Powered By Blogger

25 Nisan 2018 Çarşamba

BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE (1979)


Yönetmen: Erden Kıral
Senaryo: Tuncel Kurtiz
Eser: Orhan Kemal
Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi
Yapım: Doğa Film/Polar Film

Set Teknisyenleri: Erdil Demirbağ, Hacı Fidan, Turhan Alak, Mehmet İnci, Kamera Asistsanı: Asil Başyıldız, Yapım Asistanı: Necmettin Çobanoğlu, Müzik: Yavuz Top, Sarper Özsan, Yönetmen Asistan: Ali Kıvırcık, Sema Poyraz, Nilgün Çapan, Aydınlatma: İlhan Aslım, Metin Erdoğdu, Osman Erdoğ, Negatif Kurgu: Mehmet Bozkuş, Kurgu: Mehmet Özdemir, Negatif Yıkama: DGSA Sinema ve TV Enstitüsü, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Saz ve Türküler: Yavuz Top, Yapım Yönetmeni: Rauf Ozangil, Teknik Yönetmen: Jan Pehrson, (Acar Film Stüdyosunda seslendirilmiş ve basılmıştır)

 Oyuncular: Tuncel Kurtiz, Erkan Yücel, Özcan Özgür, Bülent Kayabaş, Nur Sürer, Yaman Okay, Erol Demiröz, Osman Alyanak, Menderes Samancılar, Nuri Sezer, Selçuk Uluergüven, Funda Gürçen, Ali Tutal, Hikmet Çelik, Cengiz Sezici , Kaplan Tarsuslu, Semih Başay, Funda Ersin, Hikmet Çelik, Yalçın Hitay, Cevahir Civelek, Ahmet Karagöz, Fatma Demiryürek, Ayfer İdin, Hacı Fidan, Şevket Çalışkan, Mustafa Lök,

KONU: Orta Anadolu'nun yoksul köylülerinden iflahsızın Yusuf'u (Erkan Yücel), Köse Hasan (Nuri Sezer) ve Pehlivan Ali (Yaman Okay) iş bulmak umuduyla Çukurova'ya giderler, hemşerileri olan fabrikanın sahibini bulup işe başlarlar. Köse Hasan, çırçır fabrikasındaki ağır çalışma koşullarına dayanamaz ve hastalanır. Kısa bir sürede bir handa yoksul ve çaresiz bir biçimde ölür, Pehlivan Ali ile iflahsızın Yusuf fabrikadaki ağır çalışma koşullarına, insan sömürüsüne ve de ırgat başının kendilerinden aldığı haraca karşı baş kaldırır. .Ama bu baş kaldırışlarında yalnız kalırlar ve patron da bundan yararlanarak elebaşı konumundaki bu kişileri işten atar. Parasız pulsuz kalan iki arkadaş iş aramaya başlarlar. Çalışıp para kazanmak zorundadırlar, Pehlivan Ali köyde bıraktığı sözlüsüyle evlenebilmek için, Yusuf ise bir gaz ocağından daha fazlasını evine götürebilmek için, Bir süre sonra inşaat işçisi olarak iş bulurlar. Bu sırada Ali, Fatma (Nurhan Nur) adlı bir şoförün metresi olan kadına gönlünü kaptırır. Fatma, Ali'nin bu karşılıksız sevgisinden yararlanarak onun çalışarak biriktirdiği tüm parayı yiyip bitirir. Ayrıca işini de kaybeder. Bir süre sonra da bir köylüsünün aracığıyla çiftlik ağasının patozunda çalışmaya başlar. Zor ve dikkat isteyen bir iştir. Ali daha fazla kazanmak için daha fazla çalışmak zorundadır, Durmadan dinlenmeden, gece-gündüz çalışır. Uyku sersemi olduğu bir gece dalgınlıktan iki ayağını da patoza kaptırır. Yardım gelmediğinden de kan kaybından ölür. Büyük umutlarla yola çıkıp Çukurova'ya gelen üç arkadaş-tan yalnızca Yusuf kalır. O da gerektiği parayı biriktirdiği için köyüne dönmek ister, Arkadaşları her ne kadar kalması için ısrar ederlerse de o, ölen arkadaşlarının vasiyeti üzerine çarşıdan aldığı aynatarak ve bir de gazocağı ile duvarcı ustası olarak köyünün yolunu tutar, Onca acı ve çileden sonra yalnızca o amacına ulaşmış gibidir.

