuncular: Mahir Günşıray, Bilgen Bengü, Savaş Yurttaş, Tuncay Akça,
Güner Özonuk, Sevda Aktolga, Saadtet Gürses, Zerrin Yüce, Baki Tamer, Mehmet
Şenbahar, Gökhan Yılmaz (Bebek)
Konu: Film,
babasını bulmak için İstanbul'a gelen Apo'nun yaşadığı zorlukları anlatır.
Hüseyin hastalanmış ve hastaneye yatırılmıştır. Bu esnada arkadaşı, Hüseyin'in
memleketindeki kimsesiz oğluna bir mektup yollar. Apo, apar topar babasını
görmek için yola çıkar. Apo hastaneye geldiğinde bir karışıklık olur ve
babasının öldüğü söylenir. Kimsesiz kalan Apo'nun İstanbul'dan başka gidecek
bir yeri de kalmamıştır. Kendisi gibi kimsesiz olan Metin ile tanışır. Beraber
hayata tutunmaya çalışırlar. Apo'nun cami avlusunda bulduğu terk edilmiş bir
bebek ile hayatları farklı bir biçim alır. Kendi babasını bulamayan Apo,
bebeğin babasını bulmaya karar verir. (İbrahim Yavuz Özer)
► "Bebek"i görüntüleri yönünden "Yusuf ile
Kenan"la yan yana getirmek kuşkusuz zor. Yer yer başarılı, yer yer
sıradan, niteliksiz bir görüntü çalışması var "Bebek"in. Renkli
fotoğraf kalitesi "Yusuf ile Kenan"ın çok altında. Müzik çalışması
ise filme uyumlu ve işlevsiz değil, Başroldeki Tuncay Akça'nın rahat, dikkate
değer bir oyun verdiğini belirtmeliyiz. Akça, filmi tek başına sürüklüyor
denebilir. "Bebek" İhsan Yüce'nin büyük iddialar tanımayan, kendi
çapında mütevazi bir yönetmenlik başlangıcı olarak izlenmeli (Nezih COŞ
-Aydınlık, 15 Mart 1980)
► Ne sıcacık bir yüreği varmış İhsan
Yüce'nin, insanla, insan sevgisiyle öylesi-ne dopdolu...
Yeşilçam'ın bu yıllanmış karakter oyuncusu ve senaryolar yazıcısının söylenecek
ne güzel sözleri, insan lığı ve üç kağıtçılığıyla ilküstüne ne doğru
gözlemleri, nasıl kocaman bir yüreği varmış! "Bebek" bize bunu
kanıtlıyor.
Acımasız dev kent İstanbul' da bir avuç küçük insanın, işsiz
güçsüz takımından bir avuç lümpen - emekçinin öyküsünü anlatıyor
"Bebek"... Adıyaman'ın Eski Kahta'sından Apo, "babo"sunu
aramak üzere İstanbul'a geliyor. Kentin acımasızl tanışmasını yaptıktan ve
hastane kapıla-rında her sade vatandaş gibi "türlü - çeşitli"
davranışlarla karşılaştıktan sonra, Babo’yu buluyor; ama ölü olarak... Sonra
sokaklarda sigara satarak geçinen Metin'le tanışıyor ve Metin'in surlardaki
kovuğuna ortak oluyor.
Kaba saba görünümü altında sevgi dolu, pırıl-pırıl bir yüreği
vardır Apo'nun: Bulduğu her yalnız, savunmasız yaratığı hemen korumasına
alıyor, eve getiriyor. Bu, önce bir kedi, sonra bir köpek yavrusu, sonra 10
yaşlarında üzüm gözlü bir oğlan, en sonunda da cami avlusuna bırakılmış bir
bebektir. Hayatın zalimliği karşısında yazgı birliği eden bu İnsancıklara
sonradan sigara kaçakçılarıyla düşüp kalkan, kendi hayatını yaşayan bir küçük
kadın, bir de Metin'in zor günlerini geçirdiği yerden tanıdığı ve ilgi duyduğu
bir genç kız katılıyorlar... Bu arada çeşitli kollardan ilerliyor öykü: Üzüm
gözlü küçük oğlan, çocukluğundan daha çıkmadan düzensiz bir toplum yapısının
yarattığı sapıklıkların kurbanı oluyor.
Apo, babasının aslında ölmediğini, sağ olduğunu öğreniyor,
ama onu buldu-ğunda adamın hali - vakti yerinde bir kadınla yaşadığını, bu
"sınıf değiştirme" olayının artık onun geçmişinin kişileriyle (öz
oğlu bile olsa) ilgilenmesine olanak bırakmadığını görüyor. Diğer yandan neden sonra
ortaya çıkan,. cami avlusu-na bırakılmış bebeğin anası, yavrusunu geri istiyor.