Ödül
Uluslar arası “Nantes” f ilm şenliğinde (1980)
► Jüri özel ödülü
Fransa Sanat ve Deneme sinemaları Birliği Ödülü
Strazburg Avrupa Film Festivali’nde (1981) ÜYÜK Ödül
18.Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (25 Eylül – 4 Ekim 1981)

► Erden Kral “en iyi yönetmen”
► Salih Dikişçi “en iyi Görüntü Yönet-meni”
► Yaman Okay “En iyi oyuncu

Jüri Üyeleri: Cihan Çiftçili, Zuhal Çevik, Mehmet Doğan, Osman Üntürk, Nuri Dağtekin, Ahmet Gönen, Burçak Evren, Turgay Ulusan, Nisa Serezli, Kami Suveren.
" Orhan Kemal'in yaşamaktan, yaşananı kavramaktan ve yaşanmışı anlatmaktan gelen benzersiz gözlem gücü ve bir kaynak gibi coşup giden kalemi Çukurova'nın üstüne bir gün batımı gibi iner: Ağır, güçlü, kendinden emin... Yaşamdan gelen, kısa, küçük ama güçlü kalem darbeleriyle kağıda dökülür oradan da gözlerimizin önünde yeniden yaşama geçer: Bir dizi insan yüzü ve kişiliği ayrıntıdan temele, temelden ayrıntıya giden bir betimleme sonucu canlanır, somutlaşır, canlı canlı oluverirler... Kendilerini anlatırken tüm bir Çukurova'yı, belli bir dönemin tüm koşulları, olayları ve olguları ile birlikte yeniden yaratırlar. "CHP'nin iktidard bulunduğu 1946-50 yılları döneminden kısa bir zaman kesiti"dir bu... Kimler, kimler yoktur bu "Çukurova'dan İnsan Manzaraları"nda... Bir Orta Anadolu köyünden inip gelmiş, ne pahasına olursa olsun bir iş arayan İflahsızın Yusuf, Köse Hasan, Pehlivan Ali... Nekes, pinti" insaf-sız Topal Ağa, haksızlığa isyankar civa gibi Hidayetoğlu, elden ele geçen 15-16 yaşındaki Fatma kız, kerhaneden pamuk tarlasına transfer Aptal Kız... Babasından ödü kopan bıçkın ve hain ağa oğlu, ayni kumaştan acımasız ırgatbaşı, korkak Kemal.. Haksızlığa direnen, sesi kalın, başı dik, görmüş geçirmiş emekçi Kürt Zeynel... Ve daha niceleri...Kimdir bu insanlar, ne ister, ne ararlar? Orhan Kemal şöyle tanımlar;…her yıl binlerce ırgat kuzey, güney ve orta Anadolu'dan bereketli Çukurova topraklarına inerler. Onlar fabrikalarda, köy ekonomisinde ya da nerde olursa olsun iş ararlar. Binlerce, on binlerce ekmek ırgatı, "ekmek kapısı" dedikleri büyük şehirde aç, acı çekerek ve ümitsiz gezerler. Ve sonunda, her şeye rağmen herhangi bir iş düşerse, emek şartları, mesken, yemekler o derece kötüdür ki çoğu dayanamaz. Onlara elini uzatacak bulunmaz. Onlar, köyleri ve orda bıraktıkları akrabaları için çektikleri acıları gözlerine derin derin sindirerek kendilerine yer bulunmayan bu dünyayı ya erken terk ederler, ya da bir deri bir kemik kalarak garip bir hayatı sürerler."

İşte Erden Kıral'ın sineması bu güç işi yüklenmiş: "Çukurova'dan insan manzaralarının sinemalaştırmak işini... Türk yazı-nının en güçlü romanlarından birini, bu toprak, insan ve emek destanını sinemalaştırmak... 

38 yaşında, daha yalnızca ikinci filmini yapan bir yönetmen için ne zor bir iş, ne altına girilmez bir uğraş!... Ama Kıral bunu başarıyor. Yaptığı, hemen ve öncelikle söyleyeyim, yalnız bizim sinemamız için başarılı bir Orhan Kemal uyarlaması değil, dünya sineması içinde de yüz akı bir filmdir...

Çünkü "Bereketli Topraklar Üzerinde", has sanat yapıtına özgü o doyumsuz tadı taşır, o zor kurulur ikilemi kurar, o insanoğlunu onurlandıran işlevi yerine getirir.,.. Bir yandan dünyada varolan, dünyanın büyük bir bölümünde hala var olan, günümüz insanlığının yüzkarası olarak var olan açlığı, işsizliği, sömürüyü, insanlık onurunun kırıntısından uzak sözüm ona yaşamayı anlatır. İnsan insanın kurdudur bu ortamda, bu düzende... Topal ağa için Köse Hasan'ın can çekişmesinin hiç önemi yoktur, onun için önemli olan koynundaki ipe bir kaç ku-ruş daha dizebilmektir... Ağaoğlu için de işçinin, işçi hayatının hiç bir değeri yoktur: "Patoz"un başına geçirdiği acemi usta biraz daha çabuk iş çıksın, ağanın kesesine biraz daha para girsin diye kolunu makineye kaptırdığında, onu arabasına atıp doktora götürmekten bile kaçınacaktır: Araba kanlanmasın diye!.. Kadınlar da bu acımasız orman düzeninden nasiplerini alırlar elbet: Fatma'ya sıtma krizi sırasında aspirin veren adam, birkaç dakika sonra nöbet geçiren kadının ırzına geçmekten utanmaz... İşçisi Üzerinde olmadık ceberrutluğu yapan ırgatbaşı ise, gence kızlarının kerhaneye düşmesine aldırmayacaktır.

Ama ikilemin öte ayağı da vardır Kemal'de, Kral'da... Çünkü "yeryüzünün her köşesinde insanlara özgü mutluluk özlemi, bizim halkımızın ruhunda vardır". "Bereketli" umutsuz, karamsar bir roman değildir: "umudu, kesintisiz mutluluk arayışını verir". Hayrettinoğlu Topal ağanın hırpaladığı hasta Köse Hasan'ı tuvalete götürdükten sonra ona taharet aldırırken, Pehlivan Ali kerhanede rastladığı ustabaşının kızıyla bir sevgi ilişkisi kurar gibi olurken, yine Pehlivan Ali ile Hayrettinoğlu yorgun bir emek günü sonrası uzakta yanan ateşin dalga dalga yansımasını yüzlerinde duyarak mutlu günlerin özlemini yaşarken, hayatın bir bütün olduğunu ve her şeyiyle yaşandığını, yaşanması gerektiğini algılarsınız... Her gerçek ve büyük sanat yapıtında olduğu gibi, "Bereketli" de de gerçeklere getirilen tanıklığın onuru vardır, ama ayın zamanda umutla umutsuzluğun, acıyla sevincin, kinle sevecenliğin de o ayrılmaz içiçeliği, birlikteliği vardır.. .