O bebek ki, geçen zaman içinde Apo'nun, yüreği sevgiye aç Apo'nun, kendisi hiç
bir zaman sevilmemiş, belki de sevilmeyecek olan Eski Kahta'lı Apo'nun kendini
sevmeye vermiş yüreğinin artık tek nesnesi olmuştur!.. Apoyla ananın çekişmesi,
filmin son bölümünün ana temasını oluşturuyor..
"Bebek" olanaksızlıklar içinde, bin bir zorlukla çekilmiş
bir film... 16 mm. çekilip sonradan 35'e geçirilmesi, filme teknik açıdan belli
sakıncalar getiryor... Ama ne gam!.. Filmin insancıllığı ve sıcaklığı kısa
sürede tekniği boyunca, filan unutturuyor. İhsan Yüce, bir film büyük laflar
etmeden, slogan atmadan, sesini yükseltmeden öylesine önemli şeyler söylüyor,
öylesine yaşam dersleri veriyor ki seyircisi-ne...İstanbul'un, görkemiyle
çelişen yoksulluğu, karaborsacıların paylaştığı bölgeleri, gündelik sıkıntıları
içinde yine de yaşama umudunu ve sevincini yitir-meyen insanlarıyla verilmesi
olağanüstü güzel... "Bebek" tümüyle ve en karamsar anlarında bile bu
yaşama bağ-lılığı, bu insanca umudu koruyan bir film zaten. Perdede ilk kez
gözüken 2 gencecik oyuncu, Apo' da Tuncay Akça ve Metin' de Mahir Günşıray
olağanüstü başarılı oyunlarıyla filme çok şey katıyorlar. Dikkat: bu 2 oyuncu
da ge-leceğin büyük değerleridir bizce...(Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve
Sine-mamız” syf, 380)
BAL PETEĞİ /1979)
Yönetmen: Engin
Temizer
Senaryo: Vural
Pakel
Operatör: Erhan
Canan
Yapım: Barış
Film/Vural Pakel
Işıklar: Rıdvan
Varol, Mehmet Varol, Reji Asistanı: Demir Ersun, Kamera Asistanı: Ümit
Ardabak,
Oyuncular: Tarık Şimşek, Vanessa Hidalgo, Karaca Kaan, Meral Deniz,
Nilgün Ceylan, Erdinç Üstün, Renan Fosforoğlu, Rozi Lukassa,
Konu: Yakışıklı
ve fırlama bir delikanlının işi gücü kız peşinde koşmaktır. Arı gibi o kızdan
bu kıza konmakta, Hepsinin kalbini çalmaktadır. Adı çıkanın, canı çıksın Misali
başına gelmeyen kalmaz.
BAL BADEM (1979)
Senaryo: Kemal
Tatlı
Kameraman: Mükremin
Şumlu
Yapım: Osmanlı
Film/ Mehmet Karahafız,
Hasan Çakır, Çetin
İnanç
Asistan Rejisör: Adem
Aryal, Işıklar: Anıt Film, Işık Şefi: Veli Özşahin,
Prodüksiyon Amiri: Cihat Karahan,
Oyuncular: Zerrin Egeliler, Tevfik Şen, Turgut Özatay, Ata Saka, Burcu
Yanar
Konu: Fabrikanın
sahibi tarafından teca-vüze uğrayan ve kötü yola düşen Zerrin, bulunduğu şehri
terk eder. Annesi ve babası tarafından burada bulunarak doğru yola temiz bir
hayata kavuşan Zerrin, sonunda kendisine tecavüz eden patronunu öldürerek
intikamını alır.
BADANACI (1979)
Yönetmen: Engin
Temizer
Kamera: Erhan
Canan
Oyuncular: Alev Altın, Aynur Akarsu, Kazım Kartal, Gonca Gül, Neval
Seval, Sema Deniz, Gül Seval, Dilek Yanar, Burcu Çeler, Yadigar Ejder, Burcu
Çiler, Meltem Işık, Melek Görgün
Konu: Sürekli
hardcore sahneler ard arda devam ediyor. İnşaatlarda badanacı olarak çalışan
iki arkadaş çok çapkındır ve yakaladıkları kadınları yatağa atmakta da oldukça
ustalardır. Ne uçan ne de kaçan ellerinden kurtulamaz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)