Erden Kıral, sinemasıyla tüm bunları ve daha başka şeyleri kavrar, ve yeniden kurar. Çok olaylı, çok kişili, .çok temalı bir dev roman sinemada gücünden soluğundan pek birşey yitirmeksizin başka bir yaşama, başka bir varlığa geçer. görselliğe kavuşur... Evet, ayrılıklar, değişiklikler, yön değiştirmeler vardır, bazı tipler yitip gitmiş, bazıları çok işlenmiştir: sözgelimi Pehlivan Ali niye böylesine öne çıkmıştır da İflahsızın Yusuf, romanın sonunda köyüne dönüp gelen Yusuf yok olup gitmiştir? Orhan Kemal'in o güçlü soluğunu belki aynen duyamayabilir, yazının taşıdığı özgül koşulların getirdiği bazı şeyleri bulamayabilirsiniz...Ama kimse "Bereketli’nin yürekle, duyguyla, sevgiy-le yapılmış bir film olduğunu' yadsıya-maz. Buram buram insancıllık, buram buram insan sevgisi kokan bir filmdir bu... Kıral'ın Orhan Kemal'in en güçlü yanını insancıllığını yakalayıp filmine bir ışık gibi yansıttığı açıktır. Bu insan sıcaklığı, yabancı bazı yazarların da belirttiği gibi filmi "Ayak Takımı Arasında", "Gazap Üzümleri" gibi evrensel başyapıtların veya son yılların "1900" veya "Cennet Günleri" gibi başarılı "toprak ve emek filmlerinin düzeyine yükseltmektedir. O yapıtlarda olduğu gibi "Bereketli" de bize uzun yıllar kolay unu-tamayacağımız, bir sokak köşesinde, bir sinema çıkışında yeniden rastlayıve-receğimiz denli yakından tanıdığımız tipler, insanlar armağan etmiştir.

Ancak bu insan yüzleri, yaşam kavgasındaki bu emekçi portreleri toplamı, kuşkusuz yalnız sevgiyle yaratılmamıştır. Bunda yeteneğin, bilginin ve ekip çalışmasının da payını unutmamak gerekir. Öngören/Kurtiz/Kıral'ın başarılı senaryo çalışması, Salih Dikişçi'nin, İsveçli ışık uzmanı Jan Pershon'un katkısıyla, özellikle dahili sahnelerde (çırçır fabrikası, Topal ağanın evi, vs) ve dış gece sahnelerinde De La Tour resimlerini andıran ışık/gölge uyumları yaratan kamera çalışması, Sarper Özsan'ın müziği ve kalabalık oyuncu kadrosunun (hangi birini saymalı?) hepsi, ayrıksız hepsi bu çabayı bütünlemektedir. "Bereketli", Türk sineması tarihinde böylesine kalabalık bir oyuncu kadrosunun tümüyle üstün bir oyun verdiği ilk ve tek filmdir. Hepsini yürekten kutlarız.

Ama hepsinin üstünde ve ötesinde Erdem Kıral, bu filmle henüz ikinci filminde sinemamızın en umut bağlanası isimlerinden biri olduğunu göstermektedir. Kıral, Çukurova'nın gerçek emekçileriyle işbirliği yaparak en zor sahneleri ustaca çözümlemiş, akıcı, pürüzsüz bir sinema dili kurmuş, Orhan Kemal'in dev yapıtının özünü perdeye taşımış bulunuyor. Bu filme ve Erden Kıral'a sinemamıza hoşgeldin diyoruz. Sinemamız, yeni ve uzun süre göğsünü kabartacak bir yapıt daha kazandı. (Atillla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”, syf, 184)

* "Bereketli Topraklar Üzerinde", hemşerilerinin fabrikasında çalışmak umuduyla 'seksen evlik köylerinden' Çukurova'ya gelen iflahsız Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasan'ın hikayesini anlatır. Orhan Kemal'in büyük oranda diyaloglar üzerinden ilerleyen, karakterlerinin ruh hallerini ve gönül yaralarını konuştukları 'dil'de arayan anlatısı, sinema için eşsiz bir malzeme sunmuştur. Öyle ki roman Tuncel Kurtiz tarafından senaryolaştırılırken, kitaptaki cümleler, deyişler ve hitap biçimleri büyük oranda korunmuştur. Kemal'in romanı, karakterlerinin şehir hayatının acımasız ve vicdan tanımayan karanlığına, bilinmezliğine sürüklenişini içselleştirircesine, kısa ve kesik kesik diyaloglarla, deyim yerindeyse şiirsel bir telaş hissiyle ilerler. Karakterlerin tutunduğu değerler, şehrin gözü dönmüş insan kalabalığı içerisinde giderek anlamını yitirir. Kemal'in üslubu tekrarlar üzerinden ilerler ve her tekrarda kelimeler anlamlarından bir parça daha yitirirler; karakterlerin umutları kırılmaya başladıkça gitgide işlevsizleşir ve zamanla hepten trajikomik bir bal alırlar: 'Hiç kimse hemşerimiz gibi olamaz.'

Bu derece dil üzerine kurulu bir anlatıya görsel bir kimlik kazandırmak oldukça güçtür kuşkusuz. Erden Kıral, dilin hakimiyetini mümkün olduğunca güzel planlar tercih ederek mizansenle dengelemeye çalışır: Filmin girişinde Çukurova'nın pamuk tarlalarında çalışan ırgatları, filmin köyden şehre göç temasına uygun biçimde hareket halindeki bir kamerayla izleriz. Filmin tam orta yerinde de tekrarlanan bu belgeselvari planlar, fabrikada çalışan işçi görüntüleriyle birlikte anlatının ruhunun yattığı çekirdeği oluşturmak-tadır. En nihayetinde belirli karakterlere yoğunlaşsa da, bu, Çukurova'da ekmek parası için didinen pamuk işçilerinin ortak yaşam dertlerinin hikayesidir. Erden Kıral, özellikle yer yatağında yan yana dizilmiş işçilerin uyurken ki görüntüleriyle fabrikada yan yana dizilmiş işçilerin çalışırkenki görüntüsüne paralel kurguyla aktardığı sekansta, karakterlerin tekil hikayelerinden daha büyük bir gerçeğe işaret eden bir anlatı kurma derdinde olduğunu hissettirir: Tıpkı Orhan Kemal'in romanı gibi, film de Çukurova'nın, Türkiye'nin 50’ler sonrası toplumsal gerçekliğinin, bereketli topraklarda heba olmuş yaşamların ruhunu yakalamaya çalışmaktadır. Üç karakterin şehir gerçeğiyle yüzleşme öyküleri, zamanla daha geniş bir ruhsal coğrafyaya yayılır, yan hikayeciklerle örülü büyük bir anlatıya doğru evrilir. Şehirden filmin başında gördüğümüz pamuk tarlalarına geri dönen "Bereketli Topraklar Üzerinde" bol karakterli yapının getirdiği zorlukları alt edemeyerek dağınıklaşsa ve giderek parçalı bir görünüm alsa da; Yaman Okay, Erkan Yücel, Nur Sürer, Tuncel Kurtiz ve Erol Demiröz gibi isimlerin usta-lıklı oyunculukları ve ince işlenmiş karakter portreleri sayesinde gücünden çok bir şey kaybetmez. Hatta filmi ilginç kılan şeyin, ırgat, ırgatbaşı, ağa, ağanın yeğeni, ispiyoncu, sendikacı ve usta gibi 'çalışma mekanizmalarındaki farklı hiyerarşik ve ahlaki konumları temsil eden bireyler arasındaki iktidar ilişkilerine mercek tutan parçalı bol karakterli yapısı olduğu da söylenebilir. Bu yapının ayakta kalmasında, Orhan Kemal'in realist roman anlayışına bağlı olarak karakterleri şiveleriyle konuştur-masının da büyük bir payı vardır. Film, Kıral'ın sonradan çekeceği "Hakkari’de Bir Mevsim" (1982) ve "Ayna" (1984) gibi filmlere kıyasla, deyim yerindeyse daha 'katı gerçekçi', belgesele göz kırpan, Marksist/neorealist sinema geleneğine daha yakın duran bir estetiğe sahiptir. "Hakkari'de Bir Mevsim" ve "Ayna"daki psikolojik derinliği ve hayal-gerçek arasında gidip gelen şiirsel anlatımı bu filmde bulamayız. Fakat belki de, filmin asıl meselesi de bu noktada düğüm-lenmektedir. Bereketli Topraklar Üzerinde", rüya görmesine izin verilmeyen insanların dünyasını anlatmaktadır. Bir sahnede gece gördüğü rüyadan dem vuran Pehlivan Ali'ye, ırgatbaşı şöyle cevap verir:

'Rüya görmek de noluyor lan!' Yerde uyuyan işçilerle, fabrikadaki makina görüntülerini paralel kurguyla aktaran bölüm, belki de buna işaret etmekte-dir. Rüya göremez olmuş, esrar kafasıyla ayakta tutulan, üretime katkıda bu-lunacak et parçalarından ibaret görü-len, sabah 5 'te zorla uyandırılan, insanlığı çalınan insanların filmidir bu. Romanda önemli yer kaplayan sıla hasreti bile, filmde bu insanların dünyasından çekilip alınmış gibidir. Hayalin ırak olduğu bu dünyanın erkeklerinin korudukları tek fantezi, kadınlardır. Özellikle Pehlivan Ali'nin Fatma ve Abdal Kız'ı arzulaması, kerhanede bir fahişeyi köyüne götürme hayalleri kurması üzerinden cinsel fanteziler, sıla hasretiyle karıştırılmış, melezleşmiş bir şekilde karşımıza çıkar. Diğer yandan film, erkeklerin dün-yasında, kadınların ('avrat'ın) da bir mülkiyet olarak görülmesine de değinir. Erkek cinselliğiyle kapitalist üretim arasında -özellikle ırgat başının orgazm olurcasına 'Çalış!' diye bağırdığı sahnede güçlü bir analoji kurulur. Son kertede filmin katı gerçekçiliği, belki de olabilecek en fantastik, en doğa üstü şeyin, sadece çalışmaya koşullandırılmış insan bedeni olduğuna işaret eder. Yine de görülemeyen rüyaların hiçliğe karışan sesleri, makina gıcırtılarının arasından belli belirsiz işitilmektedir hala.(Fırat Yücel) SİYAD, “40 Yılın Serüveni”

* Sinemamız ne zaman edebiyatımıza el atsa eli boş kalmıyor. Bereketli Topraklar Üzerinde de bu kaideyi pek bozmuyor. Çünkü hem başarılı ama bir o kadar da başarısız. Başaralı; kaynak aldığı yapıtın dünyasına, içtenliğine, sıcaklığına ve vuruculuğuna giremeyip, ondan hareket ederek kendine özgü farklı bir dünya yaratıyor. Bu dünyanın içine de romandakinin girmesi pek kolay olmuyor. Yapıtın özünü oluşturan, ırgat sömürüsü, köylü ağa çatışmasının ana nedeni, çok beylik, biraz gösterişli kalıyor. Emeğin sömürülmesi eylemden çok diyaloglara bindiriliyor ki bu da izleyen üzerinde pek fazla etkili olamıyor. izleyen bireylerin peşine takılmaktan sömürü düzeninin onlar gibi yüzlercesinin, binlercesinin yazgısını nasıl değiştirdiği üzerine pek kafa yorup, tüm acı ve yıkımların üzerine duygularından soyutlanıp gerçekçi bir bakış getirmekte zorluk çekiyor. Ama tüm bunlara rağmen Bereketli Topraklar Üzerinde sinemamız için bir kazanç içeriğindeki sağlamlığa karşım sinemasal anlatımında bir dizi aksaklıklar ve de acemilikler taşısa da ..

Orhan Kemal'in romanıyla Kral'ın filmi arasında kesin bir benzerlik aramak doğru olmaz. Sinemaya uyarlanan her edebiyat yapıtı için de böyle düşünmek gerekir. Kıral'ın başarısı, Orhan Kemal'in önüne serdiği malzemeyi kullanarak, Orhan Kemal'in romanında ulaşmış olduğu sonuca, sinemada ulaşabilmiş olmasıdır. Kıral'ın en övünülecek yem, soğuk kanIı bir yaklaşımla konuyu ele alması ve dramatik gerilimi olmayan, düz çizgili bir anlatımı seyirciye benimsetmekteki ustalığıdır. Gerçekten de çok süratli bir kurguyla verilen ve işçilerden birinin kolunu makineye kapatılmasıyla sonuçlanan sekansın dışında film, inişsiz, çıkışsız bir anlatıma yer veriyor. Ama başarısı da bu biçimden kaynaklanıyor. Kıral zor olanı seçmiş, kimi kişileri öne çıkartıp seyircinin ilgisini uyanık tutmayı güvence altına almak yerine, insanların bütünleştikleri çevreyi betimlemeyi yeğlemiş. Çarpıcı olmayan, izleyeni yavaş yavaş etkisi altına alarak üzerinde düşünmeye yönelten bir film çıkmış ortaya. (Rekin TEKSOY, Gösteri. S:1, Aralık 1980 )

* Orhan Kemal, 1930'larda Adana'nın dayanılmaz san sıcağında çırçır fabrikalarında çalışan işçilere dair gözlemlerini 1954'te "Bereketli Topraklar Üzerinde" adlı romanıyla kağıda dökmüş ve Türk edebiyatına eşsiz bir başyapıt kazandırmıştı. Romanın kişi ve olaylarını 1970'lerin Türkiyesi'ne uyarlayan ve gelişim çizgisinde kimi değişikliklere giden Erden Kıral da aynı başarıyı beyazperdede tekrarlamış, sinemamıza 'aşılması çok zor' bir film armağan etmişti, îş ve ekmek peşinde Orta Anadolu köylerinden Çukurova'ya gelip ekmek kavgası veren üç zavallı ırgatın; Iflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasan'ın, Orhan Kemal'in "Onlara el uzatacak kimse bulunmaz," dediği insanların öyküsüdür anlatılan. Üç kuruş kazanmak için pamuk fabrikasında canlan çıkana dek çalışır, ahırdan bozma bir yerde yatıp kalkarlar. Sıtmaya yakalanan Köse Hasan'ı bırakıp önce bir inşaatta, sonra da çeltik tarlasında çalışmayı sürdürürler. Köleden farkları yoktur... Öyle ki rüya görmek bile yasaktır onlara. Gördüğü rüyadan söz etmeye kalkan Pehlivan Ali'ye "Rüya görmek de n'oluyor lan!" der ırgatbaşı.

Alışıldık anlamda başrol yardımcı rol ayrımından söz edilemeyecek bir filmdir "Bereketli Topraklar Üzerinde". Yük büyük oranda ölümsüz sanatçılar Erkan Yücel (Yusuf) ve Yaman Okay'ın (Ali) üzerindedir belki ama Köse Hasan rolündeki Nuri Sezer'den Tuncel Kurtiz'e (Kürt Zeynel), Erol Demiröz'den (Kılıç Usta) ustabaşınm nikahsız karısı Fatma-yı canlandıran Nur Sürer'e kadar tüm kadro tek tek damgasını vurur filme.

"Bereketli Topraklar Üzerinde", seti ziyaret eden ve ekibe yardımcı olma sözü veren, Adana'nın sol görüşlü emniyet müdürü Cevat Yurdakul'un 28 Eylül 1979'da öldürülmesi, setin kurşunlanmasına kadar varan baskı ve saldırıların yaşandığı çok zor koşullar altında tamamlanır. Film, sinema tarihimizin en iyileri arasına yerleşir, ancak kimse bu başarının tadını çıkaramaz. 12 Eylül k Filmi” darbesinin karanlığı bu filmin de üzerine çöker. 1981'de Altın Portakal'da Erden Kıral'a En îyi Yönetmen, Yaman Okay'a da En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülleri kazandırdıktan sonra doğru dürüst gösterim olanağı ve seyirciyle buluşma fırsatı yakalayamaz "Bereketli Topraklar Üze-rinde". Sıkıyönetim komutanlığınca ya-saklanacak, bir süre sonra da 'kaybolacaktır'. Yeniden seyirci karşısına çıkması için 28 yıl geçmesi gerekir, isveç'te bulunan bir kopya, teknik açıdan yenilenerek 2009'da Uluslararası istanbul Film Festivali'nde gösterilir ve bu eşsiz film genç kuşak sinemaseverlerin de gönlüne taht kurar. (TA.) “Sinema “En İyi 100 Türk Filmi”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder